#leninizm
Explore tagged Tumblr posts
Text
#emek#emekoloji#mant��k#felsefe#bilim#düşünce#teori#kuram#pratik#praksis#tarih#toplum#feodalizm#kapitalizm#sosyalizm#komünizm#proletarya#proletaryalist#burjuvazi#devlet#temsiliyetizm#memuriyetizm#marksizm#leninizm#sscb#marx#lenin#teknoloji#teknik#bürokrasi
1 note
·
View note
Text
aşkım marksizm leninizm maoizm diyorum onlar ne ya ben sadece sensizim diyor kdkdkdksjj
6 notes
·
View notes
Text
Zapatizm’in Poetiği ve Estetiği: Marcos’un Vedası
Alessandro Zagato, Çeviri: Derya Yılmaz

"Granjas integrales zapatistas", Beatriz Aurora, 1997.
EZLN 1983’te yeraltında, 6 kişilik bir grup olarak kuruldu: Meksika’nın farklı yerlerinden Lacandon Ormanı’na giden, üçü melez üçü yerli, beş erkek ve bir kadından oluşuyordu. Önce, bölgedeki yerli halkı bir gerilla ordusunda örgütleme amacıyla askerî bir kamp kurdular, bu gerilla ordusu ilerleyen yıllarda düzenli orduyu yenerek Meksika’da devrim yapabilirdi. Başta 1960’larla 1970’lerin Latin Amerika devrimci hareketlerinin tipik ideolojisinin etkisinin altında olan grup, Marksist-Leninist bir sosyalizm inşası anlayışına bağlıydı.
İlk ağızdan aktarılanlara göre,[1] daha bu ilk aşamalarda ve yeraltında yaşamanın getirdiği zorluklara rağmen, EZLN’de çok güçlü bir sanatsal ifade eğilimi vardı. “Her Pazartesi günü kültürel etkinlikler düzenliyorduk: ‘kültür birimi’ dediğimiz bir grupla toplanıyor, şiirler, şarkılar okuyor, tiyatro oyunları canlandırıyorduk”. Askerî eğitim rutini çerçevesinde fiziksel antrenman yapılıyor, Kuzey Amerika ile Meksika ordularının strateji kitapları okunup tartışılıyordu; ama Cervantes, Juan Gelman, Shakespeare, Miguel Hernandez, Brecht gibi yazarların eserleri de hep birlikte okunuyordu. EZLN’nin resmî bildirilerinin kendine özgü üslubunda bunların büyük etkisi görülecekti.
Ancak, Zapatizm’in politik/estetik benzersizliğini belirleyen tek etken, küçük bir grup devrimcinin eğilimleri değildi; Chiapas’ın o bölgesinde yaşayan Maya yerlilerinin kozmolojisiyle ve kadim formlarıyla yaşadıkları karşılaşmaydı. Bu karşılaşma, kelimenin gerçek anlamıyla bir olay, “süblim bir hadise”ydi,[2] başlangıçtaki planı altüst edip beklenmedik olanakların önünü açan, böylece yeni bir öznelliğin biçimlenmesini sağlayan güçlü bir sarsıntıydı. “O aşamada,” diye anlatıyor Marcos, “EZLN, oraya gittiğimizde tasavvur ettiğimiz şey olmaktan çıktı. Yerli topluluklar bizi yenmişti, ve bu yenilginin sonucunda EZLN katlanarak büyümeye, bambaşka bir şeye dönüşmeye başladı”. Başka bir metinde[3] Marcos daha da kesin ifadeler kullanıyordu: “Gerçek anlamda bir yeniden eğitim, yeniden biçimlenme sürecinin sancısını çektik. Yerliler bizi adeta silahsız bırakmıştı. Sanki bizi oluşturan, parçamız olan, sahip olduğumuzun farkında bile olmadığımız her şeyi –Marksizm, Leninizm, sosyalizm, kent kültürü, şiir, edebiyat– sökmüşlerdi. Bizi önce silahsız bırakmış, sonra yeniden, ama bambaşka bir tarzda, silahlandırmışlardı.”
Gerillalar, yerli topluluklarla politik bir diyalog kurabilmek için öznel yatkınlıklarını büyük ölçüde yeniden oluşturmak zorunda kaldılar. Değişimin aktörü olarak tanımlanan belli bir grup insanda “bilinç” yaratıp politik değişim yolunun gösterildiği endoktrinasyon ve üye devşirme gibi alışıldık stratejileri bir yana bırakmaları gerekti. EZLN’nin yerli topluluklarla karşılaşması, bu stratejilerin tam tersiydi; iki tarafı da karşılıklılık ve alışveriş yolları keşfetmeye sevk eden sürtüşmelerle biçimlenmişti. “Politik tasavvurumuzun, yerli topluluklarınkiyle çatıştığını ve bu doğrultuda değiştiğini seziyorduk. Bu durum, EZLN’nin, bir gerilla birimi olarak son derece yoğun olan kültürel hayatı üzerinde de etkili oldu.”[4]
Bu karşılıklı dönüşüm sürecinin, hem dilin kullanımı hem de tercüme eylemi üzerinde bazı etkileri olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Yerli dilleri, çok canlı bir sözlü geleneğe dayanır ve gerçekliği son derece şiirsel unsurlarla betimler. Bu, yerlilerin İspanyolca’yı temellük etme biçimlerine de yansımıştır: Bu dil, kinayeli imgeler ve metaforlarla doludur. Yerli kozmolojilerini tercüme etmek söz konusu olduğunda, kelimeler yetersiz kalır. Örneğin, 1910’da Meksika Devrimi’nin kıvılcımını çakan ve EZLN’nin de sahiplendiği “Toprak ve Özgürlük” çağrısının, Nahuatl dilinde çok daha geniş bir manası vardır: Toprak (tlali) kavramı aynı zamanda doğa, yeryüzü ve komünal yaşam fikirlerini de içerir. ¡Tierra y Libertad! sloganının, toprağı bir üretim aracından ibaret görmeyen Meksika yerli halkları arasında bu kadar büyük yankı uyandırmasının nedeni de budur.
Bu dil aynı zamanda, İspanyol sömürgeciliğine direnişi de bünyesine katan son derecede zengin bir görsel dili içerir. Örneğin, “İspanyol conquistador’lar, isyancıları hemen seçebilmek için Chiapas ve Guatemala halklarını köylerinin işareti olan ayırt edici giysiler giymeye zorladıklarında, yerli kadınlar buna direnmek için olağanüstü güzellikte huipil’ler işlemişlerdir”.[5]
Zapatist görsel dili, Maya geleneğine ait unsurlarla ve bu geleneğin devrimci projeyle karşılaşmasından doğan sembollerle doludur. Örneğin kar maskesi, hızla bir kimlik ve birlik sembolü haline gelmiştir. Maske, hem kadim direnişi hem de ölümün varlığını canlandırır: Zapatistlerin sık sık tekrarladıkları gibi, “yaşamak için ölmemiz gerektiği” gerçeğini ifade eder. Maske aynı zamanda, Jacques Rancière’in “duyulurun paylaşımı” dediği şeyin altüst edilmesini de içerir: belirli bir toplumsal-tarihsel durumda algının, düşüncenin ve eylemin koşullarını belirleyen rejim. Zapatistler, adlandırılmak ve tanınmak için yüzlerini kapatır, gizlenmek içinse maskelerini çıkarırlar.
Maya kozmolojisiyle yaşanan karşılaşma, müralizm gibi daha geleneksel sanatsal ifade biçimlerinde, anonim Zapatist köylü sanatçılarının resimlerinde, Beatriz Aurora’nın eserlerinde de görülür. Beatriz Aurora, 1990’ların ortalarından beri Zapatistlerle çok yakın ilişki içinde olan bir sanatçı. Resimleri, Zapatizm’in görsel estetiğini keşfetme çabaları olarak görülebilir. Bunlar aynı zamanda dışardaki insanları Zapatistlerin politikası, talepleri ve tarihleriyle buluşturan birer geçit işlevi görüyor.
Geçen yıl Aurora’yla yaptığım bir söyleşide, eserlerindeki hangi unsurların Zapatistlerin hayal ettiği “başka dünya”yla ilişkili olduğunu sordum. Cevabı şöyleydi: “Bütün motifler. Mesela, kullandığım renkler her an her yerde mevcut – en başta da kadim formlara dayanarak kendi tasarladıkları kıyafetlerde. Zapatist toplulukları, muazzam çeşitlilikte canlı unsurun birlikte var olduğu mekânlar: her yaştan Zapatist, yeni hasat edilmiş mısırlar, gitar çalan gençler, güneşte kuruyan kakao ve kahve. Her şey, gür bir bitki örtüsünün içine gömülmüş. Her türden evcil hayvan etrafta geziniyor. Bütün bu unsurlar, bir yaşam-orkestrası gibi, armonik bir hareket ve seda yaratıyor.”[6]
Başka bir yerde de vurguladığım gibi,[7] Beatriz Aurora’nın resimlerinin birçoğunun baskın özelliği, perpektifin yokluğu (veya tam gelişmemiş halde bulunması). Bu özellik, ressamın, kompozisyondaki her öğeye eşit konum kazandırma amacını yansıtıyor. Aurora’nın kendine özgü renk kullanımı ve temel formlardan yararlanması, eserlerine naif bir hava vererek, çocukluğa dönme çağrısını, dünya karşısında ve barındırdığı imkânlar karşısında duyulan büyülenmeyi yansıtıyor.
“Yaşam orkestrası” deyişi Zapatistlerin politik süreçlerini çok iyi tarif ediyor, çünkü şirketlerin sömürü ve yıkımlarının yol açtığı ölümün karşısına yaşamı çıkarıyor ve sıradan insanların gündelik hayatıyla organik bir bağı var. Güney Afrikalı bir gecekondu hareketi üyesinin ifadeleriyle, “bu, insanlara yakın ve onlar için gerçek olanın politikası”,[8] ideolojiye karşı olmasa da, önceden var olan bir teoriden yola çıkmıyor, veya işe ayrı bir alandan başlamıyor, somut bir duruma içkin bir bakış açısıyla insanların ne dediğinden ve ne yaptığından hareket ediyor.
Bu yaklaşım, yenilikçi eşitlik ve toplumsal adalet anlayışlarıyla deney yapan benzersiz bir politika türünün gelişmesini sağladı; son derece yerelleşmiş bir ölçekte olmakla birlikte, 20. yüzyıldaki girişimlerin başarısızlıklarını aşan bir politika bu. 1990’ların ortalarından beri bu deneyler, hareketin başta önüne koyduğu zafer ve devlet iktidarını ele geçirme hedeflerinin yerini alarak, Zapatist toplumunu biçimlendiren eşitlikçi formlarda belirginleşti: bağımsız Juntas de Buen Gobierno (iyi hükümet kurulları), sağlık hizmeti sistemi (özerk olarak yönetilen klinik ve hastaneler), eğitim sistemi ve kolektif biçimde örgütlenmiş üretim sistemi.

Subcomandante Marcos, La Realidad’da, 2014
22-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında, Zapatist hareketin beş politik merkezinden biri olan La Realidad’da, Galeano adıyla bilinen Zapatist eylemci José Luis Solís López’in anma törenlerine katıldım. Galeano, geniş çaplı bir kontrgerilla stratejisinin parçası olarak, federal hükümetin üyeleri tarafından yönetilip finanse edilen CIOAC-H adlı paramiliter örgüt tarafından birkaç hafta önce öldürülmüştü. Burada bu olayın ayrıntılarına girmeyeceğim; anma törenleri sırasında, Subcomandante Marcos’un kamu önüne son kez çıktığı konuşmasına odaklanacağım. Bu önemli figürün veda sözlerini sarf ettiği bu bildiri, her zamanki gibi son derece derin, şiirsel, dolayısıyla farklı okumalara açıktı.
Malum, Marcos son yirmi yıldır EZLN’nin en çok göz önünde olan sözcüsüydü, öyle ki uluslararası çapta bir ikon haline gelmişti. Ayaklanmanın ilk günlerinde, EZLN’nin sözcülüğünü üstlendiği zamandan beri tanıyoruz onu, ve yıllar içinde bu sözcülük rolünü yorumlama biçiminde ciddi bir değişim olduğunu biliyoruz. Ayrıca kendisinin, ilk aşamalardan itibaren EZLN’nin askerî liderlerinden biri olduğunu da biliyoruz.
Marcos karakterinin biraz abartılı ve teatral olduğu, kamu önündeki görüntüsünün de bir hayli performatif olduğu hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Örneğin Žižek,[9] Marcos’u “Subcomediante” diye adlandırarak, devrimci yaklaşımla bağdaştıramadığı bu tavrı eleştiriyordu. Fakat EZLN’nin birden, bir anma töreni sırasında, bu figürden kurtulmaya karar vermesi, büyük şaşkınlık yarattı. Her şeyden önce bu, “alışıldık” iktidar ve devrim mantığına aykırıydı. Devlet, bozguncu bir örgütü dağıtmak istediğinde, ilk hamlesi liderinden kurtulmak olmuyor muydu? Neden Zapatistler, kendilerine dünya çapında ün kazandıran, bu kadar ilgi çekmiş sembollerden birini ortadan kaldırma gereği duymuştu?
EZLN aylardır Marcos’un ağır hasta olduğu söylentilerini yayıyordu. Ana-akım medya, hastalığının niteliğini bile tartışmaya başlamıştı. Hatta bazıları, aslında EZLN’nin lider kadroları arasında anlaşmazlıklar olduğunu ima ediyordu. Marcos 24 Mayıs günü, La Realidad’da, Galeano anısına düzenlenen geçit töreninde bir atlı asker birliğine öncülük etti. Ama geceleyin, “bunlar, varlığım son bulmadan önce kamu önünde sarf ettiğim son sözler olacak” dediği bildirisini okumaya başladığında, seyirciler arasına endişeli bir sessizlik yayıldı.[10]
Marcos konuşmasına, EZLN’nin son yirmi yıldır geçirdiği değişim sürecindeki farklı boyutları ele alarak devam etti; ona göre bu değişimleri anlayabilenlerin sayısı çok azdı. Değişimin unsurlarından biri sınıftı: “aydınlanmış orta sınıftan, yerli köylüye geçiş”; bir diğeri ırktı: “melez liderliğinden, yerli liderliğine geçiş”. Ama değişimin bir unsuru da, düşünceydi: “devrimci öncülük anlayışından, itaat ederek yönetme anlayışına; yukardan iktidarı ele geçirme hedefinden, aşağıdan iktidar yaratma hedefine; uzmanlaşmış politikadan, gündelik politikaya; liderlerden halka; toplumsal cinsiyete dayalı marjinalleşmeden, kadınların katılımına; ötekini küçümsemeden, farklılığın kutsanmasına” geçilmişti.[11]
Bu analizin sonunda Marcos şunu soruyordu: Meksika’da entelektüeller, politikacılar ve eylemciler de dahil olmak üzere birçok insan, tarihi halkın yaptığını kabul etmekle birlikte, “uzmanların” bulunmadığı bir halk yönetimi karşısında neden bu kadar korkuya kapılıyordu? “Halk yönettiğinde, insanlar kendi atacakları adımlara kendileri karar verdiklerinde, [neden bu insanlar] bu kadar dehşete düşüyorlar”dı?[12]
Marcos, bu sorulara cevap bulmak için, 1 Ocak 1994’te EZLN’nin Chiapas’ın kentlerine indiği ve adımlarıyla dünyayı yerinden oynattığı isyana döndü. İlerleyen günlerde isyancılar ortada bir tuhaflık olduğunu fark etmeye başlamışlardı: “dışardaki insanlar bizi görmüyordu”.[13] Zapatistler, sivil toplumun, isyanlarının gerçek niteliğini anlayamadıklarını sezmişlerdi. “Yerlilere hep tepeden bakmaya alıştıklarından, bize bakmak için başlarını yukarı kaldırmadılar. Bizi hep aşağılanmış halde görmeye alıştıklarından, onurlu isyanımızı anlayamadılar. Bakışları sadece, kar maskesi giymiş vaziyette gördükleri, yani göremedikleri, bir meleze [Marcos’a] odaklandı.”[14]
Bu, Marcos’un açıkladığına göre, hareketin tarihi içinde “Marcos figürünün inşasının” başlangıcıydı. Bu inşanın gerekçeleri ortadaydı: ırkçılık, 500 yıllık sömürü ve aşağılanma, ayrıca politik öncülük anlayışı, insanları birkaç bin yerlinin nelere kadir olabileceğini görmekten alıkoymuştu. Bu insanlara, solun bazı kesimleri de dahildi, çünkü “sol, en çok da devrimci olma iddiasındaki sol da ırkçılıktan nasibini almıştır.”[15]
Hareket, bu görünürlük sorununa çare olarak, yerli isyanı ile toplum arasında –yani, birbiriyle bağdaşmayan iki kozmoloji arasında– sembolik bir dolayım aracı işlevi görecek estetik bir yaratıma başvurdu.
Marcos karakterini illa tanımlamam gerekiyorsa, hiç tereddütsüz, onun renkli bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Daha iyi anlayasınız diye şöyle de diyebilirim: Marcos, Bağımsız-Olmayan-Medya’ydı.[16]
Bu ifadeler çok önemli, çünkü “Marcos’un inşası”ndaki estetik-politik anlama dair bir (öz)eleştiri içeriyor. Marcos, bir mecra olarak imajının bağımsız olmadığını söylemekle, bu imajın iktidar alanına ait olduğu, o alana sızmak için kurgulanmış olduğu gerçeğine göndermede bulunmuştu.
Guy Debord’un izinden giderek, Marcos imajının “gösteri nitelikli” olduğunu, çünkü imajların yapısal bir ayırma, dolayımlama ve etkisizleştirme işlevi gördüğü soyut bir üretim ve toplumsal ilişki rejiminin parçası olduğunu iddia edebiliriz. Debord Gösteri Toplumu kitabında imajların toplumsal ilişkileri düzenleme biçimi sonucunda bireylerin üretim, ihtiyaç, duygulanım, arzu vb. gibi alanlarda kendi varlık koşullarının gerçekliğinden koparıldığını öne sürer. İmajlar insanları, bir soyutlaşma sürecine iter; bu süreçler, Tiqqun’un “kamusallık” diye nitelediği gayri şahsi bir ortak duyu içerisinde gerçekleşir. Kamusallık yoluyla “liberal devlet, nüfusun temelindeki geçirimsizliğe şeffaflık verir” ve böylece onu daha etkili biçimde yönetir.[17]
Dediğim gibi, Marcos figürü, Zapatist isyanı ile toplum arasında köprü kurmak üzere kamusallık alanına yansıtılmıştı. Zapatistlerin politik süreçlerini, daha alışıldık ve kolaylıkla algılanan bir devrimci imgeleme uygun düşen bir estetik çerçeveye yerleştirme ihtiyacının sonucuydu: ırksal ve sınıfsal hiyerarşileri yeniden ürettiği için de (beyaz, eğitimli bir lider), cazip bulunan bir çerçeveydi bu. Fakat bu imaj, hareketin gerçeğinden koparılmış bir soyutlamanın ürünüydü. Marcos’un inşası, isyana bir ölçüde ihanet ediyordu, çünkü onun hem niteliği hem de kompozisyonu konusunda yalan söylüyordu. Yıllar geçtikçe Marcos figürü, kamusallık alanında neredeyse kendi başına bir varlık kazandı, medya tarafından temellük edildi ve gösteri niteliğine büründürüldü, bunun sonucunda da kısmen depolitize oldu.
1851 tarihli bir metinde Fransız bir işçi, büyük sanatçıların (ve sosyalist propagandanın) işçi figürünü temsil ettikleri kalıplaşmış tasvirleri eleştirir: “Döküm işçilerinin sert duruşu, hayranlık verici bazı çalışmalara konu olmuştur. Flaman ve Hollanda okulları, bu duruşun bir Rembrandt veya bir Van Ostade’nin elinde nasıl iyi sonuçlar yaratabileceğini gösterdi. Ama bizler, bu hayranlık verici eserlere model olan işçilerin, çok genç bir yaşta görme yetilerini kaybettikleri gerçeğini aklımızdan çıkaramıyoruz, ve bu gerçek, o büyük ustaların eserlerine bakmaktan aldığımız zevkin kaçmasına sebep oluyor”.[18] Yani, döküm işçisinin estetik soyutlaması, fabrika koşullarındaki sefaletin üzerini örter. Öte yandan, Rancière şöyle der: “Ressamların, işçilerin yüzlerinde tasvir ettiği heybetli, erkeksi şiirsellik, işçilerin sefaletini örten bir maske değildir basitçe. Bir hayalden vazgeçmenin karşılığında ödenen bedeldir: imajlar dünyasında başka bir yere sahip olma hayalidir bu”.[19] Propaganda veya “kamusallık” adına üretilen imaj, temsil edilen özne (işçi, veya devrimci yerli köylü) üzerinde gizemleştirici ve baskıcı bir etki yaratır, çünkü onu belli bir duruma, veya imajlar dünyasında belirli bir yere tayin ederek, özgür olmasını engeller. “İşçiyi ona ayrılmış yerde tutmak için”, der Rancière, “gerçek hayattaki hiyerarşinin, imgelemsel bir hiyerarşideki kopyasının da olması gerekir […]”.[20]
Bu işçi temsilleri gibi, “Devrimci Marcos” figürü de Zapatist hareketin gerçekliğini (ırk, sınıf ve yapı bakımından) gizemleştirir, ama aynı zamanda Zapatist isyancılara imajlar dünyasında belirli bir yer tayin eder. Marcos’un vedası, bu dinamiği altüst etme hamlesi olarak görülebilir. Uruguaylı sosyolog Raùl Zibechi, bu etkileyici hamleyle birlikte “Zapatistlerin çıtayı muazzam yükseltiğini, bugüne dek hiçbir politik gücün erişemediği bir yere çıktıklarını” öne sürüyor.[21] Gerçekten de Zapatizm’in politik meydan okuması, Marcos’un estetik olarak temsil ettiği askerî liderlik düzeyinde değil, özerkliğin inşasında hayata geçiyor: iktidarın tabandan yaratılmasında, herkes için ve herkesle bağı olan gündelik politikada.
Kaynak: Alessandro Zagato’nun Poetics and Aesthetics in Zapatismo: The Farewell of Subcomandante Marcos başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.
[1] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[2] Deleuze, Difference and Repetition (New York: Columbia University Press, 1994).
[3] Yvon Le Bot, El sueño zapatista. Entrevistas con el Subcomandante Marcos, el mayor Moisés y el comandante Tacho, del Ejercito Zapatista de Liberación Nacional (México: Plaza & Janés, 1997) s. 123.
[4] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[5] Kadın giysileri. Jeff Conant, A Poetics of Resistance: The Revolutionary Public Relations of the Zapatista Insurgency, 2010.
[6] GIAP, “Entrevista a Beatriz Aurora”, Rufiàn Revista, 17, 2014 s. 67.
[7] Natalia Arcos ve Alessandro Zagato, “Diálogo n°1: Notas sobre estética y política en el movimiento zapatista” Rufiàn Revista, 17, s. 21
[8] S’bu Zikide, “The high cost of the right to the city”. Abahlali Official Website, 25 Mayıs 2009 http://www.abahlali.org/taxonomy/term/1093
[9] Slavoj Žižek, “Resistance Is Surrender”, London Review of Books, 29, 22: 7. Resistance is Surrender
[10] EZLN, “Entre la Luz y La Sombra”, Enlace Zapatista, 25 Mayıs 2014 http://enlacezapatista.ezln.org.mx/2014/05/25/entre-la-luz-y-la-sombra/ İngilizce çevirisi için bkz. Between Light and Shadow
[11] A.g.e.
[12] A.g.e.
[13] A.g.e.
[14] A.g.e.
[15] A.g.e.
[16] A.g.e.
[17] Tiqqun, Introduction to Civil War (Los Angeles: Semiotexte, 2010).
[18] Jacques Rancière, The Nights of Labour: The Workers’ Dream in Nineteenth Century France (Philadelphia: Temple University Press, 1989) s. 5 .
[19] A.g.e.
[20] A.g.e.
[21] Raùl Zibechi, “The Death Of SupMarcos. A Blow to Revolutionary Pride”, Dorset Chiapas Solidarity, 20 Haziran 2014 https://dorsetchiapassolidarity.wordpress.com/2014/06/20/the-death-of-supmarcos-a-blow-to-revolutionary-pride/
5 notes
·
View notes
Text
başta türkiye komünistleri olmak üzere tüm dünya komünistleri yoldaş mao zedong'un şahsında marksizme leninizme yönelen modern revizyonist troçkist kırması menşevik alaşımlı yeni oportünist cepheyi de yerle bir edecektir yaşasın marks engels lenin stalin ve mao yoldaşların ışıklı yolu
0 notes
Video
youtube
Co łączyło leninizm i faszyzm? Marksistowska przeszłość Mussoliniego i l...
0 notes
Text
Abdullah Öcalan Kaç Yaşında, Nereli? Biyografisi? İmralı Cezaevi Nerede? Nasıl Gidilir!
https://pusulaforum.com/konu/abdullah-oecalan-kac-yasinda-nereli-biyografisi.721/
https://pusulablog.com/abdullah-ocalan-kac-yasinda-nereli-hayati-ve-imrali-cezaevi-nerede/

Öcalan'ın düşünceleri, Marksizm-Leninizm temelli olup, zaman içinde demokratik konfederalizm gibi yeni ideolojik yaklaşımları benimsemesine yol açtı. Özellikle hapiste geçirdiği yıllarda yazdığı kitaplar ve bildirilerle bu düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı.
#Öcalankaçyaşında #Öcalanınyaşı #Öcalannereli #imralıCezaevinerede
0 notes
Text
📗1972 - Kızıldere Olayı: Mahir Çayan ile dokuz arkadaşı, Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde saklandıkları evde öldürüldü. Üç İngiliz de aynı evde ölü bulundu. Olaydan sadece Ertuğrul Kürkçü sağ olarak kurtuldu.📌
1972 - Ahmet Atasoy, Marksist-Leninist devrimci önder ve THKP-C Devrimci (d. 1946)
1972 - Cihan Alptekin, Türk devrimci ve THKO kurucularından (d. 1947)
1972 - Ertan Saruhan, Türk öğretmen ve THKP-C'li eylemci (d. 1942)
1972 - Mahir Çayan, Türk devrimci ve THKP-C önderlerinden (d. 1946)
✊🏻 KAHROLSUN AMERİKAN EMPERYALİZMİ KAHROLSUN FAŞİZM, YAŞASIN İŞÇİLER KÖYLÜLER ✊🏻✊🏻✊🏻

#30 mart#mahir Çayan#cihan alptekin#marksist#leninizm#ahmet atasoy#ertan Saruhan#turan emeksiz#taylan özgür#Veli Yılmaz#thko#tkpc#tek yol devrim#kahrolsun bonapartizm#kahrolsun emperyalist#kahrolsun faşizm
2 notes
·
View notes
Photo

This painting from 1980s called "All flowers to Lenin" 😂 @etsy #custompropaganda #leninizm #etsyshops #vintageshop #vintagepostcard (at Illinois Railway Museum) https://www.instagram.com/p/B9Ad6xin5h8/?igshid=1m7e1q1wic67r
1 note
·
View note
Text
"Kapitalizme Geri Dönüş Mümkün Mü?" Tartışması Üzerine Emekolojik Notlar

Bir dünya sistemi olarak dünyanın her yerinde sosyalizme geçilmediği müddetçe sosyalizm mümkün değildir tezi saçma olduğu kadar, tarihsel ve toplumsal emek yasalarına da aykırı bir önermedir. Basit bir soruyla başlayalım; feodalizmden kapitalizme geçişte kapitalizm bir anda dünya sistemine dönüşerek ve her yerde kapitalizm egemen bir sistem haline gelerek mi kapitalizm olmuştur? Her şeyden önce kapitalizm derken emek türünden bağımsız olarak bir kapitalizm ve toplum biçimi tarif edemeyeceğimize göre; sanayi emeği ve sanayi emek türü olmadan da bir kapitalizmden ve kapitalist toplum biçiminden de bahsedemeyiz!
Sanayi emeği en başta tarım emeği içinde nicel ve çekinik bir konumlanış içindeydi. Başka bir deyişle, feodalizm içindeki sanayi emeğinin D1 (nicel sanayi emeğinin değişim biçimi), D2 (nicel sanayi emeğinin gelişim biçimi), D3 (nicel sanayi emeğinin dönüşüm biçimi) türleri var olmasaydı; her biri birer sanayi emek aracı olan Hint çırçırı, dıştan patlamalı motorlar, içten patlamalı motorlar sırasıyla ortaya çıkmış olmasaydı; feodalizmden kapitalizme doğru bir kopuş süreci de asla gerçekleşemezdi. Diğer bir deyişle, şayet tarihsel ve toplumsal bir sistem olarak minimal-kapitalizm var olmasaydı; bugün içinde yaşadığımız glokal-kapitalizm de var olamazdı.
Kapitalizm en başlarda bir dünya sistemi değildi. Aksine kapitalizm en başlarda feodalizm içinde küçücük bir adacık konumundaydı. Nasıl ki sanayi pazarları zamanla tarım pazarlarını kendi içinde eriterek ulusal sanayi pazarlarını yarattı ise, zaman içinde sanayi-kar yaratan sanayi ürünleri de tarım-kar yaratan tarım ürünlerine kıyasla daha yüksek kar oranları yaratmaya başladı. Dolayısıyla; kapitalizm minimal-kapitalist iktidarlaşma sürecinde feodalizm içinde kısmen nicel bir konumdayken, kapitalizm glokal-kapitalist iktidarlaşma süreci ile birlikte nitel konumunu daha da güçlendirerek ulusal-emperyalizmler biçiminden ulus-üstü bölgesel emperyalizmler biçimindeki yeni bir evreye girdi.
Bugün dahi kapitalizmin tam manasıyla global bir sistem olduğu da söylenemez. Zira global bir sistem glokal bir dünya devletini ve glokal bir dünya pazarını zorunlu kıldığı için, kapitalizmin ulusal ve uluslararası sınırlardan bağımsız olarak hareket eden bir sisteme dönüştüğü de iddia edilemez. Kısacası; ortada global bir dünya devleti ve global bir dünya pazarı olmaması nedeniyle; günümüz kapitalizmi için asıl belirleyici olan glokalizm içindeki globalizm (nitelin içindeki nicel) olgusudur. Diğer bir deyişle, tek tek ulusal emperyalist tekellerin ulusal ve uluslararası hareketi tarafından değil, ulus-üstü tekellerin bölgesel ve uluslararası hareketi tarafından belirlenen glokal-emperyalizm çağında; glokalizmden bağımsız bir globalizm tanımının yapılabilmesi de mümkün değildir.
Sosyalizm sorununa dönecek olursak; adı üzerinde minimal-sosyalizm minimal ölçekteki bir sosyalizmdir. Glokal-sosyalizm ise glokal ölçekte bir sosyalizmdir. Global-sosyalizm ise global bir dünya sistemine dönüşmüş olan sosyalizmdir. Dolayısıyla; yıllardır proletaryalist akımlar arasında süre giden "Tek ülkede sosyalizm mi? Dünya Devrimi mi?" tartışması ekseriyetle oksimoron bir tartışmadır. Bu tartışma esasında meleklerin cinsiyetini tartışmak kadar da saçma bir tartışmadır! Zira bir ülkede devrim olabilir ve devrimin gerçekleştiği bu ülkedeki sosyalizm uygulamaları ne kadar zayıf sosyalizm uygulamaları olsa da, temelde bütün bu uygulamalarda minimal sosyalizm uygulamalarıdır. Bu minimal sosyalizm uygulamaları sosyalizm uygulamaları değildir demek (emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiğine dayanan) tarihsel ve toplum değişim, gelişim ve dönüşüm yasalarını bilmemek manasına gelmektedir.
Bir dizi yerel, yeresel ve bölgesel mücadeleler sonucunda bu minimal sosyalizm zaman içerisinde glokal bir sosyalizme de dönüşebilir. Ya da devrimler hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemediği için devrim iç ya da dış etkenlerden ve tehditlerden dolayı yenilgiye uğrayabilir ve sosyalist iktidarlar ortadan kalkabilir. Bu durumda biz bu yenilgiye sosyalizmin yenilgisi mi diyeceğiz? Böyle saçma kanıt mı olur? Ya da biz bu sisteme glokal sosyalist olmayan bir sistem mi diyeceğiz? Bu bas baya sosyalizmdir ama biri minimal ölçekte bir sosyalizm iken, diğeri ise glokal ölçekte bir sosyalizmdir. Her iki durumda da devrimler başarılı olabileceği gibi pek çok nedenden dolayı devrimler yenilgiye de başarısızlığa da uğrayabilir. Öte yandan, dünya ölçeğinde bir sisteme dönüşmüş sosyalizm ise adı üzerinde global-sosyalizmdir. Bu evrede teknik/elektronik emek türü ve pazarları sanayi/elektriksel emek türünü ve pazarlarını kendi içinde soğutarak ve sönümlendirerek protekyanın bayrağı altında dünya ölçeğinde birleşik ve denetimli bir sosyalist ekonomik yapı inşa edebilecek bir noktaya da ulaşmış demektir.
Bir tarihsel/toplumsal sistemden başka bir tarihsel/toplumsal sisteme geçişte; o sistemin genel emek biçimi (GEB) ile eski emek biçimi (EEB) arasındaki iş bölümü ilişkileri, genel emek biçimi (GEB) ile yeni emek biçimi (YEB) arasındaki iş bölümü ilişkileri, o tarihsel/toplumsal sistemin alt evresi ile üst evresi, o sistemin minimal, glokal ve global koordinatları vs. yok sayılarak yapılan sallama sosyalizm tanımları hiçbir zaman bilimsel sosyalist/komünist tanımlar olamaz. Emekolojik yol ve yöntem bu konuda diğer proletaryalist akımlardan kesin çizgilerle ayrışmaktadır.
Şu da var ki; Sovyetler Birliği'nin ilişkin olarak bu ülkenin hiçbir şekilde sosyalist olmadığına dair ortaya atılmış olan iddialar da esasında tutarsız iddialardır. Zira Sovyetler Birliği tüm yanlışlarına rağmen sosyalist bir ülke idi. Lakin bu sosyalizm gerçekte proletaryan bir sosyalizm idi. Başka bir deyişle, Sovyet sosyalizmi kapitalizmin gelip gelebileceği en ileri sosyal-kapitalizm formu idi. Dolayısıyla; Sovyet minimal sosyalizmi işsizlik ve yoksulluk gibi sorunların çözülmesi, herkese kar amacı gütmeyen sağlık, eğitim ve kültür hizmetleri, bilime ve akla dayalı ilerleme vs. gibi pek çok sosyal ve ekonomik atılımı gerçekleştirmişse de, hatta Batı kapitalizmi Sovyet modelini dahi taklit etmek zorunda kalmışsa da, Sovyet sosyalizmi temsiliyetizme ve memuriyetizme yenilmekten de kurtulamamıştır. Keza Sovyet sosyalizmi üç bacaklı kapitalist temsiliyetist ve memuriyetist devlet ve toplum modelini aşamadığı için proletaryan temsiliyetizm ve memuriyetizmin yolu da kapitalizmin yolu olmaktan öteye de geçememiştir.
Kaldı ki; proletaryanizmin en başından beri kapitalizmi var eden ve onun gerçek varlık zeminini oluşturan temsiliyetizmi ve memuriyetizmi aşabilecek bir perspektifi de yoktu; hiç olmadı. Koskoca devrimci iktidarların burjuvaziye tek kurşun dahi atmadan yıkılabileceği ne yazık ki proletaryalistlerin bile aklının ucundan geçmedi! Sovyetler Birliği'nde ve diğer temsiliyetist/memuriyetist proletaryanizm deneyimlerinde yenilen sosyalizm ve komünizm ideali değil, proletaryalist-devrimci taktikler ve stratejiler olmuştur. Ne yazık ki proletaryalist akımlar bu gerçeği saklamanın kendilerince teorik bir yolunu/kılıfını bulmuşlar! Bu yüzdendir ki; proletaryalist akımlar arasında "kapitalizme geri dönüş mümkün mü?" tartışması dönem dönem temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp servis edilmektedir.
Proletaryalist akımlar çıkıp açıklama cesareti gösteremedikleri için bu işte her zaman olduğu gibi protekyan devrimcilere düşmektedir. Maalesef ki; proletaryaya (sanayi emek araçlarının toplumsal kullanıcı sınıfına) rağmen proletaryan efendicilik (kızıl parti/devlet/memur kastçılığı) yaparak sosyalizm kurma hayalleri başından beri bir ütopyadan başka da bir şey değildi. Hatta bu proletarya-cı-lık proletaryadan da bağımsız olarak proletar-yan-cılık haline dönüşerek proletaryaya “yancı olmaktan” öteye geçemeyen kendiliğindenci ve tepkisel bir hareket olarak kalmıştır.
Aslında Lenin bu sorunun kısmen de olsa farkındaydı. Ama Lenin’in de temsiliyetizme ve memuriyetizme karşı denetimist bir çözümü olmadığı için, o daha hayattayken Rus ulusal bürokratizminin (ki Rus burjuvazisi devrimle iktidardan düşmüş olsa da, onun temsil eden asıl güç memuriyetizm idi) Sovyet devletini nasıl adım adım içten ele geçirdiğini kendi gözleri ile gördü. Lenin'in son çırpınışları olan "işçi denetimizmi" de partinin ve devletin zamanla temsiliyetist ve memuriyetist kastların otokratik diktatörlüğüne dönüşmesini engelleyemeye yetmedi, yetmesi de mümkün değildi.
Proletaryanın hiçte böyle bir tarihsel misyonu yok iken, proletaryaya kaldırabileceğinden fazla yük verip her defasında kapitalizmin önüne ata ata dünya ölçeğinde sosyalist/komünist hareketlerin itibarının ve güvenilirliğinin yerlerde sürünmesine neden olanlarda yine proletaryalist akımlar olmuştur. Halbuki proletaryadan sosyalizmi kurmasını beklemek bir erkeğin çocuk doğurmasını beklemek kadar saçmadır! Proletarya kapitalizmi yıkabilir ama sosyalizmi kuramaz. Proletarya ancak protekyanın ideolojik ve politik önderliği altında kapitalizme karşı yıkıcı devrimci sınıf rolünü oynayabilir. Proletaryanın kapitalizmden sosyalizme geçişte ki asıl fonksiyonu da budur. Bu temel emek/sınıf yasası anlaşılamadığı için proletaryaya rağmen proletarya için proletaryan temsiliyetizm ve memuriyetizm yoluyla sosyalizme ulaşılabileceği yanılsamasına düşülmüştür.
Kuşkusuz gelinen noktada proletaryan-marksizm'in emek türleri ve emek araçları karşındaki verili konumlanışlara göre oluşan toplumsal sınıf kategorileri ve tabakalarına dair genel teorileri de bütünüyle çökmüş durumdadır. Bu gerçeğin farkında olan proletaryalistler tıpkı dinden çıkarsa her şeyini kaybedecekmiş gibi hisseden bir mümin misali proletaryan imanlarına daha da çok sarılma ihtiyacı duyarak gerçekte tutucu ve doğmatik bir psişizm sergilemeye de devam etmektedirler. Bu da beraberinde proletaryalist saflardaki ideolojik gerilemenin ve politik-örgütsel duraksamanın daha da belirgin bir hale gelmesi sonucunu doğurmaktadır.
Sonuç olarak; yenilen ve başarısız olan sosyalizm ve komünizm ideali değil, asıl yenilen ve başarısız olan o ideali hakkıyla taşımayı, ilerletmeyi ve gelecek kuşaklara taşımayı başaramayan proletaryalistlerdir! Bu yüzden tükenme sendromu içine girmiş, emek gerçekliğinden kopmuş, dünün dünyasında yaşayan proletaryalistler ile günümüz yeni nesil protekyan komünistlerin bilimsel, ideolojik ve politik konularda birbirine taban tabana zıt yaklaşımlara sahip olması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla; bu farklılığın üstünün kapatılması değil, aksine kalın çizgiler ile altının çizilmesi bir elzemdir.
Bir meseleye ilişkin olarak iki çizginin de aynı anda haklı olması mümkün değildir. Gerçek tektir. Doğru tektir. Gerçek devrimci çizgi, doğru devrimci çizgidir!
15.06.2023
Serhat Nigiz
#emek#emekoloji#marksizm#leninizm#bolşevizm#devrim#teori#kuram#feodalizm#kapitalizm#sosyalizm#komünizm#marx#engels#lenin#marksist#leninist#sosyalist#komünist#devrimci#bilim#yöntem#mantık#temsiliyetizm#memuriyetizm#bürokratizm#bürokrasi#proletarya#protekya#proletaryanizm
0 notes
Photo

“Ben bir Marksist-Leninistim ve yaşamımın son anına kadar da böyle kalacağım.” Fidel Castro
76 notes
·
View notes
Photo
"Long live the fully independent Turkey... Long live Marxism Leninism... Long live the unity of the Kurdish and Turkish People! Long live the workers, the villagers! Doom, imperialism"
-Deniz Gezmiş (1947-1972) , a turkish revolutionist
[Got hanged at the tender age of 25]

Doğum günün kutlu olsun Deniz Gezmiş.
241 notes
·
View notes
Photo

Her ne ad altında olursa olsun #sağcılık #solculuk #milliyetçilik #muhafazakarlık #marksizm #leninizm #komunizm v s #etnik #ayrımcılık #federasyon #eyalet #sistemi #yeni #osmanlıcılık #düşüncesine #sahip #çıkmak #sempati #duymak #kapitalizm ve #emperyalizm e #hizmet #etmekle #vatana #millete ihanet etmekle eşdeğerdir. #Saygı #duyulamaz. #Empati #kurulamaz Takip edeceğimiz tek yol, #tarikat #eşsizdevletadamıebedibaşkomutangazimareşalmustafakemalatatürk ün #yolu ve "en doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır." " "Dünyada herşey için; medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir" sözlerini içselleştirerek, yaşam tarzımız haline getirmektedir. Gerisi #lafügüzaf... #hızırinan #hizirinan #hızır #inan #hizir #cengizözakıncı (Ankara, Turkey) https://www.instagram.com/p/Bv1H838Afsw/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=8d59wz2ntr9b
#sağcılık#solculuk#milliyetçilik#muhafazakarlık#marksizm#leninizm#komunizm#etnik#ayrımcılık#federasyon#eyalet#sistemi#yeni#osmanlıcılık#düşüncesine#sahip#çıkmak#sempati#duymak#kapitalizm#emperyalizm#hizmet#etmekle#vatana#millete#saygı#duyulamaz#empati#kurulamaz#tarikat
0 notes
Text
Devrimler Kartalı Lenin Usta Ölümsüzdür!

Bugün, kendini ve hayatını İnsanlığın Kurtuluş Mücadelesine adamış ve bunu tarihte ilk kez Şanlı Ekim Devrimi ile taçlandırmış olan Lenin Usta’nın ölüm yıldönümü. 22 Nisan 1870’te doğan Lenin Usta, bundan 91 yıl önce, 21 Ocak 1924’te ömrünü adadığı işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesini kazandıktan 4 yıl sonra hayatını kaybetti.
Marks ve Engels ustaları en iyi şekilde anlamış olan Lenin Usta onların öğretilerini pratiğe geçirerek, Rusya’daki Kapitalist-Emperyalist düzeni alaşağı ederek Sosyalizmi kurdu. Emperyalizmin en iğrenç taraflarını görmüş ve göstermiş olan Lenin Usta ülkesine Sosyalizmi getirerek, ezilen Dünya Halklarına birer umut ışığı olmuştur.
Lenin Usta bizlere çok büyük bir teorik ve pratik hazine bırakmıştır. “Devrimci teori olmaksızın devrimci pratik olamaz” diyen Lenin Usta Kapitalizmin artık sonlarına gelindiğini ve onun ileri aşaması olan Emperyalizmin eşitsiz düzenini bizlere açıklamış ve insanlığın tek kurtuluşunun Sosyalizmde olabileceğini göstermiştir.
Bizler Marks, Engels, Lenin Ustaların teorik ve pratik mücadelelerini bizlere gösterdikleri yoldan devam ettiriyoruz. Eninde sonunda dünyanın en haklı ve meşru mücadelesi olan işçi sınıfı mücadelesini başarıya ulaştıracağız! 21.01.2015
İşçi Sınıfının Büyük Önderi Lenin Usta Ölümsüzdür!
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!
11 notes
·
View notes
Text

1993 - Veli Yılmaz, THKO üyesi ve Halkın Kurtuluşu gazetesi Yazı İşleri Müdürü (d. 1950)
Veli Yılmaz dünyada en uzun süreli hapis cezasına çarptırılan gazeteci unvanına sahiptir.
Veli Yılmaz 1950 yılında Giresun'un Şebinkarahisar ilçesinde doğdu. Eğitimini aynı ilçede tamamlayan Yılmaz, lise öğrencisiyken yazdığı bir komposizyondan dolayı "sosyalist fikirleri savunduğu" gerekçesiyle, bir hafta süreyle okuldan uzaklaştırıldı. 1970 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi'ni kazandı. Fakat üniversite yaşamı kısa sürdü. Türkiye'de 68 Kuşağı'nın içinde yer alan Yılmaz, birinci sınıftayken siyasi faaliyetleri nedeniyle tutuklandı ve 2,5 yıl askeri cezaevinde kaldı. Ardından geçen sürede Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun (THKO) kuruluşunda yer aldı. Şubat 1976'da Halkın Kurtuluşu gazetesinde çalışmaya başladı. Mayıs 1977'de THKO'nun fikirsel olarak bölünme yaşadığı dönemde Gökalp Eren, Mehmet Asal, Ercan Öztürk, Semih Orcan gibi THKO mensuplarıyla birlikte hareket etti.
12 Eylül Darbesi sonrası Kasım 1980'de tutuklandı ve Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyeliği ve "Halkın Kurtuluşu Gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü" sıfatıyla yargılandı
Dönemin mahkemelerince Türk Ceza Kanunu'nun 142. maddesini 75 kez ihlalden 588 yıl 9 ay, 159. maddesini 141 kez ihlalden 147 yıl, 311 ve 312. maddelerini 25 kez ihlalden 12 yıl 9 ay olmak üzere hükmedildiği toplam 748 yıl 6 ay cezası Askerî Yargıtay 1. Dairesi'nce onaylanarak kesinleşti.
Nisan 1991'de tahliye oldu. Cezaevindeyken de sürekli yazarı olduğu Özgürlük Dünyası, Gerçek ve Evrensel Kültür dergilerine katkıları devam etti. Bu dönemde Evrensel Basım Yayın'da çalıştı.
Yılmaz Evrensel gazetesinin kuruluşunda da yer almıştır
2 notes
·
View notes