#hepsi bir muallak
Explore tagged Tumblr posts
uzgunumkomikolamiyorum · 4 months ago
Text
Bir şey anlatmak istiyorum,
İkinci adımı çok severim ve bana sayılı insan ikinci adımla seslenir. Ben bir kere sınıfta ikinci adımdam çok hoşlandığımı söylemiştim, çocuğun biri de hep bana o adımla seslendi herks ilk adımı söylüyor o ikinci adımı, gün geçtikçe ben bu çocukla iyice yakınlaştım. İlk defa eve beraber yürüdük (hiç unutmam yağmur yapıyordu ve normalde babamı çağırıım ama o gün çağırasım gelmedi bana şemsiyesini uzattı ve eve kadar beraber yürüdük,ondan sonra galiba iki üç hafta boyunca hep beraber geldik , ilk defa doğum günümü 00.00 da kutlayan kişiydi o ) o gün ona karşı içimde bir şeyler hissettim ama mezun senemdi ve bir şeyler hissetemem lazımdı çünkü bana her başarılar dilediği denemem de netlerim giderek azalıyordu. Ve ben bu çocuktan kaçmaya başldım . Ve kaçtım da ama belki benden hoşlanan adamın ağızdan bir daha adımı duyamadım .
Aynı ilçenin aynı mahallesindeyiz üç ay boyunca her dışarı çıktığımda evinin önünden geçtim belki görürüm de niye öyle yaptığımk analtırım diye ama göremedim.
Bu da burada dursun
Tumblr media
— nothingbutloveforyou
16K notes · View notes
bogulmaktankorkan · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ağustos için 10 günde bir güncelleme yaparken kırık kalbim Eylül ayı için bir kez yapabiliyor. Gitgide hisler zaman düşünceler hepsi karmaşıklaşıyor mu yoksa çözülüyor mu muallak fakat olan şey ki artık daha az fotoğraf çekiyor daha az resim yapıyor daha az etrafa sevgiyle bakıyorum. Sevgili Ekim lütfen bana çok iyi gel. Buna çok ama çok ihtiyacım var .
30.09.23
Cumartesi 11.58 pm
0 notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
TEMET NOSCE
antik yunancada 'kendini tanı' manasına gelen sözdür bu, delphoi tapınağına kazınmıştır. kendinden sonra 'meden agan' yani 'pek birşey yok' sözü gelmektedir; kendi gerçeğimizi araştırmaya kalkıştığımızda bulmak istediğimizi, umudumuzu, bazen en dipte bazen zirvede 'summus' bencilliğimizi gizleme veyahut muktedirsizlik örneği olarak ortaya çıkaramama hadisemizde, aslında ihtiyacımız olan 'logos'tur. ya da daha kolayı; 'logos'u kavrama statümüz, sonunda anlaşılacak olan da 'dilimiz' ve 'dünyamız' dır. 
yaşadığımız düşüşler, kalkışlar buna bağlı olarakzamanın herhangi bir dilimi boyunca hisettiğimiz anlam bulanıklılığımız, kavgalarımız, rüyalarımız, bir oyun gibi an'larımız, acılarımız, kahkahalarımız hepsi uyumdaki tespit noktaları gibi. bakınız yaralandığınızdaki uyarıcı, yönlendirici, teselli edici nitelikteki 'çevrenizdeki'lere; göreceğiniz 'kendisini bulmaya yönelmiş kişicikler' ve onların buldukları veya bulduklarını sandıkları kimi gerçeklikler. belki de asla silinmeyecek izlerimizle başbaşa kaldığımızda, zelzele yaşamış yüreğimize laf anlatamadığımız o dakikalarda kulağımızda çınlar-dururken avutan insan replikleri, onlar da 'logos' un bir parçası olarak insan yasaları gereğince, 'kendini bulduğunu sanan belki de gerçekten bulan' insancıkların teorilerini kulak arkası ettiğimizde, bir de herhangi bir sebepten dolayı bir yürek ağrısından mustarip hale geldiğimizde bu sefer de 'avutucu kelamı dinlememiş olmanın' iç burkan muallak halinde, nietzsche 'nin 'bir evet bir hayırda gizli mutluluğu'nu hatırlamak gerekir sanırım. bu gereklilik aslında sadece yapıp ettiklerimizi savunurken peydah olabilir. ama yapmayıp etmediklerimizin hesabında da gizli birşeyler olmalı kanımca. öyle ki 'kutsal olan iki şey vardır; dünya ve benim bağımsız ben~im.' diyen witgenstein [cemil güzey hoca; "bu söz, herakleitos fragmanlarında yer alsaydı, yadırganmazdı sanıyorum." demişken hem de] bana, benim oluşturduğum dünya ve bu dünyamın en saydam, en düz, en transparan, en beyaz, en siyah, en komik, en trajik, en olağan, en dışlanan, en kabul edilen, en nazlı koca bir 'ben' tarafımdan şekillenişini, kabul edilişini hatırlatmakta. zira 'kendini tanı' yönlendirmesi, aslında az evvel de sözünü ettiğim 'yapmayıp etmediklerimizle' de ilgili. 
bakınız şaşkınlık içinde seyrettiğiniz gecelere: bir yıldızın romantik bir hezeyanla kayışına, yağmur altında salak bir yürüyüş sekansına, sahilde oturup da, hangi dalganın size ulaşıp ulaşmayacağını tahmin yarışına giriştiğiniz ve o yönetici uyum karşısında da benzer bir ürperti hissettiğiniz an'a... bu hep böyledir: 'kavrama anları' hep böyledir.
'ben' ve 'dünya' kümelerinin ortak üyesi 'ben'in ta kendisidir. bir nevi algıladığımı sandığım şey, coffe matesiz neskafenin tadının çıkmıyor olması ise, beni markete onu almak için iten güç ile neskafeyi sade ve şekersiz bir şekilde bilgisayar başında içme kudretim arasındaki ortak üye ise salt 'ben' değildir de nedir?
'ben' in bağımsız olması ise yine herakleitos'un dilindeki 'ana babasını dinleyen çocuklar gibi olmamalıyız; yani bize aktarıldığı gibi.' / herak. frag. 74/ ifadesiyle alakalıdır. sanırım üstüne hiçbir şey eklenmemiş bir benliğe sahip olmanın saçmalığına, gereksizliğine değinen koca filozofun, 'bağımsız ben' ile 'uyum içinde ve uyumun kendisi tarafından yönetilen dünya'nın witgenstein'in kutsallıkları olması da şaşılacak bir hadise değildir.
yani 'kendini tanı'dan yola çıkarak 'benim dilim' ve 'benim dünyam'a ulaştığım şu anın değerini ancak bilgisayar başında neskafemi yudumlarken summus yani zirve noktasındaki 'ben' olmadığımı da anlamış haldeyim. gerçi o konumda ol(ma)saydım da, o konumda olmadığımın farkında olmayacaktım. öyle bir ruh durumu bu.
Tumblr media
11 notes · View notes
kendimeozlem · 3 years ago
Text
Bazen bir cümlenin anlaşılacak anlamını bilmeme rağmen onun içini çok daha farklı anlamlara dolduruyorum. Ne anlaşılacağını biliyorum. Özünde muallak ve başka anlamlara açık cümleler oluyor bunlar. Akla gelecek ilk anlamı ön planda tutup onun konforuna sığınırken o cümleyi asıl anlatmak istediklerimle donatıyorum. Hoş bir davranış değil bellllkkkiii ama Türkçenin zenginliklerinden yararlanmayalım mı? Tabii bunu bazen şunun için de kullanıyorum, bazı hisleri ya da duyguları uzun uzun anlatmaktansa tek bir cümleyle hepsini anlatmak hem daha güvenli oluyor hem de tüm mahremimi açmadan onları paylaşmış oluyorum. Bu ilk bahsettiğim kısımdan çok daha normal çünkü ilkinde biraz hinlik yaptığımı şahsen biliyorum. Buradaysa koca bir ilişkiler ağını her gidiş yolunu aydınlatmadan loş bir ışıkla sezdirmek amaçladığım. Hem bakın burada bir şey var diyorum, hem de her ayrıntısının bilinmesinin bende oluşturacağı tedirginlik hissinden kendimi koruyorum.
Bu videoyu çok seviyorum ve bu video üzerinde de kendimce buna benzer bir durum olduğunu düşünüyorum. Dönelim başa, normalde şarkının albüm kaydında bu kısım olmadığı için ben bu kısmı ya hiç dinlememiştim ya da unutmuşum dinlediğimi. Bir gün öyle videodan videoya atlarken yorumlarda "Sonu çok güzel, niye kayıtta yok?" diye görünce sonuna kadar izledim. Hiç beklemediğim bir anda aslında neredeyse hiç sevmediğim bir şarkının içinde bir an devleşti. O anı hatırlıyorum büyülenmiş gibi nefessiz izledim bu kırk saniyeyi. Ertesi gün sadece buranın olduğu gibi kesit bulup döngüde sürekli dinledim. İlk dinlediğim andaki hazzı mümkün değil kelimelerle ifade edeyim. Büyük ihtimalle bende uyandırdığı hissi nadiren başkalarında da uyandıracaktır, uyandırmıştır. Kaldı ki ilk anda hissettiğim o yoğun duyguyu ben de hissedemiyorum artık, yaşadığımızı her hücremizle hissettiğimiz minik anlar vardır ya, onlardan biriydi. Ay maalesef biliyorum ki uzun zaman sonra bunu dönüp okuduğumda kendime bu kadar abarttığım için çok kızacağım, bu yüzden kendime not: Hani o an hissettiğin duygularla yaptığın şeyleri o anki duyguların azaldığında yargılamak yerine anlayışla karşılayacaktın? O anın gerektirdiği de böyle bir taşkınlıkmış diyip bunu yazan kendine sana bu duygularını hatırlatan bir iz bıraktığı için sevgilerini gönderebilirsin :")
Bu video benim için binbir sebeple çok önemli ve burası da benim duygular arşivim olduğu için bu video öyle ya da böyle kendime burada yer bulacaktı. Sadece videoyu koyduğumda tam olarak hangi niyetlerle, hangi duygularla eklediğimi unutacaktım. Çok silik birkaç iz kalacaktı belki ama gerisi yitip gidecekti. Bu yüzden kısaca açıklayacağım. Öncelikle benim üzerimde bıraktığı etkiyi unutmak istemiyorum ve böyle dolu dolu hissettiğim anlar demetinden oluşsun istiyorum hayatım, bu nedenle bu anlar benim için çok önemli. Sözlerini, müzikalitesini ve okunurken nağmesine olan sevgimi de ekliyorum. Ardından ben bu videoya da birçok anlam yükledim. Bu benim duyduğum derin saygının simgesi ve evet bu saygıyı kişisel tarihime not düşmek istiyorum. Küçük Şeyma'nın hayalini gerçekleştirmeyi ona bir borç biliyordum. Gerçekleştirdim. Ona uzun zaman çok kızgındım ve hor görmüştüm, onun kendini bulmaya çalışan bir çocuk olduğunu unutmuştum. Ondan çok daha çocuk olabileceğimi göz ardı etmişim ve galiba o benim içimde bir köşeye saklanmış, hala yaşıyor. Ondan ve doğal olarak olarak kendi geçmişimden kaçarak uzaklaşmak yerine günahıyla sevabıyla kendi geçmişimi kucaklıyorum. Hepsi benim parçam ve bugün iyisiyle kötüsüyle onlarla birlikte kimsem o olabildim. Bir de giderek daha doğru değerlendirmeler yapabilip kendime daha dürüst davranabiliyorum. Sevdiğim ve sevmediğim noktalar konusunda kendimi kandırmaya çalışmıyorum. Mızmız küçüğüm hiçbir detayı es geçmeden sevmem gerektiğini diretirdi ama değiştim ve geliştim. Yapılan iş ve kişi ayrımı yapabiliyorum artık, bu tamamen bilişsel gelişimin marifeti amma olsun, tamamen ben bu ilerlemeyi kaydetmişim gibi davranayım.
Küçüğüme bir teşekkürü borç bilirim, ne kadar gidiş yollarını beğenmesem de kendini güzel yerlerde aramışsın. Seni güzel diğer yıllara sevk etmiş. Artık başlangıç noktasında noktada değilim tabi, önüme koyulanı olduğu gibi almıyorum, kabul edip edemeyeceğim görüşleri tartıp değerlendirebiliyorum ama başlamak için güzel bir yermiş. Bir de çok güzel diğer bir etkisi vardı, bak bunda değişen hiçbir şey olmadı. Hala ilk günkü gibi üretkenlik hissi uyandırıyorlar. Günümü güzel geçirmeliyim, beni geliştirecek işlere yönelmeliyim gibi bir his büyüyor hala içimde ilgilendikçe. Tüm bunları ve yüklediğim anlamları, benim için ifade ettiklerini sanırım benden başka kimse anlayamaz ama behis yok, fenomenolojik alan meselesi. Kimse kimseyi tam olarak anlayamıyor zaten diyip sıyrılıyorum.
Hayranım ama kendimin ilk yüklediği anlamlardan çok daha farklı anlamlarla donatıyorum artık bu kelimeyi. Kişilere değil iş ahlakına, insanlara gösterdikleri saygıya ve ihtimama, bir insanın işini severek yaparsa nasıl fark yaratacağını bana göstermelerine hayranım.
23.03.2022
2 notes · View notes
musfika-hanim · 3 years ago
Note
Selamün aleyküm abla. Uzun zamandır bir konuda neyin doğru neyin yanlış olduğunu karar veremeden sürüklenip duruyorum. Akışa bırakıyorum ayrı dert bırakmayıp düşünsem ayrı dert. Bu tarz durumlarda ne yaparsın veya ne yapmayi tavsiye edersin.hayirli geceler
Aleyküm selam🌼
Doğru yanlış kavramı seçildiğinde, kararı verildiğinde bizi nereye götürüyor, neye sürüklüyor. Kararımız nereye varıyor, neyi değiştiriyor? Hak katında vebali var mı, mubah mı? Ya da bu karar hayatımızı, birilerini olumsuz etkiler mi? Hangisini yaptığımızda daha mutlu oluruz ve Allah'ın hoşuna gider? İşte bunların hepsi karar verme aşamasında bizi yönlendiren mefhumlar. Konuyu bilmediğimden afaki konuşmuş olurum ama ben genel olarak muallak hali sevmeyen, olumlu ya da olumsuz; bir mevzunun sonlandırılmasından, biran önce karara gidilmesinden yanayımdır. Hergün düşünüp taşınmaktan, bu dar boğazın içinde cebelleşmektense karar vermek daha kolay olur benim için. Tabi ki konudan konuya değişir bu durum. Bazen zorlanırım, herkes zorlanır. İnşallah en doğru, en hayırlı kararı verirsiniz. Allah hayırlı olacak olanı ilham etsin kalbinize.
Selametle 🌱🌼
2 notes · View notes
rizasizbahcaningulu · 4 years ago
Text
içimdeki şeyleri ifade edemiyorum gibi değil de içimdeki şeylerin ne olduğunu hiç bilmiyorum gibi. ne hissediyorum niye üzülüyorum ne istiyorum ne yapmam lazım hepsi muallak. keşke bi alet olsa şöyle bağlasam kendimi içimdeki şeyleri bir bir söylese
134 notes · View notes
neolcakbuisler · 4 years ago
Text
deneme 1-2
zımparasını, boyasını, ayaklarını, vidalamasını, tasarımını kendi yaptığım masa; etrafını renkli bir ilkokul kitabı sayfasını huni şekline getirerek üzerine şapka gibi taktığım lambanın altında duruyor. rus klasiklerindeki gibi çok bağlaçlı, uzun betimlemeli cümleler kurmak insan zekasına çok iyi geliyor. beynim mıncıklanıyor, gıdıklanıyor ancak okuyucu için o kadar da keyifli olmasa gerek.
ben masaya bakıyorum. ayaktayım. ayağa neden kalktığımı unuttum. hatırladım. dondurucuda soğusun diye koyduğum efes extrayı almak için kalkmıştım. dün gece ......larla serada içerken bi bira artmıştı. ziyan olmasın diye eve getirdim. herkes uyuyunca bir bira içip yazmak çok iyi geliyor.
ayakta masaya bakarken bi korku girdi içime. allahım ne kadar da yalnızım dedim. korktum. daha doğrusu ilk önce ne kadar yalnızım dedim sonra allahım dedim. her zaman söylediğim gibi allahın varlığı yokluğu tartışmasından çok daha ötede ona olan ihtiyacımız duruyor. elbette ateistleri tenzih ederim. en azından dışardan bakıldığında ihtiyaçları yokmuş gibi duruyor. ya da varsa da ihtiyaçları karşılanmamasına rağmen sürdürebilmeyi başarmış kişiler oldukları için onları tebrik ediyorum. ya da en azından dışarıdan sürdürmeyi başarıyor gibi gözüküyorlar. elbette her bilgi gibi az sonra söyleyeceğim bilgi de muallak ancak bildiğim kadarıyla ateist toplumlarda intihar vakaları sanırım bi tık fazla. burada "tık" neyi temsil ediyor bilmiyorum. ulusal bir ölçüm birimi artık "tık" ve garip bi biçimde de her bünyede karşılık bulabiliyor. ancak inançlı kimselerin de intihar ettiğini düşünecek olursak bu bilginin de boş bilgi olduğunu fark etmem çok uzun sürmüyor.
ne kadar yalnızım dedim ve korktum. ürktüm. sonra bu korkuyla baş etmek zorunda olduğum aklıma geldi. ve sonra bu zorunluluğun da son zamanlarda hayata devam edebilmem adına bana ne çok şey kattığını anımsadım. evet hayattaki en temel meselemle baş etmesi gereken kişi bizzat benim. artık bu korku geldiğinde ne yapacağımı biliyorum. çünkü o korkunun paniğiyle attığım adımlar canımı çok daha fazla yaktı. başka insanların da canını yaktı. eğer hala anlamadıysam acı çekmeye devam edeceğim anlayana kadar. ve ben buna da varım.
beni buraya kim yolladı bilmiyorum ve hatırladığım kadarıyla bana da sorulmadı. ayrıca ben dediğim şey de bi "an"da var olmadı. örneğin 2 yaşındaki ben'e bu soru sorulsaydı anlamayacaktı bile. ya da ailemde büyük kavgalar ettiğim ergenlik dönemimdeki bir kriz anında sorulsaydı nefret ediyorum diye bağırıp, gelmek istemiyorum böyle bir dünyaya diyebilirdim. veyahut da şu an sorulsaydı... her şeye rağmen güzeldi , derdim... neden burada olduğumu kendim keşfetmeye çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. çünkü buna da temiz ve açık bir kalple canı gönülden inanıyorum. mesela masaya bakıp yalnızlıktan çok korktuğum bi anda bu korkuyu yenebilmek için kelimelere sarılıyor olmak müthiş bi his. hele ki kelimelerin işe yaraması bambaşka bir mucize.
sevgili yalnızlık. senden korkmuyorum. seni seviyorum. seni anlıyorum. her zaman söylediğim gibi anlamak sevmenin eş anlamlısı. muhtemelen bu cümleyi bi yerden duydum ya da geliştirim. bana ait olduğuna çok da inanmıyorum. aslına bakarsanız yazdığım-söylediğim bi çok şey zaten söylenip düşünüldü. yeni olan kısmı benim ağzımdan-kalemimden çıkış şekli. ya da senin ağzından. sen söylediysen o artık yeni. çünkü bunu senden ilk defa duyuyoruz. başka bi anda, başka bi ses tonunda, başka koşullarda ve başka bi dilde. her şey eski olduğu kadar yeni de.
korkuyla başladığım yazının umutla bitmesi ne güzel. belki bunda içtiğim efes extranın da katkısı vardır. bilemiyorum. bunu çok da umursamıyorum. bu pandemi döneminde efes extrayı nerden bulduğumu da sormanızı istemiyorum. çünkü cevabını siz de biliyorsunuz.
masam, lambam, yalnızlığım, kelimelerim... hepsi bana ait. ve hepsi çok güzeller. sizden korkmuyorum. sizden korkan sizi gibi olsun. ben siz değilim. sizle benim.
2 notes · View notes
balkongunlukleri · 4 years ago
Text
reis ile masabaşı sohbetindeyiz - göç ve hatice anneanne
: çekirdek ailemizin 2018’de kurulmuş dağıstanlılar adında bir grubu var. ama bu anne tarafından gelme bir durum baba tarafı ise hep muallak bizim için, zaten anne tarafı daha çok sevilir bizde ya neyse... geçen gün sofrayı kurduğumuz sırada anne tarafından dağıstanlıyız, ey baba tarafı sizde ne var? diye şakayla karışık konuyu açtım. her zaman ki gibi soruyu ciddiye alan evin yardımcı reisi, “bizimkiler azerbaycan’dan göçmüşler.” dedi. şaşırdık. karapapaklılar diyorlarmış hatta dedemlerin köyündekilere.
: aradan çok geçmedi nişanyanyeradları diye bir siteden ekran görüntüsü attı ablam dağıstanlılar grubuna, sanki muhabbetimizi hissetmiş gibi.. rusya direnişinde şeyh şamil’in esir düşmesiyle birlikte karapapaklılar önce kars’a oradan içerilere geçmişler...
: o göçler sonrasında ne hikayeler çıkmış ne hikayeler... o hikayelerden birinin baş karakteri ise reisin teyzesi imiş. kendinden yaşça büyük biriyle kendi isteği ile evleniyor, inek besliyor satıyor, tarla biçiyor satıyor, koca konağı çekip çeviriyor. ticaret yapıyor. yerin bir bu kadar da altında var dediklerimizden. hatice anneanne.. adının kişiye tesiri bu olsa gerek. :,)
: tanışma fırsatımız ve bir tas sıcak çorbasını içtiğimiz oldu, çok şükür. şimdi reisin anlattığı onun yaşadığı zor şeyler var ki, beni çokça üzdü. sağlığında neden dizinin dibinde daha çok oturup hayat hikayesini dinlememişim dedim. şimdi bedeni uykuda.. memlekete gidersek suyumuzla ziyaret edeceğiz...
: reis ile konuştuklarımızı düşünüyorum, dağıstan’a gitmek istiyorum, rusça öğrenmek istiyorum.. azerbaycan’a gitmek istiyorum. bir yazımı köyde geçirmek istiyorum. herkesle konuşup her şeyi yazmak istiyorum.
: bulunduğumuz konumun hakkını verelim. bunların hepsi olur inşallah. dedi.
5 notes · View notes
seyyaheninfilmarsivi · 6 years ago
Text
Tumblr media
Filmin konusuna dair
Büşra: Öncelikle filmimiz yaşanmış, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Kaliforniya Long Beach’te bir okulda göreve başlayan Erin Gruwell, birçok açıdan zor bir öğrenci grubuyla karşı karşıya kalıyor. Özgürlükler ülkesi dünya harikası (!) Amerika’nın öteki yüzünü bu filmde açık bir şekilde  görebiliyoruz. Sınıfta Latinlerden, Asya kökenlilere kadar uzanan bir kimlik çeşitliliği mevcut. Ayrıca öğrencilerin neredeyse hepsi bir şekilde suça karışmış alt sınıfa mensup ailelerden geliyor. Öğrenciler sadece eğitim ortamından ve öğretmenden değil birbirlerinden de nefret ediyorlar. Erin Gruwell ise öğrencilerini önce birbirleriyle daha sonra ise eğitim ortamıyla barıştırmaya çalışıyor. Bir taraftan da yerleşik eğitim sistemi ve eğitim politikaları ile mücadele ediyor.
Tumblr media Tumblr media
Serkan: Günümüzde okullarda yavaş yavaş unutulduğunu düşündüğüm bir konu hakkında canlı kanlı bir örnek ortaya çıkmış ve bunun filmini yaparak tüm dünyada farkındalık yaratacak bir yapıt ortaya konulmuş. Oyunculuklar iyi miydi tartışılır, bazı konular havada kaldı mı tartışılır ama vermek istenen mesaj yerine ulaştı mı? İşte bu filmin başarısı. Hani eğitim ve öğretim yılı diyoruz ya, artık okullarda pek eğitim yok. Full öğretim üzerine kurulu bir sisteme dönüşmüş durumda. Ve bu film eğitim hakkında çok güzel bir örnek. 
Ufak tefek eleştiriler
Büşra: Filmin konusunun yeni bir şey olduğunu söyleyemem hatta klişeleşmiş bir konu bile diyebilirim. İşin açığı izlerken gerçek bir hikaye olduğunu da bilmiyordum. Sonunda yaşanmış bir hikâye olduğunu görmek mutlu etmedi desem yalan olur. Oyunculuk açısından zayıf kaldığını hissettirdi film bana hatta yer yer çiğlik hissettim bile diyebilirim. Muhteşemdi beni ağlattı diyemiyorum. Ama zamanım çöp oldu hissine de kapılmadım. Belki de V for Vendetta'dan sonra izlenmiş olmanın azizliğine uğradı:)  
Birçok sahnenin havada kaldığını hissettim. Boşanıyor olmasının sunduğu eğitim önerisine engel olarak atılması. Eşiyle ilgili sahnelerin neredeyse tamamı çok havada kalmıştı. 
Havada Kalmış Sahneler
Serkan: Senin bahsettiğin karı-koca ilişkisinden daha çok havada kalmış/eksik kalm��ş sahne olduğunu düşünüyorum. Belki o sahneler devam ettirilse filmin gidişatı hakkında daha seyri hoş bir şeyler ortaya çıkabilirdi. Çünkü insan o ne oldu, o neden oldu diye kafasında sürekli sorular soruyor. Bu seferde konu bütünlüğü dağılıp seyri hoş olan bizi tatmin eden bir film olup, anlatmak istediği konuyu anlatamayabilirdi. Karı koca ilişkisi konusunda bence senin dediğinin aksine ben pek eksik bir şeyde göremiyorum. Hatta ben bu şekilde boşanmalarını değil de, adamın karısını aldatmasını bekliyordum işin açıkçası. Aldattığını öğrenip küserler bir yıkılış olur. Öğrencilere de bu yıkılış yansır ondan sonra biraz zaman geçtikten sonra barışırlar öğrenciler mezun olur mutlu son gibi falan aklımda alternatif son bile kurmuştum. (Filmin gerçek bir öyküden uyarlandığını bilmiyordum bunu düşündüğümde. Eğer bilseydim bu kadar mutlu son hayali kurmazdım.)
Tumblr media
Bir inanış hikayesi 
Olaya nasıl bakacağını ve hayatında bir karşılığı olup olmadığını merak ediyorum açıkçası. 
Filmin hikayesi aslında çok ütopik değil. İnsan inanınca Allah'ın yardımıyla başarıyor. Benim buna benzer bir hikayem var aslında. Bayan G.'nin gözlerindeki parıltı ve içinde uçuşan kelebekleri görüp hissedebiliyorum. Mezun olduktan sonraki yıl 1 sene öğretmenlik yaptım. Biraz elit biraz da varoş bi okuldu iç dünyası olaylı bir okuldu biraz. O yüzden aşkla görev yaptığım 1 yıl bana 10 yıllık tecrübe kazandırdı. İdealist olarak nitelenen ve bıkıp yorulması beklenen öğretmenlerdendim. İlk dönem 5 ve 6.sınıfların dersine girdim. İkinci dönemin ortasında müdür beyin ani kararıyla birden 5-6'lardan alınıp 7-8'lere girmeye başladım. Ama birinci dönemden beri giriş çıkışlarda her karşılaştığımızda bana "Abla, bilmem kimi tanıyor musun ona çok benziyorsun" diye soran bir kız öğrenci vardı. Artık onun da dersine girmeye başlamıştım. Ben düzene, ani değişikliğe alışmaya çalışırken nasıl oldu hatırlamıyorum bu çocuk benle sıkı bir iletişime geçti. Öğretmenler odasında uyarıldım tabi hemen 'Aman hocam, uzak dur. Aman yüz verme bulaşır' gibi bir sürü cümle duydum. Tabi öğrencinin o zamanki durumundan bahsetmem gerek kısaca önce. Bu, 8. sınıfa giden bir kız öğrenci, tavırlar tamamen erkeksi, jilet çekiyor, sigara kullanıyor. Uyuşturucu içli muallak. Küfür kıyamet ağız. Saygı yok sürekli bir atar hali. Sen anlamazsın hocaa modlarında. Arkadaşları tarafından ne dışlanabilen ne içlerine alınabilen bir yapıda. Sürekli eşofman ile geziyor falan. Her neyse ben pes etmedim.Bu çocuk ilgiye şefkate ve ona birilerinin içindeki cevheri göstermesine muhtaç dedim. Zor muydu çok zordu. Ama Allah'a güvenip dönmedim yolumdan. Ne zaman yorulacak olsam pes etme Büşra eğer bu çocuktan bir cevher çıkarabilirsen bu senin dünya ahiret azığın olacak deyip motive ettim kendimi. Peşime takılıp evimi bulmadığı mı kalmadı. Yoksa benim başka bir yerde işim varken peşime takılıp gelmesi mi istersin. Bir ara bıçağı takacak diye düşünmedim değil işin açığı. İdare ile başımı derde soktu. Hoş benden ziyade başkasının başı derde girdi. İyi de oldu anlatırım o meseleyi de sonra. Ama ben anaç davranmaya çalışıp onu hep anlamaya çalıştım. Ve ufak ufak alttan alta ne yapması nasıl davranması gerektiğine dair bir yol haritası çizmeye çalıştım. Ve sanırım aşarılı oldum Serkan hamd olsun. Ben geçen ay o çocukla oturup kahvaltı ettim ve karşımda sevimli mi sevimli bir hanımefendi vardı. 2 yıl olmuştu görüşmeyeli. ilk peşime takılıp hayatında ilk kez metrobüse bindiğinde yanımda olmasından utanıyor çevreye bakmıyordum tavırlarından ötürü. Geçen ay ikinci kez benimle metrobüse bindi ve onu o ilk gittiğimiz yerde bir mekanda kahvaltıya götürdüm. Karşımda hayattan umutlu, hayalleri olan, doktor olmak için gecesini gündüzüne katıp çalışan bir FzB gördüm. Bu kendine verdiği isim :) Lise 3'e geçti ve her iki yılı da birincilikle bitirdi. Edebiyatı ve şiiri de ihmal etmedi bu süreçte. Şimdilerde ona insan olabilmenin her şeyin üstünde olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ha tabi sigarayı bana verdiği söz üzerine kademeli olarak bıraktı. Jilet vb arabesk falan uzak duruyor. Kuş gibi cıvıldıyor ve bana hayat enerjisi aşılıyor. Bu yüzden Bayan G. bende çok anlamlı. İnanmanın ve güvenmenin insana şifa olduğuna iman ediyorum.Hatta ona da bahsettim son görüşmemizde seninin elinden tutulması gerekiyordu ben tuttum. Sana düşen de bundan sonra her yerde gördüğüne elini uzatmak her ne kadar seni yanına çekme ihtimali de bulunsa diyorum. Şimdi onunla en büyük hayalimiz onu muayenehanesinde ziyaret etmem ve onun bana çay ısmarlaması inşallah nasip olur sen de dua et olur mu :) 
Eleştiriye Anı Arası :)
Serkan:FzB hakkında seni tebrik ediyorum. Açıkçası böyle fark yaratmak bir ara çok fazla öğretmen olmayı istedim.  Öğretmen olamadım ama siyaset yaparak topluluklara hitap ettim ve azda olsa bir fark yarattığımı düşünüyorum bende. Özellikle ilk yılımdaki teşkilatlanma çabalarımda teşkilatıma kattığım kişiler arasında alkolik ve keş sayısı çok fazlaydı. Fakat bir yıl sonra hepsi tek tek belirli zamanlarda abi Allah razı olsun sayende namaza başladık cümlelerini kurdukları zaman hem mutlu olmuştum hem de kendimi çok ikiyüzlü hissetmiştim. İnsanlar yapısı gereği kendi başlarına öğrenebilirler. Önemli olan ne öğrenmeleri gerektiği konusunda onları eğitmek. Ve ahlak aşılayabilmek. Ve bir kişisel bir şey daha Erin Gruwel hem fiziği hem de ideolojisi bakımından tam olarak istediğim eş diyebilirim. Benim öyle bir karım olsa neler yapacağımı aklım almıyor ama o salak gidip o kadından boşanıyor!
Neyse Konumuza Dönelim
Film birden fazla gözle/anlatımla ilerlediği için birçok noktayı kaçırdım. Mesela ilk sahnelerde Eva’nın gözlerinin önünde birisinin vurulmasının ardından Erin’in öğretmenlik için o çatlak müdür yardımcısı öğretmenle konuştuğu sahnenin gelmesinden dolayı Erin’i ilk önce Eva’nın büyümüş hali sandım. Öyle bir konuşuyordu ki o küçük kız azim ve hırs göstererek kendi devrimini yapmış, yaşadığı bataklıktan kurtulmuş ve onun gibi gençlerin kurtulmasına ilham olmak, onlara destek olmak için ideolojik bir düşünce yapısıyla öğretmen olmuş gibi düşündüm ve sonra farkına vardım ki bu iki karakter farklıymış. Filmin farklı gözlerle anlatılmasıyla, film boyunca farklı hayatlar hakkında empati kurabildik. Yeterli miydi? Ya da sadece Erin’in bakış açısıyla olayları takip etsek yeter miydi? Tartışılır ama bizim yediğimiz yemeğimizin lezzeti bu, aşçı yemeği böyle marine etmeyi uygun görmüş diyelim.
Zenci Sokaklarında Yahudiler
Zencilerin, Meksikalıların ve Asyalıların sokaklarda yaşadığı sorunlarla, Yahudilerin yaşadıkları hakkında bir biriyle empati kurmaları ve Yahudilerin yaşadığı zulümlerden ilham almaları beni çok şaşırttı. Siyah Panterlerden, A.K.A. (Mahlas) olarak kendine Makavelli ismini seçmiş olan Tupac Shakur’dan söz eden bir öğretmenin 2. Sınıf insan muamelesi görmüş topluluklara kendini dünyanın hakimi, tüm insanların kendilerine köle olarak yaratıldığını düşünen bir topluluktan ilham almasını sağlaması bana büyük bir ironi gibi geldi. Düşünsene dünyadaki ilk kölelik düzenini kuran milletsin, kendinin insan olduğunu ve diğer tüm toplulukların kendilerine hizmet etmeleri için hayvandan insan olduklarına inanan bir kavimsin ve boş otobüste ayakta gitmek zorunda kalan, kakao bahçelerinde çalışıp hiç çikolata yiyemeyen, ahırda yatmak zorunda kalan bir kavime ilham oluyorsun… Üstelik hakkında İsrail devletini kurmak saf Yahudileri ayrıştırarak zorunlu göç etmelerini sağlayan ve tüm dünyaya bunu Letonyalıların, Ukraynalıların ve Almanların zulmü gibi gösterip acınma sağladığı gibi komplo teorileri bulunan olaylarla yapıyorsun. İşte bu gerçek Emperyalizmdir bence…
İdeolojisi Emeklilik Ve Başarısını Kaybetmemek Olan İnsan Profili
Şu 3 ve 4. Sınıflara öğretmenlik yapan Margaret ne kadarda tanıdık değil mi? Mutlaka senin de hayatında bu tarz insanlar çok olmuştur. Ben girdiğim her iş ortamında mutlaka bunlardan biriyle çalıştım. Gerçekten umut kıran, insanın yaşama enerjisini emen bir profil. Geçmişte yaşadığı başarılarla övünüp ve bu başarıların kabuğuna yani güvenli alanına çekilmiş. Yaptığı işte belirli bir formül bulup yaptığı işte rutin yakalamış tek ideolojisi emekliliği olmuş bu insanlar maalesef her zaman her yerde varlar. Ve filmi izlerken şunu düşündüm bu insanlar iyiki varlar. Çünkü bir ideoloji uğruna savaş verirken karşına çıkan zorluklar ne kadar güçlüyse verdiğin savaş o kadar başarılı olur. Ve hatta şimdi tam olarak anımsayamıyorum ama ya BM’nin ilk toplantısında yada Basel’de 1. Siyonist Kongre’de Theodor Herzl tarafından kurulmuş bir cümle bunu çok iyi anlatıyor. Derki: Düşmanımız kızılları yendiğimize göre ve düşmansız bir ideoloji olamayacağı için rotamızı yeni hedefimiz olan yeşil sancaklılara çevirmeliyiz. Yani anladığın üzere yıkılan Rus imparatorluğundan sonra düşmanları Müslümanlar olarak başta Osmanlı olmuştur. Makrodan, mikroya dönersek bu filmdeki kadın olmasaydı işler daha kolay ilerlerdi fakat bu kadar büyük projelere ve bu kadar medyatik olmazdı. Ne kadar emek verilirse başarıda o kadar büyük olur. Eğer Erin kendi çaba sarf etmeden kitapları almış olsaydı, çocukların o kitaplara bu kadar değer verir miydi tartışılır. Yada çocuklar kendileri çaba sarf etmeseydi para toplamak vb. etkinlikler yapılmasaydı medyaya çıkıp başarılarını tüm ülkeye gösteremezlerdi. Basit etkinlikler yapıp kendilerini geliştirmek bir yana, yaptıklarıyla tüm ülkeye isimlerini duyurup motive olmak başka bir yana.
Baba ve Sistemin Kurucusu Olan Dr.
Erin’in babası ve okuldaki eğitim programının kurucusu şu zenci kodamanın Erin’in işlerine karşı olan duruşları gerçek hayatta olanlara ne kadar bağlı kalınarak anlatılmış çok merak ediyorum. Çünkü baba ve Dr. Her zaman Erin’e mesafeli. Yol gösterici desem pek yol gösterici gibi gelmiyor, destek verici desem yine kendilerini hep geri plana çekmiş durumdalar. Baba karakterinin kızını koruması gibi bir görevi olduğu için mi acaba diye düşünüyorum. Dr. ise Erin’e olan desteğinin hep mesafeli oluşu acaba programı kuran ve yöneten kişi olmak ile okul müdürü olmak arasındaki fark/bürokrasi midir tam çözemedim.
3-4 Sınıflara Eğitim Vermek
Son olarak değinmek istediğim konu seninle hemfikir olduğumuz 3 ve 4’lere eğitim verme konusu. Ben şöyle bir teşkilatlanmanın içinde bulundum. İçerisinde gençlere, öğretmenlere, ekonomistlere yani bir çok kesime hitap eden bir teşkilatlanmanın siyasi ayağında bulundum. Ve bizim teşkilatlanmadaki temel prensibimiz gençleri ilk önce gençlik derneğimize alıp burada ahlak ve maneviyat yüklemek. Ardından kendi yetenekleriyle ümmete ve dünyaya yararı olacak şekilde bir topluluğa yönlendirerek hak için mücadele etmesini sağlamaktı. Yani diyelim ki genç dediğimiz kişi üniversiteyi bitirdikten sonra iyi bir ekonomist olduysa bunu ekonomi ile ilgili kuruluşumuza yönlendirmek ve mesela faiz sistemine karşı yeni bir sistem kurması için mücadele vermesini sağlamaktı. Yani filme entegre edecek olursak 1 ve 2. Sınıfı dernek üzerinde okuyup gerekli eğitimi aldıktan sonra 3 ve 4. Sınıflarda başka bir öğretmen ile eğitimini devam ettirmekti. Teşkilatlanmamız baya geniş fakat katılımcı sayımız düşük olduğu için biz daha çok siyasete önem verirdik. Bu sebeple ben kendi teşkilatlanmamda yeterli yüklemeyi yaptıktan sonra bir çok arkadaşımı ilçe gençlik kollarından il gençlik kollarına geçmesini sağladım. Yeni bir sınıfta bazıları başarılı oldu, bazıları ise yeni ortama adapte olamadığı için okulu bıraktı diyebiliriz. Yani bu olay kimi zaman olumlu geri dönüş yaparken kimi zaman ters tepebiliyor. Bana kalırsa gerçek başarı 1 ve 2. Sınıfları okutup onları bıraktıktan sonra tekrar aynı başarı ivmesi ile devam ediyorlarsa bu gerçek başarıdır. Elbette bunlar genç insanlar olduğu için Margaret profilindeki öğretmenlere yani düşmanlara denk geldiklerinde eğer yeterince güçlü değillerse yenilip sistem içinde yok olabilirler. Tabi gerçekten içlerindeki ilham duygusu tetiklenmişse daha büyük başarılarda kazanabilirler. Bu büyük bir kumar.
Büşra: Bayan G. hakkında bir eleştirim olacak sadece. Ben onun yerinde olsam 3-4'te de okutmak için bu kadar çabalamazdım. Neticede bu onları hocaya bağımlı kılar diye düşünüyorum. Bu çocukların başka hocalara da kendini ispatlaması gerekirdi diye düşünüyorum tabi yanlış da olabilirim ama ben tercih etmezdim. Çünkü nasıl olsa ben okulda olacağım ve istedikleri zaman ulaşılabilir olacağım. Okul dışı irtibatı sağlam kurmaya çalışırdım:)
Tumblr media
11 notes · View notes
Text
Canım o kadar sıkkın ki... Yazmayayım diyorum ama olmuyor...
Bir hafta önce apartmanımızda, önce intihar etti denilen, sonrasında ise cinayet olduğu hakkında korkunç şüpheler ortaya çıkan olayın travmasını bile tam atlatamadım mesela... Kafam herkes gibi soru işaretleriyle dolu, bu kadar yakınımda böyle bir olay olmasını hala tam sindirebilmiş anlayabilmiş değilim. Olayın ardından oluşan o sersemlik hissi, kızgınlık, korku, şaşkınlık, hüzün, öfke, rüyalarım... Sanki hepsi bir araya doluşmuş gibi...
Net de yine o kadar yavaş ki sabrımı zorluyor, programsız hiç bir yere girilmiyor... Bir yandan hava buz gibi esiyor, neredeyse her gün bir kedi terk ediliyor... Evden atıldıkları o kadar belli oluyor ki, insanlara yakınlığından, her gidenin peşine takılmalarından... Tertemizler, sıcacıklar, yumuşacıklar, kendilerini sevdiriyorlar, çok savunmasız ve masumlar, sürekli apartmana girmek istiyorlar... Hiç birine yuva bulamıyoruz, ya araba altlarında eziliyorlar ya soğuktan hasta olup ölüyorlar ya da kayboluyorlar, sonları muallak...
1 note · View note
kendiniyokederekvarolmak · 6 years ago
Text
Tumblr media
AŞKIN BENCESİ
Tekinsiz yolların başlangıç ve bitiş durağı… O üç harfli sancı… o malum tek heceli….
İnsana benzer aşk… Baştan sona çelişkidir yani, insan misali… Hem yanmaya azmetmek, hem kaçmaktır yangından. Hem uğrunda ölmeye can atmak, hem aynı uğurda yaşama tutunmak… Girdiği gönül kabına göre şekil alan, zapt edilemez, kilit vurulu akıllarda salgın misali, dizginlenemez bir hormonal bozukluk işte… Kıyıcı da olabilir, kırıcı da, yıkıcı da, yakıcı da…. İnsan neye takarsa kafayı odur… Ne kadar özler ve isterse o kadardır cürmü ve cüssesi… Öyle baki de değildir hani… Sonsuza kadar değil, kendi sonsuzuna kadar sürebilendir insanın… Ne sonu olmayan bir şey vardır, ne de vazgeçilemeyecek olan…Bazen fark etmesi, durması, kendine gelmesi zaman alır, hepsi bu…Ya tüketir, ya tükenir nihayetinde…Onu ancak o gönlün sultanı bilir.
Ömür denilen yeryüzü serüveninde, insanın, kendi eliyle kendi başına sardığı en belalı zaman dilimidir, o malum üç harfli, o tek heceli olan… Yeryüzünde sürülebilir izler bırakmaya başladığından beri ademoğlu, kendine söylediği en afili yalan bu… Hep yersiz, zamansız ve yanlış sorular sorduran… Hep tekinsiz cevaplar verdiren… Bilerek ve isteyerek kendi kendini kandırmaya vesile, isterik bir düş ürünüdür o, kimi sığ, kimi derin, kimi sıcak, kimi serin… Kimi hesapsız kitapsız, içinden geldiği gibi, kimi ise en başından beri bir çıkar uğruna yazılmış bir senaryo gereği hesaplı inceden inceye… Senaristi kararsız, senaryosu değişken bir filmin platosudur… Şahsiyetin, omurganın kabul edebildiği kadardır taşkınlıkları…
Sapla samanı birbirinden ayırmak zordur, o mevzu bahis olunca... Ancak zan vardır ve zannetmelerden ibarettir aşk… Boyundan büyük cümleler kurmak, boyundan büyük işlere girişmektir aslında… Abartının, orta yolu bırakıp uçlara taşınmanın ta kendisidir yani. Hakikatten kaçıştır aşk. Umutsuzca oyalamaktır kendi kendini. Durmamak, dinlenmemek, yetinmemek, hep ama hep istemektir… Kendi varlığından bihaber olanın, öz benliğini yeterli göremeyip kabul edemeyenin atıldığı bir maceradır aşk… Var olmak ile yok olmak arasında gidip gelmek, uçlarda dolaşmak hevesinde, anlaşılmak kabul görmek, yüzde yüz doyuma ulaşmak azminde olmaktır. En kuytu köşelerine kadar savunmasız, silahsız, örtüsüz kalmayı kabullenmektir aslında. Tesadüfler ve varsayımlar üzerinden yeni bir yaşam, bir macera çabası inşaa etmeye çalışmaktır aşk. Hayali gerçek, gerçeği hayal kılmaya azmetme çabasıdır. Bir damla suda kendini boğmaya çalışma olasılığının peşinde koşmaktır işte. Kuytularını açmak, bağışıklık sisteminin, öz saygısının tarumar edileceğini bile bile bir gülüşe, bir bakışa, bir vaade, bir şahsi çıkarıma, bir rivayete boyun eğmektir aşk, insanoğlunun kendi eliyle kendi başına sardığı belletilmiş yanlışlıklardan ibarettir en nihayetinde…
İnsanoğlunun kendi eliyle geliştirerek kendi çıkmazını oluşturduğu, tarihinin en modern, en çetin sömürgen ve kemirgen sisteminin kavramlaşmış halidir. Tüketim sektörünün en sinsi ve acımasız tezgahı… En kapitalist olanı… En çok yoranı… Bazen, tatlı bir bahar esintisi gibi, kulağa hoş gelen sözcüklerle örülmüş bir şiir dizesiyle vuran, bazen de düz yazıya dönüştürülmüş afili cümleler tuzağıyla sarmalayan en derin betimlemelere konu olan, koca bir yalandır o, adına aşk denilen… Asıl hayali kurulanın gerçekleşmeyip, heveslerin kursakta kaldığı anda efsane olandır. Yalnızlık korkusudur insanoğlunun… Herhangi bir şeye adanmışlığı prova etmek, bir yere ait olma dürtüsünü düzene koymaktır.
İnsan egosunun reddedilmeyi kabullenemeyişidir aşk. Doymak bilmeyen yanlarının terimleşmiş halidir. Vazgeçmeyi bilmemek, İnadına ısrar etmektir. İfade etme güçlüğü çektiğinde kendini, şaire, yazara, ressama, saz ustasına vuruşların çıkmazıdır… Gönüllü açmazların ve hükümsüzlüğündür sevgili insan…Ya da taçsız hükümranlığıdır özne olanın..
Ben neyim, kimim, niyeyim, niceyim? diye sorup kendine, vücudun şehrini ikna edici cevaplar bulmak, kanıksamak ile son bulur o tek hecelinin belirsizliği. Karmaşık bir muallak yığını olan tanımı düzene konur… Her canlının bir gün tadacağı o malum sondan kurtulamayacak olmanın verdiği acizlik hissine karşı, çıkış yolu bulamayıp çaresiz kalmışlığın adını felek, doğru kararlar alamayışın adını kader koymamak lazım… Mazeret üretmelere yetecek zaman mı var? Kendini oyalayıp kandırmayı bırakmalı değil mi artık? Güvenle ve samimiyetle, erdemde görünür olmalı insan… O malum tek hecelinin adını anmaktan dahi sakınıp, İlla ki bir şey yapılacaksa, korumak, kollamak, uzun ömürlü kılmak, GÜZEL SEVEN olmak lazım… (Semra BİLGİN)
2 notes · View notes
dakcay · 3 years ago
Text
berrak.
Kimse öleceğini bilerek güne başlamaz. Roll on sürer, saç tarar, gömlek çeker üstüne, çıkmadan son bir kez aynaya bakar. Kulağına sevdiği şarkıyı doldurur. Yoldan geçen kediyle salak salak konuşur. Aklındaki bir kişiye günaydın mesajı atar. Esnafa yerli yersiz şaka yapar. Bir latte içer laktozlu laktozsuz fark etmeden. Kimse öleceğini bilerek günü geçirmez. Kimse kalp spazmı beklemez, trafik kazasına kurban gitmeyi kimse kendine yakıştırmaz, yemek yerken nefes borusuna bir şeyler takılması hep büyük sürpriz olur. Oysa ki bu dünyada ölüm olduğunu çocuktan saklamanın bile modası geçti. O zaman neden kimse öleceğini bilerek günü bitirmez. 
Ölüm döşeğindeki birine bile akşam gidicisin desen büyük oranda gün ışığına son bir bakar, hemşireyi son bir keser, ertelediği kitaba son bir hayıflanır, lisedeki en eğlenceli anısını son bir hatırlar. O bile elinden gelebildiği kadar bilmez ölümü. Bilmezden gelir. Tabi var ölünce şu olacak, bu olacak bazı iddialar, inançlar; ama dönüp hatırat yazan olmadığı için belirsizlik ve bilinmezlikten kaçmak zor. Çok kötüdür belirsizlik. Nefesini kıçından alanı kıçına aşık eder. 
Ölüm belki en güçlüsü elbette ama ölçülemeyen bir şey olduğu için bütün belirsizlikler aynı değerdedir sanki. Muallaktan kaçmaya çalışarak bir ömrü bir noktaya getirdim. Bazen başardım, bazen kaybettim. Küçükken en çok kapalı kapıların yanından geçerken birden açılırlar ve beni düşürürler diye korkardım. Bu korkuyu geçecek tek korkunun ölüm korkusu olduğunu düşünürken yanıldığımı daha yeni fark ettim. Çünkü aslında korkuların tek kaynağı belirsizliktir, hepsi aynı anadan evlattır. 
Sürüncemede kalan bir diyalog, bir sevda, bir dostluk... havada kalan bir plan, bir heyecan, bir beceri... hepsinin yarattığı korku hep aynı. Allahın belası sıkıcılıktaki mantık süzgecinin dışına her çıkışta belirsizlikler katlanarak çoğalır. Belirsizlikler çoğaldıkça yorulur, tekrar mantık süzgecine girmeye çalışırsın. Akabinde hatalı kararları, hissiyatı, coşkuyu reddediş. Ama bu tabiata aykırı. Çünkü tabiatta iki iki bazen beş eder ki zaten sayıları da biz götten sallamadık mı. Ve tekrar dışarıya çıkış ve kısır döngü. 
Öleceğimi bilerek güne başlamamak için muallak olanı berrak hale getirmekten vazgeçtim.
0 notes
ihtiyardivit · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Maviliğime Şiir ,Şiir de saklanan mektup 42...
Epey zaman oldu gelmeyeli... Epey zaman oldu kirpiklerimden gitmeyeli.. Epey zaman olsa alnının dudaklarıma kirası... Bir parodi , bir muallak , bir dram...
Çünkü; Kokun yoksa eğer burnum bana yüktür. Zihin seni hayal eder, ağız iki büklüm. Kokun yokken nefes almak bile büyük yük. Tıbben ölümcül kalbimdeki büyüklük.
Mücadelem sonsuz, kararlarım keskin. Peşlerinde bir ben koşar mı, sen olsa hepsi? Yolladım gerisin geri, adrese teslim. Ne yapayım manzarası sen olmayan resmi?
Bütün marifetim sensin, tüm maharetim. Seni kendim için sevdim, ne âdeti? Mücadelem laf olsun diye değildi. Mülkün temeline düştüm,üstünden adaletin.
Suçluyum, suçum bu! Suçlusun dediler ama söylemediler suçumu. Seni unutturacak kadar önemi var mı ki çulun? Dilin , uçurtmasını göğüs boşluğumda uçurur.
Elimi tutan elin aslında, ipini tutar yüreğimin. Uçur beni hep merak ettim gözlerinin güneyini. Görünenden fazlası var eminim.. Gördüğümden fazlasına koyarım yüreğimi!
Aşk bir macera, mesaj macerapereste; Kar kış yalnızsın, kürkün: pencere keresten. Rabb denmez gayri, gayri rabb nefeste. Kelâmullah bütün gizleri saklayan bedesten.
Başta aşk, bir başka aşkta yaş. Daha güzel olamaz, bir başka yaşta aşk! Başka aşk, ama yine de aşk da yaş. Bir başta yaş ortada sen bir diğer başta aşk.
Güçleniyorum istemeden, yerimde her kim olsa sitem eder. Diyemem istesemde siteme dert. Başka bir şey eklemez adın listeme dertten. Beni görmesinler özgürlük istemez perdem.
Duvarlarına hapsolmuşsun dert hanemin. Tanımadın mı ateşine mahkum pervaneni? Öyle bir sarhoşum ki meyhanem dert alemi. Dağıttım sabra yenik her taneni.
Sonra topladım tabi tek tek ipe dizdim. Tek tek içimdesin, içimde dibe gizli. Dün, seninle yaşanacak yarınlara valizdir. Dudaklarından varlığıma yok mu bir kal izni?
İntikamdan başka ne kazanırım ki? Ne geçer elime vazgeçersem telef edip seni. Çok yüksekte sana gelen bir teleferikteyim. Kesildi kalbimin elektrikleri.
Çakılmayı öğrendim de , uçmak nasıl ? Öğret...
Gel...
Aciz İhtiyar Sana Mecbur...
1 note · View note
campplay · 4 years ago
Text
51. Bölge Aslında Ne?
51. Bölge Aslında Ne?
Beğeneceğiniz bir diğer ViBio:
Uzaylı deyince akla gelen ilk yer 51. bölge. Varlığı kabul edildi, işlevi hala muallak.
Üzerine söylenenler komplo mu? Yoksa sadece sözde masum bir silah araştırma geliştirme merkezi mi?
bölge aslında neymiş? Ne için kullanılıyor? Neden oraya baskın düzenleyecekler ve neden Hilary Clinton’dan, Trump’a herkesin vaadi orayı açmak oldu? Hepsi ve daha fazlası her zamanki…
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 5 years ago
Text
Sessizlik
Tumblr media
Genel geçer değil doğrudan bir sessizlik kapsıyor her yeri. Her günü, her anı biteviye açık bir biçimde örselenmeye devam olunan bir biyopolitik cürüm sahasında sessizlik toptan, tam kapasite bina olunuyor. Sessizlik, tepkisizlik, sirayet eden şeyin yıkımına kayıtsızlık gibi nicesiyle bir menzil var ediliyor. Yaralar, bereler, belirgin kılınan çürüme laf değil bir hakikatken mutlak sessizlik “şahsım” beyin ülkesinde hakikat kılınıyor. Cerahat dört bir yanı her bir günü kapsarken, yalan, riya ve kibirle hayatlar boğulmaya devam edilirken sessizlik isteniyor, bunun için bastırılıyor hala ve hala.
Bir dönemecin ortasında her günü sınav kılınmış bir sahada hayat kuşatılırken kayıtsızlık bahsi sessizlikle birlikte güncelleniyor. Yaşamların üç otuz kılındığı bir sahada cürmün bir başkasını mükerrer takip ettiği bir yerde hak, hukuk ve adalet tahayyüllerinin yıkımı var ediliyor. Hiçbir türlü geçmeyecek yaralar için yol / zemin / saha çabaları artık gizli saklı olmadan var ediliyor. Genelgeçer değil kesintisiz olan, bir menzilde hayat hakkının lime lime olunması gerçeği göz ardı olunuyor. Yaşama gailesine düşürülen her gölgenin, yaşamda var edilen her devletli tahayyülünün, onlarla çıkagelen karanlığın ta kendisine şu sahada tanıklık ediyoruz.
İçte, dışta, sağda ve solda bunca bariz ve kesintisiz olan sıradanın hayat hakkının artık afaki bir biçimde hiç addedilir. Bunlar henüz başlangıcındaki bir yıkım tahayyülünün izleridir. Yaşamımıza düşürülen her gölge apayrı bir faciayı göstere gelir. Düzlem, ol devlet denilenin var ettiği cürüm hemhal her istenç / eylem bir biçimde yaşamı tehdit eder. Ekonomik dar boğazdan, sessizce sürdürülen savaştan, corona virüsünün yarattığı tahribattan, dünyanın ve şu sahanın hemen her anlamda bir yıkıma rehineliği güncelliği sağlanandır. Hayatlar üç otuz kuruşluk kılınırken cerahat her yeri kapsarken “sessizlik” bu yıkımları toptan sineye çekin demektir.
Bir koca asır sonra varılan yer oluşan tahayyül ve görünen hakikat bir yeni ülkeyi değil toptan eskinin devamlılığını sağlama alan bir mefhumu bildirir. Takvimler milenyumun yirminci yılını bildirirken ilkel devletin var ettiği her türden fecaat hepimiz pay olunur. Sessizlik cerahatin varlığını kanıksatmaktır. Sessizlik insanlık namına yapılmaması gereken her ne varsa bunun var edilmesine tam tekmil gözü kapalı onay vermektir. Ol sessizlik bütün bu gümbürtüde yalın bir teslimiyet halinin ta kendisidir. Sessizlik biteviye çürümedir vesselam. Sessizlik menzilin ve cihanın dört bir yanı kavrulurken bütün bu hengameye kayıtsızlıktır.
Genelgeçer değil doğrudan ve daimi bir sessizlik tüm bu kayıtsızlık hali ile menzilimiz kuşatılıyor. Hayatiyet ayaklar altına alınırken, ezilip biçiliyor, öyle ya da böyle. Bütün ve bariz bir çürüme halinin devamlılığı sağlama alınıyor. Sessizlik dört bir yanda güncelliği ile yaşamımızda demirbaş kılınırken hayatın ederi / anlamı / meramı örseleniyor. Dakika dakika zayi ediliyor. İzi sürülmesin isteniyor hala. Daimi bir sessizlik hali hiç de öylesine lafta değil dört bir yanda kesintisiz biçimlendiriliyor. Devletin her ne olduğunun yansısı ayan beyan günbegün yapılanlarla var ediliyor. Cürümleri cerahati hiç de uzak olmayan tüm kırım halleri ve fazlasıyla bir menzil yeniden ve yeniden biçimlendiriliyor.
Devletin her ne olduğunun yansısı ayan beyan günbegün yapılanlarla belirginleşiyor. Bir menzildeki cürümleri, cerahat, hiç de uzak olmayan kırım halleri ve fazlasıyla bir menzil yeniden ve yeniden yıkımla buluşturuluyor. Geleceği epeydir çalınmış bir sahada hayatın, hayatiyet mefhumunun izi bile bırakılmıyor. Yaralar, bereler, belirgin kırılmalar, kesintisiz tehdit ve tahakkümle o devlet şablonu hepimize bir dar kalıp, kapsam bildiriyor. Yönelimi salt ve sadece karanlığın ta kendisi olan bir sahanın çerçevesi oluşturuluyor. Bir sahadaki bunca şeye rağmen var edilen sessizlik çürümedir. Sessizlik bozgundur. Sessizlik aklın zayi edildiği bir sahaya varmaktır. Hayat paramparça edilirken sesin, sözün yıkımı buradadır, tam burada!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “HDP Koronovirüs Kriz Koordinasyonu, koronavirüs salgınına karşı yerelle birlikte çalışmalarına başladı. Sorunun çözümüne dair öneriler de ortaya koyan Koordinasyon, temel ihtiyaçların kamu bütçesinden oluşturulacak bir fonla karşılanması gerektiğini belirtti.
Dünya sağlık örgütü tarafından küresel salgın (pandemi) olarak ilan edilen ve Türkiye’de de hızla etkisini gösteren koronavirüs (Kovid -19) salgınına karşı Halkların Demokratik Partisi (HDP) HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar başkanlığında kurulan Koronovirüs Kriz Koordinasyonu çalışmalarını sürdürüyor.
Komisyonda sağlıkçılar, partinin komisyon temsilcileri, yerel yönetim temsilcileri yer alırken, koordinasyon günlük değerlendirme toplantısı alıyor. Hükümet ve Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaların yanı sıra komisyonda toplanan veri ve bilgiler de değerlendiriliyor. Komisyon Sözcülüğü görevi Sağlık ve Sosyal Politikalar Komisyonu Eşsözcüsü Nejla Kurul ve Ekonomiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Garo Paylan tarafından yürütülüyor.
Komisyon Eşsözcüsü Garo Paylan, yaptıkları toplantıda krize dair atılması gereken adımlar konusunda hukuk, sağlık ve ekonomik tedbirleri değerlendirdiklerini söyledi.  Paylan, koordinasyon merkezi olarak bundan sonra da alınması gereken tedbirlere dair açıklamalarda bulunacaklarını söyledi. Yerellerde hem gençlik yapıları hem de yerel dinamiklerle çalışmalar yürüttüklerini özellikle halkın gıda ve temizlik malzemelerine ulaşması için gerekli örgütleme çalışmalarını yaptıklarını aktaran Paylan, “Bu hafta tüm gündemleri öteleyerek, ivedilikle bu kriz kapsamında atılması gereken adımları atalım. Meclis’te seferber olalım ve gerekli yasal adımları atalım” çağrısında bulundu.
Koronovirüs Koordinasyon Kriz Merkezi’nde yer alan HDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Salim Kaplan da, HDP’li belediyelere bu kapsamda iki genelge yolladıklarını hatırlattı. Bu genelgelerin ilkinin salgınının yayılmasını önleyecek (önleyici sağlık) tedbirlere dair olduğunu ikincisinin de belediyenin iç işleyişine yönelik olduğunu söyleyen Kaplan, “İkinci genelge ise belediyenin iç işleyişine hem de virüsün yaygınlaşmasıyla birlikte olası bir toplumsal karantina durumunda hazırlıklı olunmasıydı. Özellikle olası bir salgın durumunda belediyelerimizin hazırlıklı olmasını yeterince gıda, temizlik ve hijyen malzemelerini alması gerektiğini belirttik. Bu kapsamda çalışmalarımız devam ediyor, özellikle dezavantajlı kesimlere gıda, temizlik ve hijyen malzemelerinin dağıtımına dairde bir çalışmamız olacak” diye konuştu. Kayyım atanan bölgelerde de bu çalışmaları il, ilçe örgütleri, belediye meclis üyeleri ve il genel meclis üyeleriyle yürüttüklerini aktaran Kaplan, “Her ilde bilgi akışını sağlayan
Sağlık ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Samet Mengüç de salgının Türkiye’yi tehdit eder düzeye geldiğini söyleyerek Mengüç, “Dolayısıyla bu süreçte önümüzdeki birkaç gün de çok daha ciddi hastalık sayısında artma ve ağır hastaların olabileceğini öngörüyoruz. Bu salgının daha önce yaşandığı ülkelerdeki seyrine baktığımızda Türkiye şuanda en kritik dönemden geçiyor. Burada hem toplum olarak hem de idari olarak çok hızlı hareket etmek gerekiyor. Hiçbir kurum ve kuruluş ayırt edilmeksizin herkesin bu süreci atlatmak için katkı sunması gerekir” dedi.
Sağlık Bakanı ve hükümet yetkililerinin yapılan eleştirileri dikkate alması gerektiğini vurgulayan Mengüç, şunları söyledi: “Sağlık Bakanlığı tarafından Bilim Kurulu’nun hızlı bir şekilde kurulması önemli bir adımdır. Buradan çıkan bilgilendirmeler kamuoyu ile paylaşılmıştır. Ancak eksikliğini gördüğümüz uygulama ve pratik adımlar var. Örneğin, sağlık çalışanları bu işte en büyük risk grubudur. İzolasyon ve önlemler çok hızlı alınmalıydı özellikle 65 yaş üzerindeki sağlık çalışanları idari izinli sayılmalı ve bu idari izinlerde hiçbir özlük hakları ellerinden alınmaması gerekir. Sağlık çalışanlarının çok hızlı bir şekilde çalışma koşullarının yeniden yapılandırılması, iş gücü ve yükü artan bir süreçten geçiyor. Bunların en az zarar görmesi ve en etkili çalışabilmesi için yeniden bir çalışma düzeni ve çalışma ortamı dizayn edilmeli. Koruyucu ekipman dediğimiz önlük, maske ve eldiven teminin de biraz geç kalındı. Bunlar yeni yeni temin ediliyor. Bunların hepsi bir risk. Bu enfeksiyonun bir kuluçka dönemi var. 2-14 gün süreç ve siz bunları çok erken almazsanız o virüsün bulaşmasından sonra alacağız önlemler çok anlam ifade etmiyor. Bu konuda bakanlık oldukça yetersiz.
Bir diğer önemli konunun ise “güvenlik soruşturması” nedeniyle atanamayan sağlık emekçileri ve Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen sağlık emekçileri olduğunu söyleyen Mengüç, “Dünya devletlerinin bir kısmında emekli olmuş, aktif iş gücünden ayrılmış bir çok sağlık çalışanı yeniden bu mücadeleye dahil edildi. Hükümet özellikle bu dönemde bu konuda acil bir düzenlemeye gitmelidir. Sağlık çalışanları göreve başlamalıdır. Özellikle bu süreçte bu sağlık iş yükünü ciddi anlamda güç katacaktır ve bunun için bir çalışma yürütüyoruz” diye belirtti.”
Kirletilen dünyanın, tüketilmeye hala devam olunan kaynakların farkına varmaya bir şekilde vesile olur Corona virüsü. Covid-19 olarak tıbbi tanımlama ile bildirilenin şu dünyada / bu sahada oluşturulan cürüm hemhal yerin / yurdun / yurtların varlığını hiç ama ve fakatsız göstere gelir. Bugün yaşadığımız yeryüzünün nasıl bir istençle yıkıma rehin olunduğunu göstere gelir her karşılaşma. HDP’nin de dikkat çekmeye çalıştığı bizatihi o sessizlik ve tufan günlerinde sahiden de etkilenecek olanların her ne olacağıdır. Sessizlik gemiyi azıya almışken aslında olan bitenin çoğunlukla sıradan insanın hayatında onarılması imkansız yaralar olduğu, buna karşılık hala devletin / muktedirin inisiyatif almadığının acı tablosu karşımıza çıkartılır.
Tumblr media
Cerahat dört bir yanı kuşatıyor. Düzenlemeler fasarya kılınırken, oluşturulan yıkımın her ne getireceği muallak kılınırken, faturaları ötelemek bile akıllarına gelmiyor devletlinin. Dar gelirlinin, mecburi çalışması gerekenlerin karşısında evde kal şıkkından başka bir hal, seçenek çıkagelmiyor. Sessizlik çaresizliği, sessizlik tükenmiş, geleceği çalındıktan sonra şimdisi de mahvedilmiş bir ülkeyi göstere geliyor. Bu yazıyı kaleme aldığımız gün insanların hala zaruri olarak sokaklarda, banka kapılarında, iş yerlerinde olduğu bir ülkede o sessizlik derin bir yıkımı haberdar ediyor. Ne gören ne duyan ne de sorgusuna düşen var! Böyle mi olur yeni ülke?
Sağlık Bakanı Koca, Pazartesi akşam saatlerinde uzunca süren bir koordinasyon toplantısı ardından kameralar karşısına geçer. Tastamam ezber edilmiş devletli cümleleriyle, salgın sürecinin başında yıldızı parlatılmaya çalışan bir ismin nasıl devletli mekanizmasına teslim olduğunu göstermesi açısından ibretlik bir sunum gerçekleştirilir. Yeni hiçbir şeyi söylemeden, memlekette var edilen yaşamı kendi haline terk ederek, insanlara derman olma hali yerine, dertleriyle, borçlarıyla, korkularıyla bir başına koyarak on sekiz yıllık biyopolitik yıkımın yepyeni evrelerinin adımlanacağı hakikat kılınır. Corona virüsüne karşı tedbir değil, siyasi goy goyun dibinin vurulduğu yerde hayata hiç yer kalır mı, daha kaç zaman vardır heder edilebilecek, yanıtsızdır!
Birgün’den bakanın sözlerinden aktaralım: “"Ülkemizde ilk vaka 10 Mart'ta görüldü. Dün akşam saatlerinde bugüne dek tespit edilen vaka sayısını açıkladım. Şüphelilerin takibinde, testlerin hızla yapılmasında ve tedavide çok ciddi davranıyoruz. Bu hastalarımızda bu prensibi katı bir şekilde uyguladık. Sonuçları daha hızlı öngörüyoruz. Olayları takip etmek yerine artık olasılıklara bakarak ön kesmeye çalışıyoruz."
"Kaybettiğimiz 30 hastanın her biri ileri yaşlardaydı ve Covid-19'a eşlik eden başka hastalıkları bulunuyordu. Ölümlerin sebebi doğrudan onların yaşları değil, başka hastalıkların tabloda ağır bir yer tutmasıdır. Büyüklerimize seslenmek istiyorum, sözlerime kulak vermelerini istiyorum, bu toplumun sizin hayat tecrübenize ihtiyacı var, ailelerinizin size ihtiyacı var, torunlarınızın sevgi ve ilginize ihtiyacı var. Bunları hastayken yapamazsınız. Yapamadığınız kaç şey olduğunu düşünün, ağır bir hastalığa yakalanmışken yapamazsınız. Bu seferliğe mahsus bu öğüdü kabul edin, önünüzdeki zamanı riske atmayın, tedbirleri uygulaması en kolay kişiler sizlersiniz. Dünyayı etkileyen bu salgında mümkün olduğu kadar az kayıp vermek istiyoruz. Tedbir alıyoruz, evden çıkmanız bir süreliğine kısıtlandı, bu kurala uyun."
"Tedbirleri bizim gibi ciddiyetle almamış ülkelerle kıyaslanıyoruz. Türkiye onu çevreleyen risklere set çekerek zaman kazandı. Sağduyulu bir politika izledi. Paniğe yol açarak hastalığın yayılmasına yol açacak uygulamalardan uzak durdu. Biz başka bir ülke olmayacağız. Yakın ya da uzak başka bir ülkeye benzemeden bu günleri aşma fırsatımız var. Biz mücadeleye hem aklını, hem yüreğini koyan insanlarız. Bizim için can tüm fertler için kutsaldır. Biz felaket senaryolarının alt üst edebileceği bir toplum değiliz. Bir günün sonunun ve hayatların hesabını yaparız. Şimdi günün değil hayatın hesabını yapma zamandır. Evde zaman geçirme, çok daha mutlu bir geleceğe hazırlanma zamanıdır. Tedbirleri bizler tek tek uyguluyoruz. Mümkün olduğunca az temas kuruyoruz. Hayatlarımız birbirinde ayrışıyor, bu tek tek şahıs şahıs yaptıklarımızı bütün Türkiye olarak yapıyoruz. Mücadelenin özü bu, tek tek, hep birlikte, yalnız değiliz, hep birlikteyiz. Her ihmalin zincirleme risk olduğunu biliyoruz, en güvenilir çözümün evde kalmak olduğunu unutmayalım, hayat eve sığar."
"Ben burada tek tek hep birlikte mücadele edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Herkes kendi olağanüstü halini ilan edebilir. Bunu illa devletin ilan etmesi gerekmiyor. Mücadelenin esası tek tek herkesin kendisini izole etmesi."
"Sağlık personelimiz içerisinde de pozitif olan vakalarımız var, sayılarını söylemeyeyim ama olduğunu söylemek istiyorum. Gün sonu itibariyle vakaların toplamlarını vermek istiyorum. Süreçte de tablo halinde daha şeffaf şekilde göstereceğiz."
"Van özelinde şu an artan bir vaka sayımız yok. Sayısı 10'un üzerinde olan bir vaka değil, sayıca az olan. Yaygın olarak sadece Türkiye'de bir bölgeye lokalize değil, ülkenin neredeyse genelinde olan pozitif gördüğümüz vakaların olduğunu görüyoruz, Van öne çıkan bir il değil."
Doktor Başar Beyoğlu'nun yazdığıdır: “Yaptığı "mükemmel" konuşma iyi tasarlanmış, önce personel alımı, ek ücretler (hükümetin sıkıya gelince yaptığı sus payı) biz hekimler sağlık emekçişeri para/sus payı istemiyoruz, güvenli, şiddetsiz, ucuz ve yaygın, halka sunabileceğimiz bir sağlık politikası istiyoruz.” Bir sessizlik yükseliyor. Muktedirin ve avenesinin bağırış çağrışları arasında insanların hayat hakları talan ediliyor. Bir gelecek koymayan, bir şimdinin canına her türlü fecaati fırsat olarak görenlerin var ettiği kötülük dört yanı sarıyor. Devletli ezberlerini ederken, bildiğini yinelerken hepimizle kafa bulmaya devam ediyor. Müştereklerimizin yerle bir edilmesinin yanında, doğrudan bu hayat memat meseli olan Corona virüsüne karşı iş bu sahada önlem diye çıka gelenlerin, öne sürülenlerin kadüklüğü bir karanlığı işaret ediyor. Sessizlik çürütür, sessizlik eksik kılar. Sessizlik yıkımdır. Sahiden de önümüzdeki karanlığı bertaraf edebileceksek birbirimizi ama / fakatsız duyarak söz konusu olacaktır. Tek satır, tek ses iktidardan medet ummadan, tek başımızayız. Anlıyor musunuz?  Alkışlamalara yanıtı dua okunması kılınırken o hepimiz için bir sela olmaması için birbirimizi sahiden duyabilecek miyiz, meselemizdir, meseleniz midir? Yalanlar, türlü çeşit örtbas etme halleri, birbirini tamamlayan bir düşmanlaştırma / ötekileştirme / nefret güncellenirken bu devletin gümbürtüsü altında hayatlar eziliyor, meselemizdir, meseleniz midir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: 1 & 2 Ümit BEKTAŞ – Reuters
0 notes
3dimension3 · 7 years ago
Text
2 gun önce Eylül şimdi de Leyla...
Eylül cinsel olarak istismar edilip, işkence edilerek öldürülmüş...
Leyla ‘nın otopsi sonucu henuz cıkmadı...
Artık tek tesellimiz  “hic değilse tecavuze ugramamıs olsun”
Kanımız donuyor, hepimizin nutku tutuluyor...İnsanlığa , hayata , bu yaşadığımız evrene , iyi günler göreceğimize dair tüm inancımız kayboluyor...
Herkes idam idam diye bağrınıyor..Evet haklılar , bu korkunç insaların bizimle aynı dünyada nefes almalarını ben de kabul edemiyorum amma velakin adaletin bu kadar “muallak” olduğu bir ülkede acaba idam yetkisi gerçekten verilmeli mi?  Doğuracağı sonuçlar nelerdir, sosyolojik olarak anlamak, yorumlamak gerekir.
Biz maalesef yine akıl süzgecinden geçirmede öfkemizle hareket edip “idam” geri gelsin diyoruz...
Oysa ki aslında çocuk / hayvan / kadın istismarının önlenmesi için neler yapabiliriz, toplumun zihin yapısını, bakıs acısını ne sekilde “medenileştirebiliriz” diye bakmalıyız.
İdam ülkemizde 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olarak kaldırılmış.Biliyorsunuz o yıllarda AB Üyeliği şansımız vardı.Avrupa Birliğinin ne olduğunu bilmesekte bu fikir çoğumuzun hoşuna gidiyordu.
Gelin hatırlayalım ;
Avrupa Birliği insanlık tarihinin en büyük barış projesidir. Ankara Anlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır .Amaç ;Türkiye ekonomisinin hızlı kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi özendirmektir."
Buraya kadar hersey yolunda değil mi?
Peki o zaman hemen karalamaya başlayalım AB’yi... 
Bir kere MUSLUMAN ülkeler değiller...Batılı, medeni, refah seviyesi yüksek ülkeler...Yok yok, hiç bize göre değiller... Biz Arap ülkelerine yakın olmalıyız, Arap kültürünü almalıyız... Gelişmek neyimize bizim, biz Müslüman ülkeyiz...
Sene 2009. ...Davos’ta İsrail’e atar yapar, Arap ülkelerine yakınlaşır, halkın gözün de de  “güçlü lider” imajı ile ülkede bir 20 yılı garanti ederiz...
Akıllıca...
Alın size ufacık bir lafınızın bütün topluma mal olan baldan tatlı sosyolojik etkileri...
Toplumsal reforma, medenileşmeye biraz razı gelmiş toplumun , arap kültürüne olan yakınlığı ile hoooop cahiliye dönemine eğilimi...
 Cahiliye dönemi neydi ? Arapların kudurmuş oldukları zamanlardı....Ahlaksızlık, iftihar vesilesi sayılıyordu. Arabistan, dini, ruhi, ictimai ve siyasi bakımlardan, tam bir cahiliyet, taşkınlık, azgınlık ve sapıklık içerisindeydi. Zayıfların malları zorla ellerinden alınıyor, buna mani olacak bir yetkili bulunamıyordu. Devamlı çekişme halinde olan Arap kabileleri, baskın ve yağmacılığı, kendileri için bir geçim vasıtası kabul ediyorlardı. Zulüm ve yağmacılıkla övünen kabilelerin işgalinde olan Arabistan’da, siyasi bir nizam, ictimai (sosyal) bir düzen kalmamıştı. Kumar, içki, zevk ve sefa alemleri hiç yadırganmıyordu. Kadın, elde basit bir mal gibi alınıp satılıyordu. Kız çocuğunun doğması bir felaket ve yüz karası sayılıyor, hatta küçük kız çocukları diri diri toprağa gömüyorlardı. İnsanlar, inanç bakımından da parçalanmıştı. ....
Size tanıdık geldi mi bu yukarda yazanlar, sene 2018 Türkiye...
Neyse, Arap yarımadasında bütün bunlar olurken yeni bir din için gereken zemin sağlanmış oluyordu...İslamiyetin yapılandırılması kaçınılmazdı...Zaten hali hazırda 2 tane kitap vardı, onları destekleyecek şekilde devam edildi.Tabi arapların yaşamlarına göre de revize edildi.Bana göre diğerleri içinde yaptıkları en akıllıca şey ucunu kapatmış olmaları idi (son din-son peygamber)
Beni anlayacak 3-5 kişi çıkar mı acaba?
Demem o ki ; o devrin insanları ne yazık ki toplum bilincinden uzak, eğitimsiz ve cahil oldukları için kendilerini yola getirecek ,üstüne basıyorum, altını çiziyorum,  onları KORKU ile yola getirecek bir sisteme ihtiyaçları vardı...Bu sistem DİN’lerdi...
Bunu kabul etmediğimiz sürece AYDINLANMAYACAĞIZ!
O zamanlar için evet dinler caydırıcı, toplumu düzene sokucu bir sistem olabilir, iyi de yapmışlar, gerekiyormuş ama artık  insanların din ile yönetilebileceği çağlar geride kaldı...Zaten yönetilenlerin de hali ortada.
İnsanların eğitilerek ve medenileştirilerek devşirilmeleri gerekiyor.Yani farkında olmadan, süreç içerisinde medenileştirilmeleri sağlanmalı! Ama bu istenmiyor ki? Kimse aydınlansın istenmiyor, kimse medenileşsin istenmiyor,herkes dinden korksun, herkes herşeyi ayıp günah diye yapmasın isteniyor..
Sonuc; yozlaşmış bir toplum...
Önce kadına karşı kabalardı sonra şiddete başladılar. 
Önce hayvana kıst pıst diyorlardı sonra eziyete basladılar. 
Kız cocuklarının diri diri gömüldüğü bir arap toplumundan bahsettik, bunların hepsi bu cahil insanların belleklerinde, kafalarını karıştırıyor.
Cinselliğin ne olduğunu, nasıl olması , toplum içinde nasıl yaşanması gerektiğini bilmiyorlar. Ayıp çünkü.Günah. Alın size günah. Gizli gizli tecavüz edip yok etmeye kadar geliyor işte konu ....Eğiterek değil korkutarak, gizleyerek yetiştirdiğiniz insanlar böyle sapıklar olarak karşımıza çıkıyor!Bitmedi bitmeyecek....
Dünyanın en mutsuz ülkeleri. Suriye, Afganistan, Yemen, Sudan, Irak ,İran...
Daha cok Leyla’lar daha cok Eylül’ler yiter bu kafamızla...
Hepimizin başı sağolsun...
0 notes