#sevgili mi olurduk
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bir şey anlatmak istiyorum,
İkinci adımı çok severim ve bana sayılı insan ikinci adımla seslenir. Ben bir kere sınıfta ikinci adımdam çok hoşlandığımı söylemiştim, çocuğun biri de hep bana o adımla seslendi herks ilk adımı söylüyor o ikinci adımı, gün geçtikçe ben bu çocukla iyice yakınlaştım. İlk defa eve beraber yürüdük (hiç unutmam yağmur yapıyordu ve normalde babamı çağırıım ama o gün çağırasım gelmedi bana şemsiyesini uzattı ve eve kadar beraber yürüdük,ondan sonra galiba iki üç hafta boyunca hep beraber geldik , ilk defa doğum günümü 00.00 da kutlayan kişiydi o ) o gün ona karşı içimde bir şeyler hissettim ama mezun senemdi ve bir şeyler hissetemem lazımdı çünkü bana her başarılar dilediği denemem de netlerim giderek azalıyordu. Ve ben bu çocuktan kaçmaya başldım . Ve kaçtım da ama belki benden hoşlanan adamın ağızdan bir daha adımı duyamadım .
Aynı ilçenin aynı mahallesindeyiz üç ay boyunca her dışarı çıktığımda evinin önünden geçtim belki görürüm de niye öyle yaptığımk analtırım diye ama göremedim.
Bu da burada dursun
— nothingbutloveforyou
#Bu da benim işim hikayem belki postla bir alaksı yoktur ama o bir daha bana yazsın tekrar karşılaşalım istiyorum. En azından açıklama yapmak#istiyorum#eve beraber gidip gelsek ne olurdu diye hâlâ düşünürüm#sevgili mi olurduk#ben daha kötü bie sıralamam mı yapardım#yoksa ondan yaralnıp onunla aynı üni'de mi olurdum#hepsi bir muallak#bilmiyorum#ve galiba hiçbir zaman bilemeyeceğim#bu da hayatımdaki pişmanlıklardan biri olarak kalacak
16K notes
·
View notes
Text
KAFAMIZ NASIL GÜZEL #2
11/03/2024
Yeni görenler için not: Lütfen önceki yazımdan başlayarak okuyunuz.
"Senin göz yapın çok değişik." dedi aniden. Ona doğru dönüp başka ne diyecek diye bekledim. "Daha önce böyle göz yapısı görmemiştim." diye devam etti. "Evet, doğduğumda japon bebeklere benziyormuşum. Rahmetli babaannem öyle söylerdi." dedim. "Dimi ya. Ama tam japonlarınki gibi çekik değil, çok farklı." "Aynen. Büyüdükçe eski çekikliğini kaybetti. Hafif bir çekiklik var. Japonçe kızım derdi bana yarım yamalak türkçesiyle." "Sen yabancıydın dimi?" "Melezim. Soyadımdan nasıl anlamadın? Gerçi onu uydurdum zanneden çok oluyor." "Bende başta öyle sanmıştım. Kimlikteki ismini kullanmayıp kendine isim seçtiğin için bunuda kendin uydurdun sanıyordum."
Böyle konuşurken saçlarımla oynamaya başlamıştı. O an öyle güzel bir duygu doldu ki içime anlatamam. Üstelik çok kötü zamanlar geçirirken değer verdiğim birinden bu davranışı görmek çok hoş bir his. Yavaş yavaş saçlarımı okşadığından hem rahatlıyordum hem uykum geliyordu. Bir şey anlamasın diye çok uğraşıp sürekli konuştum. Konuşurken uykumun kaçacağına inandım o an. "Bu arada üniversite kazanırsam belki halamın çatı katını kiralayabilirim." dedim. "Ay ne güzel bira içilir orada he." dedi. "Senle eve çıkalım çok istiyorsan." "Olur ama dolabı baştan aşağı birayla donatırım." "Annem bize gelirse yok etmen lazım ama." "Bir gece önceden hepsini içerim." "Annem gelincede kraliçem hasta sen gitme yanına derim. Mazallah o kafayla allah bilir neler dersin sen." "Beni tutamazsın ki"
Gerçekten ev tutsak nasıl ev arkadaşı olurduk diye düşünmeye başladık. Annem kraliçemi sarhoşken görse nasıl olurdu diye düşündük. Kraliçem gözlerini şaşı yaparak dibime girdi ve "Ay Pei'nin annesi teyzeciğim hoşgeldiniz. Ha benim gözlerim böyle. Bu arada ikiziniz mi var maşallah ne kadarda benziyorsunuz." dediğinde kahkaha attım. Yaşanması çok olası bir senaryoydu bu. "İkimizde yemek yapmayı bilmiyoruz. Aç kaldık. Neyse ben senin için öğrenirim." dedim ve "Bi zahmet. Ben çalışıp eve ekmek getiricem. Sen dersine çalışıp yemek yaparsın." dedi. Kısa bir an hepsini hayal ettim. Kraliçemle gerçekten çok iyi ev arkadaşı olabilirdim. "Harbiden soyadın ne güzel senin." dediğinde şaşkınca ona doğru döndüm. Konunun üstüne bi ton cümle kurduktan sonra mı söylemişti bunu? "Sana frekanslar geç ulaşıyor galiba. Eski konuya dönüp duruyorsun." dediğimde gülmeye başladı. "Değişik bir kafa geldi bana. Kendimi anlayamıyorum şuan."
İçeceklerimiz bitince telefonunu şarj etmek için şarj yerleri aradık. Bir mağazada eski bir şarj etme bölümü varmış ve çalışıp çalışmadığını bilmiyorlarmış. Her ihtimale karşı denemek için orada oturup kablosuz şarj bölümüne telefonunu yerleştirdik ve sessizce oturmaya başladık. Aklıma o an ona söylemeyi unuttuğum bir konu geldi. "Sana bir şey söyleyeceğim. Bunu Papatyayla çok konuştuk ve sana bir türlü söyleme fırsatım olmadı. Hani sen bana ortama ayak uyduran bir tip olduğunu söylemiştin ya. İşte bu konuda ben farklı düşünüyorum. Gerçekte öyle birisi olduğuna inanmıyorum. Ben ayak uydurulması aşırı zor biriyim. Çok ciddi bir yapım var ve eğlenmenin dozunuda çok iyi ayarlıyorum. Yaptığım şakalar bile çok yerinde ve cıvıtmayan şakalar oluyor. Kendi halinde takılan ev kuşuyum. Bana ayak uydurmayı deneyenler bir süre sonra benden nefret etmeye başladılar çünkü onlar gibi değildim. Ama bu sende olmadı, aksine çok kolay adapte oldun. Eğer kalbindeki gerçek kişi benim gibi biri olmasaydı bana ayak uyduramazdın. Özünde aslında benim gibi biri olduğunu düşünüyorum." dedim ve kraliçeme baktım. O an aydınlanma yaşamış gibi mi desem nasıl tarif etsem bilmiyorum ama donup kaldı.
Bir süre elindeki notlara baktı. Duygu geçişini göstermemeye çalışıyordu ama ben görebilmiştim. Sabırla konuşmasını bekledim. Neden bunu söylemem onu bu kadar etkilemişti bilmiyorum. Bir anlığına yanlış bir şey söylediğimi sanmıştım. "Aslında Pei, haklısın. Ben böyle biri değildim. Eskiden sevgili olduğum biri yüzünden bu hale geldim. Beni çok yaraladı, derinden yaraladı. Bende intikam almak için her türlü ortama girdim ve herkese ayak uydurmaya çalıştım. Artık bundan geri dönemiyorum. Kişiliğim böyle oluştu." dedi. Hâlâ elindeki notlara aynı ifadeyle bakıyordu. "Karakterinin oturmaya başladığı dönem bunu yaşaman üzücü olmuş. İster istemez kişiliğinin böyle oturmuş olması çok normal. Şuan kişiliğimizin hemen hemen tamamen oturduğu yaşlardayız. Değişmek istesen bile ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum." dedim. Sadece başını salladı. Hâlâ neden bu kadar durgun olduğuna anlam veremiyordum. "Senin özünü fark eden tek ben miyim? Yani o kadar arkadaşın var, tek ben fark etmiş olamam herhalde ama sorasım geldi." dedim. Yine sessizlik oluştu. Niye bu konu bu kadar gerici ortam oluşturmuştu şimdi? "Evet, sadece sen fark ettin." dedi. O an ne diyeceğimi bilememiştim. Yıllardır nasıl bir kişi bile bunu fark edememişti? Ben yalnızca 2 yıldır tanıyorum ve toplasak en fazla 7-8 kez buluşmuşuzdur. Sadece geçen hafta ve bugün adam akıllı sohbet etmiştik. Bu kadar kısa sürede onu anlayabilmişken diğerleri nasıl anlayamamıştı? Neden kimse ona yardım etmemişti?
Bu konuda hiçbir şey söylemedim. Telefonu şarj olmayınca hemen oradan kalkıp en alt kattaki telefonculardan birine gittik ve birkaç dakikalığına telefpnu şarja bıraktık. Vakit geçsin diye birlikte oyuncakçıya gittik. Gördüğüm şirin peluşları gösterip "sana benziyor" demeye başladım. Reyonlar arasında gezerken küçük barbie evine rastladık. "Ben bunlardan hep istiyordum ama alamamıştık." dedi. "Bende vardı bunlardan ama çok güzel değildi. İçi küçücüktü, eşyaları sığdıramıyordum." dedim. Oyuncaklara bakmaya devam ederkene bir kasa oyuncağı gördüm ve espiri yaptım. "İlk kasiyerlik deneyimim." Kraliçem söylediğim cümleye gülmeye başladı. "Bundan da hep istiyordum ama almamışlardı." dedi. "Bende vardı bundan da." dedim. "Ya bi susar mısın?" dedi gülerek. Başka bir oyuncağı gösterdi ve "Bende bundan vardı." dedi. Gösterdiği oyuncağa bakıp "Bende bundan yoktu." dedim. "Sen ben üzülüyorum diye sende yokmuş numarası yapıyorsun. İnanmıyorum." dedi şakaya vurarak. "Yok lan, cidden yoktu bende." dedim. "İnanmıyorum banane banane." demeye başlayınca gülüp kollarımı iki yana açtım. "Kıyamam ben sana, gel." dedim. Hemen yanıma gelip sarıldı ve bende saçlarını okşamaya başladım. "Söz ben alcam sana hepsinden. Oy benim kuzum. Benim güzel kızım." demeye başladım. Gülerek benden ayrılıp diğer oyuncaklara bakmaya başladı. Temizlik sepeti temalı bir oyuncak bulduk ve "Bizim bu ekonomide evimize alabileceğimiz maks temizlik malzemesi." dedi. Sepeti elime alıp fiyat etiketine baktım. Kısa bir an birbirimize bakıp hızlıca yerine yerleştirdik. "Onu bile alamıyoruz, şaka gibi." dedi.
Bu kez çamaşır ve bulaşık makinası oyuncağına denk geldik. "Ben evimizin beyaz eşyalarını aldım. Sende evimizi al." diye espiri yaptım ve gülmeye başladık. O bile aşırı pahalıydı. Oradan çıkıp telefonunu aldık ve avmden ayrıldık. Ne kadar beklesekte dolmuş bir türlü gelmiyordu. "Taksiye mi binsek." dedi. "Saçmalama be, allah bilir ne kadar kitlerler bize." dedim. Bir süre daha bekledik ama dolmuş gelmiyordu. "Aslında ben burdan yürüme dönerdim ama sen yürümek ister misin bilmiyorum." dedim. "Sen yürümeyi seviyor musun?" dedi. Büyük bir şaşkınlıkla ona doğru döndüm ve "Ben her yere yürüyerek gidiyorum zaten." dedim. "O zaman yürüyelim. Ne bileyim, çevremdeki herkes yürümekten nefret ediyor diye taksiye binmeye alışmışım." dedi.
Yürümeye başladık. Ben farklı bir yolu kraliçem ise başka yolu biliyordu. Kraliçemin bildiği yoldan yürümeye başladık. Yürürken yine saçma sapan şeylerden bahsedip duruyorduk. "Yakında yine resim sergim olacak. Avmde yapmayı planlıyoruz ama ne zaman olduğu belli değil." dedim. "Ben davetli miyim?" diye sordu ve o an öyle tatlı bakıyordu ki yanaklarını ısırasım gelmişti. "Tabiki. Herkesi davet edicem zaten. Zaman belli olunca sana davetiye yollarım." dedim. Kısa bir süre sonra bana doğru döndü ve "Fark ettiysen biz baya açıldık bugün. Normalde bu kadar çok konuşmazdık. Devamı gelir bence bunun. Sence?" dedi. "Evet, fark ettim. Baya eğlendim ama. Bence de devamı gelir." dedim. "Aslında seni ilk tanıdığımda pick me olduğunu düşünmüştüm ama o bildiğimiz pick melerden değil. Çok çıtkırıldım, en ufak şeye ağlayıp abartan biri olduğunu düşünüyordum. Asla anlaşamayız diye düşünmüştüm. O yüzden ilk zamanlar konuşacak bir şey bulamıyordum çünkü nasıl tepki vereceğini kestiremiyordum." dedi. Buna benzer cümleleri çok duyduğum için şaşırmamıştım. "Hep öyle söylerler. Başta beni sevmeyip zamanla çok seven arkadaşlarım oldu. Rudra mesela, başlarda benden nefret ediyormuş." dedim. "Niye ki?" "Sebebini o da bilmiyor. Ya da şey çok oldu. Lisedeyken saçımdan dolayı herkes beni havalı biri zannediyordu. Herkes beni çok sevdiğini söylüyordu. Birkaç ay sonra hepsi benden nefret etmeye başladı çünkü bekledikleri gibi çıkmadım. Bana ayak uyduramayınca problemi bende bulup beni dışladılar ve sınıfa yeni biri gelince ona beni kötülediler. Arkadaşım olmasın, hep yalnız kalayım istediler. En son başardılar zaten." dedim. "Of çok sinir oluyorum öylelerine. Aşırı saçma ya. Aşağılık insanlar." dedi.
Yol boyu farklı konulardan konuşmaya devam ettik. Onu otobüse bindirdikten sonra eve geçtim. Daha önce kraliçemle bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Mükemmel bir gün geçirdik.
0 notes
Text
Saçmalamayın arkadaşlar…ilişerek ilişki kurulmaz.
1.5 haftadır bu yazı için doneler topluyorum. İnsan ilişkileri ve ilişkiler. Gözlemlediğim kadarıyla ilişkisi olanlar ilişkisinden bunalmış,olmayanlarda korkuyor? Kadın erkek farketmeksizin hayatındaki insanı nasıl yıldırabilirim nasıl bezdirebilirim diye strateji geliştiriyor.
Bu ilişki olayında herkesin sabit görevleri varmış gibi değil mi ? Bir görev çizelgemiz var ve ona göre hareket ediyormuşuz gibi. Kadınlar erkeklerden erkeklerde kadınlardan memnun değil. Ama hep bir memnuniyet peşindeyiz. Nihayetinde sonuç ; herkes birbirinin hayatına ilişerek ilişki kurmaya çalışıyor. Ve çok saçma!
İlişkilere bakış açım tam olarak ‘bu bana ne katar?’ Mantığında ilerliyor. Kendimi bir noktaya kadar düşe kalka üzüle üzüle sevine sevine bir noktaya getirdim. Merkezime kendimi koyabildim. Hayatıma aldığım insanı bu çembere davet ediyorum. Bence eğlenceli bir hayat inşa etmesi zor oldumu. Olmadı. Ama gelip gel beraber deneyimleyelim diyorum. Hoşlanmazsan pekala gidebilirsin gitme diye yalvarıcak değilim. Yine kendimle eğlenmeye devam edicem.
İkinci sorun ; kendi kalıbına göre hayatındaki insanı şekillendirmeye çalışmak,zorbalamak. Çok saçma değil mi ? Ben bunu kendime göre düzenlerim diye sokaktan insan seçiyor gibiyiz. Hayatımıza alıp onlara kendi egomuxa yönelik görevleri yapmalarını istiyoruz. Ve sevgimizi sunucağımızı idda ediyoruz. Sunduğumuz tek şey depresyon. Bu bağlamda hayatımızdaki insan kendini yetersiz,değersiz,çirkinmiş gibi hissetirip ‘seninle oynamak istemiyorum artık sıkıldım’ diyip gidiveriyoruz.
Sevgililik aktivitelerini bir göreve bağlamak; bir arkadaşım var her ‘pazar’ istisnasız sevgilisiyle vakit geçirmek zorunda. Neden diye sorduğunda o öyle istiyor diye cevap alıyorum. Aslında kendisi bunu isteyip istemediğini bile bilmiyor. Bunu bi stamdarda bindirmesek ve güzel bir aktivite olduğunda ikimizde buna dahil olsak çok daha keyifli olmaz mıydı. Ya da ayda 2-3 kere kaliteli buluşmalar yaşasak çok daha keyif almaz mıydık. Ve daha mı az sevgili olurduk? Bilemiyorum. Herkes çok sevgili olduğunu yanyana olarak kanıtlama peşinde gibi. Kaliteli bir yemek ya da gün içinde yapılan 10 dklık bit telefon konuşması bile bizi çok daha fazla sevgili yapabilirdi. Düşünmek gerek.
Götle don sevgililiği; hepimiz sevgilimizin götüne yapışan bir don gibiyiz. Asla özel alanara saygı duymadan yapışarak yaşıyor gibiyiz. Şunlara şahit oluyorum erkek kahramanımız brolarıyla pervasızca sokaklarda arabayla turluyor. Evet oldukça embesilce bir aktivite fakat keyifli onun için. Kadın kahramanımız triplere girmiş ve ilgisizlikten şikayetçi. Ya da bu örnekleri böyle çoğaltabiliriz. Her dakika her saniye göt göte diz dize olmamıza bence gerek yok. Temas bağımlısı bir ergen yetişkinim. Bunu ben söylüyorum. Bazen kendi halimde olmam gerekir. Bence biraz salın.
Sonuç olarak yalnız olmaktan ötürü ağlak, hayatına birini almayacak kadar korkak,deneyimlerden ötürü önyargılı,herkesi ‘aynı’ sanıcak kadar da salak bir hale geldik.
Yine de insanları anlayamamam normal. Ben çocukluk travmaları olan,sevgisiz bir ailede büyümüş bir birey değilim.insanı sevgiyle sömürmeyi bilmiyorum. Sorunum var ise trip yöntemiyle çözmeyi bilmiyorum. Gitmek isteyene yada biraz nefes almak isteyeni darlayıp yanımda durucaksın gibi bir egoya girmiyorum. Kimsenin konfor alanına izinsiz dahil olmuyorum. Kimseyi konfor alanıma dahil etmiyorum. İnsanları hayatıma dahil etmek için stratejik planlar yapmıyorum. Taktik maktik bilmiyor ve direk ne istiyorsam açıkça belirtiyorum. Tüm bunlar beni daha az mı sevgili yapar? Bence yapmaz.
Tüm o sağlıksız ilişkileriniz ve toksik kişiliğiniz. Gerçekten saçma.
0 notes
Text
Hatırlıyor musun?
İlk karşılaşmamızı,
Bir sabah şafak vakti gelmiştin.
Sen geleceksin diye,
Hiç uyumamıştım o gece.
Sabırsızlıkla beklemiştim gelişini.
İlk hoşgeldin,
İlk tanışma,
İlk öpüşme,
İlk sarılma
Bir düş gibi
Sonra daha sık gelmeye başladın,
Gizli buluşmalar,
İhtiraslı sevişmeler,
Unutulmaz geceler yaşadık
Sevdik birbirimizi.
Loş ışıklı meyhanelerde,
Duman altı olurduk,
Ben rakı içerdim, Sen şarap.
Kanımız alevlenirdi
Sevişirdik.
O meyhaneyi hatırlıyor musun?
Artık gitmiyorum oraya.
Neden mi?
Çünkü sen yoksun.
Acı veriyor bana.
Ve yeni bir meyhane keşfettim.
Mezarlığın tam karşısında.
Bir gün ararsan beni sevgili,
Ya meyhanedeyim.
Yada tam karşısında.
11 notes
·
View notes
Text
İnsanlar neden bir arkadaş, bir sevgili, bir obje ister? Onlar olmasaydı da yine aynı insan olurduk, değil mi? Neden yanlız kalmaktan korkuyoruz mesela, neden arkadaşlarımızı kaybetmekten bu kadar korkuyoruz? Bence her birimiz kendimizle yaşamayı bilmiyoruz. Birinin bizi sevip, katlanabilmesini istiyoruz çünkü kendimizi sevemiyoruz, kendimize katlanamıyoruz. İyi kötü özlliklerimizi insanların yanında yok sayıp tekken daha iyi olmamız gerektiğini şartlıyoruz. İnsanların bizi bunlarla kabullendiğini sanıp, kendimizi ve başkalarını yargılıyoruz. Kendimizi başkasından yüksek görünce onu, onu kendimizden yüksek görünce olduğumuz insanı sorguluyoruz. Peki ne için? Normalin olmadığı, her insanın içinde iyilik ve kötülük kırıntısının bulunduğunu bildiğimiz bir dönemde neden ruhumuzu bunlarla zehirlemeye devam ediyoruz? Evet yanlız olunca acı çekiyorum ve belki acı çekmem gerek. Belki kendimi kabullenmeyi kendimi sevmeyi başkasından değil keni ruhumdan öğrenmeliyim. Ama korkular... Hepimizi bitiren korkular. Gündüzü sevseydiniz, geceleri mutsuz olsaydınız geceden sonra gündüze kavuşucağınız için mutlu mu olurdunuz, yoksa gündüzün siz geceyi yaşarken sizi unuttuğunu düşünüp kendinize yıldızları hapis mi ederdiniz? Hastayız, herkes hasta. Korkularımızdan, mükemmel olma çabamızdan, kendimizi sevemememizden ruhumuza korkulardan bir duvar örüyoruz ve orda sıkışmaktan şikayet ediyoruz. Herkesin geceden sonra gündüz geldiğini görmek için çabalaması dileğiyle, iyi geceler.
8 notes
·
View notes
Text
Artık seninle acaba devam etseydi bu ilişki nasıl olurduk diye düşünmek istemiyorum mesela silip atmak istiyorum bu düşünceleri ama biliyorum ki olmaz olamaz kötü ayrılmadık ki biz seninle geçen oturup bira içtik mesela sen ve bizim çocuklarla dışardan bakıldığında kimse demez bize bunlar bir zamanlar bundan 1 ay öncesinde sevgililermiş diye ama garipti ne bileyim o an ne düşündün o kadar merak ediyorum ki nasıl hissettin diye ama ketumsun söylemezsin yine göreceğim seni yine oturacağız saatlerce ben böyle bi insanı kazandığım için çok mutluyum sıfatın sevgili değil hayatımda artık ama olsun bu engel mi seni kazanmama keşke biraz a��saydın kendini bana ama olsun adam sen hep güzel bak.
1 note
·
View note
Photo
TAMAMINI OKUMANIZI TAVSIYE EDERİM Merhaba yobazlar.. bakın şimdi nasıl vajina konusundan girip sizin beyin yapınızdan çıkıyorum.. 🙂 Bildiğiniz gibi çiçeklerle bezenmiş yerde vajina var.. hani şu sizin namus kavramını yüklediğiniz organ.. hani şu ilk cinsel ilişkide mutlaka ama mutlaka kanaması gereken organ yahu.. hâlâ anlamıyorsan kızlık zarından bahsediyoruz.. hani şu senin "evlilik çağına gelene kadar birçok kızla yatıp kalkayım ama evleneceğim kız bakire olsun" diyerek 'kanayacak kanamayacak' derdine düştüğün organ var ya, hah ondan bahsetmeye çalışıyorum.. hani bazıları esnek oluyor yırtılmıyor, bazıları hiç olmuyor ve zaten yırtılamıyor ya o organ işte.. ne bilim belkide senin pipi ufak geliyor, ondan yırtılmıyor.. 🙂 olur mu olur.. Bak yobazcığım.. bütün ahlaki değerleri sığdırmaya çalıştığın o vajina ve kızlık zarı var ya anne karnındaki bebeğin soyunu devam ettirebilmesi için doğanın aldığı bir önlem.. Yani dış dünyanın mikroplarının karın içindeki steril dokulara ulaşmaması için. Eğer kızlık zarı olmasaydı, çişini kakasını altına yapan ya da farkında olmadan parmağını vajinasına sokan bir çocuğun vajinasından giren mikroplar karın zarına kolayca ulaşır ve bütün kız çocukları daha ergenlik çağına bile gelmeden, çocuk yaşta ölürlerdi. Sevgili yobaz.. Vajina namus değildir.. ama bu demek değildir ki oraya herkes girip çıkabilir.. haşa öyle bir şey demiyoruz.. herkes namusunu kendi taşır.. mesela g*tüne salatalık sokan imam namussuzdur.. 11 yaşındaki çocukla cinsellik düşünen imam namussuzdur.. hatta 45 çocuğa tecavüz eden, edilmesine ses çıkarmayan, bir kereden birşey olmaz diyen herkes namussuzdur. (Sanırım senden bahsediyoruz) Etek giyen herkesi yollu sanmak, şort giyen herkesi, herkesle yatacak sanmak, başı açık herkesi tahrik edici görmekde namussuzluktur sevgili yobaz efendi.. Kızlık zarı ve vajina konusuna dönecek olursak yobazcığım; kızlık zarına verdiğin önemi çocuk gelişimi ve beyin gelişimine vermiş olsaydın ortaçağ masallarının değilde bilim ve teknolojinin önemini konuşuyor tartışıyor olurduk.. ve uğruna cinayetler işlenen küçük bir et parçası bu denli önemli hale gelmezdi.. Kızlık zarı yada vajina namus değil.. Bacak arasında kalan hiçbir organ namus değil.. Namus nedir biliyor musun yobaz oğlu yobaz; Namus, kadın vücuduna saygılı olmaktır.. 20 yaş altı kız çocuklarına cinsel dürtü hissetmemektir.. Kadını kara bir çuvalın içine hapsetmemektir.. Açık her kadını or*sbu sanmamaktır.. Namussuzluk mu arıyorsun; sünnettir diye küçücük çocukları eş olarak görebilenlere bak.. hatta aynaya bile bakabilirsin illede bir namussuz arıyorsan.. hiç kadın hakları yürüyüşünde görmedim seni, o yüzden aynaya bak.. küçük çocuklar tecavüze uğradığında da "idaaam" diye böğürürek maydanlara indiğinide göremedik hiç.. bu yüzden aynaya bakmalısın.. Ne görüyorsun?? Kendini mi?? Hah işte namussuz o aynadaki.. Şunu merak ediyorum; Eşinin ilk erkeği olmak istiyorsun, Eşinin, kendini sana saklamasını bekliyorsun.. Peki sen; Kendini eşine saklıyor musun?? Eşin senin için ilk kadın mı?? (Umarım iletideki görselden tahrik olmamışsındır.)
17 notes
·
View notes
Text
Sokaktaki insanlara ”fast2match etkinliğine katıldığınızda ilk olarak ne sorarsınız?” diye sorduk!
1- İnsanların ne iş yaptıklarını çok merak ederim. Sanırım 4 dakika gibi sınırlı bir zamanda soracağım ilk soru bu olurdu. Ya da en sevdiği şehirleri sorabilirdim. Kişileri, sevdiği şehirlere göre az çok analiz edebiliyorum. 2- Fast2match etkinliklerinde isim, soyisim ve iletişim bilgisi soramayacağıma göre galiba karşımdaki kişinin ilk yaşını sorardım. Yaş önemli bir unsur benim için. 3- Eğlenceli bir oyun konseptine benziyor, sanırım gülebilmek ve eğlenebilmek için sorular sorardım. İlk olarak çocukluğuyla alakalı 1 dakikalık anısını anlatmasını isterdim. Çünkü çocukluk anıları çok hoş ya. 4- İnsanların sevdiği müzikler insanların iç dünyasını ortaya çıkartıyor. Bu yüzden ilk olarak en sevdiği müzik gruplarını, sanatçıları veya müzik tarzlarını sorardım. 5- Neden burada olduğunu sorarım. Çünkü buraya katılacak olan insanların belli amaçları olmalı. ‘’Ben buradayım çünkü..’’ diye bir cümle kurmalı bana. Örneğin ben Fas2match.com’un düzenleyeceği etkinliklere katılırsam (tabi önce beni kabul etmeniz gerekli değil mi?) etkinlikteki insanların hayattaki başarılarını dinlemek isterdim. Başarılı gördüğüm insanlarla ise sonradan görüşmeyi dilerdim. Çünkü başarılı insanlar karşısındaki insanların da gelişmesini sağlar. 6- İkili ilişkilerde zayıf olduğumu düşünüyorum. Karşımdaki kişilere sanırım soracağım ilk soru ikili ilişkilerde insanlara nasıl davrandığını sormak olurdu. Çünkü mimikler insanları ele verir. Yalan söylediğini anladığım kişilere daha ciddi sorular yöneltebilirim. 7- En sevdiği kitabı ve yazarı sormak olurdu. Nietzche okuyan bir insan ile Kafka veya Dostoyevski okuyan insan arasında farklar vardır. Bu yüzden kısada olsa o 4 dakikalık sohbetten kitaplar ve yazarlar hakkında konuşarak çok zevk alabilirim. Ve sanırım herkese ilk sorum bu olurdu. 8- Karşımdaki kişiye ilk sorum ‘geçmişte seni çok üzen bir şeyi kısaca anlatır mısın’ olurdu. İnsanlar acılarını paylaştıkça güzelleşirler. Etkinliğe flört, sevgili, dost için gelenler olacaktır. Benim amacım iyi dostluklar kurabilmek olurdu. 9- İnsanları neye göre değerlendirdiğini sorardım. Çünkü eğitim seviyesi düşük toplumlarda insanlar zekadan çok, daha farklı şeylerle ilgileniyorlar. Bu soruma gelecek olan cevap, etkinlik sonrası fast2match ekibi tarafından verilecek olan formu doldururken oldukça etkili olacaktır. 10- Kurt Cobain hayranıyım. Bu yüzden Kurt Cobain’i sevip sevmediğini sorardım. ‘tanımıyorum’ veya ‘sevmiyorum’ cevabını aldığımda şundan artık emin olabilirdim; o kişiyi formuma yazmayacağım. 11- Konuştuğum kişinin alkol kullanıp kullanmadığını merak ederim. Kullanıp kullanmaması beni ilgilendirmiyor fakat bir insanın birayı mı yoksa vodkayı mı sevdiği o insanın birçok şeyini ele verebilir. 12- Bazen mektup arkadaşlarına ihtiyaç duyuyorum. Uzun zamandır mektuplaştığım insanlar var. Burada mektup ve posta pulu seven insanlar olup olmadığını öğrenirdim. Sonrasında belki mektup arkadaşı olurduk.
1 note
·
View note
Text
Yanık Saraylar
Blog yazmaya başladığımda aklımda karşıma çıkan ilham verici şeyleri paylaşmak vardı. Üzerine düşündüğüm bir takım konuları da bunların yanına katık ettim. Geçenlerde, bu çerçeveye uyan bir edebiyat etkinliğe katıldım.
Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin düzenlediği Diyaloglar serisinin etkinliği için hatırı sayılır sayıda bir grup insan, İstanbul'un en tatlı saatlerinden akşamüstünde, Saint Michel lisesinde bir araya geldik. Diyaloglar, Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy’un yazarlar ve kitaplar üzerine sohbet ettikleri bir formatta yapılıyor.
İtiraf edeyim giderken biraz tedirgindim. Zira, bu tarz etkinlikler bence sıkıcı olma potansiyeli taşıyor. İki kişi sazı eline alıp dinleyicinin dikkatini toplamasını epey zorlaştıran bir ortam oluşturabiliyor. Dikkatimizin parçalana parçalana kuş kadar kaldığı çağımızda birbuçuk saat boyunca ilgiyle takip edebildiğim bir etkinliğe rast gelmiş olmaktaki heyecanımı bu nedenle daha iyi anlarsın sabırsız okur. Çıkışta gülümseyerek ayrılmamı da.
Etkinliğin konusu, Sevim Burak ve Yanık Saraylar kitabıydı. Kendisi bir yıl öncesine kadar bilmediğim bir yazardı. (Bazı yazarları, bazı kitapları nasıl olup da kaçırdığıma şaşırıyorum.) İsmini doktora tezimin en cafcaflı döneminde kendime ayırdığım tek zaman olan yazı atölyesinde öğrendim. Bir yazımı paylaşırken, Haydar hocam (Ergülen) Yanık Saraylar’ı okumamı tavsiye etti. Şizofren bir dili olması müsebbibiyle yazı şeklimiz benziyormuş.
Bu iyi bir şey mi kötü mü hala emin değilim sevgili okur. Yazımdaki karakter, kendi içinde çelişkileri olan, düşünen ve düşündüklerini analiz eden, üzerine yorum yapan biriydi. Muhtemelen hocamın söz ettiği benzerlik de buradan kaynaklanıyordu.
Bunun da ötesinde, karşılaşmalara inanıyorum. Bu zamanda tanışmamızın elbet bir sebebi vardır.
Zira, hayatta yolumu sorguladığım zamanlarda, beni heyecanlandıran şeylere kulak kesilmeye ve onlara meyletmeye gayret ediyorum. İçinde çoğu zaman korkuyla karışık bir tedirginlik oluyor, ama hayatı ilginç yapan şeyler de buralardan çıkıyor.
Kitabı alıp biriken kitap listemin içine bir süre önce ekledim. Etkinlik vesilesiyle de okuma sırasında öne geçti. (Niye ertelediğim konusunu başka bir yazıda konuşalım, kendime göre sebeplerim var tabii anlayışlı okur)
Yanık Saraylar, Sedef Kakmalı Ev isimli bir öyküyle açılıyor. Öyküyü bitirdiğimdeki ilk hissim şuydu: hiçbir şey anlamadım.
Bu nedenle de etkinliğin başında Ayfer Tunç’un kitabı tam olarak anlamanın çok mümkün olmadığını söylemesiyle içim ferahlamadı dersem yalan olur. Buna neden olarak da, kitabın şiire benzer bir metin olarak yazılmış olması ve okurken hislerin, zihnimize bizim yorumladığımız anlamda geçmesini gösterdi.
Kitabı sen de benim gibi geç keşfettiysen, eline aldığında ilk olarak sayfalarını bir karıştır sevgili okur. Şiir gibi sözünden kastı böylece hemen göreceksin.
Yine de Murat Gülsoy konuştukça anlamam gerekenden de az anladığımı fark ettim, olsun, azmettim, bazı hikayeleri tekrar okudum. Kafam netleşti. Yazarın hayatını öğrendikçe, yazımını döneme yerleştirdikçe daha da anlamlandı. Mektupları, Sait Faik ödülü üzerine tartışmalardaki tepkisi, arka planda dönenler gibi pek çok ayrıntıyla bir sürü ilginç şey öğrendim, kafam açıldı.
Etkinlikte, edebiyatta otorite gerekir mi, özgürlük mü değerlilik mi gibi konular da konuşuldu. Eğer o günkü otoriteler şu an olsa, ben herhalde yazamazdım. O zaman başka bir dünyanın insanı olurduk elbet zaman mevhumu karışmış okur. Bu aralar pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da epey kararsızım.
Yeni dünyanın, ‘değerli unsurların’ popüler kültüre yenik düşmesi konusuna bakınca, ben de edebiyatın ve tiyatronun asla ölmeyeceğine inananlardanım. Bugün ebook olur, yarın DnR’ın çok satanlarına karışmış köpük kitaplar olur, robotlar işlerimizi elimizden alır filan ama kendini ifade ve insanı anlama ihtiyacı asla tükenmez. Umudumun net olduğu konulardan biri bu.
Yazarı, hayatını, Kafka etkisini, dönemi düşününce her şey daha bir yerine oturdu. Bence, yazar, bazen suçlu, bazen küs, bazen kırık dökük. Binbir yüzü var, değişiyor dönüşüyor, ama yabancı değil. Anlaşılmadığı yerlerde bile samimi. Anlaşıldığı yerlerde vurucu. Sanırım ilginç olan, bunu müthiş bir sadelikle yapması. Harfler inişli çıkışlı, dizeler sağlı sollu, düşünceler parçalı. Ne kadar insani değil mi?
Beni düşündüren şu, bu çok parçalılığa kurguyu nasıl yedirmeyi başardı? Anladığım kadarıyla metinler hem yazım sırasında oluştu, hem de öncesinde epey bir çalışma var.
Dağınık ama özenli; karışık, ama her şey yerine oturuyor.
Sevim Burak’tan etkileme sebebime tam parmağımı koyamıyorum sevgili okur. İçimde bir şeyleri hareketlendirdi, suları bulandırdı, bilinçaltımı karıştırdı, tüylerimi diken diken etti.
Sen de bir bak bence edebiyat sever okur. Sevgiyle. 🎈
3 notes
·
View notes
Text
senden bana ne kaldı...
bak gördün mü herşey ne kadar da güzel ilerliyor, çok muhteşem ya, herşey çok güzel, etrafımız da ki insanlar, hayatımız da ne büyük bir etkiye sahip, çok doğru bir düzen içerişsndeyiz, madem, herşey, (adı üstünde) bu kadar, güzelken sen neredesin, peki!!!!
çıkarcı menfaatçi insanlar, hayatımızı, bir bir iyiliklerini, yüzlerine bulaştırıyorlar.
herkes bir doğrudur gidiyor, herkesin kendi terazisin de kendi doğruları daha ağır basıyor. sanki onların hayatların da bir yükmüşüm gibi hissediyorum, sanki, onların birer kuklası gibiyim, benle ilgilendikleri zaman, iyilik yapmak değil de, sanki, defterlerin de bir iyilik daha yazmak isterlermiş gibiler. onda da zaten, eline yüzüne bulaştırıyorlar, sanki yanların da bir eşyaymışım gibi, ordan oraya sürüklüyorlar beni....
peki tüm bunlar varken sen neredesin, bütün insabları kendin gibi mi sandın, saf ve temiz, veya da iyi..
kusura bakma ama senin iyiliklerin, bu insanlara, özellikle de bu dünyaya çok ağır gelmiş, hele ki adına ( tanrı denilen) varlığa bile ağır gelmiş...
umuyorum ki şimdi herşeyi daha iyi bir yerden görüyorsun, evet gör ve dinle, sana en yakınlarının, nasıl da arkana bıçak sapladıklarını...
gör ve izle!!
çıkarlarını, menfaatlerini, seslerini, gürültülerini, iyiliklerine, sahteliklerini, yapmacıklarını, kardeşim dediklerini, arkadışım dostum dediklerine, çok iyi bak!!! ve;
Anla!!!
sen kendi dünya da çok yalnış kişiler, biriktirmişsin, yalnış kişilerle, dostluk kurmuşsun, canım demişsin, veya da canını vermişsin!!
bak onların 10 canından 10′u hayatta, senin ise dağıta dağıta elin de 1 tane kalmıştı, ve o da, elinden alındı!..
hani hep derdin ya beni birazcık yalnız bırakın, kafamı dinleyeyim, diye!
işte al sana bol bol zaman, al o çok sevdiğin yalnızlığını, kafanı dinleye dinleye, bura da kazanamadığın o boş zamanların tadını özgürce çıkarbilirsin!. ve artık rahatsın, ferahlat kendini, artık acı duyulacak, bir yer de veya da kişilerin yanın da değilsin, tadını çıkar, düşünme bizi düşünme beni ben çok iyiyim, senin olmadığın kadar, iyiym..
gerçi gittiğin yer o kadar güzel bir yer mi, dediğim gibi rahatmısın, dediğim gibi o sevgili yalnızlığınla bol bol kafanı dinleyebiliyormusun onu da bilmiyorum gerçi onda da derin şüphelerim var!
yoksa, bura da yaşadığın cehennemi, ora da üstüne eklenmiş bir şekil de, acısını mı yaşıyorsun, bilemiyorum..
bazen sana kızıyorum, sinirleniyorum, bağırıyorum, yada seni geri çağırıyorum, bazen öğle bir sinirleniyorum ki elim de ki fotoğrafını yrtıcak gibi oluyorum, ama kıyamıyorum, yapamıyorum..
bazen sana sinirimden de olsa kızgınlığımdan, dilimden bazı kelimeler dökülüyor, istemeden, bazen diyorum, aklını kullansaydın, bilinçsizce o yalnışları veya da akılsızca o hataları yapmasaydın, ‘’(yapmasaydık)’’ şu an da belki de daha mı iyi olurduk diye soruyorum, ama olsun, demek ki böyle olması gerekiyormuş!.
her neyse, şimdi bunları konuşmanın ne bana nen de sana bir faydası yok!
ama şunu bilki sanki herkes sana ihanet etmek için, bu anı kollamışlar gibi, zaten böyle olucağı belliydi, bir de üstüne, senin gitmen, herşeyi biraz daha fazla, ortaya dökmüş belli etmiş gibi...
Ama her neyse ben her şeyi, önceden hissettiğimi, gibi, şimdi daha iyi görüyorum, ama anlatamıyorum, yüzlerine karşı haykıramıyorum, söyliyemiyorum, sanki söylersem, onlar her zaman daha haklı, olucaklar, ve yine bir şekil de muhtaç olucam biliyorum, içim de her şeyi bitirsem bile, dışım da yüzlerine gülümsemek, zorundayım...
ve kahretsin ki her geçen gün onlarla yüz yüze gelmekten, çok sıkılyorum.
ne yapıcağımı bilemiyorum, yüzlerine gülmesem küslük taslasam, illa ki bir şey çıkıcak ve ben yine bana ait bir şeyle onların yardımına muhtaç kalıcam, biliyorum, ve bunun için defalarca susuyorum, belli etmemeye çalışıyorum içimde ki öfkemi sinirimi, vurmamaya çalışıyorum, hep gülüyorum, gülümsüyorum, onlar bana sarılmasalar, bile onlara sarılan taraf hep ben oluyorum, onlar beni öpmese bile onları öpen taraf hep ben oluyorum, ellerimi tuttmasalar, bile onların ellerini hep ben tutuyorum yüzlerime gülmeseler bile, yüzlerine gülen hep ben oluyorum, %90 içtenlikle yapıyorum bunları, % 10 mecburiyetten,
çünki etrafım da koşup ağlıyabileceğim, derdimi anlatabileceğim, sarılabileceğim, konuşabileceğim, elini tutabileceğim, yüzüne gülebileceğim, içtenlikle sarılabileceğim, bir sen yoksun çünki, herkes sen değil, etrafımda ki insanların, hepsini birlesem, önüme koysam, bir sen etmezsin.
Hani bir konuşmamız da sen bana şu sözü söylemişdin, karşın da ki insan en nefret ettiğin, en sevmediğin, kişi bile olsa, kızdığın kişi bile, o bu eşyanın rengine, mavi mi diyor, ama sen bunun gerçek rengini, yeşil olarak mı görüyorsun, bırak senin bildiğin sana kalsın, ben doğruyu biliyorum, diye diretme, bırak onun dediği gibi olsun, fazla tartışma demiştin, karşında ki kişi sen,in büyüğün olur veya da her hangi biri olur, senin bildiğin, için de kalsın, bırak onun dediği olsun, demiştin...
ve bu cümle her aklıma geldiğin de elimden geldiği kadar dinlemeye, çalışıyorum, kimi zaman, hayatıma katıp o yön de uyguluyorum, kimi zaman da, uygulayamıyorum, yapamıyorum, içim de yaşadığım o birikimlerin, o sinirin kurbanı olabiliyorum, etrafım da ki o cansız varlıklara, ama yine de dikkat etmeye çalışıyorum, düzeltmeye çalışıyorum, kendimi, çünki onlara karşı bağırsam kendi doğrumu diretsem yine kaybeden ben olucam ve onlar yine hep kazanan taraf olucaklar, biiliyorum. Ama dayanamıyorum, çok sıkılıyorum, bunalıyorum, daha ne kadar sürecek bu durum bilemiyorum, daha ne kadar kaldı, ne zaman bitecek, bilemiyorum, daha fazla sürdüremiyorum kendimi, içim kan ağlarken, dışımdan gülümsemek çok ağır geliyor.
Üstümüzden yapılan bu adaletsizlik, onlar bu terazi de hep ağır tarafdılar, biz ise hafif taraf. Haksızlıklar, eşitsizlikler, etrafım da yine çok duyuyorum bu lafı, kadere karşı gelinmez, ben kadere karşı gelmiyorum ki sadece, yaşadığım bu durumu sorguluyorum, ve tanrıdan geçerli bir sebep bekliyorum, ama gelmiyor, kendim geçerli bir sebep bulamıyorum, ve hala da anlamakta zorlanıyorum, bazı şeyleri, bilemediğim, çözemediğim, daha bir çok şey var, ve bunların için de kendimi her geçen güzn daha da çok kaybediyorum, bulamıyorum.
her neyse zaten bu dünya, öyle ya da böyle dönmeye devam ediyor, kimilerine mutluluk, kimilerine ise mutsuzluk, kimilerine hak verirken, kimilerine ise haksızlık vermeye devam ediyor, kimilerine tüm güzelliklerini sunarken, kimilerine ise tüm acısını yaşatıyor, çirkinliklerini, kötülüklerini yaşatıyor, yaşatmaya da devam ediyor...
Aslın da söylenecek çok söz çok kelime var ama, boşver, onlar da içimiz de kalsın...
Ama şunu çok iyi biliyorum, onların ‘’ mavi ‘’ si doğru çıktı, benim gördüğüm yeşil ise, yalnış kaldı...
1 note
·
View note
Text
Acı Sözler
Seni en çok hak edene değil, sefil edene gidiyor bu yürek.
Duyduğuma göre benden nefret ediyormuşsun? Seni düşünecek vaktim olsaydı inan bende senden nefret ederdim.
Sevmek mi? Hiç duymadım ki.. Gülmek mi? Çoktan unuttum.. Yaşamak mı? Oda ne.. Aşk mı? Büyük bir yalan.. Yalnızlık mı? İşte o benim dünyam!
Ne güneşi istiyorum karanlığıma, ne de yıldızları istiyorum gece yarılarında.. Çok değil, bir tek seni istiyorum yalnızlığıma..
Ağacın yaprakları gibi döküldük seninle ayrı yerlere.. Oysa ne hayaller kurmuştuk aynı dalın üzerinde..
Bakma bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma ben hep gülerim ve gülerken kimse yalan olduğunu anlamaz.
Dünya unutursa dönmeyi, rüzgar unutursa esmeyi, aşıklar unutursa sevmeyi, belki o zaman unuturum seni.
Ey sevgili sen nereden bileceksin ki her gece seni silahımın şarjörüne doldurup defalarca yüreğime sıktığımı. Söyle nereden bileceksin?
İnsanların arkasından konuşabilen üç kuruşluk insanlara bir tek sözüm var; Bozuk para daima ses çıkarır.
O gitti bir daha dönmez artık. Bilmez acı çektiğimi, bilmez onsuz hayallerde yaşadığımı, bilmez yüzümdeki gülücüklerin sahte olduğunu.
Sevenler değer bilseydi eğer bu dünya cennet olurdu güzelim.
Her bir yaranın merhemi bulunur! Dertler çeke çeke kader unutulur!
Sebepsiz gidişlerin mahkumuyken firari yüreğim vuslatın sonu kavuşmaksa eğer her anına eyvallah sevgilim.
Erkeklerin kalbi pazar gibidir giren çıkan belli olmaz. Kızların kalbi mezar gibidir giren bir daha çıkmaz.
Seni seviyorum diyenin aşkından şüphe et. Çünkü; Aşk sensiz ve dilsizdir.
Gözlerinde hayat bulur gözlerim hep seninle olmak ister kalbim.
Neden sevgililer günü var da yalnızlar günü yok? Biz daha kalabalığız.
Seni seviyorum diyen dillere değil, senin için ağlayan gözlere inan.
Ecelle sözlü kaderle nişanlıyız! Tesadüfen doğduk ama yaşamak zorundayız!
Yalan dünyanın ipine takılmışız, kurtulalım derken hep dolanmışız!
Sevmek bazen insana acı verir.
Bana yaşattıklarının hepsini inşallah sen de bir gün yaşar ve beni o zaman anlarsın.
Kimseyi gözyaşlarınızı yorganın altında pijamanızın koluyla silecek kadar sevmeyin.
Ve öyle bir konuş ki bir şehir gibi mesela İstanbul gibi de ki ölümüne kadar seveceğim seni.
Beni hep yanlış anladın zaten sen. ‘Geleceğim’ ol demiştim, ‘gel ecelim’ ol değil.
Sevmek; saatlerce öpüşmek değil. Öpmek için saatlerce düşünmektir.
Ne çok isterdim bir atkı olmayı üşüdüğünde boynuna sarılmayı benimki de hayal işte.
Önce sevdiğin terk eder seni ardından uykun. Sonra ne sevdiğin gelir ne uykun!
Şu dünyada iki tane kör gördüm biri seni sevipte görmeyen sen, biri de senden başkasını görmeyen ben.
Öpüşmenin aşk sanıldığı bu devirde yalnızlığımla gurur duyuyorum.
Sev ama mevsimlik olmasın! Yazın açıp, kışın solmasın.
Ve bazıları yokken bile vardır. Fazlasıyla.
Beni bırakıpta terk edenleri ne olursa olsun unutacağım. Aşkıma karşılık vermeyenleri bende onlar gibi bırakacağım.
Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin. Arkandan konuşana da darılma, onu insan yerine koyan yine sensin.
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. “O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Her tesadüf bir başlangıçtır; finali sen oynarsın, perdeyi kader kapatır.
Seni affedecek kadar olgunum ama tekrar güvenecek kadar aptal değilim.
Kendi kendime konuştuğum kadar, kimseyle konuşmuyorum. Sebep delilik değil, sadece bilirim ki insanı sadece en iyi kendi dinler.
Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama; hiçbir şey de beni yolumdan etmedi!
Sanmayın ki mutluyum. Attığım her adımda eceli bekliyorum, konuştuğum her kelimede ölümü sayıklıyorum.
Nokta koyduysan bir kere, çevirmeyeceksin onu virgüle. Ne soru kalmalı ne de tek bir soru işareti geriye.
Gerçekten seven insan hiçbir şeyi mazeret etmemeli. Seviyorsa söyleyebilmeli, söyleyemiyorsa sevmiyordur bitti.
Sadece mutlu olmayı isteseydik olurduk ama biz hep diğerlerinden daha fazla mutlu olmayı istedik ve hep diğerlerinin daha mutlu olduğunu zannettik.
Tenine dokunmadan, avuçlarını kavramadan da seni sevebilirim. Çünkü istediğim tenin değil, yüreğin.
Yürek söz vermişse dönülmez. Yâre gönül vermişse inkar edilmez. Bizde yürek zedelenir ama sevgiliye ihanet edilmez.
Birisini unutmak zorundaysanız, bunu sindire sindire yapın. Çünkü aklın zamansız öldürdükleri, yürekte amansız dirilir.
Çocuk olsam yeniden. Bir tek düştüğüm için acısa içim, ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece.
Duruyorsam sebebi var. Susuyorsam nedeni var. Herkes rahat olsun her şeyin bir zamanı var.
Ey Hayat! Daha fazla yorma beni. Ben fazlasıyla ödedim senin uğruna kaybettiklerimin bedelini.
Bir gül olmak isterdim! Neden mi? Beni koparıp kokladığında vücudunun derinliklerine girip bir daha oradan çıkmamak için?
Uğrunda ölmedim! Uğrunda ölünecek sandığım biri için yaşadım hep.
Herkes dostum olamaz! Hayat benim kimse karışamaz, aşka gelince bir kere sevdim bir daha işim olmaz.
İtle köpekle uğraşacak vaktim olsaydı veteriner olur, insan gibi görünen hayvanları tedavi ederdim.
Bir süre sonra anladım ki; Vazgeçilmez olan sen değilsin. Vazgeçmeyi bilmeyen benim.
Uzatma ellerini. Uzak olsun, istemez. Benden aldıklarını vermeye gücün yetmez.
Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair yada bir fazlalık geçmişten gelen.
Kimseye dur diyemem, huyum böyle giden için üzülemem! O, bensizliği seçiyorsa, bende onsuzluktan bir şey kaybetmem.
Değer verdiğin insanların verdiğin değere layık olmadıklarını anlarsan, sakın sen üzülme, bırak layık olamadıkları için onlar üzülsün.
Unutma ki; Nefret ve Kin’in ertesi pişmanlıktır. Ve her canlıya ölüm vardır. İnsan ölür ama ölmeyen insanlıktır.
Seni aklıma getirecek o kadar çok şey varken, seni yanıma getirecek hiç bir şey yok.
Aramızda bir harfin lafımı olur sevgilim? Ha g’ittin’ Ha ‘ittin’.
Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden iyidir.
Ona sarılıp, kulağına dakikalarca ‘beni hiç bırakma’ diye fısıldamak istiyorum.
Sakın yanlış anlama kendimi yitirmiş değilim. Sadece sende kayboldum o kadar.
Hep şerefe deyip kaldırırdın kadehi, ben ise hep mutluluğa kaldırırdım. Senin şerefe ihtiyacın vardı, benim ise mutluluğa.
#En Güzel Acı Sözler#acı sözler facebook#Acı Sözler 2014#Acı Sözler#Acı Mesajlar Hazır#Acı Aşk Sözleri#Acı Anlamlı Sözler
2 notes
·
View notes
Text
10.07.2020
seni hatırlatan ne çok şey var hayatta. dinlediğim bir şarkı, instagramda gördüğüm biri, okuduğum bir şiir, hatta gitar çalarken acıyan parmak uçlarım bile. senden kaçmaya çalıştığım falan yok, ama bunun için uğraşsam kaçmam imkansız olurdu herhalde. gitar çalarken acıyan parmak uçlarımla yazıyorum bu satırları.
seninle ortak yönleri olan insanlar keşfediyorum. zaten en dikkatimden kaçmayan şeydir bu hayatta sende olan bir şeyi başkasında görünce fark etmek. ama asla da sana benzeyen birini bulmak gibi bir düşüncem yok. her insan farklıdır çünkü. ama bir tek senin farklılıklarının hepsini sevdim. kafamda kurguladığımdan değil, sadece olduğun kişi için söylüyorum şunu: ideal bir insan, ideal arkadaş tanımıydın resmen. kim böyle olabilir başka? sen nasıl öyleydin onu da bilmiyorum. acaba öyle olmadığını görebileceğim bir süre mi olmadı? gerçi ne fark eder, sen her zaman benim sevgili dostum olacaksın.
insan keşke burada olsaydın diye düşünmeden edemiyor. keşke benimle olsaydın. keşke. her şey nasıl olurdu acaba? ben nasıl olurdum? sen nasıl olurdun? nasıl olurduk biz? nasıl olurdu dünya? nerede olurduk mesela? ne yapıyor olurduk seninle?
0 notes
Text
Başkan Büyükakın "Annelere en büyük hediye sağlıktır"
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan Büyükakın "Annelere en büyük hediye sağlıktır
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın, yaşadığımız bu zor zamanlarda Anneler Günü’nün yüzleri gülümseten nadide bir çiçek gibi olduğunu söyledi. Tüm annelerin gününü kutlayan Başkan Büyükakın, ‘’Bugün annelerimize en büyük hediye sağlıktır, sizlerin sağlıklı olmanızdır’’ dedi. Başkan Büyükakın, her yıl mayıs ayının ikinci pazarı kutlanan Anneler Günü dolayısıyla mesaj yayınladı. ‘’Elbette bizim o koca yürekli insanlara olan sevgimiz bir güne sığmaz. Bizim için yılın 365 günü Anneler Günüdür’’ diyen Başkan Büyükakın, mesajında şu ifadelere yer verdi; ‘’Dünyaya gözümüzü açtığımızda ilk onları gördük, ilk onlar ninni söyledi kulaklarımıza, ilk öğretmenimiz onlar oldu. Şefkati, merhameti, sevmeyi ve sevilmeyi onlardan öğrendik. Peygamber Efendimiz diyor ki; ‘Annene hizmet et, çünkü cennet annenin ayakları altındadır.’ Yani cennete açılan kapıdır anneler. Anneler mutluysa aile mutludur. Anneler mutluysa şehir mutlu, ülke mutludur. Anneler mutluysa insanlık mutludur. Biz de Kocaeli’de annelerimizi hiç unutmadık. ‘Evden Okula Haydi Anneler Spora’ sloganıyla yola çıkan ‘Kocaeli Anne Şehir’ projesi ile şimdiye kadar 12 ilçede, 169 personelimizle, 115 tesiste 63 bin 423 annemize hizmet verdik. Annelerimiz uzman antrenörler eşliğinde plates, zumba, step-aerobik, fitness ve doğa yürüyüşleri ile spor ve hareket dolu bir yaşama adım attı. Kadın sağlığı eğitimi, sağlık taramaları, sağlıklı beslenme eğitimi ve obezite ile mücadele kapsamında düzenli eğitimlerle sağlıklı kalmalarına yardımcı olduk. Aile yapısını desteklemek amacıyla değerler eğitimi, aile-ebeveyn eğitimi, çocuk gelişimi eğitimi ve çeşitli seminer ve atölye çalışmaları ve eğitim programları düzenledik. Psikolog ve fizyoterapist personellerimizle sunduğumuz danışmanlık hizmetiyle annelerimizin yaşam kalitesini yükselterek, hayata daha pozitif bakmalarını sağladık. Sosyal ve kültürel etkinlikler, tiyatro, sinema ve kültür gezileri ile toplumun bel kemiği olan kadınlarımızın sosyalleşmesine katkı sunduk. Ve geldik bugünlere… Önceki yıllarda bugün geldiğinde, tatlı bir telaş içinde olurduk. Annemize ne hediye alacağımızı düşünür, onları mutlu etmenin yollarını arardık. Bugün ise Koronavirüs salgını nedeniyle evlerimizdeyiz. Olsun, eminim hiçbir yere çıkmayıp evde oturduğumuz için onlar daha mutludur, içleri daha rahattır. Zaten hep istedikleri de bu değil mi; evlatları sağlıklı olsun, dizinin dibinde otursun. Bugün annelerinize onları ne kadar çok sevdiğinizi bir kez daha söyleyin. Özellikle bu günlerde annelerimizin hayır dualarına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ülkemizi etkisi altına alan salgında; evladını kaybeden anneler, annesini kaybeden evlatlar oldu. Hepsine Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Bir de hastanelerde bizim için canla başla çalışan sağlık ordumuzun içinde aylardır evine gidemeyen, evlatlarına sarılamayan anneler var. Hepsine sonsuz minnettarız. Sevgili Kocaelililer, özellikle gençler size sesleniyorum; Unutmayın anneleri en mutlu edecek hediye; sizin sağlığınızdır, sağlıklı kalmanızdır. O nedenle kısıtlamalara mutlaka uyun, evde kalın. Sokağa çıkmak zorunda kaldığınızda ise sosyal mesafeyi korumaya dikkat edin. Maskenizi takmayı da unutmayın! Ben başta annem ve eşim olmak üzere; tüm annelerimizle sağlıklı, huzurlu, mutluluk dolu günlerde buluşmayı diliyorum. Tüm annelerimizin Anneler Günü kutlu olsun, ellerinizden öpüyorum, dualarınızı bizden eksik etmeyin…’’ Read the full article
#kocaelibüyükşehirbelediyebaşkanıakın#kocaeliekonomihaberleri#kocaelifirmahaberleri#kocaeligüncelhaber#KocaeliHaber#kocaelihabersiteleri#kocaelihabersitesi#kocaelimekanhaberleri#kocaelişirkethaberleri#kocaelisondakikahaberleri#kocaeliteknolojihaberleri#kocaelim#kocaelimnet#tahirbüyükakın
0 notes
Text
Cai Hong Se An Lian
5-Basketbol Maçı
ShuCi’nın komutanı ve YeXun’n komutanı birbirine yakındı.
İki sınıftakilerde kendi sınıflarında eşcinsel karı-koca olduğunu öğrendikten sonra, ara sıra toplanıp beraber çalışmaya başladılar. Gece asker marşını okurken de iki sınıf yan yana oturmuşlardı.
“Askerlik çalışmasındaki hocalar bazen bir şeyler yapmayı severler.”ss
Xia XinHang yatak odasında elma yiyerek:”İki fakültedekiler de çok iyi oynuyorlarmış. Askerlik eğlenceli geçeceğe benziyor.”
“Katılmak istemiyorsan her zaman kaçabilirsin” Ki Xiang askeri çalışmalar olduğu için birkaç gündür okul yurdunda kalıyordu.
“Bu günki sırada üç kişi eksikti, görmedin mi?”
Xia XinHang durdu ve:”Nasıl kaçacağım?”
Li Xiang:”Yalandan hasta olacaksın. Dudaklarına beyazlaştırıcı krem sür, sıcak çarp dersin hocaya… Beyazlaştırıcı kremi sana ödünç vereyim mi?
Xia XingHang”…Gerek yok.”
ShuCi banyodan yeni çıkmıştı, saçları ıslaktı, yürürken bir yandan kuruluyordu.
Xia XinHang’ın aklına bir fikir gelmişti.
“Sen, ShuCi’yı gördüğünde ondan gay kokusu aldığını söylemiştin. Bugün YeXun’ü de gördün, ondan koku alabildin mi? Mesela bir semenin kokusu gibi?”
ShuCi onların konuşmasını duyarak meraklı bir ifadeyle Li Xiang’a baktı.
Li Xiang gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi. Herkes yataklarına geçtikten sonra Li Xiang ShuCi’ya mesaj attı. ShuCi bildirime tıkladı.
-YeXun’ün yüzündekini okuyamadın mı?
-?
-Cahil ve inatçı, düz erkek.
-…
-Seni kandırıp evlenmiş olabilir mi?
Yani öyle de denebilirdi, Li Xiang her şeyi doğru tahmin etmişti.
ShuCi erkeklerden hoşlanddığını lisede fark etmişti ama Li Xiang, onların Xiang Jie’si ilkokuldayken erkeklerden hoşlandığını fark etmiş. Ortaokul ve lisedeki sevgililerinin sayısı belli bile değil. Her türlü insan tanımış, tecrübeli biri sayılırdı.
Gay olanlar çoğu kişiden daha olgun olurdu, bu sebeple genellikle kendilerine daha erken yaşlarda bir sevgili bulurlardı. Ama ShuCi gibi üniversitede anca açık olabilenler Li Xiang’ın önünde yeni doğmuş bir bebek gibiydi.
ShuCi Li Xiang’ın onların arasındaki ilişkiyi bu kadar çabuk anlayabileceğini düşünmemişti.
- Yok öyle bir şey hahahahahah, şaka mı bu?
Li Xiang ona cevap vermemişti.
ShuCi konunun burada kapandığını düşünmüştü ama bir süre sonra Li Xiang’dan bir mesaj daha geldi.
Demek ki iki saat kaybolmasının sebebi bir çözüm yolu bulmakmış
-Genelde üniversitedeyken sevgilin olursa, arkadaşlarını yemeğe çağırır. Sen YeXun’le konuş, ona bizi yemeğe çıkarıp çıkaramayacağını sor.
-Senin için bir denerim.
Askeri çalışmalar 7 gün sürmüştü, sabahları çalışıyor, akşamları askerlik şarkıları söylüyorlardı.
Askeri çalışmanın 5. Günü herkes birbiriyle anlaştı. Komutan başlarında olmadığı sürece arka tarafa geçip telefonla oynuyorlardı. Komutan artık bıktıklarını görünce basketbol maçı yapılmasına karar verdi. ShuCi’nın komutanı daha eğlenceli olaçağını düşünerek YeXun’ün komutanını buldu.
“Sadece iki defa oynayacağız.” dedi komutan.”Çok zamanımız yok, iki sınıftan da beşer kişi çıksın. Kaybedenler kurbağa zıplayışı yaparak meydanda bir tur atacak.”
Bilgisayar fakültesindekiler YeXun’ü öne ittiler, YeXun’den sonraysa:”Bayan Ye burada mı?”
“Xun ge ortaya çıkmışken Xun genin sevgilisi çıkmazsa olmaz.”
“Hayır hayır, olmaz ShuCi çıkmasın. Xun ge ShuCi’yı görüp ona fırsat verirse oyun oynanmış sayılmaz.”
“Burada burada!!” ShuCi öne itildi “Hadi tanrıça!! Kendi erkeğine nasıl erkek olunurmuş bu maçta öğret!”
“Karı-koca maçı, eğlenceli olacak.”
“Hahaha, bu maç güzel geçecektir, iyi ki bugün dersten kaçmamışım.”
Basketbol sahasına geldiler.
“O taraktaki arkadaş!”bilgisayar fakültesinden biri”Xun ge dedi ki, size yol vermeyecekmiş, akşamd eve döndüğündeyse kumanda üzerinde diz çökerek özür dileyecekmiş.”
(Perry’den not: Kumanda üzerinde diz çökmek demek gerçekten kumanda üzerinde diz çökmek demek ama kanalın değişmemesi lazım. Kumandanın tuşlarına basmadan diz üstü çökecek yani. Çevirmen yorumlara bununla ilgili bir fotoğraf atacak, o zaman daha iyi anlarsınız ben anlatamadıysam.)
ShuCi YeXun’ün olduğu tarafa baktı ve onun biraz yukarı kalkan dudaklarını gördü.
YeXun:”Ben öyle bir şey söylemedim.”
Maç başladı.
Bilgisayar fakültesindekiler iyi oynuyorlardı. Özellikle Lu JianShen ile YeXun’ün eskiden birlikte çokça basketbol oynadığı rahatça anlaşılabilirdi.
Lu JianShen defalarca karşısındakileri pas geçerek topu YeXun’e atmıştı. YeXun’se topu alarak ShuCi ve sanat fakültesinden biri ile karşılaştı. YeXun aldatıcı bir hareket yaparak sanat fakültesinden olan öğrenciyi kandırmıştı. O anlayana kadar yanından geçti,zıpladı ve topu attı.
Top potaya girdi.
Li Xiang ShuCi’ya bakarak:”Eğer tekrar onlara izin verirsen, bu gece yatak odanın kapısı sana kapalı olacak.”
ShuCi:”Ge… bana acı.”
Li Xiang:���Aslında sen yol vermesen de kazanamayacağımız belli.”
Li Xiang sanat fakültesinde ki en iyi basket oynayanlardan birisiydi. Lisedeyken basket kulübündeydi. O böyle söylediğine göre maç bitmiş sayılırdı.
ShuCi:”Emm…O zaman ben yol vermeye devam edebilir miyim?”
Li Xiang:”…”
Evet, bazen… ShuCi’nın tatlılığından insanlara kilo bile aldırabileceğini düşünüyordu.
Seyircilere göre bu maç gayet eğlenceliydi. YeXun ve ShuCi karşı karşıya geldiğinde kahkahalar atıyorlardı. İki sınıfın komutanı da onlarla beraber gülüyordu.
YeXun’le ShuCi yine karşı karşıya geldi.
YeXun kısık bir sesle:”Kurbağa zıplayışını bu kadar çok mu seviyorsun?”
( Perry’den Not: Biz basketbol hakkında hiçbir şey bilmediğimiz için muhtemelen yanlış çevirdik L)
ShuCi durdu. YeXun’de durdu. ShuCi’nın eli adeta kendiliğinden yapmıştı topu aldı ve hemen Li Xiang’a doğru attı. Li Xiang topu aldı, hemen koşmaya başladı ve attı.
…
Top potaya girdi!!!
Bu harika atışla 3 puan kazandılar.
“Sikeyim ben böyle işi!”
Lu JianShen’in birilerini dövesi vardı.
“A-Xun, ne yapıyorsun? Ne bu?”
YeXun’ün sınıfından sadece Lu JianShen ve YeXun oynuyordu. Başkaları görmemiş olabilir ama Lu JianShen açıkça görmüştü. YeXun topu sadece ShuCi’ya değil aynı zamanda Li Xiang’a da vermiş olmuştu.
İki grubun puanı aynıydı. Eğer böyle top vermeye devam ederlerse kaybedeceklerdi.
Bu şerefsizler de hiç umurunda değilmiş gibi gülüyordu.
“Kumanda üzerinde diz çökmemek için!!”
“Git geber!”Lu JianShen ona küfrediyordu.”Kendini nasıl da adamışsın(!), biz 4’e 6’yız sen yatarak kazanmamızı bekle.”
Hakikaten bunu anıtladı YeXun’yatarak kazanan birisini hiç görmemişti.
Lu JianShen kazanamamıştı çünkü gruplarında basket oynayamayan üç kişi daha vardı ve birde güzel oyanamasına rağmen oynamamazlık yapan YeXun vardı. Lu JianShen’in kazanması mümkün değildi.
“Diğer arkadaşlar gidebilirler.” dedi komutan. “A önce maçta kaybeden beş arkadaş. Bir tur Kurbağa zıplaması yapın.”Diğer arkadaşlarının kahkahası içinde Lu JianShen’ler kurbağa zıplamasına başladı.
Hocanın göremeyeceği yere geldiklerindeyse yürümeye başladılar.
Lu JianShen ve YeXun grubun en arkasından ilerliyorlardı.
Lu JianShen:”Gördün mü? İşte bu aşk için kendini feda etmenin sonu bu! Nasıl, değdi mi bari yaptıklarına?”
YeXun biraz bile umursamadan:”He” dedi.
Lu JianShen:”He ne, neymiş he, soru soruyorum ben sana.”
Bir tur yürüdükten sonra döndüklerinde hocalar gitmişti. Eğlence bittiği için kaybedenlerin kurbağa zıplaması yapıp yapmaması onun için çokta önemli değildi.
YeXun Lu JianShen’a:”bizde dönelim mi? Bak şu üçüncü en kısa yoldan…”
Sözü bitmeden birinin ona seslendiğini duydu ve arkasını döndü.
ShuCi elince bir poşetle onlara doğru koşuyordu.
Durdukları yer bir sokak lambası vardı, ShuCi sokak lambasının altından geçerkencildi daha da beyaz gözükmüştü.
Kar gibi cildi, bir çiçeği andıran kaş ve gözleri.
“Bu…” ShuCi elindeki iki bardak sütlü çayı Lu JianShen ve YeXun’e uzattı.”…teşekkür ederim, siz fırsat vermeseydiniz bugün kurbağa zıplaması yapan biz olurduk.”
Lu JianShen sütlü çayı aldı. Ondan teşekkür olarak bir şey aldığı için…daha az önce YeXun’ e küfreden ve en küçük bir fırsat bile vermemeyi düşünen Lu JianShen biraz utandı:”Bir şey değil, bir şey değil.”
ShuCi YeXun’e bakarak elindeki sütlü çayı işaret etti ve:”O gün bana aldığının aynısını aldım, umarım beğenirsin.”
Birlikte yattıkları gecenin ertesi gününden bahsettiğini anlayınca…
YeXun birazcık duraksadıktan sonra kafasını olumlu anlamda salladı ve:”Bu aromayı seviyorum, teşekkür ederim.”
“Ben gittim o zaman!”dedi ShuCi:”Bay bay!”
O gittikten sonra Lu JianShen onun peşinden bir süre baktıktan sonra: “Yengem biraz tatlı birisiymiş…O zaman ben…gittim?”
Son harfi biraz yumuşakça söylemişti, ama ShuCi söylediğinde iğrenç olmamıştı..?
Lu JianShen kendinden iğrendi…Pipeti soktuktan sonra fark etti ki bu okulun güneyindeki çaycının sütlü çayı.
Okulda üç tane sütlü çay satılan büfe vardı. İkisi okulun kuzeyinde birisiyse okulun güneyindeydi.Güneydeki çaycının çayı daha güzeldi ama biraz uzaktı, ShuCi’nın yakında olan çaycıların birisinden aldığını sanmıştı.
“Ben az önceki lafımı geri alıyorum.” dedi Lu JianShen gülerek:”Değiyormuş, kesinlikle değiyormuş. Peki sana bir şey söylemeliyim, maçtayken ShuCi’nın kıyafeti rüzgar estiği için kalkmıştı ve bende onun belini gördüm. Beli ne kadar inceymiş, cinsiyeti… Hayır ShuCi’nın her yeri eski sevgilinden daha iyi-”
“Tamam” YeXun onun sözünü kesti. “Onunla aramızdaki ilişkiyi biliyorsun. Onu Fu YiHuan’la karşılaştırma.”
Lu JianShen’de bu şakanın biraz abartıya kaçtığını anladı ve dudaklarına fermuar çekti.
YeXun’dalmıştı, Lu JianShen’in sözleri ona o gece yaptıklarını hatırlatmıştı. Otelin odasında ShuCi onun omzuna sıkıca tutunmuşken…
Beli gerçekten çok inceydi…
Yumuşak ve ince...
0 notes
Text
Çilekli Turta ve Huzur
Günaydın sevgili Alto.
Günaydın bayım bugün ilginç bir şekilde erkencisiniz.
Sanırım bir uyku sorunu yaşıyorum ya da rüyalarımdan korkmuşumdur emin değilim, sadece uyumak istemiyorum.
İnsanın rüyalarından korkması nasıl bir durum bayım? Pek normal bir durum olmasa gerek.
Emin değilim. Korktuğum şey rüyalarım olduğundan da şüpheliyim ama rüya görmek istemiyorum
Huzurunuzu bozan bir şey mi oldu?
Bilmiyorum Alto. Uzun zamandır unuttuğum bir his huzur. Nasıl bir histi, nerden bulabilirim onu da bilmiyorum.
Huzur bayım uyanmak istemektir ama uyumaktan korktuğunuz için değil dün yaşadığın hissi tekrar yaşamak istediğiniz için ve bayım onu alamazsınız sadece bulabilirsiniz. Kimi insan Tibet’de turuncu giyinen ve dağlarda oturan insanlara bulmaya giderler…
Peki Alto bende gitsem bulabilir miyim?
Zannetmiyorum bayım turuncu insanların size verdiği cevaplar sanırım sizi tatmin etmez onlar huzuru meditasyon ve tanrıyı sevmede bulan rahiplerdir.
Rahiplerin canı cehenneme Alto onlar dini yükümlülük sahibi olduklarını ve insan hayatına Tanrı adına hükmetmeye hakları olduğunu iddia eden rahatsız insanlardır. Peki bu huzuru başka nerede bulabilirim Alto?
Bayım huzur bulunması kolay olan bir şey olsaydı daha iyi bir dünyada yaşıyor olurduk bence tek yapmanız gereken bir gün bulduğunuz huzuru elden kaçırmamak için hazırlık yapmanız ve gözlerinizi açık tutmanızdır.
Ne demek istedin anlayamadım. Onun geldiğini nasıl anlayabilirim?
Huzur bayım çilekli turta ve taze limonata gibi kokar ve o kokuyu bulduğunuzda kaybetmemek için hazır olmanız gerekir.
Alto sanırım bunu uydurdun.
Aksini iddia edebilir misiniz bayım? Ya da bilmiyorum belki sadece acıkmışımdır.
Tekrar günaydın Alto
Size de bayım size de…
0 notes
Photo
🙋 Yola Çıkanların Hikayesi 🙋 "Ürdün'den Günaydınlar 🙈☺️🙏🏻 Sevgili arkadaşım turkishbackpacker 'in arkasına takıldık geldik buralara.. Biz bir turdayız bu bizim ilk tur deneyimimiz, hem de sırt çantalı ☺️ Buraya gelene kadar bir tur programı içerisinde yer almak nasil olur biz ayrık otları ayak uydurabilecek miyiz, rezil mi olurduk, ne olurduk yaban ellerde diye dusunmedim değil 😄 Ama bu tur işini sevdim ben yaaaa Planlama adına hiç bir şey düşünmüyorsun, herşey düşünülmüş. Biz bir seyahati planlamak icin aylarımızı veriyoruz bazen 😅 sormadigimiz adam kalmıyor şu alemde Çocukla orası nasssssiiii olur diye.. 🙏🏻 Şu ana kadar pek keyifli geçiyor herşey masallah 🙏🏻 Ali'nin ilk gün yemek yedigimiz yerde uzun durmuşuz hadi gezelim diye arıza çıkarması dışında. Bir orada ayrildik gruptan dolaştık sokaklarında mistik Ürdün'ün.. Keyifli günler dilerim 🙋🏻🙏🏻💙 Yol, Açık, Yola çik 👍 ✌ 📍Arkadaşlarınızı Etiketleyebilirsiniz 👉 Bizi Takip Edin @yolaciktv 📷 @smileworldo 🌌⛺ (Petra, Ma`An, Jordan)
0 notes