#iktidar klikleri
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 2 months ago
Text
Katran Karası
Tumblr media
Dur durak bilmeyen, bir biçimde sonuna varılamayan bir nefret simbiyotiği içerisinde bu ülkenin katran karanlığına mahkum hali güncelleniyor. Cerahat öylesine pek, cürüm kesin ve kati bir biçimde o kadar yaygın ki insandan nefretin her türlü örneğine esir edilmiş bir yer gerçekliğine kavuşturuluyor. O nefretin sahnesi bir imge olmaktan öte hakikatin özü, ta kendisi ilan ediliyor. Yaşanan güncelliğin fonuna sabit olunan kör karanlığın demirbaşı ve mihenk taşı olagelen şiddet bu tahayyüllerin tamamlayıcısı kılıyor. Memleketi sahiden de yangın yerine çeviren nefret mütemadiyen güncelleniyor. Her yerde hemen her şekilde bir sarmal bina ediliyor. Bir cerahat kümelenmesinin ortasında yanıyor koca menzil. Ülke tahayyülünün yaşatan yer olmaktan çıkartılıp çürüten bir sahnenin tam tekmil suretine bir biçimde dönüşümünde ol nefret halen medet umulan bir değnek olarak kullanılıyor. Hayat mefhumuna tutunma hallerinin çürütüldüğü her günün eksik kılındığı bir zeminde cerahat halinin el üstünde tutulmasının tezahürü olarak var edilenlerdir mesela nefret!
Nefret iktidar klikleri ile yol verdiği göz ardı ettiği çetelerin birlikteliğinde bütün sorunlar / sorgulamalar karşısında yüceltilen ve öncelenen bir mefhuma dönüştürülür. Kalıcılığı iş bu sahada sağlama alınmış olagelen cerahat erkinin sunduğu perspektif birbirilerini artık giz / sır olmadan besleyen bu yapıların her nasıl memleketi cendereye aldığını da göstere gelir. Günbegün var edilen nefret / arttırılan ayrımcılık / duraksamayan şiddet pratiklerini ve yönlendirmeleriyle birlikte o cendere kalıcı kılınır. Nefret salt şiddetle değil benzeş bir hal ve istikamette siyaset pratiği olarak sözle de eyleme dökülür. Memleketin önemli bir kısmı cerahatle başa çıkmaya çabalarken, badireleri birbiri ardına çıkagelen tüm o yıkıcı kuşatma hallerine karşı nefes açma çabasındayken “yoksulluğu” bir makam olaraktan en kestirmeden güzelleyen bir akım var edilir. Cennete erken gidilebileceğinden, sabrın ta kendisinin en güzel ahlak olduğundan bahisler gibi nice şarlatanlıklar imal edilirken öte yandan har vurup harman savrulması sorgulanmasın istenir. Diyanet işleri başkanlığında yardımcı olarak görev alan Huriye Martı gibi temsillerin var ettiği, savunduğu gibi fakir, yoksunluğun tamah edilmesi elzem, aksinin / itiraz etmenin nankörlük olarak ele alındığı bir tirat dahi her şeyi gözler önüne serer. Devamı google’ın arama sonuçlarında, defalarca yinelenen tahakküm hallerinin kıyısında, susma, sebat etme, sıra neferi olma hallerinin tam da yekununda ilave olunan şiddet istemiyle, göz dağlarıyla görünür. Bu kadardır, bu kadar kolaydır her şey çünkü.
Ekonomim Gazetesinden aktaralım: “Türkiye’de son yıllarda gelir adaletsizliği artarken, servet dağılımında da fark açılıyor. En zengin yüzde 1’lik kesim servetin yüzde 40’ını alırken, yüksek enflasyon ortamı da bu makası daha da açıyor. Zenginlerin servetlerinin arttığı bu dönemde, yoksul da daha yoksullaşıyor.
Dünyanın en çok takip edilen yayınlarından olan The Economist dergisi, son sayısında Türkiye’deki gelir eşitsizliğine dair bir analiz yayımladı. Yazıda gelir farkında uçurumun derinleştiğine dikkat çekildi.
“Türkiye'de varlık fiyatlarında patlama: Bazıları için iyi ama çoğunluk için kötü/Zengin daha zengin” (Turkey’s asset-price boom is good for some but terrible for most/The rich are getting richer” başlıklı yazıda, Türkiye'de lüks tüketim patlaması, varlık fiyatlarındaki “fahiş” artış ve enflasyon etkileri detaylıca ele alındı.
Lüks tüketim arttı, ortalama bir Türk ise daha zengin değil
Enflasyon ve ardından yüksek faiz oranlarının neden olduğu zorlukların ele alındığı yazıda, zenginlerin daha zengin olmasına örnek lüks tüketim alanları şu şekilde verildi:
“Hafta içi bir öğleden sonra, İstinye Park AVM’de butikler zarif bir şekilde hareketleniyor. Şehrin Michelin yıldızlı restoranları aylarca dolup taşıyor ve yat limanları dolu. Türkiye'nin en büyük şehrinde, lüks malların tüketimi artarken, şaşırtıcı bir servet patlamasının belirtileri her yerde görülüyor. Zenginler daha da zenginleşiyor: Türkiye'de ultra zenginlerinin (30 milyon dolar veya daha fazla servete sahip olanlar) sayısı 2022 ile 2023 arasında yüzde 10 arttı. Ancak ortalama bir Türk'e daha zengin olduklarını hissedip hissetmediklerini sorun, cevap neredeyse kesinlikle hayır olacaktır.”
Yazıda bir yanda lüks tüketimin patladığına dikkat çekilirken, diğer yanda da enflasyon nedeniyle düşük ve orta gelirli sınıfın satın alma gücündeki erimeye değinildi.
Krediye erişimi olan kesim varlık alarak yatırımla korunuyor
The Economist’teki yazıda, UBS’in Türkiye raporuna değinilirken, Türkiye’de bir ortalama bir kişinin varlığının (mali ve mülk varlıklar eksi borçlar) 2022 ile 2023 arasında TL cinsinden yüzde 158 oranında arttığı ifade edildi. Bu oran, diğer ülkelerle kıyaslandığında oldukça yüksek kalırken, Türkiye'de enflasyon oranının temmuz ayında yüzde 61,8 olduğu da hatırlatıldı.
TL’nin dolar karşısında yüzde 19 değer kaybettiğine dikkat çekilirken, bunun da gayrimenkul fiyatlarının dolar bazında hızla artmasına neden olduğu belirtildi.
Yazıda, “Türkler, tasarruflarının değerini korumak amacıyla varlıklara yatırım yapıyor. Ayrıca, kredi erişimi olanlar negatif reel faiz oranlarıyla daha zenginleşme fırsatı bulabiliyorlar” ifadelerine yer verilirken, düşük ve orta gelirli kesimin durumunun ise çok olumsuz olduğu vurgulandı.
Gelirlerdeki artış kâğıt üzerinde
Dar ve orta gelirli kesimin gelirindeki artışın “kâğıt üzerinde” olduğuna dikkat çekilirken, eriyen satın alma gücünün ve nominal ortalama ücretlerin son yıllarda düştüğü belirtildi.
Türkiye'nin yeni ekonomi yönetiminin, Mehmet Şimşek’in liderliğinde enflasyonu kontrol altına almak için geleneksel politikaları geri getirmeye çabaladığı belirtilen yazıda, TCMB’nin yüzde 50 seviyesinde tuttuğu faiz oranları ve kredi limitlerindeki düşüşün yanında asgari ücret başta olmak üzere maaşlarda zamların sona erdiği ve kiraların da artmaya devam ettiği belirtildi.
“Yeni” varlık yönetimi
The Economist ünlü iktisatçı Murat Üçer’in değerlendirmesine de yer verdi:
“Finansal riskten korunabilenler daha zenginleşiyor, korunamayanlar ise daha da yoksullaşıyor.”
İstanbul ve Bodrum gibi popüler bölgelerde harcamaların artmasının ardında Türkiye’nin “yeni süper zenginleri” için hizmet veren bir varlık yönetimi sektörünün de ortaya çıktığı belirtilirken, bu sektörün, Türk varlıklarının hacminin yıl sonunda 123 milyar dolara yaklaşması da bekleniyor.
“En büyük aileler zaten iyi korunuyor”
Türkiye’de işletmelerin yüzde 95’inin aile şirketi olduğuna da dikkat çekilen yazıda, varlıkların korunmasının kuşaklar arasında önemli olduğu vurgulanırken, Karman Beyond’un kurucusu Özge Doğan’ın ailesinin Londra’da mülk alarak yaptığı yatırıma ve şu değerlendirmesine yer verildi:
“En büyük aileler zaten iyi korunuyor, ama şimdi başka aileler de var.”
Dünya kapitalinin / elinde kan oturan sermayenin seslerinden birisinin dahi öngörülenin ta kendisine dair tespitlerinde şüpheye yer vermediği bir zeminde istikamet nasıl böylesi bir nefret / tahakküm simbiyotiğine rehin kılınıyor görebilmek can yakıcıdır. Tümüyle hal ve gidişatın sıradanı daha da yoksullaştırmak / sessizleştirmek, zengini / bütün bu yağma ikliminde çuvalla götürenleri daha da kuvvetlendirmek, paralarına para kattırmak adına çıkagelen her hamle biraz daha bariz bir yıkımın varlığını işaret eder. Enflasyonu yedik, ezdik, geçti bitti sayıklamaları arasında ol finansal yağmacıların, kam emici sermayenin elini güçlendirmek, kasasını donatmak dışında sıradan insana daha fazla vergi yükünü ve bitimsiz sıkıştırma / ekonomiyi daraltma hakkını elinde bulunduran, bunu hak bilen bir aklın karşımıza çıkarttığı her şey o nefret cürüm şiddet üçlemesinin de istikametini anlatıyor şimdilerde.
Ülke katran karanlığında yürümeye devam ediyor. Yönetim katının, ekonomi kurmayları, sermayenin önde gelenlerinin onca canhıraş çabalar sarf etmelerine rağmen bu karanlığın bir süreklilik kılındığı göz ardı edilsin isteniyor. Ürettiğini satamayan çiftçiden, ithal edile durulan etler yüzünden sıfırı çekmeye rehin edilmiş besicilerden, üç kuruşa çalışmalarına devam edilsin istenen Carrefoursa ve getir gibi büyük ölçekli sömürücü sermayede kölelik ile çalıştırılmaya halen devam olunan yüz binlere, bir tek iyi gün bırakılmayan bir menzil karanlığın dibine çekilmeye devam olunur. Kazanımların belirli bir aralıkta hepten çürümeye terk edilsin istendiği, verili hakların talan olunduğu, ezilip geçildiği bir zeminde daha ötesi de olmaz, olmuyor işte... Yol sahiden nereye!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Francisco SECO – AP Photos – Asharq Al Awsat
0 notes
korayaker · 4 years ago
Note
merhaba boğaziçi olayları hakkında ne düşünüyorsun -cevap vermek zorunda değilsin elbette- :)
1- Kayyum ataması anti demokratiktir ve öğrenciler haklıdır.
2- Buradan gezi gibi spontan küçük burjuva kitle hareketine dayanan nesnel bir sokak hareketi doğmaz  emperyalist siyasetin öznesi haline gelmiş bazı odakları Amerika'daki iktidar değişikliğine dayanarak bu arzu içinde hareket etmektedirler iktidar karşıtı klikleri ve solu kast ediyorum
3- Erdoğan boğaz içindeki harekete karşı  bilinçli bir politika uyguluyor  ve buradaki Lgbt gibi toplum tarafından sevilmeyen ve dışlanan  hareketleri öne çıkararak eylemleri marjinalleştiriyor. Yerelçi milliyetçi oyları devşirmek için ve iktidarını konsolide etmek için anti demokratik olmasına rağmen kayyum rektöründe ısrar etmesinin nedeni budur.
Benim kişisel görüşümü sorarsan Erdoğan muhtemelen umudunu Bidene bağlamış muhalefete kıçı ile gülüyordur.
3 notes · View notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Hiçbir Yere Geçit Yok!
Tumblr media
Hiçbir yere geçit yok. Hayat mahvedilmeye devam olunurken, demokrasi, seçim, oy, her durumda çıkagelen bir iddia irade vesaire zikredilip dururken bu katran karanlığındaki iş bu menzilde iktidar klikleri hiçbir “olumlamaya” geçit bırakmıyor. Ne eksik, ne bir satır fazla. Doğrunun yerine çoktan ikame olmuş yanlışın, düzün yerine çoktan geçmiş olan o eğrinin çok uzun bir zamandır hakikat bildirildiği bir yerde, hayat engelleme hallerine enikonu açıktan rehin ediliyor. Yirmi bir yıllık iktidarın artık bir zorbalık toplamından mülhem olduğu gerçekliği gözlerden kaçırılmaya çalışılıyor. Bütünüyle dönüşümü mutlak biat, sessizliğe ricat, tahakküme teslimiyet, hürriyet yerine esaret olarak gören, anlayan bir zevat eliyle demokrasi hiç ediliyor, her zamankinden de pek bir biçimde, ne eksik ne de mübalağa. Hiçbir biçimde olumlanabilir olanın yolu açılmıyor onca isyana merama yol açacak mesel yaşatılmış olmasına rağmen, mevzu, yara yirmi dört saatte unutturulmaya bir biçimde sevk ediliyor. Aralıksız ve doğrudan ve hiç kesintisiz o sessizlikten el alarak akp, hayatı bambaşka bir mesele dönüştürüyor. Erk, muktedir, iktidar pratiğinin bunca zaman diliminde var ettiği yegane şeylerden birisi bu hayat iminin toptan çürütülmesidir. İnsanın elinden umut çalındığında geri ne kalacaktır ki! Hayat bildiğiniz anlamla zulmün kılınırken geriye hiç ümit kalır mı. Akp’nin, mhp, bbp, vp, hüdapar vs. koalisyonu eliyle bu döngünün yıkıma çıktığı gerçek değil midir. Her şey birbiri içinde yeniden güncellenir yeniden var edilirken bir cerahat sarmalının ta kendisine demirlemiş olan hayat imgesi her ne haldedir?
Bütünüyle cerahatin eline rehin edilmiş olagelen hayatın tüm bu seçim gümbürtüsü içinde o rehineliğinin hangi raddelere ulaştığının kim farkındadır? Yenilendiği söylenen zemin, artık sorunlarını geride bıraktığı zikredilen mefhumun / yerin vatan imgesini zayi etmesi bir yandan, hayatın rutininin çoktandır tüketilmesi söz konusudur. Bedene kastın, akla bin seza hallerin, nutku tutulmaya sevk ettiren eylemlerin, peşkeş hallerinin, yağmadan payını kapmaların bütünlüğünde iktidar ve çeteler heybelerini güçlendirirken, eline kan bulaşmış sermaye kendini muhafaza edip, memleketin üstüne biraz daha çökerken hayatın iyimser, olumlu, düzgün kalmadığı zaten kendiliğinden bariz kılınır. Bütünüyle sosyal medyadan var edilen görüntüler, misal paralar saçılarak kurtarılan saçmalama enginden, iktidarın ol dümen suyundan beslenen zümrelerden birisinin bir kız isteme merasimine dolardan imal buketle teşrif etmesinin garabetliğine küçük tefek detaylar ol ümidin nasıl da perişan edile gelen bir mefhuma dönüştüğünü örnekler. Bir emtia / güç / çıkar savaşının var edildiği bir sahnenin gerçekleri, asgari ücretle geçinin denilen insanların gözlerine sokulur. Misal bir başka gizli sitenin üyesi, bedenin teşhir edilmesinden, seks pazarının ta kendisini var eden bir topluluk sitesi üyelerinden magazinsel bir kurgu figürün, milyar lira sınırındaki kazanç tablosunu paylaşması da bu minvalde değerlendirilebilir. Aylık geçimini güç bela yapan, en azından bunu sağladığını düşünenlerle alay edercesine tomar tomar paranın ortalarda iç edilip, bir de iktidara teslim olun çağrılarının yinelenebildiği bir zeminde ne kalmıştır sahiden ümit kırımından gayrı.
Bir de hayatın yalın gerçekleri vardır. Bir örneğini BirGün Gazetesi’nden İsmail Arı’nın haberinden aktaralım: “AKP tarafından yönetildiği dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile Çekmeköy Belediyesi işbirliğiyle, Çekmeköy Merkez Mahallesi Farabi Sokak’ta birçok yurttaşın evi yıkıldı. Şimdi de AKP’li Çekmeköy Belediyesi evi yıkılan ve bin 640 gündür direnen Suna Duman’ın inşa ettiği barakayı yıkmaya hazırlanıyor.
İBB, AKP tarafından yönetildiği dönem Farabi Sokak’taki gecekonduları, ev sahiplerinin tüm itirazlarına rağmen dere yatağında kaldığı gerekçesiyle yıktı. Ancak kısa bir süre sonra yıkılan evlerin yerine siteler, apartmanlar inşa edildi. Evi yıkılan Suna Duman ise kendi arazisine bir baraka inşa ederek mücadeleye başladı. Gidecek yeri olmadığını belirten Duman, bin 640 gündür mağdur edildiğini belirterek direniyor. Ancak şimdi de AKP’li Çekmeköy Belediyesi, Duman’ın elektrik ve su bağlantısı olmadan yaşamaya çalıştığı evini çevreden şikâyet olduğu iddiasıyla ikinci defa yıkmaya hazırlanıyor. Belediye yetkililere Duman’a yaşadığı barakanın yıkılacağını bildirdi.
Bin 640 Günlük Direniş
Duman, “Evimiz dere yatağında kaldığı gerekçesiyle yıkanlar aynı yere apartmanlar yapılmasına onay verdi. Çünkü imar planları değiştirilmiş, bölge artık dere yatağı değilmiş” diye tepkisini dile getiriyor.
Uğradığı haksızlığa karşı tam bin 640 gündür mücadele ettiğini belirten Suna Duman, BirGün’e yaptığı açıklamada, “Belediye şikâyet var, barakaları kaldıracağım diyor. Çekmeköy Belediyesi’nin zabıta ekipleri gelip bunu sözlü olarak ifade etti. Yazılı bir evrak vermediler. Belediyeye gittim ‘yazılı bir evrak vermeden evimi nasıl yıkarsınız?’ diye sordum. Zabıta müdürü sırıtarak, ‘Tamam yazılı tebligatta gönderip, sonra yıkarız’ dedi” ifadelerini kullandı.
‘Başkanın Yakınlarının’
Evinin dere bandında kaldığı gerekçesiyle 2018’de yıkıldığını da anlatan Duman, “Evimizin İBB ve Çekmeköy Belediye işbirliğiyle yıkılmasının üzerinden 5 yıl geçti. O zaman evimizin dere bandında kalmadığını defalarca beyan ettik. Yapı kayıt belgelerimizin olduğunu söyledik ama tüm bunlara rağmen gelip evimizi yıktılar. Evlerimiz yıkılınca da bizim savaşımız başladı. Kaymakamlık’a gittik, Valilik’e gittik, siyasi partilere gittik. Her yerde derdimizi anlatmaya çalıştık ama bir sonuç alamadık. Evlerimiz yıkıldığı alana iki yıl sonra 5 katlı apartman diktiler. Sonra öğrendik ki bölge dere yatağı sınırından çıkarılmış, imar planları değiştirilmiş. Şimdi tek başına barakada yaşayarak direniyorum. Baraka kurduğum arazi de babama ait” diye konuştu.
Rant İçin Yaptılar
“Barakam yıkıldığı zaman ben nerede kalacağım?” diye isyan eden Duman sözlerini şöyle tamamladı: “Ben sadece hakkımı istiyorum. Siyasetçilere, İBB başkanına sesleniyorum. Hukuksuz bir şekilde evlerimiz yıkıldı. İnsanların gecekondusunu yıkıp apartmanlar yaptılar. Yapılan bloklar AKP’li Çekmeköy Belediye Başkanı Ahmet Poyraz’ın yakınlarına ait. Rant için yapıldı tüm bunlar. Yetkilerin beni duymasını istiyorum. Perişan olduk ve hakkımızın teslim edilmesini istiyoruz. Hiç birimizin ekonomik durumu iyi değildi. Belediye başkanı da bunu biliyordu. Bunlar fakir, güçsüz diye düşünerek evlerimizi yıkıp bize bunları yapıyorlar.”
Hiçbir yere gitmeyen, hiçbir biçimde dönüşmeyen, hiçbir surette son tahlile yer kalmayan bıraktırmayan bir cerahat kuşatması altında hayat mefhumu dibine kadar çürümeye sevk ediliyor. Suna Duman’ın tek başına yaşamakta olduğu kırılma / sınanma halinin her nasıl bir devamlılıkla ülke genelinde var edildiğini de yaşadığımız ekonomik buhran sırasında pek çok farklı yerde yaşadık. Tümüyle mutenalaştırma, kentin kimliğini ve dokusunu bir biçimde dönüştürme gailesinin, kent çeperlerini yaşanamayacak kılma haliyle buluşması bu tarz hak gasplarını da beraberinde getirir. Normatif hali yıkarak, ezerek, tüketerek ve daimi bir biçimde sınırlar belirleyip, yepyeni tahakküm hamlelerini var ederek imal eden bir ülkede hangi yaraya çözüm söz konusu edilebilecektir. Suna Duman’ın tek başına var ettiği o itirazın karşılıksız konulmasının esamesini ne karşılayacaktır. Sahiden hayatın böylesi bir biçimde ucuz kılınabildiği bir zeminde burası bir ülke midir, dingo’nun ahırı mıdır?
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Binlerce Boğaziçi Üniversitesi mezununun bağışlarıyla inşa edilen ve 30 yılı aşkın süredir üniversitenin bileşenlerine hizmet veren Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED), Sarıyer Kaymakamlığı'nın kararıyla tahliye edildi.
Polis eşliğinde yapılan tahliye sırasında okula girmek isteyen derneğin yönetim kurulu ise kapıdan içeri alınmadı.
Tahliyenin gerçekleştiği sırada okula girmek isteyen mezunlar ve derneğin yönetim kuruluna, polis ve güvenlik görevlileri izin vermedi. Aynı zamanda Rektörlüğün kampüsleri ziyarete de kapattığı görüldü.
Polis ve güvenlik görevlilieri ile tartışan yönetim kurulu üyeleri duruma tepki göstererek "Evin sahibi evde olmadan evi tahliye edemezsiniz" diyerek kararın uygulanmasının yanlış olduğunu ifade etti. Sadece derneğin saymanı cep telefonunun kapalı olması şartıyla içeri alındı.
Üyeler, "Bugün bizi buradan çıkararak fiziksel olarak kampüsten koparabilirsiniz ama öğrenci ve akademisyenlerle olan bağımızı asla koparamazsınız. Cebren gidiyoruz, hukuken döneceğiz" diye tepki gösterdi.
Kurulduğu günden bu yana üniversiteye 40 milyon doların üzerinde bağış yapan, sayısız öğrenciye burs sağlayan, mezunlara iş imkanı sunan, akademisyenlerin araştırma giderlerinden konut ihtiyaçlarına kadar çözüm üreten BÜMED’in kampüsteki varlığına resmen son verilmiş oldu.
Yürütmeyi Durdurma Kararı
Tahliye işleminin bitmesinden sonra ise derneğin başvurusunu üzerine mahkeme, yürütmeyi durdurma kararı verdi.
"Yarın Tesisimize Geri Döneceğiz"
BÜMED Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Cesur kararla ilgili "Hukuki sürece güvenimiz tamdı, bundan sonraki süreç için de hukukun üstünlüğüne inanıyoruz. Yarın eşyalarımızla beraber mahkeme kararı beklenmeden, hukuksuzca çıkarıldığımız tesislerimize geri döneceğiz. Birçok basın kuruluşu da yarın bize eşlik edecek" açıklamasını yaptı.
Kılıçdaroğlu'ndan Tepki
BÜMED'in zorla tahliyesine tepki gösteren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan şunları yazdı: "Binalarına kayyumun çöktüğü Boğaziçi Üniversitesi mezunlarına sesleniyorum: Rektör görünümlü kayyumu birkaç ay sonra Boğaziçililer ile birlikte tahliye edeceğiz. Ve öyle evine falan da gitmeyecek, suçları ile yüzleşecek. Türkiye’de “kayyum” düzenine son vereceğiz. Çok az kaldı!"
Ne Olmuştu?
Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğü, 7 Ocak’ta tüm mezunlarına attığı bir e-posta ile mezunların bağışı ile inşa edilmiş 30 yıllık sosyal tesisinin kira sözleşmesini yenilemeyerek mezunları kampüsten uzaklaştırma kararı aldığını duyurmuştu. Buna karşılık Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) BÜMED Sosyal Tesisleri’nde “Ayakta kal Boğaziçi, yerinde kal BÜMED” şiarıyla buluşup kararı protesto etmişti.”
Bu arada bir tahakküm hamlesi de bu gümbürtü içinde var edilir: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, 4 Ekim 2020'de protestolar sırasında Rektör Prof. Dr. Naci İnci'nin makam aracının önünü kesmesi, bir kişinin de otomobilin üzerine çıkması iddiasıyla soruşturma başlatıldığına yer verildi.
Güvenlik görevlileri ile arbede yaşayan gruptakilerin uyarılara rağmen dağılmadığı öne sürülen iddianamede, 14 sanığın "kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma", "toplantı ve yürüyüşlere katılarak ihtara rağmen dağılmama", "ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma" ve "görevi yaptırmamak için direnme" suçlarından 5 yıl üçer aydan, 25 yıl altışar aya kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyor.”
Tam anlamıyla ümidin zayi edilmesine yetkin bir örnektir Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşatılanlar. Önce müdahil olunan, kayyım ataması sonrası çıkagelen abuk sabuk haller, bir okulu okul kılmaktan çıkartarak bostana çevirme gayretinin ucuz manevraları, bir temsilin def edilip, tam soluk alındı denilirken başa geçirilen bir başka memurun var ettiği ucuzluklarla o umut tahayyülünün yıkımı kesintisizleştirilir. Günler günleri kovalarken var edilmiş direnişin, artarak devam eden itirazın karşısına bambaşka hukuksuzluklarla birlikte çıkagelen bir devlet söz konusu olur. En son yukarıda okuduğunuz cürüm ile tüm o mezunlar derneğinin kapısına kilit vurulmak istenir. Yargı kararıyla geri dönmenin tam anlamıyla var edilebileceği bildirilirken bu sefer o atanmış memurun kaprisleriyle, okul kapı duvar kılınır ve nice rezillik.
Hayatın mahvına devam olunuyor. Birbirinden apayrı görünen nice vakanın / eylemin ve olay örgüsünün ortasında bir bu bahsin peşinde koşa duran bir ülke gerçekliği var ediliyor inat ve ısrarla. Doğrudan doğruya kesin ve kati bir biçimde hayat ehven olandan uzaklara taşınıyor. Ne adaleti adalet, ne hürriyeti mümkün, ne demokrasisi söz konusu ne o tam ne de bu, her şey eksik gedik kılınırken sıradan insanların paylarına bedeller biçilmeye, ardılı sıra o bedeller tahsil olunmaya devam ediliyor. Bütünüyle seçim sathı mahallinin kakofoni dolu güncesinde her güne bir kötü senaryo var edilirken hayatın meseli söz konusu edilebilir mi? Esamesi okunmayan, seçimden seçime hatırlanan bir iradenin / gerçekten gerçek olan insanın meseline daha çok var mıdır? Bunca afaki bir biçimde nihai anlamda çürüme güncellenirken sıradanın payına düşürülenlerin hesabı her ne olacaktır? Hiçbir yere geçit yokken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Sedat SUNA – EPA
Tumblr media
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Umuda Kıyılabilir Mi!
Tumblr media
İki bin yirmi üçün henüz ikinci haftasındayız. Daha ayı yarılamadan var edilenlerin tümü, yekun olarak hanemize bir eksiltme olarak çoktan kaydedildi. Bütünüyle, doğrudan ve hiç kesintisiz olarak kuşatma hali, ümidi, umut denileni, yaşamın merkezinde kendiliğinden o var edilebilen bir tahayyüller toplamını, ihtimalleri çoktan yuttu. Her zamanki gibi, henüz yirmi dört saati aşmayan ümit var olma hallerinin nasıl da bile isteye pusuya konulduğunu görmek, olan bitenin nasıl benzerine ender rastlanacak bir tahakküm toplamı olduğunun o ayırtına varmak daha on gün / on beş gün geçmeden var edilir. Bir ülkenin, bir yerin, alan, sahanın yaşamla olan teşviki mesaisi yeniden karanlığın kollarına rehin edilir. Ne olacağı, neye varacağı artık muğlak kılınmış olagelen seçim garabetinin istikameti bu hallere bariz bir biçimde sürüklediği sahnedir mesele. Hiçbir zaman birbirlerinden farkları bulunmayan bunu da kanıtlamaya hacet kalmadan kendi elleriyle bina eden bir klik ve altılı masal nam diğerlerinin vurdulu kırdılı seçim oyunlarında olan biten sıradanın tahayyülleri olduğu bir kere daha ortaya saçılır.
Yılın henüz ikinci haftasındayken, bir memleketi soyup soğana çeviren muktedirin hala bir olumlama barındırmasının, onanmasının acizlik taşıyan suretinde yaşam edimi yerle yeksan edilmiştir çoktan. Altılı masa(l)ın sunduğu perspektif, o iktidarın tahayyüllerinin paralelindeki bir başka sağcı / pragmatist tahayyülle evrilirken, yolun bundan sonrasının her nasıl karanlığa rehin edildiği gören gözler için acı bir tecrübedir. Demokrasi edim ve pratiklerinde bir asırdır yerinde saya duran bir ülkenin var edeceği şeyin hepten ezberci, her dem tekrara düşen, lütuf gibi çıkarsamaların evrensel olan verili hakları dahi talan ettiği bir garabetlik hal olduğunu kanıtlar. Bugünün ülkesinde sunulan her şeyin bizatihi o tekrardan / tekrarlana tekrarlana bayatlayan bir argümanlar toplamı olduğu gözler önünde var edilendir. Israrcı bir kötülük, birbirinden beter madun siyaset aktörlerinin suna geldiği yahut da inatla devam ettiği körlükle birlikte, savunulan ve vaat olmaktan alıkonulan tüm o cerahatle bir ve beraber bir sene daha şimdiden eksiltmelerin kılınır. Ne hakkaniyet ne o eşitlik mevzu mesel olunandır. Ne demokrasi, ne hürriyet, ne laiklik, ne de hayatın biricik hali. Her şey, hemen her şekilde son sürat duvara toslamaya çabalayan ülkeyi bildirirken hala.
Silahlı Kuvvetlerin, PKK / HPG ile var ettiği çatışma ortamında kimyasal silah kullanımı iddiasının basına sızması sonrasında, bu iddiaların uluslararası anlaşmalar gereğince açık bir biçimde soruşturulmasına dair kelam ettiği için önce güdümlü medya, ardından da ol iktidar klikleri tarafından hedef kılınıp, tutsak edilmiş olagelen Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 11 Ocak günü yapılan karar duruşmasında önce 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılır. Daha sonrasında tahliyesine hükmedilir. Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı için verilen tahliye kararının ardından çok sayıda kişi Fincancı'nın tahliye edileceği Bakırköy Cezaevi önüne gitti. Fincancı, bekleyişin ardından cezaevinden tahliye edildi.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı için verilen tahliye kararının ardından çok sayıda kişi Fincancı'nın tahliye edileceği Bakırköy Cezaevi önüne gitti. Bakırköy cezaevi önüne girişler kapatıldı. Tahliye kararını sevinçle karşılayıp cezaevine gelen kitle, cezaevi girişine giden yolda bekleyişlerine uzun süre devam etti.
TTB Başkanı Fincancı'nın tahliye evrağı saat 17.00'ye doğru Bakırköy Cezaevine ulaştı. Avukatlar Fincancı'yı almak için cezaevine girdi.
TTB Başkanı Fincancı saat 18.00'e doğru cezaevinden çıktı. Fincancı'nın çıkışı coşkuyla karşılandı. Şebnem Korur Fincancı, kendisine desteğe gelenleri neredeyse tek tek selamlamaya çalıştı.
Fincancı şöyle konuştu:
"TTB'nin kapatılma tehdine gelirsek bu o kadar kolay değil arkadaşlar. Bugünkü duruşmada da gördünüz, Dünya Tabipler Birliğinin, Avrupa Daimi Hekimler Komitesinden meslektaşlarımız buradaydı. Bir ülkenin tabip örgütünü kapatmak aynı zamanda dünyayla ilişkileri tümüyle ortadan kaldırmaktır. Biz dünyada evrenselliğin temsilcisiyiz. Sadece bu sınırlar içindeki değil, dünyanın her yerindeki insanlar için, tüm canlılar için, yerküre için doğal insan hakları savunucularıdır. Dolayısıyla da onların hapsedilmesi örgütlerinin kapatılması söz konusu bile edilemez. Böyle girişimlerde bulunabilirler. Daha önce de bulundular ama sonunda ondan vazgeçmek zorunda kaldılar. Biz yine onların vazgeçmesi için bu mücadeleye devam edeceğiz."
"Şimdi cezaevi ile ilgili bir iki konuyu dile getireyim. Özellikle kadın koğuşlarında çok ciddi sıkıntılar olduğunu biliyoruz. Yurt dışından gelmiş ve burada tutuklanmış 25 yılla yargılanan kadınlar var içeride. Vatandaş olmayan insanlar bunlar, avukatları yok, paraları yok, hayatta kalabilmek için özelleştirilmiş ve ticarete araç edilmiş bu cezaevlerinde çok düşük ücretlerle çalışmak zorundalar."
"Sağlık hizmetlerine erişim kısıtlı. Kelepçeli getirilip götürülme, son derece rahatsız sevk araçları nedeniyle pek çok insan hastaneye götürülmekten kaçıyor."
"Bunun ötesinde de tabii ki tecrit çok ciddi boyuta ulaşmış durumda. Özellikle insanların birbirini görmesi engelleniyor. Yıllarca tecritte kalan, hiç kimseyi görmeden kalan insanlar var."
"Tüm canlılar için, üzerinde yaşadığımız yerküre ve evren için zararlı bu girişimlerin önünde durmak hepimizin sorumluluğu. O nedenle bu sorumlulukta yanımızda durduğumuz ve yol arkadaşlığı ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Bu süreçte anlamsız ve sevgili Nilgün Toker’in söylediği gibi saçma olan, her şeyin mümkün olabildiği düzende, biz yine de bundan kaygılanmayarak, bunun karşısında gerilemeyerek mücadeleye devam ediyoruz ve edeceğiz.Bu mücadelede yanımızda olan hukuku ortadan kaldırmış bir ülkede, hukukta ve adalette ısrar eden tüm avukatlarıma ve ayrıca Meclis’te bizimle yan yana duran ve sesimizi Meclis’te de duyurmaya çalışanlara ve elbette benim sevgili yol arkadaşlarıma Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na ve insan haklarını öğrendiğim arkadaşlarıma, hekimlik mücadelesinde yan yana durduğumuz, kendileri de baskılara maruz kalırken ne örgütü olduğunu da bilmediğimiz, örgüt üyeliğinden yargılanma tehdidi savrulurken dimdik bu mücadeleyi sürdüren yoldaşlarıma çok teşekkür ediyorum."
"Sevgili basın emekçileri. Öncelikle size dayanışmamız için teşekkür ediyorum. En başından beri, bütün baskılara rağmen haber yapmaya gayretiniz gerçekten çok kıymetli, onu ifade etmeliyim. Tabii haber yapamayanlar sesini çıkaramayan, onları da bir kenara koyuyoruz. Elbette bugün de duruşmada söyledim. Korkunun ecele faydası yok. Ne gördüysen hakikat neyse onu paylaşmak. Biz insan hakları mücadelesi yürütenlerin, hekimlerin sorumluluğu olduğu gibi sizlerin de bunu kamuoyuna iletme, sorumluluğu olduğunu unutmamak gerekiyor. Ve bu günler geçtiğinde sorumluluğunu yerine getirmiş ve getirmemiş olanları hep birlikte göreceğiz. O yüzden ben bu sorumluluğu yerine getiren de bizlerle dayanışma içinde olan bu mücadelede bize yol arkadaşı olanlara teşekkür ediyorum. Tabii ki Evrensel başta olmak üzere. Çünkü Evrensel gazetem, biliyorsunuz ki susturuluyor, sürekli cezalandırılıyor ama biz o cezalara boyun eğmiyoruz hep birlikte."
Ne Olmuştu?
Kamuoyu gündemine TSK’nın operasyonlarda kimyasal silah kullandığı iddialarına ilişkin TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın “kimyasal kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi ve Minnesota Sözleşmesi kapsamında bu iddiaların olduğu bölgelerde inceleme yapılmasının bir zorunluluk olduğunu” ve “bağımsız heyetlerin etkin incelemeler yapması gerektiğini” söylemişti. Açıklamasının ardından hedef gösterilen Fincancı ifade vermeyi talep etmiş olmasına rağmen 26 Ekim tarihinde gözaltına alınmış, 27 Ekim tarihinde ise tutuklanmış ve Ankara’ya nakledilerek Sincak Kadın Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Tutukluluk kararına 582 avukat itiraz etmiş, mahkemece ‘tedbirin orantılı olduğuna’ karar verilmişti. Fincanı'nın yargılandığı davanın ilk duruşması 23, ikincisi 29 Aralık'ta görülmüştü. Fincancı için bugün (11 Ocak) görülen üçüncü duruşmada tahliye kararı verildi.”
Tümüyle eksiltme hallerinin her nasıl var edildiğine dair önemli bir pratiktir, her şeyden önce bir hekim ve insan hakları savunucusu olagelen Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya reva görülenler. Bütünüyle, tarafgir olunan anlaşmalara atıfla, ortaya saçılmış ola gelen ol şiddet içeriklerinin / yıkıcı ne olduğu belirsiz kılınan bir savaş aparatının sorgulanmasında kırmızı çizgilerin harekete geçirilmesidir mesele. Cenevre Sözleşmesinin altında imzası bulunan bir ülkenin var ettiği (ihtimal dahilinde) eylediği o cürmün hesabına dair en ufak bir tahayyül, sorgunun cezaevi ile onurlandırılmak olduğu sunulur. Kamunun daimi bir hal ve istemle devletlinin suna geldiği kısıtlandırılmış, dezenformasyon ihtiva eden bir savaşın detayları ortaya döküldükçe bu meselin sadece gerilla, silahlı kuvvetler savaşı ya da çatışması olmadığı afaki bir sonuca ulaşır. Geldiğimiz odakta, Fincancı özgürdür lakin, sorgulanması gerekli olan hiçbir şeye en ufak bir yanıt verilmeye tenezzül edilmediği de bir gerçektir. Bir asırdır sürdürülen kimliksizleştirme ve kırk küsur yıldır devam eden nihai bir sonucun olmadığı düşük yoğunluklu savaş halinin bugünün ülkesinde halen canlı bir yıkımı ihtiva ettiği gözlerden kaçırılır. Oysa gerek Fincancı, gerekse de bu ülkede Kürd Sorunu ve dahilindeki bu yıkıcılığa karşı verilen seslerin / itirazların yekunda bir hal, bir sulh / bir gelecek pratiğine zemin açması gerekirdi. Kırk küsur bin insanın can verdiği, sayısı belirsiz kılınmış bir karşı taraftan insanın canının yok edildiği, katledildiği ya da tersi silindiği, izinin dahi konulmadığı bir karanlıktan sonra, hala aynı kötülüğe devam denilemesinin sorgulanması, itiraz etmek tefe konulmak istenir. Başarılmış mıdır, tersi midir bilinmez lakin, ölümler, hep ölümler ile kendisine yol / güzergah çizmeye devam diyen ülkenin utanç dolu mazisine yeni ekler var edilmektedir, iyi de bunca acıyla, yeni bir yüzyıl söz konusu edilebilir mi?
Gazete Duvar'dan bir haber aktaralım: İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), 2023 raporunu açıkladı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu yılki raporunda Türkiye’deki durumu ifade özgürlüğü, kadın hakları, muhalefete baskı ve LGBTİ+ hakları gibi başlıklar altında inceledi. Türkiye bölümünün giriş kısmında, 2023’ün ilk yarısında yapılması planlanan seçimlere atıfta bulunuldu. Seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 'otoriter hükümetinin düzenli olarak hükümet karşıtı olarak algılanan kişileri hedef aldığı, medya ve yargı üzerinde güçlü denetim uyguladığı' tespitine yer verildi.
VOA Türkçe'nin aktardığına göre raporda, Türkiye’de yazılı basın ve özel televizyon kanallarının hükümetle yakın ilişkileri bulunan şirketlerde olduğu ve bu durumun haber ve yayın içeriklerine de yansıdığı belirtildi. Türkiye’de bağımsız medyanın daha çok online platformlar aracılığıyla faaliyet gösterdiği ancak yetkililerin düzenli olarak eleştirel içeriğin kaldırılması talebinde bulunduğu kaydedildi.
Türkiye’de yürürlükte olan terörle mücadele yasası kapsamında gazeteciler hakkında kovuşturma açıldığı belirtildi. Rapor hazırlandığı sırada Türkiye’de en az 65 gazetecinin ve medya çalışanının yargılama öncesi gözaltında olduğu ve yaptıkları gazetecilik ya da medya bağlantısı sebebiyle terör suçlarından hapis cezası aldıkları belirtildi.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi'nden Çekilme Kararı
Raporda toplanma özgürlüğü başlığı altında da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadın hakları yürüyüşünün yasaklandığı belirtildi. Raporun kadın hakları bölümünde Türkiye’nin 2021 yılında, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Avrupa Konseyi Kadınlara Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Yasası’ndan çekildiği hatırlatıldı. Kadın hakları örgütleri ve muhalif siyasi partilerinin yaptıkları itirazın ardından da Türkiye’de yüksek mahkemenin sözleşmeden çekilme kararının kanun çerçevesinde olduğuna hükmederek tartışmalı bir karar aldığı belirtildi.
'Kavala Davasında AİHM Kararlarına Uyulmadı'
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporunda, hükümeti devirmeye teşebbüsle suçlanan ve tutukluluğu hala devam eden işadamı Osman Kavala davasına da yer verildi. Osman Kavala’nın 2017 yılından bu yana keyfi şekilde gözaltında tutulduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kavala aleyhinde çok sayıda kamuoyuna yönelik konuşma yaptığı ve davanın Türkiye’deki mahkemeler üzerindeki “yüksek düzeyde siyasi denetimin olduğunu gösterdiği” tespitine yer verildi.
Kavala ve Gezi davasında yargılanan diğer kişilerle ilgili kararlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararının uygulanmaması sonucu Türkiye hakkında Avrupa Konseyi’nin ihlal prosedürü başlatmasının hiçe sayıldığı vurgulandı.
'Meşru Siyasi Faaliyetler Nedeniyle Hapis Cezası Aldılar'
TBMM’de 56 sandalyeye sahip HDP’nin eski milletvekillerinin ve belediye başkanlarının cezaevinde olmaya devam ettiği ve bu kişilerin konuşma ve sosyal medya paylaşımı gibi şiddet içermeyen meşru siyasi faaliyetleri sebebiyle terör suçlarıyla suçlanarak hapis cezası aldıkları belirtildi. HDP eski eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ bu kapsamda değerlendirildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin derhal serbest bırakılmasına ilişkin kararı olmasına rağmen Demirtaş’ın hala cezaevinde olduğu kaydedildi. HDP hakkındaki kapatma davasının da Anayasa Mahkemesi’nde olduğu vurgulandı.
'Erdoğan, Nefret Söylemini Destekliyor'
Erdoğan hükümetinin 2023 seçimleri öncesinde gittikçe artan bir dozda ve toplumu da kutuplaştıracak şekilde LGBT İ+ karşıtı nefret söylemini desteklemeye hazır olduğunu gösterdiği görüşü raporda yer aldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun en az beş kez doğrudan LGBTİ+ karşıtı içeriğe sahip konuşmalar yaptığı belirtildi.
Raporun Suriye bölümünde ise Türkiye ile bilgilere de yer verildi. Suriye'deki güvensiz ortama karşın Türkiye ve Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin 2022 yılında ülkelerine dönmeye çalıştığına dikkat çekildi. Türkiye'de yaklaşık 4 milyon Suriyelinin bulunduğunun anımsatıldığı raporda, geçen yıl içerisinde özellikle göçmen karşıtı ve göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi yönünde söylemlerin arttığı kaydedildi. Raporda, "Göçmen karşıtlığının bu denli arttığı bir ortamda Türkiye, yüzlerce Suriyeliyi hukuka aykırı bir şekilde sınır dışı ediyor" denildi.”
Yeni bir yılın ilk ayını ortalamadan bu yukarıdaki cürümlere yenileri, yepyeni açılardan çıkagelen cerahatli tahayyülleri var eder bu ülke! Bir fasit döngü dahilinde yaşamın her anlamda kuşatılmasının zaruri kılınmış pratikler eliyle yeniden biçimlendirilmesi söz konusu edilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün sunduğu sadece görünenden bir yüzey, bu sayfa gibi nicesinde sıklıkla dile getirilen, anılan ve bildirilmeye çalışılanın suretidir. Hak, hukuk ve adalet tahayyüllerinin boşa düşürüldüğü, itiraz edenin önce sopa, biber gazı ya da darba maruz konulduğu, işinden mesleğinden olmakla tehdit edildiği, susturulması hiç ama hiçbir türlü var edilemediğinde uydur kaydır, kes yapıştır iddianamelerle önce güdümlü yargının önüne atılıp, yok yere tutsaklar kervanına eklendiği yerde hangi umudu nereye kadar var edebilirsiniz ki?
Kendi dibin doğru göçmeye devam ederken bir ülkenin o yönetim katının, şu alternatifiz biz diye çıkagelen diğerlerinin, bütün o madun siyasetçiler kumpanyasının elinde kalakalan bir oyuncak kılınmış ülke, bir de denekliği tescillenmiş bir yurttaş figüratifi kalmıştır. Hiçbir şeyin vaktinde bildirilmiş olagelen birer yaraya dönüşmeden önce anlatılmaya çalışılan hiçbir sorunun çözülmediği, çözümsüzlük ve daimi bir kısır döngü içinde unutturulmaya çalışıldığı zeminin hakikati bizleri bekliyor bir kere daha. Bütün bu patavatsızlık halleri içinde hakkın / hukukun çalınmasının hezimeti ne olacaktır ki bir duvara toslamaktan gayri. Daha yeni Türkiye İşçi Partisi’nin vekili Atay’ın on altısında uğradığı işkence yeni öğrenilebilmişken, daha henüz Fincancı hoca gibi nice insan hakları savunucusunun, siyasetçi ve gazeteci ve sıradan yurttaşların tutsaklığı hala bir hakikatken nedir yani nereye varır ki bir ülke?
Yeni yüzyıl fasaryası içinde duraksanmadan militarizm alkış kıyamet bir yönetim biçimine dönüştürülürken ol milliyetçilik, şu ırkçılık bir tavrın, duruşun ta kendisine indirgenirken, baştaki ayrı sondaki ayrı lağım ağızlarla hakaretlerini yağdırmaya devam ederken, her şey geçen sene, ondan evvelki senenin formunda ilerlemeye devam ederken, bir çürümenin ortasında mıh gibi kalakalmışken bir yerde, umudu ne yaşatacaktır! Umut her zamankinden de pek bir halde yerle yeksan olunurken, cerahat, cürüm ve ceberut olagelen devletin suna geldikleri ile yaşatılanlar arasında uçurum her gün derinleşirken, sahiden bir yeni yüzyıl söz konusu edilebilir mi? Umut ne haldedir, hakkaniyet ne! Söz ne haldedir, hak ne haldedir, sorgular mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Şebnem KORUR FİNCANCI’nın Tahliyesinden – Fatoş ERDOĞAN (@puleragema) – Dokuz8Haber (@dokuz8haber)
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Karanlık Kuşatması...
Tumblr media
Bir yazgı, bariz bir kadermiş gibi bu coğrafyanın her gününde belirgin bir karanlık ile baş başa konuluyor insanlık. Tüm dönüşüm, vahim olanın sınırlarına demirleyen insanlık için behemehal yepyeni sınavları bildiriyor. Erk, muktedir, iktidar klikleri, burada şurada veya beride yönetimler eliyle bu katran karanlığının cismani hali kalıcı kılınıyor her an, hemen her dem bambaşka temsillerle birlikte. Cürüm bir istikamet dahilinde yol çizgisi eyleniyor artık. Cerahat mihmandar addediliyor. Kötülüğün en denenmiş hallerine yeniden ve illa ki bir biçimde başvurularak kurulan / kurumsallaştırılan cinai hal, toplamda bariz o aralıksız vahamet tablosunu güncelliyor. Buna vesile kılınıyor. Bilcümle hayatın ehvenden ayrımı var ediliyor her gün biraz daha açık. Her gün biraz daha aleni bir gayretle bütünlüklü ve entegre olarak. Bir dönüşüm belirgin bir devinim halini ezberci, yerle yeksan etmeye hep teşne bir akılla var eder devlet / devletler. Bugünün dünyasının suna geldiği her türden ol müşterek hakkın hakkaniyetsiz bir biçimde alt edilme meselesidir odaklanılan. Zifiri tam kapkaranlık bir ortamda, devam olunan seyrüseferin var edeceği tek şey kıyamettir oysa, insan elli kıyamet.
Bütünüyle dönüşüm diye çıkagelen şeyin bariz bir eksiltme sistematiği olduğu artık ama ve fakatsız ortadadır. Cerahat kutsanır oldukça ortaya çıkan kıyamet figürü de kesintisiz bir halle devam olunan bir eylemselliğe dönüşür. İnsan insanın kurdudur bahsinin hemen karşılığına denk düşen eylemler, var edilmiş göz korkutucu hamleler, aralıksız şişirilerek güncellenen nefret edimiyle, pompalanmaya devam eden ırkçılık ile bir düzlem olduğu gibi çöküşlere mahkum edilir. Bir asra yaklaşmış olan demokrasi deneyimini sonsuz bir biçimde sakatlamaya devam diyen, onarılmayacak kadar çürümeye rehin etmeyi hala ve hala matah addeden bir aklın tezahürü her günün kıyamet kılınmasının da köşe bentlerini bildirir. Daha geçtiğimiz günlerde var edilmiş Amedspor’un sahadaki mücadelesini alt etmek için ortaya atılan cerahatli tavır, Kürd’e karşı savunula gelen nefret bunun bir açık yüzeyidir. Her durumda nefretten medet umulan, bununla bir istikamet belirlenmeye devam olunan, buna çabalanan bir zeminde cehennem zaten her güne yapışıp kalmıştır ki o cerahate hala yer vardır, hala sineye çekilendir, hala üstünkörü geçiştirilendir.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Afyon İl Jandarma Komutanı Yılmaz Kırgel'in bugün saat 19.00’da Hes İlaç Afyonspor’la karşı karşıya gelecek olan Amedspor’a karşı kışkırtıcı ifadeler kullandığı görüntüler gündem oldu.
Müsabaka öncesi Afyonsporlu oyuncuların antrenmanını ziyaret eden Kırgel, “Gönlümüz sizlerle. Sizin işiniz futbol oynamak. Siz de onu gerçekten güzel yapıyorsunuz. Geri kalanı bize bırakın. Gerçekten Afyon’un sizin kazanmanıza ihtiyacı var. Hele hele Mersin’de yaşadığımız o terör eyleminden sonra gönlümden geçeni söylüyorum: Şöyle bir 5-0 eze eze yenerseniz, buradan onları göndeririz” dedi.
Kırgel'in bu sözleri Hes İlaç Afyonspor'un resmi twitter hesabından yayınlandı. Söz konusu paylaşım tepkilerin ardından silindi.
'Sözlerim Maksadımı Aştı'
Kırgel, gelen tepkilerin ardından "Maksadımı aştığını anladığım sözlerimin yanlış anlamalara sebebiyet vermesinden dolayı duyduğum üzüntüyü ifade ederim" açıklamasını yaptı.
Kırgel, yaptığı yazılı açıklamada, stadyumda bulunduğu sırada oyuncular ile arasında geçen sohbetin izni ve bilgisi olmaksızın kaydedildiğini belirtti.
Kırgel'in açıklaması öyle: "Maksadım sporcularımıza devletimizin tüm güvenlik unsurlarının maçın ruhuna yakışır şekilde gerçekleşmesi ve sonuçlanması için görevi başında olduğunu anlatmaktan, sporun ruhuna yakışmayacak herhangi bir olumsuzluğa sebebiyet vermemeleri gerektiğini ifade etmekten ve maçla ilgili motivasyonlarını artırma gayretinden ibarettir. Bir futbol karşılaşması üzerine kendi aramızda yaptığımız sohbetin bu noktaya çekilmesinden ve maksadımı aştığını anladığım sözlerimin yanlış anlamalara sebebiyet vermesinden dolayı duyduğum üzüntüyü ifade eder, müsabakanın sporun ruhuna uygun centilmenlik içerisinde geçmesini dilerim."”
Katran karanlığının her nasıl bir memleketi kuşattığına dair yetkin bir örnektir tek başına ol Kırgel efendinin var ettiği. Bir spor müsabakasını, taarruz yahut da savaş sahnesinin ta kendisine dönüştürmek için alttan verilmiş mesajın, Kürdü yeniden düşman bilmenin ve had bildirme cüretinin sunduğu cerahat kendiliğinden o korkunç karanlığı göstere gelir. Bay komutan için bunlar basit, kendi aralarında konuşmaya devam edecekleri mesellerdir. Ne de olsa ötekisi onlar için herhangi bir şeydir. Eşyanın tabiatına uygunlukla apoletlerin verdiği özgüvenle birlikte bir halkı hedef kılmanın nesi mesele edilebilir ki değil mi? Ol maksat aşıldı lafzının sadece ve sadece duyan, gören oldu artık kısmından ileri gelmesini ne yana bırakabiliriz ki sahiden? Cerahat ile bütünleşik kılarak hayatın ehvenini sürekli olarak yerle bir ederek, nefretten gayrısını tahayyül dahi etmeyerek hangi güzel güne varılır ki? Kimsenin sorgulamayacağı, dahası maçı oynayanlar dışında kimsenin belki de haberdar olmayacağı bir maç savaşa dönüştürülmesinin neye faydası olacaktır ki? Ki o maç boyunca, Allah tektir, ordusu Türktür gibi bir akıl tutulması pankarttan nice ayrımı var eden “Hayatta yegane varlığım ve servetim Türk olarak doğmamdır” bahsine sanki o mücadele eden takımı temsil ediyormuş gibi PKK dışarı laf salatasına her şeyin birbirine karıştırıldığı bir zeminde kim nasıl doğruyu fark edecektir, bu ayrım, bu hiddet, bütün bu kör karanlıkla gönenç kılınan insanların yurdunda, nasıl, ne zaman, ne şekilde? Diyarbakır Barosu suç duyurusunda bulunur, pekiyi bundan Adalet makamı bir sonu�� tüm o ayrıma karşı nihai bir karar, hüküm bildirecek midir, mesele ortadadır.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Jîna Mahsa Amini için sokağa çıkan kadınlar, "Bu yaygın itiraz ve birliktelik çürümüş hakimiyeti derinden sarsmıştır. Özgür yaşayacağımız bir dünyayı mücadelemizle yaratacağız" dedi.
İran’da “ahlak polisi” tarafından işkenceyle katledilen Jîna Mahsa Amini için sokağa çıkan kadınlar, birçok kentte açıklama ve yürüyüş gerçekleştirdi.
Ankara
Ankara Kadın Platformu, Sakarya Caddesi’nde bir araya geldi. Ancak açıklamayı engelleyen polis, 9 kadını darp ederek, gözaltına alındı. Polisin saldırı ve gözaltına rağmen kadınlar, “Jin jiyan azadî” sloganıyla Yüksel Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Polisin saldırısı ve gözaltısına bu esnada bir kadın, “Dinci ve gericilerin eylemlerine müdahale etmeyip bize saldırıyorsunuz” diyerek tepki gösterdi.
Yüksel Caddesi’ne varan kadınların açtığı “Kadın dayanışması sınır tanımaz” pankartını yırtan polis bir kez daha saldırdı. Saldırı esnasında ekip aracına bindirilen Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekilli Semra Güzel’in danışmanı Ebru Özel, daha sonra serbest bırakıldı.
Eylem sırasında gazetecilerin görüntü alması da engellenmek istendi.
Kentte etkili olan yağışa rağmen eylemlerini sürdüren kadınlar, buradan geçtikleri Meşrutiyet Caddesi’nde açıklama yaptı. Son olarak Mülkiyeliler Birliği’ne geçen bir grup kadın, burada kısa bir açıklama gerçekleştirdi. Kadınlar, Jîna Mahsa Amini için “ses çıkarmaya” devam edeceklerini vurguladı.
Gözaltına alınanlar arasında bulunan 4 İranlı kadının, işlemlerinden sonra Geri Gönderme Merkezi'ne gönderileceği belirtildi.
Mersin
Mersin Kadın Platformu, Alanya Sokağı girişinde açıklama yaptı. Kürtçe, Türkçe ve Arapça “Jin jiyan azadi” ile “Katledilen kadınlar isyanımızdır” sloganları atan kadınlar, Jîna Mahsa Amini’nin fotoğrafının yanı sıra “Hepimiz Mahsa Amini’yiz” pankartı taşıdı. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mersin Milletvekili Fatma Kurtalan’ın da katıldığı açıklamada konuşan Ceren İnan, İran’da direnişin başladığı günden bu yana 200’den fazla kişi yaşamını yitirdiğini, en az 5 bin kişinin ise tutuklandığını aktardı.
Türkiye’nin İran’ın uzağında olmadığını ifade eden İnan, şöyle devam etti: “Siyasal İslam’ın yaşamımız, haklarımız, bedenlerimiz üzerindeki kadın düşmanı politikalarını, İran dinci faşist molla rejiminin kadın düşmanı politikalarından tanıyoruz. Tek adamlar ve tek adamların rejimleri dünyanın her yerinde kadın düşmanlığıyla iktidarlarını kuruyor. Ama nafile çünkü karşılarında onlara kafa tutan, susmayan, itaat etmeyen en büyük güç yine kadınlar. Bize dayatılan ahlakı, hapsetmeye çalıştıkları aileleri, mecbur etmeye çalıştıkları güvencesizliği, maruz bıraktıkları erkek şiddetini tepe taklak edecek güce sahibiz. Bugün İran’da yarın her yerde dünyayı yerinden oynatacağız.”
Açıklamanın ardından kadınlar, saçlarını keserken İran ve Rojhilat’ta direnişlerini sürdüren kadınlara destek verdi. Eylem, söylenen Arapça şarkı eşliğinde sona erdi.
Hakkari
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Kadın Meclisi, parti binası önünde açıklama ve oturma eylemi gerçekleştirdi. Eyleme, Hakkari ve Yüksekova Barış Anneleri Meclisi, Tevgera Jinên Azad (TJA), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Hakkari Şubesi’nin yanı sıra çok sayıda kadın katıldı. “Kadınların zafere yürüdüğü yüzyılda, dikta rejimlerine boyun eğmeyeceğiz” pankartı taşınan açıklamada, Amini’nin fotoğraflarının bulunduğu dövizler ile kadınların kesilen saçlarının yapıştırıldığı ağaç dalı taşındı.
Açıklamayı yapan HDP Merkez İlçe Eşbaşkanı Sinem, “Şu iyi bilinsin ki, kadınlar başta olmak üzere ezilenlerin mücadelesi ve direnişi engellenemeyecek. Şuan dünyanın her yerinden alanlarda kadın mücadelesini büyüten ve İran’da direnen kadınlara ve bir kez daha selam olsun” ifadelerini kullandı. Açıklamanın ardından oturma eylemi yapıldı. “Jin jiyan azadî” ve “Biji berxwedana jinan” sloganlarının atıldığı eylem, söylenen şarkılarla sona erdi.
İstanbul
İstanbul’da Kadınlar Birlikte Güçlü, Kadıköy Eminönü İskelesi önünde bir araya gelerek protesto eylemi düzenledi. Eylem öncesi Kadıköy’ün birçok noktasına ve eylemin yapılacağı yere polis tarafından barikat kuruldu. Ancak barikata rağmen binlerce kadın bir araya gelerek, “Jin, jiyan, azadi”, “Nan, kar, azadi”, “Zen, zedengi, azadi” sloganları atıp, “Jin, jiyan, azadi”, “Kadın yaşam özgürlük”, “Diktatöre ölüm”, “Diktatör İran” ve “Mahsa’dan sonra her şey bir saç teline bağlı” dövizleri taşıdı.
Açıklamayı okuyan Emekçi Kadınlar (EKA) üyesi Delal Erol, “İran sokaklarında ‘Jin, jiyan, azadi’ sesi yükselirken direniş de büyümeye devam etti. İran İçişleri Bakanlığı, ‘İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi tarafından emredildiğini’ söylediği bir soruşturma kararını açıklarken, aynı anda protestoya katılanlar bir bir gözaltına alındı. İran rejimi Kürt halkının yoğun yaşadığı bölgeler başta olmak üzere halkın üzerine ateş açmaya, saldırmaya başladı. Direniş başladığından bu yana 200'den fazla kişi hayatını kaybederken, en az 5 bin kişi İran rejimi tarafından tutuklandı. Tutuklananlar arasında 16 basın mensubu da bulunmakta” dedi.
Kadınların şeriata göre dizayn edilmeye ve kadınların iradesinin yok edilmeye çalışıldığını belirten Erol, “Mahsa’nın katledilmesi tüm dünyada erkek devlet şiddetine karşı mücadele eden biz kadınların öfkesi oldu. Çünkü aynı erkek egemenliğini, aynı erkek şiddetini yaşadığımızı biliyoruz. İran rejiminin dayatmalarına benzer ahlak dayatmalarına maruz kalıyoruz, hayatlarımız giderek kısıtlanıyor. Hayatlarımızdaki şiddet sarmalı İran’da da Türkiye’de de bizzat erkek devlet tarafından örgütleniyor. Bugüne kadar kazandığımız hiçbir şey, bizlere egemenler tarafından bahşedilmedi. Hepsini yaşamlarımız pahasına mücadele ederek ellerimizle kazandık. Şimdi bizleri tahakküm altına alan erkek egemenliğine karşı tüm dünyada birlikte yükselteceğimiz kadın mücadelemizle özgürlüğümüzü kazanacağız” diye belirtti.
Eylemin ardından kadınlar saçlarını kesti. Daha sonra, İran müziği eşliğinde dans eden kadınlar, “Jin jiyan azadi” sloganıyla eylemi sonlandırdı.
Diyarbakır
Dicle Amed Kadın Platformu (DAKAP) da, Dünya Kavşağı’nda gerçekleştirdiği eylemle Jîna Mahsa Amini’nin katledilmesini protesto etti. “Jin jiyan azadi” pankartı açan kadınlar, “Yaşasın kadın dayanışması” ve “Jin jiyan azadî” dövizleri taşıdı. “Kadınlara değil katillere barikat”, “Yaşasın kadın dayanışması” ve “Jin jiyan azadî” sloganı atan kadınların yürüyüşünün polis tarafından engellenmesi üzerine burada açıklama yapıldı.
Açıklamayı yapan HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Gülistan Atasoy, yürüyüşün engellenmesine tepki göstererek, “Buradan Diyarbakır Valiliği’ne soruyoruz: Koruma kararına rağmen katledilen kadınlar neden korunmadı? Kadın tecavüzcüleri ve tacizcileri kol gezerken kamu düzenini sağlamak için neler yapıyorsunuz? Genç kadınlar üzerinden özel savaş politikaları ile fuhuşa zorlanılan kadınları korumak için kamu düzenini nasıl sağlıyorsunuz? Uyuşturucunun Diyarbakır’da 9 yaşa kadar indiği bir kentte kamu düzenini sağlamak için neler yapıyorsunuz? Bozulanın kamu düzeni olmadığını çok iyi biliyoruz. Bozulan, sizin erkek iktidar sisteminiz. Bunu hepiniz çok iyi biliyoruz ve evet korkmaya davam edin, sizin o tekçi, kadın düşmanı, militarist iktidarınızı bugün engellemeye çalıştığınız bu kadınlar yıkacak” dedi.
Atasoy, İran’da kadınlar öncülüğünde gelişen mücadeleyi tarihsel olarak niteleyerek, şöyle dedi: “Dicle Amed Kadın Platformu olarak bugün burada yürüyerek isyan eden kadınların çığlıklarını daha fazla duyurmak ve kadınların özgürlük mücadelesindeki kararlılığı bir daha göstermek için bir araya geldik. Ama Diyarbakır Emniyet ve Valiliği keyfi bir biçimde bize bu yürüyüşün kamu düzenini bozacağını söyleyip, binlerce polisi buraya yığdı. Ne olursa olsun kadınlar özgülüklerine sahip çıkacaklar, kadınlar geleceklerine sahip çıkacaklar. Her hâlükârda bugün ve bundan sonrada bu mücadeleyi daha kararlı bir biçimde tüm bedellerine rağmen devam edeceğiz.”
Bir yazgı gibi, karanlık dört bir yanda var edilirken, onca kuşatma, bir dolu hakkaniyet yıkıcı hale, dönüştürmek ve anlamak yerine sessizleştirme gayretine rağmen kadınlar ses verir yeniden. İran’dan Türkiye’ye, buradan şuraya her anlamda zaruri bir dönüşüm, illa ki devletlinin gerek gördüğü hal diye dayatmaların birbiri peşi sıra bina olunduğu, canlar söz konusu olduğunda paldır küldür çalınabildiği bir yerde, hukuksuzluk ve bayrakların örte geldiği cinayetler silsilesi karşısında bir itiraz var edilir. Türkiye’de Bakur Kürdistan ekseninde var edilmiş olan hak tanzimi için eylemler gibi, İran’da, Rojhilat’da var edilmek istenen şey de o kadar anlamlı bir reddiye halidir. Devlet, devletlinin suna geldiği yıkıcılık karşısında sözle, eylemle, eyleyerek bir tek doğrunun o da insani müşterek olana dair bir direniş sergilenir. Yerle bir eden, kuşatan, dışlayan, ezberlerle köşeye kıstırmaya ant içen, dönüştürdüğü kısmı yeterli görmeyip daha ağır zulümleri var etmeye teşne olan, olagelen iktidar pratiklerine karşı kadın, yaşam ve özgürlük nidası herkesi, belki de dünya genelinin handiyse tamamı için de bir ussal uyanış meselesi olarak can alıcı bir halde var olmaktadır. Mahsa Amini sonrasında, yüz kadar insanın resmen katledildiği, dahası anbean, günbegün yepyeni kırımlara imza atılabilecek bir yere dönüşen İran ölçeğinden, her durumda bir yıkım cenahı halinde kendini yükseltmeye devam eden yeni Türkiye nam sahaya, birlikte ezilenlerin mücadelesi ya hep beraber kazanacaktır, ya hep beraber bütün o ihtimalleri yerle yeksan ederek, yerle bir olacaktır. Bulunduğumuz araf bunun tezahürünü barındırandır.
Kesin, kati, bütün anlamlarıyla birlikte hayatın kuşatılması, kötülüğün bir normatif haline indirgenmesinin refakatinde var edilir. Buna teşne olunur. Cerahat bir öyle bir böyle ama her dem güncellenerek kurgudan öte hakikat kılınmaya çalışılırken derman aranmasın hiç bulunmaya çalışılmasın istenir. Karanlık sanki bir yazgıymış gibi yeknesak makamdan bu sahnenin her gününde, bu coğrafyanın köşe başlarında yöneten katı sayesinde bir demirbaş kılınmaya çalışılıyor. Yok yere değil, arasız, fasılasız bir halde yinelene gelenler birbiri peşi sıra icrasına düşülen hamlelerle hayat o karanlığın esiri kılınmaya çalışılıyor. Bir yanda ilerleme, bir yandan modern zamanlar denilirken hiç olmadığı kadar yalın bir geçen, geçmişin sularında ilerlemeye çalışılıyor. İyi de bunca kötülüğün, kör karanlığın bir biçimde karanlıktan menkul bir çağın dipsizliğine karşı müşterekler nasıl muhafaza edilecektir. Düşünmeden, sorgulamadan, sormadan, tahayyül edilen karanlığa itirazı var etmeden hangi gün iyi olabilir ki? Hayat istemi, tahayyül ve görüşlerin yerle bir edilme istemiyle kuşatıldığı yerde, karanlık lafta değildir, artık anlıyor muyuz? Bütünüyle dünya dediğimiz yaşadığımızı varsaydığımız kürenin artık pirüpak masmavi, tozpembe hayaller ihtiva eden, muktedirin es kaza olur verdiği kadar özgürlüklerin yaşatılabildiği bir sahne olmadığını anlamak için daha kaç sınama lazımdır, sahiden elzemdir, sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: In The Name Of Hope – Khamoosh v/Mohit.art
5 notes · View notes
seslimeram · 4 years ago
Text
Nefret Meseli
Tumblr media
Bir nefret dili kuruluyor. Kesintisiz bir biçimde hiddetle, kinle, deli saçması olduğu biline biline bir menzilde yaşam / sıradana ait olan nefretle kuşatılıyor. Mot-a-mot biteviye ülke, saha, alan yaşamla bağlarını kopartıyor. Devri sabık muktedirin türettiği her eylem her im her karar bir kez daha o nefreti güncelliyor. Devletin dünkü klikleri ile bugününün birbiri ardına birleştirildiği bir uzam böylesine açık / bu kadar kesintisiz bir devamlılık halinin ol ortasında nefreti sıradana pay ediyor. Bir uzam çürümenin rotasında ilerlerken, seksen üç milyondan muktedirin avenesi olanlar dışındaki ol %99’una bütünlüklü bir çürüme hali ve istenci sunuluyor. Bir memleket denilen çukur nefret dilinin refakatinde herkesi içine çekiyor, yeriyor, yutuyor. Düzen, muktedirin tahayyülü doğrultusunda, açık bir biçimde ol hayat hakkını deneylere tabi tutuyor. Her deney, bir başka nefret tahayyülünün önsözü ile var ediliyor. Bu kadar girift, bu kadar derinlikli olan bir yıkım silsilesine haiz olan şu menzilin yönelimi artık o nefreti kitlesel kıldıkça, her bir müştereği zehirleyebildikçe bir yeni ülkeden bahis açılabiliyor, yeni her ne demekse?
Muktedir ve avenesinin son haftalarda var ettiği ve hedefe koyduğu her temsil, hemen her kimlik / durum / duruş bu yeni denilenin aslında ne kadar eskinin bağnazlığında boğulma gayretine rehin ediliyor bunu açık ediyor. 8 Mart Emekçi Kadınlar Gününe girerken açığa çıkagelen tahakküm / tehdit dili ve olanca hızıyla nefretin / yönetim katından çıkagelen ol eylemselliğin biçimsiz değil doğrudan bir cins kırımı var ettiği sahnede her şeyin ama her bir şeyin birbirine karıştığı yer hakikat kılınır. Tümden, bariz ve kesin, sabit kılınmış olan nefret tahayyülü, onlarca kadının salt birkaç ay içerisinde katledildiği bir zeminde bütün o sorguyu, buna dur diyebilme halini imkansız kılmak ister. Muktedir kendi cerahatini, her yerde karşımıza çıkagelen neoliberal, kapitalist ve çürüttükçe varlığını muhafaza eden ve ettirilen egemen olma haline devam ettirmek için yıldırıyı devreye sokar. Bütünlüklü bir nefret tahayyülü artık gizlenmeden, her durumda olduğu gibi kadını da / çocuk, genç ve yaşlısı ayırt edilmeden güncellenir. Memleket memleket olabilseydi şayet bütün bunlar, onlarca kez yazılmış olan erk / erkek egemen tahakkümün kendi söyleyip kendi çaldığı vecizlerin birer yıkıma, bariz birer kırıma dönüştüğü anlaşılabilirdi. Seksen üç milyondan kopa gelen avazın yankısına, kadınların başta İstanbul olmak üzere sunduklarına kayıtsız kalınmış her dakika, ortaya karışık insan hakları eylem planı bahisleri ortadayken arasız, fasılasız ne hale dönüştüğünü menzilin bildirir, böyle bir yerde hayat ne haldedir?
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “TBMM Genel Kurulu'nda kadına yönelik şiddete dair araştırma önergesinin görüşmeleri sırasında sert tartışmalar yaşandı. CHP Milletvekili Sera Kadıgil, AKP Grup Başkan Vekili Muhammet Emin Akbaşoğlu'na "Böyle bir günde herhangi bir bıyıklıyla muhatap olmak istemiyorum" dedi.
KEFEK CHP Grup Sözcüsü Sera Kadıgil, muhalefet partilerinin verdiği onlarca önergenin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesine rağmen AKP’nin kadına yönelik şiddetin araştırılması için verdiği önergeye kabul oyu vereceklerini belirtti.
Kadıgil, "Elbette biz halka faydası dokunacağını düşündüğümüz bir öneriyi kimden gelirse gelsin kabul etmekle mükellefiz. O nedenle kadına yönelik şiddetin neden olduğunu ve nasıl çözüleceğini aslında çok net bilsek de bu araştırma teklifine evet diyeceğiz" dedi.
Kadıgil konuşmasına, AKP’li Nergis’in kadın cinayetine dair sözlerinin gerçek olup olmadığını sorarak devam etti.
Kadıgil, KEFEK Başkan Vekili Hülya Nergis’in “Erkekler kadınlardan daha fazla öldürülüyor ama haber olmuyor” sözlerine açıklık getirmesini istedi. Kadıgil “Sayın Nergis, hangi erkek eve 12.00’de geldiği için, evine ekmek götüremediği için karısı tarafından tarafından öldürüldü, açıklar mısınız” diye sordu.
Sorusuna Nergis'in değil de AKP Grup Başkan Vekili Akbaşoğlu’nun yanıt vermesi üzerine yeniden kürsüye çıkan Kadıgil, "Böyle bir günde herhangi bir bıyıklıyla muhatap olmak istemiyorum" dedi.
Kadıgil, şunları söyledi: "Bir sataşmaya daha ben burada mahal vermeyeceğim çünkü çıkıp bu kürsüde bir erkeğin daha kadınlarla ilgili ahkam kesmesini istemiyorum. Sizden sonra gelecek kadın konuşmacıların kürsüye gelmesini ve onlarla tartışmayı gerçekten çok istiyorum.
Ne anladınız bilmiyorum benim yaptığım konuşmalardan ama konuşmaarı anlıyor olsaydı AKP'nin grup başkan vekili, zaten 18 yıldır tek başına yönettiğiniz bu ülkede bu içler acısı durum olmazdı Sayın Akbaşoğlu.
Eğer söylediklerimizi bir parçacık anlamış olsaydınız, eğer kadın erkek eşitliğine bir parça inanmış olsaydınız inanın bu konuşmaların hiçbirine gerek kalmazdı, 67 günde de 68 kadın erkekler tarafından katledilmezdi Sayın Akbaşoğlu.
Eğer ki siz ve sizin zihniyetiniz, kadını yalnızca ve sadece ailenin içinde bir eş ve anne olarak konumlandırmasaydı, geriye kalan tüm kadınları kendi küçük aklınca şeytanlaştırmaya kalkmasaydı -burada kastım siz değilsiniz, genel olarak bu ataerkil zihniyetin temsil ettiği küçük akıllardır- zaten ne biz bu durumda olurduk, ne bu tartışmaları yapardık, ne bu kadar çok kadın arkadaşımızı kaybederdik.
O yüzden siz bence kadınlara laf yetiştirmek yerine iktidardan doğan görevinizi bir parçacık yapın, bu ülkenin kadınlarını koruyun, bu ülkenin mevzuatlarını uygulayın Sayın Akbaşoğlu."
Tüm bu tartışmalardan sonra söz alan Hülya Nergis ise Kadıgil’in sözlerine cevap vermek yerine partilerde yaşanan taciz ve tecavüz tartışmasını açtı.
CHP’nin parti içindeki taciz olaylarına tepki vermediğini öne süren ve Kadıgil’in de “Böyle şeyler olur” dediğini iddia eden Nergis’e Kadıgil şu yanıtı verdi:
"Ben bunu daha önce buradan defalarca anlattım, Grup Başkan Vekilim, arkadaşlarım defalarca anlattı; biz ilgililerin tamamını kulağından tuttuk, kapının önüne koyduk, gereken hukuki desteği mağdur arkadaşlarımıza verdik. Buna rağmen, ben bu kürsüde bir cümle kullandım, sizin havuz medyanız aldı onu, on saniyesini kesip biçip kullandı. Daha yeni 92 yaşındaki nineye tecavüz edip öldüren kişinin elinde bulunan MHP dövmesi. Bunu sataşma olarak algılamayın ama emin olun, İYİ Partinin içinde de emin olun HDP'nin içinde de CHP'de de AKP'de de bunlar olabilir. Eğer biz bu toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayamazsak, buna ilişkin adımları atmazsak bu tecavüzler, tacizler, cinayetler devam edecek. Birbirimize sataşarak bunun içinden çıkamayız” dedi.
Öte yandan AKP’nin Kadına Yönelik Şiddetin Önlemesi Komisyonu kurulması teklifi bütün muhalefet partilerinin evet oyu vermesiyle kabul edildi.”
Bütünüyle nefret dilinin her neyi var ettiğini açıklar vekil Sera Kadıgil. Düzenin abecesi, düzeni var edenlerin kullandıkları dilin karşısında söz hakkının eğilip bükülmesi hepten ama hep bir biçimde teslimiyetin vaaz edildiği bir yerde, yıkımın her nasıl çat kapı varlığı tescil olunur bunu bildirir Kadıgil. Anlattıklarını yeniden var edecek değiliz, bir kadının bu sahada, şu ülke denilen garabetlik içerisinde yaşatılanlara dair ettiği kelam az bile kalır burada. Böyle bir halde, bu kadar afaki bir kötülüğün, tüm o açık / örtük nefret sembolleri ve tavırlarının yeniden imali, hayat hakkını alaşağı eder. İki ayda, altmış sekiz kadının bu sahada canlarının çalınabildiği bir zeminde, zıvanadan çıkmış bir istençle savunulan erke, muktedire boyun eğdirme tahayyülünün nasıl bir karanlık olduğu örneklenir. Yeter sesleri hem mecliste, hem sokakta yansırken, can havliyle kurulmaya çalışılan komisyonun bütün o nefret / hiddet temsilini sonlandırıp, kadınların hayatlarına sahip çıkabileceği bir ülkeyi var etmesini beklemekteyiz. Hiçbir umudu yirmi dört saat taşıtmayan bir menzilde hiç değilse, bir cana daha kast edilmesin, bir kez daha bir kırım, cinayet, taciz, tecavüz ya da herhangi bir şiddet istemi güncellenemesin diye. İstanbul Sözleşmesi’nden el / ayak çekmeye çabalayan bir iktidar mefhumunun, her dem kalıplara sıkıştırmak istediği kadını, bizatihi kendi yurttaşına karşı önyargılarını aşabilecek midir, bütün bu heyula sonrasında nereye varılacaktır, göreceğiz!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “İstanbul’un Sultangazi ilçesinde bulunan Gazi Mahallesi’nde 12 Mart 1995'te 22 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı katliam, 26’ncı yıldönümünde binlerce kişinin katıldığı yürüyüşle protesto edildi. Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) ve 12 Mart Platformu’nun çağrısıyla Gazi Cemevi’nde bir araya gelen binlerce kişi, polis ablukası altında eski karakola yürüyüş düzenledi. "Gazi'den Ümraniye'ye adalet istiyoruz" yazılı pankartın açıldığı yürüyüşte, yaşamını yitirenlerin fotoğraflarının bulunduğu dövizler taşındı. Yürüyüşte sık sık "Hasan'dan Ulaş'a sürüyor bu kavga", "Anaların öfkesi katilleri boğacak", "Gazi şehitleri ölümsüzdür", "Gazi'de düşene dövüşene bir selam" ve "Yaşasın birleşik mücadelemiz" sloganları atıldı.
Yürüyüşte, yaşamını yitirenlerin isimleri okunarak, hep bir ağızdan “Yaşıyor” sesleri yükseldi. Yürüyüş boyunca helikopter, zırhlı araçlar ve TOMA ile kitle takip edildi. Binler, daha sonra katliamın yaşandığı eski PTT binası önüne karanfil bırakarak, yaşamını yitirenleri andı.
Ardından yapılan açıklamada 12 Mart Platformu adına konuşan katledilen Dilek Şimşek'in kardeşi Erkan Şimşek, Gazi Mahallesi’nin bu saldırılara alışık olduğunu belirterek, "Katliam tüm halklaraydı. Katiller ellerini kollarını sallayarak ortadan kayboldular, fakat Gazi'nin öfkesi her yıl sokaklara taştı. Bulunduğumuz bu yerde onlarca kişi katledilmiş, yüzlerce yurttaş yaralanmıştır. Katliam bu denli açıkken, katiller cezalandırılmadı. Katilleri iktidar değil, halk cezalandıracak" dedi.
Şimşek, katliamın sorumlularından hesap sorma bilinçlerinin diri olduğunu vurgulayarak, adalet arayışlarının süreceğinin altlını çizdi. Şimşek, şunları söyledi: "Bugün onlarca gazeteci ve siyasetçi adaletsizliğe karşı direnişlerinden dolayı zindanlarda. Tecrit aklına karşı, adalet ve barış arayışı, açlık grevleriyle zindanlarda direncini göstermeye devam ediyor, bu direniş onurdur. Bugün 106'ncı gününde açlık grevlerindeler. Onlarca gazeteci ve siyasetçi AİHM kararlarına rağmen hukuk tanımaz bir şekilde zindanlarda tutulmaktadır. Haklarını arayan işçi ve emekçiler sermaye hizmetkarlığına soyunarak, beş müteahhidi beslerken, emekçileri terörist ilan etmektedir. Ülkenin beka sorunu yoktur, iktidar ülke için beka sorununa dönüşmüştür."
Ardından Gazi Mezarlığı'na yürüyen kitle, yaşamını yitirenleri mezarı başında andı. Anmada konuşan HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu, "Katilleri ile hesaplaşmayı istemek, aslında Maraş'ın, Sivas'ın, Çorum'un ve bu ülke topraklarında Sur'dan Cizre'ye tekrar eden katliam dizgisinin son bulmasını talep etmektir. Gazi Katliamı'nın hesabının sorulmasını talep etmek, derin devletin kendisiyle hesaplaşmak demektir. Devletin bulaştığı suçlar ile hesaplaşmak demektir. Barışı ve adaleti inşa etmek demektir. Ve biz biliyoruz ki ancak ve ancak, Türkiye'nin demokrasi güçleri ile Kürt halkı omuz omuza gelirse, mücadelenin koşuları yaratılırsa, bu hesaplaşma tamamlanacaktır. Adalet arayışı adil bir dünyanın arayışıdır. Katillerden adalet istemiyoruz. Biz katillerin yargılanacağı bir dünyanın peşinden koşuyoruz" şeklinde konuştu. Anma daha sonra sloganlarla sona erdi.”
Bugün kuşanan nefret dilinin geçmişte her neyi var ettiğinin yalın / apaçık / doğrudan ve hiç çekincesiz yarayı gösteren bir örneğidir Gazi Katliamı. Doksanların karanlığından bunca zaman sonra hala aynı yere demirlemeye devam diyen muktedirin, cerahatli kodları, yaftaları ve tehditlerinin o zaman neye mahal verdiği insanların katledildiği bir cehennem suretinden bariz olunmuştur. Bugün bunca zaman sonra hala yüzleşilmeyen, hala söz konusu kırım halinin her nasıl bir biçimde bir toprak parçasında yaraya dönüştüğü meseli sorgulanmayandır. Onca zaman sonrasında bugünün ülkesinin cerahati, cürmü, kırım ve kıtali toptan sahiplenen, yurttaşının canına zerre itimat göstermeyen bir yöneten katına haiz olduğu ortadadır. Dünden şimdiye devredilmiş her yıkım, bugün her anlamda, o günlerden şu ana kadar aralıksız olarak yinelene gelendir. Katillerin ortalarda olduğu, kimsenin hesabını vermediği, üstüne üstlük şiddetin de nefretin de bilakis arasız, fasılasız güncellendiği bir zeminde o yaranın / Gazi’den başlayarak 1915’e, 1937-8’e, 1990’lara, Bakur Kürdistan ablukasından, Rojava’da iğfal olunan topraklara her yerde ve her şekilde bu kötülük hali tekerrür olunur, iyi de nereye kadar?
Devri sabık olanın iktidarından, geçmişe, geçmişten yarınlara birbirlerine lehimlenmiş ola gelen bir tahakküm nesnelliği var ediliyor. Biteviye kurulan nefret temsilleri, pogroma, tüm o ayrımcılık bahislerine, linçlere, cinayetlere evriliyor. Bildiğimiz ya da gördüğümüz her şey, her şekilde bir takvim yaprağının daha kana tutsak edildiğidir. Bugünlerin tüm ol geçmişten çıkagelen şiddet mefhumu / yıkım pratikleri ve madun siyasetin var ettiği nice nice örnekler çoğaltılabilir. Bir ülkede yaşam istencinin köküne kibrit suyu dökülmesi hal ve istemi hala günceldir. Anlatmaya çalıştığımız biyopolitik cerahat, bütün bütün var edilmek istenen ol tek tip ülke nizamının-varlığının üstünde, cerahatle boğulma gayretine düşülen sıradandır, sıradanın hayatıdır. Bunca afaki bir biçimde hayat hakkının delik deşik olunduğu, hakkın da hukukun da yerle yeksan edildiği, her şekilde hayata kast etmenin peşinin kovalandığı bir yerde bir normal kalmaz. Yüzleşilmeyen, kötülük daha da beterlerine ulaşılmış olan nefretle bir toprak yaşatmaz, yaşatamaz. Bugünden artakalan yegane sonuç budur. Bugünden sonrasına çıkacak yegane şey bu tehdit döngüsünü bir tek iyi günü var etmeyeceğidir, artık anlıyor muyuz? O, bu, şu değil hepimiz için bir kuşatma ve yıldırı haline rehin bir ülkenin bekasının bizleri değil, aynı gemideyiz lafzının irice bir yalandan ötesi olmadığını fark ediyoruz, bir kere daha bildiriyoruz. Tümden bir ülkenin bilmiyoruz kaçıncı keredir, asli unsurlarına karşı var ettiği bu nefret, tüm o korku ve daha fazla tahakkümün hiçbir iyi günü var etmeyeceğini biliyoruz, bildiriyoruz. Bu sahaya o anılan bahar hiçbir zaman gelemeyecek ne fenadır, bunu anlatıyoruz, kendimizden, öyle!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Tavır – Emrah GÜREL – The Associated Press
4 notes · View notes
seslimeram · 8 years ago
Text
Çürüme, Anılan, Vaat Edilen Değildir Hayatlarımızı Kapsayandır
Tumblr media
Tükenişin kuşatması gündelik bir meseledir. Hayatın orta yerinde var edilen kötülük en baştan en sonda var edilene bütün bu açmaz hali, o çürüten tahayyülü ‘gerçekten gerçek’ kılmaktadır. Badirelerin orta yerinde yapılandırılan yepyeni sınır çizgileri, uyarılar, tehditler ve “yok etme” ikazlarının birlikteliğinde yaşam yağmalanandır. Bunca basit bir istenç üzerinde ezilenin daha da bezdirilmesinin, kutsanmış devlet ile onu var eden elit(!) seçilmişlerin dışındaki kalanların, yeni diye anılan o eski menzilde tükenişi halen sağlama alınmaya çalışılmaktadır. O çürü-t-me sabitlendiğinde tükeniş kaçınılmaz bir netice olacaktır. İradeye rehin kılmak bu seferinde milli ve yerli ile çıkartılmaktadır.
Dört yanda bas bas bağır çağır ilan edilen tekilliğin şimdiki halini imleyen milli ve yerli irade cürümlerin sahnesidir. İç savaş tehdidinden, hayır verecekler PKK ile aynı muameleyi görecekler şartlanmışlığı ile koşar adım kurulan cümlelerden bir tahayyülü değil bariz bir tükenişi var etme istenci önümüze çıkartılır. Oluk oluk kan akıtacağını zikredip o bahis kesmeyince akıtılan kanla duş almaktan bahseden, en son tercihini duyururken sokağa çıkacaklara tehdit savuran mafya başı ile daha yaşadığı hak mahrumiyetini bildirmek isterken senden hoca olmaz tehdidine maruz bırakılarak, itilen, kakılan, kolluk kuvvetinin insafına terk edilirken, cübbeleri çiğnenen akademisyenlerin haline o tükeniş kalıcıdır.
Yaşamın hemen her evresinde var edilen bir gölge gibi hayatlarımızı takip eden devletlinin biyopolitik tahakkümü yanı başımızdadır artık. Devletin başının vecizlerinin, o satır aralarından yansıyandır tükeniş / tüketme ve ötesindeki çürüme. Bay Erdoğan “Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkan gafiller ha bire yanlış söylüyorlar. İşin aslını bilmezsek, biz bile tereddüde kapılacağız. -Demokrasiyi, ülkeyi yönetecek cumhurbaşkanını seçme yetkisini doğrudan millete veriyoruz. Millet, yetki ve sorumluluğu kime verdiğini bilecek ki, gerektiğinde yakasına yapışsın” der. Despotizm ve totalitarizmin artık uzak ötede, el altından değil açıkça savunulması ve varlığı kanıksatılmaya çalışılırken bu yerde, geleceğin rotası iyice belirsizliğe mahkûm edilmektedir.
Tüm tükenişin kuşatması gündelik, her an yinelenen güncel bir meseldir. Tükeniş işte kaybettirilen zamandır. Bunca açıktan görünür kılınan “cendere sarmalı” vaadidir, hepimizde var edilmesidir. Hayatın orta yerinde imal olunan tüm kötülükle, açmazların bataklığı güncellenmektedir. Nefesin dahi sınırlandırıldığı yer haline dönüştürme hayatı artık kesintisizdir. Bina edilen linç pratikleriyle, burada hayat hakkının dönüşümü sıradanın aleyhine geliştirilir. Ana akıma sonradan eklenmiş olan bir televizyon kanalı tarafından açık hedef haline dönüştürülen, fikirlerinin tartışılmasını değil, ilelebet susturulmasını salık veren, bir hakaret ve tehdit yumağıyla, Müjdat Gezen Sanat Merkezinin başına getirilen kundaklama bu anlamdaki bir örnektir.
Ekranlardan ve yazılı olan gazete halinden ortaya dökülen cüruf, irin ve kan dolu cümlelerle, temennilerin ardı sanatçının Kadıköy’de yer alan eğitim merkezinin bir kısmının “yakılması” gayretiyle çıka gelir. Ol fikir hürriyetine karşıtlık ile hayatın toptan rehin alınması işte tek karede bir defada ortaya dökülür. Nasıl olsa hesap sorulmayacak, sorgulanmayacak olduğundan küçük felaketler silsilesinde bir uzamın varlığına devam denilir. Budur işte tüm tükeniş mefhumunu bir tahayyülden hakikate dönüştüren. Hakikatte bir garabete yere dönüştürülmüş menzil olmasıdır mesele, başlı başına tükeniş.
Belirli başlı kodlara haiz olmayan, buna uygun davranmayan, sisteme yedeklenmeyen herkese ve hemen her kesime; hain, terörist, mihrak vd. yakıştırmalarından sonra çıkartılandır kundaklama ve kesintisiz linç o tükeniş. İzmir’de Fetö soruşturması kapsamında açığa alındığı için, çalıştığı hastanede “intihar eden”, Doktor Orhan Çetin, bu süreğen; tüketen / kıyan / yok eden ülkedeki kötülüğün neler ettiğine de bir örnektir. Orhan Çetin’in mesai arkadaşı, Doktor Gürbüz Güngör’ün tanıklığıdır “Bir karıncayı bile incitmezdi laboratuarda sadece doktorluk yapardı. Temizliğini, bilgisayar tamirini, yapabileceği her şeyi yapardı. Bu ilk değil ama sağlık çalışanları için son olsun.”
Olağanüstü hal dâhilinde bu devletin takındığı tavır, kendini bir biçimde var etmesiyle yıkarak, yok etmeyi vaatten gerçek kılmasıyla sonu hep hazin olan tükeniş sıradana bırakılır. Son her zaman daha feci bir çürüme, yıkıma rehineliktir. Ses İzmir Şubesinden, Doktor Fatih Sürenkök’ün bahsini yinelemekte fayda var. “Orhan’ı onuncu kata çıkartanlar ve arkasından itenler hesabını vermek zorundadır. Savcılık soruşturması kapatılmamalı, gıyabında devam etmelidir. Bu yapıldıktan sonra da eğer arkadaşımızın suçu yoksa açığa alma kâğıdı altında imzası olanlar hakkında ölüme sebebiyet vermekten gereken yapılmalı.” Tehdit döngüsünün sıradana karşıtlık olarak güncellendiği yerde artık “can almak” da bir yöntem olarak var edilmektedir.
Biyopolitik cürümler, hemen her şekilde canlandırılır. Anbean var edilenin mizacına yapılan eklemelerle, yeniden düzenlemeler ile birlikte, hayatın normu / sıradan hali de alaşağı edilmektedir. Bir hiç kılınmak istenen “söz”dür. Hafıza-i beşer nisyanla malulken yapılanlar bir devamlılık bahsidir. Tumturaklı yönlendirmeler, hayatın her anına yapılan tehditlerle düzenlenen tükenişin kuşatmasıdır. Can alarak, köşeye kıstırarak, ol kötülüğü yücelterek, yeniden ayrıştırarak bir menzil var edilmektedir. Tükeniş “yeni ülkeden” söz edilirken halen geçmişte saplı kalınmasıdır. Gazeteci Ahmet Şık’ın beş yıl önceki Oda TV davası kapsamında ‘tahliye kararının ardından’ yaptığı konuşma öne sürülerek, açılan davanın en son celsesinde ikrar ettiği beyanda saklıdır bu bahis.
Gerçekte, fikriyatı bir suç addeden, bu bahsin ardına eklenmiş hemen her çabayı eylemi bozgunculuk olarak değerlendiren bir iktidar kliğinin tehdidi yine ve yeniden sahnelenmektedir. Ahmet Şık’ın sözü, bildirimidir. “-Şu anki tutukluluğumun sorumlusu olan hâkim ve savcılar da Silivri Toplama kampına girecek. Beraatımı istiyorum. AKP iktidarı on beş yıllık tarihinde yol arkadaşlarından vazgeçmiştir. Tetikçilerinden de vazgeçecektir. Silivri Toplama Kampı’nın bizden sonraki konukları, bu dönemin tetikçiliğini üstlenen her meslekten işbirlikçiler olacaktır. Ben gazeteciyim, hakikatleri yazmaya çalışıyordum, haklı çıktım!”
Tükenişin kuşatması iyice bariz bir gündelik yapım olarak güne dahil edilen, biçimlenen ve başa getirilen mesele en anlamlı örneği bildirir Ahmet Şık. İktidar klikleri arasında yağmalanan, parçalanan, bölüşülen menzildeki yapılanlar bir istikamet, bir doğru için değil tam tersine çürümeyi nihayet kalıcı kılmak adınadır işte hala yeni denile ülkede de. Cerahatin istikameti hep bu bahisle şekillendirilmektedir.
Adalet Bakanı Bay Bozdağ’ın bahsettiğidir “-Bir tane hayır dediği için gözaltına alınan varsa bugün ben bu görevden ayrılırım”. Yukarıdaki tüm örneklerde olduğu gibi eklenebilecek nicesinde salt hayır denildiği için insanları hedefe koymak ortadayken Bay Bozdağ’ın sözleri bir kamufle edicidir, örtbas çabasıdır. Var edilen düzlemde her hayır bahsinin karşıtlığı anında görüntü kılınırken iş bu menzilde yoktur demek sürgit düzeni olumlamaktır. Antalya Başsavcı Vekili, “-Hayır oyu verecek olanlar PKK ile aynı muameleyi görecek, küsmece yok” demesi bile kâfidir. -Sınırları barizleştirilen vahamet sarmalına herkesi sıkıştırmak / bütünleştirmek güncellenendir.
Cerahat içeriğine yapılan müdahale, ekleme ve yeniden düzenlemeler ile birlikte biyopolitik cürüm bir sürekliliğe kavuşturulur. Baskı bildirilmediği müddetçe yoktur. Hayatın ortasındaki “kötülük” temsili günbegün yeniden tanımlandırılmaktadır. Yeni diye anılan, cürümleri yeniden kurarak güncel kılma derdine düşülen menzildir. Hal perişanlık lalettayin, mübalağa bir tahayyül değil hakikatin ta kendisidir şimdi. Cürümleri bir eylem, hiza belirleyici bir siyasetin ana omurgası haline dönüştüren menzildeki gerçekliktir ol mesele. Toptan, topyekûn, farazi değil açık seçik uluorta bir memleket şablonudur yapımı halen sürdürüle durulan.
Evet, Hayır bahislerindeki cepheleşmeler bir yana, devletlinin diline pelesenk olmuş tehditkâr haller, sürekli güncellenen yıldırı ile bu açmazlar silsilesi olan çukur menzili bildirmektedir. Ayrımcılığın daniskası artık gündelik bir tavra dönüştürülendir. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde karar hükmünde kararname ile ihraç edilen yirmi beş akademisyenin verdiği ‘yüksek lisans derslerini’ kimlerin vereceği tartışmalarında barizleşendir mesel. Prof. Ülkü Doğanay’ın Ayrımcılığa karşı dersler başlıklı faaliyetinin hedefe konulduğu, yarıda bırakıldığı bir menzildir işte. “Ders kapsamında Türkiye’de ötekileştirilen kesimler, Ermeniler, Aleviler, LGBTİ’ler ele alınıyordu. Her hafta derse konu hangi kesim oluyorsa, ol öteki addedilenlerden bir temsilcinin çağrıldığı sahne de alaşağı edilir.”
Ajanslardaki iki satırlık meramlarda barizleşen baskıdır. Tükenişin kuşatması artık anbean sürgit yıkım / tahakküm ve kör bir biatle çıkartıla gelendir. Çürüme anılandan bir hakikate dönüştürüldükçe vahamet de bir rivayet değil tüm o karanlık döngünün başat mimarı olan konumunu sabitler. Burası böylesi cürümler coğrafyasıdır. Tehdidin tahakküm için, adına daimi kılındığı, yerle bir edilen insanlık meselinin üstüne son rötuşların atılmasını imleyendir var edilen döngü fasit daire. Çürüme bu bahiste uzak öte değil tam da burnumuzun ucundadır. Çürüme anılan değildir, vaat edilen değildir hayatlarımızı kapsayandır.
Siyasanın sahnesinden önümüze düşen her veciz, yorum ve beraberindeki tahayyülle bu tehditkâr hali nihai çürümeyi gerçek kılmak çabasında bir adım atılır. Anayasa değişikliği ve cumhurbaşkanlığı sistemi için referandumdan sonra idam gelsin mi gelmesin mi diye, başka referandum çağrıları yapılırken mevcuttaki eğrelti düzenin kuvvetlendirilmesi çabasında olunandır. Hayatın “müştereklerini” çürütmek çabalanandır. Xerabe Baba’dan ortaya çıkandır haddizatında bu mesele.
-Muktedir soytarılarının, oralar terörist yuvası, ne yapacaklarını bilmeyen örgütçülerin sığınağı dedikleri yerde sivillere karşı yürütülen işkencenin tanıklıkları düşer ajanslara. O köy menzilinden koca bir bölgeye işte o Bakur Kürdistan’ı halkına gözdağı, işkence, cinsel saldırı, insanlık dışı kötü muamele, kundaklanan binalar, bu halde, o hale devredilen tüm o yıkım gerçek kılınmaktadır. İstikamet cehennemi bir katran karası yurt ise hakikat kılınmaktadır. Referandum sürecindeki hayır oylarını yıkmak için, temsilcisi olarak seçilen vekillere yapılanlarda olduğu gibi alaşağı etme çabası salt Kürd halkına değil hepimize mesajdır. -Devletin zorbalığı ortadadır. Hayatın eksik kılınması amasız gerçektir.
Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler bölümünde sözleşmeli olarak ders verirken Beşiktaş’taki bombalı saldırı sonrası hedef gösterilen ve barış imzacısı olduğu için sözleşmesine son verilen Araştırma Gör. Mehmet Fatih Traş, başvuruda bulunduğu üniversiteler tarafından da kabul edilmeyince bunalıma girerek Mersin’deki evinde yaşamına son verir. Tükenişi bir odak olarak hayatın merkezinde var eden bununla güncelliği belirleyen, dönüştüren devletlinin takdimi, tehdidi, yıkımı bir kez daha sahnede olandır. Tüm bu çürümeye rehinelik, sonsuz bir karabasan halin şekillendirilmesidir yeni denilendeki eskiyi imleyen.
Çürüme sabitlendiğinde tükeniş kaçınılmaz bir netice olacaktır. İradeye rehin kılmak bu seferinde milli ve yerli ile kotarılmaktadır. Dört bir yandan ‘bas bas bağır çağır’ ilan edilen tekilliğin şimdiki halini imleyen milli ve yerli irade cürümlerin sahnesidir. Milli ve yerli için, adına kurban tahayyülünün ne bir sonu vardır ne bir kafi bulunma ihtimali. Bakur Kürdistan’ı sınırlarından Türkiye’nin geri kalanındaki akademiden, fabrikalara, sokaktan evin için hemen her yere, her şekilde kesintisiz kılınan bu değişim nam çöküntüyü kalıcı kılma çabasıdır. Artık açıktan eyleme dönüştürülen bu cürüm silsilesidir. Bir yeni değil dünün çürük, kötülükle daim bağların müsebbibi olan eskinin güncelliğidir yolunda yürünen.
Nefes almanın bile ‘imkânsız’ kılındığı bir yerin her yanı yeni olsa kaç yazacaktır sahiden? Dört yüz doksan günü yaşatılan o Sûr ablukasında yerle yeksan edilmiş olan hafızanın, kaybedilen hiçbir canının ehemmiyetinin bildirilmediği bir menzilde var edilenin her yanı yeni olsa neye yarayacaktır? Kaybettirilenleri çoğaltan bunu daim kılan bir tahayyül bugünün ülkesini imlemektedir. Xerabe Baba’nın ardılı sıra Talatê ve Cibilgirav köylerinde ilan edilen ‘yasak’ aynı bölgede bulunan Artuklu ilçesinin Qurdisê köyüne de yayılır.
Valiliğin emri doğrultusunda şekillendirilen ‘sokağa çıkma yasağı’ değildir sadece bir hayat akışının daha engellenebilirliğidir. Süreğen kılınmış zulmetme çabası erkânı muktedirin istenci doğrultusunda yine yeniden o yeni için bu seferinde güncellenmekte yeniden var edilmektedir. Oysa Dolmabahçe’de gerçekleştirilen toplantıların ikinci yapılsaydı bu elbette Kolombiya’daki gibi bir ‘görüntü’, yani barış için adım olacaktı veçhesini paylaşan, Sırrı Süreyya Önder’in bahsinden nasıl da uzağa düştüğümüzü imlemektedir. Bir yenide değil, bir eskinin devamında, eskimeyen bir yok etme şablonuna rehineliğimiz güncellenendir, şimdi ve burada.
Nefes almanın bile imkânsızlığı artık çabasında ortak çıkılan bir devlet / egemenler şablonu olarak güncellenmektedir. Dihaber’in Talatê’den konuştuğu bir köylü, köyün askerler tarafından çembere alındığını belirterek, abluka nedeniyle köydeki diğer yurttaşlarla iletişime geçemediklerini söyler. Kepçelerle yıkılan evlerdeki su borularının patladığını aktaran köylü, “O evler yıkılınca içindeki bütün su boruları patladı. Bu yüzden bütün köye yayılan su şuan sadece o borulardan çıkıyor ve boşuna akıyor. Biz ise burada su sıkıntısı çekiyoruz. Perişan olduk” der.
Yıkımın dünden devralınanla hemhal halleri yeniden var edilmektedir bu ülkede şu çukurda. Beton, millet, sakarya’nın vaat etmekten hakikat kılmaya evirdiği, gerçekliğinin yolunu açtığı şey bu cürümler sahnesidir. Bir gün değil her gün yıkımla var edilen bir düzlem geleceğin çürütüldüğü ol yeri imlemektedir. Çukur, kuyu, dehliz burada yaşamakta mı yoksa çürümekte miyiz, bu bahistir mesele. Değişmeyen bir yıkım tezahürü üstünde güncellenen sadece tükeniş mefhumudur şimdi farkına varıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel - Migration West Mural – St. Katharine Docks – London – Kai & Sunny
0 notes