#Düz Yazı
Explore tagged Tumblr posts
farsmeyus · 1 year ago
Text
Bir anlamı olmalı insanın!..
İhtiyacı vardır yaşamaya, yaşarken aramaya, aradıkça kaybolmaya.
İsteği vardır aramaya, aradıkça yaşamaya, yaşadıkça kaybolmaya.
İstiyacı vardır insanın, anlam aramaya, yaşamaya, kaybolmaya.
İstiyacım var; yalnızlığa, yalnız kalmaya…
-
İSTİYAÇ 26.07.2023 -Yarın- itibariyle ön satışta!
72 notes · View notes
meralmeri · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Hislerin ve düşüncelerin birbirine karışması ve içinde kaybolmamızın sebebi belirsizlik ve nedensizliktir. İnsanlar zaman zaman böyle bir noktaya ulaşırlar. Ne yapmamız gerektiğini ilk defa sormadan, bilmeden, bunu hiç önemsemeden; günlerce, haftalarca, hatta aylarca bu şekilde yaşayabilirler asosyal veya sosyal olarak. Bunu konuşmak her zaman kolay olmaz. İşte ziyan olmakla yüzleşmek böyle bir şeydir. İnsanlar yaşamları boyunca defalarca kez böyle kaybolmuş ve bulunmanın hazzını daha sonra böyle yaşamışlardır. Ya bu kez durum çok daha ciddi ise? Bulunmak için her yolu denemiş biri ne yaparsa yeniden bulunabilir? İşte bizler çoğu zaman böyle bir noktaya gelebiliriz. Pembe dünyalardan daha ciddi bir noktaya. Gelecek hakkında hayal kuramamak kadar korkunç daha ne olabilir, dediğimiz yere gelebiliriz. "Ben güçlüyüm, bunun da üstesinden gelebilirim. Sen güçlüsün zaten, bunu da başarırsın." diyebilirsiniz veya diyebilirler size. Ama biz öyle bir noktadan bahsetmiyoruz. Biz gelecekten bahsetmeyi bırakmaktan ve bugünden nasıl tat alabilirizi konuşmak ve çözüme ulaştırmaktan bahsediyoruz. Panik yapmadan, sıkılmaktan uzak sarılmaya yakın bir yaşamdan reçete nasıl alınırı keşfetmek istiyoruz. Zoru başarmakla ilgili bir şey değildir bu. Bu yaşamla ölüm arasında bocalamaktan kurtulup, mutlu olma hoşgörüsünü kazanmaktır. Yorulmaktır kimi zaman, kimi zaman ayağa kalkıp yürümek istemektir. Bir işe yaramaktır. Sevmek ve sevilmek istemektir. Bazen de doyasıya ağlamak ve ayılmaktır bu yaşam savaşı.
Meral Meri/ Eski Yel Değirmeninden Notlar / Konuşmak
168 notes · View notes
biredebi · 2 years ago
Text
Ne yapıyorsun?
Yaşamaya çabalıyorum. Sonunda nerede ineceğimi planlamadan trene biniyorum mesela. Bir elimde defterim diğerinde kalem, yazıyorum olanı biteni. Etrafta gördüklerimi, kadınları, çocukları, sevgilileri. Yalnızlığımı yazıyorum. Aşkı yazıyorum. Sahte ve gerçek aşkı. Senden sonra aradığım ama bulamadığım aşkı. Arkadaşlığı, kardeşliği, kalleşliği yazıyorum; sırtımdan bıçaklayanıda, sırtımdan o bıçağı çekip çıkaranıda. Seni ilk gördüğüm yeri, ilk kez elini tuttuğum caddeyi, sana sarıldığım o istasyonu yazıyorum. İlk kez yanağına kondurduğum buseyi, o buseyi kondurduğum tiyatroyu yazıyorum. Gittiğimiz cafeyi, içtiğimiz kahveyi, yediğimiz yemeği yazıyorum. Aslında hep seni yazıyorum ama sen yoksun ya buralarda o işte benim yapamadığım, barışamadığım. Sen başkasında ve ben yalnız başımayım ya işte onu yazıyorum. Yazıyorum ama yaşayamıyorum.
Şiirler dökülüyor parmaklarımdan kağıda. Durduramıyorum ne kalemi ne de kelamı. Akıyor kalbimden kağıda. Resmen içine işliyor defterin; acım, kederim, efkarım ve yalnızlığım. Sonra deftere bile acıyorum. Yazdığım tüm yaprakları koparıp atıyorum. Defteri görsen içi koparılmış sayfaların arkasında bıraktığı izlerle dolu. Defter ferahlıyor aslında ama bıraktığı izler dahi gösteriyor ne denli acı çektiğimi, ne denli acı çektirdiğini.
Sen yokken bir kadınla tanıştım mesela. Konuştuk aynı senle olduğu gibi; 3 hafta. Seni anlattım ona da. Anlatıyorum ya seni herkese; bakkala, manava, balıkçıya, doktora. Seni anlattığımda acıdı bana önce. Sonra da öfkelendi bana. Neden anlatıyorsun dedi. Belli ki unutamamışsın, ne onu, ne yaşadığını ne de yaşayamadığını. Belli ki yara bandı istiyorsun hayatına onu unutmak için ama ben unutturamam dedi onu sana. Ben o değilim dedi bana. Ben benim dedi bana. Sen ise o olmuşsun haberin yok dedi bana. Senin gibi yapmadı ama. Ağzından döküldü sözler, gördüm duygusunu yüzünde, duydum üzüntüsünü sesinde. Konuştu benimle. Susmadı senin gibi. Susarak değil son bir kez sarılarak gitti bu yaralı adamdan. Yaşa dedi bana.
Ne yaptığımı ben bile bilmiyorum aslında. O kadar çok sustun ki zamanında, ben konuştum şimdi sorduğun soruya. Şimdi sen söyle bakalım: Ne Yapıyorsun?
26 notes · View notes
yazarinsesi · 10 months ago
Text
Kime göre neye göre?
Anlatmak isteyip anlatamamak, içinde kalmasına yol açmak... Sence doğru olan bu mu? Doğru olan ne peki? Kime göre, neye göre? Anlatmak istediğin konuya göre... Ama içinde kalması ileride "KEŞKE" dememenin bir yolu belki de. Hislerini saklamak, varlığından, kokusundan uzak olmak... Neden içinde tutar ki insan? Neyden korkar mesela? Reddedilmek? Ters tepki almak? Kırılmak, üzülmek, acı çekmek?.. Hayatın içinde sadece mutlu olmak mı vardır sence? Hayır tabii ki de. Acı çekmezsen, üzülmezsen, kırılmazsan, düşmezsen sen, sen olamazsın. Bu hayatta ne kadar çok mutluluk duygusu yaşasak da üzülmemiz, düşmemizde gerekiyor. Düşmezsek kalkamayız. Düşünce kalkmayı öğrenmeli insan... Üzülünce, acı çekip bu acıyı da atlatmayı öğrenmeli. Sen düşünce kalkmayı bildiğinde işte tam o zaman gerçek "SEN" olursun.
4 notes · View notes
bendeniz-hic-kimse · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Senin Merhamet Dediğin Aslında İlgidir Zira Merhamet Kişiye Göre Değil Tüm Canlılara Hissettiğin Değerdir ve İnan Birini Sevmek Ona İyilik Yapmak Değildir Aksine Kendine İyilik Etmiş Olursun Çünkü Merhamet sevgin Künyesidir Onunla Olduğunda konuşamayacağın hiç bir dil çözemeyeceğin hiçbir problem yoktur
13 notes · View notes
geri-geldim · 2 years ago
Text
Bir adam gördüm yolda, Otuz beş, kırk yaşlarında, Elleri solmuş siyah paltosunun cebinde, Sigarası ise dudaklarında. Kim bilir neler vardı kafasında, Belki de yılların verdiği yorgunluğu sürüklüyordu kaldırım taşlarında, Bir ara eli gitti ıslak ve dağınık saçlarına, O zaman anladım kendimi gördüğümü, Bir mağazanın vitrin camında..
hakan
9 notes · View notes
gecedensonra · 1 year ago
Text
Geç olsa da anladım yürüdüğüm bu yolun artık bedenimi yorduğunu. Yanıbaşında sandığım insanların arkamı döndüğümde orada olmadığını fark ettiğim de anladım en başından beri yalnız olduğumu.
Her koşulda ihtiyacı olana uzattığım o ellerim kan içinde kaldığında dostum sandığım,arkadaşım sandığım insanların yaramı sarmak yerine tuz bastığında anladım çevremdeki insana benzeyen içi boş bedenlerin sadece kıyafetlerden ibaret olduğunu.
Bedenimin dışına sardığım bu merhamet kalkanı darbe aldı, üzerinden aşan nefret bıçağı kalbime saplandı.
Kin ve haset oklarıyla zayıflattığınız gardım tamamen düştü.
Attığınız bıçak tüm iyi niyetimi kesti,hislerim kollarımdan yere süzülürken kalbimi bütünüyle kaplayan soğuk bedenimde geriye kalan güzel düşünceleri yaktı.
Umursamaz,acımasız,soğuk,ukala gibi görünen bu benliğimin altında yaşanılan herşeyi size borçluyum.
Elinize kıymık batsa yardımınıza koşan ben,tüm fedakarlığımı size sunmuşken arkamı döndüğümde sakladığınız o bıçakları sırtıma vurmakta bir an bile tereddüt etmediniz.
O yüzden bambaşka bir ruha bürünen bu benliğim için hepinize teşekkür ederim.
Eserinize her baktığınızda yaptığınızı hatırlamanız dileğiyle.
Merhametsiz,duygusuz,soğuk bu adamın varolmasında emeği geçen herkese teşekkürler.
İstanbul-2023
#HayatımınÖzeti
4 notes · View notes
aieniki · 1 year ago
Text
Tumblr media
Nereden bilebilirdim bir karanlıkla mücadele ederken, zifiri karanlığın ta kendisi olacağımı. O karanlığa teslim olacağım kimin aklına gerlirdi ki?
Üstelik kendimi, sanki en baştan beri karanlık olanın kendim olduğuna ve aydınlığı haketmediğime dair yalanlarla kandırdığımı farkettim zamanla. O kadar zifiri olmuşum ki , neredeyse içimdeki aydınlığın çığırışlarını bile duyamaz olmuştum.
En karanlık anlarımda bile, içimdeki aydınlığı, başkalarına ışık olsun diye harcadığım zamanları hatırlıyorum. Başkalarına ışık olabilmek adına, kendimi ışık almayan ücra bir hücreye hapsetmişim meğerse. Başkaları aydınlığa çıkacak ise problem değil di benim müebbetim lakin ne başkasına bir fener olabildim ne de içimdeki parıltıyı koruyabildim. Başkalarını aydınlatacaksam, problem değil yanıp kül olmaya razıydım yeter ki ateşimden aydınlansınlar.
Ancak bu yüzyılın siyahlığına ne bir fener olabildim ne de ateşim yetti onları aydınlatmaya. Başkalarını aydınlatmaya olan inancım da yitip gitti zamanla. Bu zamanlardan birinde, içimde unutmuş olduğum bir ışık hüzmesi adeta deldi geçti içimdeki o zifiri karanlığı. Hatırlattı bana, ışığımın içimde olduğunu.
O ışık hüzmesi zamanla yerini doğudan değil de içimden doğan bir güneşe bıraktı. Ve o güneş fısıldadı ruhuma "Sen karanlıkları değil, karanlıklar seni hak etmiyor" Evet, işte böyle doğdu benim güneşim.
3 notes · View notes
yazdimdaneoldu · 2 years ago
Text
karanfil ve sen
Karanfilin değerinin yeteri kadar anlaşıldığını düşünmüyorum. Karanfilin hangi kategoriye girdiğini bile bilmiyorum; baharat mı acaba? İşte tam olarak bu kadar değeri bilinmeyen bir şey karanfil. Çayına katarsın, tat verir; ağzına atarsın, tat verir; babaannen kurabiyesine katar; tat verir. Hoş, ben babaannemi hiç tanımadım. Karanfilli kurabiyenin ne yüce bir nimet olduğunu da ev arkadaşımın annesi yollayınca anladım. Arkadaşıma kurabiyeye bayıldığımı söyledim bir kere ve her fırsatta annesi karanfilli kurabiye yolladı benim için. O arkadaşımla konuşmuyoruz artık ama annesini özledim, annesinin tatlılığını ve annesinin tatlılarını; karanfilli kurabiyesini özledim. Bu özlemimin bir kısmını kendi emeğimle gidermeye çalışırım belki bir öğlen vakti.
Siz hiç lokantada hesabınızı ödedikten sonra kasada sunulan karanfili attınız mı ağzınıza? Ben hatırlıyorum, epey küçüktüm; çok da küçük değildim sanırım. Babamla üniversite için kalacak yurt ayarlama amacıyla İzmir’e gelirken Çanakkale üzerinde bir esnaf lokantasında attım. O şeyin karanfil olduğunu biliyordum, yemekten sonra ağıza konulduğunu da biliyordum fakat amacını o zamanlar pek çözememiştim. Ağız kokusunu temizlemek içinse; bunun için naneli şeker sunulamaz mıydı? Karanfil sunuluyordu. Ağzıma attım. Biraz acı gibi ama bir o kadar da tatlı bir tat yayıldı içime.
Ben karanfili bir insana benzetiyorum. Uzaktan pek bir işlevsiz görünen ancak girdiği yerleri tatlandıran; eğlendiren bir insana benzetiyorum. Bu insana ihtiyaç duymazsın, ta ki onu tanıyana dek. İhtiyacın yoktu ama artık onsuz olmak da istemiyorsun. Yok, böyle olmadı. Aslında hiç ihtiyacın yok ama seçenek sunulsa onu seçersin. Onu istersin. Benim için de bu sendin sanırım. Sana ihtiyacım yoktu, hala yok ama seni istemeden de duramıyorum. Seninle girdiğim her yer, her oda, içtiğim her su, içime çektiğim her sigara dumanı daha bir tatlı oluyordu. İnsanın buna pek ihtiyacı olmaz ama istememesi için bir neden de sunulmaz.
Karanfille benzer yanlarınız olduğu kadar benzemeyen yanlarınız da vardı tabii. Ağzıma attığım karanfili çıkarmanın zamanı geldiğinde bunu bilirdim, çıkarırdım. Ancak seninle böyle bir şey pek olmuyordu. Seninle hayatın doyum noktasına ulaşsam da bunun devamının geleceğini hissediyordum. Seninle hayat, sonsuz bir yolculuktu. Her saniyesi farklı ve çok da tatlı bir yolculuktu. Sona ermemeliydi. Sonu gelmemeliydi. Sonu geldi.
Belki de karanfilin ağızdan çıkması gereken vakti ben değil, sen fark ettin. Belki de senin karanfilin bendim. Belki de ben senin karanfilin hiç olmadım. Olsam, sonum gelir miydi?
Son demişken bahsetmek istediğim bir şey var ki; bazı öpüşlerin son tüketim tarihi varmış. Tükeniyormuş öpüşler, öpüşlerin öncesinde gidişler… Daha yeni fark ettim bu tüketim tarihinden sonra öpüşleri unutuyormuşsun. O sırada midende hissettiğin kelebekler, çarpar gibi atan kalbin, karıncalanan dudakların; bunları unutuyormuşsun. Ben unuttum seninle öpüşmelerimizi. Bana nasıl hissettirdiğini, beni nereden vurduğunu, nereden iyileştirdiğini, nasıl iyileştirdiğini, iyileştirdikten sonraki bakışlarını, bakışlarındaki duyguları… unuttum. Bunları hala hatırlıyormuşum sıraladığıma bakma, bunlar hep oradan buradan duyduklarım, ben seninle öpüşlerimi unuttum. Unutmak ister miydin diye bana bir sorsan; istemezdim derim. Ben hala seni unutmamak için çabalıyorum. Belki bir gün gelir de çözersin diye gazete alıp bulmaca sayfalarını saklıyorum. Siparişlerimle birlikte gelen balonlu poşetleri saklıyorum. Sen gelirsin de benden yapmamı rica edersin diye türk kahvesi alıyorum, ben pek içmem. Sadece seni beklerken arada bir içesim geliyor, sonra bitiyor. Ben pek sevmem ama yine de sen gelirsin diye bitince almaya devam ediyorum. Sen gelir de oturur ayaklarını uzatırsın diye tekli koltuklarımı camın önüne karşı karşıya koyuyorum. Çünkü hatırlıyorum; bulmaca sayfalarını eline alıp koltuğa oturduğunu, kaşlarını çatıp kalemin arkasını dişlerinin arasında kemirdiğini, bir sütunu doldurduğunda yanağında gururla beliren minicik bir gamzenin 2 odalı güneş almayan evimde çiçek gibi açmasını hatırlıyorum. Çocuk hevesiyle halıya oturup balonlu poşeti patlatırken dudaklarının neşeyle kıvrılmasını ve gökyüzünü görmeyen evimde sen farkında olmadan sadece neşenle beni bulutların üstündeymişim gibi hissettirmeni hatırlıyorum. Hatırlıyorum, unutmamak için savaşıyorum.
Hala pilav yaparken bir şeyleri eksik yaptığımı düşünüyorum, sana sormak istiyorum çünkü pilav yapmayı bana sen öğrettin. Asla senin gibi yapamıyorum. Senin yaptığın pilavın bir başka tadı vardı. İçine sevgini katarken bir tutam da şefkat ekliyordun sanırım, bu benim pek alışık olduğum bir tat değildi. Domates sevmediğini biliyorum ve hala domates gördüğümde içim bir garip oluyor. Karınca lafı seni kaşındırıyor, hatırlıyorum; çünkü hala sen duyarsın diye söylemeye çekiniyorum, oysa artık duymayacağının da farkındayım. Annenin verdiği çaydanlıkta çay yapıyorum, içine bir tane karanfil atıyorum, seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşıyorum.
Biliyorum, gelmeyeceksin. Biliyorum, içimdeki bu umut ve unutmaya karşı açtığım savaş boşuna. Gelmeyeceksin, çok acı bir şekilde farkındayım; ama seni beklemekten ve kalan gücümle seni ve senden kalan hatıraları sevmekten başka bildiğim bir şey yok ki benim…
Buraya yeni bir tekel açıldı, sen bilmezsin, senden yıllar geçti çünkü. Ayfer Abla ve kocası Şükrü Abi var, arada büyük çocukları Murat Abi geliyor. Aslında tekel onun sanırım ama o gündüzleri başka bir yerde çalıştığı için haftanın 6 günü Ayfer Abla ile Şükrü Abi var; hafta sonu bir gün onlar tatil yaparken Murat Abi bakıyor tekele. Murat Abiyi de pek severim. Benim bir abim var, olmasaydı Murat Abinin kardeşi olmak isterdim. Pek tanımadığım insanları mümkün olmayacak bir şekilde seviyorum. Sana bu aileden neden bahsediyorum biliyor musun? Onları tanıdığım ilk zamanlar bana bir tabure çektiler, “Otur Meleğim” dediler. Onların Meleği olacak kadar beni tanıdıklarını düşünmüyordum. Oturdum ve bana bir fincan çay ikram ettiler. Çayda pek tanıdık ama bir yerden çıkartamadığım bir tat vardı. Muhabbet sırasında fırsat bulduğum bir arada, ki bu zor çünkü Ayfer Abla bir kere konuşmaya başladığında konu konuyu açar ve susmazdı, çayda karanfil olup olmadığını sordum. O an; anladım değil, fark ettim ya da hatırladım da değil ama pek oturtamadığım bir kelimede karanfilin çaylarda da kullanıldığını gördüm. O gün onların yanından ayrıldıktan sonra bir aktara gidip birazcık karanfil aldım. O gün bu gündür o çaydanlıkta yaptığım her çaya bir adet karanfil atıyorum. Karanfil bana seni hatırlatıyor; sen beni unutmuşken, ben seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşırken. Olur da bu savaşı kaybeder ve seni unutursam diye; seni hatırlamak için hala ve sadece sana dair yazıyorum.
3 notes · View notes
dominoharveyys · 2 years ago
Text
Bulunduğum ortamda aslında yokum gibi. Kozmosta her şey yerli yerinde mükemmel bir düzende ve tam ortasında öylece dikilen ben şahsi kaosumla yanımdan geçen hiçbir şeye dokunmadan kendimi yakıp yıkıyorum. Bu başıma gelen yıkım benim kendi kendime yarattığımsa dünyanın kıyametini seve seve yazarım. Mahvetmek ve yok etmek hatasız olduğum tek konu. Hata tanımı kişiden kişiye değişir tabii. Şahsen ben ve kafamın içinde çığlık çığlığa koşturan şeytanlar için taş taş üstünde kalmaması, hata yok denektir. Aynı gece başımı yastığa koyduğumda aklımda taş taş üstünde kalmaması gibi. Ya da mutfakta tek başıma sigara içerken göğsümde taş taş üstünde kalmaması gibi. En basit tabiriyle ayakta dikilirken ölüyorum. Tıpkı mevcut yüzyılda yaşayan diğer insanlar gibi kırık kalbimle sanki hiç kırık değilmiş gibi yaşayıp gidebiliyorum. Yazık bize, acısını saklayabilmek için deli taklidi yapan bir dünya insan. Saklamak da acıtıyormuş tahmin etmez, bilmezdim. Ağlamak acıtır sanırdım ağlamamak daha çok acıtırmış.
4 notes · View notes
petratlantis · 1 year ago
Text
başlangıç için küçük ama benim için büyük bir cümle; zaman kaybolan yıllarımızı kesiştiremedi belki ama şimdi ünlü olma sebebim sensin
1 note · View note
farsmeyus · 1 year ago
Text
Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.
87 notes · View notes
isimbulmaliyim · 2 years ago
Text
İsim Bulmalıyım - 1
Yıllar sonra ilk defa tumblr aklıma geldi. Biraz gezindikten sonra, yıllar önce oturduğum koltuğun çok benzerine otururken tumblr aklıma gelmişti yine. “isim bulmalıyım” diyordum kendi kendime. Yıllar geçti, ben yine isim bulamamışım. “İsim bulmalıyım” notunu düşerek etrafa saçtığım kaçıncı düşünce bu, bilmiyorum. Pek bir önemi de kalmamış gibi zaten. 
Yalnızlık üzerine kafamı kırdığım günlerden birisinde aklıma geldi tumblr. Mailime kayıtlı olan tumblr hesabım buymuş. Halbuki yıllar önce epey aktiftim burada. Tuhaf, hatırlamıyorum bile neydi adı?
Liseye dönmüş gibiyim şu an. Tumblr açınca, son günlerin gündem ismi şebnem ferah’ın eski albümlerini de kulağıma taktım. Belki daha sık dönerim buraya. Denk gelen insanlar için notlar paylaşmaya, veya sadece kendi kendime notlar almaya. 
0 notes
beyazlalelerr · 3 months ago
Text
Tumblr media
14 notes · View notes
bendeniz-hic-kimse · 2 years ago
Text
Tumblr media
Duygusal İnsanlar İçin Acizane Tavsiyem Şudur
İster Eşiniz olsun ister Dostunuz
Senin iyiliğini düşünüyorum diyenlerin
Daha şimdi Aklımdan Geçtin Diyenlerin
Büyülü sözlerini sakın bi hevesle içinizde biriktirmeğin bu tütsülü kelimler size sadece gönül serhoşluğu vermekten
vede olduğunuz yere sızmanızdan başka bir işe yaramaz
O' yüzdendir Bu Dünya Sadece Beklediğimiz Ara İstasyondur, Yuvasına Varmak İstiyen ALLAH’a Sığınsın.
Düz Yazılar
11 notes · View notes
yurekbali · 26 days ago
Text
Tumblr media
... Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür Hanım... gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına... ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından? Dönelim... Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır. Olsun, dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece... Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp ağır yükler aldığı zamanın derin dehlizlerine. Bakıyorum, umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa, gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya, yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, var olmaya, ‘dar çevre yitikleri’nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki sonucu yepyeni bir “ben”e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde... Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir Ömür Hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük... Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik öyle üzgün, yalnızım... Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki... Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür Hanım yasaklamalı... Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de, örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı, ömürlüdür... alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmemek çirkinleştirir, de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrü karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamanın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz, de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak. Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde... O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye... Nasıl gizlenir ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür Hanım, ömür bir su... Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık... Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir... Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim... Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir atkestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalınayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, bir derin iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım? Ankara, Güz / 1983
- Şükrü Erbaş, Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları (Bütün Şiirleri-2, Dicle Üstü Ay Bulanık) - Görsel: Martin LLamedo
37 notes · View notes