#ormanlar ne güzel
Explore tagged Tumblr posts
Text
İçine bakınca gözlerinin,
Kayboluyorum o galaksi de,
Konuşmadan çok şey anlatır onlar bana,
Bir araya geldiklerinde.
Mahrum bırakma beni,
O güzel sevginden,
Beni sevmesen de,
Kalbini sakla herkesten.
Senden sonra,
Sevemedim kimseyi,
O kahveler özeldi,
Ne ormanlar ne de denizler yerine geçebildi...
3 notes
·
View notes
Text
Biraz Daha
Kullanmam ucuz özgürlüğü sana sığınırım
Azarladığım bir dünyayı suya bırakıp
Günlük dövüşü en uygun yerinde keserek
Ve kan biraz daha akar durur, akmalıdır
Bir çaresizlik sanırım, öfkem büyür uğunurum
Oysa bir çiçek bir güzel dünyaya bakmalıdır
Ve kuytulardan, unutulmaktan tek tek
Ölülerimiz toplanacaktır.
Senin yıldızların güneşlere dönüşür
En karışık en bozgun bir öğle uykusunda bile
Ve sonsuz sevinç taşıyan bir çığlıktır
Bir suyun bir başka suya karışması
Kanları çökelirken bir soylu tabaka
Bir bahar anlatıcısının
Bir mutluluk dülgerinin
-Gecelerde ve yalnızlıklarında hepsi üşür-
Ölülerimiz toplanacaktır.
Ne kadar hüzün geçmişse dünyadan
Ne kadar acı geçmişsse yaşayacağız
Hepsini yeniden, bir bir dünyada
Dünyadan ve dünyayla sana sığınırım
Acılardan ve hüzünlerden değil
Kaçmalardan ve korkulardan değil
Çünkü bir güçtür sıcaklığın kollarıma
Çünkü kanları, kanları, kanları hatırlarım
Çünkü ölülerimiz toplanacaktır
Ve yüceltilecektir bir mavide.
Haberlere yorumlara ve büyük tirajlara
Asalak otlara karşı, türeyip giden
Bir sun’i ilkahla üreyip giden
Bir soya, bir sanrıya karşı
Kuşanıp kahramanca tek silahını, kanını
Diri bir su gibi gidenleri hatırlarım
Odalarda ve güzel bir dünyada
Sararken bir başına eski güneş
Yıldızımız uzak bir iklimde
Bir tüfek olacaktır. Bir tüfek
Ölülerimiz toplanacaktır.
Ve bizim bir haziranımız
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış
Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız
Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacaktır sana
Ölülerimiz toplanacaktır
Doldurulan bir kıyı gibi.
Anılacaktır bir general pantolonundan
Nasıl sezgiler ve gerekçeler çıkardığımız
Nasıl kırgın ve nasıl umutlu olduğumuz
Bir şenliğin başlangıcından ve sonundan
Sığınmamız da anılacaktır.
Ölülerimiz toplanacaktır
Kenar köşe kasaba hanlarından
Deniz en güzel aşkken ayışığına
Küçük ve karanlık odalarda öldürülenler
Direnerek ve akarak ölenler
Yüceltilecektir
Anılacaktır ölümleri
Bir şehir akşamında herkes kaçışırken
Ormanlar bir çözülmeye bozulurken
Karanlığa kanıyla karşı duran
Kanıyla ışıtan, yalazlayan karanlığı
Yalnız ve dayanıklı gecelerinde üşüyen
Ölülerimiz toplanacaktır.
Biraz daha kan, kan ve suyun akışı
Ey suyun güvenli akışı
Sana bir yamaç gerekmez mi
Ki sonun özlemine hızlı varsın
Ki sen varsın, akıtılmış kanlarla varsın
Ve kan ve akışın o soylu tabakta
Ormansız bir halka sunulacaktır
Bir orman olarak
Ona sığınılacaktır.
Sana sığınılacaktır kırılıp toplanınca
Sana sığınıyorum kırılıp toplanınca
Değil sonsuz girdiçıktısına yaşamaların
En en güzeli, en gürü bütün çeşmelerin
Ayın ve denizin sahibi ve su içmelerin
Sana sığınılacaktır
Ve kuytularda, dağlarda, alanlarda
Akıtılan ve akıp gelen kanlarda
Bir sabah büyük büyük ateşler yanınca
Eller temizlenecektir
Bir tören olacaktır
Ölülerimiz toplanacaktır.
- Turgut Uyar
.
03.08.24
2 notes
·
View notes
Text
Size biraz kendimden bahsetmek isterim. Ben oldukça soğuk biriyimdir dışa göre fazla insanlarla konuşmayı sevmem dış tarafın yargısı bu insanlar seni nasıl görmek istiyorsa öyle olur tam tersi aslında. Hayvanları çok severim özellikle kedileri masum, ve temiz kalpli hayvanlardır her hayvan öyle, kitap okumayı severim, bazen o kadar çok okurum ki kendimi karakterin yerine koyarak ne geçiyorsa yaşıyormuş gibi davranırım, sanırım biraz okurken abartıyorum. Müzik dinlemeyi severim hem de çok, kendimi bulurum o şarkılarda dile getirip cümleye dökemediklerimizi duyarsınız notalarda, özellikle sözsüz müzikler söz olmamasına rağmen ne kadar çok şey anlatır o melodiler, yağmurlu havaları severim o kadar huzur verici ki çoğu kişi ıslanmaktan kaçınır kapalı alanlara kaçarlar bence öyle olmamalı yağmur rahatsız etmemeli yağmur yağınca her ıslandığımızda içimizdeki kötü duyular akıp gitmeli, denizleri severim o dalga seslerini, içinde binlerce canlıyı barındıran okyanusları, kıyılara çarpan dalgaları ve o gök mavisi kadar güzel olan rengi büyüleyici. Gökyüzünü severim, bulutları ay ve güneşi kaplayan rüyalarda bile göremeyeceğim güzellikle olan eşsiz bucaksız gökyüzünü o kadar güzelki. Ve ormanlar, kelimlere kifayetsiz kalır o kadar canlıyı besleyen bu yeşil ağaçlar o kadar güzelki yosunlar ve toprak kokusu…. Tarif edilemez bir güzellikte. ( sevdiğim şeyleri açıklamak istedim ve bunlar hakkındaki düşüncelerimi:))
4 notes
·
View notes
Video
youtube
Balzac " Köylüler " I Podcast # Bölüm 1 I
balzak köylüler Türkçesi zaven biberyan [Müzik] seslendiren Özgür tokmak birinci kısım toprağın var cengin var Şato bay naana sen ki fantezilerin halkı pek tatlı hayallere daldırın şimdi ben sana fanteziler değil gerçekler anlatarak Hayal kurdur İçinde bulunduğumuz Yüzyıl 1823 nath hanlarına ve blond etlerine bu gibi Düşler aktarabilecek mi acaba sonra bana söylersin 18 yüzyılda yaşamış florinel uykudan kalktıklarında kendilerini aes gibi bir şatonun sahibi buldukları çağdan ne kadar uzak bulunduğumuzu kendin ölç çok Sevgili dostum mektubumu Eğer sabahleyin alınsa Paris'ten aşağı yukarı 50 fersah uzaklıkta bir Kraliyet anayolu üzerinde yeşil boyalı bir tahta perdeyle birleşmiş ya da ayrılmış kırmızı tuğlalı iki ufak pavyon görüyor musun acaba işte posta arabası orada bırakıverdi dostunu pavyonların iki yanında köklü bitkilerden oluşmuş yılan bir çitten darmadağınık saçlara benzeyen bölenler fışkırmış ötede Berde küstahça süren ağaçlar görülüyor hendeğin meyinde kökü yemyeşil durgun suda kaybolan güzel çiçekler varem ormanın kenarına varıyor ve iki Çayırı kuşatıyor bu çayırlar ormandaki ağaçlar kesilerek açılmış Kuşkusuz bu tozlu bomboş pavyonlardan öteye şemsiye biçiminde tepeleri birbiri üzerine eğilen ve uzun şahane bir beşik oluşturan yüzy yıllık kara ağaçlarla çevrili görkemli bir yol başlıyor yolun üzerinde BM tekerlek çizgileri ancak seçiliyor Kara ağaçların yaşı yan yolların genişliği pavyonların saygı Telkin eden görünüşü taş bağlamaların esmer rengi her şey yörede bir kral Şatosu bulunduğunu gösteriyor Daha o tahta perdeye varmadan Biz Fransızların kurula kurula dağ diy adlandırdığımız Tepelerden birinin Uz Vadisini görü verdim tepenin Eteğinde Son Durak olan kz Köyü var vadinin sonunda anayol bir yay çizerek dostumuz Lal yeğeninin kuruluğu villa aues ilçesine gidiyor Doğru ufukta geniş bir Tüzer seraks Egemen durumda tepenin kenarından bir ırmak akıyor uzakta ufak bir İsviçre olan morva dağları Vadiyi çerçeveli bu sık ormanlar avu güves Ron Markis ve soes ktun ait bu şatoları bu parkları bu köyleri uzaktan ve yüksek bir yerden seyredince insan fantastik peyzajların gerçeğe uygun olduğu kanısına varıyor Eğer bu anlattığım ayrıntılar sana Fransa'da kurmak istediğin bütün o İspanya şatolarını andırı şaşkına dönmüş Bir parisin bunları sana anlatmasını hak etmedin demektir sonunda öyle bir kır buldum ki orada s haşır neşir olmuş Ne sanat doğayı ne de Doğa sanatı bozmuş sanat doğalmış gibi geliyor ve doğa sanat yapıtı yaratıyor okuduğumuz birkaç romanın etkisiyle sık sık hayallerimizde canlandırdığımız Baha ile karşılaştım işte taşkınlık fışkıran bereketli süslü bir bitki cümbüşü karmakarışık olmayan engebeler sıradanlıktan uzak dağınık gizli Vahşi bir şey tahta perdeyi Aş da yürüyelim meraklı gözüm güneş ışınlarının ancak doğarken ve batarken yandan girebildiği Ağaçlı Yolu boydan boya seyretmeye heveslenir arazinin yükseldiği bir noktada bir kiz görüşü engelledi Sonra ufak bir Koru yolu kesiyor bir dört yol ağzına varıyoruz Orta yerde hayranlıkla seyredilen sonsuz bir kalıntı gibi bir dikili taş yükseliyor ucunda dikenli bir toprak bulunan bu anıtın temelinden mevsime göre kırmızı ya da sarı çiçekler sarkıyor kuşku yok ki Ages bir kadın tarafından ya da bir Kın iin yaptırılmış bir erkeğin aklına gelmez böyle süsler buranın mimarına özel bir yönerge verilmiş olsa Gere nöbetçi gibi kondurmuş o koruyu geçtikten sonra arazinin nefis bir kıvrımın vardım dibinde köpüren dereyi bir Kemerli köprüden geçtim köprünün yosun tutmu taşları zamanın işiği mozaiklerin en güzeli derenin ters doğrultusunda hafif bir yokuş halinde yükseliyor uzaktan İlk göze çarpan tabloda şunlar var bir değirmenle Bendi su seti ağaçlar ördekler serili çamaşırlar saman Damlı evler ağlar canlı balık havuzu beni dikizleyen Değirmen uşağını sayım daha nerede bulunursanız bulunun yalnız olduğunuzu sandığınız zaman bile bir Pamuklu takke altından bir çift gözün sizden ayrılmadığını bilmeniz gerekir Bir işçi çapasını bırakır bağda çalışan bir köylü yerinden doğrulu verir keçi inek ya da koyun Günen bir küçük kız bir söğüde tırmanır ve hepsi de sizi gözlerler biraz gidince Kara ağaçlı yol akasyalı yola dönüşüyor bu yolun sonunda parmaklıklı bir eski zaman kapısı var Usta bir hattatın elinden çıkmış sarmal çizgiler gibi ince zarif çizgilerle süslü telkari bir kapı parmaklığın yanlarında uzanan engel hendeğin iki Tepesi Oklar mızraklarla kaplı bir kirpiği andırıyor geride Versa ile sarayın benzer İki kapıcı pavyonu bulunuyor tepesinde de dev çiçeklikler altın arabeskler Kızıla çalmış demirin pasına karışmış fakat Ağaçlı yolun kapısı diye anılan Bu kapı Bu haliyle daha da güzelleşmiş benziyor Belli ki oğlu yaptırmış bu kapıyı hendeklerden her birinin sonunda sıvasız duvarlar başlıyor taşlar kırmızım trak Topraktan Bir harçla tutturulmuş her türlü renk var şekilleri hiç birbirini tutmayan Çakmak taşının canlı sarısı tebeşirin beyazı değirmen taşının kızılımsı esmeri ilk bakışta Park lo ştur duvarları tırmanıcı bitkiler 50 yıldır Balta sesi duymamış ağaçlar arasında gitmiştir doğal bir olay sonucu yeniden bakirle Şen bir orman gibidir sarmaşıklar Bir ağaçtan öbürüne atlayarak gövdelerini sarmış dalların nemli kalabilmiş bütün çatal noktalarından parlak yeşil renkte ökse otları sarıyor ancak Paris'ten 50 fersah uzaklıkta arazinin üzerine titrk kadar pahalı olmadığı yerlerde gelişen bu dev sarmaşıkları yabani arabeskleri Burada da gördüm sanatı böyle anlarsak çok geniş araziye gerek vardır hiçbir şeye çeki düzen verilmemiş burada İnsan eli değmemiş tırmık işlememiş tekerlek izi su dolu içinde Kurbağalar rahatça yavrularını bırakıyor en güzel orman çiçekleri bitiyor buralarda süpürge otu sanki Ocak ayında Florin getirdiği gösterişli saksı kabı içinde şöminenin üzerlerini süslüyor gibi güzel bu güzem sarhoş ediyor insanı ne olduu belirsiz istekler uyandırıyor en basit yosunlardan bile hoşlanan ş bayıldığı orman kokuları en zehirlen çiçeksiz bitkiler ıslak Topraklar Söğütler ağaçlardan sızan reçine yabanıl kikler bir birikintinin durgun yeşil suları yuvarlak birer yıldız gibi duran sarı nilüferler güçlü bir döllenme ile topraktan fışkıran her şey koku organına doluş insana birer düşünce belki de ruhunu veriyor Ben bu sırada kavisli yolda dalgalanan pembe bir fistanı düşlüyorum kayınlı ve diğer titrek ağaçlardan oluşan son bir kümeyle akasyalı yol birdenbire bitiyor Bunlar Narin gövdeli zarif Edalı akıllı bir Familya serbest Aşk ürünü ağaçlar orada Azizim yüzü beyaz nilüferlerle geniş yaygın ya da ufak ince yapraklarla kaplı bir Gölcük gördüm üzerinde seyin nehrinde çalışan bir sandalcının şalı gibi Nazenin bir ceviz kabuğu gibi hafif beyaz siyah boyalı bir tekne çürüyor geride güzel kırmızı renk tuğlalardan yapılı 1560 tarihini taşıyan bir yükseliyor duvar köşelerinde ve küçük camlı pencerelerinde taş bağlamalar ve süslü motifler var taşlar Elmas şeklinde ama Venedik dojlar sarayının iniltiler köprüsünün cephesi gibi içe dönük biçimde yontulmuş bu şatonun tek düzgün bölümü ortadaki ana yapıdır aşağısı ince üst kısmı basık yuvarlak parmaklıklı çifte merdivenli Ulu bir peron kıvrılarak iniyor binadan bu bölümde Kurşundan çiçeklerle süslü kulekler galeriler ve Yunan stilinde küplerin bulunduğu pavyonlar var işte Azizim bunlarda bakışım arama Rastgele bir araya gelmiş bu yuvalar sanki İçine saman doldurulmuş cans var M gibi duruyor birkaç yeşil ağaç camların üzerinde binlerce esmer diken silili yosunları besliyor ve gözün irişti çatlakları genişletiyor bu ağaçlar arasında görkemli şemsiyesi ile Kızıl kabuklu İtalyan köknarı 200 yıllık bir sedir Salkım Söğütler bir Kuzey köknarı boyu Onunkini geçen bir Gürgen var başlıca kulenin önünde en acayip ağaççıklar yer almış yok olan bir Fransız bahçesini akla getiren budanmış bir porsuk ağacı manolyalar ortancalar Kısacası bahçıvanlık sanatının Gaziler Yurdu Burası zaman gelmiş moda olmuş zaman geçmiş unutulmuş Bu ağaç bütün kahramanlar gibi bir köşede buram buram tüten Özgün oymalı bir baca bu nefis görünümün bir Opera dekoru olmadığını gösterdi bana Madem ki mutfak vardı canlı yaratıklar da vardı demek Ve ben Saint clouda bulunduğum zaman kendimi Kutup bölgesinde sanan ben blond bu ateşli burgon görü böyle şey tasavvur edebiliyor musun Güneş en yakıcı ışınlarını serpiyor Dere kuşu gölcüğün kenarında dolaşıyor Ağustos böcekleri ötüyor cırcır böceğinin yaygarası ortalığı veleye veriyor bazı tanelerin kabukları çatırlı haşlar moram Ak üzerinde açık seçik beliriyor böceklerle çiçekleri sarhoş eden gözlerimizi yakan yüzümüzü esmerleştiren bu doğal punç neşeli alevleri yükseliyor taraça kızılım tırak toprakları üstünde üzümler inci gibi sarıyor dalında beyaz tellerden oluşan zar dantel fabrikalarını utandıracak incelikte boydan boya mavi çiçekleri Şafak rengi Latin çiçekleri kokulu bezelyeler parlıyor gerideki birkaç portakal ağaçları havada hoş kokuları yayıyor ve sonuna bak feronun üzerinde beyazlı bir kadın duruyor baş açık beyaz ipek astarlı Bir şemsiye tutmuş saçları üstünde ama kendisi ipekten daha beyaz yüzsüzce trabzanın aralarına sokulan Zambaklar Rusya'da doğmuş bir Fransız kadını bu geleceğinizi umuyordum artık dedi bana Ben daha yolun dönemindeyken görmüştü beni kadınların en safların bile miz ne kadar Usta olduklarına şaşmak gerekir hağ güs barışına kadar kahvaltının geciktirilmiş olduğunu belli ediyordu bana hanımefendi beni karamaya gelmekten çekinmiş İşte bu değil mi bizlerin hayali bütün şekilleriyle güzele Tutkun herkesin hayali değil mi bu İster luin saraki Meryem ananın izdivacı frese gören Meleklerle yaraşır güzellik olsun rubens'in termon Muhaberesi çarpışma sahnesi için bulduğu güzellik olsun ister 500 yıldır Sevilla ve Milano katedraller sergilenen güzellik olsun yahut Müslümanların gırnata 14 luis'in vers yarattıkları güzellik Alerin güzelliği güzelliği olsun güz velam şu malikanenin ne prenslere ne de para babalarına yakışır bir görünüşü vardır Bundan ötürüdür ki 2000 hektarlık ormanı 900 dönümlük Parkı değirmeni ortakçı Çiftliği kest uçsuz bucaksız bir çiftliği ve bağları var Bunlar tümü 72 sağlasa gerek işte Azizim budur aug dediğin yıldır beni bekliyorlardı burada ve şu anda ben sevilen dostlara ayrılan Acem odasında bulunuyorum parkın yukarısından kavuç yönünden bir düzüne kadar berrak kaynak fışkırır bunlar morvan gelir sıvı bir şerit halinde parkın görkemli bahçelerini süsler ve hepsi de gölcüğe dökülür az adı Bu sevimli akarsulardan geliyor buan sözcüğü kaldırılmış Çünkü eski belgelerde arazinin adı aes bibes olarak geçer ve aes mores karşıtıdır gölcüğün fazı k Salkım Söğütler bulunan geniş düz bir kanaldan geçerek Ağaçlı yolun ırmağına boşalır bu şekilde süslü kanalın pek güzel bir görünüşü vardır akan suların üzerinde Sandal gezintisine doyum olmaz insan kendini kocaman bir katedralin içinde sanır batan güneşin aralıklı gölgelerle kesilen turuncu tonları şon üzerine düşüp pencere camlarını tutuşturdu mu karşınızda Alev Alev vitraylar görür gibi olursunuz kanalın bitiminde bir köy görülür blang köyü Aşağı yukarı 60 hanesi rahibin oturduğu bir bina Bir de burjua evi var Kilisesi ahşap bir Çan kulesi olan köhne bir evden ibaret Bunun birlikte Bucak epeyi geniştir 200 hane sayılabilir blang bucağın merkezidir arazi ufak ufak bahçelere bölünmüştür Yollar meyve ağaçlarıyla gösterilmiştir Bahçeler tam köylü bahçesi ne ararsan var içinde çiçekler soğan lahana asma çardakları renk üzümü ve bol bol gübre köyün naif bir görünüşü var tam köy havası Egemen ressamların pek aradıkları hem basit hem süslü köy havası her biri nefis üsluplu dört kapusu olan bu parkta gezinirken mitolojinin arkadası bius gibi tatsız gelir insana arkadya Yunanistan'da değil burgonya arkadya aeste başka yerde aramamalı onu parkın alt kesiminde derecikler oluşan bir ırmak yılan Kavi akarak huzur ve serinlik veriyor buradaki Yalnızlık havası manastırları andırıyor adeta ve gerçekten de yapay bir adada adam akıllı yıkık dökük bir Manastır bulunmaktadır ii onu yaptıran Para babasının beğenisine yaraşır bir incelikte evet Azizim augin bir zamanlar sahibi bmi hani birinde 15 lisi ağırlamak için 2 milyon harcayan b var ya o bu güzel yeri çıkak için Kim bilir k atli biru bir zeka elverişli koşullar bir araya gelmiş 4 Henry'nin bir metresi şatoyu şimdiki yerinde baştan kurdurmuş Ormanla birleştirmiş aug 4 Henry'nin oğlunun gözdesi madmazel shoe verilmiş O da birkaç Çiftlik katmış malikaneye B Paris operasının bir uğruna özene bözene Paris'in ufak evleri biçiminde düzenl şatoyu zemin katını da 15 Luis üslubuyla restore ettirmiş yemek odasını hayranlıkla seyrederken şaşkına döndüm İtalyan beğenisine göre çizilmiş tavan fresklerde en çılgın arabeskler uçuşuyor yapraklarla son bulan yalancı mermerden Belirli aralıklarla meyve sepetleri tutuşturuyor sepetlerin üzerinde tavanın dal biçimi bezekleri oturuyor kad��nlardan her birini öbüründen ayıran tahta aynalarda bilinmeyen bir sanatçının çizdiği nefis yağlı boya resimler sofra zenginliğini gösteriyor son balıkları yaban domuzu kelleleri haylar Yani dünyada yenecek ne varsa ve bütün bunlar akıl almaz bir benzerlikle erkeği kadını çocuğu andırıyor Çin'in en acayip tasvirlerine taş çıkartır uşaklar yerli yersiz içeri girip tatlı bir söyleşiyi ya da iç bir pozisyonlar ev sahibesi zaman çağırsın diye hanımefendinin ayağı altında bir çıngırak yayı yerleştirmişler kapıların üst pervazındaki süsler şehvet sahnelerini canlandırıyor bütün kapı pencere çerçeveleri mermer mozaikten Yemek Salonu alttan ısıtılıyor her pencere nefis bir manzaraya açılıyor ah [Müzik]
0 notes
Text
Aşağı mahalle
Yukarı mahalle
İkisi!de o biçim övünürler
Kavgasız gürültüsüz
Cümle aleme
Örnektir bizim Nah!iye.,
Böbürlenirler de
Aşığı ve yukarı mahalleyi çatıştırmayan
Aynı tabancadan çıkan kurşunla
Hayatını kaybeden iki güzel adama
Yok hoş bir sadâyla hatırlatma.,
Köyün mezarlığında amma
İsimleri bile yazılmamış mezar taşlarına
Bu nankörlüğü
Yaparsanız bu oyunu bozanlara
Yetişmez fidanlar
Çoraklaşır ormanlar
Ah!a demedi demeyin
Köyün mezarlığın(!)da bile
Ne taş üstünde taş kalır
Ne!de size rahmet okuyacak
Bir yumurcak
Şair Gökhan ER
0 notes
Text
Ülkemdeki adaletsizliğin,cahilliğin,caniliğin ülkemi batırıyor olmasının verdiği acı...Gözünün önünde ne zorluklarla kazanılmış gül gibi toprakların yanması,ülkenin batması,insanların cahilliği,adalet olmadığı için canların güvende olmaması,her gün yeni cinayet haberleri almak...Bunlar çok can yakıcı...
Ne mutlu Türküm diyeneydi hani? Hani Atatürk'ün emanet ettiği topraklara sahip çıkılacaktı? İlla savaş mı olması gerekiyor,biz milletçe içten çöküyoruz! Hani,Atatürk'ün ülkeyi emanet ettiği gençler bunlar mı?! Bu kadar aptal olunmamalı...
Kör mü bu millet hükumet hiç bir halta yaramıyor! Adaleti sağlamıyor! İnsan haklarını önemsemiyor! Canları koruyamıyor! Katleden canilere özgürlük veriyor! Hayvanlar bile güvende değil ülkede! Eğitim sistemi desen,ekonomi desen yerlerde...Ormanlar desen değeri bilinmiyor! Avrupa'nın her yaz tatile geldiği güzel coğrafya çöp gibi kullanılıyor...Allah'ta sizin belanızı versin! Allah'ta sizi bu dünyada ve ahirette yaksın o bedenler gibi,o ormanlar gibi,o canlar gibi!
Ben Türküm dediğimde akla gelen Türkler her gün sokakta iğrenç zihniyetleri ve hevesleri için masum bedenleri kirleten Türkler olmamalı...Ben Türküm dediğimde akla aptal gibi "bazı" şahsiyetlere tapanlar gelmemeli. Ben Türküm dediğimde akla Türklerin nasıl azimli,çalışkan olduğu gelmeli. Atatürk'ün soyunu devam ettiren millet olmalıyız biz!
Ben tekrardan ne mutlu Türküm diyene demek istiyorum! Ben ülkemde adalet istiyorum! Ben ülkemde özgürlük istiyorum! Ben ülkemde düşünce özgürlüğü istiyorum! Ben ülkemde kadın haklarının,insan haklarının ayaklar altında olmamasını istiyorum! Ben ülkemde kadınların ve çocukların rahatça sokakta olmasını istiyorum! Ben ülkemde öğrencilerin her sabah mutlulukla okula gidebilmesini istiyorum! Ben ülkemde coğrafyanın,doğanın değerinin bilinmesini istiyorum!
Ben ülkemi geri istiyorum o "bazılarının" elinden!
1 note
·
View note
Text
Zehirsiz Sofralar - İşlevsel Ormanlar -II-
Çiftçilerde Zehrilenme vakaları, Kanser ve Kısırlık
Bir Şeftali üreticisi veya bir çiftçi nasıl kanser olabilir? Yediği bir meyveden, ya da içtiği sudan mı? Yoksa oksijen alabilmek için soluduğu havadan mı?
Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Tamer Güvenir, çalıştığı hasatahanede karşılaştığı zehirlenme vakalarından bahsederken, çiftçilerin ilaçlama yaparken maske, eldiven veya çizme gibi korunma araçlarını kullanmadıklarından dolayı birçok kez akut ve kronik zehirlenme sonucunda hastahanin acil bölümünde müdahele ettiklerini söylüyor. Bu vakalarda hızlı müdahele edilmememsi durumunda ölüme sebeb olacağı ve hızlı müdahelede ilk olarak kıyafetlerin çıkartılıp iyice yıkadıktan gerekli tedaviye başlandığını alnattı.
Bu çıplanma halini çok yanlış anlayan bazı çiftçilerin soyunup, çıplak halde tarlarda çalışmaya başladıklarını ve zehirlenme vakalarında, zehirlenmeyi çok daha hızlı yaşayan çiftçilerin sayısında bir artış olduğunu, ölüm oranlarının arttığını ve daha bir çok acıklı ve traajik hikayelerin olduğunu anlattı bir de.
İnsanda en büyük zarar akut ve kronik zehirlenme. Çocuklar büyüme ve gelişme evreleri daha hızlı olduğundan dolayı yetişkinlere göre daha kolay zehirlenirler, ve bu zehirlenme sonucunda hormonal değişim ve nörolojik bileşim üzerinde baskılanma gerçekleşiyor.
GDO’ lu ürünlerin 80%’ inde ot ilacı denilen (herbisit) en etkin maddesi olan Glifosat’ ın (Glyphosate) , WHO (Dünya Sağlık Örgütünün) kanser arşatırmaları bölümü, Kanser Araştırmaları Kurumu (IARC) “insanlarda muhtemelen kanser yapar” açıklamasını yaptı. Glisofat en yaygın herbisit olarak tarım, orman, şehir ve konutlarda uygulanıyor. GDO’ lu ürünlerde daha da fazla artmış durumda. GDO, soya ve mısır üretimlerinde kullanılır ve Roundup adı ile satılan glisofat, havada, suda ve yiyeceklerin yanı sıra, tarım işçilerinin kan ve idrarlarında da tespit edilmiştir.
Kadın Doğum Uzmanı ve Çiftçi, Dr Sertaç Kayın, Dünyada hastanelerdeki en yoğun bölüm Onkoloji bölümü olmaya başladığını, kanser oranlarının ivmelenerek arttığını ve bunların en önemli sebebinin tarım ilaçları ve pestisistler olduğunun artık aşikar olduğunu söylüyor. Artık ana sütünün bile temizlik ve saflık anlamına gelmediğinin, onun bile zehirli olduğunun altını çiziyor.
Fransa’ da Sağlık ve Tıbbi Araştırmalar Merkezi doktoru Dr. Luc Multigner, tarım ilacı kullanımının en yüksek olduğu Arjantin’ de, tarım ilaçları ile düşük sayıda sperm ve erkeklik hormonu arasındaki bağı ortaya çıkardı.
1995-1998 yılları arasında kısırlığına çözüm arayan 225 çiftçi üzerinde yapılan araştırma da, içinde çözücü bulunan böcek ilaçları ile kimyasaların, erkek üreme sistemine zarar verdiği sonucuna vardı. “Araştırmalar, düşük sperm parametresine sahip erkeklerin, geçtitğimiz son birkaç yıl içinde sık aralıklarla böcek ilacı ve çözücülere maruz kaldığını gösterdi.” diye konuştu. Dr. Multigner, böcek ilaçlarının erkeklerde testesteron oranını düşürürken, kadınlık hormonu olan österejen hormonunu ise artırdığına da işaret etti.
Gelişmekte olan ülkelerde çevre yasalarının sanayileşmiş ülekelere göre çok daha gevşek oluğuna dikkat çeken Dr. Multiger,
“Sorun şu ki, az gelişmiş ülkelerde az gelişmiş yasalar var ve insanlar sorunun tam olarak da farkında değil” i ne kadar da güzel söylemiş.
Yaşadığımız coğrafya ve Yurdumuz’ da görülen kanser vakalarının ivmeli bir şekilde artış sebebinin, sağlıklı diye yediğimiz bir sebze veya meyve, içtiğimiz bir bardak su ve temiz oksijen diye içimize çektiğimiz zehirlerden olduğunu bilmek, ne kadar gelişmiş bir ülke ve yasaları olduğunu ve insanların sorunun tam olarak da ne oluduğunun bile farkında olmamaları çok üzücü ve acı bir gerçeklik değil midir?
Haftaya devam...
0 notes
Text
Köyler itfaiye üssüne dönüyor
https://pazaryerigundem.com/haber/183092/koyler-itfaiye-ussune-donuyor/
Köyler itfaiye üssüne dönüyor
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin orman yangınlarıyla mücadele için başlattığı çalışmalar kentin dört bir yanında devam ediyor. Bugüne kadar verdiği eğitimlerle 900’e yakın orman gönüllüsü oluşturan İzmir Büyükşehir Belediyesi bu sayıyı artırmak için yoğun çaba harcıyor. Daha çok yurttaşa ulaşılması için köy köy muhtarlar eğitimden geçiriliyor. Hedef yangınların yaşanmaması, tek bir ağacın ve canlının zarar görmemesi.
İZMİR (İGFA) – İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı, yangınları önlemek ve yangınlara erken müdahale etmek için farklı stratejiler geliştirdi. Her olasılığı değerlendiren Büyükşehir; olası yangınlara eğitimli, planlı ve bilinçli müdahale edilmesini sağlamak için orman gönüllülerinin sayısını artırıyor. İtfaiye Dairesi Başkanlığı ve Muhtarlık İşleri Dairesi Başkanlığı iş birliğiyle köy köy dolaşılarak tüm muhtarlara ve yurttaşlara ulaşılıyor. Muhtarlar; temel yangın bilgisi, güvenli yaşam teknikleri, yangın güvenlik önlemlerinin yanı sıra yangın söndürme cihazı kullanımı, yangın tankeri kullanımı eğitimlerinden geçiriliyor.
“Yaşam alanlarımızı korumayı hedefliyoruz” İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı İtfaiye Eğitim Şube Müdürü Serkan Korkmaz, kırsal alanlarda ve metropolde görev yapan muhtarlara yangın bilinci eğitimleri verdiklerini anlattı. Hedeflerinin son dönemde artan orman yangınlarını azaltmak olduğunu vurgulayan Serkan Korkmaz, bunu da ancak halka direkt ulaşacak yerel yönetimlerin öncülerinden muhtarlar aracılığıyla yapabileceklerini belirtti. Korkmaz, “Muhtarları mahallelerimizdeki bir filiz olarak düşünüyoruz. Bu filizlerin edindikleri bilgileri paylaşarak, çevresindeki yurttaşları da bilinçlendireceklerini biliyoruz. Böylece yaşam alanlarımızı bu şekilde korumayı hedefliyoruz” dedi. Verdikleri eğitimler ve dağıtılan tankerler sayesinde birçok yangının henüz başlangıç aşamasında söndürüldüğünü de anımsatan Korkmaz, çalışmalar sayesinde yangınların önlenmesi açısından büyük bir başarı elde ettiklerini söyledi.
Basit önlemler büyük felaketleri engelleyebilir Serkan Korkmaz, birçok yangının küçük ihmaller sonucu çıktığını belirterek yurttaşları bu konuda çok daha duyarlı olmaya çağırdı. Korkmaz, şunları söyledi: “Yaz aylarında ormanlara girişler İzmir Valiliği kararıyla yasaklanıyor. Bu yasaklara mutlaka uyulmalı. Yine ormanlık alanlarda çöpler, cam şişeler bırakılıyor. Özellikle cam şişeler güneşin yaydığı ısıya maruz kaldığında yangın çıkarma riski taşıyor. Lütfen çöplerimizi ormanlara, yol kenarlarına atmayalım. Özellikle sigara izmaritini hiçbir şekilde dışarı atmayalım. Alacağımız basit önlemler, büyük felaketleri de önlüyor. Ormanlar, gelecek nesillere bırakacağımız en büyük miras” dedi.
“Eğitimin bize büyük katkısı oldu” İzmir İtfaiyesi’nden eğitim alan Seferihisar Payamlı Mahalle Muhtarı Tuğba Akural, “Birçok önemli bilgi edindik. Şimdi bir yangın çıksa müdahale edebilecek durumdayız. Bu eğitimin bize çok güzel katkısı oldu. Olası yangınlara karşı önlem almak için elimizden geleni yapacağız. Ufak bir kıvılcımı bile durdursak, ne mutlu bize” diye konuştu.
“Bu eğitimle yangınların önüne geçebiliriz” Seferihisar Camikebir Mahalle Muhtarı Ayşegül Parlak ise yangınları önlemede eğitimin önemine değinerek, “Bu benim ilk deneyimim. Yangına müdahale çalışması yaptık. Çok güzel bir eğitim oldu. Herkesin alması gereken bir eğitim. Yangını nasıl söndüreceğimizi bilirsek, yangınların önüne geçmiş oluruz. Yangın çıktığı zaman söndürme çalışmalarında daha başarılı oluruz. Ne kadar bilinçli olursak, o kadar çok yangının önüne geçmeyi başarırız” dedi.
“Yangınlara müdahaleyi öğrendik” Seferihisar Akarca Mahalle Muhtarı Ali Kaya da “Daha önce hiç böyle bir eğitim almamıştım. Uygulamalı eğitim almak farklı oluyormuş. Bundan sonraki yangınlara nasıl müdahale edeceğimizi öğrendik. Çok yararlı bir eğitim oldu. Çok faydalı bilgiler edindik. Bundan sonra yangınlara daha bilinçli müdahale edebileceğiz. Aldığımız eğitim sayesinde daha faydalı olacağız” diye konuştu.
Orman gönülleri en büyük destekçi İzmir Büyükşehir Belediyesi verilen eğitimlerle bugüne kadar 900’e yakın orman gönüllüsü oluşturdu. 3 ve 2.5 ton su kapasitesine sahip 386 tanker dağıtıldı. Kırsal bölgelerde muhtarlar ve yurttaşlardan oluşturulan orman gönüllüleri, belediye tarafından kendilerine verilen tankerlerle, yangınları henüz başlama aşamasındayken söndürme imkanı yakalıyor. Orman gönüllüleri İzmir İtfaiye Dairesi Başkanlığı ekipleri tarafından belirli aralıklarla teorik ve uygulamalı eğitimden geçiriliyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Narayama Türküsü ve Emeklilerimiz
✍🏻 Sinan Kemal
https://www.gundemarsivi.com/narayama-turkusu-ve-emeklilerimiz/
Narayama Türküsü, 1958 yapımı, fantastik bir Japon filmi. 1983’de tekrar çekimi olarak yenisi yapılmış. 1956’da Shiriciro Fukazawa adlı bir yazarın, çok satan romanından uyarlanmış. Bir yayınevi romanı da Türkçe’ye çevirse güzel olur. Ben 1958 yapımı filmi izledim ve nedense ülkemizdeki emekliliğin düştüğü hale benzettim.
Film, aşırı distopik ve zamansız. Ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal ürünü ya da kurgu, bir Japon’a sormak gerekli. Filmi izlerken insan, kendi kendine gerçekten Japonya böyle bir yer miymiş, roman yazarı nelerden ilham aldı, film ne kadar romana uyuşuyor ve daha bir sürü soru insanın aklına geliyor. Japonya’da ubasue ya da (yaşlı kişiyi ölüme terk etme) obasute (yaşlı kadını terk etme) ya da oyasute (yaşlı ebebeyni terk etme) diye halk adeti varmış ama ne kadar yaygınmış, belli değilmiş. Aslında sadece bir efsane olması da muhtemel. Gene de anladığım kadarı ile bir zamanlar Japonya’da fakir ailelerin yaşlı ebeveynleri ıssız ormanlara terk ederek öldürmesi, sık görülen bir suçmuş. Hatta Fuji dağının kuzeyinde sık ormanlar, bu iş için sık sık kullanılmış.
Aile üye sayısından fazla bebeğin evde yeri yok. (Filmde sadece yaşlılar değil, bebekler de öldürülüyor.) Kızları, tuz karşılığında (eskiden tuz, değerli bir ticari malzemeydi) satılıyor (muhtemelen geyşa olmaları için), erkeklerse sessizce öldürülüp, gömülüyor. Yaşlıların ise yetmiş yaşına kadar yaşama hakkı var. Filmin ana hikayesi, Orin ananın yaşama ve oğlunun annesini yaşatma mücadelesi. Bu mücadelede köy halkının saldırılarına karşı oluyor. Çünkü ana-baba törelere karşı geliyor.
Pek çok okuyana tuhaf gelecek ama töre-gelenek ve görenek ile ahlak, aynı şeyler değildir. Töreler ya da doksanlı yılların meşhur söylemi ile ve mahalle baskısı ile, toplumsal ahlak da başka şeylerdir. Nasıl ki bir ülke hukukunda, kumarhanelerin ya da genelevlerin olması, onları hukuki ama ahlaksız yapıyorsa; ailesinin değil, sevdiği erkekle evlenmek istemesi yüzünden, erkek kardeşleri, babası ya da akrabaları tarafından öldürülmesi de töreye uygun ama ahlaksızca yapar. Töreleri bir sonraki nesle taşıyanlar genelde yaşlılardır, bu sebepledir ki törelerin hakim olduğu toplumlarda, yaşlıların otoritesini hissederiz… Gençler, tanımıyor bile olsa, yaşlılara saygı duyar.
Gene de bu, yaşlı bakımının toplumu zorladığı gerçeğini değiştirmez. Eskimo-İnuit kabileleri başta olmak üzere bazı ilkel toplulukların, yürüyemeyecek duruma gelmiş yaşlıları ölüme terk ettikleri biliniyor. Gene de bu çok açıkça dillendirilmeyen bir durum oldu. Zira eskiden bir neslin en fazla yüzde beş kadarı yetmiş yaş ve ötesini görebiliyordu. Türkler, Araplar, Vikingler ve diğer pek çok savaşçı kabilede, hasta yatağında ölmenin ayıp sayılmasının bir sebebi de yaşlı nüfusundan kurtulma çabasıdır. Kasları, duyuları ve diğer organları zayıflayan ihtiyarların, savaşlardan sağ çıkmaları daha da zordur.
Günümüzde bir neslin yarıdan fazlası, hatta çok daha fazlası, yetmiş yaş ve ötesini görüyor. Pek çok ülkede nüfus artışının sebebi, doğum artışından çok, ömrün uzaması. Yani aslında gizli bir azalma var. (https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/nufus-istatisliginincocuk-kaydiragi.html) Corona salgınında pek çok ülke bunu hissetti. Büyük Britanya’nın (İngiltere), salgın sonrasında emekli maaşı ödemelerinin üçte bir oranında azaldığını okumuştum. Yani ciddi bir nüfus kaybı. Bu salgınla ilgili komplo teorilerinden biri de, yaşlı nüfusu azaltma projesi olduğuydu. Böyle bir şey varsa bile ters tepti. Zira bu salgın, geri kalmış ülkelerden çok, gelişmiş ülkelerin, özellikle zaten yaşlı kıta diye anılan Avrupa’nın nüfusunu etkiledi. Sebebi de gelişmiş ülkelerin, steril şartlarda yaşayan halkının yaşlılarının, yepyeni bir virüs olan coronaya karşı dayanıksız olmasıydı. Bu hastalık, hep de altmış yaş ve üzerini vurmadı. Yaşlandıkça ölme ihtimaliniz artmakla beraber, pek çok genç insan da coronadan öldü. Kırk yaş üzeri beyaz yakalı, özellikle doktor çok kaybeden Avrupa ülkeleri, beyin göçüne kapılarını açtı ve birileri de giderlerse gitsinler dedi.
Diğer yandan hem düşen doğumlar, hem de artan ortalama ömür, gelişmemiş ülkeler için de dert. Başka bir dertte, emekli maaşları. Türkiye’de uzun yıllar popülist politikalarla düşük tutulan emeklilik yaşları da bu derdi daha çok arttırıyor. Bu iktidar, seçimi kazanma uğruna 9 Kasım 1999 öncesi sigortalı çalışmaya başlayanların emeklilik hakkını vermedi, diğer emeklilerden kesti.
Kapitalizm, emekçi hakkını almayı unuttukça, emekçi tepki vermeyi unuttukça, ilkel haline dönüyor. Nasıl ki bir zamanlar, küçücük çocukları, günde on, oniki saat madenlerde çalıştırıp, raşitizm hastalığının yaygınlaşmasına sebep olmuşlarsa; aynı tepkisizliği gördüklerinde, emeklileri de Narayama Türküsü filmindeki gibi dağ başına bırakabilirler.
Sinan Kemal
#GundemArsivi #SinanKemal #NarayamaTürküsü #Film #Emekliler #Nüfus #NarayamanınKonusu #Tarih #EmekliMaaşları #RaşitizmHastalığı #Kapitalizm #Toplum #Eyt #Yaşlılık #İhtiyarlık
0 notes
Text
Çok zorladım yaşamak için bir şeyler aradım hep. Her günüm bir önceki günden daha kötü oluyor. Keşke dokunup durdurabilseydim her şeyi. Gördüğüm yüzlerin, duyduğum seslerin esiri olmaktan kurtulamadım. Her zaman anlaşılmak istemiştim bir kez bile anlaşılamadığımı bugün anladım. İçtiğim bir bardak suyun bana zehir olmasını diliyorum. Yarın uyandığımda ölmuş olmak bana alınacak en güzel hediye olurdu. Sonsuza kadar uyumak istemiyorum ki ben. Annemin beni öldürmesini de beni reddetmesini de.
Hiçbir şey yok gibi yaşamak. Yarınsız bir piç gibi maymun iştahlı olmak. Senin duygularını sikine takmayan insanlara merhamet göstermek.
Korkmuyorum artık ben hiç uykudan. Üzerine gidiyorum. Korkmuyorum. İçimdeki yanan şeyin ne olduğunu bilsem. Bilseydim onu durdururdum. Gözlerim kapanmış açamıyorum. Sesimi kısmışlar konuşamıyorum. Duymadınız da diyemem ki.
Hani benim gözümden anlardınız. Herkes neredeydi. Geç kalınmış bi vedaya ihtiyacım kalmadı artık. Hiçbir şey istemiyorum. Küçükken hep saçlarımın uzun olmasını isterdim. Hep dua ederdim. Uyandığımda upuzun saçlarım olsun.
Neden allahım. Bunu yaşatacağın ne yaptım sana. Ben neyin acısını çekiyorum. Bu yalanların arasında yaşamaktan iğreniyorum. Neden susturmadın onları. Neden ben. Sana iyi bir şey söyliyim artık hiçbir şey istemiyorum senden. Kimseden de bugüne kadar hiçbir şey istemedim zaten. Her şeye yetiştim. Herkese koştum kendim hariç. Bugünden sonra ki eğer yarın varsa hiç kimseyi istemiyorum. Bana iyi gelen hiçbir şey kalmadı. Hiç. Koca hiçliğin içinde dönüp durmak. Dönmek ama kendine çarpmak. Tuttuğun elin kendininki olması.
Gidip gelememek. Kalıp ölememek. Bazen bi nefesin ilaç olacağını sanmak. Salaklıktır evet. Aynı hatalar dönüp dururken farklı insanlardan farklı merhametler beklemişsin. Kim merhamet edecek ki sana. Kendine acımayan kimseye acımazmış diye boşuna dememişler. Çoğu karanlık şeyin içinden tek başına çıkmış olman bu sefer çıkarsın demek değildir.
Koskoca dünya sayha. Sen mi sığamadın derler adama. Evet derim ben de artık. Eskiden diyemezdim. Göğüs kafesimi gevşetebildiğim nadir anlar vardır. Ellerimin titremediği ama sadece ağladığım. Bugün bundan oldu yine bana. Başka insanlar hiç dokunmadan oldurdular mutluluğu çok acı ama bu gerçek hala beni ağlatıyor.
Bir dünya insan geçti dünyadan. Bi kelebeğin bir günlük ömrü gibiydi. Ben de istedim silmeyi, kaçmayı, hiç olmamayı. Ama olmadı. Bunlar ders oldu sanırım artık sadece yaşamak istiyorum. Bir gün öleceğim kanaatindeyim. Benim istediğim bir gün değil. Beni yaratanın istediği bir gün. Kaybedeceğim hiçbir şeyim yok. Ne param ne mutluluğum ne merhametim artık hiçbir şeyim kalmadı. Elimde ne kadarı varsa hep borç verdim onlara. Yarın ben olacağım. O bir günlük kelebeğin yeniden doğuşu. Yarın benim istediğim şeyler olacak sadece. Belki saçlarımı allah bir gecede uzun yapamazdı. Allah uzun yapamazsa ben de param olunca kaynak yaptırırım. Uzun olur. Bazı şeyleri artık ne allahtan ne kullarından beklememeyi öğrendim. Çok komik bir örnek oldu kaynak. Öyle işte temsili. Anlamaz kimse zaten xd.
Üzüldüğüm küçük bir nokta oldu. Sayha artık öldü. Gerçekten öldu. O masum melek bambaşka bi evrende hayat bulmuştur. Farklı bir ihtimal düşünülemez. Kaybettiğim bir şey yok 2 den 1 çıkınca 0 kalmıyor. Evet 0 kalmaz. O 1 in varlığını da sonunda öğrendim. Kendimle artık gurur duyuyorum. Yeni bir hayat diliyorum. Eski deneyimlerim eski hayatım unutulmaya mahkum olmuş bir günlüğün içinde kaldı çoktan. Çok yazık oldu sayhaya. O da bu kadar masum olmasaydı. Hak etti. Yazık. O masumiyeti hak edecek tek insan yoktu. Değmedi. Ürkekti, çocuktu daha. Başka bir bedende büyümek belki de en çok ona yakışır. Kendini öldürmen ikimiz için de iyi oldu. Elveda meleğim. Umarım başka bir ihtimalde musmutlu olursun. Bu sefer kimseye yetişmeye çalışma. Hep kendine geç kalıyorsun çünkü. Vazgeçebilmenin dayanılmaz hafifliğini yaşayacaksın. Melekler gibi doğayla bütünleştin artık. Yemyeşil ormanlar, sular, nehirler, kar, yağmurlar hepsi sensin artık. Saflığınla her şeye umut olacaksın. Sen gülümseyince akşam serinleyecek.
1 note
·
View note
Text
HER GECE SEN.
Her gece sen girersin rüyalarıma
Her gece sen...
Paramparça olur uykularım
Karanlığın en koyulaştığı yerde
Kapının çalındığını duyarım
Açınca soğuk bir rüzgar çarpar yüzüme
Sen yoksun...
Kilitlenir dudaklarım
Gözlerim karanlıklarda boşuna arar seni
Sen yoksun...
Yalnızlığımı kadehlere doldurup
Tek başıma içmeliyim bu gece
Kırmalıyım kitapları
Evleri ateşe vermeliyim
Sen yoksun...
Zaman gitgide uzar
Altmış saniye bir dakika
Altmış dakika bir saat
Ve sabahın olmasına daha beş saat var
Beklemek bir çeşit ölmektir
Sen yoksun...
Bu bana her gece binlerce ölüm demektir.
Neden ayrılsın ellerimiz her akşam üstü?
Gözlerime acı bir karanlık düşsün
Bir vapur alsın götürsün seni
Ben vapurlar dolusu kederimle yapayalnızım
Sen uzak bir körfezde özlemli, dalgın
Kıyılarına çarpıp ağladığı yerde dalgaların
Neden ay karşılardan yükseldiği zaman,
Başın omuzlarımda olmasın?
Neden ellerin avuçlarımda değil?
Neden gözlerim aradığı zaman gözlerini bulmasın?
Durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor
Bu yolların bir yerde ayrılması,
Uzayan kilometreler...
O sefil, anlayışsız bakışları insanların
Dünya, o eski dünya değil
Tanrı'ysa çoktan unuttu bizi
Şu uçsuz bucaksız evrende
Ne derdimizi dinleyen,
Ne de bir anlayan var sevgimizi.
İki ömür değil,
İki ayrı ve büyük yalnızlıktır yaşadığımız.
Her şey aslında başka renkte.
Vernikli eşyalar, vernikli yüzler...
Altından yer yer sırıtan bir yoksulluk
Yalan üstüne yalan,
Oyun içinde oyun...
Her şey bir yerde anlamsız ve boş
Gerçek olan şimdi senin yokluğun
Senin varlığını özledim duyuyormusun?
Bak nasıl artıyor ellerimin sıcaklığı
Dinle bak nasıl çarpıyor yüreğim
Bütün sokaklarında bu şehrin sana koşuyorum
Seni soruyorum gelip geçene,
'Görmedik', diyorlar.
Anlamıyorlar seni nasıl özlediğimi,
Nasıl sevdiğimi bilmiyorlar.
Volkanlar tutuşuyor,
Ormanlar yanıyor içimde.
Her gece milyonların uyuduğu bir anda,
Devler uyanıyor içimde.
Seni düşünüyorum,
Karanlıklar içinden özlemli sesin geliyor.
Bir ışık yanıyor çok uzaklarda,
Çorak topraklarımın üzerinden bir bulut geçiyor.
Şimdi umutlarım,
Varılmaz uçurum diplerinde
Korkunç, karanlık mağaralarda hayallerim.
Derin bir kuyudan su çekercesine,
Zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim.
Sen her zaman olduğun gibi
Yine o en güzel, en değerli...
Benimse ellerim sımsıcak,
Dudaklarım nemli,
Özlediğim herşeyimle
Kopup en yüksek tepelerden
Bir çığ gibi sana geliyorum.
Sonra dağlar çöküyor ansızın,
Ağaçlar devriliyor,
Evler yıkılıyor,
Altında kalıyorum...
Kırık bir heykel,
Parçasını arıyor her gece.
Bir şarkı notasını...
Bir tablo renklerini...
Ağaç yapraklarını...
Vazo çiçeklerini...
Ve bir adam,
Her gece yollara düşüp,
Yana yakıla seni arıyor...
Mağrur gözleri ıslak,
İlk defa ağlıyor bu adam,
'Gel ' diye,
İlk defa yalvarıyor...
Ben her gece,
Gözlerim tavanda bir noktaya dikilmiş,
Seni düşünüyorum.
Ve sen o saatlerde,
Benim görmediğim rüyaları görüyorsun.
Bir böcek giriyor kafatasıma...
Her gece sen,
Bir cinnet gibi,
Kanıma yürüyorsun
Umit Yaşar...
0 notes
Text
Storytime
Taşıması en ağır yüklerden biriyle kendi içindeki uçurumun kenarına oturmuş üstelik teninin rengini almış bulutları derin derin izlemeler le vaktini geçiriyor şehrin birinin ismini sayıklıyorsun "İstanbul"
Sana eklediğim diğer bütün kadınları da alıp yanında üstelik yeni bulmuşken seni neden attın yüreğinden aşağı?
beni affedebilecek misin?
bu yolculuğa dilimi unutmak için çıktım yol üstündeki Marco Polo dan bir çay içecektim.
Soğuk geçerken zihnim hala dilim ile boğuşuyor du.
Şiir olsunlar diye söylediğim kelimeler karşıma geçip kahkaha atıyorlar, bunu duyabiliyordum tekrarlamamak için gözlerimi başka tarafa çevirip bekliyordum.
Bedenimde eski sözlerin yükü rus olsaydım "Tosca" diye tasvir ederdim bu hüznü.
Fazla olmamıştı ki yeni bir paragraf geldi kaldırdı kollarımı diğeri geldi uzunca olan başımı ellerinin arasına alıp gözlerime baktı..
Beklemiştim,
Renklerin tonu değişmeye başladı bile...
Tanıdık gelen Ama aslında hiç tanımadığım sesler kulağımda dans ediyordu
Yeni cümleler kuracaktım bütün bedenimi Söğüt ağacı ile tazeleyecektim
Ancak o zaman o şehre dönebilecektim.
Seninle ayrı dilde konuşunca yaralarım hafifliyordu.
Çoğu zaman okuyucuların altını kalemle çizilecek leri birçok cümleyi mahfetmiştim
Oysa tek derdim gerçeklikle sanatın birbirine dokunduğu anı bulmaktı
Paris'e ölüler ülkesine bu sebepten gelmiştim kendimden ne kadar uzağa gidebilirim bilmiyordum..
İçim dengin değildi bu apartman dairesinde dar sokaklarda kurumuş yapraklar arasında gezinip bulmaya çalışıyordum kendimi şehri romanlaştırıp kendimi bir ruh bulacaktım.
Her gün aynı şehirde çocuk ve yaşlı oluyordum
Dil ile adım atıyorum bu coğrafyaya
Uzunca bir boşluk var insanlar arasında.. Koca koca tarihi binaların içinde birbirine uzak insanlar yaşıyor. Yok gibi izliyorum onları. Hak etmiyorlar bile
Paris tek vücutta yaşayan yabancı organlar gibi hepsi ödünç alınmış bir bütün belki ama fırsat bulsa hemen orayı terk edecek parçalardan oluşmuş.
Şehre ruhunu veren binalardir, insanlar değil.
Bu şehir tiyatro sahnesi gibi oyunlar oynayarak seyircileri canlı olduğuna inandırdigi bir dünya yaratmış
Ve sadece ziyaret etmeye gelenler için parlayan bir yıldız.
kalbimin derinliklerine doğru yapılan bir yolculuktu bu, hüzünlerimi bulup bir sanatçı gibi değil bir doktor gibi düzeltecektim.
Her geçtiğim sokakta bir parçamı bırakarak ilerliyorum
Paris'in Sokaklarını birbirine bağlayan büyük Meydanları geçtikçe gün doğumu ve batımı ile ferahlıyordum
Gölgesi olan tek şehir belki de,inatçı ve baskın betonların arasında atan kalpler, ancak tanıdık yüzlere gülümseyen gergin ve somurtkan dudaklar.
Edebiyatın destansı aşk öyküleri ile büyülenen yeni nesil sokakları dolduruyor.
Balkonum,
Kendimi ne içeride ne de dışarıda hissediyorum
Kafelerde birbirine çok yakın oturmaları aralarındaki mesafeyi kapatmıyor belki ama yine de elele kalkıyorlar masadan
Ruhu olan şehirler duyabilen herkese fısıldar gerçeğini
Dairem Paris'in o sevdiğim bölgesinde bir kafenin hemen üstünde bir odasının bir penceresi boş bir duvara bakıyor bir takım bitkilerin bilmediğim bir türü camdan görünüyor.
Boş gözlerle izlediğim bu duvarı hayalime sığdırmak için uğraşıyorum.
Kendimi aşağıya salıyorum parmak uçlarındaki ince ipleri fark ediyorum,
Yüksek gülüşlü beyaz kadınlar.
Ağızlarındaki şarabın kekremsi tadını balkonundan hissedebiliyorum.
Bu yolculuğa bir martının çığlığını öperek başlamıştım,Üstelik Deniz henüz Yağmur yemişti.
Biteli çok olmamış bir tiyatro sahnesi gibi beynim
Mesajlar verilmiş sanat yapılmış ve sanatçılar evlerine dönmüşlerdi.
Sigaramı yakmış kafeyi izliyordum.
Sanki bir trenin en güzel kompartımanda manzarayı izleyerek yolculuk yapıyordum.
Şehirler dağlar ormanlar geçiyor penceremden,
Lakin hiç varamıyorum istediğim şehre,
Ait olamıyordum hiçbir yere, yine hiçbir yere ait olmadan bitirmiştim geceyi.
Ve o meşhur kafede planlı olarak girmişti göz hizama,
Yepyeni bir kitap gibi
İçinde ne olduğuna dair hiçbir fikrimin olmadığı bir roman, meraktan çıldırıyor gibiydim.
Bana elini uzatmıştı...bir kalbi sarsmak için bazen sadece “merhaba”demek kafir.
Bu ilk hafif temas muazzam bir etki yaratmıştı denize atılan bir taş parçasının oluşturduğu halkalar gibi..
O gece orada bir davet ile bulunuyordum paris'in kalabalık caddelerinden birinde ellerinde içkileri ile sokağı doldurmuş insanların,yükselen sohbet homurtularının arasından duyuyordum onun sesini.
Elimi uzatmıştım sırtımda soğuk bir ter hissettim, kalbime yumruk yemiştim sanki.
Göğsümdeki heyecanın giderek şiddetlendiğini hissetmek beni telaşlandırmıştı...
Neler oluyordu?
Yüksek sesli bir barda gözlerimi ondan alamıyordum,
canlı,taze bir gülüşü vardı, sanki gümüşşü bir ışık vuruyordu yüzüme,
Ciddi insanların şehrinde kimsenin bilmediği yemyeşil bir ada gibi,
Tanrının paris'e sakladığı kutsal bir tebessüm gibiydi.
O anda arkadaşım sorular sormasa sonsuza dek öylece durabilirdim.
Zira heyecandan bayılacak gibi olmuştum ki bana sorulan soruyu 2 defa tekrarlatip anca cevap verebilmiştim.
Daha da karanlıkta kalan bar taburesine çakılıp kalmıştım.
İçki şişeleri,boşalan kadehler,insanların ceketleri ve çantaları susmayan telefonlar,bağıran garsonlar bütün bu kalabalığın arasında zarif kalan tek bir şeye odaklanmıştım, şehvetli bir baş dönmesi hissettim,kendimi sakinleştirmek için içkimi yudumladım yeni öğrendiğim dilde sohbet etmeye başlamıştık onun her cümlesi şimşekten sonra gelen gök gürültüsü gibiydi, bütün bir kültürü bütün bir dili benliğime alıp ezberlemek istedim.O konuştukça ben hareketsiz ve nefessiz kalıyordum, o kelimeleri özenle seçiyor anlamam için elinden geleni yapıyordu, neşe ile şakalar yapıyor parlak kahkahalara neden oluyordu. Ben ise içimdeki sonsuz karanlığın ortasında oturmuş zifiri bir koridora bakan kapıları sonuna kadar ona aralıyordum.
İlerleyen saatlerde bana da yapılan cazip bir teklif ile ilerideki Kabare salonuna geçiyorduk, ayağa kalkmıştı onu göz ucu ile süzmüştüm.
Salonda piyanonun arkasında kendine yer bulmuştu geniş bir görüş açısı ile dans eden kadınları izliyordu ritimli bir caz melodisi doldurdu salonu.
Ben gözlerimi ona dikip müziğe eşlik edişini izledim.
Başı geride hafif hafif sallanıyordu, Bir tabloya referans olacak varlığı ile bütün gece gözlerimde kaldı.
le marais ten dairme yürürken her an kopmaya hazır ipek bir ip ile kendime tutundum,benliğim destansı ve güvensiz yolculuğa çıkmıştı. Sanki sürekli değişen bir kimliğin tehlikeli dengesi ile bir ağacın dallarına asılı hayvan gibi dünya manzarasına tutunmaya çalışıyordu.
Somut ve güvenli hale gelmem için aynı anda hem tanımam hem de bilmem gereken bir ortama tutunmam zordu. Sanırım bu da bu macerayı tehlikeli olduğu için güzelleştiriyor du
O gece tanışmıştım
Ve sonra alt metinlerde bir bağlayıcı gibi beni sarıyor sallıyor ve aynı zamanda inşa ediyordu...
dil gibi paradoksaldi,
Bu aşk fazla tutarlılığa yada daha fazla benzerliğe ve özgürlüğe sahip sanatın ana konusu gibi kalabalığın gürültüsünden sayılan bir ses gibiydi.
Bu aşk beni ilk kez anlatmaktan ziyade dinlemeye zorluyordu. Dilin sarsılmazıydı nihayetinde dilden daha değerli olan sessizlikti.
Yeni bir dilin tohumun ekildiği topraktır diyalog olasılığı olan ötekinin sözlerinin kendi sözlerinden daha değerli olduğu.
Ayni zamanda daha önce kendini sadece etrafındaki dünyaya yansıtan bir benliğin derinliklerine açılan kapısıyla.
Gürültü müziğe dönüşmüştü ve ben macerayı izlemek yerine eşlik edecektim .
0 notes
Text
-Kumar
Hissizlik içindeki o tek his -korkudan sonra, her şey sona erip gözlerimi sanki ilk defa hayata açmış gibi bakabilmiştim. Yine yapabilirdim. Sadece ufak bir his lazımdı, bu seferki neydi?
İçten içe sevgi olmasını temenni ettiğimi biliyordum. Fakat zordu, eskiden aşina olduğun bütün o duygulara, tüm o güzel hislere "yok"tan adım atmak benim için kumardan farklı değildi. İnsan hislerle kumar oynayamaz, evet ama ben zar atmak istiyordum. Bunu çok geç fark edecektim.
Genellikle hep böyle olurdu ya zaten, ben tam hislerimin farkına vardığımda önümde büyük bir uçurumla karşılaşırdım. Kendim sebep olduğum bu köprülere adım dahi atamazdım, korkudan mı? Gurur? Hayır, bunun adı çekinmekti bana göre.
Dışarıdan sert, gururlu, mesafeli görünen ben, o mesafeyi yüzümden sildiğimde artık çok geç olurdu. Gülerdim, çoğu zaman kendime.
Baktığım yerden, aynı yerden bakamadılar hiçbir zaman. Bu kadar zor mu? Kendime sorardım, bu kadar mı zor Kübra? Adım atmak, ilk gülen olmak, ilk korkanın aksine, cesur mu değildim? Sanırım değilim, her konuda cesur olan ben, konu sevmeye gelince evet cesur değilim. Bir ödlek gibi, bir çocuk gibi, kaçtıkça kaçıyorum uzanan bir elden. Sevgiden korkmak..
Daha sonrasında göz ucuyla, yine bir çocuk gibi, kaçamak bir bakış atardım arkama. Çok kat etmediğim o mesafe derin ormanlar boyu engin olurdu. Meşakkatli.
Yolu yürümeyi, ağaçların gölgesinde dinlene dinlene, çalılardan hırpalanarak göze alırdım bu sefer de. Meşakkat mi, ben varım. İşte zar atmaya olan hevesim böyle başlamıştı. Ömrümde çok nadir atacağım o zarlar, zeminde yuvarlanır dururken biri hep dışarıya kaçardı en sonunda. Hadi bir daha, bir daha Kübra, olacak, bu sefer olacak. Gelmesini umut ettiğim altı altı hep es geçiyordu beni. Eğer oyuna en başından katılmış olsaydım, gelir miydi?
Bakışlarını kaçırırsan kaybedersin. Kaybetmek istemiyorum. Ama her seferinde kaybediyordum. Yüzmeyi bilmiyorsan eninde sonunda boğulursun, en azından bildiğin, aşina olduğun bir denizde boğulmak sanırım daha güzel geliyordu. Ardıma bakmam bundandı, tanıdık o bir çift gözü aramam bundandı. Bulduğumda onu, bana bakışlarını fark ettiğimde ise, evet, biliyorsunuz.. başımı çevirirdim. O göz bu kadar basit mi diye düşünürken, ben kendime bu kadar zor mu diye kızardım. Ve hevesle salladığım o zarlar, biraz bana dargın, bir bir gelirdi. Sana müstahak Kübra dercesine hem de.
Bir gün o oyunu kazanacağımı bilsem de kendime kızıyorum kimi zaman. Kumara dökme şu işi diyorum, zar atma daha fazla. Oyunu kabul et ve yapman gerekeni yap, bak, utanmadan bak onlara. Gözlerini kaçırmadan dikkatle bak sana bakan göze. Belki çok nadir bir hisse rastlayacaksın derinlerinde, korktuğun o sevgiyi bulacaksın belki de. Ne zaman cesur olacaksın?
Zor olmaması gereken hisler bende hala dikenli bir tel örgüyken, kanayan ellerimle dört bir yanımı saran bu sarmaşıklardan kurtulmaya çabalamam bile yaşadığımın göstergesi. Dönüp dolaşıp kendime dışarıdan bakıyorum ve ne kadar zorsun diyorum her seferinde. Sen bir oyunda değilsin aslında, sen neye nasıl bakıyorsan onun içindesin. Camdan bir fanus değilsin, kırılmazsın. Ya kırılırsam?
Kumar oynamayı seven birisi için ne tezatlık değil mi?
Kırılmaya korkmak.. Her defasında içten içe kırılmamayı umarken hem de. Bunu kendime ben yapmadım, buna maruz bırakıldım. Asıl söylenmesi gereken buydu en başından beri belki de. Farkındayım, her şeyin.
Geçmiş ilişkilerime bakınca bugünden, bir tek pişmanlığım oldu her zaman o anlardan. İçimden geldiği gibi davranamadım, içimden geldiği gibi uzun uzun hiç bakamadım, içimden geçenleri ona hiç söyleyemedim, çünkü çok yeniydim bu oyunda. Onunla gülemedim, onun elini bile tutamadım utancımdan, bunlar herkes için çok normalken ben kendimi kısıtladım hep. Sebebini hiç anlayamadı, anlamasını bekleyemezdim de zaten. Kurallarını bilmediğin oyuna devam edemezsin.
Korkumun izleri daha sonrasındaki her anımda benimle olacaktı. Görmüştüm. Bunun için belki de hep kaçtım insanlardan, o güzel duygulardan. Bir kumar olarak görmem, böylesine basit bir oyunken hem de, bu yüzden.
Bazı zamanlar da, kumar olarak gören birini hayal ederim. Benden bir tane daha. Ama daha cesur, daha yürekli. Zarı bir bir geldiğinde bile eline tekrar alıp altı altıyı düşünerek oyuna devam edebilen. Benim aksime bana zarı alıp uzatabilecek, bu oyunda her sayı sana mübah diyebilecek.
Şaşırırdım. Geriye dönüp baktığımda köprünün diğer ucunda değil de tam ardımda olmasını istediğim o adam, başımı çevirdiğimde benimle hala göz gözeyse belki de işte o zaman tam anlamıyla yüzümü dönerdim ona, kim bilir? Bu şekilde bakamaz mıyım?
Bir gün, elime zarları eliyle koyacak o kişiye baktığımda, onun olduğunu anlayacağım.
Belki de çoktan anlamışımdır, ama bu bir kumar, haliyle gözüne hala tam anlamıyla değmemem oyunun bir kuralıdır belki de, olamaz mı?
Bunu sadece gerçek kumarbazlar anlar.
Beni anladığını biliyorum.
1 note
·
View note
Text
Her gece sen girersin rüyalarıma Her gece sen... Paramparça olur uykularım Karanlığın en koyulaştığı yerde Kapının çalındığını duyarım Açınca soğuk bir rüzgar çarpar yüzüme Sen yoksun... Kilitlenir dudaklarım Gözlerim karanlıklarda boşuna arar seni Sen yoksun... Yalnızlığımı kadehlere doldurup Tek başıma içmeliyim bu gece Kırmalıyım kitapları Evleri ateşe vermeliyim Sen yoksun... Zaman gitgide uzar Altmış saniye bir dakika Altmış dakika bir saat Ve sabahın olmasına daha beş saat var Beklemek bir çeşit ölmektir Sen yoksun... Bu bana her gece binlerce ölüm demektir. Neden ayrılsın ellerimiz her akşam üstü? Gözlerime acı bir karanlık düşsün Bir vapur alsın götürsün seni Ben vapurlar dolusu kederimle yapayalnızım Sen uzak bir körfezde özlemli, dalgın Kıyılarına çarpıp ağladığı yerde dalgaların Neden ay karşılardan yükseldiği zaman, Başın omuzlarımda olmasın? Neden ellerin avuçlarımda değil? Neden gözlerim aradığı zaman gözlerini bulmasın? Durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor Bu yolların bir yerde ayrılması, Uzayan kilometreler... O sefil, anlayışsız bakışları insanların Dünya, o eski dünya değil Tanrı'ysa çoktan unuttu bizi Şu uçsuz bucaksız evrende Ne derdimizi dinleyen, Ne de bir anlayan var sevgimizi. İki ömür değil, İki ayrı ve büyük yalnızlıktır yaşadığımız. Her şey aslında başka renkte. Vernikli eşyalar, vernikli yüzler... Altından yer yer sırıtan bir yoksulluk Yalan üstüne yalan, Oyun içinde oyun... Her şey bir yerde anlamsız ve boş Gerçek olan şimdi senin yokluğun Senin varlığını özledim duyuyormusun? Bak nasıl artıyor ellerimin sıcaklığıDinle bak nasıl çarpıyor yüreğim Bütün sokaklarında bu şehrin sana koşuyorum Seni soruyorum gelip geçene, 'Görmedik', diyorlar. Anlamıyorlar seni nasıl özlediğimi, Nasıl sevdiğimi bilmiyorlar. Volkanlar tutuşuyor, Ormanlar yanıyor içimde. Her gece milyonların uyuduğu bir anda, Devler uyanıyor içimde. Seni düşünüyorum, Karanlıklar içinden özlemli sesin geliyor. Bir ışık yanıyor çok uzaklarda, Çorak topraklarımın üzerinden bir bulut geçiyor. Şimdi umutlarım, Varılmaz uçurum diplerinde Korkunç, karanlık mağaralarda hayallerim. Derin bir kuyudan su çekercesine, Zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim. Sen her zaman olduğun gibi Yine o en güzel, en değerli... Benimse ellerim sımsıcak, Dudaklarım nemli, Özlediğim herşeyimle Kopup en yüksek tepelerden Bir çığ gibi sana geliyorum. Sonra dağlar çöküyor ansızın, Ağaçlar devriliyor, Evler yıkılıyor, Altında kalıyorum... Kırık bir heykel, Parçasını arıyor her gece. Bir şarkı notasını... Bir tablo renklerini... Ağaç yapraklarını... Vazo çiçeklerini... Ve bir adam, Her gece yollara düşüp, Yana yakıla seni arıyor... Mağrur gözleri ıslak, İlk defa ağlıyor bu adam, ‘Gel ' diye, İlk defa yalvarıyor... Ben her gece, Gözlerim tavanda bir noktaya dikilmiş, Seni düşünüyorum. Ve sen o saatlerde, Benim görmediğim rüyaları görüyorsun. Bir böcek giriyor kafatasıma... Her gece sen, Bir cinnet gibi, Kanıma yürüyorsun...
Ümit Yaşar Oğuzcan
4 notes
·
View notes
Video
youtube
Balzac " Köylüler " I Podcast # Bölüm 1 I
balzak köylüler Türkçesi zaven biberyan [Müzik] seslendiren Özgür tokmak birinci kısım toprağın var cengin var Şato bay naana sen ki fantezilerin halkı pek tatlı hayallere daldırın şimdi ben sana fanteziler değil gerçekler anlatarak Hayal kurdur İçinde bulunduğumuz Yüzyıl 1823 nath hanlarına ve blond etlerine bu gibi Düşler aktarabilecek mi acaba sonra bana söylersin 18 yüzyılda yaşamış florinel uykudan kalktıklarında kendilerini aes gibi bir şatonun sahibi buldukları çağdan ne kadar uzak bulunduğumuzu kendin ölç çok Sevgili dostum mektubumu Eğer sabahleyin alınsa Paris'ten aşağı yukarı 50 fersah uzaklıkta bir Kraliyet anayolu üzerinde yeşil boyalı bir tahta perdeyle birleşmiş ya da ayrılmış kırmızı tuğlalı iki ufak pavyon görüyor musun acaba işte posta arabası orada bırakıverdi dostunu pavyonların iki yanında köklü bitkilerden oluşmuş yılan bir çitten darmadağınık saçlara benzeyen bölenler fışkırmış ötede Berde küstahça süren ağaçlar görülüyor hendeğin meyinde kökü yemyeşil durgun suda kaybolan güzel çiçekler varem ormanın kenarına varıyor ve iki Çayırı kuşatıyor bu çayırlar ormandaki ağaçlar kesilerek açılmış Kuşkusuz bu tozlu bomboş pavyonlardan öteye şemsiye biçiminde tepeleri birbiri üzerine eğilen ve uzun şahane bir beşik oluşturan yüzy yıllık kara ağaçlarla çevrili görkemli bir yol başlıyor yolun üzerinde BM tekerlek çizgileri ancak seçiliyor Kara ağaçların yaşı yan yolların genişliği pavyonların saygı Telkin eden görünüşü taş bağlamaların esmer rengi her şey yörede bir kral Şatosu bulunduğunu gösteriyor Daha o tahta perdeye varmadan Biz Fransızların kurula kurula dağ diy adlandırdığımız Tepelerden birinin Uz Vadisini görü verdim tepenin Eteğinde Son Durak olan kz Köyü var vadinin sonunda anayol bir yay çizerek dostumuz Lal yeğeninin kuruluğu villa aues ilçesine gidiyor Doğru ufukta geniş bir Tüzer seraks Egemen durumda tepenin kenarından bir ırmak akıyor uzakta ufak bir İsviçre olan morva dağları Vadiyi çerçeveli bu sık ormanlar avu güves Ron Markis ve soes ktun ait bu şatoları bu parkları bu köyleri uzaktan ve yüksek bir yerden seyredince insan fantastik peyzajların gerçeğe uygun olduğu kanısına varıyor Eğer bu anlattığım ayrıntılar sana Fransa'da kurmak istediğin bütün o İspanya şatolarını andırı şaşkına dönmüş Bir parisin bunları sana anlatmasını hak etmedin demektir sonunda öyle bir kır buldum ki orada s haşır neşir olmuş Ne sanat doğayı ne de Doğa sanatı bozmuş sanat doğalmış gibi geliyor ve doğa sanat yapıtı yaratıyor okuduğumuz birkaç romanın etkisiyle sık sık hayallerimizde canlandırdığımız Baha ile karşılaştım işte taşkınlık fışkıran bereketli süslü bir bitki cümbüşü karmakarışık olmayan engebeler sıradanlıktan uzak dağınık gizli Vahşi bir şey tahta perdeyi Aş da yürüyelim meraklı gözüm güneş ışınlarının ancak doğarken ve batarken yandan girebildiği Ağaçlı Yolu boydan boya seyretmeye heveslenir arazinin yükseldiği bir noktada bir kiz görüşü engelledi Sonra ufak bir Koru yolu kesiyor bir dört yol ağzına varıyoruz Orta yerde hayranlıkla seyredilen sonsuz bir kalıntı gibi bir dikili taş yükseliyor ucunda dikenli bir toprak bulunan bu anıtın temelinden mevsime göre kırmızı ya da sarı çiçekler sarkıyor kuşku yok ki Ages bir kadın tarafından ya da bir Kın iin yaptırılmış bir erkeğin aklına gelmez böyle süsler buranın mimarına özel bir yönerge verilmiş olsa Gere nöbetçi gibi kondurmuş o koruyu geçtikten sonra arazinin nefis bir kıvrımın vardım dibinde köpüren dereyi bir Kemerli köprüden geçtim köprünün yosun tutmu taşları zamanın işiği mozaiklerin en güzeli derenin ters doğrultusunda hafif bir yokuş halinde yükseliyor uzaktan İlk göze çarpan tabloda şunlar var bir değirmenle Bendi su seti ağaçlar ördekler serili çamaşırlar saman Damlı evler ağlar canlı balık havuzu beni dikizleyen Değirmen uşağını sayım daha nerede bulunursanız bulunun yalnız olduğunuzu sandığınız zaman bile bir Pamuklu takke altından bir çift gözün sizden ayrılmadığını bilmeniz gerekir Bir işçi çapasını bırakır bağda çalışan bir köylü yerinden doğrulu verir keçi inek ya da koyun Günen bir küçük kız bir söğüde tırmanır ve hepsi de sizi gözlerler biraz gidince Kara ağaçlı yol akasyalı yola dönüşüyor bu yolun sonunda parmaklıklı bir eski zaman kapısı var Usta bir hattatın elinden çıkmış sarmal çizgiler gibi ince zarif çizgilerle süslü telkari bir kapı parmaklığın yanlarında uzanan engel hendeğin iki Tepesi Oklar mızraklarla kaplı bir kirpiği andırıyor geride Versa ile sarayın benzer İki kapıcı pavyonu bulunuyor tepesinde de dev çiçeklikler altın arabeskler Kızıla çalmış demirin pasına karışmış fakat Ağaçlı yolun kapısı diye anılan Bu kapı Bu haliyle daha da güzelleşmiş benziyor Belli ki oğlu yaptırmış bu kapıyı hendeklerden her birinin sonunda sıvasız duvarlar başlıyor taşlar kırmızım trak Topraktan Bir harçla tutturulmuş her türlü renk var şekilleri hiç birbirini tutmayan Çakmak taşının canlı sarısı tebeşirin beyazı değirmen taşının kızılımsı esmeri ilk bakışta Park lo ştur duvarları tırmanıcı bitkiler 50 yıldır Balta sesi duymamış ağaçlar arasında gitmiştir doğal bir olay sonucu yeniden bakirle Şen bir orman gibidir sarmaşıklar Bir ağaçtan öbürüne atlayarak gövdelerini sarmış dalların nemli kalabilmiş bütün çatal noktalarından parlak yeşil renkte ökse otları sarıyor ancak Paris'ten 50 fersah uzaklıkta arazinin üzerine titrk kadar pahalı olmadığı yerlerde gelişen bu dev sarmaşıkları yabani arabeskleri Burada da gördüm sanatı böyle anlarsak çok geniş araziye gerek vardır hiçbir şeye çeki düzen verilmemiş burada İnsan eli değmemiş tırmık işlememiş tekerlek izi su dolu içinde Kurbağalar rahatça yavrularını bırakıyor en güzel orman çiçekleri bitiyor buralarda süpürge otu sanki Ocak ayında Florin getirdiği gösterişli saksı kabı içinde şöminenin üzerlerini süslüyor gibi güzel bu güzem sarhoş ediyor insanı ne olduu belirsiz istekler uyandırıyor en basit yosunlardan bile hoşlanan ş bayıldığı orman kokuları en zehirlen çiçeksiz bitkiler ıslak Topraklar Söğütler ağaçlardan sızan reçine yabanıl kikler bir birikintinin durgun yeşil suları yuvarlak birer yıldız gibi duran sarı nilüferler güçlü bir döllenme ile topraktan fışkıran her şey koku organına doluş insana birer düşünce belki de ruhunu veriyor Ben bu sırada kavisli yolda dalgalanan pembe bir fistanı düşlüyorum kayınlı ve diğer titrek ağaçlardan oluşan son bir kümeyle akasyalı yol birdenbire bitiyor Bunlar Narin gövdeli zarif Edalı akıllı bir Familya serbest Aşk ürünü ağaçlar orada Azizim yüzü beyaz nilüferlerle geniş yaygın ya da ufak ince yapraklarla kaplı bir Gölcük gördüm üzerinde seyin nehrinde çalışan bir sandalcının şalı gibi Nazenin bir ceviz kabuğu gibi hafif beyaz siyah boyalı bir tekne çürüyor geride güzel kırmızı renk tuğlalardan yapılı 1560 tarihini taşıyan bir yükseliyor duvar köşelerinde ve küçük camlı pencerelerinde taş bağlamalar ve süslü motifler var taşlar Elmas şeklinde ama Venedik dojlar sarayının iniltiler köprüsünün cephesi gibi içe dönük biçimde yontulmuş bu şatonun tek düzgün bölümü ortadaki ana yapıdır aşağısı ince üst kısmı basık yuvarlak parmaklıklı çifte merdivenli Ulu bir peron kıvrılarak iniyor binadan bu bölümde Kurşundan çiçeklerle süslü kulekler galeriler ve Yunan stilinde küplerin bulunduğu pavyonlar var işte Azizim bunlarda bakışım arama Rastgele bir araya gelmiş bu yuvalar sanki İçine saman doldurulmuş cans var M gibi duruyor birkaç yeşil ağaç camların üzerinde binlerce esmer diken silili yosunları besliyor ve gözün irişti çatlakları genişletiyor bu ağaçlar arasında görkemli şemsiyesi ile Kızıl kabuklu İtalyan köknarı 200 yıllık bir sedir Salkım Söğütler bir Kuzey köknarı boyu Onunkini geçen bir Gürgen var başlıca kulenin önünde en acayip ağaççıklar yer almış yok olan bir Fransız bahçesini akla getiren budanmış bir porsuk ağacı manolyalar ortancalar Kısacası bahçıvanlık sanatının Gaziler Yurdu Burası zaman gelmiş moda olmuş zaman geçmiş unutulmuş Bu ağaç bütün kahramanlar gibi bir köşede buram buram tüten Özgün oymalı bir baca bu nefis görünümün bir Opera dekoru olmadığını gösterdi bana Madem ki mutfak vardı canlı yaratıklar da vardı demek Ve ben Saint clouda bulunduğum zaman kendimi Kutup bölgesinde sanan ben blond bu ateşli burgon görü böyle şey tasavvur edebiliyor musun Güneş en yakıcı ışınlarını serpiyor Dere kuşu gölcüğün kenarında dolaşıyor Ağustos böcekleri ötüyor cırcır böceğinin yaygarası ortalığı veleye veriyor bazı tanelerin kabukları çatırlı haşlar moram Ak üzerinde açık seçik beliriyor böceklerle çiçekleri sarhoş eden gözlerimizi yakan yüzümüzü esmerleştiren bu doğal punç neşeli alevleri yükseliyor taraça kızılım tırak toprakları üstünde üzümler inci gibi sarıyor dalında beyaz tellerden oluşan zar dantel fabrikalarını utandıracak incelikte boydan boya mavi çiçekleri Şafak rengi Latin çiçekleri kokulu bezelyeler parlıyor gerideki birkaç portakal ağaçları havada hoş kokuları yayıyor ve sonuna bak feronun üzerinde beyazlı bir kadın duruyor baş açık beyaz ipek astarlı Bir şemsiye tutmuş saçları üstünde ama kendisi ipekten daha beyaz yüzsüzce trabzanın aralarına sokulan Zambaklar Rusya'da doğmuş bir Fransız kadını bu geleceğinizi umuyordum artık dedi bana Ben daha yolun dönemindeyken görmüştü beni kadınların en safların bile miz ne kadar Usta olduklarına şaşmak gerekir hağ güs barışına kadar kahvaltının geciktirilmiş olduğunu belli ediyordu bana hanımefendi beni karamaya gelmekten çekinmiş İşte bu değil mi bizlerin hayali bütün şekilleriyle güzele Tutkun herkesin hayali değil mi bu İster luin saraki Meryem ananın izdivacı frese gören Meleklerle yaraşır güzellik olsun rubens'in termon Muhaberesi çarpışma sahnesi için bulduğu güzellik olsun ister 500 yıldır Sevilla ve Milano katedraller sergilenen güzellik olsun yahut Müslümanların gırnata 14 luis'in vers yarattıkları güzellik Alerin güzelliği güzelliği olsun güz velam şu malikanenin ne prenslere ne de para babalarına yakışır bir görünüşü vardır Bundan ötürüdür ki 2000 hektarlık ormanı 900 dönümlük Parkı değirmeni ortakçı Çiftliği kest uçsuz bucaksız bir çiftliği ve bağları var Bunlar tümü 72 sağlasa gerek işte Azizim budur aug dediğin yıldır beni bekliyorlardı burada ve şu anda ben sevilen dostlara ayrılan Acem odasında bulunuyorum parkın yukarısından kavuç yönünden bir düzüne kadar berrak kaynak fışkırır bunlar morvan gelir sıvı bir şerit halinde parkın görkemli bahçelerini süsler ve hepsi de gölcüğe dökülür az adı Bu sevimli akarsulardan geliyor buan sözcüğü kaldırılmış Çünkü eski belgelerde arazinin adı aes bibes olarak geçer ve aes mores karşıtıdır gölcüğün fazı k Salkım Söğütler bulunan geniş düz bir kanaldan geçerek Ağaçlı yolun ırmağına boşalır bu şekilde süslü kanalın pek güzel bir görünüşü vardır akan suların üzerinde Sandal gezintisine doyum olmaz insan kendini kocaman bir katedralin içinde sanır batan güneşin aralıklı gölgelerle kesilen turuncu tonları şon üzerine düşüp pencere camlarını tutuşturdu mu karşınızda Alev Alev vitraylar görür gibi olursunuz kanalın bitiminde bir köy görülür blang köyü Aşağı yukarı 60 hanesi rahibin oturduğu bir bina Bir de burjua evi var Kilisesi ahşap bir Çan kulesi olan köhne bir evden ibaret Bunun birlikte Bucak epeyi geniştir 200 hane sayılabilir blang bucağın merkezidir arazi ufak ufak bahçelere bölünmüştür Yollar meyve ağaçlarıyla gösterilmiştir Bahçeler tam köylü bahçesi ne ararsan var içinde çiçekler soğan lahana asma çardakları renk üzümü ve bol bol gübre köyün naif bir görünüşü var tam köy havası Egemen ressamların pek aradıkları hem basit hem süslü köy havası her biri nefis üsluplu dört kapusu olan bu parkta gezinirken mitolojinin arkadası bius gibi tatsız gelir insana arkadya Yunanistan'da değil burgonya arkadya aeste başka yerde aramamalı onu parkın alt kesiminde derecikler oluşan bir ırmak yılan Kavi akarak huzur ve serinlik veriyor buradaki Yalnızlık havası manastırları andırıyor adeta ve gerçekten de yapay bir adada adam akıllı yıkık dökük bir Manastır bulunmaktadır ii onu yaptıran Para babasının beğenisine yaraşır bir incelikte evet Azizim augin bir zamanlar sahibi bmi hani birinde 15 lisi ağırlamak için 2 milyon harcayan b var ya o bu güzel yeri çıkak için Kim bilir k atli biru bir zeka elverişli koşullar bir araya gelmiş 4 Henry'nin bir metresi şatoyu şimdiki yerinde baştan kurdurmuş Ormanla birleştirmiş aug 4 Henry'nin oğlunun gözdesi madmazel shoe verilmiş O da birkaç Çiftlik katmış malikaneye B Paris operasının bir uğruna özene bözene Paris'in ufak evleri biçiminde düzenl şatoyu zemin katını da 15 Luis üslubuyla restore ettirmiş yemek odasını hayranlıkla seyrederken şaşkına döndüm İtalyan beğenisine göre çizilmiş tavan fresklerde en çılgın arabeskler uçuşuyor yapraklarla son bulan yalancı mermerden Belirli aralıklarla meyve sepetleri tutuşturuyor sepetlerin üzerinde tavanın dal biçimi bezekleri oturuyor kadınlardan her birini öbüründen ayıran tahta aynalarda bilinmeyen bir sanatçının çizdiği nefis yağlı boya resimler sofra zenginliğini gösteriyor son balıkları yaban domuzu kelleleri haylar Yani dünyada yenecek ne varsa ve bütün bunlar akıl almaz bir benzerlikle erkeği kadını çocuğu andırıyor Çin'in en acayip tasvirlerine taş çıkartır uşaklar yerli yersiz içeri girip tatlı bir söyleşiyi ya da iç bir pozisyonlar ev sahibesi zaman çağırsın diye hanımefendinin ayağı altında bir çıngırak yayı yerleştirmişler kapıların üst pervazındaki süsler şehvet sahnelerini canlandırıyor bütün kapı pencere çerçeveleri mermer mozaikten Yemek Salonu alttan ısıtılıyor her pencere nefis bir manzaraya açılıyor ah [Müzik]
0 notes
Text
GÜZEL VE GÜNCEL BİR MASAL, BUYURUN.
👇👇👇👇👇👇👇
KENDİNİ ASLAN SANAN 6 KÖPEK!
🐶 🐶 🐶 🐶 🐶 🐶
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, masal gibi bir ülkede, sahibinin “kedi kılıklı” dediği “KENDİNİ ASLAN SANAN” evcil bir köpek varmııış.
Bu köpek; kendini aslan sanan, o cılız beyaz tüyleri olan, “kükreme” sandığı “çatlak borazan sesi” ile mahalledeki kedileri bile korkutamayan ama aç kalınca Aslan olmaktan hemen vazgeçen, aslını hatırlayıp köpekleşen, sahibinin kapısında kemik bekleyen, “kemik veren” kim olursa onun peşinden gitmekten de çekinmeyen bir köpekmiş… Mahalledeki diğer beş köpeği de etkilemiş bu şaşkın; onun da kendilerinin de Aslan olduğuna inanmışlar bunlar!
Ama onlar, Aslanın cesarette de adalette de cengâverlikte de tırnağı bile olamayacak, “sahiplerinin tasmalı çomarları” olan “köpeklermiş” sadece…
KÖPEKLER KENDİLERİNİN ASLAN OLDUKLARINA NASIL BU KADAR İNANMIŞLAR PEKİİ?
Her şey; Ormanlar Kralı Aslan’ın destanını, kahramanlıklarını ve başarılarını anlatan “ORMANLAR KRALI ASLAN’IN BÜYÜK DESTANI” adlı bir kitabı sokakta tesadüfen bulmaları ile başlamış…
Masal bu ya; okumayı bilen Köpek ve Arkadaşları, “Aslan’ın Kitabını” okumaya başlamışlar ve işte o zaman olanlar olmuş!
Aslan’ın büyük destanını ve ormanda çok sevilmesini fena halde kıskanmış, ondan “gözleri kör olurcasına” nefret etmiş ve aynaya bakınca da kendilerinin Aslan olduğuna, hatta O’ndan daha güçlü olduklarına inanmışlar...
Köpek, “kedi kılıklı” bir hayvan olmadığına ve rengiyle parlak tüyleri ile bir Aslan olduğuna kanaat getirmiş, hatta tüylerini sarıya boyamış ve Aslan gibi davranmaya başlamış!
Aslan’ın zalim bir Kral olduğuna, kendisinin daha iyi bir Kral olduğuna ve ormanı daha iyi yöneteceğine kendini de inandırmış, diğer beş köpeği de…
ZAVALLI KÖPEK, ASLANIN RESMİNE BAKIP BAKIP NEFRETLE HAVLARMIŞ!
Aslan pozlarıyla salın salına, orman sandığı parka gitmiş, kedileri vahşi hayvanlar yerine koyup kovalamış.
Lakin karnı acıkmış çöpleri karıştırmış ama bir şey bulamamış… Sonuçta sadece “sahiplerinin” elinden bir şey almaya alışık bir köpekmiş o; öyle ormana gidip, Aslanlar gibi mücadele etmeye alışık değilmiş ki… Onun maması, kemiği sahibin elindeymiş. O da kös kös eve gidip kemiğini yalamış…
KÖPEĞİN SAHİBİ DE ÇOK ZALİM VE KÖTÜ NİYETLİ BİR ADAMMIŞ!
Bu “kedi kılıklının” bir anda cesaretlenmesinden dolayı aklına bir fikir gelmiş!
“Bu iyice havaya girdi, o zaman planları uygulama zamanı! Ne zamandır yıldırmak, korkutmak, saldırtmak istediğim düşmanlarım vardı!” diyerek, köpeğini, kime düşmansa, onlara saldırtmış!
MAHALLEDE HERKESE RACON KESEN, İYİCE HAVA GİRMİŞ KÖPEK VE ÇETESİ, ORMANA GİDİP ASLAN’A SALDIRMAYI PLANLAMIŞLAR.
Onu yenip, diğer orman sakinlerini güya Aslan’a karşı gelmeye cesaretlendirerek, ormanı ele geçireceklermiş!
Gözlerini iyice kör etmiş “Aslan Nefreti” ve salakça hayâlcilikleriyle, ormana destursuz dalmışlar bir gece yarısı ve kükreme sandıkları “kıçık” sesleriyle ortalığı velveleye vermişler!
ORMANLAR KRALI ASLAN, BİRDEN ORTAYA ÇIKIP KÜKREYİVERMİŞ!
Köpekler korkularından altlarına etmişler, zavallı sesler çıkararak kaçmaya çalışmışlar amaaa…
“Aslanı parçalamaya çalışmak”, “ormana ele geçirmeye çalışmak”… İşte bütün bunların bir bedeli varmış.
Ve Aslan kükreyerek, keskin dişleri ve güçlü pençeleriyle yüksek bir kayanın üzerinden üzerlerine doğru atlamış!
SONRA NE Mİ OLMUŞ?
“KISSADAN HİSSEMİZ”DEN ÖĞRENELİM:
MAHALLENİN CESUR VE BİLGE KEDİSİ “GLİ”, MEĞERSE BÜTÜN BU OLANLARI, ONLARIN BÜTÜN MACERASINI, BİR KENARDAN SEYRETMEMİŞ Mİ?
Sonunda da onların bu aptallıklarına dayanamayıp, çıkmış, Aslan’ın yemeye bile tenezzül etmediği ama paçavraya çevirdiği o geri zekâlı köpeklerin karşısına ve haykırmış acı gerçeği zavallı suratlarına!
“SİZ KÖPEKSİNİZ, ASLAN DEĞİLSİNİZ!
BİR KÖPEK ASLA BİR ASLAN OLAMAZ!
BİR ASLAN DA ASLA KÖPEK OLMAZ, KÖPEKLİK YAPMAZ!”
“GLİ”NİN bu “acı ama gerçek” sözleri karşısında gıklarını bile çıkaramamışlar, kuyruklarını arka bacaklarının arasına kıstırıp, -beceriksizliklerinden dolayı sahipleri de kovduğu için- lağımdaki inlerine doğru defolup gitmişleeer!
…
Evet dostlar,
Bu “köpekler” sadece masalda yer alan yalancıktan köpekler değiller, gerçekten de varlar!
…
GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞMÜÜÜŞ…
BİRİ ASLAN OĞLU ASLANLARA,🍎
BİRİ MASALCIYA,🍎
BİRİ DE DİNLEYENLERE…🍎
(“Köpeklere” tabii ki bir şey yok!
9 notes
·
View notes