Tumgik
#Anadolu Halkları
ruhsalseyler · 8 months
Text
Luviler Kimdir?
0 notes
nevzatboyraz44 · 3 months
Text
‘Soyadı özgürlüğü’ mü ‘soysuzlaştırma projesi’ mi?
“Herkesin ailece anılmasına yarayan öz adından sonraki adı, aile adı, aile ismi, soy ismi.”
TDK,  “soyadı”nı böyle tarif ediyor.
Soyadını tarihte ilk kez, bundan beş bin yıl önce “Çinliler” kullandı.
Avrupa’da ise “Romalılar” aile isimlerine göre soyadını belirliyordu.
Soylular, mensubu oldukları hânedânın, hâkim oldukları bölgenin, hatta oturdukları şatonun ismiyle anılırken…
Diğer insanlar yaptıkları hizmet veya meslekleriyle tanınıyordu.
Bugünkü şekliyle soyadı kullanımının Avrupa’daki öncüsü İngilizler oldu.
Sırp, Hırvat, Leh, Çek gibi Slav toplulukları ile Yunan, Romen, Boşnak gibi Balkan halkları da soyadlarında “oğlu”, “çocuğu” manasına gelen veya “meslek” bildiren ekler kullandı.
Araplar ise soyadı kullanmak yerine;
“oğlu, babası, mesleği, kabilesi ve memleketiyle anılmayı” tercih ediyorlardı.
 “Yiğit lâkabı ile anılır” atasözünden de anlaşılacağı üzere, Türkler;
“babalarının verdiği isim, kazandıkları lakap, mevki ve memleketleriyle” bilinirdi.
Mesela!
Fatih Sultan Mehmed’in unvanı “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn…”
Yani;
“Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in Sultanı” idi.
*
Dünyada ilk “soyadı kanunu” 1787 yılında, Yahudileri asimile etmek için Avusturya’da çıkarıldı.
Kanun, Yahudilerin “Almanca” isimler ve soy isimleri almasını zorunlu kılıyordu.
Hali vakti yerinde olanlar rüşvet karşılığında “çiçek” ve “kıymetli taş” anlamına gelen güzel soyadları alırken…
Fakir Yahudilere “eşek kafası”, “yankesici” gibi soyadları layık görülüyordu.
Avusturya’nın ardından dünyada “soyadı kullanmanın kanunla dayatıldığı” ikinci ülke Türkiye oldu.
“İmparatorluk”tan “ulus devlet”e geçmekle “yeni bir millet yarattıkları” vehmine kapılan CHP’liler, halkın geçmişiyle bağını koparmak için “Harf Devrimi” ve “Kılık-Kıyafet Devrimleri”nin yetmeyeceğini düşünmüş olmalılar ki, 1934’te “Soyadı Kanunu” yürürlüğe soktular.
Kanuna göre; her Türk vatandaşı bir “soyadı” almaya mecbur tutuluyordu fakat
“aile ve memleket isimleri, hoca, hafız gibi unvanlar” ve “Osmanlıca kelimelerin” kullanılması yasaktı.
Böylece, geçmişe dair bütün kültürel, dinî, ideolojik bağlar koparılmış oluyordu.
Soyadı Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle aristokrat geçinen kalburüstü kesim, kendi aile isimlerini tescil ettirirken…
Tıpkı Avusturya’nın Yahudilere yaptığı gibi, CHP tek parti diktası da ayak takımına;
“Ördek, Kör, Camuz, Ahmak, Çakal, Armut, Davul, Yosma” gibi, onları aşağılayan soyadlarını verdi.
“Milletin Efendisidir” dedikleri köylülere ise;
“Karakoyun, Danabaş, Malak, Rençber, Semerci, Küfeci” gibi soyadları layık görüldü.
Örneğin…
Trakya gezisine çıkan Mustafa Kemal, bir iki kez sözüne karıştığı gerekçesiyle kızdığı Salih ismindeki köylüyü; “Sus bire Şirret adam” diye fırçaladığı için, “Köylü Salih”e “Şirret” soyadı verildi.
Bu arada ne kadar hamaset meraklısı ve asimile edilmek istenen etnik köken varsa onlara da içerisinde “Türk” ibaresi bulunan soyadları dayatıldı.
Atatürk’ün gönderdiği topçu birliklerince evi bombalanan DEM Partili Ahmet Türk’ün dedesi “Oduncu Hacı Sinan”a, ceza alarak bizzat Mustafa Kemal tarafından “Türk” soyadı verildi.
Tabii bir de Atatürk’ün elinden soyadı almak için kıyasıya mücadele eden seçkinci bir zümre vardı.
İsmet Paşa’ya “İnönü..”
Türkiye'nin ilk dünya güzeli Keriman Halis’e, “Ece..”
Emekli banka müdürü Berç Keresteciyan Efendi'ye, ‘‘Türker…’’
Günümüzde kullandığımız alfabeyi hazırlayan Ermeni dil bilgini Agop Martayan'a, “Dilaçar” soyadı bizzat o sıralar elinde sözlükle dolaşan Mustafa Kemal tarafından verildi.
Babası haham olan “Moiz Kohen” adlı Yahudi de bu kanundan faydalanarak “Munis Tekinalp” adını ve soyadını aldı.
*
Görüldüğü üzere, insanların “soylarını” ve “köklerini” belirtmesi gereken “soyadları” tam bir asırdır “Türkiye’de geçmişinden kopuk yeni bir nesil vücuda getirmek” için kullanıldı.
Bunun gerçekleştiğini görenler, şimdi kirli planın ikinci safhasına, yani “aileyi parçalama aşamasına” geçti.
CHP ve avaneleri ile feminist oluşumların baskısıyla, evlenen kadına kocasının soyadını almasını zorunlu kılan “Medeni Kanun’un 187. Maddesi” AYM tarafından iptal edildi.
28 Ocak 2024’e yürürlüğe giren iptal kararıyla, bu tarihten sonra evlenen kadınların diledikleri soyadını kullanmalarının önü açıldı.
“Kuşaktan kuşağa geçen ad” olan ve “aile adı” olarak kullanılan soyadı zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla ailenin en önemli bağı koparılırken…
Çocuklar da anne-baba soyadı arasında tercih yapma riskiyle karşı karşıya kaldı.
Tabii bu uygulama ile eşler arasında “çocuğun hangi soyadını kullanacağı tartışmasının” da önü açıldı.
Soy bağının tehlikeye düştüğünü gören AK Parti, Meclis’e gelmesi beklenen “9. Yargı Paketi” ile AYM’nin yaptığı bu tarihi hatayı düzletmek için önemli bir adım attı.
Seçilmesi halinde ilk icraat olarak 24 saat içeresinde aileyi dinamitleyen “İstanbul Sözleşmesi”ni geri getirme vaadinde bulunan CHP ve avaneleri, sanki ortada bir zulüm varmış gibi, “Koca soyadı geri geliyor” diyerek, ortalığı ayağa kaldırdı.
Koca soyadını kullanmamayı “Kimlik mücadelemiz, var olma mücadelemizdir" diye nitelendiren CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, önceki gün “Bu hukuksuzluğu kabul etmiyoruz” diyerek teklife karşı çıktı…
“Bu zihniyet kadını bir birey olarak görmüyor. Kadını sadece aile kavramı içine hapsetmek istiyor” şeklinde ifadelerle AK Parti’yi hedef aldı.
“Koca” ile “evlatları” içinde barındıran “aile kavramı” niye “anne”ye hapis oluyor, izah etme gereği bile duymadı.
Çünkü niyetleri belli…
Önce “soyadı kanunu” ile bizi geçmişimizden kopardılar. İnsanlar artık en fazla dedesinin ismini sayabiliyor.
Şimdi de;
Belli bir ailenin bireylerini diğer ailelerin bireylerinden ayırmaya yarayan ve soy bağının doğru bir şekilde tespit edilmesini ve kaydedilmesini sağlayan “soyadı birlikteliğini” yerle yeksan etmek istiyorlar.
Güya “özgürlük” kisvesiyle, “aile” ve “sülale” aidiyeti olmayan nesiller yetiştirmeyi amaçlıyorlar.  
Uzmanlar bunun bir “soysuzlaştırma” projesi olduğunu söylüyor.
Üç-dört kuşak sonra neler olabileceğini düşündüğünüzde, bu söz kulağa hiç de mantıksız gelmiyor.
Dolayısıyla, 11 Temmuz’da Meclis’e gelmesi beklenen “9. Yargı Paketi” oldukça önem arz ediyor.
*
Bu arada…
Yaklaşan tehlikeyi 1400 yıl önce fark eden Peygamber Efendimiz (sas) bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor:
“Akrabalık ilişkilerinizi sürdürebilmeniz için neseplerinizi (sülâlenizi) tanıyın. Çünkü akrabalık bağlarının canlı tutulması ailede sevgiyi güçlendirir.”
Haber 7 Yazarı : Zekeriya SAY 08.07.2024 08:38
25 notes · View notes
pazaryerigundem · 13 days
Text
KGK, Moskova’da TASS’ın BRICS medya zirvesinde
https://pazaryerigundem.com/haber/187643/kgk-moskovada-tassin-brics-medya-zirvesinde/
KGK, Moskova’da TASS’ın BRICS medya zirvesinde
Tumblr media
Türkiye’nin de üyelik için girişimlerde bulunduğu Rusya ve Çin öncülüğünde kurulan ekonomik işbirliği örgütü BRICS’in medya zirvesi TASS ajansının 120’inci kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde Moskova’da gerçekleştirildi.
ANKARA (İGFA) –  Türkiye’yi temsilen sivil toplum örgütü olarak sadece Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK)’nin davet edildiği zirveye KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim ile Genel Başkan Vekili İsmail Bayazıt’ın yanısıra 50’ye yakın ülkeden yaklaşık 120 gazeteci katıldı.
Dünyanın en eski haber ajanslarından birisi olarak 1904 yılında Rusya’da kurulan TASS bu yıl 120’nci kuruluş yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutluyor. Türkiye’den KGK ile birlikte sadece Anadolu Ajansı’nın davet edildiği etkinlikler kapsamında farklı ulusal ve uluslararası organizasyonlar gerçekleştirildi.
Tumblr media
DİM: TASS İLE SİNERJİ OLUŞTURDUK
TASS’ın dünya genelindeki temsilci ve muhabirlerinin de üye olduğu Rus Medya Konseyi üyelerinin katılımıyla 21. Dünya Rus Medya Kongresi’ne 2019 yılında Türkiye’de ev sahipliği yapan KGK, geçen yıl da Moskova’da TASS ev sahipliğinde Rus-Türk Medya Forumu’na imza attı.
75 ülkede temsilcisi olan Küresel Gazeteciler Konseyi adına TASS ajansının 120’nci kuruluş yıldönümünü kutlayan Genel Başkan Mehmet Ali Dim şunları söyledi: “Rus medyası ve TASS ile gelişen ilişkilerimiz kapsamında iki ülkenin gazetecilerinin işbirliği ve dostluğunu geliştirmek suretiyle yarattığımız sinerjiyle toplumsal yakınlaşmaya katkı sağlamayı hedefliyoruz. Değerli dostum TASS ajansının Genel Müdür Vekili Mikail Gusman ile sürekli iletişim halindeyiz. Mevcut ilişkileri daha ileriye taşımak için ortak çabalarımıza ara vermeden devam ediyoruz. BRICS medya zirvesine davet edilmemiz yalnızca konseyimize değil konseyin kurumsal kimliği üzerinden ülkemize verilen önemin bir göstergesidir. Bu önemli zirveye konsey adına Genel Başkan Vekilimiz İsmail Bayazıt ile birlikte katılmaktan onur duyduk. BRICS oluşumunun bölgesel güç olan ülkemiz ile dünyada barışın ve sosyal refahın gelişmesi için çaba sarfeden Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın hedefleri açısından önemini daha iyi kavramamıza katkı sağlayan bu zirveye ev sahipliği yapan TASS’ın değerli yöneticilerine ve çalışkan ekibine mükemmel ev sahipliği ve başarılı organizasyon için çok teşekkür ederiz.”
BAYAZIT: MEDYA İŞBİRLİĞİ ÇOK ÖNEMLİ
Zirveye katılan KGK Genel Başkan Vekili İsmail Bayazıt da yaptığı açıklamada, medya işbirliğinin Rusya ile Türkiye ilişkilerinin daha da gelişmesine katkı sağlayabileceğine dikkat çekerek şunları söyledi:
“Media Summit BRICS kapsamında, Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) olarak, Türkiye ve Rusya arasındaki basın ve iletişim ilişkilerine verdiğimiz önemin altını çizmek istiyorum. Medya, günümüz dünyasında devletler arası ilişkilerde yalnızca bilgi aktarımını sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda toplumsal algıları yönlendiren güçlü bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye ve Rusya arasındaki tarihi ve stratejik ilişkiler, yalnızca ticaret, savunma ve enerji alanlarıyla sınırlı kalmayıp, medya ve iletişim alanındaki iş birliğiyle de derinleşmektedir. Basının, iki ülke arasındaki diyalogları güçlendirme ve halkların birbirlerini daha doğru anlamalarına katkı sağlama noktasındaki rolü büyüktür. Türkiye ve Rusya gibi bölgesel aktörler arasında sağlıklı ve sürdürülebilir ilişkiler kurabilmek, doğru bilgi akışı ve medya aracılığıyla oluşan güven ortamı ile mümkündür. Bu bağlamda KGK, iki ülke arasında iletişim köprülerinin sağlam tutulmasına ve medya üzerinden karşılıklı saygı, anlayış ve iş birliğinin geliştirilmesine büyük özen göstermektedir. Türkiye, Rusya ile medya ilişkilerini soft power unsuru olarak kullanarak, iki ülkenin halkları arasında daha yakın bağlar kurulmasını teşvik etmektedir. KGK olarak, bu ilişkileri güçlendirmek ve her iki ülke medyası arasındaki diyalog kanallarını açık tutmak için kararlılıkla çalışıyoruz. Türkiye’nin bu alandaki girişimlerinin ve ortak projelerinin, iki ülke arasındaki ilişkilerin her yönüyle daha da derinleşmesine katkıda bulunacağına inanıyoruz.”
  MEDYA ZİRVESİNİ LAVROV AÇTI
14-15 Eylül 2024 tarihlerinde yapılan BRICS medya zirvesinin oturum başkanlığını TASS Genel Müdür Vekili Mikhail Gusman yaptı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un video konferans yoluyla katılarak BRICS ülkelerinin amacını anlatttığı ve katılımcılara hoşgeldiniz dediği yalnızca üye ülkelerin gazetecilere söz verilen ilk günkü oturumlarda BRICS ülkelerinin medyaları ve gazetecileriyle işbirliği ve dayanışmasının önemine değinildi. Bu bölümde Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova da bir konuşma yaparak, dünyada barış ve huzurun temini için sosyoekonomik işbirliklerinin önemine değindi. İkinci gün oturumunda yapılan konuşmalarda ise daha çok medyadaki dijital gelişim, sosyal medya ve Google gibi arama motorlarının işlevi ile medyaya olumlu ve olumsuz yansımaları ele alındı.
TASS 120 YIL SERGİSİ VE BOLŞOY
TASS’ın 120’nci kuruluş yıldönümü dolayısıyla ajansın tarihsel gelişimini yansıtan resim ve fotoğraf sergileri açıldı. Video ve animasyonlarla desteklenen sergide, ajansın bugüne kadar kullandığı iletişim teknolojisine ait cihazlar da gösterildi. Ayrıca, Rusya’nın dünyaca ünlü Bolşoy tiyatrosu da TASS 120’nci yıla özel bir gösteri yaptı. Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin’in kutlama amaçlı video mesajıyla açılan gösteriyi yalnızca BRICS medya zirvesine katılan TASS konuğu gazeteciler izledi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
yfs-t-t-2623 · 22 days
Text
Tumblr media
Kurtuluş savaşı milli mücadele aynı zamanda bir iç savaş mı idi?
Türkler iç savaş yaşadı mı sorusuna kısaca cevap vermek gerekirse, evet, Kurtuluş Savaşı aynı zamanda Anadolu halkı için bir iç savaştı. Kurtuluş Savaşı, 1919-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün ardından Anadolu'da gerçekleşen bir bağımsızlık savaşıydı.
Bu mücadele, bir yandan İtilaf Devletleri'nin işgaline karşı devam ederken, diğer yandan Anadolu'daki farklı siyasi ve etnik gruplar arasında iç çatışmalara sebep oldu.
Savaşın iç savaş yönü, özellikle Güney Marmara, Batı ve Doğu Karadeniz ile İç Anadolu bölgelerinde görüldü. Bu alanlarda, Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Milli Mücadele'ye karşı Ermeni, Rum ve Kürt milliyetçileri tarafından çeşitli direnişler meydana geldi. Bu direnişler, ara sıra silahlı çatışmalara dönüşerek Anadolu insanının büyük ızdıraplar çekmesine neden oldu.
Milli mücadele de Savaşın iç savaş boyutunu gösteren bazı örnekler :
Güney Marmara'da, Rum çeteleri Milli Mücadele hareketine silahlı saldırılar düzenleyerek bölgedeki Türk köylerini büyük yıkıma uğrattı. Batı Karadeniz'de, Pontus Rum milliyetçileri Milli Mücadele'ye karşı ayaklanarak Türk ve Rum halkları arasında şiddetli çatışmalara yol açtı. Doğu Karadeniz'de, Hemşinli ve Lazlar Milli Mücadele'ye direnerek Türk ve Laz halkları arasında çatışmalara sebep oldu. Doğu Anadolu'da ise Kürt milliyetçileri, Milli Mücadele'ye karşı ayaklanarak Türk ve Kürt halkları arasında çatışmalara neden oldu.
İç savaşın dinamikleri, Milli Mücadele'nin başarısını büyük ölçüde etkilemiştir. Bu çatışmalar, Milli Mücadele'nin kaynaklarını sarf etmiş ve uluslararası destek seviyesini düşürmüştür. Yine de, Milli Mücadele güçleri bu direnişleri bastırma konusunda başarılı olmuş ve sonunda bağımsızlık mücadelesini zaferle sonuçlandırmıştır.
Sonuç olarak, Kurtuluş Savaşı yalnızca dış düşmanlara karşı yapılan bir mücadele olmayıp, aynı zamanda Anadolu halkının da iç çatışmalarına sahne oldu. Bu iç çatışmalar, Milli Mücadele'nin başarısında kritik bir role sahipti. Kurtuluş Savaşı, Türk halkının işgalci güçlere karşı verdiği bağımsızlık savaşıdır. Ancak bu süreçte, Türk halkı içinde farklı görüş ve çıkarlar da mevcuttu. Bu durum, Kurtuluş Savaşı'nın aynı zamanda bir iç savaş boyutunu da barındırmasına yol açtı.
Milli Mücadele Dönemi İç İsyanlar:
Kurtuluş Savaşı esnasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun son hükümdarı VI. Mehmet Vahdettin, İtilaf Devletleri ile iş birliği yaparak Ankara Hükümeti'ne muhalif Kuvayi İnzibatiye adında bir kuvvet oluşturmuştur. Bu kuvvet, Anadolu'da milli mücadele veren Kuvayi Milliye birliklerine karşı harekete geçmiştir. Bu olaylar, padişah yanlıları ile Anadolu'daki milliyetçiler arasında iç çatışmalara sebep olmuştur.
Kurtuluş Savaşı esnasında, Ankara Hükümeti'ne karşı çıkan bazı bölgesel ve etnik gruplar da olmuştur. Mesela, Yunan işgalini destekleyen Rum isyancılar, Ege Bölgesi'ndeki Türk köylerine zarar vermişlerdir. Aynı şekilde, Doğu Anadolu'da Ermeni İntikam Alayları, Kürt ve Süryani isyancılar da Türk ordusuna karşı gelmişlerdir.
Kurtuluş Savaşı esnasında, bazı eşkıya grupları Ankara Hükümeti'ne karşı çıkmıştır. Mesela, Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi isimler önceleri milli mücadeleye destek vermişken, sonradan Ankara Hükümeti ile yaşadıkları anlaşmazlık sonucu İtilaf Devletleri'ne iltica etmişlerdir. Bu gruplar, Anadolu'da Türk ordusuna karşı saldırılar düzenlemişlerdir.
Bu vakalar, Kurtuluş Savaşı'nın yalnızca işgalcilere karşı yapılan bir mücadele olmadığını, aynı zamanda Türk halkı içinde bir iç savaşın da yaşandığını ortaya koymaktadır. Bu iç çatışma, Türk halkının birliğini sınamış, fakat nihayetinde Türk ordusunun galibiyetiyle sonuçlanmıştır.
0 notes
morkedisblog · 8 months
Text
İspanyol korku filmleri çok iyidirler ama çoğu insan ayran budalası olduğundan Hollywood filmlerinin abartılmış efektli gerilimlerine kapılır Türk korku filmleri de çok kalitelidir nasıl olmasın bu topraklar mistizmin mekânıdır: cinler/periler/hayaletler/tılsım ve muskalar vs ayrıca bu toprakların halkları yıllarca korku film gerginliği yaşadılar cuntalar-kardeş kavgası-baskı-yıldırma neyse bu konular beni aşar şimdi gerçeklere girip başıma dert almayayım bu 2019 tarihli çalışma umduğumdan kaliteli çıktı tabiiki de senaryoda kopukluk ve eksiklikler vardı küçük kızın nevrotik davranışları gereksizdi ama iyi rol yaptı ben naçizane korku filmlerine çocukların dahil edilmesine karşıyım o da ayrı konu Burçin Terzioğlu kombinezonlu sahnede saatini çıkartmayı unuttu ama çok inandırıcı rol kesti Birkan Sokullu karakteri sağ gösterip sol vurdu başta sözünü ettiğim İspanyol gerlimleri gibi son ana kadar gerdi ne yapayım sinema tiyatro biletleri ucuzken ayda birkaç defa sinema tiyatro yapar burdan paylaşırdım şimdi bilet fiyatı yarım kilo kıyma parası olunca tv'den seyrettiğim eski yapımlara övgü diziyorum eee bir Anadolu sözü" ayağını yorganına göre uzatacaksın"der😉Türk halkını bu duruma düşürenlerin ve kendine bu değersizliği reva görüp kabûllenenlerin ayıpıdır beni bağlamaz😴😠😈
instagram
0 notes
hetesiya · 10 months
Text
Luviler kimdir? Luviya neresidir? Luvilerle ilgili bilimsel gerçekler nelerdir? haberi - Arkeolojik Haber - Arkeoloji Haber - Arkeoloji Haberleri
Luviler kimdir? Luviya neresidir? Luvilerle ilgili bilimsel gerçekler nelerdir?
Luviler son yıllarda hakkında en çok araştırma yapılan konulardan biri ve doğal olarak onların kimliğini merak edenlerin sayısı da hızla artıyor. Peki Luviler kimdir? Luviler bir halktan mı ibarettir, halklardan mı oluşmaktadır? Luvi halkları hangileridir? Mevcut dilbilimsel ve arkeolojik bulgulara göre Luvilerin tanımı nedir? Luviler sözcüğünün sözlükteki karşılığı ne olmalı? Ne yazık ki bugüne dek onlarca kitap yazılan konuda tek bir tanım yer almadı. Açığı kapatmak da bize düştü:
Luviler: Hititçe metinlerde yer alan Luvice dilini (ya da Hititçe Lehçesini) konuşan Anadolu insanlarıdır. Daha ziyade Güney Anadolu ve Batı Anadolu'da yaşayan insanların bu dili konuştukları tespit edilmiştir.
Hitit coğrafyasında bulunan çiviyazılı metinlerde  Luvice lehçesine yoğun şekilde rastlanmaktadır.
Hattuşa'daki Çivi Yazılı Tablet arşinden çıkan  bir tabletin metni, Luvice dahil yedi farklı dilde yazılmıştır. metinlerden anlaşıldığı kadarı ile Luvice tıpkı Hititçe gibi Hint-Avrupa dil ailesinin Anadolu dilleri grubuna dâhildir ve aralarında büyük benzerlik olması dikkat çekmektedir.
Luvice konuşan insanlara  Luviler denilmektedir ama insanların tek bir etnik kökene sahip olup, olmadığı konusu belirsizdir. Dolayısı ise Luviler tanımı şimdilik söz konusu dili konuşan insanlar topluluğu ya da topluluklar  ile sınırlıdır. 
Bilimsel veriler ışığında Luvilerin tanımı; "Hititler döneminde Luvi dilini konuşan Anadolu insanlarından oluşan halk veya halklar"dır. 
Luvilerin en kötü ihtimalle M.Ö. 2300'den itibaren Anadolu'da oldukları kesindir. Ancak bu tarihte veya öncesinde Anadolu'ya başka bir yerden mi geldileri yoksa çok daha erken tarihlerden itibaren burada mı oldukları da belirsizdir. 
Bu bilgiler dışındaki tüm açıklamalar şimdilik varsayımdan ibarettir, tahminlere dayalı olasılıklardır ve bilimsel tutarlığı söz konusu değildir.
Luvi kelimesi Hititçe'de ışık anlamına gelen LU kökünden türemiştir ve muhtemel karşılığı "Işıtan" olmakla birlikte "Işık İnsanı" olarak yorumlanmaktadır.
Luviya, günümüz tanımı ile Luvice konuşan insanların yaşadığı yerler anlamına gelmektedir. Ancak Hititler Luviya derken belirli bir bölgeyi ya da herhangi bir yeri değil, Luvice konuşanların bulunduğu yerleri kast etmişlerdir. Yani Hitit coğrafyasında Luviya diye adlandırılan bir yer yoktur.
Geç Hititler döneminde özellikle Hitit Kanunları’nda Luviya teriminin yerine Arzava terimi kullanılmasından yola çıkarak, Luviya denilen yerin Batı Anadolu’daki Arzava ülkesi olduğunu savunan akademisyenler vardır ancak bölgenin daha geniş olma ihtimalinin büyüklüğü de aşikardır 
Bu bilgiler dışında şimdiye dek tüm yazılan, çizilen ve savunulan görüşler sadece varsayımdır.,
Varsayımlar önemsiz değildir. Bilimsel bilgiye ulaşmanın ilk adımı varsayımlar üretmektir. Ki arkeolojikhaber olarak, en uçarı varsayımlara bile haberlerimizde yer veriyoruz. 
Ancak varsayımların bilimsel temelli yanları kadar uçuk kaçık yanları da var ki pek çoğu, doğurduğu faydadan kat be kat fazla bilgi kirliliği üretmektedir.
Bu nedenle biz bu tanımlarımıza varsayımları eklememeyi tercih ettik. 
Şu var ki ortalıkta Luvilerle ilgili dolaşan tüm varsayımlar içinde kayda değer tek efsane "Luvilerin gizemli bir halk ya da halklar" olduğudur.
En azından şimdilik...
Yaşar İliksiz
0 notes
yavuzbay-fan · 10 months
Text
LÜTFEN BU YAZIYI OKUYUN, OKUTUN, ARŞİVLEYİN...
"Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda çıkan kemiklerin DNA analizleri şaşırtıcı gerçekleri ortaya koyuyor.
Herodot tarihi der ki;
M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/iskit ordusunu (Alper Tunga'yı) yenene kadar tüm Anadolu'ya Saka'lar hakimdi.
Saka'lar MÖ. 5. Yy.da Altından elbise yaparken, o tarihte ne Rus vardı, ne Alman ne de Fransız vardı.
Biraz daha geriye gidelim...
Sümerlere (yani orta Asyalı Kengerler)
Turukku'ya, "Türk" Turku krallığına gidelim...
Çünkü Anadolu medeniyetini kuranların eski Yunan Medeniyeti olduğu tezi bize yıllardır yutturulmuştu ya. Biraz öfkeliyiz bu tarihi yalanlara karşı!
Işte, şimdilerde dünya çapında Arkeoloji Profesörleri topraktan çıkardıkları kemiklerin DNA'larıyla o yöredeki köylülerin DNA'larını karşılaşınca şok geçiriyorlar çünkü DNA'ları yüzde 97 uyumlu.
Örneğin;
Antik Burdur -İsparta tarihi Ağlasun kazılarından...
Burdur ve Isparta'da ki SAGALASSOS uygarlığı da Ön-Türk uygarlığı çıktı.
Belçika LEUVEN Katolik üniversitesinden Prof. Dr. Matc WAELKENS, Ağlasun kasabasında yaptığı kazılar esnasında ortaya çıkan kemiklerin DNA’sını köylülerle karşılaştırınca şok oldu. Toprak altından çıkan 6-8 bin yıl öncesinin kemikleriyle çalıştırdığı işçi-köylülerin DNA'sı yüzde 97 aynı çıktı) yani onlar da Ön-Türklerin bir kolu olan SAGALASSOS çıktı.
Frigya'sı da böyle Yazılıtaş'ı böyle,
Urartu'su da böyle Hitit' i de böyle...
Eskiden Batılı Arkeologlar buluntuları çalıp çırpıp ülkelerine kaçırıp, Anadolu tarihini uyduruk Helen diye bize kakalasalar da bizimkiler de aksini ispat etmeyi başarıyor hele şükür...
buna bir örnek de Assos;
Assos'u kuranlar da Ön-Türklerin bir kolu Lelegler ve Pelasglar çıktı....
Ey Atatürk sen ne büyük adam çıkıyorsun her geçen gün böyle...
Teee Alacahöyük kazılarını yaptırdığında bunları söylemiştin, sana inanmayanlar utansın!
Kemalist tarih tezi diye küçümseyip kenara atılan "Türk Tarih Tezinin Ana Hatları" kitabını okullardan kaldırtanlar utansın!...
Anadolu uygarlığını eski Yunan'ın kurduğu tezi bize yutturuldu demiştik!
Oysa Helenlerin bile 3/4'ü Ön-Türk çıktı.
Ön-Türk Pelasglar ile Kuzey Batı Avrupa topluluğu olan Dorların karışımından oluşmuş Helenler.
Daha sonra da bu karışıma diğer Ön-Türk halkları Traklar ve Mekadonlar eklenmişti.
Sırada ne var?
Tabi ki Göbeklitepe Ön-Türk uygarlığıyla, Turukku Krallığı ve yine Urumiye deki Urmu teorisini de halkımıza öğreteceğiz..
S.N Kramer ile Prof. Osman Turan hoca,
Sümerce 'deki 950 kelimenin kökeni Türkçedir dedi ve batıda ki diaspora tarihçileri sus pus oldular....
Ahh bu kelimeler Türkçe değilde, örneğin; Yunanca yada Ermenice çıksaydıııı....
o zaman dünyayı ayağa kaldırırlardı...
Anladınız sebebini de değil mi?...
Sonuç:
Bugün Hun/Macarlardan,
Almanlara, İtalyanlardan (Etruksler=Ön-Türklerin bir kolu), İspanyol'a, hatta İngiliz ve İskoçlara kadar neredeyse tüm batı tarihini Sakalara /İskitlere bağlama telaşında...
Hemen hepsi köklerini Azerbaycan'ın Gobulistanına, Albania'sina, Gabanasına ve daha kuzeyine bağlamaya başladı...
çünkü biraz geri gidince tarihleri kökleri olmadığını öğrendiler.
Antik Yunan tanrılarının bile Mısırdan çalıntı olduğunu öğrendiler.(bunu ilk kez Herodot da demişti ama her ne hikmetse unutmuslardı...)
Batı artık "Kara Atena" yı yazdı...
tarihi ile yüzleşip köklerini Türklere bağlıyor....
Bu aslında iyi bir şeydir, ticari açıdan da tarihi bir firsat olabilir. İs bilenin demiş atalarımiz...
Artık Türklüğümüzle Atatürk gibi gurur duyabileceğiz, tabi Atalar kültüne inanan bizim gibi köklü hissiyatı olanlar duyacak... "
Bahtiyar Aydın.
26 Ağustos 2018 Istanbul
0 notes
utopiatv · 1 year
Text
Coğrafyadan Tarihe… Anadolu Yarımadası neresi, 'Doğu Anadolu' ve 'Güneydoğu Anadolu' Neresi?..
Bu gün, “Doğu Anadolu”, “Güneydoğu Anadolu” denilen yerlerde binlerce yıl, Kürd ve Ermeni halkı, bazı bölgelerde de Asuri-Süryani halkları yaşadı. Elbette çeşitli zamanlarda başka halklar da bölgede görüldüler. Zaman zaman Türki grupların (Selçuk, Artuk, …) bölgede egemenlikleri kurulsa da bu egemenlikler daha çok şehir merkezlerinde kendini gösterdi, kırsalda yoğun bir Türk yerleşimi oluşmadı.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
isvicreninsesi · 2 years
Text
Emek ve Özgürlük İttifakı İsviçre'de seçim startını verdi
Tumblr media
🇨🇭SESİ- Emek ve Özgürlük İttifakı İsviçre'de seçim startını verdi. Emek ve Özgürlük Koordinasyonu Üyesi Nejdet Atalay, "2023 seçimleri tarihi önemde. Ülkenin kader tayin edici özelliği olan bir seçim" dedi. Hakların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye işçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP) Emekçi Hareket Partisi (EHP),  Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu'nun (SMF) oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı da 'Avrupa ve Yurt Dışı Seçim Koordinasyonu' oluşturdu. Geçen hafta Almanya’nın Köln kentinde bir araya gelen çok sayıda örgüt çalışma startını vermişti. Her ülkede seçim koordinasyonu birimleri kurulması kararı alınmıştı. İsviçre’nin Zürih kentinde bir araya gelen İsviçre Demokratik Kürt Konseyi (CDK-S), Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), İsviçre Göçmen İşçiler Federasyonu (İGİF), Avrupa Süryaniler Birliği (ESU), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), İsviçre Alevi Birlikleri Federasyonu (İABF), Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Maraş Dernekleri Federasyonu (MARDEF), İç Anadolu Kürtleri Platformu (PKAN), seçim hazırlık planlamasını yaptığını yayımladıkları bildiriyle duyurdu. Açıklamada, "Ülkemizde artık bıçak kemiğe dayanmaktan öte, sömürü ve zorbalık bıçağı halklarımızın kemiğini kesmektedir. Hayat pahalılığı, işsizlik, demokrasi ve hukuk gaspı ile adaletsizlik had safhaya ulaşmıştır. Yaşanan tüm sorunların temelinde savaş ve sömürü politikaları vardır. Savaşa ayrılan bütçenin, savaş maliyetinin halklarımızın ekmeğinden kesildiğini biliyoruz. Tek adam rejimi, bir otoriter sistemi ve istibdat rejimini sürekli genişletmekte ve derinleştirmektedir. Biz de bu zalim istibdat rejimine karşı özgürlüklerimizi savunmak üzere 'üçüncü yolumuzu büyütüyoruz” denildi. Açıklamada İsviçre'de yaşayan tüm halkları mücadeleyi daha da büyütmeye çağırdı. '2023 SEÇİMLERİ TARİHİ ÖNEMDE' Emek ve Özgürlük Koordinasyonu Üyesi ve  Batman Belediyesi eski Eşbaşkanı Nejdet Atalay, İsviçre’deki seçim çalışmaları hakkında ajansımıza bilgi verdi. Atalay, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin geçmiş seçimlerden farklı olduğunu vurgulayarak, “Bu seçim, 2023 seçimleri çok farklı bir karaktere sahip. Şöyle ki bu seçim sadece iktidarın el değiştirmesinden ibaret değildir. Türkiye’nin kader tayin edici özelliği olan bir seçimdir. Bu bakımdan kullanılacak her oy çok önem arz etmektedir. Kullanacağımız tek bir oy ülkenin ya fakirleşmesine, demokratiksizleşmesine, otoriterleşmesine, renksizleşmesine neden olacaktır, ya da Türkiye’nin zenginleşmesine, gelişmesine, özgürleşmesine, yaşanabilir bir ülke haline gelmesine yol açacaktır. Bundan kaynaklı bütün bugüne kadar yapılan seçimlerden daha farklı bir karaktere sahiptir” dedi. 'KATILIMI ARTIRMALIYIZ' Atalay, Avrupa’da seçime katılımın çok az olduğuna vurgu yaparak, bu tarihi önemdeki seçimde herkesin gidip oyunu kullanmasını istedi. Atalay, “Bunun için her seçmenin, özellikle Avrupa’da oturan seçmenin oyunu kullanması önem arz etmektedir. Avrupa’da seçime katılma oranı çok düşük kalmaktadır. İnsanların yarısından fazlası seçime katılmıyor. Seçimin bu kadar önemli olduğu bir dönemde, tüm insanların gidip oylarını kullanmalarını istiyoruz. İlk defa bir olanak doğmuştur. Faşizmin yenilmesi, yerine demokrasi ikame edilmesi olanaklı hale gelmiştir. Bu fırsatı herkesin ciddiye alıp değerlendirmeleri gerekir” dedi. '5 GÜN OY KULLANILACAK' İsviçre’de seçmenlerin sadece 5 gün boyunca oy kullanılacağını ifade eden Atalay, Zürih, Bern ve Cenevre’de sandık kurulacağını belirterek, “Avrupa seçmeni bütün konsolosluk ve büyükelçiliklerde oy kullanabilir. Önemli olan sandığa gidip oy kullanmasıdır. Bütün devrimcileri, Kürtleri, kadınları, gençleri, ilericileri gidip oy kullanmaya çağırıyoruz. Demokratik haklarını kullanmaya, Türkiye’nin geleceğini belirlemede pay sahibi olmaya davet ediyoruz” dedi. 'HAZIRLIKLARIMIZ TAMAM' Avrupa genelinde seçim koordinasyonu kurduklarına işaret eden Atalay, İsviçre bileşenleri olarak yaptıkları hazırlıklarının da bitme aşamasında olduğunu söyledi. Atalay, “Türkiye’de seçim çalışması startı verilmiş oldu. Biz de Avrupa’da Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri olarak Avrupa ölçeğinde Almanya’nın Köln kentinde bir araya gelip bir seçim koordinasyonu oluşturduk. Aynı koordinasyonun tüm ülkelerde oluşturulması kararı aldık. Biz İsviçre’deki Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri dün bir araya gelip planlamalarımızı yaptık ve harekete geçmeye başladık. İsviçre koordinasyon birimi oluşturuldu. Bunun yanı sıra oy verme merkezleri olan Zürih, Bern ve Cenevre’de de benzer koordinasyon merkezleri oluşturmaya başladık. İsviçre'nin bütün kantonlarında ve yerellerinde de benzer çalışma birimleri oluşturacağız. Buna yönelik hazırlığımız da bitmek üzeredir" şeklinde konuştu. 'BÜTÜN SEÇMENLERE ULAŞMAYI HEDEFLİYORUZ' İsviçre'de kayıtlı bütün seçmenlere ulaşmayı hedeflediklerini belirten Atalay, ‘Emek ve Özgürlük İttifakına oy verecek seçmenlerin mutlaka gidip oy vermesini sağlayacaklarını ifade etti. Atalay, “Bizim birinci hedefimiz İsviçre'de yaşayan ve oy hakkı olan bütün seçmenlere ulaşmaktır. Emek ve Özgürlük İttifakı yönünde oy kullananlara artı, aksi yönde oy kullananlara eksi koyacağız. İkinci aşamada Emek ve Özgürlük İttifakı yönünde oy kullanan seçmenlerin sandığa götürülmesini hedefliyoruz. Bunun yanı sıra kitlesel seçim çalışması, salon toplantıları yapacağız. İmkanlar el verirse miting yapmayı bile düşünüyoruz. Çalışmalarımızın ana ekseni birebir seçmene ulaşmak ve onları oy kullanma süresi içerisinde sandığa götürüp oyunu vermesini sağlamak. Büyük bir inanç var. Çünkü Türkiye’de giderek otoriterleşen faşist bir iktidar var. Buna mukabil mevcut iktidarın gidebileceğinin umutların arttığı bir seçim arifesindeyiz. Bu bakımdan biraz daha asılırsak bu faşizmi el birliği ile yerle bir edebiliriz. İsviçre’de yaşayan tüm devrimci-demokrat insanları, bu çalışmaya katılmaya, bu heyecanı paylaşmaya ve Türkiye’deki bu değişimde pay almaya davet ediyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
kolej-postasi · 4 years
Text
BATI VE BİZ: NİYE ONLAR KAZANDI?
Tumblr media
Avrupa ile olan rekabetimizi ‘onlar’ kazandı. Çünkü belirsizliğe, bilmeme haline ve değişime razı oldular. Biz hala razı değiliz… O nedenle de zihniyetimiz değişmediği sürece Batı’nın kültürel ve bilimsel hegemonyası altında kalmaya mahkumuz.
Türk kimliğinin asli kurucu unsurlarından biri genelde Batı, özelde Avrupa karşısında yenik düşmüş olmaktır. Hele 15 ve 16. yüzyılda ‘dünyanın en büyük’ imparatorluğunu tesis ettikten, tüm çevre coğrafyalarda alabildiğine genişledikten sonra sanki bir anda ‘duraklama’ ve ‘gerilemeye’ geçilmiş olması birçoğumuza inanılır gibi gözükmüyor…
Görünürde birtakım sebepler mevcut. Batı’nın Amerikaların zenginliğini Avrupa’ya taşıması, teknolojide gelişme kaydetmesi, derken başka ülkeler üzerinde askeri ve ticari güç kullanarak emperyalist emellerini gerçekleştirmesi gibi… Ne var ki bunlar cevap değil, çünkü söz konusu farklılaşmanın öncelikle niçin ‘oluştuğunu’ söylemiyor.
Bu sekansta kritik aşama teknolojik sıçrama. Ardında bilimsel sıçrama var ve bu işin salt paraya bağlı olmadığını biliyoruz. İspanya Avrupa’nın Orta ve Kuzeyine kıyasla çok daha önce bu paraya sahip olmuştu ama kiliselerini altınla kaplama dışında fazla bir maharet gösteremedi. Demek ki mesele eldeki imkanlar değil, o imkanların nasıl anlamlandırıldığı ve dolayısıyla nasıl işlev kazandığı. Diğer deyişle mesele zihinde, zihniyette bitiyor…
Yüzyıllar içinde Avrupa’da bilim ve teknolojinin daha üstün bir faza geçmesini sağlayan bir ortam oluştu. Bireysel ve kurumsal yaratıcılığı teşvik eden bir ortam… Merakın sıradan insanların gündelik hayatına girdiği, merak sonucu ortaya çıkan buluşların toplumsal değer kazandığı bir ortam… Söz konusu toplumsal değerin getirisinden az çok tüm toplumun yararlandığı, bu değerin nasıl kullanılacağı konusunda da az çok toplumun farklı kesimlerinin etkili olabildiği bir ortam…
Dolayısıyla soru bu türden bir ortamın nasıl olup da oluştuğu ve tabii bizde niçin oluşmadığıdır. Avrupa 11. Yüzyıldan itibaren relativist zihniyetin toplumsal işlev kazandığı bir sürece girdi. Bu dinamiğin merkezinde şehirler, tüccarlar ve devletten nispeten özgürleşmiş vatandaşlar vardı. Relativist zihniyet insana yabancı ve yeni değildi… Ama kurumsal yapılarda ve kamusal alanda ilk kez belirleyici bir nitelik kazandı.
Bu yeni zihniyetin alan genişletme sürecinde ataerkil zihniyet geriledi ve nihayette relativizm ile otoriterliğin birleşiminden beslenen yeni bir (Foucault’nun tabiriyle) ‘epistem’, yani modernlik ortaya çıktı.
Bu anlatımdan hâlâ tam tatmin olmayabilir ve işin başındaki küçük değişimlerin niçin var olan zihniyet yapısı içinde çözümlenmeyip yeni bir zihniyeti beslediğini sorabiliriz. Cevap ‘adaptasyon’ kelimesinde aranmalı. Her toplum çevresine en kolay yoldan ve çoğu zaman en iyi bildiği yoldan adapte olmaya çalışır. Bu adaptasyon bilinçli ve iradi değildir… Kendiliğinden yapılmış seçimler ve tercihler sonucu ortaya çıkar. Ve hemen her zaman her toplum çevredeki değişime önce eski zihniyeti içinden cevaplar arar. Ancak bu zihniyet sorun çözemediği ve hattâ sorun yaratmaya başladığında, yeni zihniyetin kapısı aralanır.  
Öte yandan zihniyet değişimi hemen her zaman çok uzun bir zaman aralığında nihai haline gelir ve belirsiz bir süre için kalıcı olur. Çevre koşullarında radikal değişimler (örneğin Halil Berktay’ın günümüzle ilgili vurguladığı üzere büyük demografik hareketler) yeni adaptasyon biçimlerini teşvik eder.
Tartıştığımız meseleye dönersek, Batı’da bunlar yaşanırken Osmanlı Avrupa’da yeşermekte olan yeni zihniyetin sebep olduğu kültürel değişimi doğal olarak fark etmişti. Ama bundan hiç hoşlanmadığı gibi, söz konusu yeni zihniyeti zararlı da buldu. Çünkü geçerli olan ataerkil algıya göre devlet ve toplumun niteliği, devletin toplumla ilişkisi, bunlardan hareketle kişi ve kurumların özgürlük alanı, adalet ve mülkiyet gibi konularda ‘en doğrusunun’ zaten belli olduğu ve bu doğrunun değişmezliği fikri egemendi.  
Osmanlı’nın temel gayesi söz konusu ‘en doğrudan’ sapmamaya çalışmak, eğer sapılmışsa yeniden ‘en doğruya’ dönmekti. Bu anlayış değişimi bizatihi sakıncalı hale getirdiği ölçüde, yaratıcılığı da anlamsız kılıyordu. Bilim ve teknoloji fetihlere, yani ek gelir sağlamaya hizmet ettiği ölçüde yararlıydı ve bu nedenle de askeri alan önemsendi. 18. yüzyıl sonrasında sanayileşmenin de kıymeti anlaşılır gibi oldu, ancak hem sistemin bütünü ayak bağı oluşturdu, hem de işin o noktasında Batı epeyce üstün bir seviyeye erişmiş, niteliksel olarak arayı açmıştı.
Relativist zihniyetin öne çıkması Batı’nın değişen koşullara daha kolay adapte olmasının ötesinde, doğrudan koşulları değiştirmesine de imkan verdi. Bilimsel ve teknolojik sıçramaya eşlik eden yeni bir toplumsal kültür her alanda değişimi normalleştirdi. Avrupa gerçekliğin bilinemez olduğunu zihin dünyasında sindirdi ve bunu eğitimin temeli haline getirdi.
Osmanlı daha işin başında bu mücadeleyi kaybetmişti… En parlak zamanında bile Avrupa’nın kültürel egemenliği altındaydı ama bunu fazla hissetmiyordu. Avrupalılar Osmanlı dünyasına egzotik geziler düzenliyor, ama Osmanlı bürokratları her Avrupa’ya gidişlerinde ‘öğreniyorlardı’…
Sonuç olarak bugün Batı’nın kültürel egemenliği altında olmamız son derece doğal. Osmanlı’nın ortaya çıkmasından önce başlayan ve halen adapte olmakta zorlandığımız, adapte olursak kimliğimizi kaybederiz korkusu yaşadığımız bir süreçten söz ediyoruz.  
Bu süreçte Avrupa ile olan farklılığımız, eksikliğimiz haline geldi… Çünkü relativist zihniyetin değişim üretme ve değişime adapte olma yeteneği ataerkil zihniyete göre çok daha fazla. Batı’nın kültürel egemenliği bizleri kendimizi Batı gözüyle görmek zorunda bıraktı. Standartları Batı koydu, biz erişmeye çalıştık ve hâlâ da çalışıyor ama beceremiyoruz… Çünkü hâlâ ataerkil zihniyetin içindeyiz. Kendisini ‘modern’ sananlarımız bile relativizmin ima ettiği zihne sahip değiller. Otoriterliğe yaslanarak ataerkilliğe karşı çıkmayı ‘gelişmişlik’ ya da ‘ilericilik’ sanıyorlar.  
Yaşadığımız bu eziklik bizi tepki vermeye sevk ediyor ama cevapları ataerkilliğin içinde arıyoruz. Bir yanda ‘yerlilik ve millilik’, ‘yeniden şahlanma’ gibi hazin arayışlar, diğer yanda tarihi yüceltme uğruna sığlaştıran ve çarpıtan TV dizileri, ‘kendi değerlerimize’ sarılmaya çalışan pespaye kültürel ‘açılımlar’…
Avrupa ile olan rekabetimizi ‘onlar’ kazandı. Çünkü belirsizliğe, bilmeme haline ve değişime razı oldular. Biz hâlâ razı değiliz… O nedenle de zihniyetimiz değişmediği sürece Batı’nın kültürel ve bilimsel hegemonyası altında kalmaya mahkumuz. 
ARALIK 1, 2020 | SERBESİYET*
ETYEN MAHÇUPYAN |  BATI VE BİZ: NİYE ONLAR KAZANDI?
Tumblr media
0 notes
nesrin-c · 3 years
Text
ZULMÜNÜZ ARTSIN
Bu kaçıncı kıyım
Kaçıncı ferman
Kaçıncı katliam
Anadolu
Mezopotamya
Kürdistan
Hep kan ağlar.
Katil Yavuzun
Dinci kinci fıtratı
Kızılbaşların katli vacip,
Helaldir malı mülkü
Kadınları kızları diye
Hamza müftüden
Aldırdığı fetva ile
Kestirdi yüzbinleri
66 bin tanesi
Sadece Üsküdarda
Dolduruldu kuyulara
Lalelik dedi
Evliya Çelebi
Kızılbaş Türkmen kanıyla
Kızıla dönen Üsküdara
Anadolu Kavimler yurduydu
Halklar bahçesiydi
İskender Moğollar
Persler
Romalıların haçlılar
Kaç kez halklar bahçesini
Atlarının nallarıyla çiğnedi
Selçuklular Osmanlılar
Yirmi kez kılıçtan geçirdi
Kesildi budandı
Yinede
Anadolu mezapotamya
Daha da gür filizlendi
Ermeni Rum Asuri
Daha niceleri
Tarihten
İzleri uygarlıkları silinirken
Kısırlaştı,
Halklar mezarlığına döndü.
Mezopotamya ve Anatoli
Cumhuriyet
Temellerini atarken
Komünist Lenin de
yardım aldı.
Ardında,
Komünist avı başlattı.
Tecavüz edilip
Kayıtlara bile girmedi
Suphinin eşi Maria.
Mustafa Suphi doktor Necdet
On beş yoldaşı
Bir takaya bindirildi
Kurşunlanıp Karadenizin
Derin sularına atıldı
Topal Osman çetesi
Yahya Kaptana infaz ettirildi.
Koçgirililerin mebus seçimi,
Topal Osman Sakallı Nurettinin
Tecavüzleriyle
Baş kaldıran koçgirililer
Katliamla bastırıldı.
Seferi olup
Zaferi olmayan
Dersime gelmişti sıra
Binbir hile komployla
Dersimlilerin başına
Tunçtan bir bolyoz indirildi
Katliamın adı Tunç el
Tunçeli olarak
Dersimin adı değiştirildi
Sel gibi kan aktı
Munzur çayı
Kutu deresi
Ya Zilan deresi
O binlerce insan
Kadın çocuk
Vahşice katledildi
Maraş Çorum Sivas
Tekbirlerle,
Aydınlar sanatçılar
Semah dönen
Genç kızlar
Diri diri yakıldı
Devlet ve iktidarlar
Sadece katilleri seyretti.
Katilleri
Akladı pekledi
Egemenlerin mahkemeleri
Sonunda
Ülkenin başına dert etti
Ecevit'in bakanı
Maraşta ki katliamı
Alevileri yıkmaya kalkışırken,
Demirel Sivasta
Tekbir getirerek
Aydınları yakan
Katillerin burnu
Kanatılmadı diye
Sevincin de göbek attı.
Bugün,
Barış istiyorlar diye
Kadın çocuk
Genç yaşlı
Yüzü gözü
Kan revan
Yerlerde sürüklenir.
Çocuklarını kayıp edip
Katlettiğiniz
Cumartesi Anneleri
Sekiz yüz haftadır kar kış demeden
Oturma eylemi yaparlar
Bari çocuklarımızın
Kemiklerinin verin derler
Bir mezara olsun isterler
Katil ve korkak egemenler
Annelerin çığlığını
Gazla kanla boğdururlar.
Yüz yaşında
Berfo Anne,
Çocuğunun
Kemiğini bulamadan
Yavru acısıyla
Gözlerini yumdu hayata.
Dayanamadı yaşlı kalbi
Bunca acıya.
Bu Faili meçhullerin katilleri
Hep iktidarda
İhale parsa
Koparma yarışında.
Çocuklarının kemiklerini
Arayan Barış anneleri.
Barış gelsin diye
Yürüyen Barış annelerini
Terör diye
Düşman ilan edenler
Kör kuyulara görmülsün
Plastik mermileriniz
Jopunuz
Elektrik şokunuz
Durmayın devam edin
Yaklaşıyor sonunuz.
Saltanatınız,
Görkemli saraylarınız
Emekçilerin,
Yok edilen mazlum halkların
Cesetleri üstünde yükselir.
Durmayın devam edin
Zülmünüz bin kat artsın ki,
Yüzünüzün karası
İnsanlığın baş belası
Hokkabazlığınız
Son bulsun
Görülsün hakikat.
Lanetli fıtratınız
Kin dolu kişiliğiniz
Doyumsuz nefsiniz
Düşecek yüzünüzdeki
Vatan millet
Sahte din maskeniz
Hırsızlığınız arsızlığınız
Ak diye gösterdiğiniz
Acımasızlığınız
Kapkara yüzünüz
Görünsün.
Koçgiri dersim
Zilan deresi
Kılıç artıkları dediğiniz
Anadolunun,
Kadim halkları
Siz kimsiniz be devşirmeler
Aslınız asaletiniz
Tarihte
İhanet ile fişli
Geçmişiniz karanlık sisli
12 mart 12 Eylül
Faşist askeri darbelerin
ABD emperyalizminin
Tosuncuklarısınız.
İpleriniz sermayenin
Emperyalizmine elinde.
Ellerinizde ki kan
Faili meçhul bıraktığınız
On binlerce canın
Maraş'ın Sivas'ın
Çorumun Gazinin
Suruç'un
Ankara Garının
Barış şarkıları söyleyen
Halay çekerken
Bombalarla
Paramparça ettirdiğiniz
Çocuklarımızın
Katillerisiniz.
Zülümünüz artsın
Akıttığınız kanlarda
Boğulasıınız.
Mezarı bile olmayan
Çocuğunun
Kemiklerine hasret giden
O Anaların
Ahı sizi kahredsin
Mehmet Özdemir
66 notes · View notes
diroknas · 2 years
Text
Milliyet ve Vatandaşlık
Devlet ve vatandaşlık düşüncesi birbirine merbut iki kelimedir. Bir devletin sınırları içerisinde, o devletin hukuk sistemine bağlı olarak hayatını devam eden halkların bütününe vatandaş denir bunun sıfat tanımına da vatandaşlık denir. Vatandaşlık bir devletin sınırları içerisinde yaşayıp ve o devletin kurumlarıyla bağımlı olarak yaşayan kişilere yurttaş veya vatandaş denir. Fakat bazı ülkeler özellikle milliyetçilik düşüncesi üzerinde tesis edilen devletler bunu ırki bir kavram olarak algılayabilirler. Bir insan Alman vatandaşı olabilir fakat Alman olmayabilir. Bir insan Rus vatandaşı olabilir. Fakat bu kişinin Rus olduğu anlamına gelmez. Bunu elbetteki daha farklı örneklemelerle zenginleştirebilir. Fakat konunun dağılmaması için sadece bu şekilde birkaç örnek verilmekle iktifa edilmiştir. Bütün dünyada vatandaşlık tanımı yukarıda vermiş olduğumuz örnekler çerçevesinde belirtilirken Türkiye'de ırki bir tanıma oturtulmak istenmiş ve bu durum başarısız olmuştur. Kültürel olarak güçlü olmayan bazı halklar devletin kendileri için tanımış oldukları tanımı kabul ederlerken daha kadim kültürlere sahip olan halklar ise vatandaşlık tanımını devletin her türlü baskı ve yıldırma politikalarına rağmen kendilerine giydirilmiş olan bu deli gömleğini reddetmiş ve buna karşı bir savunma mekanizması geliştirmeyi tercih etmişlerdir.
TDK'ya göre vatandaşlık tanımı yurttaşlık olarak kabul edilirken bunu tanımlama içerisinde farklı bir tanım ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. Örneğin yurttaşlık da aynı topraklar üzerinde yaşayan kişiler olarak kabul edilmektedir fakat kelime içerisinde tanımlarken "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" şeklinde tanımlamayı uygun görmüşlerdir ki bizce bu tanım uygun da değil sağlıklı da değil. Çünkü bu tanıma göre vatandaşlık o topraklarda kader birliği yapan kişilerin birlikte yaşadıkları toprak bütünü iken TDK bu bağlamın dışında farklı tanımlamayla bütün sair ırkları Türk ırkına indirgemekle diğer ırkları kendi içerisinde eritmek gibi bir amacı üstlendiği anlaşılmaktadır. Oysa Türklük farklı bir kavramdır. Nitekim Türklük ırki bir durumu tanımlarken vatandaşlık ise aynı toprak üzerinde yaşayan vatandaşların kader birliğidir de denilebilir. Bu cihetle düşünüldüğü zaman Türkiye'nin vatandaşlık tanımındaki amacı kendi toprakları içerisinde yaşan diğer halkları Türk milleti adı altında asimile edip onları kendi öz kültür ve ırklarından tamamen uzaklaştırmaktır. Osmanlı Devletinin bir bakiyesi olarak kurulan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti", Anadolu topraklarında yaşayan diğer unsurların kimisini yıldırmak kimisini ise gönül rızasıyla Türk ırkı içerisinde eritmiştir. Fakat bu yıldırma politikalara karşı sert bir direniş gösteren Kürtler, genç cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte onlar üzerinde uygulanmaya koyulan asimilasyon politikasına karşı sert bir direniş sergilemişlerdir. O süreçle birlikte başlayan mücadele günümüzde hala karşılıklı devam etmektedir. Devlet Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan tüm yurttaşları Türk olarak kabul etmek isterken Kürtler bu uygulamaya karşı sert tepkiler vererek kesinlikle reddetmektedirler. Günümüz dünyasında asimilasyon politikaları yeryüzünde artık silinmek üzereyken devletin süregelen bu politikalarını Kürt halkı üzerinde devam etmeye çalışması elbetteki bir insanlık suçudur. Çünkü uluslararası hukuk normlarına göre hiç kimse zorla kültür, din ve dil gibi doğuştan gelen haklar üzerinde bir baskı yapamaz ve onları zorla baskıyla değiştirme hakkına sahip değildir. Fakat maalesef hukuk normlarının düzgün bir şekilde çalışmayan geri kalmış ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde bu baskı unsurları sürekli gündemde olup ve insanlar üzerinde baskı kurmak suretiyle din, mezhep, dil ve ırk değiştirmeleri yönünde bir politika uygulamaktadırlar.
Kürtler, Selçukluların Anadolu topraklarına gelmeleriyle birlikte Türk ve Kürtler aynı coğrafyayı beraber paylaşmışlardır. Kürtlerin Anadolu'daki varlıkları şüphesiz Türklerden binlerce yıl öncesine gitmektedirler. Türklerin Müslüman olması Kürtlerin onları desteklemesine ve onların egemenliklerini kabul etmelerindeki en önemli araçların başında gelmektedir. Fakat Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bütün Kürt hakları ortadan kaldırılmış, Kürt halkının kendi dil, edebiyat, tarih, müzik ve folklor gibi maddi ve manevi kazanımları yasaklanmış ve Kürtlere ait olan her türlü kazanımlar Türklere ait kılınmaya çalışılmış ve bu şekilde Kürt kültür ve ırkı Türkleşme potasında eritilmeye çalışılmıştır. Günümüzde dahi hala Kürtçe müzik ve tiyatrolar yasak ve Kürt araştırmaları üzerindeki baskılar devam etmekte ve buna mukabil Kürtler bütün bu ağır baskılara rağmen kendi çaba ve imkanlarıyla sahip oldukları maddi ve manevi kazanımlarını muhafaza etmeye çalışmaktadırlar. Bütün dünya ülkelerinin kendi topraklarında unutulmaya ve yok olmaya yüz tutmuş olan eski gelenek, görenek, dil ve kültürleri yeniden canlandırmaya çalışırlarken Türkiye'de Kürtler ve onların gelenek, görenek, dil, tarih ve edebiyatları üzerine uygulanan bu baskıların devam etmesi gerçekten geri kalmışlığın açık bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Kürtlerin kendilerini içinde buldukları ve sahip oldukları haklarını savunduklarına inandıkları siyasi partilerinin devlet, medya ve sair siyasi partiler tarafından sürekli olarak baskı altında tutulmaya çalışılması aslında Kürtler üzerinde uygulanan baskıların açık bir göstergesidir. Her gün medyada Kürtler ve Kürt partileri ekranlarda tartışılmakta olduğu halde karşılarında bir tane dahi Kürtleri temsil eden birinin olmaması bu ülkenin demokrasisi ve insan haklarının nasıl bir durumda olduğunun açık bir örneğidir. Kürtlere hakaretler ve nefretler edilirken bir kişinin bile "ya bir tane Kürt getirelim bakalım ne talep ediyorlar" gibi en basit bir soruyu dahi sormamaları elbetteki bu ülke inanının Kürtlere ve Kürt haklarına bakış açılarını göstermektedir. Toplumun her kesiminde Kürtlerin hak taleplerine karşı sadece militarist ve milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşmaları şüphesiz ki durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Kürt meselesinin çözümünün nasıl bir karmaşanın içinde olduğunu göstermektedir. İsviçre merkezli bir araştırmanın raporlarına göre dünya üzerinde bulunan yetmiş beş milyon Kürdün otuz beş milyonu Türkiye vatandaşıdır. Bu kadar kalabalık bir nüfusun kendi kültür, dil ve geleneklerinden koparıp başka bir kültür ve dil ailesine bağlamak ya da öyle kabul etmek şüphesiz insan doğasına ve hayatın olağan akışına ters bir durumdur.
Sonuç olarak başka bir ırka mensup bir grubun sahip olduğu her türlü maddi ve manevi kazanımlarını reddetme politikalarıyla yok saymak ne vicdani ve ne de ahlaki bir durumdur. İnsanların kabul etmediği bir şeye zorla bağlamak şüphesiz ki elbise üzerindeki yamaya benzer ve oraya ait olmadığı için sürekli bulunmuş olduğu yerde sırıtır ve ortaya hiç hoş olmayan durumlar gelebilir.
4 notes · View notes
Text
Tumblr media
“Ünlü görüntü herkesin akıllarındadır. Birkaç yıl önce Filistinli tutsaklar İsrail hapishanelerinde hakları için açlık grevindeydi. İsrail devleti ise bu direnişe kendine yakışan bir uygulamayla cevap vermişti. Hapishanenin önüne mangallar getirilmiş, üzerinde etler pişirilmiş ve mangalın dumanı hücrelere doğru yönlendirilmişti.
Bu bir işkence yöntemidir. Amacı bu şekilde muhatabının iradesini kırmaktır. İsrail devleti sorunlara böyle yöntemlerle yaklaşır çünkü Filistin halkına düşmandır.
Bugün biz de çok çeşitli işkence yöntemleriyle hastanelerde tecrit hücrelerinde tutuluyoruz. Çok benzer uygulamalarla karşılaşıyoruz. Çünkü biz de kendi halkına düşman olan bir devlet tarafından yönetiliyoruz.
7/24 geceli gündüzlü izlendiğim bir hastane hücresinde tutsağım. Tabii beni izleyenleri beni izledikleri camdan ben de görebiliyorum.
17 Ağustos 2020, pazartesi gecesi saat 23:30 sularında uyumak için hazırlanıyordum. Son voltayı atmaya başlayacaktım hücrenin içinde. Bir anda içeriye yoğun bir yağ kokusu dolmaya başladı. Sesler duymaya başladım. Ayağa kalkıp neler oluyor diye baktığımda gözetleme camında oturan iki askerin suratıma baka baka ekmek arası döner ya da köfte yediğini gördüm.
Onların arkasında kapının hemen önünde yine çok rahatlıkla görebildiğim bir yerde rütbeli de dahil olmak üzere 5-6 asker aynı şekilde ekmek arası döner ya da köfte yiyordu. 
Ayağa kalktım, yürümeye başladım. Yüzlerine baktım. Normalde beni gözetledikleri camda jaluzi perde var. Beni fark ettiler ama perdeyi kapatma ihtiyacı da duymadılar. İstiflerini bozmadan aynen devam ettiler. Dakikalarca devam etti bu durum.
Bir gece sonra ise yani 18 Ağustos’ta, aynı saatlerde benzer bir olay daha yaşandı. Henüz yeni yatmıştım. Jandarmalar dakikalarca kaç kilo çiğköftenin kendilerine yeteceğini tartıştılar. Sonra topluca kapının önünde çiğköftelerini yediler.
Jandarmanın bu iki gecelik davranışları bilinçli bir organizasyon işi de olabilir, kendiliğinden yaşanmış da olabilir. Çok önemli değil. Bu pratiklerde Anadolu kültürü yoktur. Bu pratiklerde halkın değerleri yoktur. Çünkü bu topraklarda aç ya da tok önemli değil, bir yiyeceğin kokması diğerine ayıp olarak görülür. Kalabalık içinde yemek yemek hoş karşılanmaz. Aç olanın gözünün içine baka baka yemek bir tarafa, onun açlığından rahatsızlık duyulur. Halkın şekillenişi böyledir.
İki farklı zaman… Bir yerde İsrail, bir yerde ülkemiz. Halka düşman olan iki devletin aynı uygulamaları, aynı acizlikleri, aynı çaresizlikleri… Diğer tarafta ise Filistin ve Türkiye halkları. Yıllardır vatan hasreti çeken Filistinliler, on yıllardır adalete aç olan biz Anadolu halkı... Aynı haklılık, aynı inanç, aynı dirençle…”
Ölüm orucundaki avukat Aytaç Ünsal
(Ayçe Söylemez, bianet)
9 notes · View notes
morkedisblog · 8 months
Text
Ülkemin durumu"saldım çayıra Mevlam kayıra" şeklinde anlatılabilir ben küçük dünyamın silik öyküleriyle ilgileneyim Maya ve Pamuk kediye üzülüyorum Mayanın anne ve babası daha o bebekken boşandılar baba evlendi kendine hayat kurdu ve çok uzaklarda yılda 1 defa birkaç hafta görebiliyor babasını,anne hasta olduğundan evlenmedi çalışıyor Maya ve ablasına anneanne bakıyor anne tek çocuk hayattaki en yakın akrabaları Teyze dedikleri Antalyada yaşayan annesinin halakızı onun küçük oğlu Mayaya yangın minik cadı oğlanı dövüp haşat ediyor😂bir de biz varız aramızda birkaç mahalle var,Pamuk kedi eve gelmeyi istemiyor Ponçiği bekliyor klüp gece 00:01'de kapanıyor haydi temizlik falan saat-2'de klüp tam boşalıyor tek başına klüpte kalıyor ben gibi yalnızlığı seviyor bahçeye gelen kedileri kovalıyor yani Maya ve Pamuğun hâlleri üzünç verici😢Bu akşam Türk-Ermeni kanalında 2008 yılına ait senfonik Ermeni halk müziği konseri vardı grup adı Kohar;Türkü-Şarkı bizim nağmeler danslar Kafkas/Anadolu/Balkan danslara Maya da eşlik etti bizi güldürdü babamla gırgır sohbete girdiler"dede sen gençken dans eder miydin?" Babam da"çok yakışıklıydım kızlar benle dans etmek için kavga ederlerdi"kakarakikiri yaptık Balkan halkları da çeker bu halayı Usa-NBA'de oynayan bir basketçi var Boşnak/Sırp/Hırvat mı bilemem biraz manyak herhalde her maçtan önce eline mendili alıp kenarda halay çeker Allah şifa versin neeee?Adaletin hiçe sayıldığı ülkede ciddi şeyler yazmamı bekliyorsanız ben yazıp kendimi kurban ederim ama oylarını bir kaç kuruşa satan bizim halk için değmez ne günleri varsa görsünler😴
instagram
1 note · View note
hetesiya · 1 year
Text
Tumblr media
instagram
… gecenin kör karanlığı, dışarda korkunç bir yağmur yağıyor şu an …
Hayat işte,
Ve kez daha anladım ki,
cehalette gecenin karanlığına benziyor, ayı ve yıldızı olmayan bir
gece.
Bu gece vakti epey bir haberle ve yazılan yazılanlara, yorumlara baktım uzun uzunca …
Okumaya, araştırmaya araştırmaya ihtiyaç duymadan resmi ideolojinin peşinden gidenlerin daha çok çoğaldığını, bir kere daha yazılanları okuyup, ne kadar dünyadan habersiz olduklarını gördüm ama laf anlamaya niyeti olana söylenir.
Bu yüzden yazanlar, yazılan her şey onların resmi tarihe tümden sahip olduklarını ifade etmek için bunları yazıyorum:
Söyledikleri ve söyleyeceklerinin hemen hepsini benim de onlar gibi öğrenmiş, red etmiş olabileceğimi akıllarından geçirselerdi herkesi bu kadar cahil yerine koyan yanıtlar vermekten biraz olsun imtina ederlerdi.
İşte cehalet böyledir, insana akıl almaz bir cesaret verir. Söylemleri, yanıtları kendilerini defalarca ırkçılığa sürüklediğini, sürüklediğini söyledim durdum…
Artık umudum da kalmadı, farkında olmadan yapılan her ırkçı saldırı bizim memlekette, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Kürtler soykırıma asla uğratılmadılar! tersine onlar soykırım yaptılar! Ama nedense tükenen Türkler değil, Anadolunun otokton halkları oldu. Bu soykırımcı ideoloji Anadolu topraklarından temizlenmediği müddetçe huzur yüzü görmek mümkün olmayacak…
Bazen “insan” insan
gibidir...
Bütün kötülükleri kendinde toplar...
Bazen insan insan gibidir, bilmez insan gibi yaşamasını ..!
https://youtu.be/IcKNvQijASs
Hayat ve gerçekler üzerine hep var oldum...!
Mahmut Uzun
0 notes
anatolianmarxist · 4 years
Text
Mustafa Kemal Türkiye'yi Osmanlıdan alıp bi yerlere getirdi ama nihayetinde bir burjuva devrimcisi, ittihat ve terakki zihniyetinin devamı olarak tesis ettiği rejimin nitelikleri ve pratikleri Anadolu halkları arasındaki birlikteliğe değil baskıya, kimlik inkarına, tek kimlik inşasına ve uyuşmazlığın artmasına yol açıcı şeylerdi. Ve yine kendini rejimiyle kültleştirerek, adı "cumhuriyet" olsa da halktaki boyun eğme kültürünün devamına yol açtı.
Farklı kültürler, halklar ve diller olan Anadolu coğrafyasında faşizmin ve militarizmin derinleştiği kafalar ve ülke bıraktı miras olarak aynı zamanda.
ha bi'de akp lilerle, sağ çomarlarla, yobazlarla aralarında çok bi fark göremediğim "kemalist" yobazları bıraktı. bknz: atatürk olmasaydı bugün sen şu suyu içemezdin.
günün anlamına binaen...
söyleyeceklerim bu kadar.
1 note · View note