#türkler Türkler Türk Türk Dilleri
Explore tagged Tumblr posts
Text
''Ulusumuz, bağımsızlığına vurulan darbeler ve varlığında açılan yaralar karşısında gözyaşları döküyordu. Dostla düşmanı ayırt edemeyecek bir duruma getirilmişti... Karar verildi, hareket başladı, artık maskeler atıldı. Türkiye parçalanacak. Türk halkı köle, aşağılık, sefil ve perişan edilecekti. Amaç bu idi. Bu acımasız amaca ulaşmak için akla ve hayale gelmeyen her türlü yola başvuruldu. Özellikle Batı'nın kimi hükümetleri, kimi politika adamları bunun böyle olmasında diretiyorlardı.Hala da diretiyorlar. Bu biçimdeki davranışlarını dünyaya hoş göster-mek ve hatta kendi uluslarının gözünden gizlemek için başvurmadıkları yöntem kalmadı. Her türlü yalan dolanı kullandılar. Türkler vahşidir,acımasızdır uygarlığın gereklerini benimsemeye yatkın değildir dediler.Asıl vahşi, acımasız ve saldırgan olan, ortaya attıkları iddiaları dilleri-ne dolayarak dünya kamuoyunu aldatmaya çalışan kendileriydi. Başa-racaklarını sandılar. Çünkü Türkiye'nin yaşama gücünü tümden yitirdi-ği kanısındaydılar. Ama tam anlamıyla aldandılar. Gerçek şudur; kafa-larında bir takım hırslı duyguları kaynaştıranların, gerçek dışı zanlarlagerçeği değiştirebilmeleri mümkün değildir. Bugüne kadar yeryüzünde bunu yapabilen olmamıştır."
Uluğ Başbuğ ATATÜRK
Atatürk'ün söylev ve demeçleri sayfa 35,36
1 note
·
View note
Photo
Bu hareketi yapan pilot albay vecihi iyigun terörist öldürmekten tutuklanan bir komutanımdır. Kendisini minnetle aniyorum. ÇILGIN TÜRKLER Yıl 1990 Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Sikorsky S-70 model helikopterleri ilk kez teslim alıyor. Teslimat sırasında ya da sonrasında Sikorsky mühendisleri, S-70 modelinin loop hareketini yapamayacağı uyarısında bulunuyorlar. TSK içerisindeki pilotlar da bu hareketin bu modelle de mümkün olduğunu söylüyor. Sonrasında mühendis cevap veriyor ''bunu ben çizdim, mümkünatı yok yapamaz, İmkansız ''. Türk Pilotları ise Skorsky Yetkililerine gülüyorlar ve yaparız şeklinde iddialaşmaya başlıyorlar. Daha sonrasında askeriyenin üst makamları ile de bu konuşuluyor ve bu iddia teste tabi tutuluyor. Sonucu mu : Hakikaten Sikorksy S-70'e takla attırıyorlar havada, skorsky şirketinin yetkililerinin dilleri tutuluyor şaşkınlıktan bir süre konuşamıyorlar. Ancak sonrasında maruz kaldığı stresten ötürü helikopter bir daha dikiş tutturamıyor.Ancak deneyden sonraki helikopterin yerine de sıfır bir helikopter gönderiliyor Bu yaşanan olaydan sonra Sikorsky mühendisleri bunu nasıl yaptıklarını soruyorlar ve şu cevabı alıyorlar: "Biz Türk Askeriyiz Türk Jandarmasıyız". Bu olaydan sonra yukarıda gördüğünüz fotoğrafı Sikorsky şirketi S-70'lerin tanıtımı için kullanmaya başlıyor,Satış yapılan Tüm ülkelere bu fotoğraf gösterilip bir nevi hava atılıyor. ''Alıcı ülkeler bu hareketi yapan pilotu soruyorlar, bunu bu şekilde kim yaptı nasıl bu şekilde takla atabildi diye'' yetkililer her defasında şu cevabı veriyorlar '' Nasıl yaptıklarını bizde bilmiyoruz tek bildiğimiz Onlar Türk'ler.. Eski Van İl Jandarma Alay Komutanı olan Jandarma Pilot Albay vecihi İyigün anısına https://www.instagram.com/p/CpsmAWpL8o7EbmSlBElYSDrBLuWsTJBUt7-ooY0/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Video
youtube
KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DİLLERİ (LEHÇELERİ) SÖZLÜĞÜ (AHMET BİCAN ERCİLASUN)
0 notes
Text
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KÜRT SORUNU
Kıymetli okuyucularımız bu hafta makale değerlendirmesi köşemize “Geçmişten Günümüze Kürt Sorunu ” başlığı altında yazılmış olan değerli bir makaleyi konuk alıyoruz. İnsanoğlu yaşamını devam ettirmek için başka insanlara ihtiyaç duyar. Bu yönüyle sosyal bir varlık olduğunu ortaya koyar ve bu sosyalliği çeşitli bağlar kurarak gerçekleştirir. Müslüman olan bir insan için bu bağ İslam bağıdır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala Hucurat Suresi 10. Ayette “Mü'minler ancak kardeştirler.” buyurmaktadır. Ancak üst kimliği Müslümanlık olmayan insanlar ise bu bağları çeşitli ideolojiler, izmler, menfaat veya soy birliği vb üzerine kurmuşlardır. Bunlar toplumda insanların ayrışmasına hatta bazılarının ikinci sınıf insan muamelesi görmelerine sebep olmaktadır. İslam yeryüzüne hakim olduğundan beri dilleri, renkleri, ırkları gözetilmeksizin Allah’a ve Resulüne itaat edenler tek bir millet saymıştır. Ancak İslam Devleti içinde barınan özenti Müslümanlar batıya özenip ırkçılık sistemini inanların zihnine entegre ettikten sonra birinci sınıf ırk ve ikinci sınıf ırk ayrışmaları oluşmuştur. Anadolu topraklarında kurulan Türkiye' de ise jön türkler önderliğinde türk – kürt ayrımcılığı oluşturulmuştur. Kürtler hala dillerinden ve kültürlerinden uzaklaştırılarak çeşitli yasaklar konarak ve teröristlikle suçlanarak zulüm görmektedirler. Yazarımız ise makalesinde şunları dile getirmektedir: “Yapılan araştırmalara dayanarak bu bozuk ve bölücü fikir ve davranışların Cumhuriyetin ilanı ile ortaya çıkarıldığını ya da çıkarılmaya çalışıldığını söylemek mümkündür. Kürtler, Türkiye toplumunda genel olarak PKK’lı ve terörist olarak algılanmaktadırlar. Bu yüzden Türklerin çoğu Kürtleri sevmemeyi tercih etmektedirler. Oysa bu bakış açısı oldukça yüzeysel bir bakıştır. Olaya İslam akidesi nazarıyla baktığımızda Kürtler de diğer ırklardan olan Müslümanlar gibi gayet samimi, ihlaslı ve özverili Müslüman kardeşlerimizdir.” Ülkemizde durum bundan ibaret iken hala daha soy birliğini savunmak gerçekten akli konuda sıkıntıların varlığına işaret etmektedir.
Rabbim cümlemize tüm bağların en üstünü olan İslam bağı ile bağlanmayı emreden Raşidi Hilafet devletinin altında yaşamayı nasip etsin. Amin…
#islamiyet#allah#islam#la ilaha illa allah#allahuekber#ayet#tevhid#hadisler#hilafet#islam devleti#müminler#mümine#mümin#allah rızası için#allahım#hakimiyet#hakikat#hak#devlet#siyaset#siyasal#siyasi#kürtçe#türk#türk milliyetçiliği#türkiye#ayetelkürsi#ayeti kerime#bir ayet#ayetler
4 notes
·
View notes
Video
tumblr
28 Ekim 1923. 94 sene önce, bugün. Mustafa Kemal'in Çankaya köşkünde arkadaşlarına “yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz” dediği dakikalarda…
*
10 bin kilometre uzakta, New York yakınlarındaki Elmira şehrinde bir evde, 10 yaşında bir çocuk, babasının daktilosunun başına oturmuş, o çocuksu heyecanıyla mektup yazıyordu.
*
“Gazi Mustafa Kemal Paşa, Angora, Türkiye… Sayın efendim, ben 10 yaşında Amerikalı bir çocuğum, Türkiye ve yeni hükümetine büyük ilgi duyuyorum. Siz ve bayan Kemal hakkında bir röportaj okudum. Türkiye hakkında bir defterim var. Şimdiden siz ve bayan Kemal hakkında birçok yazı ve resim topladım. Lütfen bir Amerikalı çocuğa küçük bir not ve imzalı fotoğrafınızı gönderin. Bir gün Türkiye'yi görebileceğimi umut ediyorum, saygılarımla, Curtis LaFrance.”
*
28 Ekim 1923 tarihli bu mektup, 27 Kasım'da Ankara'ya ulaştı. Mustafa Kemal okudu, çalışma odasına gitti, oturdu, cevap yazdı.
*
“Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti, hususi… Mister Curtis LaFrans'a, Ankara… Mektubunuzu aldım. Türk vatanı hakkındaki alaka ve temenniyatınıza (iyi dileklerinize) teşekkür ederim. Arzunuz vechiyle bir adet fotoğrafımı leffen (ilişikte) gönderiyorum. Amerika'nın zeki ve çalışkan çocuklarına yegane tavsiyem, Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazarıyla bakmayıp, kanaatlarini mutlaka ilm ve esaslı tedkikata (hakkıyla anlayıp, araştırmaya) isnad ettirmeye (dayandırmaya) bilhassa atf-ı ehemmiyet (önem) eylemeleridir. Hayatta nail-i muvaffakiyet ve saadet olmanızı temenni eylerim. Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal”
*
10 yaşındaki Curtis, Amerikan bağımsızlık mücadelesinin kahramanı, yeni kıtaya özgürlük fikrini aşılayan Fransız aristokrat Lafayette'in soyundan geliyordu. Fransız devriminin en güçlü karakterlerinden biri olan Lafayette, Amerikan bağımsızlık savaşı patlak verince Philadelphia'ya gitmiş, İngilizlere karşı Amerikalıların safında yeralmış, general olmuş, George Washington'la beraber İngilizleri söküp atmış, “iki dünyanın kahramanı” ilan edilmişti.
*
İşte böyle bir adamın soyundan gelen Curtis, özgürlük, bağımsızlık hikayeleriyle büyümüştü. O küçücük yaşına rağmen “bağımsızlık” kavramının, dünyadaki en saygın yaşam biçimlerinden biri olduğunu biliyordu. Amerikan gazetelerinde Türk Kurtuluş Savaşı'yla alakalı haberleri okumuş, The Saturday Evening Post dergisinde yayınlanan Mustafa Kemal röportajını okumuş, okudukça hayran olmuş, yeni kurulan şehir “Angora”yı çok merak etmiş, ulaşır mı ulaşmaz mı, ciddiye alınır mıyım alınmaz mıyım diye düşünmeden, 28 Ekim 1923 akşamı yukardaki mektubunu yazmıştı.
*
75 sene geçti…
*
Tamı tamına 75 sene boyunca Türkiye'nin haberi olmadı.
*
Çünkü, Mustafa Kemal bu mektubu, fırsattan istifade propaganda için, Türkiye Cumhuriyeti'nin reklamı olsun diye yazmamıştı. Ne gazetelerin haberi olmuştu, ne de Amerikan konsolosluğuna duyurulmuştu. 10 bin kilometre uzaktaki 10 yaşındaki bir çocuğun samimi duygularına, samimi bir cevap vermişti, hepsi buydu.
*
Curtis büyüdü, Yale Üniversitesi'nde okudu, makine mühendisi oldu, Columbia Üniversitesi'nde işletme yüksek lisansı yaptı, Çek cumhuriyetine gitti, Prag'ta Charles Üniversitesi'nde Slav dilleri üzerine eğitim alırken, ikinci dünya savaşı çıktı, ülkesine döndü, aile şirketinin başına geçti, fabrika kurdu, itfaiye kamyonları üretti, Avrupa'dan Afrika'ya onlarca ülkeye ihracat yaptı, çok zengin bir işadamı oldu, Newport Sanat Müzesi'nin, Tarih Kurumu'nun, Newport Müzik Festivali'nin, Redwood Kütüphanesi'nin en büyük sponsoru oldu, “yılın hayırseveri ödülü”nü aldı.
*
85 yaşındayken, ABD'de yaşayan Saliha Sulander isimli Türk vatandaşıyla tesadüfen tanıştı, sohbet sohbeti açınca, Mustafa Kemal'in kendisine yazdığı mektuptan bahsetti. Saliha hanım kulaklarına inanamıyordu, acaba ben mi bilmiyorum diye araştırdı, hayır, mektuplaşmadan kimsenin haberi yoktu. Aslına bakarsanız, Amerikan Life dergisi 1959'da bu mektupları yayınlamıştı ama, dünyadan haberi olmayan sayın Türk basınının haberi olmamıştı. Saliha Sulander derhal Türk büyükelçiliğine gitti, bu mucizevi tesadüfü anlattı. Elçilik görevlilerimiz Curtis'e ulaştı, mektup incelendi, netleştirildi, Ankara haberdar edildi.
*
Sene 1998… Bülent Ecevit'in talimatıyla, kültür bakanımız İstemihan Talay tarafından Türkiye'ye davet edildi.
*
Curtis, kızıyla birlikte Ankara'ya geldi. “Polatlı diye bir yer olduğunu biliyorum, resmi davetlerden önce Polatlı'ya gitmek istiyorum” dedi. Herkes merak etti tabii, hay hay gidelim ama, niye? Meğer, Curtis henüz iş hayatına yeni başladığı dönemde Polatlı belediyesi'ne itfaiye aracı satmıştı iyi mi… Gittiler Polatlı'ya, 40 sene önce sattığı itfaiye aracı hâlâ kullanılıyordu.
*
1960'tan itibaren Türkiye'ye defalarca gelmişti, Ankara'yı İstanbul'u İzmir'i gezmişti, tekneyle Ege ve Akdeniz kıyılarımızı dolaşmıştı. Anıtkabir'i ziyaret etmiş, kendisine ömrü boyunca ilham veren Atatürk'ün kabri başında saygı duruşunda bulunmuştu.
*
Bu defa, Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi davetlisi olarak Ankara'daydı. “Hayatımın en duygulu anını yaşıyorum” dedi. Mustafa Kemal'in kendisine gönderdiği mektubu, Anıtkabir müzesinde sergilenmek üzere Türkiye'ye armağan etti.
*
Anıtkabir'deki törende kısa bir konuşma yaptı. “1938'te Atatürk'ün öldüğünü duyduğumda 25 yaşında bir delikanlıydım. Niye ağladığımı kimse anlamamıştı” dedi.
*
2012'de… 99 yaşındayken gözlerini yumdu.
*
Curtis'in hayatını araştırırken, tam bu noktaya geldiğimde, inanın ben de şu an sizin hissedeceklerinizi hissetmiş, inanılmaz tesadüf nedeniyle gözyaşlarımı tutamamıştım… Curtis'in uykusunda vefat ettiği gece, 10 Kasım'dı!
*
Ve, bugün 29 Ekim. Amerikalı çocukların ilham aldığı, görmek için can attığı Cumhuriyet'ten, Amerika'ya vizeyle bile gidemeyen cumhuriyete nasıl savrulduğumuzu tekrar tekrar düşünmenin vaktidir.
728 notes
·
View notes
Photo
Nihal ATSIZ, Ötüken, 23 Temmuz 1966, Sayı: 31 – 32
Tarihimizin bazı büyüklerine karşı saygısızlıkta bulunmak, yahut Türk ırkının şu veya bu bölümlerini birbirine düşman saymak gibi yanlışlıklar sık sık yapılmaktadır. Bunların arasında en yaygını Çengiz ve Temir düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı yapanlar arasında Şarlman”la Şarlken”i birbirine karıştıran felsefeciler bulunduğu gibi tarihçi geçinenler de vardır.
Bu tarihçi geçinenlerden biri Türk soyunun güzelliği hakkında yazdığı bir gazete makalesinde yine dinî taassup sebebiyle Çengiz ve Temir”den “mahlûkat” diye bahsederek onların sarı “Moğol” ırkından olduğunu Türklerin ise beyaz ırkın mümessili olduğunu ileri sürdü.
Artık ilmî bir değeri kalmayan bu eskimiş sarı ırk, beyaz ırk tabirleri yanında muharririn Çengiz ve Moğollar hakkındaki son neşriyattan da habersiz olduğu, bu yazıları kırk yıl önceki ilmin kırıntılarıyla yazdığı anlaşılmaktadır.
Burada tafsilâta girişerek, bazı gençlerin sorularını cevaplandırmak üzere, şimdiye kadar varılan ilmî sonuçların özetini vereceğim:
1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollar”a (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollar”la dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarlar”ın da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun”lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylar”dır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.
3- Fakat Çengiz”in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasî bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.
4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarlar”ı, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.
5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türkler”le Moğollar”ın ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.
6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçe”siyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşah”la birlikte Anadolu”ya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.
7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicrî 843”te yazılıp tarafımdan yayınlanan bir tarihî takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihî Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi). Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye”de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türk”e düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türkleri”ni veya Tatarlar”ı yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını millî bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumî bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, batılılara karşı da gösterilirdi.
8- Türkler”le Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türk”tü. Çengiz”in Türklüğü tarihî geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941”de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66) Çengiz Kaan”ı 1221”de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz”in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler”den inen büyük bir uruktur. Çengiz”in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengiz”in aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçe”de “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.
Çengiz”in ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengiz”in oğullarından Çağatay ve Ögedey”in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
9- Aksak Temir Bek”in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir”in Türklüğüne engel değildir. Temir”in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir”in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir”in anadili de Türkçe”dir.
10- Ne Çengiz ne Temir Bek, Aryanî tipinde değildi. Klâsik Türk tipi bazı sahtekârların iddia ettiği gibi Hind Avrupa tipi olmayıp Çinlilerle Aryanîler arasında orta bir tiptir. Mezarlardan çıkan kafatasları, eski heykeller, eski duvar resimleri ve tarihî tavsifler bunu gösterdiği gibi Arap ve Fars şiirlerinde de çekik gözlü Türk güzellerinin övülmesine dair birçok örnek vardır. Milâdî 1114”te, yani daha Çengiz”in ve Moğollar”ın ortaya çıkmasından ne kadar önce ölmüş olan Zemahşerî”nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın:
“O ne kutlu bir gündü ki Yâfes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.”
11- Oğuzlar”ın da vaktiyle tam klâsik Türk tipinde olduklarının en büyük delili daha Selçuklu devleti kurulmadan önce ölmüş bulunan Mes”ûdî”nin kaydıdır. Mes”ûdî “Oğuzlar çekik gözlüdür. Fakat onlardan daha çekik gözlü olanlar da vardır.” demektedir. Genellikle Oğuzlar”ın torunları olan bugünkü Türkiye Türkleri”nin arasında da bu tipin tam veyâ biraz değişik örnekleri çok sayıda göze çarpmaktadır.
13- Son zamanlarda Kül Tegin anıtının bulunduğu yerde keşfedilip Kül Tegin”e ait olduğu iddia edilen heykelin tipi arkaik Orta Asya tipidir. Herhalde Kül Tegin”in veya Gök Türkler”in de “Moğol” olduğu iddia edilemez.
14- Selçukluların İranlı saray şairlerinden “Dih Hudây Ebu”l-Ma-âlîyi”r Râzi” Selçuk sultanının sarayındaki Türk kölemenlerden bahsederken şöyle demektedir: “Hepsi Kırgız ve Çin kökünden olan servi boylular, hepsi Yağma ve Tatar tohumundan olan gül yüzlü güzeller. Aralarında gümüş çeneli Oğuz ve Kıpçak güzelleri, mis yüzlü ve ay gibi Kay ve Kimekler de var. Tanrım, bu Türk çocukları ne güzel şeyler ki onlara bakan insanın gözleri bahar gibi olur.”
Buradaki Çin”den maksat uzakdoğu Türkleri ve belki de Moğollardır. Tatarlar”ın Yağmalarla birlikte gül yüzlü güzeller olarak gösterilmesi onların su katılmamış Türklüklerine en büyük delildir.
15- Bugün özellikle “Tatar” denilen Türkler Kazanlılarla Kırımlılardır. Kazanlılar eski Bulgar Türklerinin, Kırımlılar da Kıpçakların torunlarıdır. Yani bugün siyasî ve hatta coğrafi bir anlamı olan Tatar kelimesini bir Moğol uruğu, yahut Türk”ten başka bir şey diye düşünmek imkânsızdır.
Bu şartlar içinde Türk tarihinin iki büyük şahsiyeti olan Çengiz Han ile Temir Bek”i Türk”ten gayrı ve hele Türk düşmanı olarak görmek, göstermek ve düşünmek tarihi tahrif etmekten başka bir şey değildir. Özellikle Tatar kelimesini Moğol veya gayrıtürk bir millet anlamında kullanmak hiçbir şey bilmemek demektir.
Türkler, Türk tarihinin birinci sınıf insanlarından bazılarını tenkit etmek, beğenmemek, sevmemek hakkına maliktirler. Fakat hanedanlar arasındaki rekabetler dolayısıyla bunlardan birini tutarak onun hasmını millî düşman diye ilan edemezler. Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur.
Türkler”den bazılarını millî düşman diye göstermek hem tarihi değiştirmek, hem de yarınki Türk birliğini baltalamak olur. Bu baltalama, tarihî düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir.
#cengiz han#timur#moğollar#türkler#tatarlar#kırım#türkiye#türk#nihal atsız#atsız#hüseyin nihal atsız#türkçülük#türkçü#anlamlı yazılar#anlamlı sözler#anlamlı cümleler#atatürk#mustafa kemal atatürk#ırkçı türkiye#ırkçılık#milliyetçilik#vaktiyle bir atsız varmış#gök türk#emir timur#timurlenk#çingiz
37 notes
·
View notes
Text
BİR OSMANLI KİMLİĞİ: RUMİLİK
Bir süredir ‘Türk’, ‘Türklük’ ve ‘Türkiye’ gibi terimlerin tarihçesini anlatıyorum. Bu haftaki yazım bu sözcüklerin ‘milliyetçilik çağı’ öncesine ilişkin. Böylece, geç de olsa “Türkler Mu’dan mı, Ergenekon’dan mı?” (11 Mayıs 2008, Taraf) başlıklı yazımda verdiğim bir sözü, akademisyen tarihçi Salih Özbaran’ın “Osmanlı İmparatorluğu bir Rum imparatorluğu muydu?” diye özetlenebilecek ilginç tezinden bahsetme sözümü de yerine getirmiş olacağım.
Türk adını Allah mı verdi
11. yüzyılın son çeyreğinde yazılmış Divan-ü Lügati’t Türk adlı eserin yazarı Kaşgarlı Mahmud, Türkler hakkındaki bir hadisten söz ederek şöyle der: “Allah’ın devlet güneşini Türk burcundan doğdurduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin dairelerini döndürmüş bulunduklarını gördüm. Allah onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin yularını onların eline verdi. Onlarla birlikte çalışanları, onlardan yana olanları aziz kıldı. Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülerin, ayak takımının şerrinden korudu. Oklarının isabetinden kurtulmak için aklı olana düşen vazife, bu adamların tuttuğu yolu tutmaktır. Derdini dinletmek ve Türklerin gönlünü almak onların diliyle konuşmaktan başka yol yoktur...”
Orta Asya’dan Rum ülkesine
“Ben Türklerin en açık konuşanlarından, en zekilerinden, mızrağı en keskin olanlarından biriyim” diyerek Türk olmaktan duyduğu gururu tekrarlayan Kaşgarlı Mahmud şöyle devam eder: “Türkler aslında 20 boydur. Bunların her bir boyun birçok oymakları vardır ki sayısını ancak Allah bilir. Ben bunlardan kök ve ana boyları saydım. Oymakları bıraktım. Yalnız herkesin bilmesi için gerekli olanı, Oğuz kollarını (...) yazdım. Bundan başka Rûm yakınından doğuya [Çin’e] doğru –müslim ve gayrımüslim- her boyun olduğu yeri de bildirdim” der ve Türk boylarını saymaya başlar.
Kaşgarlı Mahmud’un bu satırları yazdığı yıllarda, 24 boydan oluşan Oğuzların bir bölümü, Orta Asya steplerini geçerek Kaşgarlı’nın ‘Rûm’ dediği bölgeye doğru akın etmektedirler. Neresidir bu ‘Rûm’ ülkesi derseniz, tahmin edeceğiniz gibi, “Doğu Roma’nın varisi Bizans ülkesinin çekirdeğini oluşturan Anadolu’dur” derim.
Haçlı Seferleri’nin katkısı
Nitekim Türk boylarının gelmelerinden itibaren, Bizans belgelerinde Tourkoi (Türkler) ve Türkie (Türkiye): Papalık belgelerinde ise barbarorum Turci (barbar Türkler) gibi terimler boy gösterir. Kutsal Roma-Germen İmparatoru Frederich Barbarossa komutasındaki Birinci Haçlı Seferi’ne katılan bir papaz Antakya civarındaki savaşlardan sonra 11 Ekim 1098’de günlüğüne şöyle not düşer: “Her yerde Türkler.” Yüz yıl sonra, bu seferi anlatan Guillaume de Tyr, “Türklerin egemenlikleri altındaki Turquia’dan söz eder. 1228-29 yıllarında bir başka Haçlı şövalyesi, Bavyeralı şair Tannhäuser, Haçlı Seferi Şarkısı’nda [Kreuzfahrtlied] şöyle yazar: “Sert esiyor rüzgârlar/ Yüzüme karşı barbarlıktan/ Sert ve can yakıcı esiyorlar/ Türkiye [Türkei] tarafından...”
1260’larda Konstantinopolis’ten ve Anadolu’dan geçen Marko Polo, seyahatnamesinde şöyle der: “Türkmen ilinde üç çeşit insan yaşar. Biri Türkmenlerdir ki bunlar Muhammed’e taparlar, basit insanlardır ve kaba dilleri vardır. Dağlarda ve vadilerde yaşarlar ve hayvancılıkla geçinirler; çok kıymetli atları ve büyük katırları vardır. Öteki şehirlerde ve kalelerde yaşayıp ticaret ve sanatla uğraşan Ermeni ve Rumlardır...”
Gerçekten ‘Etrâk-ı bî-idrak’mı
Burada bir parantez açalım: Osmanlı’nın aslında Türk olmaktan hoşnut olmadığı, Türkleri aşağı gördüğünü ileri sürenler haklı mı? Buna cevap vermek kolay değil.
Örneğin, erken dönem Osmanlı tarihinin en önemli eseri olan Âşıkpaşazade’nin (ö. 1481) Tevarih-i Âli Osman adlı eserinde Türk terimi sık sık kullanılır. Âşıkpaşazade, Türklerin Anadolu’ya nasıl geldiklerini anlatırken “Yafes neslinden göçer Türki kendülere sened edindiler. Ol sebepten Arab’a galip oldular” der. Yeniçeriliğin kökenini anlatırken “Bunları Türk’e verelim. Türkçe öğrensinler. Bunları dahi çeri edelim dedi. (...) Tamam ki Müsülman oldılar, Türk bunları nice yıllar kullandılar. Andan kapuya getirdiler. Akbörk geydürdiler. Adın ezelçeri iken yeniçeri kodılar” der. Dikkat edilirse, bu ifadeler de Türkleri ne yeren ne de öven bir yan vardır. Ancak, Sultan Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa’nın Trakya bölgesini nasıl bir adaletle yöneterek halkının gönlünü kazandığını anlatırken, halkın “Nolaydı kadim zamandan bunlar bize beg olalar idi... Ve çok köyler bu Türk kavmını gördiler. Müsülman oldılar” dediğini kaydetmesinde olduğu gibi övücü atıflar da yapar.
Türk beğinin oğlu
1480’de tamamlanan Vâkı’ât-ı Sultan Cem adlı eserde, babası Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra ağabeyi (II.) Bayezit’le girdiği taht kavgasından sonra Avrupa’ya sığınmak zorunda kalan Cem Sultan’dan “Türk beğinin oğlu” olarak söz edilir. Buradaki ‘Türk’ sözcüğünün coğrafi bir imleme olduğu anlaşılır ancak Cem’in kendinden ‘Türk’ olarak bahsetmesinden bakılırsa, Cem için, Türk olmak övünülecek bir şeydir.
Yine Cem Sultan’ın isteği üzerine Ebu’l hayr-ı Rûmi’nin derlediği Saltukname’de, bugün iddia edildiğinin tersine bir durum vardır. Çünkü Türk sözcüğü ‘Müslüman’ ve ‘Gazi’ yerine kullanılır. Örnek verelim: “Bir gün Kefe diyarında bir gazi vardı. Tatar idi. Adına Kara Davud dirlerdi. Seyyidden sonra çok gazalar ve erlikler eylemişdür (...) Geldük çün Kara Davud ol hinde yiğit idi. Seyyid’e hizmet iderdi. Bazılar Türk’ten idiler. Anın gazası ve velayeti Tatar’da meşhurdur.”
Din nedir bilmeyen Türkler
Bir başka 15. Yüzyıl yazarı Neşrî de, Türk sözcüğünü çeşitli bağlamlarda (İslamiyet öncesi ve sonrası için) kullanılır. Neşrî, Selçuklu İmparatorluğu için “Saltanat-ı Türk Han” derken, “Bazıları dahi vardır ki hiç din nedir bilmezler (...) Yahudileri taklit eden, taşa, ağaca, öküze, ateşe tapan Türkler vardır” da der, “Türk, İstanbul karşısında Üsküdar’a gelüp, Melik-i Konstantiniyyeden dahi cizye ve haraç aldılar” da der.
Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavatnamesi adlı eserin yazarı Suzi Çelebi (ö. 1524) ise “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü ilk sarf edendir.
Peki, bugün yaygın biçimde kullanılan “Osmanlılar Türkleri ‘etrâk-ı bî-idrak’ (idraksiz, kavrayışsız Türkler) olarak görürlerdi” diye özetlenebilecek kanıyı doğuran nedir? Hakan Erdem’e göre buna dair çok az örnek var. Bunlardan biri Hoca Saadettin Efendi’nin (ö. 1599) Safevi Devleti’nin kuruluşunu anlatırken Türkmenler için kaydettiği “Başına tac aldı çıktı ol pelîd/ İtdi bî-idrak etrâkı mürîd” beyitidir. Hoca Saadettin’in ‘idraksiz Türkler’ dediği kesimin, ‘Türkler’ değil, ‘Kızılbaş Türkler/Türkmenler’ olduğu açıktır. Nitekim Hoca Saadettin Efendi, bir başka Kızılbaş önder Şah Kulu’nun 1511’deki isyanını anlatırken de, Şah Kulu’nun memleketi olan Teke halkının ‘pis Türkler’(etrâk-ı na-pak) olduğunu söyleyecektir.
Şimdi de 16. Yüzyıl şairi Güvahi’nin Pendnâme adlı mesnevisinde geçen şu dizelere göz atalım: “Şehirde rustay-i bî-gam olmaz/ Hakikatdür bu söz Türk adem olmaz/ Dedüğin anlamaz söylerse sözi/ Bir olur Türk’e sözün ardı yüzi/ Acayip taifedir kavm-i Etrâk/ Eyü yatlı (kötü) nedür itmezler idrak/ Ne bilür anların ağızları tad/ Ne söz var dillerinde idecek yad.” Tercümeye pek gerek duyurmayan bu Türkçe dizelerin yazarı Güvahi’nin, şehirli bir Türk olduğunu bilince, eleştirdiklerinin genel olarak ‘Türk’ değil, özel olarak ‘göçebe, köylü Türk’ olduğu anlaşılıyordur herhalde. Türk saplantısının doğuşu
Parantezi kapatıp devam edelim. Granada’nın düştüğü 1492’ye kadar, Avrupa’nın ‘ötekisi’ Araplardır. Dolayısıyla Avrupa’da, Türkler hakkındaki söylem genel olarak olumludur. 1492’den sonra ‘öteki’ Osmanlı olur ve söylem olumsuza döner. 1529’da Viyana bozgunundan sonra bile Türkler için ‘köpekler, zalim ve kan düşkünü, pis, hayvani, sahtekâr, zorba, iğrenç’ gibi son derece ağır terimler kullanılmaya devam eder. Bu olumsuz dilin nedeni elbette, ‘Türk korkusu’ dur. Nitekim bu dönemde ortaya çıkan Obsessione Turc (Türk saplantısı) olgusunun bugünlere kalan mirası, İtalyancadaki Mamma li Turchi, yani “Anneciğim, Türkler!” ünlemi olur. İddialara göre, acı çektirme anlamına gelen a torquendo, işkence anlamına gelen torxuere, aldatma veya zalimlik anlamına gelen truculent veya trux-trucis gibi terimlerin esin kaynağı da bu dönemin Türkleridir. 17-19. yüzyıllar arasında zirveye çıkan Oryantalist edebiyattaki çoğu cinsellikle ilgili kavramlara hiç değinmiyorum bile.
Yunus Emre’nin ‘Rum ili’
Ama ilginçtir, 13. yüzyılın başında Osmanlı Beyliği’nin kuruluşuna tanıklık ettiği anlaşılan Yunus Emre’nin dilinde Anadolu’nun adı ‘Türk’ değil, ‘Rûm ili’ dir. Zafernâme adlı eserin yazarı Nizameddin Şami, Timur’un 1402’de Yıldırım Bayezid’e karşı kazandığı zaferi ‘Rûmiyan’a ve Sultan-ı Rûm’a karşı kazanılmış bir zafer’ olarak tarif eder. 1402-1413 arasındaki Fetret Devri’nde, Osmanlı’ya başkaldıran Simavne Kadısı Şeyh Bedreddin’in namı ‘Hallac-ı Rûm’ (Rumların Hallac-ı Mansur’u), ‘Pertev-i Rûm’, yani Rum ışığıdır. 1399-1429 yılları arasında yaşadığı sanılan Horasan erenlerinin pirlerinden Hacı Bayram-ı Veli’nin unvanı ise ‘Şeyhü’r Rûm’...
Rum, Arap ve Acem’in farkı
1599 Kahire’sini tasvir ederken Gelibolulu Mustafa Âlî’nin emperyal kibirle yaptığı şu tasvire (sadeleştirilmiş dille) bakın şimdi de: “...Sözün kısası, Rûm iyidir, Arap tilkilenmekte zaten köpektir. Gerçi Acemler nazik tabiatlı olurlar, ama onların çoğu münafıktır, arabozucudur. Kıskançlığı ve düşmanlığı Evram’a [Rûmlara] bırakmaz, ateşle suyu bir bardağa koyar. Rum Acemden yüz defa üstündür, bu sözü yalanlayanlar köpektir. Demek istiyorum ki eskiden Acemlerin uluları akıl ve bilgi ile ün almış iken şimdi onlarda bu hal yoktur. Türk insanındaki ululuk onlarda yoktur.” Yazarın, ‘Rûm’ derken ‘Türk’ü kastettiğini söylemeye gerek yok herhalde.
Ve daha nice terim
Ayrıca Osmanlı belgelerinde şu terimlere bolca rastlanacaktır: Osmanlı ülkesi için “Memleket-i Rûm”, ‘Bûm-i Rûm’, ‘İklim-i Rûm’, ‘Diyar-ı Rûm’, ‘Rûm ili’; şairler için “şuara-yı Rûm”, âlimler için “ulema-yı Rûm’, dervişler için ‘abdalan-ı Rûm’, akıncılar için ‘gaziyan-ı Rûm’, ‘Rûm atlılar’, ‘Rûm yiğitleri’, ‘leşker-i Rûm’; hattatlar için ‘İmâd-ı Rûm’; Türkçe için ‘Lisan-ı Rûm’; Amasya-Sivas-Tokat çevresindeki eyalet için ‘Eyalet-i Rûm’, Mevlâna için Celaleddin-i Rûmî, Anadolu Selçukluları için ‘Rûm Selçukluları’, Mısır kanunnâmelerinde Anadolu’dan gelenler için ‘Rûmlu’ veya Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun için Trabzon’da yaptırdığı Hatuniye Camii’nin kitabesine yazdırdığı gibi ‘Bânû-i Rûm’ ve daha nicesi...
Bir örnek de Kürtçenin efsanevi yazarı Ehmedȇ Xanȇ’nin ünlü eseri Mem u Zin’in önsözünden: “Rum u Ereb u Ecem...” Yani, ‘Türk, Arap ve Fars’. Günümüze kadar gelmiş bir Kürt atasözü de var: “Bextȇ Romȇ tune ye” Anlamı “Rum’un/Türk’ün acıması yoktur!”
Salih Özbaran’ın tezi
Peki, Osmanlı Devleti/ İmparatorluğu, Avrupalıların dediği gibi bir Türk devleti mi, yoksa Türklerin (ve de Kürtlerin) dediği gibi Rûm devleti mi idi? Bu soruya Salih Özbaran’ın verdiği cevabına geçmeden Metin Kunt’un cevabını okuyalım: “Bir kere unutulmamalı ki hem yöneticiler, hem halk arasında Türk olmayan çoktu. Yöneticilerin bir kısmı ve kapıkulu askerlerinin hepsi, dirlik sahiplerinin bazıları Türk-Müslüman olmayanlardan oluşuyordu. Osmanlı sultanlarının gözünde de halk içinde Türkler ve Türk olmayanlar arasında bir fark yoktu. Müslüman olmayanlar ek vergi (cizye) ödüyorlardı devlete, fakat bütün halk, ister Türk olsun ister Rûm, ister Arap olsun ister Sırp, padişahın reayası idi. Buna karşılık gene de Türk devleti diyebiliriz Osmanlı devletine, çünkü ülkenin dili Türkçe idi.”
Türkçe konuşmak yeter mi
Günümüzde, Osmanlı Devleti’nin kurucusu kabul edilen Osman Gazi’nin, Oğuzların Kayı boyundan olmadığı, hatta Oğuz boylarının askeri bürokrasisine bile dâhil olmayan, cesur bir maceracı olduğu, Osman adının ‘çoban’ anlamına gelen ‘otman’ kelimesinden türediği, Osman adının ise, kendisine İslami meşruiyet kazandırmak için yaratıldığı kanısı güçlenmiş olsa da, Osmanlı hanedanının etnik olarak Türk kökenli olduğu genel olarak kabul edilir. Gerçi bir kaçı dışında, hanedanın erkekleri Türk olmayan kadınlarla evlenerek, ‘Türk kanını’ sulandırmışlardı ama hanedan içinde ve devlet dairelerinde Türkçe konuşulurdu. Devletin bütün kayıtları yüzlerce yıl kesintisiz Türkçe tutulmuştu. Medreselerde Arapça okunur ama konuşma dili Türkçe idi.
Buna rağmen, Salih Özbaran, “Bir devletin dilinin Türkçe –üstelik Arapça ve Farsçanın yoğun etkisi altında kalmış bir merkezî dil- olması ne kadar yeterlidir kocaman imparatorluğu Türk yapmaya?” der ve tezini açıklar: “Yoksa Osmanlı Devleti bir Rûm imparatorluğu muydu?”
Bu görüş aslında başka tarihçilerce de dile getirilmiştir. Örneğin İlber Ortaylı’ya göre “Biz Roma İmparatorluğu’nun varisleriyiz. Ve Müslüman da olsak, Romalıyız”dır. Halil İnalcık’a göre Osmanlı sultanları ‘Sultan-ı Rûm’dur, ‘Kayser-i Rûm’dur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu hakkındaki çok önemli makalesi ile tanıdığımız Paul Wittek ise daha ileri gider ve “Danişmendiler ve Selçukiler devrini de Osmanlı İmparatorluğu ve emirlerininkini de”, “muhtelif Türk unsurları, göçebe, kasabalı ve şehirlileri” de, “hakiki Türkleri ve Türkleşmiş unsurları da” kapsayacak şekilde ‘Rûm Türkleri’ terimini önerir.
Cemal Kafadar’ın tezi
Salih Özbaran’ın atıfta bulunduğu bir diğer akademisyen tarihçi Cemal Kafadar’a göre durum biraz daha karmaşıktır: “[Osmanlılar] aynen ortaçağın Küçük Asya’daki diğer halkları gibi, [Doğu] Roma topraklarının sakinleri anlamına gelen Rûmî diye adlandırılmışlardı. Bu, temelde coğrafi bir adlandırmaydı ve esas olarak o halkların yaşadığı yeri belirliyordu; ancak, coğrafyacıların ve gezginlerin gözünden kaçmadığı üzere, merkezi İslam topraklarından bakıldığında, bir sınır bölgesi olan Rûm’un Türk-Müslüman nüfusunun, onları gerek İslam dünyasının gerekse diğer Türklerden farklı kılan kendilerine özgü ve alışılmamış yönlere sahip oldukları anlaşılıyordu. Şöyle ki, Rûmi Türk olmak, aynı zamanda İslam uygarlığının, bir yandan da yeni bir bölgede kendi yaşam biçimini oluşturan diğer yandan rakip bir dinsel-uygarlığa yönelişte siyasal egemenlik kurmak için uğraş veren yeni bir bölgesel görüntüsüne sahip olmak anlamına geliyordu.”
Avrupa dillerinde Rûmîlik
Cemal Kafadar’ın bu tanımının gerek coğrafi ve politik, gerekse sosyokültürel açılardan geniş bir anlam taşıdığına işaret eden Salih Özbaran’a göre, Rûm veya Rûmî sözcüğü, Cemal Kafadar’ın ileri sürdüğü gibi, sadece ‘Arapça, Farsça ve Türkçede’ değil, Avrupa dillerinde de vardır. Örneğin Portekiz dilinde Osmanlılar için ‘Rûme’ ve ‘Rûmes’ (Rûm/Romalı ve Rûmiler/Romalılar) terimleri kullanılır. Endonezya ve Malezya’da 16. yüzyılda Osmanlı sultanlarına ‘Raca Rûm’ denirdi. Doğu Afrika’daki Mogadişu-Mombasa’da yerli halk, Portekizli sömürgecilere karşı ‘Rûm’dan (Osmanlı’dan) medet umarlardı.
Ancak, yine Salih Özbaran’ın dikkatimizi çektiği gibi Portekiz dilinde Turchia, Otomanos, Turquesca, Turquimais ve Turcos gibi terimler de vardır. Peki, bu terimler arasındaki fark nedir? Bunu 1534 yılında Hindistan’ı ziyaret eden Portekizli botanikçi Garcia da Orta da merak etmiş olmalı ki (günümüz Türkçesiyle) şöyle der hatıratında: “Hindistan’da egemen güçler arasındaki savaşlara tanık olurken beyaz bir askere, birçok kez Türk olup olmadıklarını sordum, yanıtı hayır oldu, sadece Rume olduğunu söyledi; başkalarına Rume olup olmadıklarını sorduğumda da hayır dediler, Türkten başka bir şey olmadıklarını söylediler; birinin diğerinden farkının ne olduğunu sorduğumda ise bana bunu anlayamayacağımı söylediler, çünkü ben ülkelerin adlarını bilmiyordum, dilleri de bana bir şey ifade etmiyordu.”
Sözümüzü bağlayalım: Cemal Kafadar’a, Halil İnalcık’a ve elbette Salih Özbaran’a göre, çok dilli, çok etnili, çok dilli Osmanlı Devleti/ İmparatorluğu, sadece bir ‘Türk’ devleti değildi. Bunun nedeni, Osmanlı’nın Türkleri ‘Etrâk-ı bî-idrak’ görmesi değildi elbette. Daha doğrusu, böyle bir genelleme yapılamazdı. Ama İlber Ortaylı’nın kestirmeden söylediği gibi ‘Müslüman Roma’ da değildi. Belki de Osmanlı’nın ‘iki dünya arasındaki konumunu’ en iyi anlatan terim, ‘Rûm’ terimi idi. Günümüzde bu terime yüklenen olumsuz ve dar anlamları düşününce, Salih Özbaran’ın tezine pek çok kişinin uzak duracağını tahmin ediyorum, ama bence üzerinde düşünmeye değer bir tez, ne dersiniz?
Özet Kaynakça: Salih Özbaran, Bir Osmanlı Kimliği, 14.-17. Yüzyıllarda Rum/Rumi Aidiyet ve İmgeleri, Kitap Yayınevi, 2004; Hakan Erdem, “Osmanlı Kaynaklarından Yansıyan Türk İmaj(lar)ı”, Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, 2005, s.13-26; Reşat Genç, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1997.
TEMMUZ 25, 2008 | TARAF*
AYŞE HÜR | BİR OSMANLI KİMLİĞİ: RUMİLİK
#Ayşe Hür#Taraf Gazetesi#Köşe Yazısı#Osmanlı Kimliği#Rumilik#Anadolu Halkları#Cemal Kafadar#Avrupa Dilleri#Salih Özbaran#Yunus Emre#Türkçülük#Tarih Tezleri#Türk-İslam Düşüncesi#Rumlar#Araplar#Acemler#Cem Sultan#Haçlı Seferleri#Hakan Erdem#Türk-Arap#Türkiye-İran#Türk-Fars#Türkçe#Orta Asya#Kavimler Göçü
0 notes
Text
Teröre ve Terör Örgütlerine Karşı En Büyük Mücadeleyi Vermiştir
Sayın Adnan Oktar eserlerinde ve sözlü anlatımlarında terörün fikri dayanağının Darwinizm ve Darwinizm’den hayat bulan materyalist akımlar olduğuna dikkat çekmiş, buna din adına ortaya çıktıkları iddiasında bulunan terörist grupların da dahil olduğunu dile getirmiştir.
Sayın Adnan Oktar teröre ve terör örgütlerine karşı yıllarca sürdürdüğü fikri mücadelesinde kaleme aldığı eserlerde ve yaptığı sözlü anlatım ve açıklamalarda;
- Dünyadaki terör ve kavga ortamının asıl sebebinin sevgisizlik olduğunu, hangi dinden hangi ırktan, hangi milletten olursa olsun tüm insanların birbirlerine sevgiyle yaklaştıkları bir dünyada terörün ve kargaşanın son bulacağını,
- Terör ile tek mücadele yönteminin din ahlakının insanlara kazandırdığı sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, ince düşünce, affedicilik ve adalet anlayışı olduğunu,
- Hak dinlerin terörü lanetlediğini,
- Hak dinlerde şiddetin çözüm yolu olarak benimsemesinin, insanları öldürerek ve katlederek amaca ulaşmaya çalışılmasının kesinlikle mümkün olmadığını,
- Din adına kan dökülmeyeceğini, tam tersine dinin akan kanı durduracağını,
- Terörün sevgi ile ortadan kaldırılacağını dile getirmiştir.
Öte yandan, Sn. Adnan Oktar yıllardır gerçekleştirdiği TV yayınları, konferanslar ve kitap çalışmaları ile hain terör örgütü PKK tehdidine karşı en büyük fikri mücadeleyi vermiştir.
- Sn. Adnan Oktar’ın PKK’nın ideolojisinin komünizm olduğunu ispat etmesinin ve komünist ideolojiyi ısrarla eleştirmesinin ardından hem PKK hem de komünist düşünceye olan destek büyük ölçüde azalmıştır.
- Adnan Oktar PKK’nın dinsiz, komünist, ateist olan gerçek yüzünü halkımıza tanıttıktan sonra, PKK için yapılan tüm sözde imaj çalışmaları boşa çıkmış, dindar Doğu halkı PKK’yı dışlamıştır.
- Adnan Oktar PKK terörüne karşı Komünist Terörist Dinsiz Örgüt PKK, PKK’ya Çözüm, Amerika’nın Göremediği PKK isimli eserleri kaleme almıştır. Bu kitaplar gerek Türkiye’nin dört bir yanında, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
- PKK’nın Marksist-Leninist-Stalinist ideolojisi ve terör felsefesine karşı eserleri, makaleleri ve canlı TV yayınlarıyla ilmi ve fikri anlamda set olmuştur.
- PKK terör örgütünün ‘özgürlük savaşçısı’ olduğu yönündeki sinsi algı operasyonlarını yerle bir etmiştir.
- Bazı siyasetçiler aksini savunsa da, PYD/YPG’nin PKK ile aynı örgüt olduğunu ısrarla anlatmış, bu gerçeği delilleriyle ispatlamış, PYD’nin PKK terör örgütüyle aynı muameleye tabi tutulması gerektiğini söylemiş ve kamuoyunu buna ikna etmek için büyük çaba harcamıştır.
- Güneydoğu’da PKK’ya asla bir özerklik ve imtiyaz verilmemesi gerektiğini, bunun mutlak bölünmeye yol açacağını, PKK’nın asla silah bırakmayacağını, PKK’lılara af uygulanmasının ve Öcalan’ın serbest bırakılmasının çok büyük hata olacağını ısrarla vurgulamıştır.
- Türkiye’nin Güneydoğusunda oynanmakta olan kirli oyuna dikkat çekmiş, bu oyunun amacının önce Güneydoğu’yu, ardından Türkiye’yi ve en son olarak da tüm dünyayı komünist yapabilmek olduğunu anlatmıştır.
- PKK terör örgütünün ve onun PYD, YPG, YPS, HPG, SDG, PJAK vs. gibi kollarının, Türkiye'nin güneydoğusunda, Suriye ve Irak'ın kuzeyinde, İran'ın güneybatısında bağımsız bir komünist Kürdistan devleti kurmayı hedefleyen Marksist, Leninist ve Stalinist bir yapılanma olduğuna dikkat çekmiştir.
- PKK’nın temel hedefinin Kürt milliyet ve etnisitesini araç olarak kullanmak suretiyle birinci aşamada bölgeye, ikinci aşamada Türkiye geneline ve nihai olarak tüm bölgeye komünist sistem ve ideolojiyi hakim kılmak olduğu gerçeğini ısrarla dile getirmiştir.
- PKK hareketinin her yönüyle, günümüzde dünya üzerindeki en büyük silahlı komünist kalkışma olduğu konusunda kamuoyunu uyarmıştır.
- Kobani bahanesiyle çıkartılan olaylarda PKK ve HDP’yi en ağır şekilde eleştirmiş, devletimizin ve hükümetimizin yanında yer almıştır.
- İslami terör diye bir şeyin olmadığını dile getirmiş, İslam’ın ismini kullanarak İslam’a tam aykırı çizgide eylemler yapan IŞİD, El-Kaide gibi terör örgütlerini sert bir üslupla defalarca eleştirmiş, bu tür terör örgütlerinin İslam ile hiçbir ilgisi olmadığını sürekli olarak ifade etmiş, bu hususta uluslararası dergi ve gazetelerde makaleler yazmıştır.
- İslam Terörü Lanetler isimli kitabında yine bu konulara ayrıntılı olarak değinmiş, bu eserini 11 Eylül sonrası İslamofobi’nin yaygın görüldüğü ABD’deki Temsilciler Meclisi üyeleri ve Kongre üyelerine, Charlie Hebdo saldırısı sonrası ise Fransa’daki siyasetçi ve siyasal bilimcilere ücretsiz olarak göndermiştir.
- İslam dininde korkulacak hiçbir şey olmadığını, İslam’ın barış dini olduğunu, İslam’da bir kişiyi öldürmenin tüm insanları öldürmek gibi olduğunu ve Kuran ahlakının yaygınlaşmasının radikalizme ve aşırıcılığa karşı tek çözüm olduğunu anlatmıştır.
Tüm bu faaliyetleriyle Adnan Oktar terörü ilmi ve felsefi anlamda bertaraf etmiş, insanları barış ve sevgi dolu bir dünya oluşturma konusunda gayret göstermeye davet etmiştir. Terörün ve çatışmanın felsefesini etkisiz kılmış, halkımız çatışmacı değil birleştirici olmaya, mukaddesatçı dindar sağı desteklemeye ve çatışmadan, anarşiden uzak durmaya karar vermiştir.
İhtilaf ve Çatışmalarda, Anlaşmazlıklarda ve Zıt Kutuplar Arasında Her Zaman Uzlaştırıcı ve Yatıştırıcı Rol Oynamıştır
Sn. Adnan Oktar,
- Hıristiyanlar’a ve Museviler’e karşı oluşturulmak istenen düşmanlığı ortadan kaldırmak için büyük bir çaba göstermiş, dünya çapında yaygınlaştırılan sözde ‘Türkler ve Müslümanlar Hıristiyan ve Yahudi düşmanıdır’ algısının değişmesini sağlamıştır.
- Türkiye’deki azınlıkların hepsine birden kapılarını açmış, birleştirici ve uzlaştırıcı bir rol üstlenmiştir.
- Her yıl Çırağan Sarayı’nda düzenlediği iftarlarına Türkiye’deki Rum, Ermeni ve Süryani kiliselerinden ve Musevi sinagoglarından çok sayıda din adamı ve önde gelen katılmış, hep birlikte sevgi, saygı, kardeşlik dolu bir ortamda sohbet etmişler, hoş vakit geçirmişlerdir.
- Toplumun din ve mezhep çatışmalarına kapılmadan ortak paydada buluşması için uğraş vermiş, Şii, Sünni, Alevi, Şii, Vahabi, Caferi ve diğer mezheplere mensup tüm Müslümanların kardeş olduklarını fark etmeleri, aradaki farklılıklara takılmaksızın ortak yönlerine odaklanmaları ve birlik olup birbirlerini sevgiyle kucaklamaları gerektiğini dile getirmiştir.
- Yine aynı şekilde, ırkları, dilleri, kökenleri ne olursa olsun bütün dünya Müslümanlarının kardeş oldukları gerçeğini anlatmıştır.
- Eserlerinde, TV yayınlarında Alevi kardeşlerimize kucak açmış, Alevilerin Hz. Ali’ye olan derin sevgilerini övmüş, onları Allah aşığı olarak tanımlamış, cemevlerini hedef alan sözlü ve fiili saldırılara karşı Alevi kardeşlerimizin yanında olmuştur.
- Artniyetli kesimler tarafından topluma körüklenen ayrılıkçı provokasyonun önündeki en büyük engel olmuş, Türk-Kürt, Sünni-Alevi ayrışması gibi konulara akılcı çözümler getirmiştir.
- Roman kardeşlerimizin toplumda ikinci sınıf vatandaş gibi değerlendirilmelerinin önüne geçmiş, bu kardeşlerimizin kültürlerindeki zenginliği ve güzelliği övmüş, programlarında Roman sokak sanatçılarını ağırlamıştır.
- Vatanına, milletine, dinine bağlı Kürt kardeşlerimize sahip çıkmış, bu kardeşlerimizin PKK ile aynı değerlendirilmesinin çok büyük bir vicdansızlık olduğunu dile getirmiş, Kürt kardeşlerimizi programına davet edip Kürt müzikleri eşliğinde dans etmiş, Kürt vatandaşlarımızın ne denli kıymetli olduklarını her fırsatta dile getirmiş, bazı kesimler tarafından ötekileştirilmeye çalışılan Kürt kardeşlerimize karşı toplumdaki önyargının yıkılmasına vesile olmuştur.
- Laz, Çerkes, Roman, Arnavut, Azeri, Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Arap; ırk, dil, etnik köken ayırt etmeksizin tüm vatandaşların birinci sınıf vatandaş olduklarını her fırsatta vurgulamış, farklı etnik kimliğe sahip kesimlere karşı nefret ve düşmanlığın önlenmesi için çalışmalar yürütmüştür.
- İran’ın 2008 yılında İsrail’le olan gerilimi üzerine, İranlı yetkililerin kamuoyuna, ‘Atom bombası kullanmak haramdır’ açıklamasını yapmalarına vesile olmuştur.
- Rusya ile uçak krizi döneminde iki ülkenin bu konuyu hızlı şekilde çözmesi gerektiğini, Türkiye’nin bu konuda alttan alıp üzüntü duyduğunu Rusya’ya belirtmesinin yeterli olacağını önermiş, ülkemiz yetkilileri de bu şekilde bir yol izleyerek uçak krizinden üzüntü duyduklarını Rusya’ya iletmişlerdir. Bu şekilde iki ülkenin arası düzelmiş, Rusya ambargosu kademeli olarak sona ermiştir. Adnan Oktar söz konusu dönemde başta Rusya’nın en önemli yayın organı olan Pravda Gazetesi olmak üzere dünyanın pek çok önde gelen yayın kuruluşunda yayınlanan makalelerinde iki ülke arasında dostluk, barış ve birliktelik sağlamaya çalışmış, barışma sürecine katkıda bulunmuştur.
Sonuç
1979’dan günümüze kadar dünya çapında milyonlarca insanın manevi yönden hayata bakış açısını değiştirmesine vesile olan Sayın Adnan Oktar, 73 dile çevrilmiş 300’den fazla eseri, binlerce makalesi, canlı televizyon yayınları ve eserlerinden faydalanılarak hazırlanan 1000’in üzerinde internet sitesi, yüzlerce iman hakikati belgeseli, 5000’in üzerinde konferans ve Yaratılış gerçeğini bilimsel olarak ortaya koyan binlerce fosil sergisi ile dünyanın en büyük ilmi faaliyetini gerçekleştirmiştir.
Sayın Adnan Oktar’ın önemli bir özelliği, kendisinden önce gerçekleştirilmemiş elzem çalışmalara imza atmış olması, imani ve fikri faaliyetleriyle pek çok konuda Türkiye’de ve dünyada öncülük etmiş olmasıdır. Darwinizm’e karşı verdiği ve çok büyük bir başarı elde ettiği ilmi ve fikri mücadele buna önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Nitekim, Sayın Adnan Oktar’ın çalışmaları Darwinizm’e en etkili darbeyi indirmiş, bu çalışmalar neticesinde materyalizm, komünizm, faşizm, deizm, ateizm gibi insanları dinsizliğe sürükleyen öğretiler fikren tamamen yerle bir olmuştur.
Sayın Adnan Oktar’ın Darwinizm karşıtı ilmi faaliyetlerinin vesile olduğu bir diğer önemli başarı da, bu faaliyetlerin Türkiye’de milliyetçi-mukaddesatçı siyasi görüşün ideolojik zeminini inşa etmiş olmasıdır. Öyle ki bu çalışmalar vesilesiyle Türkiye’de solun felsefesi çökmüş, etki ve nüfuz alanı yok olmuştur. Böylece modern sağı temsil eden hükümetler çok güçlü bir felsefi zemin üzerine oturabilmiş, uzun yıllar iktidarda kalmaya devam edebilmişlerdir.
Sayın Adnan Oktar’ın Darwinizm ve Darwinizm kaynaklı dinsiz ideolojileri yerle bir eden ilmi ve fikri çalışmalarının yanı sıra İslam Birliği ülküsünü gerçekleştirmek, Kuran ve Yaratılış mucizelerini anlatarak insanların imanına vesile olmak, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasına katkıda bulunmak için ortaya koyduğu ilmi çalışmalar da solun felsefi ideolojisinin yıkılmasında etkili olmuş ve sağın iktidara gelmesine ortam hazırlamıştır.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek AK Parti’nin iktidara gelişinde etkili olan felsefi zeminin Sayın Adnan Oktar’ın anti-Darwinist, anti-materyalist ilmi faaliyetlerini sonucunda oluştuğunu söylemiştir. Sol çizgide bir aydın olan Doğu Perinçek, AK Parti’nin güçlü bir şekilde iktidar olmasını solun gerilemesine ve sağın güçlenmesine bağlamış, solu etkisizleştiren faaliyetin ise Sayın Adnan Oktar’a ait olduğunu ifade etmiştir. Bu, doğru ve önemli bir tespittir. Nitekim sağın felsefi zeminini oluşturan fikri ve imani faaliyetler Cumhuriyet tarihinden bu yana sadece Adnan Oktar ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşları tüm Türkiye’yi şehir şehir, köy köy, mahalle mahalle gezmiş, Adnan Oktar’ın kitaplarından faydalanarak gerçekleştirdikleri konferanslarla Darwinizm’in bilimsel geçersizliğini anlatmışlardır. Öte yandan Türkiye’nin dört bir yerinde binlerce Yaratılış gerçeği sergisi açmışlardır. Ayrıca Adnan Oktar’ın eserlerinin milyonlarca nüshası ücretsiz olarak halka dağıtılmış, insanlarımızın bu hayati gerçekleri öğrenmeleri sağlanmıştır.
Güçlü bir milli bilince ve imani şuura sebebiyet veren bu kapsamlı faaliyetler neticesinde sağın fikri zemini hazırlanmış, AK Parti için iktidar imkanı oluşmuş, AK Parti güçlü bir fikri zemin üzerinde rahatça hareket eden bir parti haline gelmiştir.
Solun ve komünizmin sözde bilimsel temeli olarak kabul edilen Darwinizm’in çürütülerek alt edilmesi sonucunda solun felsefi zemini çökmüş, komünizm daha fazla savunulamaz hale gelmiştir. Bunun akabinde Türkiye’de klasik manada sol parti kalmamıştır. CHP dahi neredeyse sağ söylemler üreten bir parti halini almıştır.
Sayın Adnan Oktar’ın Darwinizm karşıtı bilimsel çalışmalarını dünya geneline taşımasıyla birlikte Darwinizm uluslararası düzeyde yerle bir edilmeye başlamıştır. Darwinizm’e karşı yazmış olduğu yüzlerce eser tüm dünyaya ulaşmış, insanlar özellikle Yaratılış Atlası ile canlıların milyonlarca yıldır hiç değişmediklerinin delillerini görmüşlerdir. Daha önce dünyayı rahatça aldatmış olan Darwinist dünya medyası, Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin ardından bu sahte teoriyi savunan haberleri yapamaz olmuştur. Dünya Darwinistleri kendilerine güvenlerini yitirmiş, sahte davalarını savunamaz hale gelmişlerdir. Bu önemli yenilgiye vesile olan tek kişi Sayın Adnan Oktar’dır ve başta Darwinistler olmak üzere tüm dünya bu düşüncede ortaktır.
Materyalizmi ve Darwinizm’i felsefe olarak benimsemiş olan Deccaliyet’in, dünyanın en etkili anti-materyalist, anti-Darwinist ilmi çalışmalarını gerçekleştiren Sayın Adnan Oktar’ı hedeflemiş olması hiç kuşkusuz tesadüf değildir. Bu karanlık yapı, Sayın Adnan Oktar’ın ateizmi ve Darwinizm’i bilimsel delillerle yerle bir ederek tüm dünyaya Allah'ın varlığını ve Yaratılış gerçeğinin delillerini anlatmasından rahatsız olduğu kadar, İslam Birliği idealini kararlı bir biçimde savunmasından ve bu konuda onlarca eser kaleme almasından da son derece rahatsızdır. Çünkü bu şeytani sistem için, 300 yıldan bu yana sürdürdüğü sömürü düzeninin karşısındaki en büyük tehlike, dünya Müslümanlarının bir araya gelerek oluşturacakları güçlü bir İslam Birliği’dir.
Sayın Adnan Oktar’ın faaliyetlerinden rahatsız olan küresel Deccali sistem, bu hayırlı faaliyetleri engellemek için kumpasçıları vasıtasıyla olmadık asılsız iftiralar düzerek bir komplo kurmuş, bu komplo neticesinde Sayın Adnan Oktar’ın tutuklanıp cezaevine gönderilmesine zemin hazırlamıştır. Bunun için sıradan insanları kullanmış, kurguladığı senaryoyu piyon olarak kullandığı bu sıradan kişilere dikte etmiştir. Bu yöntem, Deccaliyet’in klasik yöntemidir. Deccali sistem küçük bir kuvvetle Müslümanları birbirine düşürür ve bundan büyük netice almayı hedefler. Amacına ulaşmak için bir yandan polisi ve devleti kullanır, bir yandan da kendi dostlarını çeşitli iftira ve tuzaklarla sistem içinde yok etmeye kalkar. Bu, Deccaliyet’in bilinen bir oyunudur.
Deccaliyet’in rahatsız olduğu bir diğer önemli husus da, Sayın Adnan Oktar’ın Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a 26 yıldır verdiği son derece etkili fikri destektir. Sayın Erdoğan’ı devirme planları yapan ve aleyhinde kara propaganda çalışmaları yürüten Deccali sistem, ona destek veren grupları da etkisiz hale getirme peşindedir. Adnan Oktar da Sayın Erdoğan’ı desteklediği ve bu yönde çok büyük bir etkiye sahip olduğu için Deccaliyet’in başlıca hedefi olmuştur.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
#adnan oktar#allaha adamış bir ömür#islam terörü lanetler#islam birliği#türkiye#istanbul#ankara#darwinizm#materyalizm#evrim teorisi#komünizm#mehdiyet#deccaliyet#ingiliz derin devleti#komplo kumpas#cezaevi#yusuf medresesi#harun yahya#erdoğan#pkk#fetö#deccal#mehdi#çırağan sarayı#kedicikler
0 notes
Text
Mobilbahis269 – Mobilbahis270 – Mobilbahis271 Giriş – Türkçe Rulet Lobisi
https://tr.heryerdegiris.org/mobilbahis/giris/mobilbahis269-mobilbahis270-mobilbahis271/
Mobilbahis269 – Mobilbahis270 – Mobilbahis271 Giriş – Türkçe Rulet Lobisi
Mobilbahis269 – Mobilbahis270 – Mobilbahis271 Giriş
Rulet oyunu dünyanın en popüler casino oyunudur. Her casino bu oyuna özel bir yer sunmaktadır. Kullanıcıların en çok bu oyunu tercih etmesinin sebebi ise oyunun sadece şansa dayalı olmasıdır. Mobilbahis sitesi üzerinden oynayabileceğiniz kaliteli oyunlar arasında bulunan canlı casino rulet oyunu, Türkçe rulet seçeneği ile Mobilbahis269 – Mobilbahis270 – Mobilbahis271 Giriş adresinde sizleri bekliyor!
Mobilbahis269 – Mobilbahis270 – Mobilbahis271 Giris
Mobilbahis
Ülkemizde son dönemleri en başarılı bahis ve casino siteleri arasında bulunmaktadır. Site özellikle bu hastalık döneminde sağladığı birçok oyun ile sevenlerini hem eğlendirmekte hem de onlara para kazandırmaktadır. Site özellikle canlı oyunlar kategorisinde başarılı alt yapısı ile üst seviye bir hizmet sunmaktadır. Futbol veya basketbolun oynanmadığı bu dönemde canlı casino oyunları ile isteyen kişiler oyun oynama şansına erişebilmektedir.
Türkçe Rulet Lobisi
Rulet casino oyunları arasında en çok sevilenler arasında yerini almıştır. Uzun yıllardan beri dünya genelinde oynanmaktadır. Ülkemizde de bu casino oyunlarını çok sevmiş ve uzun yıllardan beri takip etmektedir. Ancak ülkemizde casino oyunlarının yasak olması sebebi ile bu tarz oyunlar genellikle internet üzerinden oynanmaktadır. Mobilbahisde ülkemizde çok sevilen tercih edilen site konumundadır. Site uzun yıllardan beri ülkemizde hizmet vermektedir. Uzun yıllardır başarılı bir şekilde güler yüzlü personel anlayışı ile gelen misafirlerini memnun etmektedir. Rulet de sitede en çok tercih edilenler arasında yer almaktadır. Siteye hem yurt içinden hemde yurt dışından birçok oyuncu katılmaktadır. Ancak ülkemizdeki oyuncu sayısının artması ile Türkçe Rulet Lobisi oluşmuş bulunmaktadır. Genellikle canlı rulet yayınları İngilizce olarak yapılmaktadır. Ancak site Türk vatandaşlara özel olarak bir lobi kurmuştur ve bu lobide Türkçe anlatım gerçekleştirilmektedir. Bu lobinin oluşturulması ile beraber Türk oyuncular bu lobiyi daha fazla tercih etmişlerdir. Çünkü hem oyunu daha rahat takip etmişler hemde kendi ülkesinden insanlar ile yarışma fırsatı bulmuşlardır. Bu lobide ki yayınları sunun kişilerde Türkler arasından seçilmiştir. Site bu hizmetini isteyen herkese sağlamaktadır. Oyuncular hem para kazanmak hemde kendi dilleri ile kolayca anlayabilirler. Lobi yayınları diğer yayınlara göre ne yazık ki daha az açılmaktadır. Bundan ötürü lobinin yayınları yakından takip edilmelidir.
0 notes
Photo
DIŞ BORÇ KISKACI VE ‘YERLİ MİSYONERLER’ […Fransa Maliye Bakanlığı Müşaviri ve Osmanlı Devleti’nden alacağı olan devletlerin Hesap Komisyonu Başkanı Daniel Ducoste 1889 yılında şunları söylüyordu; “Şimdi Türkler hızla borçlanmaktadırlar. Ancak yirmibeş yıl sonra Osmanlı toplumunda borçlanmaya karşı muhalif unsurlar ortaya çıkacaktır. İşte o zaman, gerek alacaklarımız ve gerekse bunların faizleri tehlikeye düşecektir. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin maliyesi, ekonomisi ve servetleri üzerindeki çıkarlarımızı koruyabilecek Türk yöneticilere ihtiyacımız olacaktır. Ben, bu ‘yerli misyonerlerin’, bizden ve yapacağımız siyasi baskılardan çok daha yararlı olacağı kanısındayım. Bunlar, Türk halkına kendi dilleri, kendi ikna yöntemleri ile yaklaşma olanaklarına sahiptirler. Bu ‘yerli misyonerler’ alacaklarımızın, bir ya da birkaç yüzyıl, teminat unsurlarının en önemlilerinden biri olacaktır”…Osmanlı, ilk dış borçu 1854 yılında aldı ve borç sarmalına yakalanmış oldu. Her borç yeni borcu gerekli kıldı, mali yetmezlik borç arayışını sürekli hale getirdi…1875’te, bütçenin 17 milyon gelirine karşılık 13 milyon lira dış borç ödemesi vardı. O yıl, bütçe gelirlerinin yüzde 76’sı dış borç ödemesine ayrıldı. Dış borç toplamı; 150 milyonu anapara, 61 milyonu faiz olmak üzere 211 milyon İngiliz Sterlini’ydi. Borç anlaşmalarının çarpıklığı nedeniyle, bu borcun yalnızca yüzde 53’ü Osmanlı hazinesine girmişti. Kalanı, faiz ve komisyon olarak kaynakta kesilmişti…Borcun büyük bölümü, bugünkü gibi Avrupalı banker ya da bankalardan alınmıştı. Düyunu Umumiye’nin kabul edildiği 1881 yılında devlet borçlarının; yüzde 40’ı Fransa, yüzde 29’u İngiltere, yüzde 8’i Hollanda, yüzde 5’i Almanya, yüzde 3’ü İtalya’ya yapılmıştı…] Kaynak; METİN AYDOĞAN ‘Geri Dönüşten Çöküşe’ https://www.instagram.com/p/B78JsnxJhMc/?igshid=43sht354kes0
0 notes
Text
TÜRK OLMAK MI?.. Sahiden mi?
...Uzun yıllardır "Türk olmak" kavramının, toplumsal açıdan nereye oturduğunu gözlemliyorum ve analizlerimin bazılarını zaman zaman sizlere aktarıyorum. Sosyal medyada ki yorumlar, tepkisiz kalışlar bile, bu konuya, toplumsal bakış açısından, bazı tespitleri oluşturmama yardımcı oluyor. Kısa zaman aralığı için, şu tespitlerimi size aktarmak isterim:
1- TÜRK tarihi, kültürü hakkında ve Türk olmak konusunda, özellikle bu konunun savunucu- tarafları! olarak görünen kesimler yada kişilerde derin bir içtenlik yok. Bilgi yerine ezberler, tabular, sanılar ve dedikodular, zihinlerini işgal etmiş
2- Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan Doğu Türkistan ve bütün Türk topluluklarında, Büyük Atatürk başta olmak üzere, TÜRK olmak sevdası ve şuurunda olan, fiilen bu konuya inanarak mücadele vermiş, az sayıda devlet adamı, bilim adamı ve mütefekkir varolmuş veya var. Diğerleri, bu işi hep politik açıdan kullanmışlar veya kullanıyorlar.
3- M.Ö. 4500 yıllarından süzülerek gelen binlerce yıllık Türk kökleri, metafor ve deyim yapılanması ile Orhun yazıtlarından yüzyıllar öncesine dayandığı bilinen DİL ve kültürünün, hayata dair bakış açısı, özlemleri, çileleri, hedefleri, yaşam mücadeleleri günümüzde, kendini Türk diye adlandıran toplumlar tarafından, samimi olarak İÇSELLEŞTİRİLMEMİŞ. Kızıl Elma! ne ifade etmiş, duygusal hassaslığın dışında umursanmamış.
4- Araplaşmanın yoğun etkisi ile Türklüğe ait her değerimiz (destanlarımız dahil) başkalaşmış. İslam inancı olmayan TÜRK olmazmış gibi bilinçli bir kanı, topluma yedirilmiş ve Türk birliğinin arasına kuşku ekmek için, Türk- İslam sentezi gibi birçok yöntem, bu toplumda zihinlere nakşedilmiş. Birisi insanın soyu, diğeri inancı. Yani İslam olmazsa Türk olmaz derken, tersinden düşünenlerde Türk olmazsa İslam olmaz demeye başlamış.İnsan zihninin en önemli parçası olan inanç ve iman konuları, öyle tabulaştırılmış ki bunları söylediğiniz anda bile sataşmalar gelmiş. Türk dediğiniz anda bile karşılaşacağınız en olası çıkış "ırkçılık yapma" diye sizi susturmak olmuştur.
5- Kültürün en önemli Ayağı olan TÜRKÇE, yoğun talan altında etkisiz hale getirilmiştir. Talanın boyutunu tarif etmek istersem, size, şu ölçü versin: Dünyaya sizleri tanıtan adlarınıza bir bakın, kaçınızın adı Türkçe?.. Dünyanın neresine gitse, Arapça ve Farsça isimleri ile hitap edilen Türklerin, Arap olarak algılanmalarını anlamak zor olmasa gerek!
6- Neredeyse baştan aşağıya yanlış kavramlar ile zihinleri doldurulmuş nesiller, ne yazık ki değiştirilmiş bir anlayışın etkisinde, kendi soy ve kültürlerini savunduklarını zannederken, varlıklarını tüketmekte olduklarının farkında bile değiller! Bu, bir illüzyon veya sarhoşluk hali değil. Tek kelime ile MANKURTLAŞMADIR...
...TÜRKLÜĞÜ anlamak ve yaşatmak slogancıların işi değildir... Öncelikle, M.Ö. başlayan Türk tarihini ve Atatürk'ü içselleştirmeniz gerekir... Bir bütün olarak bakmanız gerekir...
… Soyumuza ait yapılan dışlamalardan, birkaç örnek vermek istiyorum: Osmanlı ile aynı tarihlerde hüküm süren, 3 Türk devletinden birisi olan "ALTIN ORDA" devletinden (1236-1502) bu toplum ne kadar haberdar? Cumhurbaşkanlığı forsunda, adı, hava olsun diye mi var? Yoksa, kendi tarihimizi Arap emperyalizminin etki alanına göre mi sınıflandırıyoruz? Araplaşmaktan uzak olan Türk devletlerini yok mu sayıyoruz?..
… Suriyelilere 30-40 milyar dolar harcadık diyen bir Türkiye düşünün. Diğer taraftan, vatan toprakları içinde, 1000 yıldan geriye kalan, sadece 100 ailelik Serdengeçti Yörük boyu SARIKEÇİLİLERİ ezen, horlayan, aşağılayan, iskan vermeyen TÜRKİYE... İnanılmaz filan değil bu, düpedüz Türk düşmanlığı. Hatırlatmak isterim ki Türkiye' de Türk olmak şuuru çok dar bir kesim tarafından, hakkıyla temsil edilir. O şatafatlı Türkçülük nutukları çeken partiler, dernekler filan bunların çoğu, düzenin otomatik sigortalarıdır! Hiçbirine kanmayın. Hava atmak ve çıkarlarını korumaktan öte bunların kabiliyetleri yoktur. Ben Türküm diyenler bunları sorgulamalıdır.
... 14. yüzyılda Kayseri'de Hüküm süren ERETNA Türk beyliğinin, UYGUR Türkleri tarafından kurulduğunu biliyor musunuz?.. Gültepe mahallesinde bulunan ve (son bildiğim Aşevi! olarak kullanılan) Köşk medreseyi ve içindeki türbede yatanın, Uygur beyi Alaeddin Eretna ve eşi Sulipaşa Hatun olduğunu biliyor musunuz? Çin' de zulüm altında yaşayan Uygurlar, Kayseriliyim diyenlerin atalarından... Ata vatanımızdan Kayseri'ye sığınan ,Uygur ailelerin bugünler de sınır dışı edilmeleri doğru mu bilemiyorum amma Türkiye'nin BM 74. Genel Kurulunda Filistin korumacılığının en üst perdeden yapıldığına, kendi soydaşlarımızın adının bile anılmadığına bizzat şahit oluyoruz. Filistin diye her şeyinizi ortaya koyuyorsunuz, Mursinin gıyabı cenaze namazını bile kılmayı ihmal! etmiyorsunuz, ümmet için kefenlerinizi yanınızda taşıyorsunuz…FAKAT Balkanlardan gelen Türklere, Kırımdan gelen Türklere, Türkistan'dan gelen Türklere, Azerbaycan Türklerine, Türkmenlere, Ahıska, Karaçay, Gagavuz Türklerine, Türkiye'den giden Türk dostu Rumlara, Ermenilere, Boşnaklara, daha sayamadığım toplumlara sahip çıkmak bir yana! çamur atıyorsunuz... Neler attığınızın, hepsini tek tek sayarım ama utanırım...
... Bir başka ayrımcılık; Türkiye toplumu, kendi toplumuna yaptığı ihanetlerin bedelini ödüyor. Bu toplumun, Bursalılara, İzmirlilere, Trabzonlulara, Kayserililere, Adanalılara, Sivaslılara, Yozgatlılara, Konyalılara ve birçok bölgemizde yaşayan insanlara taktığı kulpları, attığı çamurları, bir gözlemci olarak, tek tek sayardım ama nasıl olsa bunları, sizlerde biliyorsunuz! Kayseri' de Kalenin içinden-dışından olanlar!, Balkanlardan, SSCB den gelenlere yapılan adilikler... Çerkezlere, Gürcülere yapılan dışlamalar ve bölücülükler saymakla bitmez… Yaşanan günahların kaynağı, bu toplumun kendi kandırılmışlığıdır... Suni olarak kendisini bölecek kadar zeki! bir toplum, dışarıdan düşman arayacak kadar saf !.. Bunun Psikiyatri dalında bir karşılığı var...
...İçimizde bir burukluk var. Başta TÜRKİYE olmak üzere Doğu Türkistan ve dünyanın diğer bölgelerinde Türkler ezilmekte ve DİL BİRLİĞİ için hızlı adımlar atılmamaktadır... Biz dahil, bütün Türk Devletlerinde özellikle Doğu Türkistan da marjinal dinci tarikatlar (dolayısıyla onları kullanan istihbarat kurumları) etki alanlarını artırmaktadır...
...Başka bir gaflet; Yıllar öncesinden Almanya'ya çalışmak için giden Yugoslavyalılara, Devlet başkanları General Tito tarafından eğitim sağlanırken, soydaşlarımızı eğitmeden gönderen ve kaç kuşağı ezdiren bir politikadan ne beklentimiz olabilir. Birbirinin devamı olan bu sömürü düzeni, aynen devam etmektedir. Gurbetçiler, tam ayakları üzerinde duracakları kök salacakları sırada da utanmadan, onlar "oy potansiyeli" olarak kullanılıyor ve yaşamlarını sürdürdükleri ülkelerde, dışlanmalarına vesile oluyorlar.
...İsmail bey Gaspıralı "Dilde Fikirde İşte birlik" fikrini zihnimize koyalı 100 (yüz) yıldan fazla oldu. Hangi bahanenin arkasına sığınacaksınız, sağlanamayan DİL BİRLİĞİ için? Günümüzde, yüz milyonlarca Türk , aralarında, kendi dilleri ile değil İngilizce veya Rusça ile anlaşmaktadır... Bu işler dincilerin, dini değerleri kullandıkları gibi Türklüğümüzü kullanan, istismar eden, kişi, dernek veya partilerin ayıbıdır...
... Sitem etmeyin ama o kadar çok partizan oldunuz ki artık kendi özgür iradeniz den önce, parti ve cemaat yada tarikat baskısı ile düşünüyor ve yorum yapıyorsunuz. Türkiye'de, Türk olma bilincini kırmak veya dejenere etmek uzun yıllardır yapılmaktadır. Özellikle bu işin savunucu parti ve kuruluşları kullanmak daha şeytani ve etkili olmaktadır.. Türklükten ne anlıyorsunuz diye çevrenizde gözlem yapın ne göreceksiniz biliyor musunuz? Çoğunluğun yanıtı şöyle olacaktır:
1- Irkçılık yapmak
2- Türk-İslam sentezi olmadan Türk olmaz.
3- Sen Türk dersen, o da Kürt der…
4- Türklüğü anayasadan sileceğiz yoksa... olacaktır.
...40 yıla yakın süredir Türk varlığı için gözlem yapıyorum ve size sunduğum yorumlarım, analizlerim, bu alt yapıya dayanıyor: TÜRK VARLIĞI, BÜYÜK TEHDİT ALTINDA… Kabuğun adı Türk ama içi sürekli boşaltılıyor. Bizim adımıza mücadele veriyor zannında olduğunuz, TÜRK adı altında faaliyet gösteren, partilerin, derneklerin, grupların bir kısmı, sizi el altında tutmak amacıyla örgütlenmiş resmi ideolojinin ve düzenin uzantılarıdır.. .Güncel olarak yaşadığımız bir olgu: ALPARSLAN'A Türk değil İslam kılıfının giydirilmesini yada Türkçülüğü ile bilinen ve yaşamını öyle sürdüren Bakü kahramanı Nuri Paşanın, Türklüğünün silikleştirilmesi nedendir? Bunların hepsi bilerek yapılıyor. Anayasadan Türklüğü çıkartacağız demeçleri yanlışlıkla değil, toplumun tepkisini görmek için yapılmıştır. Çin'de uygulanan asimilasyonun çok daha tehlikelisi, Türkiye'de zaten yıllardır uygulanıyor. Yavaş yavaş, ürkütmeden, sessizce asimile oluyorsunuz. Neyinize güveniyorsunuz? Neyi umut ediyorsunuz? Dünya siyasi tarihinde, 120 den fazla Türk devletinin kurulduğuna da yıkıldığına da inanmıyorsunuz belki de! ...
TÜRK DÜNYASI ve TÜRK KENEŞİ:
Türkiye'ye Dinciler tarafından yaşatılan sürecin bir benzeri, Türk dünyası üzerinde tezgahlanıyor. Önce zihinlerinizi, inançlarınızı, vicdanlarınızı , merhamet ve adalet duygularınızı, mağdur imajı ile kandırdılar. Sonra mülayim, dürüst, dindar imajı ile para kaynaklarını, eğitimi, sağlığı, medyayı, vesaire... ele geçirdiler ve çöküşü beraber yaşıyoruz.
Aslında, Türkiye'nin Dış Türkler için radikal çözümleri hiç olmamıştır. SSCB rejiminin dağılması için CIA in yaptığı çalışmalardan birisi, oradaki etnik kimlikleri kullanmaktı. Bu plan dahilinde CIA ve NSA, yıllarca Almanya üzerinden, değişik Türk lehçelerinde radyo yayınları yapmak suretiyle (kendi çıkarları için), Türk kimliğini canlı tutmak zorunda kaldılar. Açıkçası, Orta Asya'da, soydaşlarımızın Türklük şuurunu ayakta tutan, bizden çok Amerikan dış politikasının yan etkisiydi.
… Russia first politikası ile 1990 yılların başında Ortaasyada oyun gücünü kaybeden Türkiye, yakın zamanda, Türk devletlerine DİN VE ARAP bezirganlığına başladı?... 1992 yılında Türk devletleri arasında organik bağları artırmak için kurulan TİKA, TÜRKSOY gibi kurumların son yıllardaki faaliyetlerini bilinçli olarak izliyor musunuz?.. Bu kurumların ve aracılıkları ile Türkiye'ye gelen öğrencilerin dini vakıf ve cemaatlar ile organik bağları hangi ölçüdedir, kuşkulu.
...Samimiyetle sorgulamamız gereken konulardan biriside TÜRK KENEŞİ dir: Niye Kazakça, Azerice, Kırgızca, Türk keneşinin sitesi olan https://turkkon.org de yok! Türk dünyası paydaş olmasın diye mi? Bu yanlışlar, bal gibi bilerek atılıyor. SSCB yıkıldı, 28 yıl geçti. Biz İngilizce üzerinden anlaşıyoruz…Şunu anlarım: İngilizce çağımız da "lingua franca". Ancak her üye ülkenin dili kullanılmalı. Çünkü farklılıklarımız var! Misal olarak, Keneş sayfası Kazakça yazılsa anlayamam, beni uzaklaştırır ve bana saygısızlık olurdu. Aynı yaklaşım hepimiz için geçerli.
…NURİ PAŞA resmi tanıtımlarına bakıyorum da , Sultan Alpaslan gibi Türk kimliği silinmeye çalışılan ama Türkçülüğü ile bilinen bir TÜRK kahramanı.. Kafkas Ordusu Komutanı olarak şanlı zaferler kazanmış bir savaş kahramanı, Azerbaycan Türklerini, Rus-Ermeni zulmünden kurtaran “Bakü Fatihi”, Türkiye’nin ilk yerli ve milli silah üreticisi, savunma sanayinin kurucusu, ömrünü memleketine adamış bu Türk evladına bir cenaze namazı bile çok görülmüştü..Yıllarca Edirnekapı’daki mezarına da gereken değer gösterilmedi, yeri bile unutuldu. Ancak 2016 yılında, yazar Atilla Onat tarafından mezar tespit edildi, onarıldı. Ve vefatından tam 67 yıl sonra cenaze namazı arkadaşlarıyla birlikte yattığı şehitlikte, bir avuç Türk tarafından kılındı...
… Türkiye'de Tek millet, ümmet, merhamet maskeleri ile Türklüğü sindirmeye çalışan, o mülayim, mağdur!, partizan hareketlerin politbüroları! ile ARAP (aslında evrensel) emperyalizm, Sembol haline gelen Türklük sevdalıları ve elçilerini kullanarak, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan' a yerleşiyor. Türkler arasında işbirliği yapmaya çalışan diplomat, bilim, sanat ve fikir insanlarımızın hareket ettikleri bazı organizasyonlar, partiler veya kişilerin, sıradan partizan görüntünün arkasında, Türk soyunu, kültürünü ve dilini yozlaştırmaya çalışan radikal bir nefreti hissediyoruz.
…Atatürk'ten sonra, Türkiye'yi Türk'ten arındırma çabaları, zihinleri boşaltılmış slogancı Türkler sayesinde hedefine ulaşmak üzere...
…SSCB dağılmadan önce, esaret altındaki TÜRKLER ile bağımız kopmasın diye, yaşayan Türkçeyi savunurduk... O dönemler çok geride kaldı... Artık iletişim açısından globalleşen bir dünyadayız. Türkçe boğulmak üzeredir. Türkçenin günümüz şartlarına yanıt verecek hızda genişletilmesi şarttır.
…Türkiye'nin Rusya sevdası nedir? Azerbaycan da Elçibey'in Türk sevgisi ile kırılan Rus etkisi, Haydar Aliyev kararlılığı ile bitmiştir... Azerbaycan'ın gözüne Ermenistan'ı sokan ve kullanan Ruslar ile hangi kabusu yaşamaya mecbur ediliyoruz?... S-400, Nükleer santraller, zaten bizim sanayimizi Ruslar kurmuştu propagandaları… Zamanında bir Cumhurbaşkanının Azerbaycan için, onlar şia biz, sünniyiz diye demeçler verdiğini de unutmadık... Bunlar onur kırıcı olmanın çok daha ötesinde, Türk elbisesi altında yapılan Türk dünyası düşmanlıklarıdır.
… 18 Şubat 2005 günü Nazarbayev'in “Orta Asya Devletler Birliği’ni kurmayı teklif ediyorum… Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihi-kültürel köklerimiz, dilimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehditlerimiz ortaktır. Biz sıkı ekonomik entegrasyonu başlatmalıyız." gibi, Türk dünyasından birçok fikir ve aksiyon teklifi olmasına ve birçok adım atılmasına rağmen sizlere son sözüm: Türk Dünyasının entelektüel birikimlerini gerçekleştirecek bir TEMEL STRATEJİ olmadan yüzeysel girişim ve gösteri amaçlı yapılanlar ile Türk Birliğini sağlamak mümkün değildir. Saygı ve sevgilerimle… Oguz SOLAK/ Uluslararası ilişkiler Uz.
0 notes
Photo
Şerko Bekes Kimdir, Hayatı Şêrko Bêkes: Şiir ruhların ortak dili ve kesişim noktasıdır.. 1940 yılında Süleymaniye de doğdu. Ünlü Kürd şairi Faik Bêkesin oğludur. Faik Bekesin de Kürd edebiyatında önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Şerko Bekes, bu güne kadar inanılmaz sayıda şiir yazdı, bu şiirler bir çok dile tercüme edildi.Bir çok Avrupa dili yanı sıra, Türkçeye de Doz yayınları tarafından kazandırıldı. Şair yaşayan en önemli toplumsal gerçekçi kürt şairdir. Bu güne kadar iki önemli ödül almıştır. 1987 yılında İsveç Peni tarafından TOCHOLSKI ödülüne layık görüldü. Daha sonralarıda kendi ülkesinin kendinden önceki önemli şairlerinden PİRE MERT adına tahsis edilen ödülü aldı. Halen 1998 de kurulmuş olan Serdem adlı kültür merkezinin başkanlığını yürüten şairin 31 adet yayımlanmış kitabı vardır. 1993 yılında Kürt Federe Devletinde 1 yıl süre ile Kültür Bakanlığıda yapmış olan şair ; mensubu bulunduğu hükümetin anti demokratik kimi uygulamalarına tahammül etmeyerek kabineden ayrıldı ve bir daha benzer görevler almadı. Kürt şiirinde kısa şiir geneleğinin öncüsü olan şair, Abdullah GORAN dan sonra çağdaş Kürt şiirinin en önemli ismidir. Şêrko Bêkes’in yaşamı henüz o hayatta iken Yönetmen SİRWAN REHİM tarafından filme anılarak bir belgesel haline getirildi. Geçt6iğimiz günlerde İstanbulda konuk ettiğimiz Şair ile yazarımız Latif Epözdemir Kürtçenin Sorani lehçesi ile bir söyleşi yaptı. Bu söyleşi ile birlikte, şairin birkaç şiirinden kısa dizeleri de Türkçeye çevirerek sizlere sunuyoruz. SIZI ( ÊŞ ) Ben uzun boylu bir sızıyım Başka bir acının omzuna konmadan Yaralar nerede ise Beni bulur, yoksullar nerede ise Ben onları bulurum. Yaşayan en büyük Kürd şairlerinden biri olduğunuzu söyleyen eleştirmenlerin görüşlerine katıldığımı belirtmek isterim. Bu konuda tevazüye gerek olmadığını da biliyorum. Şêrko Bêkes, bu konuda neler düşünüyor. Bu konuda bir şey söyleyemem ben kendini öven şairlerden değilim şiirlerimi ve kendimi fazla övecek değilim eğer halk böyle takdir etmişse insanlar böyle görüyorsa bir bildikleri vardır ama ben kendime dair olarak belirtmek isterim ki halkla aynı görüşte değilim . Özellikle Soran Kürdleri arasında en çok sevilen ve Türkiye de tanınan bir şairsiniz Türkiyedeki Kürdler de sizi çok severek beğenerek okuyorlar. Hatta çoğu birkaç şiirinizi ezberlemiş durumda.En son iki yıl önce Diyarbakır Belediyesinin düzenlediği bir festivale katıldınız ve o festivalde şiirler okudunuz.Dinleyenlerin tepkisi konusunda ne düşünüyorsunuz.Ne tür tepkiler aldınız.? Benim rüyamdı bir gün Diyarbakır gibi önemli bir kentte sahneye çıkıp Kürdçe şiir okumak. İki yıl önce bu rüya gerçek oldu. Diyarbakır Büyük şehir Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir e teşekkürlerimi sunuyorum. o etkinlikte beni sahneye bizzat kendisi davet etti ve beni sahneye davet ederken şunu söyledi: ‘her ne kadar Şérko nun soyadı BÊKES ise de Şêrko Bêkes kimsesiz değildir o kırk milyon Kürd ‘ün akrabası ve kardeşidir,babasıdır, dedesidir. Tüm Kürdler onun akrabasıdır dolayısıyla soyadının Békes (kimsesiz) anlamına geliyor olması gerçekte bir şey ifade etmiyor’ aşağı yukarı bir saat sahnede kaldım ve Kürdçe şiirler okudum. Sorani lehçesinden şiirler okudum Sorancanın da Türkiye de anlaşılmadığını çok iyi biliyorum ancak ben sahneden indikten sonra salon daki birkaç kişiye sordum ‘hepiniz sessizce beni dinlediniz peki acaba benim neler söylediğimi anlayanınız var mı’ Dediler ki :’’ Hayır biz Soraniceden anlamıyoruz ne dediğinizi de anlamadık ama ruhlarımız kesişti ruhen sizi duyabildik .” Ve her halde şiirin en önemli özelliği de zaten bu olmasa gerek. Ruhların ortak dili ve kesişim noktası.. DARP Bana göre Şiirin ve çivinin Başı birbirine banzer, İkisininde, Sivri uçları dalınca derinlere Şiirin üstünde acının Çivinin üstünde ise çekicin izleri durur. Kürd dilindeki farklı lehçeler sorunu nasıl çözülebilir.? Kürdler birbirlerini farklı lehçelerden ötürü çok iyi anlayamıyorlar? Bu durum kendi aralarındaki iletişimi nasıl etkiliyor.? Bu bir siyasal iktidar sorunudur. Yani Kürdlerin siyasal yönetimleri ancak bu soruna çözüm getirebilir.Bir özgür Kürd yönetimi bunu çözebilir. Hazır Kuzey Irakta bir Kürd yönetimi varken, sanırım bu hepimizden önce onların sorunu olmalı. Bunun üzerine çalışmalar yapmaları gerekiyor. Ayrıca bizim kendi aramızda bu lehçeler sorununu çözmemiz , yani farklı lehçelerdeki farklılıkları giderip tekleştirmemiz, yani özcesi farklı lehçeleri tekleştirmemiz, dili tekleştirmemiz iletişim sorununu çözmez, dil ile iş aynı anda kullanılmaya başlanırsa, dil ile ekmek aynı anda kullanılmaya başlanırsa, o zaman çok kolay bir biçimde karşılıklı olarak kişilerce meramlar anlaşılacaktır. Yani teorik olarak karar almak yetmiyor. Pratik gerek. Bu pratik ise somut yaşama uyarlanıp orada zorunlu koşulmazsa lehçe ayrılıkları sürer ve yakınlaşma sağlanamaz. Ekonomik yaşamın ticaretin ortaklaşması, pazarın ortaklaşması, ortak Pazar dilini zorunlu olarak yaratır zaten. Kürdçe’nin iki büyük lehçesi var. Sorani ve Kurmanci.Bu lehçeler çok yaygın olarak kullanılıyor. İki farklı alfabe de var. Kanaatime göre, bu iki lehçede kullanılmalıdır. Her ikisi de özgün halleriyle kalmalıdır. iki alfabe de özgün halleriyle kalmalıdır. Biz birbirimizi anlayabilmenin farklı yollarını denemeliyiz. Bu iki farklı lehçenin ve alfabenin özgün olarak kalması Kürdler için bir zenginliktir. Türkiye Arab harflerinden Latin harflerine geçiş konusunda Mustafa Kemalin harf devrimine uydu. 1929 harf devrimi sırasında Mustafa Kemal bir yandan, ülkenin politik çehresini değiştirirken, diğer yandan dilini de değiştirdi ve dil ile yeni hayat birlikte koşmaya başladı, birlikte yol almaya başladı. Dolayısıyla çok kısa zamanda yeni alfabe de, Türk siyasal yaşamına, sosyal yaşamına girmiş oldu. Türk ulusu bu yeni değişime hızla entegre oldu. Bu bir bakıma çok iyi oldu. Ama bir bakıma da ,Türk kültürü Osmanlı kültürü, Arabça da saklı kaldı. Türkçeye dönemedi. Latin harflerine dönemedi yani Türklerin Latin harflerine geçmesi çok olumlu bir durumken o Türk kültürünün Türk arşivinin edebi değerlerinin de Arab harflerinde saklı kalması bugün ki Türkler için bir fakirlik yarattı. Bu bir talihsizlik oldu aslında keşke Arab alfabesi de korunabilseydi ve bugün o hazineden de istifade edilebilinseydi. Kürdler lehçeleri birleştirmek konusunda kendilerine bir problem çıkarmamaları gerekiyor yeni bir angarya çıkarmamaları gerekiyor bu çok önemli bir farklılaşmaya yol açmaz. Yani birden çok lehçe pek de zararlı sayılmaz.Ayrıca bu durum çok da önemli değildir, süreç içerisinde lehçelerarası bir yakınlaşama sağlanır. Kürd Edebiyatın durumunu nasıl yorumlarsınız.? Kürdler çok yaygın bir coğrafyada yaşıyorlar ve farklı koşullarda hayatlarını sürdürdükleri için bir bütün halinde Kürd edebiyatının durumunu ele almak çok sıkıntılı çok zahmetli bir iş olur. Ama parça parça bunu ele alıp bir takım bilgiler verebiliriz. Şu ayrımı yapmadan geçemeyeceğim. Türkiye ve Suriye deki Kürdlerin durumu, ,İran ve Iraktaki Kürdlerin durumundan çok farklı. Çünkü Irak ve İran da hiçbir zaman Kürdçe yasaklanmadı. Dil özgür olduğu zaman edebiyatın gelişme şansı daha büyük olur. Suriye ve Türkiye de ise Kürdçe yasaklı olduğu için daha çok edebiyat sürgünde şekillendi. Dolayısıyla dil yasaklı olduğu için edebiyat gelişemedi. Bu büyük atlası parça parça ele alıp değerlendirmek gerek. Dediğim gibi Baban beyliği ve Erdelan Beyliği sırasında Kürd edebiyatı önemli bir gelişme kaydetmiştir. Bu beyliklerin hepsi kendi çatısı altında önemli şairler ve yazarlar bir araya getirmiştir. Örneğin Cizre Beyliği sırasında Ehmedi Xani, Melayé Cızıri, Feqiye Teyran gibi şairler varken, Baban beyliğinin çok önemli üç şairi, Nali ,Salim ve Kurdi nin Kürd edebiyatına çok büyük bir nefes kattıklarını söyleyebiliriz. UMUT ( HEVİ ) Eğer sevdan bir yağmursa İşte altında duruyorum. Eğer ateşse sevdan Bak ortasında duruyorum. Ey ülkemin sevdası Benim şiirim der ki ; Yağmur ve ateş olduğu sürece Bende olurum. Erdelan Beyliği döneminden gelen bir miras var. O dönem Kürd şairler, Havramani lehçesinden ve Germiyan yöresinde çok önemli şiirler yazdılar ve Kürd edebiyatının mihenk taşlarını oluşturdular. Edebiyatın önemli simaları arasındaydılar o şairler. Ama malasef Türkiye ve Süriyedeki Kürdler kendi dilleri asimilasyona uğrayıp unutulduğu için, örneğin Selim Berekat gibi çok önemli bir yazarımız olmasına rağmen Kürdçe yazamadı. Arabça yazdı .Türkiye’de de keza buna benzer çok yazar var. Biliyorum ki çoğu sürgünde yazmak zorunda kaldı.Bir çok edebiyatçı ve yazar, kötü koşullar ve baskılardan ötürü, Avrupa’ya kaçtı. Çeşitli koşullardan dolayı Türkçe yazdılar. Yılmaz Güney ve Yaşar Kemali biliyoruz. Kendileri Kürd olduklarını kabul ettikleri halde bütün eserleri Türkçedir. Ahmed Arif de bir Kürd şairdi fakat Türkçe yazmak zorunda kaldı. Çünkü Kürdçe yazamdı.Hem dil yasaklıyd, hem de dil unutturulmuştu.Bu durum bilinen bir gerçek. Türkiye’dekilerle ilgili benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bu durum onların hatası, ya da, kusuru değildir. Edebiyatın dili özgür olursa edebiyatın kendi de özgür olur. Yani hürriyet, edebiyat için çok önemli bir gerekliliktir. Bu yüzden ben Suriye ve Türkiye’deki Kürdleri kanatları kırılmış kartallara benzetiyorum. Türkiye ve Suriyede, bazen dil üzerindeki baskılar geriliyor bir takım edebi ürünler ortaya çıkıyor aradan bir müddet geçiyor bir de bakıyorsunuz ki, o özgürlük yok oldu tekrar baskı dönemi başladı. Dolayısıyla çok ileri bir Kürd edebiyatından bahsetmek çok mümkün değil Türkiye ve Suriye Kürdleri bakımından. Ama İran ve Irak Kürdleri, bu bakımdan çok daha ileridirler. Çok daha şanslıdırlar. Uzunca dönem, Avrupa da yaşadınız. Bir müddettir de, Kürd Federe Devletinde, Süleymaniyede yaşıyorsunuz. Artık Güneyde bir yerel yönetim var.Her iki yaşam tarzını karşılaştırdığınızda neler söyleyeb ilirsiniz. Ne eksikleri var Süleymaniye deki yaşamın Avrupa’dakine kıyasla…? Çok sayıda Kürd Avrupa da yaşıyor ve bu Kürdlerin, kendi keyiflerinden oraya gitmediklerini, bir çok nedenden ötürü sürgün gitmek zorunda kaldıklarını biliyoruz.Bunların başında özellikle Iraklı Kürdler için Halepçe katliamı ve 1980 li yıllarda 180 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan Enfal geliyor.Bu katliamlardan sonra bir çok aydın ve düşünür Avrupaya gitmek durumunda kaldı.Günümüzün özgürleşme durumunda ise, ardan yıllar geçtikten sonra ancak,bir çoğu ülkelerine döndü. Avrupa da kendi dillerini koruyabilmek konusunda çok ciddi çabaları olmadı, olamazdı da. Bütün dünyanın ortak olarak benimsemiş olduğu gibi, diller konusunda oraya entegre olmaya çalıştılar, oradaki aydınlar ve yazarlar gibi. Fakat Avrupa’daki yaşam tarzına varabilmek için Kürdlerin daha çok şey yapması gerekiyor.Ülke bir kan gölünden henüz kurtulmuşken Avrupanın her hangi bir ülkesi ile kıyaslamak ve karşılaştırmak olanaksız. Bütün dünyada milletlerin millet olarak varlıklarını tesis etmelerinde romanın çok büyük önemi var, Türkiyede de Türk romancılığı,1910’larda başlamış ve Türk ulusal mücadelesine çok önemli katkılarda bulunmuştu. Kürdler böyle bir süreçten geçtiler mi? Bizde roman geleneği çok geç başladı. 1950 li yıllardan sonra,ancak roman yazımı başladı. Neden. ? Çünkü roman gelişkin bir edebi üründür. Teknoloji ve sanayi devrimiyle ilişkili bir türdür. Çünkü üretim ilişkilerinde bir yenileşmeyi öngörmektedir ve daha önemlisi kentleşmenin bir ürünüdür roman. Kentleşme ve şehirleşme olgusu da Kürdlerde çok geç başladığı için Kürd romanı biraz geridir ancak eğer roman sayılacaksa Cemil Saibin uzun hikaye şeklindeki 1920 de yazdığı eserini, ilk Kürd romanı sayabiliriz. Ancak roman olup olmadığını tartışabiliriz. Ama Jana Gel Kürd romanın başlangıcıdır. 1956 yılında İbrahim Ahmed tarafından yazılan bu eser, Kürd romanın başlangıcı olarak sayılabilir. Yani diyebiliriz ki ilk çağdaş Kürd romanı, Jana Gel dir. Hüsên Arif, Mehemed Mukri ve Mehmet Uzun, Abdulla Saraç ,önemli Kürd yazarlarıdır. Yeni ve modern bir süreçe damgasını vurup , ötekilerden çok farklı olarak, Kürd romanını yeni bir yüze, yeni bir çehreye kavuşturan, romanımızı ileri bir aşamaya sürükleyerek ileri götüren ilk Kürd romanı Êwara Perwanê dir. Bu roman Kürd romanında önemli bir konağın, önemli bir sürecin başlangıcıdır.Keza, Bexitiyar Eli, Köln de yaşıyor ve bu gün bu isim, çağdaş Kürd romanının en önemli simasıdır. Belki de çağdaş Kürd romanının bana göre babası Bextiyar Elidir.. Kırk yaşında olduğu halde inanılmaz bir yazma yeteneğine ve deneyimine sahiptir. Bugüne kadar dört tane roman yazdı. Ama Êwara Perwanê, çok önemli bir roman. Keza, Apdulla Saraçın, romanları da çok önemli romanlar.Ezizê Melayê Reş ile Selah Omer ve ötekiler de, çok önemli romancılardır kuşkusuz. Modern Kürd romanının çehresini değiştiren ve dünya standartlarına kavuşturan ilk roman olarak da, Êwara Perwanê yi saymalıyız. Bunu tekrar tekrar söylemekte sakınca yok. Şiir konusunda ki görüşleriniz nelerdir Kürd şiiri ne durumda . Son dönem çağdaş Kürd şiirinin geldiği düzey konusunda neler söylersiniz. ? Romana göre ve diğer edebi türlere göre Kürd şiiri çok ileri bir aşamada. Her döneme damgasını vuran önemli şairler oldu. Çok sayıda şair yetişti bu topraklarda ama, her döneme damgasını vuran o dönemi sembolize eden bazı şairler var. Mevlevi döneminde, Nali döneminde, Ehmedê Xani döneminde Kürd şiiri, çok önmeli aşamalar kaydetti Kürd şiirinin klasiık dokusunun yanı sıra bu gün artık çok sayıda genç şairi var. Kürd şiirinin çok daha eskiye dayanan bir geçmişi var, çok hızlı bir gelişme gösteriyor bizim şiirimiz.Bizim jenerasyonumuzdan sonra, özellikle çok hızla gelişiyor..Biraz bana yakın Ebdulla Peşêw, Latif Helemet gibi önemli Kürd şairleri var. Refik Sami de onlardan.Daha sonra da önemli bir kuşak, genç bir kuşak yetişti ve bunlar ümit vaad eden şairlerdir. Kürd şiiri adına önemli işler yapıyorlar. Bunların içinden özellikle üç isim, Cemal Xembar, Dilaver Qeredaği ve Kerim Deşti ön plana çıkıyor.Bu üç şair çok önmeli bir aşamaya getirdiler Kürd şiirini. Aslındas denilebilinir ki, son yirmi yılda önemli şairler yetişti. Bu süreçte hatırı sayılır genç kadın şair de, yetişti .dolayısıyla şiir bugünkü aşamada çok önemli bir yerde. Kültür ve toplum ilişkisi nasıl yorumlanmalıdır. Ya da, kültürün toplumsal gelişim üzerindeki etkisi nasıldır. Kültür hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Kültür ruh halinin yansımasıdır. Eğer kültürel gelişim olmazsa ruhun devinme şansı olmaz. Bu gün, Toplumların hızlı dönüşümünün en önemli aygıtı kültürdür. Baban döneminin şairleri : NALİ, SALIM, KURDİ Bu alandaki gelişmeler kültürel değerlerin, kültürel mirasın ve malzemelerin korunması, toplumsal hayatın idamesi ve zenginleşmesi bakımından çok önemlidir. Kültürel etkinlikler bu yüzden desteklenmeli ve hızlandırılmalıdır. Kültürel değerler de korunmalı ve toplumun yararına sunulmalıdır. Her yıl İstanbul da düzenlenen Şiirİstanbul festivaline Şêrko Bêkes’in Kürd şiirini temsilen davet edilmesi kararlaştırıldı.Bu konuda neler söyleyeceksiniz. ? Çok memnun oldum. Böyle etkinlikler ulusların birbirlerini tanımaları dillerin ve farklı şiirlerin birbirleriyle kaynaşması anlamına gelir. Ben eğer böyle bir teklif alırsam seve seve gelirim ve İstanbul da öteki, dünya şairleriyle birlikte, ben de kendi şiirlerimi okurum. Çok teşekkür ederim Festival komitesine. Eğer beni davet ederlerese bu daveti kırmayacağım . EĞER Eğer benim şiirimden Gülü çıkarırlarsa Yılımın bir mevsimi ölür, Eğer şiirimden sevgiyi çıkarırlarsa İki mevsimim ölür, Eğer Ekmeği çıkarırlarsa Üç mevsimim ölür, Eğer Özgürlüğü çıkarırlarsa Bütün yılım ölür, bende ölürüm
13 notes
·
View notes
Photo
DİBEKLİHAN’DA SİNAN MEYDAN İLE “ATATÜRK VE KAYIP KITA MU” SÖYLEŞİSİ… Dibeklihan Kültür ve Sanat Köyü’nde 22 Ağustos 2019 Perşembe günü saat 21:00’da Sinan Meydan Söyleşisi gerçekleşecek. Dibeklihan’da Orhan Kemal Meydanı’nda gerçekleşecek olan söyleşide Sinan Meydan “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” üzerine araştırmalarını ve birikimlerini anlatacak. “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” üzerine yazdığı kitabında Meydan; ”Her şey 1930'lu yıllarda Atatürk'ün ileri sürdüğü "Türk Tarih Tezi"yle başladı. Atatürk, 1932 yılından sonra Türk Tarih Tezi'nin "kayıp parçası"nın peşine düştü. "Türklerin Orta Asya'dan önceki ilk yurtları"nı arıyordu. Bu amaçla 1932 yılında Tahsin Bey'i Meksika Büyükelçiliği'ne atadı. Tahsin Bey'in "gizli görev"i Türklerle, Eski Amerika halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Tahsin Bey Meksika'da yaptığı araştırmalar sonunda şaşırtıcı bir gerçekle karşılaştı. Buna göre, Türkler, M.Ö 12.000'lerde bir doğal felaket sonunda Pasifik Okyanusu'na gömülen Kayıp Kıta Mu'dan Orta Asya'ya göç etmişlerdi. Atatürk Kayıp Kıta Mu'da Ne Aradı? Tahsin Bey'in Meksika'dan Atatürk'e gönderdiği raporlarda hangi bilgiler vardı? Atatürk J. Churchward'ın Kayıp Kıta Mu konulu dört kitabını neden Türkçe'ye tercüme ettirdi? Atatürk Tahsin Bey'in bazı raporlarını neden eleştirdi? Kayıp Kıta Mu nasıl bir yerdi? Türkçe'yle eski Amerikan halklarının dilleri arasındaki şaşırtıcı benzerlikler nelerdi?... Ve daha pek çok bilinmeyen sorunun yanıtını "Atatürk ve Kayıp Kıta Mu"da bulacaksınız.” diyor. . . . #Bodrum #bodrumania #bodrummagazin #bodrumhaber #bodrumluculuk #bodrumdayaşam #bodrumdabugün #sergi #bodrumbodrum #bodrumhaber #skandal #hayatadair #girl #aldatma #kitap #toyga #hayatbirgünodabugün #cemiyet #moda #bodrumda #yaz #bodrummarina #yalıkavakmarina #turgutreis #resim #sanathaberleri (Dibeklihan) https://www.instagram.com/p/B1cOQGAB9qJ/?igshid=1xpf5vtavf3oj
#bodrum#bodrumania#bodrummagazin#bodrumhaber#bodrumluculuk#bodrumdayaşam#bodrumdabugün#sergi#bodrumbodrum#skandal#hayatadair#girl#aldatma#kitap#toyga#hayatbirgünodabugün#cemiyet#moda#bodrumda#yaz#bodrummarina#yalıkavakmarina#turgutreis#resim#sanathaberleri
0 notes
Text
Türklerin Dili - Fuat BOZKURT
Türklerin Dili - Fuat BOZKURT Yirminci yüzyılı geride bırakırken, herşeyin hızla değiştiği, bütün değer yargılarının allak bullak edildiği, bir ortamda yaşamanın sancılarını çekiyoruz. Zamanın akışına ayak uydurabilmek, var olan değerlerin gerisinde kalma
Türklük Bilgisine Giriş Yirminci yüzyılı geride bırakırken, herşeyin hızla değiştiği, bütün değer yargılarının allak bullak edildiği, bir ortamda yaşamanın sancılarını çekiyoruz. Zamanın akışına ayak uydurabilmek, var olan değerlerin gerisinde kalmamak için çırpınıp duruyoruz. Çağdaş insan, karanlıkları yok etme, aydınlıkları yaratma özlemiyle gelmiş dayanmış yirmi birinci yüzyılın kapısına. Bu…
View On WordPress
#Türkiye_Türkçesi Azerbaycan_Türkçesi Başkurt_Türkçesi Kazak_Türkçesi Kırgız_Türkçesi Özbek_Türkçesi Tatar_Türkçesi Türkmen_Türkçesi#Fuat Bozkurt#Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü#Türk#Türk Dilim#Türk Dilleri#Türk Dilleri Sözlüğü#Türk Edebiyatı#Türk Lehçeleri Sözlüğü#Türkçülük#Türkçe#Türkçemiz#Türkbitig#Türklük#Türklük Bilgisine Giriş#Türkler#Türklerin Dili#Türklerin Dili - Fuat BOZKURT#Türklerin Kullandığı Alfabeler
6 notes
·
View notes
Note
Merhaba yorumlarınıza güvendiğim için size sormak istediklerim var illuminati siyonizm israil.. belki birçok insanın birah bu işleri diyerek dalga geçtiği hafife aldığı düşünmek için asla kafa yormadigi gerçekler hakkında ne düşünüyorsunuz bu konuda Türkiye gençlerinin ciddi şekilde bilinçlenmesi gerektiğini düşünüyorum ve eğitim hayatımı buna göre şekillendirmeye çalışıyorum. Öneri ve açıklamalarınızı bekliyorum
Tehlikeler var yok değil aslında Tüm dünya ülkeleri farklı tehlikeler içerisinde, böyle bir soru sorduğun için teşekkür ederim. Baştan belirteyim hiç partiye mensup değilim genelde hep eleştiren kısımlarda olduğum için hiç bir parti beni sevmez , partililer sevmez. Hakikatin derdindeysek ön yargısız okumanı dilerim.
Dünya’da bir çok oluşum var Siyonizm de bunlardan birisi ama bu sadece ülkemiz için değil dünya için Tehlike neden bunu belirtiyorum dünyanın Türkiye’den ibaret olmadığını kendi gözümüzde her şeyi büyütmememiz için.
Siyonizim , illüminati , kontgerilla , panslavizm, great britanya , süper amerika , gladio , ekonomik tetikçiler, büyük israil hayali , rusların sıcak Türkiye dahil tüm dünya aynı tehlikeler altında.
Tehlikenin nedeni Ekonomik istekler. Bunun en son dayandığı nokta Altın’dır. Çünkü devletler aslında alışverişlerini altın rezevrleri üzerinden yaparlar. Altının karşılığı da kabul edilen ekonomi sistemine göre ABD Dolarıdır. Ekonomik kuruluşlar ya da ekonomi seyri ile ilgili okuduğunda buna ulaşabilirsin. Bretton Woods Anlaşması ‘nı iyi anlamak gerekir.
1. Devletlerin dostu olmaz çıkar ilişkileri olur. Bunu ABD kendisi için de her zaman söyler.
Bu çıkar ilişkileri de 2 şeye dayanır bir ülkenin güvenliği ikincisi ekonomik getirisi.
2. Devletlerin meşru yüzü yanında bir de gayri meşru yüzü vardır. Bildiğimiz isimler Abdullah Çatlı , Yeşil , vs. Devletler meşru işlerini anlaşmalar üzerinden gayrimeşru işlerini de soruda sorduğun oluşumlar üzerinden gerçekleştirir.
3. Devletlerin Sivil Toplum Kuruluşları üzerinden gerçekleştirdikleri çalışmalar vardır. Örneğin ABD merkezli bir yardım kuruluşu Afrikaya yardım götürürken yanında ne getirir buna da bakmak gerekir. ( Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabını okuyabilirsin. )
4. Yeni dünya düzenine etki eden ALGI YÖNETİMİ’dir ki ; işte burada tavsiyem girebilir devreye;
- Şayet Chpli isen soruyu soran kardeşim sadece sol yayınları okuma sağ yayınları da oku sadece sözcü cumhuriyet aydınlık takip etme sabahı da akiti de oku
- Şayet Akpli isen kardeşim sadece havuz medyasını okuma sol gazeteleri de yazarları da oku
- MHPli ise sadece Ortadoğu ya da Yeniçağ arasına sıkışma yine hepsini oku
- Şayet ben gibi herhangi bir ideolojiye körü körüne bağlı değilsen, her kesimi takip et. Çünkü herkesim kendisine güzel olan kısmı gösterir karşının çirkin tarafını gözüne sokar herkesi takip ettiğinde hepsinin yaptıklarından haberdar olursun.
Oku ama hiç birine de inanma , aklında daima şüphe olsun. Salt bilimi de öğren yazarların sunduğu kendi düşüncelerine istinaden sundukları kısımdan baktırtmalarına asla izin verme.
Çünkü medyanın görevi algı yapmaktır, hangi kanattan olursa olsun. Zaten algı yönetimi bilimini öğrendiğin zaman çok rahatlıkla manşetleri çözersin. Neden bunu öğrenmelisin ya da Türk halkı öğrenmeli medya büyük güçtür.
House of Cards dizini öneririm. Mad Men dizisini öneririm.
5- Sanayi devrimi ile gelen yeni dünyayı anlamalı. Ulusların zenginliği modeli , serbest piyasa ve getirdiklerini kavramak gerekiyor. Dediğim gibi ana temel para.
Dünya da bir çok birlik var , AB, BM , G8 , G7 , Birleşik Arap Emirlikleri , Afrika Birlikleri, OPEC, Birliklerin kuruluşları diğer birliklerle ilişkileri, bunların temel felsefesi iyi kavranması gerekiyor. Ekonomi ve çıkar ilişkilerinin korunmasına dayanır. Bu yapıları da iyi bilmek gerekir.
Bunları incelerken , Reform Hareketleri ve Rönesansın getirilerini unutmamak gerekiyor. Bir şeye bakarken daima geniş bak , hiç bir zamanlık anlık sonuçlara odaklanma tavsiye olarak söylüyorum.
Bu o kadar geniş bir konu ki ; tek bir ayağı olmaz hiç bir zaman.
Ama şunu söyleyeyim tehlikeler sadece ülkemiz için değil tüm dünya içindir. Her ulus diğer ulusları dizayn etmek ister çeşitli yöntemler kullanır. Türkler de Turan derken , panturkizm derken farklı bir amaç değildir. Ama dışarıda ki tehlike kadar bizim içimizde bir tehlike var o da sorumluluktan kaçıp ya kaderciliğe bağlamak ya da her olaya bir suçlu bulmak.
Lisede iken bu tür şeylerle çok uğraştık okuldan kaçar bir kahvede oturur akşama kadar siyaset konuşurduk ya da komplo teorileri okuduk. Sonra anladık ki biz zehirleniyoruz. Bizim zamanımızda her olay derin devletin işi olurdu. Etrafta Glado Tetikçisi arardık çok değil bu dediğim 2000 li yılların başları
Sonra düşman değişti Ergenekon oldu her olayın altında onu aradık.
İşte en büyük tehlike bu sadece sürekli bir suçlu bulup genel sorumluluklarımızdan kaçmamız.
Adam alkollü araca biniyor, kırmızı ışıkta geçiyor karşıda ki kuralları ihlal ediyor bunlar çarpışıyor araştırıyoruz araştırıyoruz suçlu kim ? tabii ki azrail , tabii ki kader. Suçluyu bulduk ya ondan sonra kadere kızıyoruz !
Diğer bir tehlikemiz , tehlikelere karşı bir kahraman bekleyen bir milletiniz. Bununla avunuyoruz.
Dış tehlike basit : 1- Fikri olarak bağımlı hale getirmek 2- Ekonomik olarak bağımlı hale getirmek ;
Bu dünya kuruldu kurulalı tüm devletlerin uyguladığı politikadır. Sadece şuana özgü değil bunu asla unutmayın.
Rusya bizim karakaşımıza mı yakınlaştı ya da şimdi uzaklaştı . ABD sadece Türkiye ‘ye mi tehdit , araştırmalara baktığında dünya da en nefret edilen ülke ABD ve herkes kendisine tehdit görüyor hakeza İsrail.
Haçlı - İslam Savaşı bir zamanlar vardı, güzel bir argümandı her devletin savaşa sürüklemesi için daha sonra bu sistem değişti Fransız İhtilali ile gelen ve dünyayı saran Milliyetçilik akımı ile söylemler Toprak için Vatan için savaşın oldu.
Çanakkale de savaşa gelen anzaklarda kendi vatanlarına tehlike gelecek inancı ile geldi bu topraklara …
merkantilizm diye bir sistem vardı bir zamanlar… korumacılık politikası bu ekonomiye yönelik sonra bu kalktı serbest piyasa oldu
O kadar çok bağlantı ilmek var ki iyi kavramak gerekiyor sadece
daha çok yazılacak konu var ama çok da uzadı
Bizi bekleyen en büyük tehlike
1. Zihnen 80 de olduğu gibi şuan ki bölünmüşlük. Bu çok tehlikeli ( 80 öncesi de Cemil Meriç bu konuya dikkat çekmişti Cemil Meriç tavsiye ederim okuyun )
Ama okurken sloganik söylemlerde kalmayın. İsmet Özel tavsiye ederim, Dücane Cündioğlu tavsiye ederim.
Şuan toplumda bölünmüşlük var siyonizm vereceği zarardan daha tehlikeli , bunu siyasilerimiz kendi dilleri ile yapıyor. Burada her hangi bir ayrım yapmıyorum kaç parti varsa kaç lideri kurmayı varsa hepsi aynı. Haa bu sadece Türkiye’ye özgü değil dünyaya özgü , şimdi ki düzende insanların psikolojisi bunu istiyor. Bu zemin hazırlandı yıllar boyunca ve Trump’ın seçilmesi hiç de şaşırtıcı değil ya da bilmem ne ülkesinde Aşırı sağcı partinin almış olduğu %25 lik oylar şaşırtıcı değil. Neden halkın dili nefret halinde , siyaset bir bilimdir ve iktidara gelmek istiyorsan halkın duymak istediklerini söylersin olması gerekenleri söylemezsin. Bir zaman yazmıştım insanlar hurafeleri gerçeklerden daha çok sever diye … ( Çokluk hakikat değildir, Nuh gemisine kaç kişi aldı , 10 yılda kaç kişi müslüman olmuştu , Hz. İsa Çarmıha gerildiğinde kaç kişi hristiyanlığı kabul etmişti. ) Tehlike bölünmüşlük ve halkın bu söylemleri sevmesi. Bunun için siyonizme gerek yok halk nefret etsin birbirinden yeter.
2. En büyük tehlike yukarıda dikkat çektiğim suçluyu bulup rahatlama hissi
Doğu medeniyeti olarak biz bunu yapıyoruz. Ama nasreddin hocanın dediği gibi önce eşeği sağlam kazığa bağlayıp sonra Allah’a havale etmiyoruz. Biz direk Allah’a havale ediyoruz. Halbuki İslam felsefesinde “ Sorumluluğun olduğu yerde kader yoktur “ diye bir söylem vardır. Ya da kader gayrete aşıktır.
Cahit Zarifoğlu da Tecelliye teslimiz ama gayrete de aşığız der. Çok önemli bir cümledir.
3. Tehlike ise düşünmeden sürmanşetlerden konuşmak, bilgi hammalığı yapıp bilgiyi işlememek.
4. Tehlike ise biz bu telikeli gördüğüm tavırları sergilemeye devam edersek işte o zaman dışarıdan gelecek tehlikelere zemin hazırlamış oluruz , onların etkisi katalizördür süreci hızlandırır.
İçerisi sağlam olursa dışarıdan hiç bir şey giremez. Sürekli dener ama geri döner …
Saydığımız dış etkenler inanın tüm devletlere aynı şekilde yaklaşıyor, burada ortadoğu düşmanlığı yok dünyayı esir etme düşüncesi var ama orta doğu coğrafyası insanı çok daha duygusal ve her alana hızlı kapılıyor bu yüzden de daha çabuk karıştırıyorlar. Hakeza bir zamanlar Hindistan …
Hiç bir ülke diğer ülkenin çok güçlü olmasını istemez. Bu yüzden her ülkenin dış korkusu vardır. Ama ona göre de önlemini alır.
Bizim 50′li yıllardan bu yana neden içimizi düzeltmedik bunu sorgulamalıyız. Diye bilirsin ki ama içimizde de düşman çok ;
Evet içeride de dışarıda da düşman her zaman var , ama insanın kendisine ettiğini kimse yapamaz. İşte sorun burada Önce biz ne yapıyorsak kendimize yapıyoruz sonra dışarıya çanak tutmuş oluyoruz.
Toplumsal Ahlak ve Bilimden ayrılmamamız gerekir.
11 notes
·
View notes
Photo
380 Ayrı Anadilin Konuşulduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde Tek Ortak ve Resmi Dil: İNGİLİZCE 1990 yılı nüfus sayımında ABD yurttaşlarına soruldu: “Etnik ırk, soy kökeniniz nedir?” Verilen yanıtlar ABD yurttaşlarının 500 dolayında değişik soy ve ırklardan geldiklerini ortaya çıkardı.Aynı sayımda ABD yurttaşlarına şu da sorulmuştu: “Evinizde hangi dili konuşuyorsunuz?” Verilen yanıtlar, ABD yurttaşlarının, evlerinde İngilizce dışında 380 dolayında ayrı anadil konuşmakta olduklarını ortaya çıkardı. ABD resmi raporlarında hangi eyalette kaç değişik anadil konuşulduğu da saptanıyor. 2010 nüfus sayımına göre: 4,779,736 nüfuslu Alabama’da 114 ayn dil; 710,231 nüfuslu Alaska’da 109 ayrı dil; 6,392,017 nüfuslu Arizona’da 152 ayrı dil; 2,915,918 nüfuslu Arkansas’da 89 ayrı dil; 37,253,956 nüfuslu California’da 213 ayrı dil; 5,029,196 nüfuslu Colorado’da 128 ayrı dil; 3,574,097 nüfuslu Connecticut’da 107 ayrı dil; 897,934 nüfuslu Delaware’de 81 ayrı dil; 18,801,310 nüfuslu Florida’da 162 ayrı dil; 9,687,653 nüfuslu Georgia’da 141 ayrı dil; 1,360,301 nüfuslu Hawaii’de 104 ayrı dil; 1,567,582 nüfuslu Idaho’da 107 ayrı dil; 12,830,632 nüfuslu Illinois’da 140 ayrı dil; 6,483,802 nüfuslu Indiana’da 114 ayrı dil; 3,046,355 nüfuslu Iowa’da 113 ayrı dil; 2,853,118 nüfuslu Kansas’da 111 ayrı dil; 4,339,367 nüfuslu Kentucky’de 109 ayrı dil; 4,533,372 nüfuslu Louisiana’da 99 ayrı dil; 1,328,361 nüfuslu Maine’da 86 ayrı dil; 5,773,552 nüfuslu Maryland’da 145 ayrı dil; 6,547,629 nüfuslu Massachusetts’de 142 ayrı dil; 9,883,640 nüfuslu Michigan’da 141 ayrı dil; 5,303,925 nüfuslu Minnesota’da 123 ayrı dil; 2,967,297 nüfuslu Mississippi’de 85 ayrı dil; 5,988,927 nüfuslu Missouri’de 133 ayrı dil; 989,415 nüfuslu Montana’da 80 ayrı dil; 1,826,341 nüfuslu Nebraska’da 106 ayrı dil ayrı dil; 2,700,551 nüfuslu Nevada’da 114 ayrı dil; 1,316,470 nüfuslu New Hampshire’da 83 ayrı dil; 8,791,894 nüfuslu New Jersey’de 136 ayrı dil; 2,059,179 nüfuslu New Mexico’da 114 ayrı dil; 19,378,102 nüfuslu New York’ta 173 ayrı dil; 9,535,483 nüfuslu North Carolina’da 136 ayrı dil; 672,591 nüfuslu North Dakota’da 77 ayrı dil; 11,536,504 nüfuslu Ohio’da 128; 3,751,351 nüfuslu Oklahoma’da 131 ayrı dil; 3,831,074 nüfuslu Oregon’da 136 ayrı dil; 12,702,379 nüfuslu Pennsylvania’da 152 ayrı dil; 1,052,567 nüfuslu Rhode Island’ta 81 ayrı dil; 4,625,364 nüfuslu South Carolina’da 105 ayrı dil; 814,180 nüfuslu South Dakota’da 79 ayrı dil; 6,346,105 nüfuslu Tennessee’de 117 ayrı dil; 25,145,561 nüfuslu Texas’da 170 ayrı dil; 2,763,885 nüfuslu Utah’da 123 ayrı dil; 625,741 nüfuslu Vermont’da 78 ayrı dil; 8,001,024 nüfuslu Virginia’da 135 ayrı dil; 6,724,540 nüfuslu Washington’da 166 ayrı dil; 1,852,994 nüfuslu West Virginia’da 84 ayrı dil; 5,686,986 nüfuslu Wisconsin’de 124 ayrı dil; 563,626 nüfuslu Wyoming’de 61 ayrı dil ve 601,723 nüfuslu District of Columbia’da 94 ayrı dil konuşulmakta olduğu; yapılan sayım sonucu resmen belirlenmiş bulunuyor. 2010 yılı sayımında, ABD nüfusunun yüzde 16,3’ünü oluşturan 50,500,000 (elli milyon beşyüz bin) kişinin evlerinde anadil olarak “Hispanic” (İspanyolca) konuştukları; bunların çoğunun 1960’lardan başlayarak ve sayısı her yıl katlanarak büyüyen göç dalgalarıyla İspanyanın sömürgeleştirdiği Güney Amerika ülkeleri olan Meksika’dan, Küba’dan, vd. ABD’ye göçmen olarak geldikleri; kırk yıl sonra 2050 yılına doğru ABD nüfusunun yüzde 30’unu oluşturacakları; bunların Amerikan yurttaşlığına girmiş olmalarına karşın, ezici çoğunluğunun Amerikan ulusuyla kaynaşmadıkları ve ülkenin ortak dili İngilizce’yi öğrenmedikleri, konuşmadıkları resmen saptanmış durumda... 2008’de ölen ABD’lı akademisyen Samuel P. Huntington, Foreign Policy dergisinin 2004 Mart sayısında yayımlanan “Hispanic Challenge” başlıklı yazısı ve aynı yıl yayımlanan “Biz Kimiz?” (Who Are We?) adlı kitabında, Amerikan ulusuyla kaynaşmayan yüzde 16,3’lük “Hispanic” nüfusun, bu çoğalma hızıyla 2050 yılına doğru ABD’yi etnik bölünmeye sürükleyebileceğini; bunu önlemenin biricik yolunun ise, onların “rüyalarını bile İngilizce görecekleri düzeyde İngilizce konuşmalarını sağlamak olduğunu savunuyordu. Bundan sonra Amerika’da pek çok köşe yazarı 2050 öngörülerini yazmaya başladı. “Türk Huntington’u” diyebileceğimiz kimi yerli “Batı papağanları” da Huntington’a ait olan ABD’nin 2050 yılında “Hispanic” ler tarafından parçalanacağı “kehaneti” ni sanki kendi buluşlarıymış gibi sunan yayınlar yaptılar. Çeşitli etnik kökenlerden gelen anadilleri farklı toplulukların bir ulus oluşturabilmesinin, “ortak bir dil” kullanmalarına bağlı olduğu, ABD’nin yaşayarak öğrendiği bir gerçeklik. Huntington’un değinmediği bir gerçek de şu: ABD’nin geçmişinde, bugünün yüzde 16’lık “Hispanic”lerinden çok daha ağır, 1890’larda ABD nüfusunun yüzde 53’ünü oluşturan Alman kökenli yurttaşlar sorunu vardı. O yıllarda, sokaktaki her iki ABD yurttaşından biri Alman kökenliydi. Bunlar, ABD’de bütün derslerin Almanca okutulduğu okullar açıyor, Almanca gazeteler, dergiler, kitaplar yayımlıyor; Alman tiyatroları, Alman kabareleri, Alman birahaneleri, Alman şirketleri açıyor; ve caddeleri, sokakları Almanca işyeri tabelalarıyla donatılan Amerika, hızla Almanlaşıyordu. Dahası, 1890’larda ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bu Alman kökenliler dış politikayı bile etkiliyor, ABD’ye Almanya’nın düşmanına düşman, dostuna dost bir politika izlemesini dayatıyorlardı. Ancak, bu durum 1890’ların ikinci yarısında değişecek ve ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Alman kökenliler, 1896’da ABD’deki Alman kanaat önderlerinin önerisiyle, ABD’nin ortak dili olan İngilizce’yi öğrenip günlük yaşamlarında kullanarak Amerikan ulusunun ayrıcalıksız yurttaşları olmaya yöneleceklerdi. Bu yönelişten yüz yıl sonra yapılan 1990 - 2000 ABD nüfus sayımlarında, etnik kökenini Alman olarak tanımlayan ABD yurttaşlarının sayısı tüm nüfusa oranla yüzde 25’lere gerilemiş, İngilizce bilmeyen Alman kökenli Amerikalı sayısı ise yok denecek ölçüde azalmıştı. 1890’larda ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Alman kökenlileri ortak dil İngilizce ile Amerikanlaştıran ABD’nin, bugünün %16’lık “Hispanic”lerini aynı yöntemlerle Amerikan ulus potasında kaynaştırması olanaksız değil... Nitekim, “Tek Dil İngilizce Akımı” (English-Only Movement) İngilizce’nin ABD’de hem tek ortak dil ve hem de tek resmi dil olarak benimsenmesi için çalışmakta. 1930’lar Türkiyesi’nde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarına benzer kampanyalar; bugün ABD’de ulusal dil İngilizce için yürütülüyor. 2005 yılında Kongre’ye sunulan “İngilizce Dil Birliği Yasa Tasarısı” (English Language Unity Act) yasalaşma yolunda çeşitli aşamalardan geçerek, 5 Mart 2013 günü ABD Senatosu’na, 6 Mart 2013 günü Temsilciler Meclisi’ne sunuldu. Yasa tasarısı, “ABD’de resmi dil İngilizce’dir” maddesiyle başlıyor. Tasarıya göre, tüm ABD yurttaşları Bağımsızlık Bildirgesi’nin özgün İngilizce metnini, ABD Anayasasını ve yasalarını okuyup anlayacak ölçüde İngilizce bilecekler; bu düzeyde İngilizce bilmeyen göçmenler, ABD yurttaşlığına alınmayacak; devlet dairelerindeki bütün işlemler İngilizce olacak; yurttaşlar özel yaşamlarında ise diledikleri dili kullanabilecekler... Evet, ABD’de Mart 2013 itibariyle son durum bu. Peki, Türkiye’de son durum ne? ABD’de “Tek Resmi Dil: İngilizcedir”, “Vatandaş İngilizce Konuş!” demek, Demokratik Cumhuriyetçiliktir; buna karşılık Türkiye’de “Tek Resmi Dil Türkçedir”, “Vatandaş Türkçe Konuş!” derseniz, “birileri” sizi anında “Irkçı Faşist” olarak damgalayacaktır. ABD ve diğer Batı ülkelerinde “Demokratik” sayılanın, Türkiye’de “Irkçı Faşizm” sayılması; Batı’da “Anarşi” olarak tanımlanacak türden görüş ve uygulamaların, Türkiye’de “Demokrasi” olarak yutturulması; ülkemizin tüm sorunlarından çok daha önemli bir sorundur. Türkiye Cumhuriyetinin sömürge dili İngilizce.Üniversitelerin yarıya yakınında zorunlu eğitim dili İngilizce çoktan yapıldı.Bunun adı Kolonileşmektir.Dünyada Britanya-İngiliz İmparatorlugunun sömürgeleştirdiği Kanada-ABD,Avustralya,Yeni Zelenda,İskoçya,Galler,İrlanda,Kuzey İrlanda,Güney Afrika,Afrikanın İngiliz sömürgesi bölgeleri,Malezya,Pakistan,Hindistan cografyalarında resmi,eğitim,ortak dil yada 2.resmi dil İngilizce. Arabistan cografyasında ,Çin-Hong Kong interlandında en önce öğrenilen küresel dil İngilizce. Irak genelinde ve özellikle kuzeyinde üniversitelerinde eğitim İngilizce sonra Arapça olarak yapılmakta.Yunanistan,Bulgaristan,Ermenistan toprakları eskiden Türk toprakları idi.Bu devletçikler Britanya-İngiliz İmparatorlugu ve Rusya kontrolünde ve destekleri ile kuruldu.Bugune bakalım. Yunanistanda Yunancadan çok İngilizce ve Almanca eğitim ön planda.Britanya-Ingıltere&Abd ve Avrupa-Almanya sömürgesi oldukları için.Bu durum Bulgaristan içinde geçerli. Ermenistanda Ermenice eğitimden çok Rusça,Fransızca ve İngilizce eğitim ön planda.Rusya,Fransa,Abd kontrolünde ve tekelinde oldukları için. Bu durum Kürdistan,Lazistan,Pontus projeleri içinde geçerli olacak. Türkiyeyi eğer Türkler yönetse idi.Türkçenin önemini artırmak için Türkiye Türkçesi diğer Türk devletlerinde kabul ettirilirdi.Böylece Türkçenin değeri artardı İngilizce,Rusça,Fransızca dilleri gibi önemli diller grubuna girebilirdi...Ama durum tam tersi. Azerbaycan da eğitim Rusça ikinci öğrenilen dil Britanya-Ingıltere&Abd etkisiyle İngilizce. Farsların yönettiği Iran da ortalama 20-30 milyon arası Güney Azerbaycan Horasan Kaçkay vd. Türkleri yaşamakta ama Türkçe eğitim yasaklı.Farslar bunun karşılıgında Ermenilere Ermenice eğitim hakkını üniversite düzeyine kadar veriyor.Farslar Iran da en önce küresel dil olarak Britanya-Ingıltere&Abd etkisiyle İngilizce öğreniyor. Kazakistan,Kırgızistan,Özbekistan,Türkmenistan hattında eğitim dili Rusça, 2.resmi dil Rusça ve uluslararası kullandıkları dil Rusça.Sonra Britanya-Ingıltere&Abd etkisiyle İngilizce ön planda. Rusya Federasyonu işgalindeki Tataristan,Çuvaşistan,Başkırdıstan,Yakutistan,Sibirya vd. Türk cumhuriyetlerinde resmi,eğitim,ortak dil Rusça konumunda ve durumunda.Bu gidişle Türk devletleri ve Rusyanın işgalindeki özerk Türk cumhuriyetleri ile Rusça ve İngilizce anlasacaklardır asimile ola ola ... Yani dil bahane ...Burda asıl mesele Eski Yugoslavya gibi Irak gibi Afganistan gibi Türkiyeyi bölmek ve çökertmek sonra da Kürdistan,Lazistan,Pontus şehir devletçiklerini kurmak istemekteler öncesinde Yunanistan,Ermenistan ve Bulgaristan şehir devletçiklerini kurmuşlardı,Türklerden işgal edilen topraklar üzerinde. Geçmişte Türklerden işgal edilen topraklar üzerinde kurdukları şehir devletçikleri olan Bulgaristan,Yunanistan,Ermenistan gibi bugun Kürdistan,Lazistan,Pontus kurmaya çalışmaktalar kendilerine bağlı yeni şehir devletçikleri olarak. Pakistan,Hindistan,Malezya,Güney Afrika,Afrikanın bazı bölgeleri gibi Ingılterenin sömürge bölgelerinde eğitim resmi ortak dil yada 2.resmi dil İngilizce.Kanada-Avustralya-Yeni Zelenda ve İngiliz Milletler toplulugu ülkeleri zaten Birleşik Krallık kılıfıyla direk olarak İngiltereye bağlı.Amerikada direk İngiliz sömürgesi gözükmesede,İngiltere ile her konuda beraber hareket etmekteler. 1. ve 2. Dünya Savaşları ,Irak ve Afganistan işgallerinde Amerika,İngiltere,Kanada,Avustralya,Yeni Zelenda Anglo Sakson İngiliz kontrolündeki devletler hep beraber idi.Amerikada zaten üst unsur Britanyalılar İngilizler Anglo Saksonlar.Britanya da Kelt ülkeleri olan İskoçya,Galler direk sömürgeleri Kuzey İrlanda ve İrlanda yarı sömürgeleri kültürel olarak direk sömürgeleri konumunda ve durumunda. Kazakistan,Kırgızistan,Özbekistan,Türkmenistan,Kafkasya,Azerbaycan,Gürcistan,Ermenistan,Sibirya,Belarus Doğu Avrupa interlandında eğitim resmi ortak dil yada 2.resmi dil Rusça konumunda ve durumunda. Bir başka örnek Yugoslavya diye bir ülke vardı Balkanlarda.Önemli bir devletti.Bu devlet Britanya-Ingıltere&Abd ve Rusya kontrolünde bölündü ve parçalandı.Bu devletten 7-8 şehir devletçiği çıkardılar.Günümüzde Eski Yugoslavyadan ayrılmış şehir devletçiklerinin üniversitelerinde eğitim dili olarak İngilizce sonra Almanca kullanılıyor, Britanya-Ingıltere&Abd ve Avrupa-Almanya sömürgesi oldukları için. Daha sonra İspanyol ve Portekiz sömürgeleri gelmektedir. Bu iki devlet Güney Amerika ve Brezilya cografyasını sömürgeleştirmişlerdi.Böylelikle küçük bir ülke olan Portekizin dili çok büyük bir cografya olan Brezilyada resmi eğitim ortak dil olmuştu Portekiz sömürgesi oldukları için.İspanya ve Portekizin Afrikada da Fransa,İngiltere den sonra sömürgeleştirdikleri küçük bölgelerde var.İspanyolca ve Portekizce de İngilizce kadar olmasa da birçok İspanyol ve Portekiz sömürgesi devletlerin(İspanyol Kolonisi Güney Amerika ülkeleri ve Portekiz Kolonisi Brezilya)resmi dili ortak dili eğitim dili . Kuzey Afrika Ülkeleri Fas ,Tunus, Cezayir de resmi dil Arapça olmasına rağmen hepsi istisnasız eğitim,ortak dil olarak Fransızcayı kullanıyor,Fransa sömürgesi oldukları için.Kanadanın % 30'luk bölgesi de Fransanın sömürgeleştirdiği Kuzey Amerikadaki tek yer,o bölgede de resmi,eğitim,ortak dil Fransızca.Afrikanın birçok ülkesinde resmi,eğitim,ortak dil Fransızca konumunda ve durumunda. Kısaca kim nerenin sömürgesi ise,kim nereye ekonomik,siyasi olarak bağımlı ise ,o ülkenin dilini resmi,eğitim,ortak dil yada 2.resmi dil yapıyor.
4 notes
·
View notes