#tarih felsefesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
görünüm özneyi değil, nesneyi açığa çıkarır.
alexandre kojeve - hegel felsefesine giriş
#hegelian diyalektik#hegel#aleksandre kojeve#hegel felsefesine giriş#tinin görüngübilimi#tarih felsefesi#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#karl marks#das kapital#dasein#baruch spinoza#louis althusser#ulus baker#felsefi fragmanlar#teoman duralı#mukaddime#jean baudrillard#lacan'cı özne#jacques lacan#derrida#gilles deleuze#friedrich nietzsche#arthur schopenhauer
6 notes
·
View notes
Text
Tarih Felsefesi 2024-2025 Vize Soruları
Tarih Felsefesi 2024-2025 Vize Soruları Tarih Felsefesi 2024-2025 Vize Soruları Tarih Felsefesi 2024-2025 Vize Soruları Tarih Felsefesi ve Modern Tarih Anlayışının Evrimi Giriş Tarih, insanlığın geçmişine dair bilgileri derlemekle kalmayıp, bu bilgileri anlamlandırma çabasını da içerir. Bu anlamlandırma süreci tarih felsefesi ve metodolojisinin temelini oluşturur. Tarihin felsefi boyutu,…
0 notes
Text
değişim felsefesini Immanuel Kant, Karl Marx ve Hegel üzerinden yorumlasak:
İmmanuel Kant, felsefede önemli bir figürdür ve Kantçı düşünce sistemi birçok alanda etkisini göstermiştir. Kant'ın felsefesinde değişim, insanın bilgi ve deneyim aracılığıyla gerçekleştirdiği süreçlerle ilişkilendirilir. Kant, aklın kategorilerini ve algı süreçlerini analiz ederek, deneyimin nasıl bilgiye dönüştüğünü açıklamaya çalışır. Kant'a göre, değişim bireyin içinde bulunduğu deneyimlerle ilgilidir ve insan bilincinin bir parçasıdır. Ancak Kant, değişimin toplumsal veya tarihsel boyutlarına fazla odaklanmaz.
Hegel, tarih ve felsefe alanlarında büyük etkisi olan bir düşünürdür. Hegel'in diyalektik yöntemi, değişim felsefesinde önemli bir yer tutar. Hegel'e göre, değişim bir süreçtir ve bu süreçte tez, antitez ve sentez aşamaları yer alır. Hegel'e göre, değişim ve ilerleme tarihsel ve toplumsal süreçlerin doğal sonucudur. Ona göre, tarih bir tez-antitez çatışmasıyla başlar ve yeni bir sentezle sonuçlanır. Hegel'e göre, değişim zorunlu bir süreçtir ve gerçekliğin temel bir özelliğidir.
Karl Marx, Hegel'in felsefi düşüncesinden etkilenmiş ve onun diyalektik yöntemini geliştirmiştir. Marx'a göre, değişim ve dönüşüm kapitalist toplumun temel özelliğidir. Ona göre, toplumda değişimi harekete geçiren temel etken, sınıf mücadelesidir. Marx, kapitalizmin doğası gereği içsel çelişkilerle dolu olduğunu ve bu çelişkilerin devrimci bir değişimi tetikleyeceğini öne sürer. Marx'a göre, bu değişim sonucunda kapitalizm yerine sosyalizm ve ardından komünizm gelir. Marx'ın değişim felsefesi toplumsal dönüşüm ve sınıf mücadelesi üzerinde odaklanır.
Sonuç olarak, Kant, Hegel ve Marx, değişim felsefesine farklı açılardan yaklaşır. Kant, değişimi bireyin deneyimine odaklanırken, Hegel ve Marx toplumsal ve tarihsel süreçlerin doğasında değişimi vurgularlar. Hegel ve Marx'ın diyalektik yöntemi, değişimin zorunlu ve devrimci bir süreç olduğunu ileri sürerken, Kant daha bireysel ve deneyimsel bir perspektif sunar.
10 notes
·
View notes
Text
Fârâbî ve İbn Sînâ'nın Tahayyül Anlayışları: Derinlemesine Bir İnceleme
Fârâbî ve İbn Sînâ’da Tahayyülün Derinlikleri Hayal gücü, insanın düşünsel etkinlikleri arasında önemli bir yer tutar. Bu kavram, tarih boyunca farklı filozoflar tarafından ele alınmış ve çeşitli açılardan tartışılmıştır. Özellikle Platon ve Aristoteles gibi Antik Yunan düşünürlerinden başlayarak, İslam felsefesi geleneğine kadar uzanan süreçte tahayyülün rolü ve akılla ilişkisi üzerinde…
0 notes
Text
Elveda Sykes-Picot: Paradigmanın İflası -Zafer Yörük
Şam’ın düşmesi, Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesi ve ardından gelen İsrail bombardımanıyla Suriye devleti askeri altyapısının yüzde 80’inin imha edilmesi, Esad hanedanı döneminin kapanmasından öte bir final momentinde yaşamakta olduğumuz hissini yaratıyor. Adeta bir çağ kapanıyor, yeni bir çağ açılıyor. Ve ilerlemeci tarih felsefesi iddialarının aksine her yeni çağ parlak bir gelecek vaadi taşımak…
0 notes
Text
Akıl'ın zorunlu kaderine dair araştırma -Dünya'ya atıf yapılarak yapıldığı sürece- ''Dünya'nın nihai tasarımı nedir?'' sorusuyla özdeş bir araştırmadır. Ve bu ifadenin bizahiti kendisi, bu tasarımın/planın mutlaka gerçekleştirilmeye mahkum olduğunu ima eder. İki mülahaza burada her şeyi kendiliğinden açıklamaya kafidir: Bu tasarımın veya planın önemi; soyut tanımı. İkincisi de, onun tahakkuku.
Tarih Felsefesi -
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
0 notes
Video
youtube
Köpek Gibi Yaşayan Adam❤️ ( Lütfen Abone Olalım ve Yorum Yapalım )
Merhaba köpek gibi yaşayan adamın hikayesini duymuş muydunuz Evet köpek gibi yaşayan adam kendisi tarihin gelmiş geçmiş en büyük filozoflarından felsefe filozoflarından biridir zengin bir ailenin çocuğudur milattan önce 412 yılında O zamanki adıyla sinope olarak bilinen ve günümüz Sinop dünyaya geldiği rivayet edilir babası varlıklı bir insandır kalpazanlık ve paraya tahribat suçlaması nedeniyle Atina'ya Sürgün edilirler filozofumuz yaşam öyküsü Atina sokaklarında başlar mülkiyeti parayı pulu varlığı eşyayı evi her türlü şeyi reddetmiştir kabul etme Aa sokaklarında Çır çıplak Gezmiş dolaşmıştır insanlardan dilenerek yiyecek bulmuştur Mutluluğun parayla mülkle zenginlikle elde edilemeyeceğini yaşam felsefesi yakın bir yerde bir sokakta bir fıçı bulur fıçının içine yerleşir orayı kendi evi yapar o fuçin içinde yaşamaya başlar dediğim gibi her türlü mülkiyeti reddetmiştir Atina sokaklarında bağırarak dolaşır gündüz elinde Fenerle dolaşır kendisine ne Arı diye soranlara adam arıyorum adam diye cevap vermiştir bu filozof dijen Evet arkadaşlar dijen söyledikleriyle yazdıklarıyla değil yaşam tarzıyla insanlara bir takım şeyleri anlatmaya çalışmış çok değişik bir filozoftur dienin namını Büyük İskender Duyar bir gün Büyük İskender dienin ziyaretine gelir dijen fıçısının önünde güneşlenmek yatmış uzanmıştır Büyük İskender Heybetli atıyla dijin fusun önüne kadar gelir Merhaba ben Büyük İskender der dijen hiç istifini bozmaz Meraba ben cevap verir bir süre sohbet ederler Büyük İskender di jene benden bir şey istiyor musun Senin için yapmam istediğin bir şey var mı diye sorar dijen güneşim mi kesiyorsun Göl getme başka ihsan istemem senden der ve bu sözü tarih sayfalarına kazınır her türlü parayı pulu zenginliği şöhreti malı varlığı reddet babasından miras kalmış ve babasının parasıyla zevkü Sefa içerisinde yaşayan bir insan bir gün diyojeni kemik yığını içinde bir şey ararken görür yanına yaklaşır ne arıyorsun diye sorar dijen hiç istifini bozmadan cevap verir babanın kemiklerini arıyorum ama hangisi babanın kemiği anlayamadım der Atina sokaklarında çırıl çıplak dolaşır bağıra çağıra insanlara bir şey anlatmaya çalışır bakar ki insanlar kendisini pek umursamaz dinlemez bu sefer başlar kuş gibi ötmeye o zaman insanların dikkatin çeker insanlar t davranış karşısında döner bakarlar bu ne yapıyor diye size bir şeyler anlatmaya çalışıyorum Sabahtan beri ama beni umursamadın dinlemediniz nerede bir maskaralık orada olsa Siz oradasınız der gülerek Evet değerli dostlarım dijen gerçekten tarihe damga vurmuş insanlardan biridir kendisine yaşam tarzından dolayı köpek gibi yaşıyorsun dendiki vakit Hayatta hiçbir mülkiyeti kabul etmedim parayı reddettim evi reddettim eşyayı reddettim Ama bu tabiri çok sevdim Evet bu tabiri çok sevdim Ve bunu mülkiyetimi alıyorum der ben köpek gibi yaşıyorum der Evet değerli dostlar yüreğinde Koskocaman bir sevgiyle insan sevgisiyle Doğa sevgisiyle hayvan sevgisiyle Evren sevgisiyle köpek gibi yaşamak mı yoksa sevgisiz ve dünya kadar mal mülk parayla köpek gibi yaşamak mı sizce hangisi ev
0 notes
Text
Mafya Biyografi Sözleri
Mafya Biyografi Sözleri Mafya Kültürü ve Sözlerinin Önemi Mafya, tarih boyunca toplumların karanlık yüzlerinden biri olarak anılmıştır. Mafya kültürü, sadece yasadışı faaliyetlerden ibaret değil, aynı zamanda güçlü bir yaşam felsefesi, sadakat ve aile bağları üzerine kurulmuştur. Mafya biyografi sözleri, bu kültürün derinliklerini yansıtan, bir yaşam tarzını ve değerleri ifade eden güçlü…
0 notes
Text
George Santayana – Alman Felsefesinde Bencillik (2024)
‘Alman Felsefesinde Bencillik’ Alman felsefesi ve onun tarih boyunca nasıl şekillendiği üzerine bir inceleme. Santayana, Harvard College’da yirmi yıl boyunca felsefe dersleri verirken Alman metafiziği üzerine derinlemesine çalışmalar yapmış. Bu eser, Alman felsefesinin belirsiz ve değişken ilkelerinin altında yatan uğursuz ve saldırgan öğeleri sorguluyor. Santayana, Alman felsefesinin bencillik…
View On WordPress
0 notes
Text
Yeni Tarz Trans-Hümaniteye Karşı Haluk Yurtsever Şahsında Eski Tarz Trans-Proletaryan-Hümaniter Sayıklamalar!
Haluk Yurtsever “Bildiğimiz insanın “aşılması” mı?” başlıklı makalesinde; 1)- Trans-hümaniteyi 2)- Toplumsal insanı 3)- İnsanın öznelliğini 4)- Robotik ve teknolojik gelişmeleri 5)- Yabancılaşma kuramını 6)- “Çağcıl” bir yaklaşımla 7)- Sanayi toplumunun ve kapitalizmin geldiği aşamayı 8)- Klasik marksist bakış açısı ile ele almaya çalışmaktadır.
Trans-hümanite: aşkın-insan/post-hümanite: insan sonrası insan.
Yabancılaşma kuramı tarih içerisinde antik çağdan bu yana hem felsefi hem de diğer bilimler için işlenen bir kuram olma özelliğine sahiptir. Marx’ın yabancılaşma kuramına kattığı anlam dışında genel olarak bu kuram, din alanında kullanılan, idealist bir şekilde “insanın tanrının bir kulu olma özelliğinden yabancılaşması” olarak kabul edilmiş metafizik bir kavramdır. Dolayısıyla, bu kavram ortaya çıkışı itibariyle de din felsefesi ve teoloji ile bağlantılı bir kavramdır. İster materyalist olsun ister metafizik olsun birçok filozof bu kurama kendince bir takım anlamlar vermiştir. Marx ise bu kuramı kendisinden önceki filozoflardan farklı olarak; modern çağda emek ürünü olan somut metada cisimleşmiş artı-değere soyut emeğin yabancılaşması olarak ele almıştır.
Marx, köleci ve feodal toplumlardaki yabancılaşma biçimlerine ilke olarak karşı olmasa da (toprağa bağlı soyut emeğin artı-nemada yabancılaşması olan feodalizm gibi) eski sınıflı toplumlardaki yabancılaşma formlarını ilkel bir yabancılaşma biçimi olarak değerlendirmiştir. Köleci artı-değer ya da feodal artı-değer biçimindeki ilkel yabancılaşma (aynı zamanda Marx bu duruma “ilkel sermaye” ismini de veriyordu) tek tek birey olan insanın soyut emeğinin metada cisimleşmesinin tam olarak gerçekleşmemesinden dolayı, yani toplumsal feodal üretimde tek tek selflerin artı-değeri nema-değer üzerinden hesaplanabildiği, emek-değer üzerinden hesaplanamadığı için, Marx bu duruma “ilkel yabancılaşma” demiştir. Başka bir deyişle, feodalizmde üretim, toprağı ekip biçen tek tek selflere bağlı değil idi; tam tersine selflerin bütününe bağlı bir üretim söz konusu idi. Aynı durum köleci sistem içinde geçerli idi. Kısacası, Marx’ın bahsettiği “yabancılaşma kuramı” tam da böyle bir yabancılaşma kuramıdır.
Fakat Yurtsever’in bahsettiği “yabancılaşma kuramı”; Marx’ın bahsettiği “feodal üretim ile kapitalist üretim” tekniklerini birbirinden ayıran, daha doğrusu feodal nema-artı-değeri ile kapitalist sanayi-artı-değeri iki ayrı artı-değer türü üzerinden ayırabilen bir yabancılaşma kuramından çok, daha başka bir şeydir. Dolayısıyla, Yurtsever makalesinde kapitalist sanayi-artı-değer ile robotik tekno-artı-değer arasındaki yabancılaşmayı karşılaştırır iken, anti-bilimsel bir temelde de hata yapmaktadır.
Yurtsever’e göre trans-hümanite’den (yazar kısmen konu dışı bıraktığı için burada post-hümanite kavramına girmeyeceğiz), yani “aşkın insandan” kastedilen şey; sanayi emeği insanının burjuva hümanitisinden ziyade (yazar kısmen bu konuyu da konu dışı bıraktığı için burada girmeyeceğiz), proletaryan-hümaniteye dayanan aşkın toplumsal insan modelidir. Başka bir deyişle, Yurtsever’in aşkın proletaryalist modeli aşkın bir toplumsal insan varsayımına da dayanmaktadır. Bu sebepledir ki, Yurtseverci aşkın proletaryan-hümanite gerçekte nesnel zemini olmayan “toplumsal bir hayalet”ten başka da bir şey değildir. Keza nesnel emek araçlarının toplumsal kullanıcısı sınıfı olan proletaryaya “dışardan” proletaryalist yoldan icatçı/burjuva bilinç “yüklenerek” proletaryan aşkın bir öznenin (aynı zamanda nesnenin/toplumsal varlığın) oluşturulamayacağı da deneyimle kanıtlanmıştır.
Yurtsever’in proletaryan-hümanite’den kastettiği şey “proletaryan-toplumsal varlık”, “proletaryan toplumsal birey”, “proletaryan toplumsal bilinç” gibi hususlardır. Yurtsever’e göre, proletaryan toplumsal bireyin somut metada cisimleşen soyut sanayi emek aracı kullanıcılığının ödenmemiş artı-değere olan yabancılaşması robotik üretimle birlikte daha da üst bir boyuta çıkmış bulunmaktadır. Yurtsever farkında olmasa da, onun temel iddiası budur.
Bu iddia tamamen yanlış bir iddiadır. Keza proletaryan sanayi artı-değerden daha çok protekyan tekno artı-değere dayanmakta olan robotik üretim, somut tekno metada cisimleşmiş soyut protekyan emek gücüne dayanmakta olduğundan dolayı, sanayi emek gücüne yabancılaşma ile tekno emek gücüne yabancılaşma biçimleri Yurtsever tarafından bir ve aynı şeymiş gibi, birbirine karıştırılarak okuyucuya sunulmaktadır. Dolayısıyla, Yurtsever’in karşılaştırma yöntemi Marx’ın köleci sistem ile feodal sistem arasındaki yabancılaşma farklarına dikkat çeken “üretim teknikleri” kuramının bile gerisine düşmektedir. Özetle, Yurtsever Marx’ın teorik mirasını geliştirmek bir yana, tam tersine var olanı dahi okuyucularına doğru bir biçimde aktaramamaktadır.
Yurtsever-ci teorik zemin; protekyan emek gücünün ödenmemiş teknik artı-değer kümeleri ile proletaryan emek gücünün ödenmemiş sanayi artı-değer kümelerinin birbirinden apayrı artı-değer kümeleri olduğunu kavrayamamakta, proletaryan sanayi yabancılaşması ile protekyan teknik yabancılaşmayı da birbirinden ayıramamakta, dolayısıyla masaya da biraz ondan biraz bundan tarzında çeşni türü entelektüel bir çorba koymaktadır. Yurtsever’in yazısının bütününe bakıldığında okuyucuya dönük onca bilgi bombardımanına rağmen yol ve yöntem sorununa ilişkin kayda değer tek bir cümle dahi edilmediği görülecektir.
Burjuva-hümaniteden ve proleter-hümaniteden bahseden Yurtsever; teknoburg-hümanite ile protekyan-hümaniteyi de birbirine karıştırmaktadır. Yurtsever trans-hümanitenin neden olduğunu varsaydığı yabancılaşma eğiliminin adresinin (E1/E2) teknoburg-hümanitesi olduğunu da idrak edememektedir. Öte yandan, Yurtsever’in proletaryan-hümanite ile ilgili de hiçbir şey söylememesi (daha doğrusu “söylemeden söylemesi”) de ilginç bir durum oluşturmaktadır. Şayet Yurtsever, protekyan-hümaniteye, aşkın protekyan hümaniteye, post protekyan hümaniteye karşı tek bir eleştiri getirmiş olsaydı; Marx’tan alıntıladığı pasajların hiç birinden alıntı bile yapamazdı. Yurtsever’in eleştirdiği gerçek adres teknoburglardır. Keza tekno azami kara dayalı gloktokratik-teknokratik emperyalist-kapitalist çağda yabancılaşma kuramı tekno tüketim-değerine ve görece teknoburgların yönlendirmelerine göre belirlenmektedir.
Kaldı ki; yabancılaşmada kötü bir şey değildir. Hatta yabancılaşma ne iyi ne de kötü bir şeydir. Proletaryan yabancılaşmaya göre protekyan yabancılaşma daha ilerde bir yabancılaşma biçimidir! Keza protekyan üretim tekniklerine bağlı olarak gelişen yabancılaşma sanayi emeğine dayalı proletaryan yabancılaşma biçimlerini atıl ve gereksiz kıldıkça, sanayi emeğine dayanan yabancılaşma biçimlerine bağlı olan kapitalizmin de ölüm döşeğine düşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, protekyan yabancılaşmanım her geçen gün daha da yaygınlık kazanmasıyla birlikte proletaryan yabancılaşmanın da o oranda zayıflayarak tükenmeye yüz tutacağı da aşikardır. Robotik üretim tekno-karı büyüttükçe sanayi-karda azalacağından dolayı, bu durum protekyan toplumsal varlığın, bilincin, kültürün, dilin ve bireyin o oranda gelişmesine de katkı sunacaktır.
Proletaryan Sovyet deneyimleri, proletaryan sosyalizmin kapitalizmin temsiliyetist bir türevi olduğunu pratikte kanıtlar kanıtlamaz; toplumsal varlığı da yeni toplumsal sınıflar belirlediğinden dolayı, yeni toplumsal varlığı ve yeni bireyi belirleyen sınıfında protekya olduğu gerçeği günümüz dünyasında daha da gözle görülür bir hale gelmiştir.
Sanayi emeğinin gloktokratik yabancılaşmasının trans-hümanitesi mi? Yoksa teknik emeğin protekyan yabancılaşmasının trans-hümanitesi mi? Yurtsever’in kendisine sorması gereken asıl soru budur. Hal böyleyken; Yurtsever’in salt sanayi emeğinin kuramsal kafası, kavramları ve düşünce sistematiği ile bu soruya doğru bir cevap verebilmesi de mümkün değildir.
Teknoburgların canlı insan emeğini ve varlığını robotik makinenin bir kölesi haline getirmek için bunca servet dökmesine rağmen (ARGE projeleri vs.), bir avuç olmasına karşın protekyanın tümel emek araçları karşısındaki tikel yabancılaşmasının katalizör görevi görmesi bile, tarihsel hakikat açısından şimdiden takdire şayan bir durum değildir de nedir! Bu “yabancılaşmış” yeni emek biçiminin kendisi devrimci bir emek biçimi değildir de nedir!
16.08.2024
Emekoloji Araştırmaları Kolektifi
Haluk Yurtsever, Bildiğimiz insanın 'aşılması' mı? 30.08.2024
#emek#emekoloji#marksizm#teknoloji#yabancılaşma#kapitalizm#felsefe#bilim#kuram#idealizm#metafizik#materyalizm#meta#feodalizm#emekdeğer#üretim#teknik#sanayikar#teknokar#teknoburg#robot#robotik#burjuvazi#proletarya#proletaryalist#icatçı#kullanıcı#soyut#somut#yöntem
0 notes
Text
https://x.com/insanokurx/status/1754198001327702208?t=7i2n9LWMrEzJOgLNntdLpw&s=09
Hegel Diyalektik Felsefesi
Hegel'in diyalektik felsefesi, öncelikle idealizm geleneğine dayanır. Bu geleneğin merkezinde, zihinsel gerçekliklerin maddenin ötesinde olduğu ve bilginin zihnin yapıları tarafından inşa edildiği fikri bulunur.
Hegel'in idealizmi, özellikle Alman idealizmi içindeki diğer filozoflar olan Kant ve Fichte'nin düşüncelerinden etkilenmiştir.
Hegel, Kant'ın "a priori" (saf bir düşünme bilimi) kavramını geliştirirken, gerçekliğin sadece duyular aracılığıyla algılanamayacağını ve zihnin kendi yapıları tarafından biçimlendirildiğini ileri sürmüştür.
Ona göre, gerçeklik zihinsel bir süreçtir ve bu süreçteki değişimler diyalektik yollarla gerçekleşir.
Diyalektik süreci, üç aşamalı tez-antitez-sentez modeline dayanır. Tez, bir fikrin veya durumun başlangıç noktasını temsil eder. Antitez, teze karşı çıkan veya onunla çatışan unsuru ifade eder. İki karşıt güç arasındaki çatışma, yeni bir sentezin ortaya çıkmasına yol açar. Bu sentez, tez ve antitezin birleşimi veya aşılmasıyla ortaya çıkar. Ancak Hegel'e göre, bu sentez, sadece önceki tez ve antitezin aşılması değil, aynı zamanda onların içsel çatışmalarının çözülmesi ve daha yüksek bir bütünlüğe doğru ilerlemesidir.
Hegel'in diyalektik felsefesi, düşüncenin ve gerçekliğin sürekli gelişimini ve ilerlemesini vurgular. Ona göre, gerçeklik zihinsel bir süreçtir ve bu süreçteki değişimler diyalektik yöntemle kavranabilir. Bu yaklaşım, Hegel'in felsefi sistemini ve tarih felsefesini oluştururken merkezi bir rol oynar.
Hegel Diyalektik Anlayışında Yer verdiği Olgular:
1-Tez:
Hegel'in diyalektik yönteminde başlangıç noktası tezdir. Tez, bir düşünce veya kavramın belirli bir durumunu ifade eder.
2-Antitez:
Teze karşı çıkan veya onunla çelişen bir karşıt görüş veya durum antitez olarak adlandırılır. Antitez, tezin karşıtı veya zıttı olan unsuru temsil eder.
3-Sentez:
Tez ve antitez arasındaki çatışma veya çelişki, yeni bir sentezin ortaya çıkmasına yol açar. Sentez, tez ve antitezin birleşiminden oluşan yeni bir durumu veya görüşü ifade eder.
4-Negatif Sonuç:
Diyalektik sürecin bir sonucu olarak, önceki tez ve antitezin aşılması veya aşılmasıyla ortaya çıkan yeni sentez, bir negatif sonuç da beraberinde getirebilir. Bu, daha önceki kavramların veya durumların geçerliliğini veya tutarlılığını sorgulamak için bir fırsat sunar.
5-Sürekli Gelişim:
Hegel'e göre, diyalektik süreç asla tamamlanmaz ve sürekli bir gelişim ve ilerleme süreci olarak devam eder. Yeni tezlerin ortaya çıkmasıyla, yeni antitezler ve sentezler de doğar, bu da felsefi düşüncenin sürekli evrimini sağlar.
Hegel'in diyalektiği, felsefi kavramların gelişimini ve değişimini anlamak için kullanılan bir modeldir ve onun düşüncesinin temelini oluşturur. Bu süreç, zihinsel kavramlarla sınırlı kalmayıp, tarih, toplum ve doğa gibi geniş alanlarda da uygulanabilir.
1 note
·
View note
Photo
Machiavelli Sözleri: Machiavelli felsefesi
Niccolo Machiavelli, 15. ve 16. yüzyılda yaşamış İtalyan siyasetçi, yazar ve düşünürdür. Devlet, siyaset, iktidar, ahlak ve tarih üzerine eserler vermiştir. En ünlü eseri Prens adlı kitabıdır. Bu kitapta, bir hükümdarın nasıl davranması gerektiğini anlatmıştır. Machiavelli’nin sözleri, günümüzde de etkili ve tartışmalıdır.
0 notes
Text
Tarih Felsefesi Ünite -12
İnsanlık Tarihi İnsanlık Tarihi İnsanlık Tarihi Üzerine Felsefi Bir İnceleme Giriş İnsanlık tarihi, yalnızca geçmiş olayların kronolojik sıralamasından ibaret değildir. İnsanlık tarihine felsefi bir bakış, tarihsel süreçlerdeki değerleri, kurumları, toplumsal yapıları ve insanlık durumunu daha derin bir şekilde anlamamıza olanak sağlar. Bu bağlamda, tarih felsefesi, insanlığın kökeni, varoluşu…
0 notes
Text
SANAT VE PSIKANALIZIN BULUSMASI DALI VE FREUD
Tarih 19 Temmuz 1938, Freud 81 yaşında ve Nazi işgalinden kaçarak Londra’ya gelmesinin üzerinden sadece birkaç hafta geçmişken, Dali de 34 yaşında sürrealist akımın kilit bir figürü olarak tanınmaya başladığı günlerdeyiz. Dali’nin lensiyle başlarsak, bilinçdışının yansımalarıyla ilgilenen bir sürrealist sanatçı olarak en derin bilgi kaynağı Freud’un eserleri olur, bir rivayet kendi meselelerine yanıt bulabilmenin merakıyla Freud hayranlığı daha da artar. Dali’nin bu noktada hayali Freud ile bir şekilde bir araya gelerek, onunla bilinçdışı, rüyalar ve narsisizm hakkında dolu dolu tartışabilmek olur. Birkaç kez bu amaçla Viyana’ya gitse de, Freud’un Viyana’dan ayrılmaya çalıştığı bir döneme denk geldiği için başarılı olamaz. Ancak Dali vazgeçmez ve araya ortak dostları Stefan Zweig’ı alır. Bu arada Freud Marie Bonaparte’ın desteği ile Londra’ya gelmiştir. Nihayet birkaç hafta sonra da Dali, Freud’u evinde ziyaret edebileceğini öğrenir. Çalışkan bir öğrenci tadında tartışmayı açacak Nergis Metamorfozu tablosunu ve konuyla ilgili yazdığı makalesini alarak buluşmaya gider. Dali’nin bu heyecanına ve özenine rağmen buluşmaları çok kısa sürer, Freud’dan beklediği ilgiyi görememesi neredeyse bir hayal kırıklığı olur. Yönetim Kurulunda Nergis Metamorfozundan başlayan bir sohbet yapalim...
çünkü Nergis Metamorfozu Dali’nin "paranoik-kritik" teknigi ile yapilmis ilk eseri olarak görülüyor..
+peki nedir bu teknik?
Dali'nin gerçeküstücü sanat akımında benimsediği ve geliştirdiği bir resim tekniğidir. Bu teknik, Dali'nin resimlerinde rüya benzeri imgeleri bir araya getirerek, bilinçaltının derinliklerini keşfetmeyi ve izleyicinin algısını sarsmayı amaçlar.
"Paranoik-kritik" terimi, Dali tarafından 1930'larda kullanılmaya başlanmıştır. Dali, paranoianın yaratıcılık üzerindeki etkilerini incelemiş ve bu etkiyi sanatında kullanmıştır. Ona göre, paranoik düşünce, gerçeküstücü sanatın araştırma alanını genişletir ve sıradışı, çelişkili ve karmaşık imgelerin ortaya çıkmasına olanak tanır. Dali'nin paranoik-kritik yöntemi, rasyonel düşüncenin sınırlarını aşarak, bilinçdışı düşünceleri ve kaygıları serbest bırakmaya dayanır. Resimlerinde farklı nesnelerin, figürlerin ve mekanların mantıksız bir şekilde bir araya gelmesi, Dali'nin bilinçaltını ifade etme amacını taşır. Bu yöntemle, Dali, izleyicinin bilinçdışına ve düş gücüne hitap ederek onu şaşırtmaya ve düşündürmeye çalışır. Dali'nin paranoik-kritik yöntemi, gerçeklikle oynayarak ve imgeleri deforme ederek sanatçının iç dünyasını ifade etme yoludur. Bu yöntem, rasyonel düşüncenin ve gerçeklik algısının dışına çıkarak, daha derin ve gizli anlamları araştırmayı hedefler. Ancak, Dali'nin "paranoik-kritik" terimini kullanması bazı eleştirilere de yol açmıştır. Eleştirmenler, Dali'nin bu terimi abartılı ve anlamsız bir şekilde kullandığını ve gerçek anlamda paranoiadan etkilenmediğini iddia etmişlerdir. Ayrıca, bazıları Dali'nin bu terimi pazarlama amacıyla kullandığını ve bir tür "sanatsal pazarlama stratejisi" olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sonuç olarak, Dali'nin "paranoik-kritik" yöntemi, sanatında bilinçaltının derinliklerini keşfetmek ve gerçekliği sorgulamak için kullanılan bir resim tekniğidir. Bu yöntem, rüyaların ve bilinçdışının imgelerini bir araya getirerek izleyicide şaşkınlık ve düşünce uyandırmayı amaçlar. Ancak, bu terimin bazı eleştirilere ve tartışmalara yol açtığını belirtmek önemlidir.
bir zamanlar kuzenimin (Chicaqo unv.felsefe hocasi Alptekin Sanli) davetiyle katildigim felsefe kulübündeki bir söylesi aklima geldi konu yanlis hatirlamiyorsam "Dali ve Freud felsefesi" idi bahse konu felsefe klubu ile ilgili animsamalarimi ve sonradan edindigim ogrenimlerim/okumalarim isiginda kisaca paylasmak isterim.. Dali, 20. yüzyılın önemli bir ressamıdır ve onun eserleri, gerçeküstücü akımın önde gelen örneklerindendir. Freud ise psikanaliz kuramının kurucusudur ve insan bilincinin ve davranışlarının anlaşılmasında derinlemesine çalışmalar yapmıştır. Dali ve Freud, farklı alanlarda çalışmalar yapsalar da bazı ortak noktalara sahiptirler. Dali, Freud'un psikanaliz teorisinden etkilenmiş ve eserlerinde bilinçaltının derinliklerine yönelik araştırmalara yer vermiştir. Rüyalar, cinsellik ve bilinçaltı gibi Freud'un önemsediği konular, Dali'nin resimlerinde sık sık görülen motiflerdir. Dali'nin "paranoik-kritik" yöntemi, gerçeküstücü resimlerinde rüya benzeri imgeleri bir araya getirerek bilinçaltını ortaya çıkarmayı amaçlar. Bu noktada, Dali'nin resimlerindeki sembolizm ve Freud'un psikanalizindeki sembolik dil arasında bir benzerlik olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, Dali'nin "yeniden yorumlama" ve "deforme etme" gibi resim teknikleri, Freud'un "bilişsel çarpıtmalar" ve "savunma mekanizmaları" gibi kavramlarıyla da ilişkilendirilebilir. Her ikisi de gerçekliği sorgulayan ve bilinçaltının derinliklerini keşfetmeye çalışan bir yaklaşım sergilemişlerdir. Ancak, Dali ve Freud arasındaki felsefi yakınlık aynı zamanda eleştirilebilir. Bazı eleştirmenler, Dali'nin bilinçaltı temalarını sadece spekülatif bir şekilde kullanmakla suçlamış ve gerçek anlamda Freud'un teorilerini anlamadığını iddia etmişlerdir. Ayrıca, Dali'nin sanatsal ifadesi ve Freud'un bilimsel yaklaşımı arasında bazı temel farklılıklar olduğunu unutmamak gerekir. Sonuç olarak, Dali ve Freud arasında belirli bağlantılar ve benzerlikler bulunmaktadır. Dali'nin resimlerindeki sembolizm ve bilinçaltıyla ilgili motifler, Freud'un psikanaliz teorisiyle uyumlu görünebilir. Ancak, bu ilişkiyi tam anlamıyla bir felsefi yakınlaşma olarak değerlendirmek yerine, Dali'nin Freud'dan etkilendiği ve psikanaliz konularını resimsel ifadesinde kullandığı şeklinde görmek daha doğru olabilir...
Dali 20’li yaşlarında Freud okumaya başlıyor ve bitmeyen bir tutkuyla ona ulaşmaya çalışıyor, bu çabayı görmek bile çok heyecan verici..
3 notes
·
View notes
Link
İktidara yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak’ın yazarlarından Yusuf Kaplan Hitit Üniversitesi ve Çorum Belediyesi ev sahipliğinde düzenlenen Medeniyet Tasavvuru Okulu’nun Tarih Felsefesi ve İbni Haldun Kampı’nda bir konuşma yaptı. Türkiye’nin eğitim sistemini eleştiren Kaplan hedefine tekrar laikliği koydu. Kaplan “Türkiye’nin zihnine pranga vurulmuştur. Laiklik prangası vurulmuştur. Anayasa’nın ilk 4 maddesinin esprisi budur, laikliktir. Değiştirilmesi bile teklif edilemez bir laiklik algısıdır. Böyle bir rezalet yok" dedi.“LAİKLİK KUTSAL İNEK Mİ?”Kaplan, "Bu insanları aptal yerine koymaktır. Akademiyi, entelektüel hayatı aptal yerine koymaktır. Laikliğin anavatanında bile böyle bir şey olamaz bunu kabul etmezler. Laiklik kutsal inek midir kardeşim? Dokunulmaz kutsal inek mi böyle bir şey var mı ya? Bunu nasıl dayatırsınız?“LAİKLİĞİ DOKUNULMAZ YAPMAK TOPLUMU GERİZEKALI YERİNE KOYMAKTIR”Bir şekilde devleti laik yapmışsın kurumları laik yapmışsın tamam buna itiraz etmiyorum ama bunu laikliği tartışılmaz, dokunulmaz hale getirmek bu toplumu aptal yerine koymaktır, geri zekâlı yerine koymaktır. Ve köleleştirmektir. Bunu üniversitede söylüyorum hakikaten bu üniversitenin çocuklarına yazık” sözleriyle tepki çekti.Kaplan daha önce de "Laikler beyinsiz adamlar. Beyin özürlü, beyin özrü olmasa laik olmaz zaten" ifadelerini kullanmıştı.CHP’DEN TEPKİ GELDİCumhuriyet Halk Partisi (CHP) Çorum Milletvekili Mehmet Tahtasız, Kaplan'ın söz konusu ifadelerine tepki gösterdi. Tahtasız “Zihnine pranga vurulan, düşünceleri ve kalemi örümcek bağlayan bu sözde yazarı kınıyorum. Laiklik karşıtı olduğunu bildiğimiz bu kişilerin içindeki cerahatı öğrencilere akıtması asla kabul edilemez. Anayasa’nın ilk dört maddesini çirkin sözlerle eleştiren ve laiklik kavramını kutsal ineğe benzeten bu kişi hakkında o gün ses çıkarmayan Hitit Üniversitesi ve Çorum Belediyesi’nin geç kalmış olsa da gerekli adımları atmasını bekliyoruz” dedi.
0 notes
Video
youtube
Binlerce yıllık Türk ve Müslüman şehri Trabzon'un Fatih Sultan Mehmet tarafından son kez Türk yurdu yapılışının, Bizans-Pontus hayallerinin ilelebet bitirilişinin 562. yıldönümü kutlu olsun!
15 Ağustos'ta, Sümela Manastırı'nda yapılması planlanan; “Meryem Ana Yortusu Ayini” için Müstafi Amiral Cihat Yaycı'dan son uyarı:
Maçka ilçesi sınırları dahilinde bulunan, geçmişte küçük bir alan kapsayan bir sığınma yeri olarak yapılan manastır, amacı dışına çıkartılarak, adeta Ortodoks merkezi konumuna getirildi!
15 Ağustos Trabzon'un fetih gününe gelecek şekilde ayarlanan bu sözde ayin ve beşinci kol faaliyetleri "Trabzon, Pontus’tur" mesajı vermek için yapılıyor!
Fener Rum Metropolitliği'nin (Patrikhane) Sümela Manastırı'nda Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethettiği 15 Ağustos gününde ayin yapmasına izin verilmemelidir!
Bir Müslüman Türk şehri Trabzon’da bu ayinin yapılması Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi ve Lozan Antlaşması hükümlerine aykırıdır!
Bu ayin iptal edilmezse hem Lozan ihlal edilir hem de ecdadımızın kemikleri sızlar!
Umuyoruz hata üstüne hata yapılıp bir de bu sözde ayine Türkiye Cumhuriyeti'nden Bakan seviyesinde katılım olmaz!
Lozan Antlaşmasına göre İstanbul Fatih Kaymakamlığı'na bağlı Fener Rum Metropoliti'nin muhataplığının bakan seviyesine çıkarılması da Lozan Antlaşması'nın ihlalidir!
Ekümeniklik, Megali İdea'nın paslı hançeridir!
Kendi elimizle bunu yapmayalım! Ülkemizi dış müdahalelere açık hale getirmeyelim!
Korkum şudur ki; "Kürt sorunu" adı altında Güneydoğu sorunu gibi şimdi de "Pontus" adı altında bir Karadeniz sorunu hazırlanmaktadır!
Fetih gününde Trabzon'da yapılmak istenen bu ayin ve yıllardır süregelen girişimler "Pontus Cumhuriyeti" için hazırlanan kuluçkalardır!
Trabzon’un milli varlığını, bölgesel kimliğini kırma teşebbüs ve çabasında bulunan herkes, turizmi bahane edenler dahil ayrım gözetmeksizin toplum ve tarih önünde suçludur!
Eğer Sümela'da ayine izin verilecekse; bu yıldan başlayarak her yıl 30 Ağustos’ta Atina'da sergi salonu yapılan tarihi Fethiye Camii’nde (Fatih Sultan Mehmet’in Atina’yı Osmanlı topraklarına katması şerefine inşa edilen) başta Fatih Sultan Mehmet Han ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm Kurtuluş Savaşı ve Balkan Savaşları şehit ve gazilerimiz için Diyanet İşleri Başkanımız başkanlığında, Kur'an-ı Kerim tilaveti ve Mevlid-i Şerif okunması gibi dini merasimlerin yapılması sağlanmalıdır!
https://youtu.be/vjDPsgYyngE
0 notes