Tumgik
aieniki · 1 year
Text
MATEM
Bedenim yaşadığım hayata katlanabiliyor bir yere kadar ancak ruhum bu yaşantıyı kaldıramamaya başladı son zamanlarda. Çevrem çok kalabalık, bir sürü arkadaşım var iyi anlaştığım zaman geçirmekten keyif aldığım çok kişi var ancak artık bunların da bir anlamı kalmamaya başladı zaman geçtikçe.
Ruhumun derinliklerinde hissettiğim, bazen katlanılamaz olan bu sancı da neyin nesi ? Ne zaman böyle bir boşluk olmuştu içimde ? Bu boşluğu kabullenip devam etmem mi gerekiyor hayata ? Bilmiyorum...
Gülme yetimi kaybettiğim zamanlardan birindeyim. Sevinç ve neşe kaynağım olan ruhum son zamanlarda ızdırap ve mutsuzluk kaynağım olarak benimle beraber yaşamaya devam ediyor. Sanırım bu devir benim devrim değil. İnsanların yaptıklarına çocukken aklım ermezken iyiydi, şimdilerde ise insanların kötülüğü ruhumda bir daha iyileşmeyecek yaralar bırakıyor sanırım.
Her acı geçer zamanla ama bunlar somut olanlar için geçerli sanırım.
Sizin anlayacağınız, sözün özü yaşananlar.
"Kalbim uğruna yanam da"
Tumblr media
1 note · View note
aieniki · 1 year
Text
Tumblr media
Nereden bilebilirdim bir karanlıkla mücadele ederken, zifiri karanlığın ta kendisi olacağımı. O karanlığa teslim olacağım kimin aklına gerlirdi ki?
Üstelik kendimi, sanki en baştan beri karanlık olanın kendim olduğuna ve aydınlığı haketmediğime dair yalanlarla kandırdığımı farkettim zamanla. O kadar zifiri olmuşum ki , neredeyse içimdeki aydınlığın çığırışlarını bile duyamaz olmuştum.
En karanlık anlarımda bile, içimdeki aydınlığı, başkalarına ışık olsun diye harcadığım zamanları hatırlıyorum. Başkalarına ışık olabilmek adına, kendimi ışık almayan ücra bir hücreye hapsetmişim meğerse. Başkaları aydınlığa çıkacak ise problem değil di benim müebbetim lakin ne başkasına bir fener olabildim ne de içimdeki parıltıyı koruyabildim. Başkalarını aydınlatacaksam, problem değil yanıp kül olmaya razıydım yeter ki ateşimden aydınlansınlar.
Ancak bu yüzyılın siyahlığına ne bir fener olabildim ne de ateşim yetti onları aydınlatmaya. Başkalarını aydınlatmaya olan inancım da yitip gitti zamanla. Bu zamanlardan birinde, içimde unutmuş olduğum bir ışık hüzmesi adeta deldi geçti içimdeki o zifiri karanlığı. Hatırlattı bana, ışığımın içimde olduğunu.
O ışık hüzmesi zamanla yerini doğudan değil de içimden doğan bir güneşe bıraktı. Ve o güneş fısıldadı ruhuma "Sen karanlıkları değil, karanlıklar seni hak etmiyor" Evet, işte böyle doğdu benim güneşim.
3 notes · View notes
aieniki · 1 year
Text
Bazen kendine gelebilmek için birçok şeyden gitmek gerekiyormuş meğer. En uç noktaya çıkabilmek için en dibi görmek gerekiyormuş. Zifiri bir karanlığa gömülmek gerekiyormuş, bir güneş gibi parlamak için. Ateşin içinde cayır cayır yanıp, kül olması gerekiyormuş, küllerinden daha güçlü bir benlik ile var olabilmesi için. Ezberlemesi gerekiyormuş o ücra köşeleri ki bir daha oraya düştüğünde benliğini kaybetmek yerine, benliğini bulacağına olan inancını diri tutabilmesi için.
Bir kimse, en dipten, zifiri karanlıktan, harlı ateşten, bitti dediği noktadan tekrar var olabilirmiş, bunu öğrendim. Hem de öyle bir var oluş ki bu, kimse daha önce böylesine var olmamıştır. Muazzam bir benlik, güç, bilinç, farkındalık ve inançla, bir kere daha hüznün rahminden çıkarcasına açıyormuş gözlerini dünyaya. Sadece tek fark ile, bu kez ağlamaz dünyaya gözlerini açtığında. Yeni doğan kimselerin, böylesine acımasız, adaletsiz ve ıstıraplı bir dünyaya geldiği için ağladıkları söylenir. İkinci kez dünyaya gelen kimselerin ağlamaması bu yüzdendir. Zaten bildikleri bu yeryüzünde, gülmek gerektiğini öğretirmiş hüznün rahmi. Ve böylelikle bir hüzün, tam zıttı olan bir varlık doğurmuş olur. Mutluluk.
İnsanın mutlu ve huzurlu olabilmesi için, kendini en değerli bilmesi gerekirmiş. Aksi olduğu takdirde, başkalarına kendinden fazla değer verdiğinde, kendi mutluluğunu başkalarında aradığında bulamazmış en çok aradığı şeyi. Yalnız kalıp akışa bırakmak gerekirmiş bazen, tepe taklak olan yaşantıyı tekrardan rayına oturtabilmek için. Evini yıkmak gerekirmiş, daha sağlam bir ev inşa edebilmek için. Herşeyden geçip de kendine varabilmesi gerekiyormuş, bir daha gitmemek için. Kendine yaslanması gerekmiş, bir daha düşmemesi için. Ruhundaki izleri kabullenmesi gerekiyormuş insanın, o izlere saplanıp kalmamak için. Bir daha rahat bir nefes alabilmek için, ciğerinden vazgeçmek gerekiyormuş bazen.
Dedim ya, kendine gelebilmek için birçok şeyden gitmek gerekiyormuş meğer. Genç bir ihtiyarken farkına vardım bütün bunların. Ben gittim, kendimi buldum. Bir daha kaybetmemek üzere. Zifiri karanlık oldum ki zamanı geldiğinde bir güneş gibi parlayayım. En dip noktayla bütünleştim ki zamanı geldiğinde arşa çıkabileyim. Ateşin kendi olup yandım ki zamanı geldiğinde serin ve güvenilir bir deniz olabileyim. Benliğimden vazgeçtim ki, zamanı geldiğnde nihai benliğimle tanışabileyim.
Ve işte, zamanı geldi.
Tumblr media
2 notes · View notes
aieniki · 1 year
Text
Bu his sonsuza kadar sürecek mi bilmiyorum ama çabalıyorum
Tumblr media
0 notes
aieniki · 1 year
Text
Yâr
Çok yorgunum artık
Beni sustuklarımdan anla
Ben, içine içine çığlık atan yaratık
Sen, gönlümde kanayan yara
Kim bilebilirdi ki, yâr yaradan büyük olacak
Sen geldiğin vakit gökkuşakları renk bulacak
Bu divane, seni en mutlusu yapacak
Dön gel, bitsin bu hasret
Tumblr media
0 notes
aieniki · 1 year
Text
Delirmek ve akıllanmak
Her gece rüyamdasın
Uyumadan önce duamdasın
Kalbimin en derinindesin
Ama sen bunu bilmezsin
İçimi açıp gösterebilsem keşke, bendeki seni
Kahrolursun, böyle üzdüğünü bilsen beni
Bu şiirler ki aşkımın temeli
Hasretin en sonunda beni delirtti
Tumblr media
1 note · View note
aieniki · 1 year
Text
Pişmanlıklar, insanı fiziksel olarak kifoz yapmayabilir ama fazla pişmanlık insan ruhunu kifoz yapmaya yeterlidir. Pişmanlıklarımız, hatalarımız ve hayal kırıklıklarımız, bir insan ruhunun yanında taşıyabileceği en ağır yüktür zannımca. Akıldan uzun süre çıkmayabilir bunlar. Keşkeler doğurur her biri ayrı ayrı.Keşkeler ise birer birer, ayrı ayrı girmeye başlarlar kafanızın içine.
Kafanızın içindeki keşkeleri susturmaya çalışırken, bir anda kendinizi bu keşkelerin neden keşke olduğunu, neden hayata geçiremedeğiniz mutluluklar olduğunu anladığınızda ise, tebrikler!
Gözünün önünden film şeridi gibi geçen o zamanları görmeye başlamışsındır. Uzun bir süre belki buradaki hatalarını ve pişmanlıklarını göremeyebilirsin. Ama zamanla, bunlar üzerinde durdukça, olayları süzgeçten geçirerek anlamaya başlarsın.
Yaptığın hatalara dönüp baktığında, farkındalık oluşturmaya başlarsın.Farkındalıklar da insanı deri değiştiren yılan misali, değişime zorlar. Farkına varan insan, aynı insandır ancak bir o kadar da farklı biridir aslında.
Önemli olan, ruhunuz kamburlaştıktan sonra, keşkelerinize bakarken, farkındalık yaratmaktır. Farkına varın ki, bir daha ruhunuz o yükler altında ezilerek kamburlaşmasın. Zamanı geldiğinde, hayat size bir şans sunduğunda bu sefer dimdik yürüyün ruhen. Aynı hataları tekrarlamaktan kaçının.
Eğer bir şansımız olursa...
Tumblr media
1 note · View note
aieniki · 1 year
Text
Tumblr media
18K notes · View notes
aieniki · 2 years
Text
Tanrıya Yaklaşmak
Kutsalların kutsalı, sevgili Tanrı,
Muhammedin miracı,
İsanın Çarmıhı,
Musanın Alevi,
Sen, benim sevdam en kudretlisi.
Tumblr media
1 note · View note
aieniki · 2 years
Text
Çaba, olmayacak şeyler içindir
Tumblr media
"but I'm still burning in your flames..."
6K notes · View notes
aieniki · 2 years
Text
Hayat nedir? Hayatı tanımlayacak olursak, en basit ve temel anlamıyla yaşam demektir. Yaşam ise, doğumla başlayıp ölüme kadar uzanan süredir. Biraz daha derine inecek olursak, insanlık tarihinde pek çok yorum yapılmıştır bunun üzerine. Bana göre yapılan en değerli yorumları, ünlü filozof Aristo "İyi olma hedefine ulaşmak" şeklinde yapar. Sokratın öğrencisi Anisthetes ise "Basit bir yaşam" ideası ile hayatı tanımlamıştır. Ama bence en kuvvetli hayat tanımı halk ozanımız Aşık Veysel Şatıroğlundan gelir "Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece"
Basit ama bir o kadar da manidar bir tanım değil mi? Hepimiz gündüz gece demeden hayatımızı idame ettirebilmek bir mücadele veriyoruz. Yeri geliyo seviniyor, yeri geliyo üzülüyor, yeri geliyo yoruluyoruz. Sizin huzurunuzda rahmet ve minnetle anıyorum büyük aşığı.
Şimdi ben size bambaşka bir hayat tanımı yapacağım.
Yaşam bize bahşedildiğinde ucunu bucağını göremediğimiz bir okyanusta "Aile" denilen bir gemide açarız gözlerimizi. Bu gemide mürettebat çok fazla değildir. Bir kaç kişi sadece. Benliğimizi ve bilincimizi bu geminin mürettebatı ile keşfetmeye başlarız. Kimi zaman doğruyu kimi zaman yanlışı öğreniriz burda. Şanslıysanız bir birey olduğunuzu farkedersiniz bu gemide. Değil iseniz gemideki mürettebatın isteklerini gerçekleştiremediğiniz sürece bir birey olduğunuz bahsedilmez size. İlk deneyimler çoğu insan için bu gemide yaşanır.
Yaşınız ilerledikçe bir sandal ile daha fazla mürettebatı olan bir gemiye gönderilirsiniz. Bu geminin adı ise "Okul" dur. Mürettebatın çoğu akranınızdır burda. Sizden yaşça büyük mürettebatlar da vardır elbet. Bunlara yetkili mürettebatlar denir. Yetkili mürettebat sizin bu okyanusta nasıl hayatta kalacağınıza, fırtınalara nasıl göğüs gereceğinizi öğrenmede yardımcı olmak için varlardır. Ama onlardan ziyade, akranlarınızla diyalog ve deneyimlerinizle öğrenirsiniz okyanusta ne yapmanız gerektiğini. Bu sırada yavaş yavaş karakteriniz oluşmaya başlar. Şanslı ve sevilen biriyseniz, bu karakter erken zamanlarda sağlam taşlarla oluşmaya başlar. Şanslı ve sevilen biri değil iseniz ilerde birçok problem yaratacak çakıl taşlarından oluşur.
Bu iki gemi arasında uzunca bir süre harcarsınız. Ama bu sırada sandal ile gidip gelirken eforun en büyük kısmı diğer mürettebatlar tarafından sarf edildiği için henüz yorgunluğun gerçek manasını anlayamamışsınızdır.
Bir diğer gemimiz karşımıza çıktığında, yaşımız ilerlemiş ve okyanusun tehlikeli sularını deneyimlemişizdir. Aslında birinci ve ikinci gemiler bizi üçüncü gemiye hazırlamak içindir. Üçüncü geminin adı ise "İş" tir. Burada sandala bindiğimizde yalnız başımayızdır çoğunlukla. Bütün eforu sarf eden, gemiye ulaşmak için sandalın küreklerini çeken yegane kişiyizdir. Bu geminin boyutu ve mürettebatı insandan insana değişiklik gösterse de, geminin kuralları ve amacı aynıdır. Yelkenler fora! Ulaşılacak hedeflerimiz var. Genelde bu geminin kaptanları ve yetkili personelleri sizden daha az efor sarf ederek, hedeflerine ulaşırlar. Size birkaç motive edici söz, birkaç doping vererek sizden maksimum eforu sarf etmenizi isteyerek, hedeflerine ulaşmayı beklerler.
Nasıl ama, ne kadar da adaletli bir okyanus değil mi? Sırada deneyimlediğim son gemi çıkıyor işte karşımıza. Bu deneyimler ve geminin görünümü insandan insana farklılık gösterse de hissiyatlar aynıdır.
İşte son gemimiz karşımızda duruyor. Adı ise "Aşk". Bu gemide mürettebat sadece iki kişidir. Sessiz, sakin ve huzurlu bir gemi olması gerekir. Ama en çok bu geminin kaptanlığı zordur. Gemiye bindiğiniz insanla yeri gelir sevinçleri ve mutlulukları, yeri gelir hüzün ve matemler paylaşırsınız. Önemli olan birlik ve beraberliktir bu gemide. Bir de denge. Eğer ki bu denge bir gün şaşacak olursa, kendinizi bir anda, okyanusun ortasında bir sandalda bulabilirsiniz. Gemiden atılmışsınızdır anlamadan. O gemi başka yolcular aramak üzere yol alırken, siz fırtınanın tam ortasında ne yapacağınızı dahi bilmezken kürek çekmeye başlarsınız, fırtınaya meydan okurcasına. Kimileri yorgunluktan bezip veya o gemiye bir daha binemeyeceğini düşünerek bir an önce sandaldan kurtulup, fırtınayı bir gemide atlatmak için başka gemi arayışlarına girer. Kimileri ise o fırtınayı aşıp, bir gün o gemiye tekrar çıkmak umuduyla var gücüyle kürek çekmeye devam eder, fırtınanın içine içine. Öyle bir kürek çekiştir ki bu, adeta yaptığı yanlışlara, dengesizliklere ve pişmanlıkların hıncını çıkarır okyanustan. Tokat gibi çarpar suya kürekleri bu kimselerin.
Peki soruyorum size, asıl mesele fırtınayı atlatmak için başka gemi aramak mıdır? Yoksa bile isteye bütün yükü tek başına sandalında taşıyıp, fırtınalı okyanusları aşmakta mıdır acaba? Asıl mesele hangisidir bilmem lakin sandala düştüğünüz andan itibaren farklı biri olursunuz. Okyanus bizi değişime mecbur kılar. Fırtınaların ve okyanusun bizden aldığı çok şey olur ama verdikleri de bir o kadar kıymetlidir. Biz biz yapmaktadır sandalda geçirdiğimiz zamanlar.
Ve her zaman olduğu gibi bir kadehimide kaldırıyorum, son satırlarımı yazarken. Bütün gemi kaptanlarına, kendi okyanuslarını aşarken başarılar diliyorum. Şerefinize.
Ps: O gemi bir gün gelecek
Tumblr media
0 notes
aieniki · 2 years
Text
Mutluluk bir zorunluluk mudur? Her insan mutlu mu olmak ister? Veya mutluluk nedir?
Bukowskiye göre "Hayata mutlu olmaya gelmediğini kabullendiğinde daha mutlu olursun." Nietzcheye göre "Mutluluk, güçle çoğalan; direncin üstesinden gelindiğinde ortaya çıkan bir duygudur" Victor Hugo ise şöyle tanımlar mutluluğu "Yaşam, en yüce mutluluğu, sevildiğine ikna olmuş kişiye sunar;kendisi olduğu için sevilmiş hatta diyebiliriz ki, kendisine rağmen sevilmiş kişiye" Sahi neydi bu mutluluk? Herkes için değişebilir bir argüman sanırım.
Benim mutluluğum bir çift göz ve onları gördüğünde yerinden fırlayacak gibi olan kalbimde saklıydı. Şimdilerde ne işe yaradığını bile tam olarak bilmediğim bir kalbim vardı sahi dimi? Peki bu mutluluk kalıcı olamaz mıydı? Nasıl alınd benim elimden?
Düşünüyorum da, sorumluluk almak gerekirse benim de çok katkım var kalbimin işlevini unutmakta. Bütün umudum bir gün kalbimin tekrardan işlevini geri kazanacağında. Umut, ne güzel kelime, ne güzel bir inanç değil mi? Dünya başınıza da yıkılsa, herşey bitti işte de deseniz umut devreye girdiği an ne zorluklarla karşılaşırsanız karşılaşın, kendinizi o umuda gizliden gizliye sıkıca sarılırken bulacaksanız.
Bana göre bir insanın ölü olarak tanımlanması için toprağın altında olması gerekmez. Umudu biten insanın da toprağın altına girmesine gerek yoktur. O yaşasa da, nefes alıp, günlük aktivitelerine devam etse de ölüdür artık.
Geçtiğim uykusuz gecelerden birinde beynimde Yıldırım gibi çakmıştı "Umut" kelimesi. Beni bu hayata bağlayan ne sorusu kafamın içinde tilki gibi dolaşırken, çakan bu yıldırım kafamın içindeki bütün tilkileri bir anda def etmişti adeta.
Ne kudretli şeymişsin sen meğer umut. Dört harf, bir kelimesin lakin koca bir yaşam sığdırabiliyorsun içine. Eğer günün birinde bir erkek çocuğum olursa kesinlikle ismini bu kudretli kelimeyle kutsayacağım.
Diyeceğim o ki hayattaki mutluluk arayışımızı sürdürürken, sıkıca sarılalım içimizdeki umuda ve kudretine. En karanlık anlarda bile içinizdeki umudun, mutluluğunuza fener olması dileğiyle bir kadehimi daha kaldırıyorum size dostlar. İçinizde hiç sönmeyecek bir kudret, bir fener var. Sıkıca sarılın ve sabredin. Karanlıklardan kurtulup, yeni bir güne doğan güneş gibi mutlu uyanmak umuduyla. Mutluluğunuzu ve umudunuzu kimsenin elinizden almasına izin vermeyin.
Şerefinize.
Tumblr media
2 notes · View notes
aieniki · 2 years
Text
Sevgi neydi? Yaşadığımız çağda özellikle bu soruyu kafamızın içinde yankılanırken buluyor muyuz? Sahi mutlak bir sevgi tanımı var mı acaba?
Bana kalırsa sevgi dediğimiz şey; verdiğimiz emeklerin, değerlerin ve çektiğimiz acıların toplamıdır. Öyle bir toplam ki değil İlber Ortaylı Hoca, İsviçrede bulunan bütün bilim adamları gelse bulamaz bu toplamı. Sevginin matematiği her yürekte farklıdır. Kimi özlemini toplar bu matematikle kimi acısını çıkarır kimi de mutluluğunu çarpar. Ama öyle bir matematiktir ki bu her gönülde farklı sonuçlar çıkarır. Bazılarımız sonucu bulduğunda memnun olmaz çıkan sonuçtan ve denklemdeki bilinmeyenleri değiştirmek üzere yeni işlemler yapmak için yola koyulur. Ama kimileri bulduğu sonuçtan memnun dahi olmasa başka bir bilinmeyen istemez o denkleme. Çıkan sonuç ne kadar acılı, kahırlı olsa da yaptığı işlemi ömrü boyunca tekrar etmeye devam eder.
Bazı insanlar için çıkan sonucun umduğu gibi çıkmaması çok da mühim değildir. Bir denklem vardır ortada ve onlar sonucu ne olursa olsun bu denklemi sevip, başka bilinmeyen aramayı reddederler. Bazılarımız için elzem olan çıkan sonuçtan ziyade bilinmeyenlerdir.
Şahsım adına her zaman sevginin matematiğini bir nebze olsa dahi içimde çözmeye çalıştım. Bu matematiği çözmeye çalışırken topladığım, çıkardığım veya böldüğüm ne varsa bende kaldı hepsi. Hepsi içimde farklı farklı sonuçlara çıkardı ve beni bulunduğum noktaya getirdi. Geldiğim noktada istediğim sonucu bulamasam da ne bilinmeyeni değiştirmek istedim ne de bu problem çok zor çözemiyorum diye mızmızlanıp başka bir probleme geçmedim. Belki de problemin kendisini seviyorum. Bulunduğum noktadan ne mahzunum nr de şikayetçiyim.
Bir gün sevginin matematiğini çözebileceğime inanıyorum ama o gün geldiğinde bı problemi çözen benim kalmayacağından korkuyorum. Düşünsenize hayatınızı bir problemi çözmeye adıyorsunuz ve tam çözdüm dediğiniz noktada hayatın matematiği sizi çıkarıyor.
İnsan nasıl hissederdi o an acaba? Hüzünlü mü olurdu yoksa mutlu mu olurdu bilmem ama tek gayem bu problemi hayatın matematiği ile karşılaşmadan çözmek olacak sanırım. Herkese kendi matematik problemini çözerken başarılar diliyor ve bir kadehimi daha kaldırıyorum, bütün problemlere ve onların profesörlerine.
Tumblr media
2 notes · View notes
aieniki · 2 years
Text
Varlığınızla mutlu edemediğiniz insanın, yokluğunuzla mutlu olmasını dilemek nedir? Kimine göre aşk kimine göre sevgi kimine göre ahmaklık sanırım. Emek verdiğiniz, değer verdiğiniz şeylerin bir anda hiç olması nasıl hissettirir insana? Koca bir boşluk hissi sarar bütün benliğinizi ve üstüne üstlük bu boşluk hissi sizinle var olmamıştır, bir insana, nesneye veya bir çiçeğe verdiğiniz emeklerin bir anda yok olduğunu görmek, sanki yaptıklarınızın hiç bir önemi yokmuş gibi hissettirilmek doğurur o boşluğu. Kimileri kolayca ve çabucak doldurabilir bu boşluğu, başka değer verebilecek şeyler bulabilir ama kimileri o boşluğu varoluşu sonlanana kadar içinde öyle bir saklar ki bütün dünya önüne serilse yine de o boşluğun gelenlerle değil, o boşluğu emeklerini hiçe sayarak giden veya gitmek zorunda kalan, kendinden bile çok değer verdiği o kişi, nesne veya her ne ise onunla kapanacağını bilir.
Sizinle var olmayan sonradan oluşan koca bir boşlukla insan nasıl başa çıkabilirdi veya başa çıkabilir miydi? Yoksa bu boşluk insanın içinde öylesine derin, ölesiye acıtan bir yer mi edinirdi? Sahi içindeki boşlukları doldurabilen insanlar nasıl yapıyordu bunu? Çok mu gamsızlardı yoksa hakikaten değer ve emek vermemişler miydi?
Bazılarımız bu boşluğu içinde öyle bir saklıyor ki Topkapı Sarayının kutsal emanetler bölümü bile böylesine korunmuyordur belkide. Öyle derine gömüyoruz ki bu boşluğu kimsenin değil dokunması görmesi bile mümkün olmuyor bazen. Bir gün içimizdeki bu boşluğun, burukluğun veya yaranın kapanacağını, dolacağını ümit ederek mi yaşamalıyız acaba yoksa hiçbir beklenti içine girmeden bununla yaşamaya alışmalı mıyız acaba? Ama insan buna nasıl alışabilir ya delirir ya hasta eder kendini muhtemelen. Herkesin içindeki bu koca boşluğu doldurması dileğiyle bir kadehimi daha yarım kalan insanların şerefine kaldırıyorum. Hepinizin şerefine arkadaşlar, bir gün anlaşılmak dileğiyle.
Tumblr media
3 notes · View notes
aieniki · 2 years
Text
Tumblr media
11K notes · View notes
aieniki · 2 years
Text
Tumblr media
I feel like rain would be one of the only things left of their past that stayed the same in the future
4K notes · View notes
aieniki · 3 years
Photo
Tumblr media
Takato Yamamoto - Night of the Scarlet Moon
3K notes · View notes