Text
Rumble in the Jungle - Hababam Sınıfı ve türküler eşliğinde Muhammed Ali
Ben doğmadan yaklaşık iki ay önce (30 Ekim 1974) o zaman Zaire olarak bilinen şimdi Kongo dediğimiz yerde Muhammed Ali ve George Foreman arasında efsanevi bir boks maçı yaşanmıştır. Ormandaki Kavga (Rumble in the Jungle) olarak bilinen bu maç o dönemin en önemli spor olaylarından birisiydi.
1966′da Vietnam savaşına karşı olması ve askere gitmeyi reddetmesinden ötürü tutuklanan ve tüm boks ünvanları elinden alınan Ali, yeniden çıkışa geçmeyi kollamaktadır. 1970′lerde tekrar boks yapma lisansına kavuşan Ali, Joe Fraizer’ı yenmesinin ardından hedefi büyütmüş ve gözünü George Foreman’a dikmiştir.
youtube
Herkesin maçı Foreman’ın alacağını düşünürken, Ali 8.roundda rakibini nakavtla devirmeyi başarmıştır. Ali, rope-a-dope adlı taktiğini bu maçta kullanmaya başlamıştır. Taktik, ringin iplerine sırtını vererek rakipten vuruşları kabut etmeye dayanır. İplerin elastik olması, vuruşların etkisini boksörün üzerinden almasını sağlar. Rakibin sürekli atak yapması ile yorulmasına paralel olarak yapılan kontra ataklar ile rakibe saldırılır. Rakipten vuruşları kabul etmeye dayandığı için tehlikeli bir taktiktir zira iyi savunma yapılamaz ise rakip kazanabilir.
Bu taktiği yıllar sonra 1982′de Rocky Balboa, Mr. T olarak bildiğimiz Clubber ile dövüşürken kullanacaktır. (Minik bir not olarak 1977 oscarlarında Ali’nin Stallone’nin arkasından gelerek benim hikayemi çaldın demesi ve ikilinin esprili konuşmaları oldukça güzeldir)
youtube
Küçükken severek dinlediğim Johnny Wakelin’in In Zaire adlı şarkısı da bu karşılaşmayı anlatır.
youtube
Ülkemize gelecek olursak enteresan birkaç not paylaşayım...
İslamiyeti seçmesinden sonra ülkemizin milli sporcusu gibi algılanan Ali’nin bu maçını TRT, Orhan Ayhan’ın sunuculuğunda yayınlamıştır.
O dönemlerde çekilmiş Hababam Sınıfı da bu maçtan etkilenmiştir. Ayşen Gruda’nın bilgi yarışmasında sorduğu Zaire’nin cumhurbaşkanı kimdir sorusuna Güdük Necmi, Mehmet Ali Clay yanıtını verir. (Muhammed Ali adını değiştirmeden önce Cassius Marcellus Clay Jr. olarak bilinmektedir.)
youtube
Rıza Konyalı’nın 1974′de Muhammed Ali adlı 45′liğinde yer alan şarkısının sözleri de oldukça ilginçtir. Türkünün birkaç dizesini paylaşayım.
youtube
Şöhretin dünyada yükseldi kat kat
Hasmını bırakma iyi dayak at
Ağzını burnunu birbirine kat
Al kana boyansın, Muhammed Ali
Bu bir müslümanla, gavır savaşı,
Faşist, ekme dedi bize haşhaşı
Ali Taş’ım Ali, kimin adaşı ?
Ali’min şanıdır, vur Ali vur, vur
İslamlık uğruna vur Ali’m vur, vur
Gavırın belini gır Ali’m vur, vur
İnsanlık uğruna vur Ali’m vur, vur
Sömürenler için vur Ali’m vur, vur
Son olarak çocukluğuma dair önemli bir Muhammed Ali anısı da, Bilka yayınlarından çıkan büyük boy renkli ‘Superman Muhammed Ali’ye karşı’ adlı çizgi romandır. Onu hala severek saklıyorum...
0 notes
Text
NOEL BABA
Antalya’nın Demre yöresi eskiden Myra olarak bilinir. Burada 15 Mart 270′de Myra’lı Nicholas (Bari’li Nicholas da denir) doğar. Bir rahip olan Nicholas bir çok kişiye yaptığı yardımlar, verdiği hediyeler (ayakkabıların içine gizlice para bırakma gibi) yüzünden bir iyilik sembolüne dönüşür. Bu sembol bugün bildiğimiz Noel Baba - Santa Claus’un kökenini oluşturmaktadır. 16. yüzyıla değin Avrupa’da yaygınca kutlanan 6 Aralık St. Nicholas günü (6 Aralık 343′de vefat ettiği için) dini reformlar sonrasında çoğu protestan ülkede azalarak son bulur.
Ancak Hollanda’da Sinterklaas olarak kutlanmaya devam eder. 5 Aralık gecesi veya 6 Aralık sabahı hediyeler verilir. Sinterklaas elinde asası ve bindiği beyaz atıyla çatıların üzerinde koşturur ve bacaları dinleyerek evdeki çocukların uslu mu yoksa yaramaz mı olduklarını anlar.
17. yüzyılda ise İngiltere’de Father Christmas adlı folklorik bir kişiye rastlarız. Odin ya da Eski ingiliz dilinde sakallı Woden tanrısıyla ilintili olduğunu düşündüğümüz bu karakterin Christmas neşesiyle alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Father Christmas çocuklara hediye falan dağıtmamaktadır.
1823 yılında anonim olarak basılan ‘A Visit from St. Nicholas’ ya da ilk satırından ötürü daha bilinen adıyla ‘A Night Before Christmas’ adlı şiir ise bugünkü Noel Baba’nın görsel kişiliğini bize aktarır. Şiirin 1837′de Clement Clarke Moore’a ait olduğu belirtilse de, bazı iddialara göre Henry Livingston Jr.’ye aittir. Şiirde Noel arifesinde duyduğu seslerden dolayı uyanan bir aile babasının pencerede sekiz geyiğin sürdüğü uçan bir kızağın içinde St. Nicholas’ı gördüğü anlatılmaktadır. Eve bacadan giren St. Nicholas şömine kenarında asılı duran Noel çoraplarının içine hediyeler koyar ve çıkarken Happy Christmas der.
Şiirin kime ait olduğu konusunda tartışmalar süredursun, bu şiire kaynaklık eden bir başka edebiyat eserinin daha olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Sleepy Hollow (Uykulu Kuytu Söylencesi olarak İthaki yayınlarından Türkçeye çevirisi yapıldı) adlı ünlü öykü derlemesinin yazarı olan Washington Irwing’e ait olan bu eserin hikayesi de oldukça ilginçtir.
Washington Irwing 1809 yılında New York Historical Society’e katıldığında buranın kurucusu olan Hollandalı John Pintard ile dostluk kurmuştur. Pintard 6 Aralık gününü St. Nicholas günü olarak New York’un ( O dönemlerde adı New Amsterdam) resmi tatil günü haline getirmeyi başarmıştır ve onu kentin koruyucu azizi olarak göstermiştir. Pintard’ın Alexander Anderson adlı sanatçıya St. Nicholas günü için çizdirdiği resimlerde şömine başındaki çorapların içinde hediyeler ve uslu duran çocukların bu günde ödüllendirilmeleri yer almaktadır. Irwing, Pintard’ın çok önem verdiği St. Nicholas karakteriyle ilgilenmeye başlamıştır.
Washington Irwing, Diedrich Knickerbocker mahlasıyla 6 Aralık 1809′da (Basım tarihine özellikle dikkat) yayına verdiği History of New York adlı hiciv kitabında New York’un kurucuları olan Hollandalı göçmenlerin hikayelerini kullanarak Irwing’in dönemindeki politikacıları yermektedir. Irwing kitabının başarıya ulaşması için harika bir iletişim çalışması yapar. Gazetelere sahte isimlerle yayınlattığı mektuplarda Diedrich Knickerbocker’In eski bir Hollandalı tarihçi olduğunu ve kaybolduktan sonra ortada sadece History of New York adlı bir el yazması taslağının kaldığını belirtir. Kimi okurlar Diedrich’i gördüklerini belirten yazılar yazar ve yaşlı tarihçinin sağ salim geri dönmesi için yardımcı olacaklara ödül verileceği belirtilir. Bu şekilde pazarlanan ve gündeme oturan Diedrich Knickerbocker’ın kitabı yayınlandığında epey başarılı bir satış grafiği çizer.
Irwing kitabında 1637′de New Amsterdam’a göç eden Tuğamiral Olaf Van Cortlandt adlı gerçek bir Hollandalı şahsa ait kurmaca bir öyküsü yer almaktadır. Öyküde Amerika’ya zorlu bir yolculuktan sonra ulaşan Cortlandt’ın rüyasında St. Nicholas’ın çocuklara hediye dağıttığı yük arabasıyla ağaçların tepesinden aşağı indiğini görür. Ateşin başında yemek yiyenlerin yanına gelir ve piposunu yakar. Piposundan çıkan duman tüm göğü sarar. Cortlandt yüksek bir ağaca çıkarak dumanların bir şehri oluşturduğunu görür. Sonra St. Nicholas arabasına binerek ağaçların tepesinden yükselerek kaybolur. Hikayede New Amsterdam’ın bir gün büyük bir şehir olacağına dair bir vizyon anlatılmıştır.
A Visit from St. Nicholas şiirine geri dönelim. Bu şiirden etkilenen karikatürist Thomas Nast, 1863′de Harper’s Weekly dergisine günümüz Noel Babasının görsel tasarımı diyebileceğimiz çizimini gönderir. Nast, Noel Baba geleneğine uslu çocuklara verdiği oyuncakların üretildiği yer olan Kuzey Kutbunu eklemiştir. Ancak hala Noel Baba’nın ünlü kırmızı kıyafeti yoktur. Thomas Nast 1881 yılında yaptığı çizimde kırmızı kıyafeti ekler.
Noel Babanın kıyafetinin Coca Cola ile olan uyumu onun 1930′larda Coca Cola reklamlarında yer almasını sağlar. Haddon Sundblom adlı illüstratörün çizimlerini içeren reklamlar sonrasında popülaritesi oldukça artan Santa Claus sonra çok farklı amaçlar uğruna bile kullanılır. (Bakınız 2. Dünya Savaşı posteri)
#santa claus#santa#noel baba#christmas#thomas nast#haddon sundblom#coca cola#washington irving#new york#diedrich knickerbocker#john pintard#father christmas#woden#sinterklaas
5 notes
·
View notes
Photo
POE-VERNE-LOVECRAFT’IN PEŞİNDEN ... ANTARTİKA’DA NELER OLUYOR ?
Lovecraft’ın Antartika’da geçen ‘Çılgınlık Dağlarında’ adlı hikayesi yazarın en sevdiğim öyküleri arasındadır. Ama asıl güzeli bu hikayenin üç büyük yazarı bağlayan ortak noktalara sahip olmasıdır.
Lovecraft bu öyküsünü, Edgar Allen Poe’nun ‘Nantucket’li Arthur Gordon Pym’in Öyküsü’ adlı hikayesinden esinlenerek yazmıştır. Bir başka üstat Jules Verne ise ‘Buzların Sfenksi’ adlı kitabını Poe’nun öyküsünün devamı olarak kurgulamıştır Charles Romyn Dake’in Gordon Pym’e bir alternatif devam hikayesi olarak oluşturduğu ‘A Strange Discovery’ adlı öyküsünü de unutmayalım.
Herneyse hikayelere dair spoiler vermeyeceğim ama tüm bu bahsettiğim eserleri okuyarak aradaki bağlantıları ve göndermeleri yakalamanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Ama tüm bu süreci başlatan sanırım Poe’nun hikayesinin sonunun oldukça muğlak ve aniden bitmesi olmuş galiba... Hikayenin sonunun yeterli derecede açıklayıcı bulmayan Jules Verne, Gordon Pym’in ve dostu Dirk Peters’ın maceralarının farklı şekilde ilerletmiştir. Poe’nun romanındaki Kaptan Jane Guy’ın kardeşi olarak Len Guy’ı kendi hikayesine yerleştirmiş ve hikayeyi genişletmiştir.
Charles R. Dake is ‘A Strange Discovery’ öyküsünde Poe’nun hikayesine alternatif bir devam öyküsü katmıştır. Bu hikayede Dirk Peters bize farklı şeyler söylemektedir.
Sıra Lovecraft’a geldiğinde o da hikayeye kozmik korku öğelerini katarak oldukça etkileyici bir atmosfer sunmuştur. Antartika’da geçen hikaye 1936 yılının şubat ayında Astonishing Stories dergisinde yayınlanmaya başlamıştır.
John Carpenter’ın The Thing filmi bana direkt bu hikayeyi anımsatır. RPG oyunlarını piyasaya süren Chaosium firmasının ‘Beyond the Mountain of Madness’ adlı roleplay oyunu da sizi Lovecraft’ın öyküsünün bittiği yerde hikayenin içine sokar.
Lovecraft öykünün adını Lord Dunsany’nin Hashish Man adlı hikayesindeki bir pasajdan aldığı rivayet edilir. (-Ve en sonunda delilik dağları denilen o fildişi tepelerine ulaştık-)
Görüleceği üzere araştırdıkça başka hikayeler, başka yazarlar sizin yolculuğunuzu devam ettirecek ve sonuçta epey keyif alacaksınız. Olay sadece yeni yazarlar ve hikayelerle sınırlı kalmıyor bu arada.... Yazarların yaptıkları tasvirlerin esintilerini bulacağınız ressamlar ve onların tablolarına baktığınızda hikayelere dair görsel hafızanızda da bazı gelişmeler yaşanacak.
Örneğin Lovecraft’ın bahsettiği Nicholas Roerich’in tekinsiz manzara resimleri, Jules Verne öykülerini resimleyen Edouard Riou’nun harika çizgileri öyküleri görselleştirmenize epey katkıda bulunacak.
Başka bağlantılara baktığımızda Prisoner of Ice adlı bilgisayar oyununu da atlamayalım. Adventure tarzında olan bu oyun hikaye ile bağlantılı olan bir Cthulhu mitosu oyunudur. Bu oyunu zamanında kadim dostum Burak ile oynamış ve bulmacaları çözmek için epey zorlanmıştık.
Bunun yanısıra bir çok popüler kültüre dair kullanımlara internette rastlamak mümkün. (Bakınız Tenten)
Son olarak Lovecraft’ın öyküsünde yer alan Yüce Eskiler ve Shoggothlar adlı kozmik yaratıklar, Cthulhu mitosunun nadide canavarlarından olup, Cthulhu mitosuna girecek olanların bu öyküyü önceliklendirip okumaları gerektiğini belirteyim. (Cthulhu candır)
#lovecraft#cthulhu#edgar allan poe#jules verne#arthur gordon pym#mountains of madness#sphinx of ice#shoggoth#old ones#elder ones#roerich#tintin#beyond the mountains of madness#rpg#chaosium#lord dunsany#hashish man#gothic horror#charles dake#prisoner of ice#edouard riou#dirk peters#howard philip lovecraft#hpl#horror#cthulhu mythos
4 notes
·
View notes
Photo
CESTUS HİLESİ - ASAJJ VENTRESS VE OBI WAN ARASINDA SÜREGELEN İLİŞKİ
Klon savaşlarına dair güzel bir hikaye okumak için Star Wars genişletilmiş evrenden Cestus Hilesi ve yanında bonusu Hive (Kovan) adlı hikayeye bir göz atmanızı tavsiye ederim. Yazar Steven Barnes güzel bir iş çıkarmış, Arka Bahçe yayıncılığa da teşekkürler....
Ama öncelikle kitabın kapağına bakarak içerde Kont Dooku^yu bekleyenleri uyarayım, kendisi romanda pek yer almıyor. Kapakta niye yer aldığını ben de anlayamadım, çırağı Asajj Ventress olsa daha mantıklı olurmuş. Özellikle çizgi roman ve çizgi filmlerde Asajj ile Obi Wan arasındaki kimya hoşunuza gittiyse bu romandan epey keyif alacaksınız.
Herneyse hikayeye gelecek olursak maceramız Ord-Cestus gezegeninde JK 13 adlı jedi killer robotların üretilmesiyle başlıyor. Bu yeni tip robotların sınırlı seviyede güç kullanma yetilerinin olması onları olduka zorlu birer savaşçı yapmasından dolayı Ayrılıkçılar da bu robotları kendi orduları için kullanmak istiyor. Ord Cestus ekonomik olarak zor durumda olduğu için robotları Ayrılıkçılara satmayı planlıyor.
Tüm bunlar karşısında Palpatine, Obi Wan ve Kit Fisto’dan Ord Cestus’a giderek bu robotların üretiminin ve ihracatının durdurulmasını talep ediyor. İkilinin yanında Doolb Snoil adlı Vippit diplomat ile Arc-Trooper A-98′in komutasında bir klon asker birliği bulunuyor. Obi Wan ve Doolb Snoil diplomatik tarafta ilerlerken, B planı olarak Kit Fisto ve klon askerler bir isyan çıkartarak gezegende kontrolü sağlamayı planlıyorlar. Kont Dooku’nun gezegene anlaşmaları yönetmesi için Asajj Ventress’i göndermesiyle işler kızışıyor.
A-98 adlı klon askerin Sheeka Tull adlı bir pilota aşık olması ve kendine Jangotat (Jango’nun kardeşi anlamında) demesi, romanın ana hikayesine paralel olarak ilerleyen güzel detaylardan bir tanesi... Bunun yanısıra Ord Cestus gezegeninin hikayesini ve oranın yerel halkı X’Ting ırkına dair bilgileri de hikayeyle birlikte öğreniyoruz.
Hive adlı minik öykü ise romana ek olarak gelen ve sadece ebook olarak yayınlanan bir macera. Türkçeye çevrilmeyen bu mini hikayede Obi Wan X’Ting ırkının sağlıklı yumurtalarını kurtarmaya çalışıyor.
Kitabı okurken Asajj ile Obi Wan arasındaki çatışma oldukça hoşuma gitti. Asajj ile Obi Wan arasında yer alan diğer karşılaşmaları da burada belirtmek istedim. Sonuçta ikisi arasında bence bir çekim var. Çizgi film, kitap ve çizgi roman segmentlerini kurcaladığımda ortaya şunlar çıktı.
Star Wars Republic 51-52 New Face of War (Çizgi Roman)
Naboo’nun Ohma D’un ayında Gen’Dai ödül avcısı Durge ile birlikte Asajj Ventress, Obi Wan ve Anakin ile savaşır.
Star Wars Republic 53 Blast Radius (Çizgi Roman)
Queyta’da yine Durge ile birlikte Asajj, Kenobi ve diğer jedilara karşı savaşır. Kenobi’ye ayrılıkçılara katılmasını teklif eder. Red yanıtını alınca bir sonraki buluşmalarında Obi Wan’ı öldüreceğini söyler.
Clone Wars Animated Series - Ch 17 (Çizgi Film)
Geonosis savaşı sonrasında Dooku, Asajj’a Anakini’ öldürme göreviini vermiştir. Anakin’i Yavin 4′e sürükleyen Asajj burada onunla dövüşür. Ancak dövüşü Anakin kazanır. Anakin, Asajj’i yaralı olarak Yavin 4′de bırakır.
Cestus Hilesi (Roman)
Ord Cestus’ta Asajj, hem Obi Wan hem de Kit Fisto ile karşılaşır. Su altında yaptıkları dövüş sonrasında Asajj kaçar.
Star Wars Republic 60 Hate and Fear (Çizgi Roman)
İkinci Jabiim savaşında Obi Wan ve Alpha 17 adlı klon asker Asajj tarafından esir alınır ama Obi Wan kaçmayı başarır.
Star Wars Republic 69-71 Dreadnoughts of Rendili (Çizgi Roman)
Rendili savaşı sırasında Asajj, Titavian IV gemisinde Obi Wan ve Quinlan Vos’u öldürmeye çalışır ama beceremez. Onları Coruscant’a kadar takip eden Asajj orada Anakin’e saldırır. Anakin’in korkularını kullanarak suratında bir ışın kılıcı izi bırakır. Episode 3′de Anakin’in suratında yer alan izin kaynağı da budur... Anakin hiddetini kullanarak Asajj’ı yener.
Clone Wars TV Series - Ep 16 Hidden Enemy (Çizgi Film)
Christophsis gezegeninde Ventress, Obi Wan ve klon askerlere saldırır ama sonra kaçar
Clone Wars - The Movie (Çizgi Film)
Jabba the Hutt’ın kaçırılan oğlu Rotta, Anakin ve Ahsoka tarafından kurtarılır. Destek birliklerle gelen Obi Wan’a, Asaj Ventress saldırır.
Clone Wars - Hero of the Confederacy (Çizgi Roman)
Ventress, Vikont Harko Vane’in gemisi patlatır ve suçu Anakin’e atar. Obi Wan olayı araştırır ve sonunda Asajj ile dövüşür. Asajj yine kaçmayı başarır.
Clone Wars - Nightsisters (Çizgi Film)
Darth Sidious, Asajj’ın gereğinden fazla güçlendiğini farketmiş ve Dooku’dan Asajj’ı öldürmesini istemiştir. Sullust savaşında Anakin ve Obi Wan, Asajj ile dövüşürken Dooku üçünü de öldürmek için harekete geçer ancak Asajj kurtulur ve ana gezegeni Dathomir’e giderek, Talzin Ana’dan destek alır. Dooku’yu öldürmek için yemin eden Asajj, yanına Darth Maul’un kardeşi Savage Opress’i alarak Dooku’ya saldırır ancak sonra yine kaçmak zorunda kalır.
Clone Wars - Bounty (Çizgi Film)
Dooku ile olan mücadelesinden sonra Asajj, ödül avcısı olur. Genç Boba Fett’in liderliğinde Bossk ile birlikte bir takım olurlar.
Clone Wars - Revenge (Çizgi Film)
Savage Opress’in üzerine konan ödülü almak için peşine düşen Asajj, onu kardeşi Maul ile birlikte Raydonia’da bulur. Obi Wan yanlarında tutsak olarak bulunmaktadır. Asajj, Opress’i yenebilmek için Obi Wan’ı kurtararak iki kardeşe karşı dövüşür. Ancak birlikte olmalarında rağmen güçleri yetmez be Obi Wan ile birlikte kaçarlar.
Yoda - Karanlık Randevu (Roman)
Sebebi bilinmeyen bir nedenden dolayı Asajj, Dooku’nun hizmetine tekrar girmiştir. Whie ve Scout adlı iki padawanın peşinden giden Obi Wan ie Anakin’le dövüşmeyi göze alamayınca kaçar.
Star Wars - Obsession (Çizgi Roman)
Dooku, Asajj’a Boz City’de bazı sibernetik implantlar yerleştirir. Oraya gelen Anakin ve Obi Wan’la dövüşürken zor durumda kalır. Kaşmaya çalışan Dooku’nun yanına gemisiyle gitmeye çalışır ama Dooku’nun gemisi onu vurur. Yaralı ve hiddetli olan Ventress kendisine yardım etmeye çalışan Obi Wan’a saldırır. Anakin, Asajj’a ölümcül bir darbe vurur. Asajj, ölüm döşeğinde Obi Wan’dan Dooku’yu durdurmasını ister. Obi Wan, Asajj için özel bir tıbbi gemi getirir. Ancak Asajj ölmemiş, kendisini Sith transına sokmuştur. Daha sonra Dooku ve Jedilardan uzak durmaya gayret eecektir.
Kendisiyle ilgili en güncel roman, Quinlan Vos ile birlik olup Dooku’ya karşı savaştıkları Dar Disciple romanıdır.
#star wars#asajj ventress#obi wan kenobi#dooku#cestus deception#arkabahçe yayın#yıldız savaşları#clone wars#klon savaşları
9 notes
·
View notes
Photo
DARTH MAUL - GÖLGE AVCI
Arkabahçe yayıncılıktan çıkan Gölge Avcı, Star Wars Episode 1′in öncesinde Ticaret Federasyonu’nun Naboo’yu ablukaya almadan önceki olayları anlatıyor.
DİKKAT YAZI AĞIR SPOILER İÇERMEKTEDİR. ROMANI OKUMAK İSTEYENLER HİÇ BAKMASIN....
Kaypak Neimoidialı Hath Monchar, Sidious’un elinden kaçırdığı Sith holocronunu satmak istemektedir. Naboo gezegeninin ablukaya alınacağı ve bunun ardında bir Sith lordunun olduğu bilgisini elinde bulunduran Hath, en yüksek krediyi verene bu bilgileri verecektir. Hath Monchar’ın yolu biz zamanlar jedi tapınağında yazman olarak çalışan ama karısı terkettikten sonra bir bilgi taciri olan Lorn Pavan ve robotu I-5YQ ile çakışır. Lorn bu holocronu üç kağıtla alarak Black Sun suç örgütü üyelerinden Yanth the Hutt’a satmayı planlamaktadır.
Ancak Sidious, Hath’ın peşine Darth Maul’u takmıştır. Bir şekilde holocronu ele geçiren Lorn’un yardımına ise jedi padawanı Darsha Assant ve öğretmeni Anoon Bondara yetişir. Maul’un Bondara’yı öldürmesinden sonra birlikte kaçan Lorn ve Assant arasında duygusal bir ilişki de başlar. Bu esnada Bondara’nın ölümüyle birlikte jedi konseyi Obi Wan Kenobi’yi olayları araştırması için yollar. Maul’un Assant’ı da öldürmesi sonucunda kendisin olan nefretimiz iyice artar. I-5YQ Lorn’u karbon dondurucuya koyarak Maul’un onu hissetmesine engel olur. Bu şekilde kurtulan Lorn, kaçıp kurtulma şansı varken, oradan ayrılan Maul’un gemisinin peşinden intikam arzusuyla gider.
Maul’u hazırlıksız yakalayan Lorn, ondan holocronu almayı başarır, Maul peşindeyken zar zor kaçarak holocronu tanıdığı bir senatöre vermeyi başarır. Senatöre holocronu jediları vermesini söyledikten sonra Lorn bayılır. Ancak bu senatör Palpatine’den başkası değildir. Maul kendisini epey uğraştıran Lorn’a saygı duyduğundan onu acı çekmeden hızlı bir şekilde öldürür.
Obi Wan ise efendisi Qui Gon Jin’in yanına gidip Bondara ve Darsha’nın öldüğünü söylediğinde, Qui Gon, Ticaret Federasyonunu Naboo’yu ablukaya aldığını ve ikisinin elçi olarak Ticaret Federasyonu’nun sancak gemisine gideceklerini söylerken roman biter.
Michael Reeves’in yazdığı romanın ebook versiyonuna James Luceno’nun 54 sayfalık minik bir Darth Maul hikayesi olan ‘Sabotajcı’ da eklenir. Bu hikaye Dorvalla gezegeninde yer alan Lommite Ltd ve Inter Galactic Ore firmalarını birbirine düşürmeyi planlayan Sidious’un Darth Maul’u kullanması anlatılır. Dorvalla gezegeni lommite madeni açısından çok zengindir. Transparisteel adlı malzemenin hammaddesi ise lommite’dir. Gemilerin pencereleri, kokpit gölgelikleri hep transparisteel malzemesinden yapılmaktadır. Sidious’un amacı bu iki şirketi çökerterek, madenin, ticaret yolunun, senatoda Dorvalla’nın oylarının hepsinin Ticaret Federasyonu’na verilerek , Nute Gunray ve adamlarının kendisine daha derinden bağlanmasını sağlayacaktır. Sidious örümcek ağı gibi kurduğu bu sinsi planlarında Maul’u kullanırken henüz kimliklerinin açığa çıkmaması gerektiğini tekrar hatırlatır. Maul bu iki şirketi birbirine düşürür ve hikayenin sonunda firmalar birleşerek Dorvalla Mining’i kurar. Dorvalla Mining, Nute Gunray ve Ticaret Federasyonu’na lommite madeninin sevkiyatı ve dağıtımı konusunda özel haklar tanımaya karar verir.
Darth Maul’un duygusuz bir ölüm makinesi, tam bir görev adamı olduğuna dair net örnekler sunan bir iki hikaye sadece Maul’u değil, Ticaret Federasyonu ve Sidious arasındaki ilişkiler konusunda da detaylar sunması adına da önemli bence...
#star wars#darth maul#darth sidious#palpatine#michael reeves#james luceno#trade federation#sith#lorn pavan#nute gunray#gölge avcı#shadow hunter#saboteur#arkabahçe yayın
4 notes
·
View notes
Photo
UZAY KORSANI KAPTAN HARLOCK
1978-79 yılları arasında yayınlanan ve 42 bölümden oluşan bir anime serisi Kaptan Harlok'u 2015 yılında izleme fırsatını buldum. Aradan o kadar sene geçmesine rağmen enteresan bir şekilde haz aldığımı söyleyebilirim. Küçükken izleme şansı yakalasam kesinlike hatırlayacağım çizgi filmlerden bir tanesi olurdu...
Neyse gelelim konuya; 2097 yılında dünyadaki kaynaklar azalmış ve uzaya gönderilen robotlar dış gezegenlerden insanlara gerekli kaynakları temin etmektedir. İnsanoğlu iyice tembelleşmiş ve tv izleme odaklı bir hale dönüşmüşlerdir. Kaptan Harlock dünya hükümetinin ve insanların bu vurdumduymaz haline karşı çıkmış ve bir korsan olarak yaşamını sürdürmektedir.
O sıralarda dünyaya yaklaşan tuhaf bir meteor benzeri cisim ile Harlock'un ezeli düşmanı uzaylı Mazone ırkı tanışırız. Üzerinde tuhaf yazılar olan bu dev cisim üzerindekilerin deşifre edilmesi sonrasında aslında Mazone ırkının dünya üzerine çok eskiden gizli üsler inşa ettiklerini öğreniriz.
Mazone ırkına karşı Harlock tek başına savaşmamaktadır elbette... Mazone'lar tarafından öldürülen Tsuyoshi Daiba'nın oğlu Tadashi Daiba, navigasyoncu Kei Yuki, ağzı olmayan gizemli uzaylı kadın Miime, sürekli maket yapan ikinci kaptan Yattaran, doktor Zero, geminin ahçısı bayan Masu Harlock'a yardımcı olmaktadır.
Harlock'un kurukafalı uzay gemisi Arcadia ise Mazone'lara zor dakikalar yaşatır. Arcadia enteresan bir gemidir, zamanın ilerisinde bir mimariye ve silah donanımına sahiptir. İşin ilginci geminin bilgisayarı bir zamanlar Harlock'un yakın arkadaşı olan Tochiro Oyama'nın ta kendisi olmasıdır. Tochiro öldükten sonra bilinci Arcadia'da yaşamaya devam etmektedir. Tochiro ölmeden önce kızı Mayu'yu Harlock'a emanet etmiştir. Harlock'un ona hediye ettiği okarinayı sürekli çalan Mayu'nun teması dizinin en akılda kalıcı melodilerinden bir tanesi bu arada...
Mazone'lara gelecek olursak, aslında birer bitki temelli yaratıklar olan bu ırk aseksüel bir yapıya sahip olsalar da genelde kadın formunda gezerler ve öldüklerinde yanarak toza dönüşürler. Mazone'ların başında Kraliçe Rafflesia bulunmaktadır.
Harlock ve Rafflesia arasındaki bu apansız çatışma 42 bölüm sonra sona erer mi dersiniz ? Devam filmleri ve serileriyle Harlock'un hikayesi gelişir ve kimi yerlerde de çelişerek alternatif varyasyonlara sahip olur. Bu durum aslında Harlock'un yaratıcısı Leiji Matsumoto'ya has bir konudur. Sanatçının yarattığı diğer anime serilerinde de farklı senarist ve yazarların da devreye girmelerinin etkisiyle benzer vakalar yer alır.
Leiji çok seyrek olarak anime serilerinin hikayelerini bir sonuca bağlayarak bitirir. Nitekim bu ilk Harlock serisinin sonunda Rafflesia yenilgiyi kabul ederek ayrılır ama işin ilginci Rafflesia'nın Mazone kraliçesi olmasına rağmen kırmızı bir kana sahip olduğunu görerek, onun hakkında daha bilmediğimiz pek çok şeyin olduğunu algılarız.
Amacım diğer Harlock serilerini de izlemek ama bu tam olarak ne zaman olacak henüz ben de bilmiyorum....
1 note
·
View note
Photo
ERKEN DÖNEM DİSTOPYA ÖRNEKLERİNDEN EREWHON VE DİĞER TÜM TUHAFLIKLAR
Samuel Butler'ın 1872 yılında Victoria çağı muhafazakar İngiltere'sini hicvettiği Erewhon adlı eseri, ütopya ve distopya özelliklerini içinde barındıran öncül bilim kurgu romanlarından bir tanesidir.
Tersten okunduğunda Nowhere – Now here algılarını oluşturan (h ve w'nin yerleri değişmiş olsa da) hayali ülke Erewhon'u ve orada yaşayanların adet ve göreneklerini bize anlatmaya çalışan yazar yaşadığı zamanın oldukça ilerisinde görüşler ve teoriler ortaya atar.
Erewhon, Edward Bulwer-Lytton'un 1871 yılında ismini belirtmeden anonim olarak yayınlattığı 'Gelecek Irk' adlı romanla neredeyse aynı dönemlerde çıkmıştır. Çoğu insan Erewhon'u Gelecek Irk'ın devamı sanmıştır. Gelecek Irk ya da sonra değiştirilmiş ismi 'Gelecek Irkın Gücü, Vril' bir başka yazının konusu olabileceği için çok üzerinde durmayacağım. Sadece Adolf Hitler'in kitapla epey ilgilendiğini, dünyanın içinde yaşayan üstün ırk Vril'llerin Nazi öncesi Almanya'sındaki Thule derneği ile alakalı olduğuna dair söylentilerin olduğunu belirtelim. Jacques Bergier ve Louis Pauwels adlı yazarların Büyücülerin Şafağı adlı araştırma kitabında bu yeraltı toplumunun Altın Şafak tarikatıyla da alakalı olduğunu söylemeleri, ezoterik Helena Blavatsky'nin konuya olan ilgisi gibi hususlar bu eseri zamanında epey popüler kılmıştı. İşte Erewhon böyle bir popülariteden yararlanarak ilk yayınlandığında epey satmıştır. Gerek Erewhon gerek Gelecek Irk kitapları Kryhos yayınlarından çıkmış durumda. Yayınevine ve çevirmenlere (Şelale Dalyan ve Pınar Güven) öncelikle çok büyük teşekkürler.... Büyücülerin Şafağı ise ülkemizde Altın yayınevinden 1974 yılında Evrenin Sahipleri adı altında çıkmış. Sahafları karıştıran bulabilir.
Herneyse gelelim Erewhon'la ilgili düşüncelerime:
Romanın ilk bölümleri Higgs adlı kahramanımızın gizemli ülke Erewhon'a bir şekilde varmasını anlatır. Gulliver'in Seyahatleri kıvamında geçen bu bölümlerden sonra, Samuel Butler, Erewhon'da hakim olan ve bize oldukça farklı geliyor gibi gözükürken o dönemin muhafazakar yapısına paralellikler gösteren sosyo kültürel yapıyı anlatır.
Tıpkı Erewhon gibi bu ülkede yaşayanların isimleri de anagramlardan oluşur. Nosnibor Senoj (Robinson Jones), Yram (Mary), Thims (Smith) gibi....
Size tüm kitabı anlatmayacağım ama Erewhon'daki bazı ilginç durumları da anlatmadan geçemeyeceğim.
Öncelikle Erewhon'da hastalanmak bir suç sayılır. Birşekilde hastalananlar hapise atılır. Kanun sadece sağlıklı olanların rahat ve düzgün yaşamasına olanak tanır. Darwin'in en güçlü olanın hayatta kalması ilkesine bir gönderme yapan yazarımız makineler ve teknolojiye bakış açısında da benzer göndermelerde bulunur.
Erewhon'da makineler yasaklanmıştır. Zira makinaların bir gün insanlardan daha akıllı bir hale gelerek kontrolü ele geçirebilecekleri öngörülmüştür. Yine güçlü olanın hayatta kalması ilkesiyle alakalı bu durum yüzünden makinaların bilinçli bir hale gelebilmeleri bir tür yapay zekaya sahip olabilmeleri konusu taa 1872 yılında Samuel Butler tarafından dile getirilmiş...
Bu arada hastalananlar hapise atılırken, suç işleyenlere veya ahlak açısından kötü işler yapanlara farklı yaklaşılır. Onlara düzeltici adlı bir tür hekim atanarak tedavi edilmeleri amaçlanır.
Doğum olayı da bir tür hastalık olarak görüldüğünden doğumu yaklaşan kadın inzivaya çekilir ve çok az insanla görüşür. Doğum sonrasında sağlığına kavuşan kadın suçundan affedilir. Doğan bebek ise yürüyene ve konuşana dek gözden uzak tutulur. Eğer bebek ölürse o zamana kadar toplumda saygın bir yer tutan insanların rencide olmaması için çocuğun yetmiş beş yaşın üstünde olduğu ve eceliyle öldüğü söylenir.
Romanda ilginç kurumlar da yer alıyor... Müzik Bankaları ve Mantıksızlık Okulları gibi....
Müzik Bankaları kilise sistemine atıfta bulunuyor. Erewhon'da yer alan iki banka türü var. Biri normal ticaretin döndüğü bankalar ve para sistemi, diğeri olan Müzik Bankaları ise biraz tuhaf... Zira buradaki para birimi hiçbir yerde işe yaramıyor. Sadece Müzik Bankalarında prestij sahibi olmak isteyenlerin buralara yatırdığı oyuncak paralar var. İçerde ise zevksiz ve tatsız bir merasim müziği yapan koro var.
Mantıksızlık Okulları adlı kurumlarda ise çocuklara çevresindeki dünyada var olan ve iletişime geçeceği şeylerin doğasını öğretmek yerine, en olmayacak kuramsal ihtimallerin içine gömülerek gerçeklikten uzak dar ve sığ bir anlayış aşılanır. Mantıksızlık (Inconsistency), Kaçış (Evasion) Kuramsalbilim (Hypothetics) adlı bölümlerde mantıksızlığın ve tutarsızlığın önemi öğretilir ve öğrencilere bu şekilde düşünmeleri ve davranmaları aktarılır Burada muhtemelen Oxford ve Cambridge'in aşırı akademik kaçan yapısına bir gönderme yapılmış olmalı...
Erewhon'u Higgs ile birlikte anlamaya çalışırken bir yandan da Higgs'in orada tanıştığı Arowhena ile olan aşkı ve sonunda ikilinin Erewhone'dan balonla kaçışını okuruz.
İlk kitap burada biter.
Samuel Butler'ın Erewhone'a İkinci Ziyaret adlı romanında ise Higgs'in aradan geçen yirmi yıl sonra Erewhon'u iyice merak etmeye başladığını ve oraya tekrar gitmek istediğini öğreniriz. Bu sefer kitabı oğluna yazdırır. Higgs, Erewhon'a gittiğinde orada bir oğlu daha olduğunu öğreniriz. İşin ilginci Higgs'in oradan balonla kaçışı, dinsel bir değişime yol açmış. Güneşin Oğlu olarak adlandırılan Higgs'in artık kutsal bir kişi olarak algılandığını farkederiz.
Erewhon'a Dönüş ilk kitap kadar güzel olmasa da, hikayeyi tamamlayıcı öğelere sahip olmasından dolayı okunmasında fayda bulunuyor.
Distopya sevenler kaçırmasın.....
#erewhon#vril#samuel butler#morning of the magicians#dystopia#utopia#ütopya#distopya#edward bulwer-lytton#kryhos yayınları#vril power of the coming race#esoterism#thule society#golden dawn
1 note
·
View note
Photo
SHADOWS OF THE EMPIRE
Empire Strikes Back çocukluğumun en önemli filmlerinden birisidir. Arkadaşlarım arasında ilk izleyenlerden birisi olduğum için herhangi bir spoiler yememeyi başarmıştım. Vader'ın Luke'a ben senin babanım dediğinde tam bir şok yaşamıştım. Sonrasında Jedi'nın Dönüşü sinemalara gelene dek kafayı yemiştim. Ama altıncı bölümü izlemeye başladığımda sanki bir önceki filmle bunun arasında bize anlatılmayan bazı olaylar var gibi gelmişti. Sonra kendimi filme kaptırıp gitmiş bunu önemsememiştim.
İşte Shadows of the Empire tam burada devreye giriyor. Beşinci ve altıncı film arasında geçen olayları bize bir film olmadan aktarmayı hedefleyen Shadows of the Empire, 1996 yılında bir multimedya projesi olarak başlatıldı. Yani ana konuyu anlatan bir roman, hikayenin farklı taraflarını açığa çıkaran bir çizgi roman ve bir bilgisayar oyunu.... Tüm bunları destekleyen action figürler, koleksiyon kartları, harika bir soundtrack albümü de yanında cabası...
Romanda Luke ve Leia'nın, Han Solo'yu Boba Fett'in elinden kurtarmaya çalışmaları anlatılırken, yeni düşmanlar ve destekçi karakterler de bize tanıtılıyor. Black Sun suç örgütünün lideri Xizor, bir Han Solo türevi olan Dash Rendar, terminatörü anımsatan karizmatik dişi droid Guri Star Wars evrenine bu sayede girmiş oluyorlar. Xizor ile Leia'nın öpüşmesi, Darth Vader ve Xizor'un Palpatine'nin ikinci adamı olma yolundaki çekişmeleri romanın en heyecanlı bölümlerini oluşturuyor.
Çizgi romanda ise daha çok Boba Fett'in Han Solo'yu diğer ödül avcıların elinden kaçırmaya çalışması anlatılıyor. Romanda bu konular anlatılmadığı için çizgi romanı okuyanlar hikaye hakkında daha detaylı bir bilgiye sahip oluyor. Çizgi romanda ödül avcılarının yanısıra Jix adlı yeni bir karakter de bize tanıtılıyor.
Bilgisayar oyununda ise Dash Rendar'ı canlandırarak roman ve çizgi romanda yer alan/almayan kısımları Dash'in gözünden görerek yaşıyorsunuz. Oyun bizim aksiyon ihtiyacımızı karşılıyor ve en sonunda seriyi tüm formatlarda yaşayarak hikaye hakkında detaylı bilgi elde ediyoruz. Return of the Jedi şimdi daha keyifli bir şekilde izlenebilir. Çünkü Vader'ın babalık içgüdülerinin uyanışını, Leia'nın Bouush adlı ödül avcısının kıyafetlerini nasıl elde ettiğini biliyoruz artık....
Bu arada kitapları ve çizgi romanları soundtrack albümü eşliğinde okunması insanı acaip havaya soktuğunu da belirteyim. Tüm bu deneyimi yaşayanlar zamanında action figür ve koleksiyon kartlara oldukça sağlam para harcamışlardır diye düşünüyorum.
Daha sonraki tarihlerde ise Shadows of the Empire Evolution adlı 5 sayılık bir çizgi roman serisi ve tek sayılık Shadow Stalker ile hikaye biraz daha genişletildi. Guri'nin başına sonra neler geldiği, Jix'in Vader ile nasıl tanıştığını bize anlatan bu çizgi romanlar ile karakterler hakkında biraz daha bilgi sahibi olduk...
Star Wars romanlarını okumak isteyenlere Shadows of the Empire ile başlamalarını öneririm. Hikayenin içine hemen gireceğinizi ve inanılmaz keyif alacağınızı söyleyebilirim.
Steve Perry tarafından yazılan İmparatorluğun Gölgeleri'ni ülkemizde Arka Bahçe yayıncılık bastı. Çizgi roman ve oyun ise internetten erişilebilir durumda....
Güç sizinle olsun...
#star wars#shadows of the empire#xizor#prince xizor#Luke Skywalker#Han Solo#lando calrissian#leia organa#guri#DarthVader#jix#dash rendar#bobafett#comics
3 notes
·
View notes
Photo
ESRARENGİZ ADA
Yine bir Jules Verne romanı ile karşınızdayım. Esrarengiz ada Jules Verne'in film, çizgi roman ve bilgisayar oyunlarına aktarılmış önemli eserlerinden bir tanesi olmasının yanısıra enteresan bir özelliğe daha sahip…
Kitap, Kaptan Grant'ın çocukları ve Denizler Altında 20.000 Fersah adlı romanları birleştiren ve aralarında bağlantılar kuran bir yapıya sahip. Öyle ki bu üç romanın içinde ortak karakterler yer almakta ve bir romanda anlatılan bir bölümün bilinmeyen kısımları diğer romanda açıklanabiliyor.
Benim için en etkileyici hususlardan bir tanesi Kaptan Nemo'nun gerçek kimliğinin Esrarengiz Ada'da açığa çıkmasıdır. Hint kahramanı Tippu Sahib'in yeğeni ve Bundelkund'daki bir Hint racasının oğlu olan Prens Dakkar yıllar sonra kendisine Nemo adını verecektir. Niçin Nemo adını alarak kendisini denizlerin altına attığını anlatırsam kitabın büyüsü kaçabilir o yüzden bunu okuyarak siz keşfedin derim…
Bu arada her ne kadar Nemo desem de romanın ana karakterleri Cyrus Smith ve köpeği Top, Cyrus'un serbest bıraktığı eski uşağı ve dostu Nabukadnezar (Kısaca Nab), gazeteci Gideon Spilet ve denizi Pencroff ile oğlu Halbert'ten ibaret…. Sonra aralarına orangutan Jupiter (kısaca Jup) ve Ayrton katılıyor.
Romanın ilerleyen safhalarında Kaptan Grant'ın Çocukları adlı romanıyla kesişim içeren noktalar belirtiliyor ve kitabın sonunda bir çok konu açığa kavuşuyor.
Kitapta yer alan ilginç unsurlardan bir tanesi de kazadelerin düştüğü adanın batan kıta Atlantis'in bir parçası olabileceğinin belirtilmesi….. Jules Verne her ne kadar bilimsel açıklamalar ve tezleri baz alsa da, Atlantis gibi ilgi çekici bir varsayımı eserine taşımış.
Sonuçta İthaki yayınlarından iki cilt olarak ve eksiksiz çeviri desteği ile çıkan Esrarengiz Ada'yı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Gönül isterdi ki orjinal baskısında yer alan çizimlerin de kitapta görelim ama olsun, onlara internetten de ulaşabilirsiniz.
1 note
·
View note
Photo
SANDLER VE BARRYMORE KİMYASI
Adam Sandler ve Drew Barrymore'un 1998 tarihli Wedding Singer filmi, yakaladıkları sinerji sayesinde en sevdiklerim arasında yer alır. Seneler sonra 50 First Dates ve Blended filmlerinde aynı sinerjinin peşinden takılır gideriz. Bu üç film farklı bir boyutta bana Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight üçlemesini ve Ethan Hawke ile Julie Delpy'nin muhteşem uyumunu hatırlatıyor. Aktörlerin yaşlanmış hallerinde birbirleriyle olan flörtleşmelerini görmek, gençken birlikte oldukları diğer filmlerdeki durumlarla kıyaslamak oldukça eğlenceli....
Her ne kadar Adam Sandler'ın yeni filmlerini o kadar beğenemesem de, eski filmleri ve Saturday Night Live'dan gelen sempatim biraz ağır basıyor ve genelde çoğu filmde etrafında oynayan tanıdık Saturday Night Live simalarını görmek hoşuma gidiyor. Sanırsam bu simalar onları çoğunlukla izlediğim 25-35 yaş arası dönemimdeki güzel anları bana hatırlatıyor.
Wedding Singer, 50 First Dates ve Blended filmlerine gelecek olursak, birinci ve üçüncü filmi Frank Coraci çekmiş, ikinciyi Peter Segal yönetmiş....
Her üç filmde de Sandler ve Barrymore farklı karakterleri canlandırsalar da, bazı karakterleri birkaç filmde birden görmek mümkündür. Mesela 50 First Date'te on saniyelik hafızaya sahip olan 10 Second Tom adlı karakterini Blended'ta 'Hi I'm Tom' repliğini bir markette tekrarlarken görebilirsiniz. (Allen Covert) Ya da Wedding Singer'da Boy George'tan esinlenilmiş George karakterine (Alexis Arquette canlandırır) Blended'ta beyzbol spikerinin arkasında tekrar rastlarız. (Ama bu sefer adı nedense Georgina olmuştur)
Wedding Singer'da bahsedilen ama kim olduğu görülmeyen Eric Lamonsoff karakteri daha sonra Click filminde de bahsedilmiştir. Eric aslında Adam Sandler'ın çok eski bir dostu ve kolejdeki oda arkadaşıdır. Eric Lamonsoff, You don't mess with the Zohan filminde ‘Hamdi'nin yolcusu’ rolünde azıcık görünür. Grown Ups filmlerinde ise Kevin James'in canlandırdığı karakterin adı Eric Lamonsoff'tur. Adam Sandler filmdeki çocukluk arkadaşının ismine kendi çocukluk arkadaşının ismini vermiştir.
Biraz daha kurcalamaya devam edelim. Kevin James aynı zamanda 50 First Dates'te fabrika çalışanı olarak azıcık görünür. Ama kendisini ‘You don't mess with the Zohan’ ve ‘I now pronounce you Chuck and Larry’ filmlerinde de Sandler'la birlikte görürüz. Sonuçta Adam Sandler filmlerinde genelde aynı tipler oynar diyebilirim. Kevin Nealon, Rob Schnedier, David Spade, Jon Lovitz, Chris Rock, Shaq, Nick Swardson, Terry Crews, Steve Buscemi, John Turturro, Peter Dante, Dan Aykroyd, Tim Meadows bunlardan ilk aklıma gelenler....
Son olarak Blended filminin sonlarına doğru Sandler'ın Barrymore'a getirdiği papatyalardan oluşan çiçek buketininin anlamının büyük olduğunu belirteyim. Seneler önce Wedding Singer filminde de kendisi Barrymore'a papatyalar getirmişti. Barrymore'un gerçek hayatta da en çok sevdiği çiçek olan papatyaları ona götürmesi bence filmin içindeki en güzel ve samimi atıflardan bir tanesi...
#adam sandler#drew barrymore#wedding singer#50 first dates#blended#eric lamansoff#kevin nealon#ten second tom#kevin james#frank coraci#saturday night live#allen covert
1 note
·
View note
Photo
THE FORCE IS WITH YOU YOUNG J.J.ABRAMS BUT YOU’RE NOT A JEDI YET...
Star Wars The Force Awakens ile Yıldız Savaşları serisinde yeni bir dönem başladı. Beğenilsin veya beğenilmesin üzerinde epey konuşulacak, özellikle Star Wars hayranları tarafından didik didik edilecek bir film var karşımızda...
Filmi izlemeyenler yazının devamını okumasın uyarısını yaparak ilerleyelim....
Star Wars filmlerinin, Skywalker ailesini merkezine alan bir seri olmasından dolayı, filmin kötü karakteri Kylo Ren'in kaçınılmaz olarak bir Skywalker olması beni şaşırtmadı doğrusu... Hatta Rey'in de Luke Skywalker'ın kızı olabileceği dedikoduları da konuşulanlar arasında... Kylo Ren filmin başında gücün karanlık tarafını oldukça iyi kullanan korkutucu bir tip iken, maskeyi çıkarmasıyla karizması inişe geçiyor. Henüz gücü kullanmayı yeni yeni öğrenen Rey'in karşısında başarısız olması, bırakın Rey'i, tesisatçılıktan gelen bir stormtrooper olan Finn ile yaptığı ışın kılıcı savaşında yaralanması Kylo Ren'in başta bize gösterilen imajı ile hiç örtüşmüyor. Tıpkı bir ergen kıvamında kızdığında sağa sola kılıcıyla saldıran Kylo'nın henüz eğitimi tamamlanmamış olduğundan biraz acemi yanları olabilir diye düşünüyorum ama yine de Finn'in işini normalde tek hamlede bitirebilirdi. Bu gibi durumlar keşke Kylo Ren'i biraz daha iyi kurgulasalarmış dedirtiyor. Ancak Kylo ve babası Han arasındaki sahne oldukça etkileyici ve unutulmazlar arasında... Burada Kylo'yu canlandıran Adam Driver iyi oynamış.
Ren Şövalyelerinin başı olan Kylo'nun diğer Ren şövalye arkadaşlarını bu filmde çok kısa bir sahnede, Rey'in vizyonları aldığı sırada görebildik. Her birinin sanki farklı özelliklere sahip olduğu bu gizemli şövalyeler arasında değişik türde silahlar kullananlar da var. Hatta belki aralarında -force sensitive- olmayanlar bile yer alabilir. Bir sonraki bölümde belki onları daha yakından tanırız.
Rey'e gelecek olursak, herhalde Star Wars tarihinde en hızlı jedi eğitimi alan kişi diyebiliriz. Üstelik bir Jedi master'ın desteği olmaksızın, kendi kendine gücü kullanmayı öğreniyor. Gücü kullanmanın yanısıra iyi bir pilot olması, teçhizatlardan anlaması ve tamir etmesi aklımıza Anakin Skywalker'ı getiriyor. Rey'in bu özelliklerinin filmde boşyere verilmediğini ve onun bir şekilde Skywalker familyasıyla bir bağlantısının çıkacağını düşünüyorum. Rey küçükken Jakku gezegeninin Niima şehrinde Simon Pegg'in seslendirdiği Unkar Plutt'a teslim edilmiş. Bir çöp toplayıcısı olan Rey, topladıklarını Unkar Plutt'a satıyor. Filmin ilerleyen dakikalarında Rey'in Darth Sidious'a benzer ışın kılıcı hamleleri yapmasını rastlantı olarak değerlendirdiğimi belirttikten sonra, Rey'in Luke'un ışın kılıcını bulduğu sahneye değinmek istiyorum. Bu sahne filmin en önemli sahnelerinden bir tanesi bence.... Işın kılıcının çağırdığı Rey (çağıran ses de sanki Rey'in sesi bu arada) kılıca dokunduğu an birtakım vizyonlar görür ve yaşlı Obi Wan'ın, Yoda'nın ve genç Obi Wan'ın seslerini duyar. Bu vizyonlarda yer alan koridorun Empire Strikes Back'te Luke ve babası Anakin'ın ışın kılıcıyla ilk kapıştıkları yere benzediğini de belirteyim.
Finn'e ya da FN-2187 kod adlı stormtrooper'a gelelim. Episode 4'de Leia'nın kaldığı 2187 nolu hücreye atıfta bulunan Finn, benim en ilginç bulduğum karakterlerden birisi.. Kafamda stortrooper'lar arasında sıradan bir askerin yükselişi ve jedi olmasını daha etkileyici bulduğum için şahsen onun jedi yeteneklerine sahip olmasını isterdim. Bu arada Rey ve Kylo Anakin'in torunu ise, Finn'i de Lando'nun çocuğu yapsınlar bari o da altta kalmasın :)
Poe Dameron ise oldukça karizmatik bir pilot ve özellikle Takodana'da İlk Düzen askerlerine yaptığı saldırıda kendisinin ne kadar mükemmel bir pilot olduğunu gördük. Poe Dameron'u canlandıran Oscaar Isaac ve General Hux'ı canlandıran Domhnall Gleeson bu arada Ex Machina adlı bir başka bilim kurgu filminde de karşılıklı oynamışlardı.
Amiral Hux ve Kylo Ren'in bağlı oldukları Lider Snoke'un kimliği ise gizemini koruyor. Kimilerine göre Palpatine'in hocası Darth Plagueis olması muhtemel. Episode 3'de Palpatine, Anakin'e Darth Plagueis'in kendi öğrencisi tarafından öldürüldüğü bilgisi verilse de bir şekilde hayatta kalmış olma ihtimali mümkün müdür acaba ?
Eski karakterlere gelecek olursak Han Solo, filmi gayet iyi götürmüş. Son dakikalarda ortaya çıkan Luke Skywalker da Anakin'i andıran saçlarıyla dibimizi düşürdü diyebilirim. Ne yazık ki Leia konuşması ve hafif kambur duruşu ile biraz rahatsız etti. Hele Han Solo öldükten sonra geri gelen gemide Chewie'ye sarılacağı yerde yeni tanıştığı Rey'e sarılması enteresandı. Gerçi Leia, Rey'in bir jedi olduğunu farketmesi ve hatta belki kardeşi Luke'un kızı olduğunu anlaması yüzünden bu sarılma gerçekleşmiş olabilir. Nitekim sonrasında Rey'e güç seninle olsun diye uğurladı. Ama olsun sonuçta Han'ın ölümü ertesinde Chewbacca'ya sarılmalıydı.
Game of Thrones'dan tanıdığımız Gwendoline Christie ise Kaptan Phasma rolünde etkileyici ama keşke birazcık daha repliği olsaymış. Belki de yeni serinin potansiyel Boba Fett'i olabilir. (Az görünme- Çok popüler olma bazında)
Filme karakterler haricinde konu olarak bakacak olursak yönetmen J.J. Abrams'ın biraz kolaya kaçtığını söyleyebiliriz. Neredeyse Episode 4'ün epey bir benzerini çekmiş. Yeni bir ölüm yıldızı, çöl gezegeni Jakku ile Tatooine benzerliği, haritanın BB8'te saklanması ve R2D2'ta Leia'nın mesajının saklanması ilk aklıma gelen örnekler... Yukarda da belirttiğim gibi bir stormtrooper olan Finn'in içinde gücün uyanması benim daha ilgimi çekerdi. Ama sonuçta bu Star Wars ve ana karakter jedi'lar Skywalker ailesinin içinden çıkıyor. Jakku gezegeninde çöldeki savaş kalıntıları oldukça hoşuma gitti.
Yönetmen J.J Abrams'in çocukluk arkadaşı Greg Grunberg (Lost ve Hereos dizilerinden) ve yine Lost dizisinden Ken Leung filmde yer almışlar. James Bond'u canlandıran Daniel Craig ise Rey'in ilk başarılı Jedi Mind Trick yaptığı stormtrooper olarak filmde yer almış. Admiral Ackbar ve Nien Numb, Return of the Jedi'daki Endor savaşı sonrasında yine bizimle birlikteler. Dövüş filmlerini sevenler özellikle Raid filmlerini izleyenler aktör Iko Uwais'i filmde görünce şaşırmış olabilirler. )Han Solo'nun borçlu olduğu Guavian Ölüm Çetesi ve Kanjiklub'la olan sahnelere dikkatlice baksınlar)
C3PO'nun kırmızı kolunun hikayesi ise muhtemelen önümüzdeki günlerde çıkacak animasyon, çizgi roman ve kitaplarda anlatılacak diye düşünüyorum. Sonuçta bu filmle expanded universe tarafında bizi epey bir yenilik bekliyor.
John Williams müzik tarafında bu sefer standart bir iş çıkartmış. Episode 7'e özel bir tema ne yazık ki film çıkışında pek akılda kalmıyor. (Tabi eğer filme üç kez gittiyseniz bu durum farklı olabilir)
Son olarak filmde Aslıhan Gülen adlı bir Türk oyuncunun stormtrooper olarak yer aldığını belirteyim. (Uncredited olarak IMDB'de yer alıyor)
Sonuç olarak bir Star Wars hayranı olarak filmi beğendim, ama eleştirdiğim yerler de yok değil. Önümüzde açıklanmamış epey konu var, belki eleştirdiğimiz bazı husular ikinci ve üçüncü filmlerde yer alan durumlara göre mantıklı bir anlam kazanacak.
Güç sizinle olsun....
#star wars#force awakens#snoke#episode 7#kylo ren#rey#finn#poe dameron#general hux#jedi#knights of ren#han solo#luke skywalker#leia organa#captain phasma#maz kanata#jakku#unkar plutt
5 notes
·
View notes
Photo
Distopik bir İstanbul’da toplumsal ve bireysel ruh halimiz... Abluka içinde yaşamak....
2012 yapımı Tepenin Ardı adlı ilk filminden sonra bu sene vizyona giren ve Venedik film festivalinden üç ödülle dönen Abluka ile yönetmen Emin Alper, Türk sinemasının kaliteli yönetmenlerinden birisi olduğunu kanıtladı bence. (Altın Koza, Malatya film festivali ödüllerini saymıyorum)
Abluka, oyunculuktaki kalitenin yanısıra, senaryonun akıcı bir şekilde sahnelere yansıtılması, görüntü yönetmeninin başarısı sayesinde akıllara kazınacak ve film boyunca sizi sarmalayacak bir film.
Konu şöyle: Çöplerde bomba yapımına ilişkin maddelerin aranmasında polise yardımcı olmak koşuluyla hapisten şartlı tahliyeli olarak çıkan Kadir, çöp toplayıcı olarak İstanbul’un sokaklarında gezmektedir. Bu esnada, hapiste olduğu için uzun süredir görüşmediği kardeşi Ahmet ile aralarında yeniden bir bağ kurmaya çalışmaktadır. Bir belediye çalışanı olarak sokak köpeklerini vurarak geçimini kazanmakta olan Ahmet, yetimhanede büyümüş olması, eşi tarafından terkedilmesi gibi konuların da etkisiyle gitgide dışarıya olan iletişimini kapatan sorunlu bir adamdır. İki kardeşin psikolojik yapıları, terörün ve baskının yoğun olarak yaşandığı İstanbul sokaklarında iyice bozulur. İçsel ve dışsal bir abluka birbirini tamamlar.
Gelişen olayların her iki kardeşin bakış açılarından tekrarlanması – ama ardışık olarak değil, filmin farklı noktalarında- filmin kurgusunda ilginç bir nokta olarak yer alırken, neyin hayal/rüya neyin gerçek olduğu bilgisinin yer yer birbirinin içine geçmesi ise filme hafif bir sürreal hava da katıyor.
Sokakların polis tarafından ablukaya alınmasına paralel olarak , karakterlerin kendilerini ruhsal anlamda ablukaya almaları ve sıkıştıkları noktada patlamalarını izlerken sağlam bir şekilde gerileceğinizi baştan söyleyeyim.
Sokaklarda yer alan terörün ve şiddetin, şehir hayatının içinde standart bir öğe haline geldiği distopik bir İstanbul’da her iki kardeşin algılarının karışmasını ve paranoya sürüklenmesini izlemek oldukça etkileyici...
Filmi izledikten sonra atıfta bulunulan veya zekice verilen mesajlar üzerinden saatlerce geçmek mümkün. En akılda kalıcılarından bir tanesi benim açımdan belediyenin köpekleri avlaması ile devletin teröristlere olan yaklaşımı arasındaki benzerlikti.
Kesinlikle izleyin ve filmin bir sahnesinde koltuktan fırlamaya hazır olun
0 notes
Photo
Dogtooth...
Yorgos Lanthimos’tan oldukça tuhaf ama etkileyici bir film. Baştan sona dek ilgiyle izleyeceğiniz kesin...
Şehirden uzak ıssız bir bölgede yaşayan garip bir çift, üç yetişkin çocuğunu oldukça farklı bir şekilde eğitmektedir. Çocukların evden dışarı çıkmaları tamamen yasaktır ve dışarıya çıktıklarında ölecekleri söylenmiştir. Dış dünyayla iletişimleri bulunmayan çocuklara bildiğimiz anlamda sevgi gösterilmemekte ve çocuklar kendi aralarında dayanıklılık ve cesaret yarışmaları yapmaktadır. Çocuklara ancak köpek dişleri çıktığında evden dışarı tehlikesiz bir şekilde adım atabilecekleri söylenmiştir.
Genç bir delikanlı haline gelen çocuklardan bir tanesi, babası tarafından eve getirilen yabancı bir kadınla düzenli olarak seviştirilmektedir. Tıpkı Adem ile Havva’nın cennet bahçesindeki düzenini bozan yılan gibi, bu yabancı kadın da dışardan taşıdığı bilgilerle çocukların izole edilmiş düzenlerini yıkar. Sonrasında da işler çığrından çıkar.
Filmdeki karakterlerin ruhsuz ve tekinsiz davranışları, daha doğrusu eksik veya yanlış bilgilerle dolu olduklarından bizim alıştığımız tepkilerden çok farklı davranışlar sergilemesi, hipnotize edilmişcesine insanı filme bağlayabilir.
Jaws, Rocky, Flashdance gibi popüler kültüre ait filmlerden yapılan alıntılar filmi izlerken hoş bir tebessüm oluşturuyor. Her ne kadar aralarında kuvvetli bir bir bağ olmadığını düşünsem de, Haneke’nin Funny Games’i ile bu filmin yarattığı tekinsiz garip ruh halleri yer yer birbirini andırıyor. Bence bunun sebebi ‘tuhaf ve ne yapacağı belli olmayan genç insan karakterinin’ her iki filmin ortak noktası olması...
Sıkıcı bir sanat filmi olmadığı gibi, ana akım türlerin de dışında kalan Dogtooth, hadi bu akşam da değişik bir şeyler izleyelim diyenlere kesinlikle farklı bir şeyler göstermeyi başarıyor. Filmi izledikten sonra üzerine konuşulacak oldukça malzeme çıktığını da belirtmem lazım. Özellikle çocuk yetiştirme ve korumacı davranışlar gibi konular hakkında...
0 notes
Photo
INTO THE WILD...
Sean Penn, Christopher Johnson McCandless’ın hikayesini anlatmak için 10 yıl boyunca ailesinin onayını beklemiş. İyi ki de beklemiş, zira ortaya oldukça etkileyici bir biyografik film çıkartmış.
Aİlesini, arkadaşlarını, kısacası nefret ettiği toplumu terkederek, medeniyetten uzakta, sırt çantasıyla kişisel yolculuğuna çıkan Christopher’ın hikayesinde bir çok tanıdık yüz ona eşlik ediyor. Bağımsız sinemanın klasik oyuncularından Catherine Keener, Vince Vaughn, Alacakaranlık serisinden Kristen Stewart, kısacık rolünde bildiğimiz tarzından oldukça farklı oynayan Zach Galifianakis gibi...
İki yıl boyunca otostop yaparak dolaşan Christopher’ın asıl hedefini kurduğu Alaska ise onun son yolculuğu olacaktır. Onu bu bölgeye bırakan ve son gören kişi Jim Gallien kendisine bir çift bot hediye etmiştir. İşin ilginci Jim Gallien filmin başında kendisini canlandırdığı sahnede gerçek hayatta botları hediye ettiği anı tekrarlamış.
Fairbanks bölgesinde vahşi doğada terkedilmiş bir otobüs bulduktan sonra bunun içinde yaşamaya başlayan Christopher burada favori yazarları Jack London, Mark Twain, Tolstoy’un kitaplarını okumuştur.
Beni filmde en çok etkileyen ise onu yaşadığı toplumdan ve medeniyetten uzaklaştıran düşünce yapısını belirleyen sözleri ve bunun sonrasında, tüm yaşadığı deneyimlerin ardından aslında mutluluğun temel yapısının ne olduğunu farkettiğindeki sözleri oldu
‘You don't need human relationships to be happy, God has placed it all around us...’
“Happiness only real when shared...”
0 notes
Photo
MOBILIS IN MOBILI
Küçükken ilk okuduğumda acaip gizemli gelen Nautilus'un ve Kaptan Nemo'nun mottosu, Mobilis in Mobili, hareketli bir ortamın içinde hareket etmek anlamına gelir. Değişimler içinde değişikliğe uyum sağlayarak varlığını sürdürmek gibi felsefik bir açılıma da gidilebilir. Peki kimdir bu Kaptan Nemo, nedir hikayesi ?
Sene 1869 aylardan Mart, iki ayda bir yayınlanan gençlere yönelik Magasin d’Éducation et de Récréation adlı bültende heyecanlı bir tefrika yayınlanmaya başlar. 1870'in haziran ayında sonlanan bu hikaye Jules Verne'nin en beğenilen romanlarından bir tanesi olan Denizler Altında 20.000 Fersah'tan başkası değildir. 111 adet ilüstrasyonun eşlik ettiği bu harika macera bizleri Kaptan Nemo ve eşsiz denizaltısı Nautilus ile tanıştırır. Fransız doğabilimci Prof. Pierre Aronnax, yardımcısı Conseil ve zıpkıncı Ned Land'in konuk olduğu bu denizaltının içinde onlarla birlikte inanılmaz maceralar yaşarız.
‘Benim adım -Hiç- Kimse, beni böyle çağırır annem,babam ve bütün arkadaşlarım.’
Bu dizeler Homeros'un Odysseia adlı eserinden… Eserin latince çevirisinde Odysseus, Polypheus adlı tepegözle karşılaştığında, tepegöz ona adını sorduğunda ‘Nemo’ yani hiç-kimse der. Denizlerin altında tıpkı Odysseus gibi dolaşan kaptanımızın adının Nemo olması bir rastlantı değildir.
Bir Yunan trajedyasına konu olabilecek olaylar yaşayan Nemo, kendisini yeryüzünden ve insanlardan soyutlamış, sualtındaki dünyada kendine bir sistem kurmuştur. Bu öylesine mükemmel işleyen bir sistemdir ki, yüzeye çıkma ihtiyacı gerektirmez.
Romanda kahramanlarımız tüm okyanusların altını üstüne getirerek, birbirinden ilginç sualtı canlılarıyla karşılaşır. Güney kutbunda yaşanan gerilim, sualtı av partisi, dev ahtapot saldırısı, yamyamlar, kocaman bir istiridye içindeki muazzam inci, köpekbalıklarına karşı mücadelelerle dolu macera,baltık denizindeki girdapla son bulur. Özellikle kayıp kıta Atlantis'in üzerinden geçtikleri yerde Jules Verne'in tasvirleri beni çok etkilemiştir.
Romanın tam çevirisi, ihtiyoloji sevenleri mest edecek derecede detaylara sahip. Jules Verne iki ciltlik romanında yüzlerce sualtı canlısından bahsediyor ve onları gözümüzde canlandırmaya çalışıyor.
Nautilius'un Pasifik ve Atlas okyanusundaki rotası ile romana ilişkin illüstrasyonlardan örnekler ekleyerek birazcık ta romanın sinema uyarlamasından bahsedeyim.
Çekilen bir sürü film içinde herhalde en çok hatırlanan Charles Mason'ın Nemo'yu, Kirk Douglas'ın da Ned Land'i canlandırdığı 1954 yapımı filmdir. İşin ilginci aynı 1954 yılında Kirk Douglas Ulysses (yani Odysseus) filminde de rol almıştır.
Herneyse sonuçta İthaki yayınlarından çıkan bu tam çeviri versiyonunu kaçırmayın diyorum. Macera sizi bekliyor…..
#jules verne#20.000 leagues under the sea#nemo#captainnemo#nautilus#oddyseus#mobilisinmobili#kirkdouglas#atlantis
0 notes
Photo
BATTLE BEYOND THE STARS VE DİĞER “YEDİ SAMURAY” KLONLARI
Akir adlı gezegenin barışcıl çiftçileri zalim Sador’dan korumak için birbirinden farklı karakterlerde 7 paralı asker tutar. Akira Kurasawa’nı Yedi Samuray filminin bilim kurgu versiyonu diyebileceğimiz bu filmde Robert Vaughn, John Saxon, George Peppard, Sybil Danning gibi isimler var.
1954 yapımı Yedi Samuray, ilerde bir çok farklı janradaki filme referans oluşturan büyüleyici bir filmdir.
1960 yapımı Magnificent Seven adlı Amerikan filmi samuray temasını vahşi batıya taşır. Yul Brynner, Eli Wallach, Steve McQueen, Charles Bronson, Robert Vaughn, James Coburn gibi ünlü isimlerin yer aldığı film Avrupa’da oldukça beğenilmiştir. Bu yüzden Return of the Seven adlı bir devam filmi çekilmiştir. Yul Brynner tekrar rolünü tekrarlamıştır. Guns of the Magnificent Seven serinin üçünü filmi, The Magnificent Seven Ride ise serinin son filmi olup Lee Van Cleef filmi sırtlamıştır.
1998-2000 yılları arasında Magnificent Seven bir tv dizisi olarak da ekranlara gelmiştir. Michael Biehn ve Ron Pearlman’ın izlediğimiz dizide orjinal filmden Robert Vaughn’u da yargıç rolünde izlemek mümkündür.
Robert Vaughn gerek Magnificent Seven gerek Battle Beyond Star’da rol almasından dolayı, kendisi olası bir yedi samuray temalı filmde direk konuk oyuncu olarak çağrılabilir durumdadır. Nitekim 2013 yapımı Magnificent Eleven adlı komedi filminde kendisin konuk oyuncu olarak görürüz
7 Magnificent Gladiators gibi konu eski çağlara giderken, Lou Ferrigno’nun yanında Battle Beyond the Stars’tan Sybil Danning’i de görürüz.
Dune Warriors adlı bilim kurgu filminde ise koruyucuların sayısı yediden beşe düşer.
Yedi Samuray’dan etkilenen filmler arasında ilginç bir örnek ise Kazakistan sinemasından gelir. Dikiy Vostok (Wild East) adlı filmde bir sirkte çalışan bir grup cüce, Kırgızistan’da bir grup motorsikletli tarafından rahatsız edildiklerinde paralarında kendilerine bir koruyucu grup kiralar.
Samurai 7 adlı seri ise alternatif bir feodal Japonya evreninde geçen güzel bir anime.
Kayda değer Yedi Samuray esintili filmler şimdilik bu kadar gözüküyor.
2017 yılında Chris Pratt, Ethan Hawke ve Denzel Washington’lu tamamen yepyeni bir Magnificent Seven filmi daha gelecek. Bakalım eskisini aratacak mı ?
#seven samurai#akira kurosawa#magnificent seven#robert vaughn#sybil danning#samurai7#dikiy vostok#battle beyond the stars#seven magnificent gladiators
3 notes
·
View notes
Photo
“Kürk Mantolu Madonna” esinlemeli filmler
Sürekli olarak kitapçıların en çok okunanlar listesinde yer alan Sabahattin Ali’nin bu harika romanı herhalde ülkemizde en çok bilinen ve popüler kültüre girmiş yerli eserlerden birisidir.
İnsanı rahatça içine alan akıcı bir dille yazılmış olması ve duyguların tasvirlemesinin oldukça etkileyici olduğu bu eser birçoğumuzun elinden geçmiştir diye düşünüyorum.
İzlediğim bazı filmler Kürk Mantolu Madonna’yı bir şekilde bana anımsatmıştır. Bunlardan bahsetmek istiyorum.
Öncelikle Aydın Sayman tarafından yönetilen İçimdeki İnsan adlı filmden başlayayım. İrfan Yalçın’ın Fareyi Öldürmek adlı romanından uyarlanan bu güzel film, Kürk Mantolu Madonna’nın ilk bölümünü yani Rasim’in Raif Efendi’yi gözlemlediği bölümü direk kafamda canlandırdı diyebilirim. Filmde devlet dairesinde birçok insanın ezdiği, ama o ezilmelere rağmen sakin bir şekilde işini yapan ve sürekli kitap okuyan Sabri, romandaki Raif efendiye cuk oturuyor. Sabri’nin de çok özel bir ilk aşkının olması ve kızın ölmesi, sonrasında Sabri’nin tutkusuz bir evlilik yapması da, Raif efendiyle olan diğer benzerlikler.
İkinci film yine bir yerli yapım. Türkan Şoray ve Bulut Aras’un yer aldığı Orhan Aksoy’un yönettiği Tatlı Nigar. Hayatına hiç kadın girmemiş Ahmet (Bulut Aras) bir pavyon çalışanı olan Nigar’a (Türkan Şoray) deli gibi aşık olur ve sürekli onu izlemeye pavyona gelir. Tıpkı Raif Efendinin Atlantik gece klübünde Maria Puder’i izlemeye sürekli gitmesi gibi....
Üçüncü film David Fincher’dan Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi... Oldukça farklı bir aşk hikayesinin anlatıldığı bu güzel filmde, beni yakalayan nokta , Benjamin Button’ın (Brad Pitt) , Rusya’da bir pansiyonda Elizabeth Abbott’la (Tilda Swinton) yaşadığı ilişki... Romanda Raif Efendi Almanya’da kaldığı pansiyonda Hollandalı dul Frau Tiedemann ile biraz yakınlaşır gibi olur ama birlikte olmaz zira kalbi Kürk Mantolu Madonna için atmaktadır. Filmde Benjamin ve Elizabeth arasında sanki Raif efendinin alternatif bir evrende Frau Tiedemann’la kısa bir ilişkisini görür gibi oldum. Tabi yaş olarak tam ters durumdalar. Özellikle soğukta caddede kolkola yürüdükleri kısacık bir sahne var ki, direk romanı çağrıştırıyor.
Son olarak Woody Allen’ın Midnight in Paris filminden bahsedeyim. Owen Wilson’ın canlandırdığı Gil karakteri Paris sokaklarında geceleri gezerek yazacağı ilk kitap için şehrin kalbinde esin kaynaklarını arar. Bu durum bana Raif efendinin sabunculuk ile bilgil öğreneceğine avare avare Berlin’de sanat galerilerini gezer.
Son olarak romanda bahsi geçen Jacob Wasserman’ın Hiç Öpülmemiş Ağız (Der Nie geküsste Mund) adlı kitabının da bir an dilimize çevrilmesini temenni ederim
Ayrıca Raif efendinin bir görüşte aşık olduğu Maria Puder’in tablosunu, Andrea del Sarto’nun Madonna delle Arpie adlı eserini referans aldığı için onun görselini de ekleyelim.
#kürk mantolu madonna#sabahattin ali#midnight in paris#içimdeki insan#maria puder#benjamin button#curious case of benjamin button#tatlı nigar#jacob wasserman#andrea del sarto#madonna delle arpie
8 notes
·
View notes