#işe yarar bir şey
Explore tagged Tumblr posts
Text
"küçük bir istasyona sığınsam ben burada kalsam uzağa gitse verdiğim sözler." işe yarar bir şey, 2017 (pelin esmer, barış bıçakçı)
45 notes
·
View notes
Text
Mavi Ekspres
İzmir'den Ankara'ya doğru Mavi Ekspres'ten bildiriyorum. Yataklı bir trende en az 13 saatlik, yalnız başıma bir yolculuk beni bekliyor. Kendime bir macera aradım sanıyorum. Berbat geçen bir otobüs yolculuğunun da etkisiyle rahat olsun, yalnız olsun uzun olsun dedim ve saat 19.00 itibariyle kendimi trende buldum.
Biraz yiyecek içecek ile kendimi odama attım. İki vagondan sorumlu bir yetkili arkadaş ile daha ilk dakikadan sohbet kurduk. Sağolsun her şey için çok yardımcı oldu. Sigara içtiğimi öğrenince, görece daha uzun duracağımız duraklarda bana haber vermesi için sözleştik. Ve fakat odamın camının açılıyor olması şeytana uymama sebep oldu. Kuralları çiğnemenin haklı gururuyla odamda sigara içme denemesi yaptım, görev başarı ile tamamlandı.
Uzun zamandır kendimle bu kadar başbaşa kalmadığımı fark ettim. Oldum olası trende hikayeleri sevdiğim için de bu yolculuk içimde bir yerlerde beni heyecanlandırdı, mutlu etti. Aklımdan önce Ayfer Tunç'un Kapak Kızı, sonra Agatha Christie'nin Doğu Ekspresinde Cinayet'i canlandı. İkisini de nasıl keyifle okumuştum. Kim bilir belki ben de bir gün tren yolculuğunda geçen bir hikaye yazarım. Hemen arkasından İşe Yarar Bir Şey filmi belirdi gözümde. Ve izleyenlerin bileceği o güzeller güzeli Barış Bıçakçı şiiri..
Baktım rüzgârsın sen
Baktım çamaşır ipini zorluyorsun
Hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
Baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun
Ayağına terlik giy
Bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun.
...
Yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
Bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan Ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim,
Biraz da kekik toplayalım
Kıymetini bilmediğimiz şeyler var.
...
Kendime keyifli, kendimle bol bol sohbet edeceğim bir yolculuk diliyorum sevgili okuyucu, size de iyi geceler.
#tren#mavi ekspres#agatha christie#ayfer tunç#ankara#izmir#kapak kızı#doğu ekspresinde cinayet#işe yarar bir şey#barış bıçakçı
10 notes
·
View notes
Text
ıstırap, en güçlü ruhları ortaya çıkarır; en büyük karakterler, kurumuş yaralarla doludur.
#yaralanan#yaralandı#halil cibran#yara bandı#yara#yaralı#zaman#acı hayat#hayatın anlamı#fecir#virgülle ayrılmış#sarhoskedi#son feci bisiklet#virgulleayrilmis#işe yarar bir şey#ıstırap#ruhun ölmüş senin#ölü ruh#ruhsuzunbirisi#ruhun yalnızlığı#ruh sağlığı
4 notes
·
View notes
Text
Baktım rüzgarsın sen Baktım çamaşır ipini zorluyorsun Hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim Baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun Ayağına terlik giy Bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun Biz satranç oyuncusuyuz sevgilim Üzerimizde kara bir leke biz satranç oyuncusuyuz İnanıyoruz ceketlere düğmelere İnanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe İşte yitirdik bütün taşlarımızı darmadağınık oyun tahtası Bir tek şahımız duruyor sevgilim, o da evli, iki çocuk babası Kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim Uykumuzu bölüyor buradan çocukluğumuza kadar Buradan çocukluğumuza kadar bir telaş İçi boş kuşları kovalıyoruz ve bir sebep arıyoruz Herkese küsmek için Hemen o cumartesi buluyoruz, hemen o pazar Yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar Bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan Ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım Kıymetini bilmediğimiz şeyler var Yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim Geçen günlere üzüldük tamam yola düşelim Düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam Düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli Başka evlerin kadınları erkekleri tam bir kahraman Tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde Bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman Ama baktım sen rüzgârsın sevgilim Kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun Başucunda bir bardak su Beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun
(Senaryosunu Pelin Esmer ve Barış Bıçakçı'nın yazdığı İşe Yarar Bir Şey filmindeki Leyla'nın şiiri)
6 notes
·
View notes
Text
youtube
İşte, yitirdik bütün taşlarımızı Darmadağınık oyun tahtası... #işeyararbirşey
#işeyararbirşey#işe yarar bir şey#başak köklükaya#barış bıçakçı#pelin esmer#şiir#şair#öykü karayel#Youtube
2 notes
·
View notes
Text
TRT EBA artık tek kanalda! (Özel Haber)
Pandemi döneminde okulların kapanmasıyla, öğrencilerin evden eğitimlerine devam edebilmeleri için 3 kanal olarak 20 Mart 2020’de yayına geçen uzaktan eğitim sistemi TRT EBA; 6 Ocak 2024 itibariyle tek kanal olarak yayınlarına devam edecek. TRT EBA kanalında günlük yayın akışı, 08.45-10.20 arası İLKOKUL, 11.00-13.00 arası ORTAOKUL, 13.15-16.35 arası LİSE dersleriyle ilgili olacak. Ders aralarında���
View On WordPress
#Annemin Savaşı#Ben De Yapabilirim#Beslenme Çantası#Beyhan Budak İle Motivasyon Defteri#Bilim Avcıları#Bilimin Ev Hali#Bir Çocuk Büyüyor#Bir Şey Sorabilir Miyim?#Bizden#Bizim Şehrin Çocukları#Bugün Ne Öğrendim#Dijital Dünya#Evde Tek Başıma#Gündelik Hayatın Bilimi#Hareket İyidir#Hayalin Mesleğin Olsun#Köyüm Okulum ve Yıldızlar#LGS&039;ye Doğru#Okulda Sanat#Peki Ne İşe Yarar#Polat Doğru İle Ebeveyn Olmak#Tarihimizin Gizli Kahramanları#TRT EBA#TRT EBA 10 Ocak 2024 Çarşamba Yayın Akışı#TRT EBA 11 Ocak 2024 Perşembe Yayın Akışı#TRT EBA 12 Ocak 2024 Cuma Yayın Akışı#TRT EBA 6 Ocak 2024 Cumartesi Yayın Akışı#TRT EBA 7 Ocak 2024 Pazar Yayın Akışı#TRT EBA 8 Ocak 2024 Pazartesi Yayın Akışı#TRT EBA 9 Ocak 2024 Salı Yayın Akışı
0 notes
Text
“bir şey ancak sonradan yararsa yarar işe.”
78 notes
·
View notes
Text
İnsanın sadece bilincinin kendisi hakkında bildikleri kadar olduğuna evrensel çapta inanıldığı için, kişi kendini zararsız zanneder ve kötülüğüne bir de aptallığı ekler. Korkunç şeylerin olduğunu ve olmaya devam ettiğini inkar etmez, ama bunları her zaman “ötekiler” yapar. Ve bu tür kötülükler yakın veya uzak geçmişte kaldıkları zaman, çabucak ve rahatça unutkanlık denizine gömülürler, arkasından “normallik” dediğimiz o kronik bulanık kafalılık geri gelir. Oysa çarpıcı gerçeğe göre hiçbir şey yok olmamış, hiçbir şey düzelmemiştir. Kötülük, suç, vicdanın derin rahatsızlığı ve karanlık kuşkular gözlerimizin önündedir, keşke görmeyi bilseydik.
Bunları yapan insandır; ben de insan doğasından nasibini almış bir insanım; demek ki başkalarının yanısıra ben de suçluyum ve bu kötülükleri tekrar tekrar yapabilme kapasitesini ve eğilimini içimde hiç değişmez ve silinmez biçimde taşıyorum. Hukuken konuşursak, suçun ortağı olmasak bile, insan tabiatımız yüzünden her zaman potansiyel suçlularız. Sadece o cehennem gibi meydan kavgasına sürüklenecek uygun ortamı bulamadık şimdiye dek. Hiçbirimiz insanlığın o kolektif kara gölgesinin dışında değiliz. Suç, nesiller önce işlenmiş olsa da, bugün işleniyor olsa da, her zaman ve her yerde olan bir eğilimin semptomu olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla insan biraz ‘kötülüğü hayal etse’ iyi olurdu, zira ancak bir aptal kendi doğasının durumunu sürekli görmezden gelebilir. Gerçekten de, bu gaflet insanı kötülüğün aracı yapmanın en etkili yoludur. Zararsızlık ve naiflik, bir kolera hastası ile yakınlarının hastalığın bulaşıcılığından bihaber olmaları ne kadar işe yararsa, o kadar işe yarar. Aksine, zararsız ve naif olmak farkedilmeyen kötülüğün ‘ötekine’ yansıtılmasına yol açar. Bu da ötekinin pozisyonunu gayet etkin biçimde güçlendirir, çünkü yansıtma kendi içimizdeki kötülüğün gizlice ve gayri ihtiyari duyduğumuz korkuyu karşı tarafa taşır ve ondan gelecek tehlikenin boyutlarını arttırır. Daha da kötüsü, bu konudaki içgörü eksikliğimiz, kötülük ile başa çıkabilme kapasitemizi yok eder.
(Olanlara olacaklara sadece Filistin açısından bakmayalım
Bize ne boş ver diyenlere
Dünyada yapılan bütün kötülüklerden uzak değiliz maalesef gerçekliğe uyanmış da değiliz..)
99 notes
·
View notes
Note
Etrafımdakilere bakıyorum hepsi yolunu belirlemiş başarılar elde ediyor ama kendime bakıyorum daha ne yapacağımı ne istediğimi bilmiyorum. Kaybolmuşum.
Gerçekten ben ne yapacağımı bilmiyorum.
Etrafına bakarsan kendi önünü nasıl göresin ki güzelim benim? Hiçbir şey herkes için değildir. Herkesin yolu başka. Bazıları aynı ya da benzer yollarda gidiyor olabilir bunların hepsi göreceli ve seçime dayalı şeyler. Sen kimseyle aynı zamanda aynı ya da benzer şeyler yapmak zorunda değilsin. Bizim toplumumuz bu konuda da çok yorucu maalesef. Belli bir yaşta evlenmen gerekir sonra çocuk yapman gerekir sonra ikinci çocuğu. Okumanın belli bir yaşı vardır vs vs gibi saçmalıklarla dolu bir zihinle büyüdük biz. Bize göre büyük adımlar atabilmek için büyük insanlar olmamız gerektiği işlendi. Oturup içinde bulunduğun tüm koşulları kenara bırakarak nasıl bir hayat istediğini düşle, hayal et bunu sonra o noktaya gitmek için hangi yolları aşman gerektiğini belirlemeyi dene belki işe yarar^
147 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
213. BÖLÜM - Duraklamayı Kırmak; İyi Zamanlı Bir Hediye -
Aniden, bir ışık Xie Lian’in kafasında dönmeye başladı, Yin Yu’Yu yere bırakarak ayağa kalktı. “…Lanetli zincir. Lanetli zinciri aldı.”
Eğer o şey önemsiz olsaydı, Jun Wu onu almazdı ama Yin Yu'nun kanıyla dolu lanetli zinciri çıkarıp aldı, yani belki de o şey sadece Yin Yu'nun kanını emmekle kalmamış, aynı zamanda ruhunu da hapsetmişti!
Bunu düşünen Xie Lian, dövülmüş ve morarmış Quan Yi Zhen'i geride bırakarak Qi Ying Sarayı'nın arka tarafına doğru koşmaya başladı. Ancak Jun Wu artık orada değildi ve arkasını dönerek dışarı çıktı.
Cennet Başkentinin büyük caddesi üzerinde bir ruh bile yoktu, tamamen ıssız ve soğuktu. Sadece tanrılarla bir zamanlar hareketli ve yaşam dolu sarayları koruyan anlamsız nöbetçiler vardı, hiçbiri Xie Lian’ı umursamadı. Xie Lian da onları umursamadı ve doğrudan büyük dövüş salonuna gitti.
Jun Wu buraya dönüp tahtına oturmuş, hala elindeki lanetli zincire bakıyordu. Xie Lian hücum ettiği anda tuhaf bir gurultu sesi duydu, yukarı baktığında cenin ruhunun dört uzvuyla birlikte görkemli tavanda asılı durduğunu gördü, sanki soğukkanlı bir canavar sürekli bir şekilde yukarı aşağı sürünüyor gibi, oldukça ürkütücüydü.
Bunun gibi korkunç bir yaratık bile bu salona girebildiyse yüzyıllarca buraya adım atabilmek için mücadele veren cennet mensupları bunu görse neler düşünürdü. Xie Lian kollarını sonuna kadar açarak yürüdü, Jun Wu sordu, “Ne istiyorsun?”
Tek bir kelime söylemeden, Xie Lian elini savurdu ve o lanetli kelepçeyi kaptı, ama tabii ki Jun Wu bu şekilde almasına izin vermezdi. Bir süre geçse de yine de o şeyi alamamıştı, sinirle haykırdı, “NE İŞİN VAR ONUNLA? YİN YU ARTIK SANA GÖRE TEHDİT BİLE DEĞİL, SANA GÖRE TAMAMEN ÖNEMSİZ BİR ŞEY. NEDEN ONA ACIMASIZCA ŞEYLER SÖYLEDİN? ÖYLE KONUŞMAK NEYİNE YARADI?”
Ancak Jun Wu şöyle dedi, “Kim dedi işime yaramadığını? seni sinirden delirtti, bu işe yarar olduğunu kanıtlamaz mı?”
Sanki bir yetişkinmiş de masanın ortasına, küçük bir çocuğun ulaşamayacağı bir meyve sepeti koyup çocuğun parmak uçlarında çaresizce zıplasa da alamaması üzerine bağıra bağıra ağlamasından eğleniyor gibiydi.Xie Lian sinirden çatlamak üzereydi, “SEN RUH HASTASI MISIN?!”
“Xie Lian, takındığın tavır hiç saygılı değil.” Dedi Jun Wu.
Xie Lian çok sabretse de artık daha fazla tutamadı ve küfretti, “S*KTİĞİMİN SAYGISINI GÖSTERECEĞİM SANA!!”
Bu hayattaki tüm lanetleri muhtemelen bu adama yönelikti. Beklenmedik şekilde lanetlerini bitiremeden boğazı sıkılmıştı, boğuluyordu!
Xie Lian’ın gözleri karardı, elleriyle boğazını kavradı, bacakları kıvrılmıştı ki yere dizlerinin üstüne düştü. Jun Wu önüne oturdu, rahat ve sakin şekilde cenin ruhunun seviyor, saçlarını tarıyordu, avuçlarından siyah auralar yayılırken o pürüzsüz ve yuvarlak kafayı okşuyordu.
Xie Lian’ın öksürükleri seri şekilde devam ederken yüzü şişmiş ve kızarmıştı, Jun Wu konuştu, “XianLe, önceki gibi davranmanı öneririm, biraz daha itaatkar, biraz daha saygılı. Ancak o zaman öfkelenmeyeceğim. Unutma, bunlardan sende de var, hem de iki tane.”
“öhö, öhö, öhö… öhö, öhö…SEN!”
Xie Lian ayağa fırladı, ona bakarken gözleri kıpkırmızı olmuştu. Jun Wu, "Ben ne? Sinsi? XianLe unutma, bunu sen istedin.”
Ne şaka ama, o zamanlar bu lanet şeyin ne olduğunu nasıl bilebilirdi ki!
Guoshi onu gördüğünde yüzü düşmüş ve boynunu sıkmaya başlamıştı, Xie Lian'ı öldürmeye değil de bu şeyi çıkarmaya çalışıyor olabilir miydi?
Xie Lian'ın boynundaki lanetli kelepçenin yavaş yavaş gevşemesi ve nihayet yeniden normal nefes alabilmesi için epey bir zaman geçmesi gerekti. Sertçe nefes alıyor, bilinçaltında kendi boynunu kapatıyor ve lanetli kelepçeyi hissediyordu. Bir dokunuşla Xie Lian lanetli kelepçe dışında başka bir şey daha hissetti.
Aşırı ince, gümüş bir zincir. Normalde soğuk olması gerekirdi, ama uzun süredir taktığından vücut sıcaklığı ile sıcacık olmuştu. Gümüş zincirde parlak elmastan bir yüzük asılıydı.
Bunu hissettikten sonra Xie Lian'ın omuzları anında kasıldı ve o yüzüğü sıkıca kavradı. Bir sebepten dolayı kalbi gittikçe daha da hızlı çarpıyordu, sanki muazzam bir sır öğrenmişti. O sırada arkasındaki Jun Wu konuştu, “Benim. Ne var?”
‘Benim’ ne? Ne demek istedi?
Xie Lian o gümüş zinciri cübbesinin içine koydu ve kaşlarını çatarak arkasını döndü. O zaman anladı ki Jun Wu’nun dediği şey ona söylenmiş bir şey değildi.
Jun Wu iki parmağını kaldırmış şakaklarına götürmüştü, bu hareket, biriyle konuşuyordu!
Cennet Başkenti'ndeki diğer cennet mensuplarının ruhani iletişim kurmasına izin vermese de kendisinin böyle bir kısıtlaması yoktu ve dilediğini yapabilirdi. Jun Wu bir süre durakladıktan sonra sözlerine şöyle devam etti, "Fazla bir şey yok. Son zamanlarda taklit edilen Toprak Ustası vakası nedeniyle, Cennet Başkenti'ndeki diğer birçok casus ve sahte kişilik de birbiri ardına ortaya çıkarıldı. Son zamanlarda olaylarla dolu bir sezon yaşandığına göre, dikkatsiz bir hata olmamalı ve bu nedenle tüm göksel yetkililer şu anda araştırılıyor, bu yüzden tüm Cennet Başkenti kilitlendi. Şu anda dışarıya açık değil ve dışarı ile ruhani iletişime izin verilmiyor, bu yüzden elbette kimseyle bağlantı kuramazsınız."
Xie Lian hafifçe nefes aldı ve nefesini tuttu.
Jun Wu’yla konuşan kişi cennetin şu anki durumunu bilmiyormuş gibi duruyordu, Jun Wu soğukkanlı bir şekilde diğer taraftakine yalanlar savuruyordu. Ve kullandığı mazeret son derece uygundu; Kara Su’yun yaptığı taklit vakasının yüzeye çıkması fena dalgalanmaya sebep oldu ve dikkat etmeye değerdi, bu yüzden de tüm üst cennetin kapatılması için iyi bir sebepti.
Xie Lian bağırsa bile diğer taraftaki kişi bunu duyamayacağından sadece sakince gözlemlemeye ve buna göre hareket etmeye karar verdi. Yüz ifadesinde fark edilemeyen, küçücük bir değişiklik olmuştu.
Sıcak bir şekilde cevapladı, “ah? Cennetin başkentine gelmek istiyorsun demek? Tabii ki gelebilirsin. Bu seferki durum gerçekten de küçük bir durum değil, mademki yardıma gelecek kadar yüreğin var tabii ki her zaman kapımız açık.”
…
Diğer taraftaki cennetin başkentine gelip yardım etmeye cidden istekliydi?!
Eğer birkaç saat önce gönüllü olsalardı, kesinlikle yardıma ihtiyaçları olduğu için bu çok daha yararlı olurdu. Ama bu zamanlama? Tüm Cennet Başkenti çoktan düşmüş ve iblislerin inine dönüşmüştü, bu yüzden bu bir ateş çukuruna atlamaktan farksızdı!
Jun Wu birkaç basit kelime daha söyledikten sonra konuşmayı kesti. Xie Lian hemen sordu, “Kim geliyor?”
O cenin ruhu ışıktan bir yaratık olmadığını biliyor gibiydi ve sessizce gölgelerin içine girip saklandı. Jun Wu ise sadece küçük bir gülümsemeyle, "Acelen ne? Yakında göreceksin," demekle yetindi.
İşte bu onun beklentilerinin dışındaydı. Xie Lian inanamayarak merak etti, “Görmeme izin verecek misin? Diğer kişiye cennet başkentini karantinaya aldığını ve her cennet mensubunu araştırdığı söylemedin mi?”
“Tabii ki” dedi Jun Wu, “Ama en az��ndan güvenilir sol-sağ kollara sahip olmalıyım”
Ling Wen teknik olarak hala firari olduğundan doğal olarak Jun Wu’nun sağ-sol kolu olarak hareket edemezdi, bu yüzden bu görev ona kalmıştı. Tam düşünürken, Jun Wu bir an için onu inceledi ve sıcak bir şekilde, "Xian Le, sadece iyi ol ve iş birliği yap. Aptalca numaralarla uğraşma, seni çok iyi tanıyorum, aklındaki her şeyi biliyorum." dedi.
“…”
Jun Wu dalgın bir şekilde elindeki kan dolu lanetli prangayla oynadı ve ekledi, "Kendin de söyledin, benim için Yin Yu tamamen önemsizdi. Aslında, Cennet Mahkemesi'ndeki büyük ya da küçük tüm cennet mensuplarının benim gözümde önemsiz olduğunu söylemek gerekir. Eğer bir şeyi açığa çıkarırsan, ne olacağını anlarsın.”
“…”
“Bu yüzden sakın ele verme. Kendini toparla, yakında burada olacaklar.”
Xie Lian konuşmadı ama yerden sürünerek kalktı ve üzerini sirkeledi, kendini toparladı ve Jun Wu’nun yanındaki her zaman durduğu yere yürüdü.
Jun Wu onayladı, “İşte böyle.”
Jun Wu’nun tehditleri çok etkiliydi, ama Xie Lian bu sayede bir şey keşfetti –cidden cennet başkentinin düştüğü gerçeğinin gelecek kişiler tarafından bilinmesini istemiyor gibiydi. Bu da onu gelecek kişinin kim olduğunu öğrenmeye daha da istekli hale getiriyordu.
İki tütsü zamanı sonrası, sonunda büyük dövüş holünün önünde birkaç figür belirmişti. Yeşil cübbe giyen, iri yarı siyah öküz süren, sırtında kutsal kılıç asılı bir hanımefendi gelmişti, her biri farklı boyutlarda birkaç çiftçi de arkasından ağır ağır yaklaşıyordu.
Gelen Lord Yağmur Ustası’ndan başkası değildi.
Xie Lian, biraz şaşırmıştı, Jun Wu'nun nasıl davrandığına bağlı olarak -- ifşa olduktan sonra davranış şekli, yolunu kapatan herkesi öldürür ve yaklaşan herkesi kilitlemesi gerekirdi, peki o zaman Yağmur Efendisi'ne karşı neden dikkatliydi?
Doğal olarak şu anda hiçbir şey öğrenilemezdi. Büyük Dövüş Salonuna girer girmez, Yağmur Ustası başını hafifçe ikisine doğru eğerek, "Ekselansları, Lordum, nasılsınız?" diye sordu.
Xie Lian hiçbir şey yokmuş gibi davrandı ve "Yağmur Efendisi" diyerek selamına karşılık verdi.
Kibar ve şaşkın görünmüyordu ama zihni dönüyordu, Yağmur Ustası'na Cennet Başkentindeki gerçek durumu anlatmak için ne yapabilirdi?
Jun Wu konuştu: "Yağmur Ustası Cennet Sarayına gelmeyeli uzun zaman oldu."
Ancak Yağmur Ustası alakasız bir cevap verdi, “Cennet Başkentindeki bu karantina çok sıkı.”
Yağmur ustasının sözleri sanki kafası karışmış gibi geliyordu, Jun Wu yanıt verdi; “Elden bir şey gelmez. Kara Su davasıyla birlikte, Orta Mahkeme şimdiden elliden fazla sahte cennet görevlisini ortaya çıkarmış oldu. Üst Mahkemeye yerleştirilmiş başka piyonlar olup olmadığı derin bir endişe kaynağı."
“Anlıyorum.” Dedi Yağmur Ustası.
Üçü bir süre basitçe sohbet etti ve ancak o zaman Xie Lian, Jun Wu konuştuğunda, gerçek ya da yalan fark etmeksizin, temellerinin her zaman mükemmel bir şekilde, herhangi bir kusur olmadan, son derece şaşırtıcı bir şekilde kaplandığını fark etti. Aklından uyarmak geçiyordu ama ilk olarak Jun Wu'nun bunu fark edip hıncını diğer göksel görevlilerden çıkarmasından korkuyordu; ikinci olarak da neler olup bittiğini bilmeyen Yağmur Ustası'nı bu işe karıştırmaktan korkuyordu, bu yüzden eli kolu bağlıydı. Yağmur Ustası da olağandışı bir şey fark etmiş gibi görünmüyordu ve sadece yardımına ihtiyaç duyulan bir şey olup olmadığını sordu. Jun Wu, "Şu anda yok ama soruşturma tamamlandığında eminim yardımınıza ihtiyaç duyulacaktır," diye cevap verdi.
“O zaman ben şimdilik Cennet Başkentinde kalacağım ve çağırılmayı bekleyeceğim.” Dedi Yağmur Ustası
Jun Wu gülümsemesini korudu, düşünceleri söylenemezdi, ama bu noktaya ulaşmış olsalar bile hala tüm bahanelerden vazgeçmemişti. “Kulağa iyi geliyor. Yıllarca başkenti terk ettin, Kendinizi yeniden tanımak için bu şansı değerlendirmek iyi bir şey. Senin Yağmur Ustası sarayın yıllardır boş.”
Yağmur Ustası başını salladı ve yavaşça ayağa kalktı. Xie Lian onun gittiği anda izleneceğini biliyordu ve biraz endişeli hissetti. Aniden Yağmur Ustası arkasını döndü ve konuştu, “Ekselansları.”
Xie Lian’ın kalbi çarptı, “Lord Yağmur Ustası’nın vereceği bir rehberlik var mı?" Sonunda yanlış bir şey fark etmiş olabilir mi?
Ancak Yağmur Ustası şöyle dedi: "Söyleyecek bir şey yok. Uzun yıllardır Cennet Başkenti'nden uzaktaydım, bu yüzden yanımda birkaç hatıra getirdim ve size hediye etmeyi düşündüm. Bunları almak ister misiniz?"
Xie Lian böyle bir şey beklemiyordu ve gülse mi ağlasa mı bilemedi, "Ha? Ah... Teşekkür ederim."
Jun Wu elbette hiçbir zaman hediye almazdı ve Yağmur Ustasının refakatçilerinin içeri girmesine izin verirken gülümsedi. “Xian Le, Lord Yağmur Ustası sana armağanlar hediye ediyor, neden hızlıca kabul etmiyorsun?”
“…”
Bunu söyleme şekli Xie Lian'ı disipline ihtiyacı olan küçük bir çocuğa benzetiyordu; ziyarete gelen misafirler çocuk için bir hediye getirir ve büyük, çocuğa teşekkür ettirmeden önce hediyeyi alması için onu dışarı çıkarırdı. Xie Lian'ın başka seçeneği yoktu ve bir çiftçi yaklaşarak iki eliyle sıkıca sarılmış bir paket sundu. Xie Lian dalgın bir şekilde paketi alarak teşekkür etti ama birden yüzü değişti, sanki olağandışı bir şey keşfetmiş gibiydi.
Sırtı Jun Wu'ya dönüktü ve Jun Wu'nun onun yüz ifadesini görmemesi gerekiyordu ama yine de "Bu ne tür bir hediye?" diye sordu.
Yağmur Ustası hediyeyi aldığı görünce ellerini nezaketen kaldırdı ve gülümsedi, “Önemli bir şey değil, sadece toprakta yetişen bazı yerel özel ürünler. Eğer başka bir şey yoksa, müsaadenizle.”
“Lütfen.” Dedi Jun Wu
Böylece Yağmur Ustası siyah öküzü çekti, yanındaki refakatçileriyle yavaşça yıllardır terk edilmiş Yağmur Ustası Sarayına doğru yöneldiler. Xie Lian hediyeyi hala kollarında tutuyordu, oradan ayrılmak üzereydi ki Jun Wu seslendi, “Bekle!”
Xie Lian gerçekten de sanki ayakları yere çivilenmiş gibi durdu. Jun Wu, “Buraya gel.”
Xie Lian büyük dövüş salonuna geri döndü ve ona baktı. Jun Wu tahttan indi ve az önce kollarıyla sıkıca tuttuğu paketi aldı ve konuştu, “Şimdi gidebilirsin.”
Kesinlikle güvenilmez biriydi ve doğrudan Yağmur Usta'nın verdiği hediyeye bakmıştı. Xie Lian ona baktı ve bir söz söylemeden XianLe Sarayına döndü.
XianLe sarayına döner dönmez huzursuzluktan salonda bir ileri bir geri yürüyordu. Bilinmeyen bir zaman miktarı geçmişti ki bir anda kesin ve net bir ses duydu, “Ekselansları?”
Xie Lian arkasını döndüğünde, başörtüsünü başına sarmış, yırtık pırtık giyimli bir gencin bir şekilde fark edilmeden pencere pervazına atladığını ve ona şakacı bir şekilde sırıtarak üzerine tünediğini gördü!
Xie Lian çok sevinmiş ve iki adım atmıştı ki birden bu gencin az önce kendisine "Ekselansları" diye hitap ettiğini hatırladı ve Xie Lian adımlarını durdurarak biraz tereddütle sordu: "Sen... San Lang mısın?
Genç adam içten bir kahkaha attı, pencereden aşağı atladı ve başörtüsünü çıkardı. Siyah saçları aşağı döküldü ama hemen yukarı doğru bağladı ve siyah saçların altında tamamen farklı, yakışıklı ve solgun bir yüz ortaya çıktı. Bu, Xie Lian'ın son derece aşina olduğu bir yüzdü.
Hua Cheng başörtüsünü yavaşça döndürdü ve içini çekti, "Gege, sevgilim Gege, bu sefer seni görmeyi istemek cennete yükselmek kadar zordu."
Daha önce, Büyük Dövüş Salonu'nda, Xie Lian Yağmur Ustası'nın hediyesini aldığı anda, gerçekten de olağandışı bir şey fark etmişti. Ancak, olağandışı olan hediyenin kendisi değil, hediyeyi veren kişiydi.
Paketi aldığında, karşı tarafın elini tuttuğunu ve sıktığını hissetti.
Bu hareketin anlamsız olduğu söylenmeliydi ve eğer kadınlara yapılsaydı, kasıtlı olarak cilveli olurdu. O sırada Xie Lian sadece gözlerini kırpıştırdı ama hiçbir şey ifade etmedi ve herhangi bir alarm sesi çıkarmadan etrafına baktı. Karşısında duran kişi uzun boylu bir gençti.
Bu genç bir çiftçi gibi giyinmiş, yamalı, çamurlu kıyafetler giymiş ve başına bir başörtüsü sarmış olsa da yüzü hala yakışıklı ve narindi, gözlerindeki ışık parıldıyordu.
Ancak, bu ışık sadece ikisinin göz göze geldiği o anda parladı ve Xie Lian görmek için gözlerini tekrar kırptığında, o genç utangaç ve naif tavrına geri dönmüş ve başını eğerek durmuştu. Hua Cheng, Xian Le Sarayı'nı aramaya geldiğinden beri, doğal olarak çevredeki tüm izleme gözlerinin icabına bakılmıştı. Xie Lian onu gördüğü anda, onun kıyaslanamayacak kadar güvenilir olduğunu hissetti ve endişelenecek hiçbir şey kalmamıştı!
#xie lian#hualian#tian guan ci fu#heaven official's blessing#heavenlyblessing#hua cheng#rain master#jun wu#shi qingxuan#he xuan
15 notes
·
View notes
Text
Her şeyin bu kadar pahalı olması üstüne üstlük faizlerin uçması ve hala eflasyon inmiyor. Bu hükümet ne işe yarar. Yaptıkları tek şey canı sıkılınca kayyum atamak. Halk umurlarinda değil emekliye verdikleri 12 bin bir ev kirası değil. Ve halk hâlâ bunlari destekliyor. Bir apoya ölüm bir özgürlük arasinda gidip geliyorlar. Müthiş istikrar
12 notes
·
View notes
Text
Beni çocukken bir fotoğraftan çağırdılar, vardığımda hüzünlü bir genç kadındım.
İşe yarar bir şey, Pelin Esmer
32 notes
·
View notes
Text
En sevdiğim yemeklerden biri olan mantı o kadar büyük bir coğrafyaya yayılmış ki okudukça hayran oluyorum resmen. Kore'deki mandunun ya da Japonya'daki manjunun anlamı basit haliyle doldurulmuş demek. Ama bugün daha da eskiye giderek ilk mantı adının çıkışı üzerine boş yapmak istiyorum. Daha doğru adı ile MANTOU :)
Çin'in savaşan devletler döneminde yani 3 krallık Çin için savaşırken ortaya çıkan bir şey. Shu krallığının o zamanki şansölyesi bir grup güneyli barbara karşı savaşmış ve de geri dönerken bir nehirden geçmek zorundalar. Fakat nehir beklemedikleri kadar hareketli bu da onların güvenli olarak geçmesine engel oluyor. Çok eski bir geleneklerine göre de uğruna savaştığınız her neyse yine gelecek uğruna feda edilmeli. Hem bunu göz önüne alarak hem de kendi canlarının kıymeti için ortaya bir fikir sunuluyor. Savaştıkları barbarların kafalarını nehre atarak geminin dalgalanmasını kontrol altına almak. Koca yürekli şansölyemiz insanları kurban etmek istemediği için aynı işlevi görecek başka bir şey ister. Mürettabatın elinde kalan malzemelerle bir harç yapmasını ve insan kafası boyutuna getirerek nehre atmasını diler. Bu fikir gerçekten de işe yarar çünkü kıyıya geldiklerinde nehir yolu boyunca kimsenin burnu bile kanamamış. Tabii ki her şeyi abartmayı çoook seven insan halkı bu durumu iyice yaymış ve artık yaptıkları hamurun adı man-tou yani barbar kafası olarak anılmaya başlanmış. Tarihsel olarak çin yemekleri her zaman ana içeriklerine ya da iştahı arttırıcı yönde isimlendiriliyormuş ve tabii ki bu isim de hiç de iştaha yönelik değil. Bu yüzden hem artık yemeğin yapım şeklinin biraz değişmesi hem de çin karakterlerini uyumu için şuanda da aynı şekilde kabul edilen ve klasik doldurulmuş anlamına gelen bao ismini almış.
Herkesin ilgisini çekmeyebilir bu tür şeyler ama ben bir şeyleri araştırmayı ve adlarının altındaki asıl anlamı öğrenmeyi çok seviyorumm. Sanırım arada bir böyle minik yazılar atıcam çünkü yazarken hem çok keyif alıyorum hem de bilgilerimi tazeliyor. Canım çok fena mantı çekti bunları yazarken
12 notes
·
View notes
Text
İçindeki ‘’akıl’’ kelimesinin bir tür yanılsama olduğu ön kabulüyle birlikte akıllı evler, akıllı kapılar, akıllı bahçeler, akıllı mutfak aletleri, akıllı telefon ve saatler, akıllı arabalar, akıllı plazalar ve akıllı daha pek çok şey üretiyoruz. Hepsi gittikçe aptallaşan insanlar için! Telefon ile saati birbirine entegre ettiğinde, bu ilişkiden teknolojiye dokunabildiği hissini duyabilenler daha az aptal belki ama bunca patırtının bizi neye dönüştürdüğünü biraz incelemek gerek. Çevrenizde kaç kişi bilgi istiyor? Sizi duyabiliyorum. Kimse! Siz de dâhil, kimse bilgi istemiyor. Bilginin ne işe yaradığı, ne kadar yer kapladığı, neye mâl olarak elde edildiğiyle ilgili var olan fikrimiz, gün geçtikçe aşınıyor. Bunu tercihlerimizden, beklentilerimizden, söylemlerimizden, yönelimlerimizden, reflekslerimizden anlamak zor değil. Biz bilgi istemiyoruz. Çözüm istiyoruz! Bu durum, yanlış bir demokrasi anlayış ve beklentisinin sonucudur. Seçmek ve seçilmek, inanmak ve inanılmakla girilmiş yoldan çok uzakta kalmalıydı. Seçmek ve seçilmek, ortaya akıl koymakla mümkün olabilmeliydi. Lakin biz seçerek, aklı delege ettik. ‘’Seni seçtimse, düşünmeme gerek kalmadı. Bana bilgi değil, çözüm getir!’’ Bu kısaca şu demektir; ‘’ Beni manipüle et.’’ Kendi isteğiyle, çıkarcı bir yönlendirme stratejisinin kuklası olma hali! Peki bu izah, yeterli mi? Değil! İnsanımız, dünyada da artan ekolün de etkisiyle, farkında olarak ya da olmayarak aydınlanma karşıtı bir pozisyonun savunucusu haline gelmiştir! Geçmişi idealize ediyor ve özlüyoruz. İdealize ettiğimiz, aslında hiç var olmamış ve koşullarından bağımsız değerlendirdiğimiz geçmişi, günümüze çekmeye çalışıyoruz. Eğitim sistemi, sürekli gedikler açılan bir sistemdi. Her sene kurcalanır, müfredat değiştirilir, sınav sistemiyle oynanır, gençler manyak edilirdi. Şimdi sistem çöktü ve biz ‘’eğitimi’’ kavram olarak itibarsızlaştırıyoruz! Bu bir toplumun intiharıdır. Bilim ne işe yarar? Felsefe nedir? Bilgi gerekli midir? Bu sorular içinde istihdam sağlayan cevaplar barındırdığı müddetçe anlamlı bulunmaya başlandı. Korkunç bir ekonomik bağlayıcılık, ilgili ilgisiz tüm alanları bu konu hakkında söz söylemeye ve çözüm bulmaya çağırıyor. Neden otoriter despotizm aşığı olduk? Çünkü inandık! Düşünmedik! Bu durumu çok iyi formülize eden bir sloganla insanımızın karşısına çıkıldı. Gerçekten basit, etkili, inandırıcı, akılda kalıcı ve ikna ediciydi. ‘’ Verin yetkiyi, görün etkiyi.’’ Aydınlanma karşıtlığının, bize getirdiği kutunun süslü bir paketi bile yok. İçinde şiddeti meydana davet eden bir dürtü var. Kültürel bağlamda ofansif bir dilin kullanılmasını salık veren bir tavsiye var. Popülizm Tanrısı var! Öyle bir Tanrı ki sizi cehenneme atmak için bir şeytana bile ihtiyacı yok! Bu yolun sonunda bizi bekleyen bir Kant yok! İçimizdeki son Kant'ı asana kadar mücadele etmeyi, kızıl elma varsaymışlar var. Kanmayın! İnanmayın! Düşünün! Okuyun! Sorgulayın!
12 notes
·
View notes
Text
Kırık camlı telefonuyla alay edilmişti, cevabı ise ibretlik oldu…
Hayatı Senegal'den Liverpool'a uzanan futbol yıldızı Sadio Mane, camı kırık bir telefon kullanıyor diye alay konusu olmuştu…
Ünlü futbolcu Mane cevabında; “Neden 10 Ferrari, 20 elmas saat ve iki jet uçağı isteyeyim? Bu dünya için ne işe yarar? Açlıktan öldüm, tarlalarda çalıştım, yalın ayak oynadım ve okula gitmedim. Artık insanlara yardım edebilirim. Okullar kurup fakirlere yiyecek veya giysi vermeyi tercih ederim. Okullar ve stadyum yaptım; insanlara kıyafet, ayakkabı ve yiyecek sağlıyoruz. Ayrıca aile ekonomisine katkı sağlamak için çok fakir bir Senegal bölgesinden tüm insanlara aylık 70 avro veriyorum. Lüks arabalar, lüks evler, geziler ve hatta uçaklar sergilememe gerek yok. Halkım hayatın bana verdiklerinden birazını alsın bu daha önemli” açıklamasını yaptı… 👏👏
Ne zaman insan oluruz çok sevdigimiz imkanlarımızı kendi tutkularımız için değilde
İhtiyaçı olanlar la paylaştığımızda
Bu herkesin yapabileceği bir şey değil
Çile yoksulluk tan gelmen gerek
İnsan olmanın da bedeli var
113 notes
·
View notes