Tumgik
Text
Oyunlar ve Yorumlar
Tumblr media
Bir süredir gittiğim oyunları yazmak istiyorum pek sevgili tiyatrosever okur. Bu yazıya başladığımdan beri listeye yeni oyunlar eklendiği için onlardan da söz etmek ve yazıya eklemek istedim. Elbette yine eksik kaldı, çünkü çok güzel oyunlar var ve liste her zaman uzamaya devam edecek. 
Bu postta izlediğim ve devam etmekte olan birkaç oyundan söz ediyorum. 💫
Öncelikle, geçen sezonu sallayan Dünyada Karşılaşmış Gibi, izlemediyseniz yakalamanızı önereceğim oyunların başında geliyor. @krek_tiyatro izlemiş olanlara sahne düzeni olarak tanıdık gelecek olsa da, camekan içinde yer alan sırt sırta iki sahnede eş zamanlı gelişen olaylar, izleyiciler için farklı bir deneyim sağlayarak oyunu daha ilgi çekici kılıyor.
Tumblr media
Krek sahnesi nasıl bir şey derseniz,  bir camekanla çevrili, izleyicinin oyunculardan net çizgilerle ayrıldığı bir düzenleme. İzleyici, camın ardındaki sesleri kulaklıkla dinliyor. Bunun etkisi de şu, oyuncuların elma yemesinin sesi bile kulağınızın içinde, yani onlara, neredeyse kalp atışlarını duyacak yakınlıkta hissediyorsunuz. 
Oyunun içeriğine gelince, sistemin, haklının haksızın, suçlunun masumun karmaşası arasında, aynı mekanda yer alan yedi kişinin çoğunun kendi dünyasında var olduğu bir kurgu bu. Oyun, sahne ışığı her zaman kendine dönmese de bireysel hikayenin önemli olduğu, çerçevesi belli bir dar alanda, gecenin kör saatinde, dinlemenin akışın önemli bir parçası olduğu bir anlar bütünü sunuyor. 
Oyunun belirleyici cümlelerinden biri, ‘Şimdi sen benle dünyada karşılaşmış gibi konuşuyorsun ya’. Oyun boyunca sinirli, az konuşan, çabuk parlayan polisin sözleri, bizi bir anda onun hayatına tanık yapıyor. Bu cümle, dünyayla arasına kara bir tül girmiş insanın cümlesi. Hikayesini oyunda izleyin. 
İlişkiler, evlatlar, uğraş uğraş uğraş bir türlü rayına girmeyenler, tıkanan iletişimler, kapalı kalpler, pek çok hikaye var oyunda. Belki de Dünyada Karşılaşmış Gibi, hayatını yoluna koyamayanların hikayesi.
Oyunu ilk duyduğumda, açıkçası içeriğe bile bakmadan bilet almaya niyetlenmiştim zira bu kadro ve bu yazar bir araya geldiyse o oyun izlenir. İçerik de kurgu da deneyim de hiç pişman etmedi. Hala görmediyseniz, biletlere vakitlice bakmanızı tavsiye ederim, çünkü kapalı gişe devam ediyor.
Bilet alırken iki seçenek göreceksiniz, ilk salondan başlamanın daha iyi bir deneyim sunacağını düşünüyorum, dikkatinize.
Tumblr media
Gelelim geçen sezonun bir diğer iddialı oyununa. Zengin Mutfağı da geçen yıl başladığı gibi kapalı gişe devam ediyor. En büyük sebebi de Şener Şen’in 40 sene sonra tiyatro sahnesine geri dönmüş olması. 
Şener Şen meselesi karmaşık. Çocukluğumuzu inşa eden pek çok filmin içerisinde sevdiğimiz karakterlerin oyuncusu. Aynı toplumsal hafızayı paylaştığımız, hatta bunu oluşturan önemli parçalardan olan insanlardan beklentimiz bu hissi muhafaza etmemize olanak sağlamaları. Sevdiğimiz, gönül verdiğimiz, önemsediğimiz pek çok şeyin, kimliğimizin içine örülü hikayelerin, insanların bizden ayrı düştüğü, başka yöne gittiği, kötülüğe hizmet eder hale geldiği ortamda hassas olmamızdan daha doğal ne var? Bir takım sebeplerle kendisine kırgın insanların sayısı az değil. Tepkiler haklı mı haksız mı’ya girmeyeceğim, bu bir gönül meselesi ve kimseye söz etme hakkını kendimde bulamıyorum.
Ben, çocukluğumun oyuncusunu sahnede izleme şansını kaçırmak istemeyenler arasındayım. Elbette o dönemden de olsa yanına gitmeyeceğim insanlar da var.
Oyun, 1970lerdeki siyasi olaylar ekseninde geçiyor. Olayları, bir köşkün mutfağından takip ediyoruz. Hiyerarşinin olduğu bir ortama kritik olay koymak, dönüşüm zamanında sınıf çatışmasını işlemek için güzel bir yol. (Downton Abbey’nin de ayrıca hayranıyım, bir başka postta konuşalım.)
Oyunu önemli yapan sebeplerden biri günümüz siyasetindeki meselelere de uzak olmamasından kaynaklanıyor. Hatta lafı dolandırmayayım da yakın diyeyim. Ana dönüşümü geçiren karaktere sinir olmaya başladığınızda anlayacaksınız. Ben olsam bu oyunu kaçırmazdım, zaten de kaçırmadım. Biletleri DasDas’tan takip edebilirsiniz.
Tumblr media
Üçüncü olarak Don Kişot’um Ben’den söz etmek istiyorum. Oyun, sağlam kadrolu bir komedi. Eğlenceli bir akşam için listeye alın. Aralardaki şarkı kısımlarına takılacak olanlar vardır, zira şarkılar banttan geliyor ve birkaç bölümde yer aldığı için sıkıldığınız yerler olabilir. Oyunu uzatan bir unsur tabii bu.
Fakat oyunu göz ardı etmemenizi öneririm. ‘Acaba öyle olmasa mıydı, bu tarz komedi hala var mı’ diye düşündüğüm bir sahne dışında güzel. Ana karakterler etrafında dönen oldukça hareketli bu oyunda, bir delinin sahnede zühur edişi ve Sanço Panza’nın kadın olmasının oyuna katkısı izlemeye değer kılıyor.
Tumblr media
Haluk Bilginer, tiyatronun önemli isimlerinden, bu sözüm tabii malumun ilamı. Bir dönem üst üste Oyun Atölyesi oyunu izleyince, bir ara vermek ihtiyacı duymuştum. Kral Lear gelince ara da sona erdi. Öncelikle, Shakespeare oyunu olup da güncel meselelere denk gelmemesi pek mümkün değil. Bu rol, Haluk Bey’in parlayacağı bir rol, o da kesin. Farklı ne var derseniz, tüm kadronun kostümlü şarkılarıyla modernleştirilmiş bir yorum izliyoruz. Ben izlediğim dönemde baba kız meselesine fena takıktım, o nedenle de hoop içine çekti. Telefonla gişeyi ararsanız ilk beş sıradan bilet alabiliyorsunuz, ikinci sırada olunca da oyunculardan birinin interaktif sahnesinin parçası olmuş bulundum. Vallahi hazırlıksız yakalandım sevgili okur, yoksa bak bugün gel, sahneye bile atlarım. (Belki de uçların insanıyım, olamaz mı?) 
Tumblr media
Tiyatro Hemhal oyunlarını seviyorum ve daha önce üzerine de yazmıştım. Kısaca tekrar söz edersem, Dirmit benim etkilendiğim oyunlardan biri. Bunda Nezaket’in elbette çok payı var, ama hikayenin ana hatları ve onların işlenme şekli de beni çok çekiyor. Baskı, kız evlat olmak, hayalkırıklıkları, aileyle hayalin arasında seçim yapmaya zorlanma, korkular gibi pek çok mesele var ki kolay içselleştirebiliyorum. Annenin kontrolü, o kırılgan ve bir o kadar da derin ilişki, delirmeye teğet geçen anlar filan bak yazarken yine aklıma geldi. İzlenmeli Dirmit.
Tumblr media
Tırnak İçinde Hizmetçiler Nezaket ve Pınar’ın doğallık içindeki maharetle, iki tiyatrocunun var olma ve aslında yırtma çabalarına bakan, buna bakarken de sınıf meselesini, hareket ve hareketsizliği, kıskançlık ve potansiyel karanlığımızı deşen, anlamaya çalışan bir oyun. Oyun üzerine detaylı şurada yazmıştım: https://citylifeinspirations.tumblr.com/post/185060708879/tırnak-içinde-hizmetçiler
Tumblr media
Balat Monologlar Müzesi de, benim çok sevdiğim işlerden. Ben Yuvakimyon Lisesi içerisinde izledim. Okul ziliyle içeri girdikten sonra istediğin sınıfa giriyor, yaklaşık 15 dakikalık oyunlar izliyorsun. Mekanın etkisiyle beraber aslında o sınıflarda Balat sokaklarında yaşayan yaşamış insanların hikayelerine şahit oluyorsun. Oyunculuk, metinler, hepsini çok sevdim. Bu sezon Balat’ta yeni bir eski mekanda oynuyorlar. Cuma akşamları kadın hikayeleri, Pazar 15.00te de yeni oyunlar eklenmiş klasikleri var. İlk fırsatta tekrar gidip izleyemediklerimi yakalamak istiyorum. Eski oyunları tekrar da izlerim zaten, çok keyifli işler. Mutlaka bakın.
Şurada post yapmıştım: https://www.instagram.com/p/Bx7OFBSAIoo/?igshid=1pba1bqwgsv72
Tumblr media
Mutluyduk Belki Bugüne Kadar, çok kısaca ilişkiler ve samimiyet üzerine bir oyun. Son dört oyunları kaldı, yakalamaya çalışın derim. Şurada yazmıştım: https://www.instagram.com/p/By77O4pgzvQ/?igshid=ptb1iw5kucep
Gördüğünüz gibi hizmette sınır tanımıyorum sevgili okur, oradan buradan postlar çıkıyor. 
Tumblr media
Gelelim bir süredir devam eden ve benim bu sezon yakalayabildiğim, hatta sezonu kendisiyle açtığım oyun Kader Can’a. BAM İstanbul, Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin ile tanıdığımız bir ekip. Kader Can, İstanbul’un çeperinde yaşayan, annesiyle büyüyen, aklı fikri rap müzik yapmakta olan birinin, askere alınmasıyla gelişen olaylar üzerine bir hikaye. Hikayenin katmanları sınıf çatışmasına bakışında, Kürt meselesine bakışında, aileye bakışında gizli. Murat Mahmutyazıcıoğlu elinden çıkan metin, sahnede tek kişinin oyunuyla ete kemiğe büründüğü için, bence etkisi artıyor. Zira, sıkı bir tempoyla ilerleyen oyun, anne, bakkal amca, taksi şoförü, gözlüklü gibi karakterleri tek kişiden izlerken, bu farklı insanların bedenleri tek bedenden geçer, sözleri mimikleri ardı ardına (ve hiç sekmeden) canlanır, hatta bu karakterler birbiriyle diyaloğa girerken insanı çok seri içine çekiyor. Oyunculuğu izlemek bile tek başına oyuna gitmek için bir sebep. 
Tumblr media
Evlat, bu sezon heyecanla beklediğim oyunların başında geliyordu ve onu da yakın zamanda izleme fırsatı buldum. Beklentimi yüksek olduğundan mütevellit oyun beni biraz tatminsiz bıraktı. Fakat eminim çok seyircili bir iş olacak ve izleyenler epey etkilenecek. 
Benim tereddütüm şuralardan geliyor: Oyunculuk samimi ve tam karakterle örtüşmüş hissi vermedi. Büyük jestler, abartılı hareketler, üzerine de mikrofon daha başlangıçta oyunun içine girmemi zorlaştırdı. Baba misal, başarı takıntılı olduğu söylenen, ama bence kıyafeti, duruşu bile buna uygun olmayan bir adam. Bazı sözler, seyirciyi biraz hafife alıyor. Detayına giremeyeceğim bir sahnede, anlamamız için bize güvenilmesi gereken bir olay, babanın ağzından tek tek anlatılıyor mesela, buralar beni zorluyor. Ama evlat, Cem Yiğit Üzümoğlu, bence yakından takip edilmesi gereken bir oyuncu. Son son sahneyi çok sevdim. Bir pazarlık ve kararsızlık sahnesi mesela, çok güzeldi. Genel anlamda hikaye, metin güzel aslında, daha farklı işlenebilirdi. Müziklerle desteklenmesi biraz Çağan Irmak filmi havası verdi onda da duygulandırmak için zorluyor hissiyle geri çekildim. Popüler bir iş ve bu tek başına kötü bir şey değil elbette. Neyse siz beklentinizi çok da yükseltmeyin. Böylece daha iyi bir hisle ayrılabilirsiniz. 
Tumblr media
Teftişör de geçen sezonun çok ses getiren işlerinden. Ona da bu sezon gidebildim. Tiyatro Adam, daha önce Arturo Ui’nin Önlenemez Yükselişi oyunuyla hayatıma giren bir grup ki bu oyunlarını çok beğenmiştim. Ardından V. Frank izleyince, aynı oyunun daha zayıfı hissiyle ayrılıp bir süre oyunlarına gitmemiştim. Teftişör bu kadar konuşulunca izlemek istedim. Bu da diğerleri gibi başka zamanda başka insanlar ve gerçekliklerin üzerinden giderek siyasi eleştiri yapan bir oyun. Diğerlerine kıyasla bir tık daha fantastik. Aynı oyuncular birden fazla karakter canlandırıyor. İki oyuncunun kadın rolleri oynaması da oyunun mizah tarafına katkı yapıyor. Yani var karşıtlıktan doğan bir komedi. Bence biraz fazla uzun. Bilemedim, izleyin kendiniz görün. Memlekette malum siyasi mizah çok yok hala ve bu da hiç fena bir sebep değil.
Tumblr media
Bir de bonus eski oyun ekleyeyim sevgili okur. 39 Basamak, daha önceki sezonlarda gittiğim bir oyun. Büyük bir salonda sahneleniyor, zira karakterlerin uzak diyarlarda yollarda farklı mekanlarda gerçekleşen maceralarını bu şekilde takip görebiliyoruz. Her oyuncunun birkaç karakterler oynadığı bir meraklı komedi diyeceğim bu oyuna. Eğlenceli vakit geçirmek için tavsiye ederim ki zaten kadroyu da çok severim.  
Postlarım sürecek sevgili sanat meraklısı okur. O arada biletleri sıkı takip etmeye ve önden plan yapmaya devam. Keyifli izlemeler :)
Tumblr media
0 notes
Text
Tırnak İçinde Hizmetçiler
Hayaller, hikayeler ve tiyatro üzerine:
Hikaye anlatmak artık önemli yetkinlikler arasında gösteriliyor. Hikayelerde bir anlam bulmanın, hangi dili konuştuğundan bağımsız olarak insanlarda evrensel bir deneyime karşılık geldiğini, beynin benzer şekilde aktive olduğunu, insanların birbirlerine daha çok empati duyduklarını ve kendileriyle ilgili de farkındalık geliştirdiklerini araştırmalar destekliyor. Bu da insan olma halini geliştiriyor ve zenginleştiriyor.
Tumblr media
Sinema, tiyatro ve edebiyat bu anlamda en öne çıkan sanatlar. Birebir deneyimleme şansı veren tiyatro, seyircisinin önünde hikayeyi yaşayarak eşsiz bir deneyim sunuyor.
Bizi bize mi anlatıyor tiyatro? Evet, elbette. Fakat ona yalnızca bir ayna demek çok dar bir alana sıkıştırmak olur. Zira, görmek istemediklerimizi de gösteriyor bazen, kendi yaşantımız dışında kalanları da. Tiyatro, insanı zorlayan her şeyi gündemine alabiliyor. Her izleyeni kendi üst versiyonuna taşıma potansiyeli barındıran bir sanat olarak, doğası itibariyle sistemi de zorlamış oluyor. Bu dünya sistemi de olabilir siyasi düzen de aile de.
Tumblr media
İyi tiyatro, bize bir deneyim yaşatıyor; anlattıkları seyirciye doğrudan geçebiliyor. Dünyadaki sürekli ve son dönemlerde hızlanmış olan değişimler, onu dönüştürüyor ama hayatımızdan uzaklaştırmıyor. Yoksa şu dönem yüzlerce oyun sahneleniyor ve bilet bulmak için epey planlı ve atak olmak gerekiyor olmazdı.
Tiyatro, hikaye anlatmanın milyon farklı yolunu bulabilir. Bazen klasik bir sahne düzeninde, oyunla seyirci arasında keskin bir çizgiyle, bazen seyirciye sorular sorarak onu dahil eden bir yöntemle, bazen araya camekan koyduğu halde oyuncunun nefesini duyabildiğin bir düzenle, bazen maskelerle, aynı metnin bambaşka kurgularıyla, dekorlu ve aksesuarlı ya da hiçbir şeysiz, minimal ya da her şeyiyle tam, oyuncularla hemzemin ve daha kimbilir aklıma gelmeyen ne şekillerde.
Tiyatro sezonunun hareketli olduğu bu dönemde yeni metinler ve yeni yazarlarla da sıkça karşılaşır olduk ki bu bence memleket tiyatrosunun canlandığının ve güçlendiğinin çok net bir göstergesidir. (Bunun için belki de tüm telifleri monopolize etmiş olan ajansa da teşekkür etmek gerekir.)
Eski bir metinle ilişki içinde olan ama onu uyarlamak yerine yeni bir metne zemin olarak yorumlayan Tırnak İçinde Hizmetçiler’i, Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün canlandırıyor. Yazar ve yönetmen Hakan Emre Ünal, dramaturg da sevgili Ayşe Draz.
Ben Kadıköy Boa Sahne’de izledim, ama başka sahnelerde de oynanıyor. Dışarda oluşan sırayı takip ederek içeri girdiğinizde oyuncular yerlerini almış oluyorlar. Sahne ortada bir kare, seyircilerle aynı seviyede. Dört yanına seyirciler yerleşiyor. Bu da doğal olarak farklı bir deneyim oluşturuyor. 
Oyuncularla nerdeyse iç içe izleme deneyimi, duygularımı ortaya bırakmada beni biraz durdurdu. Duygularımla barıştığımı zannettiğim bu dönemimde insanların ortasında o kadar da rahat olmadığımı görmüş oldum. Neyse, bu işin bana dair kısmı sevgili okur. Ağlamak şahane bir şey, ama spot altında çıplak hissetmek de mümkünmüş.
Tumblr media
Oyun, Jean Genet’nin Hizmetçiler’inin karakterleri Claire ve Solange ile açılıyor. Yerde bir kenarda Hanımın Yatağı yazısı var. Yere çeşitli kelimeler yazılmış, çiçekler çizilmiş. Üzerinde ayna yazan kartonlar. Kenarda bir elbise askısı ve renk renk elbiseler. Ayakkabılar. Bir kutu.
Başlıyoruz, iki genç kadın, eşitsizliğin en ayyuka çıktığı ortamlardan birinde, bir oyun oynuyorlar. Oyunun amacı kendilerini iyi hissetmek ve hayatlarının kaderini değiştirmek. Çok detay vermek istemiyorum, çünkü ters köşe olabilecek bazı şeyleri orada görmenin daha iyi bir deneyim yaratacağını düşünüyorum. 
Tumblr media
Kabukları yavaş yavaş soyulan bir öykü bu. İçinde ne bulacaksınız? Umudun solduğu anlarda, mücadelenin nereye varacağını kestiremediğinde, hayat şartları tenine bıraktığı darbelerin şiddetini artırdığında, heveslenip varmak istediğin hayali birilerinin nasıl olup da yaşadığını bir türlü bulamadığında, kıskandığında, kendine yetemediğinde, kendini yetersiz ve çirkin bulduğunda, neler hissettin? Çıkışı göremediğin zamanlarda belki sorunun kaynağını bir başkasında aradın. Bazen etrafına bakıp her şeyin başkalarına altın kaşıkla sunulduğunu düşünüyorsun belki.
Bunların önemli bir kısmı bireye dair, peki ya sistemin etkisi nedir? Zira bazıları hayata bir, on, yüz adım önde başlıyor. Hatta belki içinde kendimize yer açmaya çalıştığımız çerçeveyi de bu çiziyor.
Tüm bunlara, kontrolümüzde olmayan bazı yaşantılara karşın, bireyin acılarını dindirmedeki sorumluluğu nedir?
Elbette ortada bir gerçeklik var, bu belki ödenmesi gereken faturalar, kapılmış köşeler, içine sinene giden yolun pürüzleri var. Oysa ortalıkla bir söz dolanıyor, tutkunu buldun mu peşinden gitmek mi önemli olan? (Tutkunu bulmak meselesi de oldukça çetrefilli, herkes beş yaşında şarkı söyleyerek kariyerine başlamıyor örneğin.) Hayal kur, çalış, sonra sal gitsin diyenler var. İyi düşünürsen iyi olur diyenler her daim. Şımarıklık yapma sigortalı bir iş bul diyenler. Vee tabii memleketin en sevdiklerinden, ‘Hobi olarak yine yap!’. 
Tumblr media
İstiyorsun, tüm hücrelerinle istiyorsun, istediğini biliyorsun. Kalbinde hissettiğin heyecan seni doğrularına çekerken, göğsündeki sıkıntı kaçman gerekenleri işaret ediyor. Olabilir.
Hayat hep başkalarına mı güzel sorusundan belki de çok daha önemli bir soru var sevgili düşünen okur.
Ya karanlıkta bir yerlerde, içindeki netlikle savaşan, bunları hak etmediğini fısıldayan bir şey varsa?
Bu fısıltı, diğer her şeyi ortadan siliveriyorsa?
İnsan en güzel çelmeyi kendine takıyor. En kötü sözleri kendine söylüyor.
Bunlar oyunun bende yarattığı bazı sorular.
Dalgalanan oyunları seviyorum, bunu artık anladım. Belki de hayat da böyle olduğundan. Her şey çok iyi, her şey çok kötü değil. Duygular gün içinde bile defalarca birbirinin yerine geçebiliyor. Bazı anlarda tetiklenmek ve dibe gitmek daha kolay olabilir. Bazı anlarda heveslenmek ve sabrının tükendiği yerde kıçının üzerine oturmayı sindirmek zor olabilir.
Kahkahayla gülmekten boğazımda düğümlenen ağlamaya geçiriyor beni bu ekip, ikinci kere. Bambaşka oyunlar Dirmit ve Tırnak İçinde Hizmetçiler, bambaşka. Ama içimi gümbür gümbür yapıyorlar izlediğimde. İnsana değişlerindeki samimiyet, işlerini yapışlarındaki heyecanları, gözlerinin parlaması, salonun kapısından itibaren herkesin güler yüzü, sevdikleri, inandıkları şeyi yapan insanların güzelliği. O yüzden o salon tıklım tıkış. O yüzden seyirci tepkisi çok kuvvetli.
Pınar ve Nezaket. Sizi tanıdıkça hayranlığım artıyor. İyi ki varsınız. Tüm Hemhal ekibi, yeni işlerinizi heyecanla bekliyorum, zira çıkmasını sabırsızlıkla beklediğin ve bitecek diye üzüldüğün kitaplara benziyor oyunlarınız.
Sevgiyle
*Alexandr Milov’un eseri
0 notes
Photo
Tumblr media
City Life Inspirations turned 3 today!
0 notes
Text
Kim bilebilir?
Yine bir kafe, yine dürten yazma isteği.
Duygular iteliyor içerden: korkulu, sevgi dolu, endişeli, umutlu- karmaşık görünen, birbirini dengeleyen duygular.
Solumdaki üç kare masa birleştirilmiş, Ara Güler’in etrafında yönetmen, fotoğrafçı bir takım insanlar. Sinirli mi? Bir şeyler anlatıyor. Bir çekim, bir röportaj, bir arşivleme telaşı sanki.
Sağ tarafımdaki iki turist tanıştı, şimdi aynı masada oturuyorlar.
Ağlamak geliyor içimden ama karşımda bakışlarını bana dikmiş adamdan utanıyorum.
Kendimi hikayeme bırakıyorum.
Tumblr media
------------------------------------------------------------------------
Bir söz, aklıma geldi geçen, geldi tam yerini buldu:
“Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini Kim bilebilir ikimizden başka?”
------------------------------------------------------------------------------------------
Tumblr media
Küçüğüm, saçlarım uzun mu kısa mı?
Koca bir ev, öyle yüksek, öyle uzun.
Kalın perdeler, sayısız ağır pencere..
Eski bir kapı
Işığı yanmayan apartman merdivenleri
Cumba-ne çok zaman geçirilen bir cumba.
Bazı dönemlerde çok kullanılan ufak bir oturma odası. Bir yemek masası. Yuvarlak mı dikdörtgen mi?
Bir de baktık, üzerinde pati izleri var kahvaltılıkların.
Kapıyı açıp da mı girmiş kedi?
Kapkara, pırıl pırıl bir kedi-adını bilirsiniz.
Çok aramız yoktu.
Aramız değil de, ilişkimiz yoktu diyelim.
Ardından gelen, Pamuk
Güzelim bir Van kedisi,
Çok iyi arkadaşımdı.
Üzülsem yanıma oturur bana bakardı. Okuldan geldiğimde oyun oynardık uzun uzun.
Babamla da arası iyiydi. O kadar ki eve gelince Pamuk’u arardı. Masada ona sandalye ayırırdı. Kızım diye severdi.
Tumblr media
Babam ben ufakken çok sinirliydi. Kimse yanına yanaşamazdı.
İki kere hiddetini gördüm, gözlerim inanmadı hafızam derhal dışarı püskürttü.
Lades tutuşmuştuk bütün aile.
Eve geldi, öğlen miydi?
Saçları siyahtı.
“Babacım dur sana ceketini vereyim,” dedim.
Giydiği anda Lades’i patlattım ki unuttu sinirini gülmeye başladı.
Tumblr media
Kim bilir kaç kere oldu, canım çilek istedi, bir baktım tesadüf çilek alıp geldi.
Canım zeytin istedi, zeytin aldım diye eve geldi.
Hasta oldum, eve en sevdiğim yiyeceği aldı geldi.
Dayımı kaybedeceğimi anladığımda kalbime panik oturdu, huzursuz ve yorgun içim geçmişken uykusuz beni bekledi.
Tumblr media
Annem bir sabah, bir anda ayrıldı bedeninden, 
Babama sarıldım.
Dizlerimizin üstüne düştük o gün.
Babamın siniri çok azaldı o günden sonra.
----------------------------------------------------
Birkaç aydır fırtınalar esiyor aramızda.
Kızına kıyamazdı nasıl oldu diye soruyor içimdeki çocuk.
O senin öğretmenin, sabret ve içinden güçlenerek çık diyor ruhum.
Her hikayenin yönleri vardır sevgili okur. Kimse siyah beyaz değil, insan dediğin, katman katman, binlerce mevsim bazen.
Hatırla, dışardan kimsenin bilemeyeceği, sevdiklerinle aranda söylenmeden yaşananları
Bazen onur, bazen güven, bazen hayat gailesi insanı tuttuğu gibi birden savuruveriyor.
Hatırla da en çok sevgine sarıl yine,
Bir de, “ne öğreniyorum ben şimdi buradan?” diye sor kendine.
Bana ne gösteriyor benle ilgili?
Diren genellemelere, tanımlamalara 
Durabildiğimde, “Nerede inat ediyorum da en sevdiğimle sınanıyorum?” diye sordum.
“Hayata ve kendine güvenmeyi öğren, hak ettiğine ikna ol artık!” çıktı.
Çünkü yolları biz çiziyoruz kırılgan okur, hiçbir şeyin kullanım kılavuzu yok. 
Çerçeveyi, kuralları, hayatı biz çiziyoruz. İlişkilerimizi, kendimizi, açtığımız alanları. 
Rastgele.
Sevgiyle,
xx
Tumblr media
1. ilüstrasyonu şuradan aldım: https://hbr.org/2014/11/how-to-improve-your-business-writing
2. ilüstrasyon Costin Diana’nın. https://dribbble.com/shots/2208891-House-illustration
3. ilüstrasyon şuradan: https://www.dreamstime.com/stock-illustration-little-girl-cat-under-umbrella-hand-drawn-ittle-image46926463
4. Inside Out’tan (izlemediyseniz mutlaka!)
5. Söz ettiğim eski yazı  https://citylifeinspirations.tumblr.com/post/135710040539/aitsen-%C3%A7ek-kenara
6. Son ilüstrasyon: Instagram’da vskafandre
1 note · View note
Text
...
Tumblr media
Hayal Kırığı
Usulca oturdu. Evinde huzurlu hissetmek isterdi. Sanki, dışarıda ne olursa olsun, kapayı kapatınca arkada kalırdı. Sesi gelse de, ona değmezdi. Bazen fanusunu perdelerle kapatır, cenin pozisyonunda uzanır, iyice korumaya çekilirdi.
“Görüşmek isteyen gelir, kızımsa kızım!”
Söz, fonda dönüyor, göğsünden çenesine doğru bir his salıyordu. His, ama hangi his. Korku mu, endişe mi, üzüntü mü?
İlk duyduğunda, 16 yaşında sınıf arkadaşını kaybettiği gün gibi hissetti.
Hissin, onu getiren düşüncenin kökenini düşündü, anılara daldı.
Yaz mı kış mı hatırlayamadığı bir gün, hayatında ilk kez biri düştü yaşamaktan. Ailesine güvenmeyen arkadaşı, seçimini dünyaya veda etmekten yana kullandı.
Koridorlarda gezen kızgın ve üzgün arkadaşları, gitme sebebinin babasının onu olduğu gibi kabul etmemesi olduğunu düşünüyordu.
Çok yakın değillerdi, ama sevdiği bir sınıf arkadaşıydı. Hep güleryüzlüydü. Ne kimseyi incittiğini, ne kötü bir sözünü, ne ergen pisliklerini görmüştü. Ara ara sınıfa gelir, en ön sırada tek başına otururdu. Derse gelmediği çok olurdu.
Tumblr media
Bir Cuma günü, öğle arasında erkenden sınıfa döndü. İçeride yalnız Alkım vardı. Yarım saat kadar konuştular. O kadarcık zamana, ne hayaller, ne hayal kırıklıkları sığdı.
Hollanda’ya taşınmak istediğini, orada yaşayan insanların hep mutlu olduğunu söyledi. Gözleri ışıl ışıldı, umutluydu.
Annesinin onu sevmediğini düşünüyordu. Hiç sevmediğini. Bunu nerdeyse nötr bir tonla ifade etmişti. Onun gerçeğiydi.
--
             His tam da buralardan yankılanıyordu. Ailen, seni düşündüğün kadar sevmeyebilir miydi?
--
“Bir annenin, kendi çocuğunu sevmemesi gibi bir ihtimal yok bence,”  dedi usulca, arkadaşını kırmaktan da korkarak.
Bambaşka gerçeklikler yaşıyorlardı.
Bu konuşma aklını kurcaladı. Hollanda’yı düşündü. Evde bir broşür vardı, hatırladı. Bulup ona baktı: takunyalar, renk renk, yol yol laleler, örgü saçlı, sarışın, mutlu insanlar.
Haftasonu oldu.
Sonra haftabaşı.
Gün Pazartesi.
Sabah dersler başlamadan hemen önce, sınıfların olduğu koridor. Bir söz geldi buldu onu. Biri mi söyledi, havada mı dolaşıyordu?
“Alkım intihar etmiş.”
Bazı söz, kendi ağırlığını taşıyamıyor.
Zaman durdu, hava durdu, insanlar durdu, gün durdu, kalp durdu. Yoğunlaştı, sardı herkesin etrafını.
Sınıflara girildi, herkes yerine oturdu, kaldı. Kaç saat, kaç dakika, kaç ders, kaç an? Kapüşona sığınanlar, anlam vermeye uğraşanlar, inanmadılar. Öğretmenlerle beraber sınıfta, kantinde sessizce durdular. Sessizce ağladılar. 
Oysa o zamanlar, okula zamanında gelmekten, servisin onu kaçta ve nerede alacağından, hoşlandığı çocuğu o gün görüp görmeyeceğinden başka bir şeyi pek düşünmezdi. Kendi dünyasında yaşamaya alışkın, ona gelen karşı pasları asla anlamadan okula gider gelirdi. 
Arkadaşının sözleri, yüzü, yankılanıp duruyordu. Asılı kaldı boşlukta, aklında bir sürü cevapsız soruyla. Günlük yazılarının söylediğine göre, yılbaşına çok az kalmıştı. Alkım’la birbirlerine hediye alacaklardı. Kendini değersiz hissetmesine anlam veremiyor, ailesine müthiş bir öfke duyuyordu. 
“Sen değerliydin, hep öyle olacaksın” yazmıştı haberi aldığı gün. Ölü Ozanlar Derneği’ni hatırlıyor, Smashing Pumpkins’den bir sözle dağıtıyordu yazısını. Arkadaşının telefonu, defterinde yazılı, aranamayacak numaralarının ilki olarak kayda geçiyordu.
--
             Yıllarca sonra da, kayıplarının numaralarını telefondan silmeye hiç eli gitmedi zaten. 
--
Hiçbir şey bilmiyordu, insana sonra ne oluyordu? Arkadaşı, kendi hayatından vazgeçtiği için, ona ceza verilebilir miydi? Ne olur ne olmaz, bolca dua etti. 
Şiir yazdı duyguları içine sığmayınca. Suçluluğunu, üzüntüsünü yazdı. Şiir, “neden engel olamadık?” sorusuyla yoğruluyordu. 
Binlerce öğrencisi vardı okulun, bir anma konuşması yapılması istendi. Konuşma, döndü geldi onu buldu. İki gün önce ona ilk kez açılan, kırılganlığını, hayallerini paylaşan arkadaşını yazdı. Bir kürsüde, tanımadığı binlerce insana, ne güzel bir insanın eksildiğini hissettirmeye çalıştı.
Bazı konuşmalar çok zor. Düğüm düğüm.
“Alkım’ı en son, Cuma günü, öğretmenler masasında oturup dışarıyı seyrederken gördüm. Gelecek planlarını anlattı bana. Şakalaştık, güldük, sorunlarımızı anlattık birbirimize. Şimdi öyle zor ki, bir kağıt elimde, içimde karmakarışık duygular, onun yokluğu üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyorum.
Şu anda herkesin içinde bir parça da olsa hüzün vardır. Fakat, onun artık olmadığını kabullenmek, yakınlarına olduğundan daha zor değil kimse için.
Keşke, arkadaşımız için böyle bir tören yapmak zorunda kalmasaydık. 
Daha bir kaç gün önce konuşurken, hiç aklıma gelmezdi ardından ağlayacağım. Hiç aklıma gelmezdi, o en ön sıraya çok az gelip, şarkı söyleyip sürekli gülümseyen insanın, o sırayı bu kadar doldurduğu. Şimdi yok o sırasında ve sınıf hiç olmadığı kadar boş sanki.
Lütfen, birbirimize bağlanmak, birbirimizi düşünüp sorunlarımıza ortak olmak için beklemeyelim.”
En ön sıra, üzerinde çiçeklerle öylece kaldı. Alkım’ın pırıl pırıl hayalleri, gerçekleşme ya da gerçekleşmeme imkanı bulamadan havaya karıştı. Gerçekliği kırdı, hayatı değiştirdi, duygusu bilinçaltında bir yerlere yerleşti.
Konuşma, haber kupürleri, muzipçe karnesiyle yüzünü örterken belli belirsiz çıktığı bir grup fotoğrafı, ona veda ederken yakalara takılan, kısacık ömrünü rakamlara sığdırmaya çalışan, kravatlı bir okul fotoğrafıyla beraber pembe bir zarfa kalktı. Günlük sayfalarındaki hüznün (o zamanlar kedere olgunlaşmamıştı duygular), isyanın, şiirlerin ve platonik aşkların arasında huzur buldu.
Belki, o dönem o okulda öğrenci olmuş herkesin hayatına bir iz vurdu Alkım.
Veda konuşmasından yıllar sonra, yurtdışına ilk kez, bir toplantı için seçildiğinde çıktı. Hollanda’ya adımını attığı andan itibaren göğsü huzurla doldu.
Herkes güleryüzlü, herkes mutlu, ışıl ışıldı.
-------------------------
Şimdi bu duygu, seni bana hatırlattı. Tekrar tekrar, siyah beyazlarımdan, keskinliklerimden arındırdı. 
Güzel iz bırakan, 
Arkadaşıma sevgiyle <3 
Tumblr media
İlk ilüstrasyon: Pascal Campion
1 note · View note
Text
İkilemler
Tumblr media
Dün Martin Luther King’in ve Nazım Hikmet’in doğumgünüydü. Üç gün sonra Hrant Dink’in vurulduğu gün. 
Sözlerini, şiirlerini okuyorum, konuşmalarını dinliyorum. 
King diyor ki önemli konular hakkında sessiz kalmaya başladıkça hayatımız sona erer. Ve düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız. Bence en vurucu sözlerinden biri de mealen yaklaşık olarak şöyle: En büyük engelimiz ırkçılar değil, istikrar isteyen ılımlılar, şiddet yokluğunu adalete tercih edenler, neyi ne zaman yapacağımıza karar verip bizi beklemeye davet edenler.
Gel konuşalım bunun üzerine sevgili okur. Yıllarca tam da bu sebeple alanımız darala darala sosyal medyaya kalıp onun da etkisizleştiği bu günlere gelmedik mi?  
Etrafımızda türlü türlü haksızlıklar varken, en fazla yapılan şey tweet atmak, o da çoğu zaman yazanı hedef yapmaktan başka işe yaramıyor. (Burada yaşayanları uzaklardaki rahatından eleştirenler ayrı bir hikaye.)
Tumblr media
Bir de meselenin şu tarafı var. Hayatta nereye bakmayı seçersek, araba kullanırken olduğu gibi, yönümüz o tarafa çevriliyor. Nefret değil sevgi çağrısı yapan bu insanlara bakınca, haksızlıklara göz yummadan, hayatı kapkara yaşamamanın ve anlamlı hayatlar sürmenin yolu ne olabilir?
Çünkü bakıyorum da, özellikle twitter gibi platformlarda, herkes kızgın, herkes birine laf söyleme derdinde, kötülükler hoop kabak gibi açılıyor önümüzde.
Örneğin, bir yavru kediyi kanlar içinde gördüğümde, duyarlılığım mı artıyor yoksa kötülük sıradanlaşıp beni uyuşturuyor olabilir mi? Ya da bundan kaçmak için bu sefer olanları görmemeyi mi seçiyorum?
Sonra bir karar verdim, olumsuzu çoğaltmayacağım, olumlu şeyler paylaşacağım. Örneğin yaya geçidinde üzerime süren sürücüyü değil, durup bekleyeni, önüme atlayan insanı değil, metroda başımın döndüğünü fark edip beni yalnız bırakmayanı, ne bileyim, bunun gibileri çoğaltırsak, davranışımızı da olumlu etkiler diye düşünüyorum.
Kedileri korumak istiyorsam güzel görüntüleri koymalı, sokaklarda farklı davranışlar istiyorsam, önce kendim yapmalı ve toplumun olumsuz ruh haline katkı yapmamalıyım, öyle değil mi?
Hepsi güzel de duyarlı okur, iş çocuklara gelince ne yapacağız?
Tumblr media
Hoş, hayvanlarda da tüm güçsüzlerde de aynı durum var diyebilirsin.
Onların sözleri olmak, konuşamadıkları olmak gerekmez mi?
Ya da acaba artık daha verimli yollar mı düşünmeliyiz faydalı olabilmek için?
King’e göre hayatın en acil sorusu, başkaları için ne yaptığın. 
Ne yapıyorsun? Ne yapıyorum?
En yakınıma, bazen kendime bile şefkat göstermekten uzaklaştığım, delice yargıya düştüğümde ne yapıyorum?
Başkasını güçsüz bulup eziyor muyum? Sesimi yükseltiyor muyum? Üzüyor muyum? Dudağımı kıvırıyor muyum?
İyi hareket, iyi söz, iyi his üretelim beraber. Ne dersin sevgili okur? 
Tumblr media
Sevgiyle <3
1 note · View note
Text
Sana da merhaba 2018
Tumblr media
Özlem bazen çok beklenmedik zamanlarda geliyor. Bazen bu şehre mıhlanmamın iyi yönleri arasına karışıyor hatırlatıcılar. Bahariye'de bir mağazanın önünden geçerken birden karnıma saplanıyor. Ani gözyaşı ve ani yazma isteği etkili.
Önce mutlu anıları acıyla hatırlamaktı, sonra özleme minnet duymak haline dönüştü. Hüzün, hatırlayabilmenin güzelliğiyle harman oldu.
Yürürken, bir şarkı çalınca, hafızamda bir görüntü belirince, bir sıcaklık hissi gelince..
Bu ani duygusallaşma, bir şeye dönüşmezse içimde dönüp duruyor.
Gaz halinde bir duygu. Anlatması, paylaşması kolay değil. Sözlerle ifadesi faydalı değil.
Tumblr media
2018 Ocak'ındayız. Zaman bazen hızla akıyor, bazen son derece yavaş.
Bazı şarkıların anlamı değişti. Bazı insanların formu değişti.
Hayatımda, günümde, karşımda bedeniyle yokken bile hissedilebilir oldu.
Bazen konuşuyoruz. İçimdeki sorunun sonu gelmeden karşıdan cevabı geliyor.
Gözlerimden çıkıyor bazen, aynadan bana bakıyor.
Kimine göre çok zaman geçti.
İfade etmeyi öğrendikçe bu yeti hayatımın başka alanlarına aktarılıyor.
2017 hem çok hızlı, hem epey uzundu.
İnsanlara küsmemle hayatın mucizesine inanmam arasındaki sürenin tek bir gün sürdüğü de oldu.
Düşüncemden hayatıma geçen pek çok şey oldu. Bir anda karşıma çıkan. Bir emaille, bir mesajla bir facebook eventiyle.
Rüyalarım bana çokça yol gösteriyor. Ne zaman gitmem gereken yerdeyim ne zaman saptım, duygularıma eşlik ediyor.
Ne beni, ne köpeğimi koruyan, ben değilim.
İnançlarımızla oluşuyor Truman show. Gidip o kapıyı açmak gerekiyor.
Hayat seni oraya götürüyor ama sen adım atmadan olmuyor.
Hangi adımı atacağını bilmek bazen zor geliyor.
İnsanları az sanmak, kaynakları az sanmak, istikrara kafayı takmak ilüzyonlara eşlik ediyor.
Bazı şeyleri neden yaşadık diye düşünüyoruz ya da yargılıyoruz kendimizi. Hayatımıza giren insanları da. Oysa hepsi güzel yol arkadaşları.
Deneyimlerimizi belki de seçtik. Belki ihaneti tutkuyu kavgayı tatmak istedik.
Yarım kalanlar neden kaldı onu bilmiyorum.
Biliyorum her şey bizle ilgili değil. Odağımızsa bize ait.
Dün yazsam başka bir şey olacaktı, bugüne dönüştü.
Dün gece uyuyamadığım, bugün şükre çıktı.
Bugün gelen hatırlatıcı mesaj, bu kadar önemsemen, bu kadar endişelenmen hayata aşka bağlı olmandan kaynaklanıyor dedi.
İçinde bulunduğumuz hikayeyi yazmaya niyetlendim. Oluşturmaya. Rastgele 2018.
Sevgiyle 🎈❤️
Tumblr media
0 notes
Text
Supergirl
Banyonun suyu sonuna kadar açık, tepesinden yoğun ve sürekli akıyor. İsyanla teslim arasında bir yerlerde, yoğun ve sürekli ağlıyor. Kendine verdiği sözü, fayanslara indirdiği yumruklarıyla mühürlüyor.
Güneşli bir gün. Umutlu bir gün. Yeniliklerle, iç kıpırtısıyla, taze sözlerle geldi.
“Bir film geldi, ona gidelim bugün. Fragman çok ilginç, hayal kırıklığına uğratmaz gibi duruyor.”
“Olur, oradan eve dönmem lazım.”
“Dönme, bir şeyler içeriz. Cuma akşamı eve erken dönüldüğü nerde görülmüş?”
“Benim evde görülmüş valla. Uzak biliyorsun, sonrası zor olur.”
“Yok artık, eve dönecek halin yok, kalırsın bende.”
Telefona baktı, sağına soluna, günün güzelliğine.
“Tamam, anlaştık, Gizli'ye filan gidelim o zaman.”
“Tabii canım, nereye gideceğiz başka.”
Film ne kadar iyiydi hakikaten. Yıllarca konuşulur bu. Oscar almaz, ama kült film adayı.
Tumblr media
Hayaller at koşturmaya başladı içinde. Beraber hayat, nasıl olurdu acaba?
Haftabaşı, uzun bir yoldan okula geçtiler beraber. Haftasonu, herkes kendi halinde.
Arkadaşıyla karşılaştı.
“Selam, nasılsın? Naptın haftasonu?”
“Nolsun, bizimkilerle takıldık, zaten nasıl çabuk geçti anlamadım. Baksana yine başladı dersler.”
“Biz de Cumartesi Bora'yla beraberdik. Sen niye gelmedin diye soracaktım ki baktım zaten biriyle takılıyor.”
“Biri?”
“Evet, Buket, bizim İstanbul Erkek'ten. Epey yakınlardı, beraber ayrıldılar mekandan.”
Çat
Hayallerin malzemesi önemli demek ki..
Kantinden bir kaşarlı dürüm aldı, derse doğru yürümeye başladı. Derse girsen aklın almaz, girmesen yok yazılırsın.
Amfi'de bir koltuğa ilişti, aklında fır fır dönenleri def etmeye çalıştı, da olmadı işte.
Fordist üretim sistemi varmış, yürüyen bantlar filan yapılmış, dünya değişmiş. Ağlasam mı yoksa Bora'yı mı paralasam ne yapsam? Düşündü, düşündü, çayını yudumladı. Güne devam etti.
Çimenlerde yayılmış oturanlar, havalı kafeyi seçenlerle kafeteryadaki ahşap sandalyeleri sevenler, liseden tanışan ve tanışmayanlar, gidenler gelenler, itiraflar, küslükler, kaç diyalog geçti kimbilir.
Karşılaştılar.
“Haftasonu Sarp'laymışsınız.”
“ee şey evet.”
“Benim Müjgan'a yetişmem lazım, grup ödevini halledeceğiz. Görüşürüz sonra.”
Tam bir ay boyunca kaçtı, her gün başka bahane, başka plan, belki yalan. Konuşmadan, görüşmeden. Her aradığında reddederek.
Tumblr media
Bora öyle kolay pes etmezdi. Ne söz verir ne kaçardı.
Düşündü de delirecek gibi hissedince açtı müziği, su ısıtıcıda çay demledi, odaya camdan atlayanlarla, gelenle gidenle muhabbete daldı.
Kapıdan geldi bu sefer.
“Seninle konuşmam lazım.”
“Ne konuşacağız?”
“Seni günlerdir görmüyorum ve böyle bir şey mümkün değil.”
Çimenlerde güzel bir müzik çalıyor. Sarmaş dolaş oturdular bütün gün. Sarılarak, öpüşerek, bir sevgi kelebekliği ki görenin gözleri yaşarır.
“Sen nasıl girdin hayatıma? Beraber büyüdük farkında mısın. Sensiz gün düşünemiyorum artık. Çok seviyorum.”
Fonda bir şarkı başladı. “And she said, it's ok, I got lost on the way, but I'm a supergirl, and supergirls don't cry. And she said, it's alright. I got home late last night, but I'm a supergirl, and supergirls just fly.”
Üç saat sürdü ev yolu, yüzünde koca bir gülümseme. Başa çıkamadı duygularının yoğunluğuyla. Bilgisayarın başına oturdu ve yazdı. Yazarken daha da umutlandı. Güzel rüyalar gördü.
“Beni görmemen neden mümkün değil? Hayatında kalmamı ister gibi değilsin.”
“Hayır, tabii ki öyleyim. Neden böyle söylüyorsun?”
“Arkamı döndüğüm anda koşarak birilerine gidiyorsun çünkü. Yoruldum ya yeter, yeter artık.”
“Evet ama, senle sevgili değiliz.”
“Arkadaş mıyız sence?”
“Hayır, biz senle asla arkadaş olamayız.”
“Sen ne istediğini biliyor musun?”
“Sensiz gün geçirmek istemiyorum.”
“Git biraz, git. Git artık.”
“And she said, nothing can go wrong, when you're in love, what can go wrong?” 
Suya karıştı sesi. Bir daha kendime bunu yaptırmayacağım. Bir daha kendime bunu yaptırmayacağım.
İnsanın kendini tamiri bazen yıllar alıyor.
Sevgiyle,
Tumblr media
0 notes
Text
“Yazmasaydım deli olacaktım”
Tumblr media Tumblr media
Ada yolu sessiz, sakin ve incir kokuluydu. Sokaklar kedilere, köpeklere, kargalara, güvercinlere ve kelebeklere emanetti. Hava, güneşte kısa kolluyla gezilebilecek kadar sıcak, yokuş tırmanırken bunalmayacak kadar ferahtı. Yokuşlar hayatında çoktu. Yokuş, eve ya da denize varan bir şeydi. Zorluk değil heyecandı. Yol ıssızlaştı, sesler evler iyice kesildi. Önceki sokakta kendine eşlik eden güleryüzlü köpek yerini beyaz bir kelebeğe bıraktı. İçi ferahladı, tedirginliğini bıraktı. Yol, deniz üzerine serpilmiş kayalıklara vuran, deniz üzerinde ışıl ışıldayan güneşe vardı. Hiçbir yere varmayacak hissi vermeye başlayan sokak, eski bir tabelaya ulaştı. Tahta masalı, pötikare örtülü restoran, birkaç masada oturan misafirleriyle sakindi. Girişte, denize nazır, yazlık mekanlara özgü tepeden sarkıtılmış tahta beyaz deniz yıldızı, nazar boncuğu, mumluk ve kavanozlarla süslenmişti. Denize karşı oturdu, sandalyeye ayaklarını uzattı, bir bira söyledi.
Öğretmen evinin üst kapısından sakin bir bahçeye indi. Kendinden başka iki kişi daha vardı. Biri telefonla konuşuyordu.
“Geliyor musun kızım? Ama seni bekliyorum. Tamam, kalkayım o zaman.”
Bir kahve söyledi. Karşısına annesi oturdu. Sakince beraber var oldular. Kollarını kavuşturmuş memnuniyetle önce ağaçlara, sonra denize baktı. Yanlarına gelen yavru martıyı gördüler. Kızaran yaprakları. Mevsimi geçmeye başlamış begonvilleri. Mütevazı bir yerdi burası. Sakince bir garson siparişleri aldı. Huzurluydu bahçe. İçinden sevgi taşması da insanın göğsüne mi doluyordu. Ya da ılık ılık içinde geziyordu. Güneş yüzüne vurdu. Isındı. Hayatın sunduklarını fark edebildiğine sevindi.
Tumblr media
Mütevazı yerleri severdi. Yüzüne gururlu bir gülümseme yayıldı. Fonda, Yunan taverna müziği başladı. Atina'da gün ortasında, bir anda kolkola girip dans etmeye başlayan insanları hatırladı.
Hayallerini düşündü. Umutlandı. Beklemezken mi umut vardı hayal edince mi. Zihninde bir görüntü belirdi. Heyecanlandı.
Tumblr media
“İyi ki buraya gelmişiz. Bugüne kadar nasıl gelmedik hayret.”
Martı sesi.
Dalga sesi.
"Kimbilir gün batımı ne kadar güzel olur burda.”
Ana şükretmek, anda kalmak, bazen ne kolay oluyordu.
Tumblr media
Emirgan'da deniz kenarında bir kafede oturdular. Kollarını birleştirdi. Ne güzel gülerdi. Gözlerinin arkasında hüzün mü vardı her zaman?
Sarıldı. Sarılmak kollarla olmaz sade, bütün hücrelerle olur. Bedenine yaşam doldu.
İnsan, bir anda, birden fazla yerde olabilir mi?
Ve hissettiklerin de seni hisseder mi?
Bereketle geldi gün. Sevgiyle, sakinlikle.
Sait Faik'in memleketinde, yazmasan delirir misin? Kendine sahip çık.
Sevgiyle 🎈❤️
Tumblr media
1 note · View note
Text
Pazar soruları, sorular Pazar’ı
Tumblr media
Başka bir tınıyla akıyor bazen hayat. Bazene vurulacak kadar sık değil henüz. Bu mümkünü, bu gizi taşıması heyecan verici.
Bazen akıyor hayat. İçinden duygularla, coşkuyla, gürül gürül geçiyor. Minnet duygusunun göğsü kabartan bir hali var. Demek, etkisi gururlu hissetmeye benziyor.
Minnet, kendine iyi geleni yaptıkça geliyor. Mutlulukla arasında mesafe yok.
Ayaklarını yere basmak, yaşadığını hissetmekle oluyor.
Gerçek denen, olumsuzları daha iyi görenlerin, kendini daha akıllı zannetmesine neden olan o görüntü değil.
Ayaklarını yere basanlar, bu sözde gerçeği görenler değil.
Ruhunun dünyada dolaşmakta olduğunu bilenler.
Bağlantı hissettiğinde, tüylerin hiç diken diken olur mu?
Sevinçten, sevgiden gözlerinin dolduğu kaç an yaşadın?
Kendi müziğinle, zihnini serbest bırakabildiğin oluyor mu?
Dilediğin, olsa ne güzel olur dediğin, kucağında belirdiğinde, ne hissettin?
Hayat, akışa izin verince iliklerine doluyor.
Ve meşhur bir tiyatro sanatçısının az görünen bir netlikle ifadesi gibi, hayata güveniyorum, hayata güveniyorum. Ne kadar büyük bir söz. Göğsüme tedirginlik doluyor, korku. Bazen korkuyla, tedirginlikle, güzel bir şeylerin geldiği hissi birbirine ne kadar benziyor. Aşka benziyor, belirsiz, yeni, heyecan verici, ve tedirgin. Ayağını öne mi çekiyor arkaya mı, onu hisset ve yürü.
Yürüyemediğinde kendine kızma, bazı günler insan kendine karşı yüzüyor.
Tumblr media
Bir görüntüyle başladı. Bir gemi. Heybetli. Etkisi artsın diye siyah beyaz fotoğraflanmış. Şefkatli.
Bir fikirle başladı. 'Olsa ne güzel olmaz mıydı?'
Bir telefon, bir buluşma. Bazı muhabbetler nasıl da akıyor. Bazı insanlarla, tanıştığımız günün öncesi var değil mi? Ne ilk görüşmemiz ne son.
Emin olduğunuz oluyor mu? Hiçbir şey söylemesek bile, mutlaka karşılaşacağınızı hissettiğiniz?
Bana bir kere oldu. Bana ait bu his ve sebebini bilmiyorum. Doğru olduğunu biliyorum.
Bir gün bir yemeğe gittim. Bir anda karar verip. Yol boyu içim pırpır. Karşımda duruyordu.
Uykumuz gelmedi. Üzerimize yağmur yağdı. Pencerenin öbür tarafında, şimşekler çaktı.
Müzik
Karşılaşmalar
Rüyalar
Sayısız yıldız
Bir gün bir kafede; o gün nasıl oraya gittim, ne zaman kenardaki masaya oturdum. Ne zaman önümden geçtin.
Hikayenin içinde misin dışardan mı bakıyorsun?
Bu hikaye beni değiştirdi. Belki bir gün, başka türlü yazarım yine.
Yürü hisset oluştur
İyi Pazarlar
Tumblr media
0 notes
Text
Elele
Tumblr media
Apartmanın girişinden başını eğerek çıktı. Günışığına adım atmadan önce, saçının bir tutamını minik bir tokayla tepeden tutturduğu kızının elini sıkı sıkı tuttu. Üzerinde yıllar önce diktirdiği eteği ve çiçek desenli bir bluzu vardı. Yüzünden yaşını anlamak mümkün değildi. Ahbaplarını görünce yüzüne büyük bir gülümseme yayılırdı. Gözlerinde saklı onlarca hikayeyi onların da çoğu bilmezdi.
Fatih'in dar sokaklarında kızın ufak adımlarının temposunda yürümeye başladılar. Ahşap evler, dökülen evler, giriş katlarda parmaklıklar, taş sokaklar gittikçe insan seslerine karıştı. Japon pazarı, kadın pazarı, haftalık pazarı geçtiler. Yolların peşi sıra devam ettiler. Şimdilerde derdi, elindeki parayla evin erzağını almak, borçları kapamak ve eksikleri tamamlamak için yine tanıdık esnafların defterine not düşürmekti.
Esnafla, konu komşuyla selamlaşa selamlaşa yürüdü.
Bir görüntü düştü önüne.
Sokakta oynayan kız göle düştü. Çırpındığı anı tüm hayatına denk gelecek kadar uzun sürdü. Mahalleden bir çocuk bir sopa uzattı. Ona tutunup kendini dışarı attı. Tuttuğu nefesini hızlı hızlı toparlamaya çalıştı. Çamurlu üstüne baktı.
Kıyılarda nefesinden şüphe ettiği anlarla doldu hayatı.
Şükretti, korku kaldı. Korku lazımdı. Her zaman hayata karışmak için olmasa da, hayatta kalmak için.
Kızı elinde bir an tökezledi. Yüreğinin hoplamasıyla hızla onu toparladı.
Yoldan geçerken kızına ufak bir oyuncak aldı. Çocukların sevinmesi yüreğini hafifletirdi.
Tumblr media
Eve dönüp parça başı çalıştığı çocuk kıyafetlerini dikmeyi bitirmesi gerekiyordu.
Amerika'daki, kardeş bildiğine mektup yazmak da istiyordu.
Zaman yollarla beraber akıyordu.
Oysa daha ikinci çocuğunu henüz doğurmamıştı.
İstanbul'da iki semt daha değiştirmemiş,
Kızlarının okullarını, birinin evliliğini, iki torununu görmemişti.
Üçüncüyü göremeyeceğini de bilmiyordu.
Ona ne kadar benzediğini de.
Fatih sokaklarında beraber yürüdüğü kızı büyüdü. Küçük bir tutam saçını tepeden tutturduğu kızının elinden sıkı sıkı tuttu ve yürümeye başladı.
0 notes
Text
İyi ki doğdun
Tumblr media
Bir Temmuz günü doğmuş annem. Kayıtlar böyle söylüyor.
Elimde, çocukluğuna ait tek fotoğraf, ilkokul çağında bile nasıl kararla ve cesaretle hayata baktığını görüyorum.
Annesini tanımadan geçirdiği çocukluğunda,
Fotoğrafta babasının omzunda salınan serbest eli ona duyduğu sevgiyi ve güveni anlatıyor.
Fonda bir müzik olsa acaba ne olurdu?
Elindeki bebek, dedem mi aldı? Yoksa gündüz yalnız kalmasın diye yanına bıraktığı ailelerden biri mi verdi?
O yıllarda Zonguldak, anladığım kadarıyla, orta sınıf, eğitimli ailelerin yaşadığı bir yerdi.
Ülkenin, ayağı yere basan, ekonomik olarak ve gelecek endişesi açısından kendini kurtarmış bir kesimi.
Kimsesiz, ya da annesiz veya babasız çocuklar,
Ve büyük aileler.
Bir aileye ait olup olmadığını nerden anlarsın biliyor musun?
Çerçevelerdeki fotoğraflardan.
Çerçeveye giremeyen aileden sayılmaz.
Ha bazen de, bir ölüm ilanından.
Kendi normallerini yaratır aile.
Kabul edilebilir ve edilemezleri.
Annem yersizdi. Kimsesiz değildi.
Yıllar sonra bir gün, babasını kaybettikten sonra,
Almanya'ya göç eden işçiler kervanına gitmek için başvuru yaptı ve kabul edildi.
Korkutuldu ve son dakikada gitmedi.
Bazı insanlar hayatı geldiği gibi, her şeyiyle yaşayıp içinden geçiyor.
Ben olsam belki de kaçardım.
Bu fotoğraftaki dedem, her şeyini annem için yaptı. Yalnız kalmasın diye evlendi, eşinin yaptığı korkunç bir şey sonrası ayrıldı.
Şehirden taşındı, iş buldu.
Kızını son görmeye Ankara'ya geldiğinde, kaldığı evden tembih olduğu için ancak kapı eşiğinde konuşabildiler.
Ben o evde yas tutulduğunu hiç tahmin etmiyorum.
Annem, onla geçirdiğim son günde, bana en sevdiğinin yokluğuyla nasıl başa çıktığını anlattı.
Çünkü gideceğini hissetti.
Onun anısına filan diyemem, çünkü annem anı olmadı.
Ve iyi ki doğdu.
Hayatındaki herkese bir şey kattı. İçimizde bu kadar iyi olma gücünü onun pes etmemesinden aldık.
Tüm sevdiklerine sevgiyle,
2 notes · View notes
Text
Yanık Saraylar
Tumblr media
Blog yazmaya başladığımda aklımda karşıma çıkan ilham verici şeyleri paylaşmak vardı. Üzerine düşündüğüm bir takım konuları da bunların yanına katık ettim. Geçenlerde, bu çerçeveye uyan bir edebiyat etkinliğe katıldım.
Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin düzenlediği Diyaloglar serisinin etkinliği için hatırı sayılır sayıda bir grup insan, İstanbul'un en tatlı saatlerinden akşamüstünde, Saint Michel lisesinde bir araya geldik. Diyaloglar, Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy’un yazarlar ve kitaplar üzerine sohbet ettikleri bir formatta yapılıyor.
İtiraf edeyim giderken biraz tedirgindim. Zira, bu tarz etkinlikler bence sıkıcı olma potansiyeli taşıyor. İki kişi sazı eline alıp dinleyicinin dikkatini toplamasını epey zorlaştıran bir ortam oluşturabiliyor. Dikkatimizin parçalana parçalana kuş kadar kaldığı çağımızda birbuçuk saat boyunca ilgiyle takip edebildiğim bir etkinliğe rast gelmiş olmaktaki heyecanımı bu nedenle daha iyi anlarsın sabırsız okur. Çıkışta gülümseyerek ayrılmamı da.
Etkinliğin konusu, Sevim Burak ve Yanık Saraylar kitabıydı. Kendisi bir yıl öncesine kadar bilmediğim bir yazardı. (Bazı yazarları, bazı kitapları nasıl olup da kaçırdığıma şaşırıyorum.) İsmini doktora tezimin en cafcaflı döneminde kendime ayırdığım tek zaman olan yazı atölyesinde öğrendim. Bir yazımı paylaşırken, Haydar hocam (Ergülen) Yanık Saraylar’ı okumamı tavsiye etti. Şizofren bir dili olması müsebbibiyle yazı şeklimiz benziyormuş.  
Bu iyi bir şey mi kötü mü hala emin değilim sevgili okur. Yazımdaki karakter, kendi içinde çelişkileri olan, düşünen ve düşündüklerini analiz eden, üzerine yorum yapan biriydi. Muhtemelen hocamın söz ettiği benzerlik de buradan kaynaklanıyordu.
Bunun da ötesinde, karşılaşmalara inanıyorum. Bu zamanda tanışmamızın elbet bir sebebi vardır.
Tumblr media
Zira, hayatta yolumu sorguladığım zamanlarda, beni heyecanlandıran şeylere kulak kesilmeye ve onlara meyletmeye gayret ediyorum. İçinde çoğu zaman korkuyla karışık bir tedirginlik oluyor, ama hayatı ilginç yapan şeyler de buralardan çıkıyor.
Kitabı alıp biriken kitap listemin içine bir süre önce ekledim. Etkinlik vesilesiyle de okuma sırasında öne geçti. (Niye ertelediğim konusunu başka bir yazıda konuşalım, kendime göre sebeplerim var tabii anlayışlı okur)
Yanık Saraylar, Sedef Kakmalı Ev isimli bir öyküyle açılıyor. Öyküyü bitirdiğimdeki ilk hissim şuydu: hiçbir şey anlamadım.
Bu nedenle de etkinliğin başında Ayfer Tunç’un kitabı tam olarak anlamanın çok mümkün olmadığını söylemesiyle içim ferahlamadı dersem yalan olur. Buna neden olarak da, kitabın şiire benzer bir metin olarak yazılmış olması ve okurken hislerin, zihnimize bizim yorumladığımız anlamda geçmesini gösterdi.
Kitabı sen de benim gibi geç keşfettiysen, eline aldığında ilk olarak sayfalarını bir karıştır sevgili okur. Şiir gibi sözünden kastı böylece hemen göreceksin.
Tumblr media
Yine de Murat Gülsoy konuştukça anlamam gerekenden de az anladığımı fark ettim, olsun, azmettim, bazı hikayeleri tekrar okudum. Kafam netleşti. Yazarın hayatını öğrendikçe, yazımını döneme yerleştirdikçe daha da anlamlandı. Mektupları, Sait Faik ödülü üzerine tartışmalardaki tepkisi, arka planda dönenler gibi pek çok ayrıntıyla bir sürü ilginç şey öğrendim, kafam açıldı.  
Etkinlikte, edebiyatta otorite gerekir mi, özgürlük mü değerlilik mi gibi konular da konuşuldu. Eğer o günkü otoriteler şu an olsa, ben herhalde yazamazdım. O zaman başka bir dünyanın insanı olurduk elbet zaman mevhumu karışmış okur. Bu aralar pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da epey kararsızım.
Yeni dünyanın, ‘değerli unsurların’ popüler kültüre yenik düşmesi konusuna bakınca, ben de edebiyatın ve tiyatronun asla ölmeyeceğine inananlardanım. Bugün ebook olur, yarın DnR’ın çok satanlarına karışmış köpük kitaplar olur, robotlar işlerimizi elimizden alır filan ama kendini ifade ve insanı anlama ihtiyacı asla tükenmez. Umudumun net olduğu konulardan biri bu.
Yazarı, hayatını, Kafka etkisini, dönemi düşününce her şey daha bir yerine oturdu. Bence, yazar, bazen suçlu, bazen küs, bazen kırık dökük. Binbir yüzü var, değişiyor dönüşüyor, ama yabancı değil. Anlaşılmadığı yerlerde bile samimi. Anlaşıldığı yerlerde vurucu. Sanırım ilginç olan, bunu müthiş bir sadelikle yapması. Harfler inişli çıkışlı, dizeler sağlı sollu, düşünceler parçalı. Ne kadar insani değil mi?
Beni düşündüren şu, bu çok parçalılığa kurguyu nasıl yedirmeyi başardı? Anladığım kadarıyla metinler hem yazım sırasında oluştu, hem de öncesinde epey bir çalışma var.
Dağınık ama özenli; karışık, ama her şey yerine oturuyor.
Sevim Burak’tan etkileme sebebime tam parmağımı koyamıyorum sevgili okur. İçimde bir şeyleri hareketlendirdi, suları bulandırdı, bilinçaltımı karıştırdı, tüylerimi diken diken etti.
Sen de bir bak bence edebiyat sever okur. Sevgiyle. 🎈
Tumblr media
3 notes · View notes
Text
bahar ikilemi
Ne yazacağımı bilmemek belki de ne hissettiğimi bilmememden mi kaynaklanıyor? Yine de içimde sürekli dürten bir yazma isteği var. Bahar gelirken içim sıkışıyor, bahar gelirken içim kıpır kıpır da oluyor. Bu garip ikilem, birkaç yıldır hayatımda.
Tumblr media
Vapurdan denize bakıp yunusları gördüğüm, şanslı hissettiğim günün haftasına olanlar, ne çok şeyi kaçırdı içimde.
Hava sıcaktı. Günlerim endişeyle geçiyordu. Radyoda bir şarkı çalıyordu. Hatırlattıklarını uzaktan yaşamam gerekeceği hissiyle üzülüyordum. Hoyratça yüzüme çarpan, uzaklaşan, belirsizliğiyle canımı yakan günlerin içinde debeleniyordum. En iyisini yapmak için araştırıyor, çaresizliğimle barışamıyordum. Kuşlar evimin karşısında, uçakların rotasında, yuvarlaklar çiziyor, ödümü koparıyordu. Hatırlamayacak yaşta canından ayrılan, bana başa çıkma yöntemini anlatıyordu. Ben, bu yaşımda başa çıkamayacağıma emindim. Barış Manço'nun nostaljik programını izlerken gülüyor, her dakikayı paylaşmaya çabalıyordum. Belki korkudan hasta oldum, belki bir kez daha, şefkate sığınmak istedim. O yemekleri, tek tek ayıklanmış çilekleri boğazımdan yudum yudum takılarak geçirdim.
Şimdi ne deniz aynı, ne bahar, ne çilek.
Ayrılamamak meğer o garip dramaların sahteliğinde ve korkaklığında gerçekleşmezmiş. Keskin bir acıyla son sürat sarılsan da gelirmiş. Meğer, yoğurtlu ıspanak tabağın yüz üstü halıya çakılsa, süt şişelerin kırılıp etrafa saçılsa, kolunu vursan, ne bileyim yolda biri sana sataşsa, umrunda olmayabilirmiş. Meğer, umrunda olmaması gerçekmiş. Meğer, bütün deyimler tecrübeden çıkmış. Hiç de mecazi, hiç de ağdalı, hiç de abartılı dramatik değilmiş. İnsanın içi kan da ağlar, kalbi de ağrır, boşluğa da düşer, dünyadan da koparmış. Ağlasan nefesin kesilecek, bağırırsan ruhun ağzından kaçacak gibi gelebilirmiş. Her an duygu seline kapılmak mümkün, yüreği yufkalaşmak gerçekmiş.
Tumblr media
Son nefesi gördükten sonra, ne aynı olabilir ki? Önemliler, önemsizler nasıl bir anda yer değiştirebilir. Sözler daha kırıcı, ayrılmak daha kolay olabilir. Öncelikler değişir, gelincikler daha kırmızı olur, kaldırımdan çiçek fışkırdığını görünce aradığın mucize karşına çıkabilir.
Bir gün hayatın renkleri tekrar yerlerini bulur, çimenler yeşerir, suya şükredilir, kollar iki yana açılıp rüzgara karşı yürünür, sevinçten havaya bile zıplanır.
Değişen bakış açısı, artık sana eşlik eder.
Yasla, uzun süreli ilişkimiz. Ara ara uğrar, hatır sorar, olmadık yerde ağlatır insanı. Hayatın kıymetini bilmekle de, artık, uzun süreli ilişkimiz.
Aynaya bakıyorum bazen, yüzümden duygular, insanlar ve neler neler geçiyor.
Güzel anıları anmaya her zaman gücün olmuyor, bazen de en iyisi duygunda kalıp, içinden geçmesine izin vermek.
Sevgiyle 🎈💙
Tumblr media
2 notes · View notes
Text
Hep dolunay yüzünden
Perşembe günü evde kütüphanemi toplamaya giriştim, ondan beri epey saatimi kitaplarım, defterlerim ve anılarım arasında geçirdim. Yalnız benim değil, annemin, ablamın, babamın anıları da var. ilkokul arkadaşlarımın, ortaokul lise arkadaşlarımın notları, anketler, günlükler, fotoğraflar, çizimler, kartlar, mektuplar, dergiler; epey iyi arşivlemişim. Bir kısmını sahiplerine ileteceğim. Bir kısmı kendini bir kağıt toplayıcısının tekerlekli çuval arabasında bulacak. Hatıralarımın hiçbirini atmaya kıyamadım. Bazı uçak biletleri dışında. Konser, sinema, tiyatro biletlerini, fotoğrafları ve negatiflerini filan hep saklamışım. Bazısını görünce gözlerim doldu, bazısıysa bir yabancının anısına dönüşmüş. Özlediklerimse asla geçmişe karışmadı.
Tumblr media
Bir zamanlar yazdığım yazılardansa maalesef yalnızca birkaçı kalmış. Aralarında hocanın İstanbul üzerine istediği yazımı buldum. Üzerinden epey zaman geçen bu yazıda esasında hayatımı anlatmışım. Aşağıda paylaşıyorum.
Geçmişe niye takıldın derseniz, kendi hikayeni yazmak ve oluşturmak konusuna takıklığım devam ediyor.* Öyle ki, ilkokuldan beri yazdıklarımı okudukça, parçalarım birbirine farklı uyumlanıyor, yeni parçalar ekleniyor, bakış açımı oynattıkça bir şeyler değişiyor. Ya da bütün sorumlu dolunay da olabilir, o konuda çok net değilim.
Tumblr media
Mike Dooley’nin başlattığı Infinite Possibilities Project isimli çalışmanın bir adımı da hikayelerimiz üzerine. Diyor ki “Bazen kendimize ve başkalarına anlattığımız hikayelere öyle kapılırız ki çok geçmeden bunlar bizim gerçekliğimizi oluşturur. Gerçekliğimizi değiştirmek için, anlattığımız ve inandığımız hikayeleri değiştirmemiz yeterlidir.” Brene Brown’a göre de “Hikayelerimizi reddedersek bizi tanımlarlar. Hikayelerimize sahip çıkarsak, yeni ve cesur bir son yazabiliriz.“ Ne dersin sevgili okur?
Tumblr media
İşte hayatım ve hatıralarım içinde saklı yazım:
Bir Zamanlar Bir Şehirde
Eski Rum evinin penceresinden kendini gösterdi güneş. Uzun zamandır beklendiğini biliyordu. Küçük kız iştahla gerindi. Ayağının üzerinde bir ağırlık hissetti. Homurdanan bembeyaz Van kedisini gördü sonra. Kedi, dışardan bakıldığında güzelliğini kötüye kullanır gibi görünüyor olabilirdi. Oysa buna gerek duymayacak kadar kendine güvenliydi. Güneşten daha parlak bir ışık süzüldü sonra içeri. Sabah öpücüğüyle şımarttı küçük kızı.
Trenin sesi duyuldu uzaktan. Kız her zaman gördüğü siyahlara bir kez daha şaşırdı. Çinili bir istasyona indiler. Birkaç fotoğraf, çay ve “Nerde o eski günler...”den sonra vapura binildi. Denizin ortasına hapsedilmiş prensesin öyküsünü düşündü kız. Biraz simit koparıp attı martılara. İz bırakmadı.
İstiklal Caddesi’ne gelindi sonra. Mini etekli yaşlı kadınlar geçti. Ermeni satıcıdan yeni gelen kumaşlar hakkında bilgi alındı. Burç’a uğranılıp bir pasta yendi ardından.
Yıllar geçti. Kız şehri kattı içine. Piknikler, lunaparklar, çay bahçeleri, kuzenlerle didişmeler geçti. Bir dürbünle etrafını gözleyen kız, yıllarca, sonsuz yalnızlığı hissetti her adımda. Harbiye’de otobüs beklerken, şehre baktı; şehir de ona. Hiç konuşmadı. Şehir anladı onu bir tek.
Yıllar geçti. Hiç görülmemiş sıcaklar bastırdı; karlar yağdı. Hiç görülmemiş karmaşalar yaşandı. Şehir durmadı, her şeyi yansıttı etrafa. Her şeyi: neşeyi, sarhoşluğu, aşkı, nefreti, korkuyu, kötülüğü gösterdi. Bulutlar kapandı ara ara. Her şey biriktirildi zamanda. Mükemmelliğe ulaştı. 
Bir müzik sesi duyuldu. Bir taverna müziği. Merdivenlerden bir kız indi. Ağlayamadı. Dönüp bakamadı. Oltaya bir balık takıldı. Denize geri bırakıldı sonra. Yosunların üzerinde düştü kız, kulağında dalgaların sesi. Zar zor doğruldu. Bir sürü öğrenci sesi kapladı etrafı. Uzun yürüyüşler yapıldı Fenerbahçe Parkı’na. Gece yarısından sonra bir balkonda bir konuşma yapıldı.
Kimselere yaraşmayan bir sevda dolanıyordu ortalıkta. Sakinlikte parıldayan birileri vardı. Çokları farkında değildi. Geçirgen şehir büyüdükçe büyüdü.
Boz mavi bir gün vardı dışarda. Bir tren sesi duyuldu. Annesi elinden tuttu küçük kızın. Her şey ne kadar büyüktü. Gittiler bozkır hayatların olduğu mekanlara. Annesi onu tren iskelesindeki minik köprüden geçirdi. Kız suçlu suçlu etrafına bakındı. Ona gülümseyen insanlardan başka bir şey yoktu.
Martıları gördü, beyaz, kararlı martıları. Simidinden bir parça fırlattı havaya. İz bırakmadı.
Tumblr media
*Not: Daha önce En İyi Oyuncu Ödülü Bize Gelsin mi Sevgili Okur? yazımda hatıralar, hikayeler, geçmişe tekrar bakıp algımızı büyütmek konularına girmiştim. ( https://citylifeinspirations.tumblr.com/post/140453822759/en-iyi-oyuncu-oscar%C4%B1-bize-gelsin-mi-sevgili-okur )
1 note · View note
Text
Rastgele nezaketler
Tumblr media
Bu bloğu açma fikri oluşurken ilham benim için en önemli konulardan biriydi. Bugün beni duygulandıran bir an üzerine kısa bir yazı yazmak istedim.
Kolum kırıldığından beri sokağa az çıkıyorum. İki hafta kadar önce, ilk kez toplu taşımaya bindiğim gün insanlar görsün ve dikkat etsinler diye kolluğumu takmıştım. Fark ettim ki aslında kimse kimseyi görmüyor. Önce üstüne oturuyor, sonra görürse pardon diyor. Bu aslında üzücü bir durum.
Sokağa çıkmamın sebeplerinden biri elbette hayata karışmak. İnsanları görmek, dinlemek, sosyalleşmek. Bana hep ilginç gelir çoğu insanın bazen tanıştığımız anda hayatıyla ilgili önemli ve özel şeyleri paylaşması. Sanıyorum bunun cevaplarından biri artık net. İnsanlara bakıyorum ve dinliyorum. Böylece onlarla anlık da olsa bir bağ kurmak mümkün oluyor. (Böylece hem de insanlara güvenimin sınırlarını esnetiyorum.) Müthiş hikayeler anlatıyorlar bazen.
Tumblr media
Hikayeler anlatılan bir evde büyüdüm. Ailemin iç içe geçmiş, birbirinden ilginç hikayeleri vardı. Herkesin hayatından bir roman çıkar sözüne inanıyorum. Bizle paylaştı ailemiz, ondan bazı duyguları, bazı yaşantıları, onların hafızasıyla deneyimledik. Bazı hikayeleri, gözümle görmüş kadar bana dokundu. 
Annem üç yaşındayken Trabzon’un yüksek bir köyünden sırtına şiltesini bağlayan dedemle yan yana ayrılmış. Döne döne, su kenarından şehre inişlerinde ben vardım sanki, o kadar hafızamda yer etmiş bu hikaye. Sokakta, akşam olup herkes evine çağrıldığında hissettikleri, sanki bana bir şekilde aktarıldı, belki DNA’yla, belki hikaye yoluyla. Bilmiyorum. 
Bir çocuğu sevindirmek muhtemelen yaşantılarından çıkardıkları nedeniyle, annemin her zaman aklında tuttuğu, özen gösterdiği bir şeydi. 
Sokakta yürürken, gülümsüyorsanız bazen enerjiniz birine yansıyor. Ağlayan birini görüp bakıyorsanız belki kendini yalnız hissetmeyecek. Herkesin ortasında kalmış bir çocuğun yanında durursanız bazen sizden yardım istiyor. 
Nerden geldiği belli olmayan güzelliklerimiz olsa birbirimize. Tanımadığı birinden bir yardım, bir selam, bir bilet, bir hediye alsa biri, hayata olan inancı artmaz mı? Umutlanmaz mı? En azından böyle bir ihtimal var. Bu rastgele nezaketler her zaman karşımızdakine olmasa da bize iyi gelir. Geliyor. Bence.
Tumblr media
Yazıyı yazmadan önce aklıma Çavdar Tarlasında Çocuklar geldi. Seneler önce okuduğumda çok sevmiştim, şimdi bir kaç kare dışında nerdeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. Kitapta sıkça ‘phony’ kelimesi geçer. Sahtekar, ikiyüzlü, samimiyetsiz anlamlarına gelir. İşte ben o yaşlardan beri böyle olmaktan çekinirim. Bu yazı belki birine ufak bir ilham verir diye yazıldı. İkilemlerimize rağmen, adım atabilelim diye.
Sevgiyle.
Tumblr media
2 notes · View notes
Text
Engin Cezzar’a minnetle
Tumblr media
Cumartesi günü, Engin Cezzar’ı kaybettik. Engin Bey, tiyatromuzun duayenlerinden, oyunlarını izlememiş olanların bile bir şekilde aşina olduğu bir isim. Bir iki kelam etmek istedim üzerine. 
Zannediyorum en çok Keşanlı Ali rolüyle hatırlanıyor. Oyunun tiyatroda sahnelenişi 1964 olmasına karşın, TRT için dizileştirilmesi ve yayınlanması 1980lerin sonlarına denk geliyor. İşlemediği bir cinayetle hapse atılan Keşanlı Ali’yi, suçlu olduğuna inananlar öyle bir yüceltiyor, el üstünde tutuyor ki, o da iyice bu bakışı benimsiyor. Hapisten çıktıktan sonra nişanlısı Zilha’ya (Gülriz Sururi) açıldığı sahneyi şuradan izleyebilirsiniz:
http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/67551/kesanli-ali-destani-ali-kotu-bir-acmazda-1988
Videodaki sahnede müthiş bir repliği var: “Bu dünyada namuslu, hakkaniyetli oldun mu, alaya alınıyorsun. Zorba katil oldun mu, itibar görüyorsun.”
Tumblr media
Son anı kitabında, Gülriz Hanım’ın şöyle bir sözü var, ilk okuduğumda da beni çok etkilemişti, hala boğazıma bir yumru düşürüyor.
“Engin’in de benim de kalp hastası olmamız ayrıldığımız döneme rastlıyor. Bence kesinlikle bu bir tesadüf değil; önce benim kalbim kırıldı, ayrıldık. Kalp ağrısı, kalp yarası, kalp hastalığı derken boşanınca Engin’in kalbi kırıldı.”
Tumblr media
Gülriz Hanım’ın anı kitaplarını, kendisiyle röportaj yapma önerisi büyük bir şansla bana düştükten sonra okudum. Okudukça kendisine aşina oldum, küç��klükten beri bildiğim bir ikon, çok boyutlandı, diğer kitaplarını da merak ettim. Bunlardan söyleşimizde zaten söz etmiştim.
( http://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/bugunden-genc-hicbir-gununuz-olmayacak-i-10217 )
Başka hayat hikayelerini okumak insana pek çok deneyime tanıklık etme imkanı sağlıyor. Saygı, hayranlık, sevgi, pek çok duyguyu harekete geçiriyor. Hayatını sorgulatıyor. Olmazlarını, sınırlarını zorluyor, hayata inancını artırıyor. En azından bu anı kitapları böyle bir etki yapıyor. Gücün kaskatı durmak olmadığını, hayatı tam haliyle tecrübe ederken, net, ama bir o kadar da şefkatli olmanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Bence bu hayat hikayesi en çok da aşkla yaşamanın nasıl bir şey olduğuna şahitlik ediyor. Çok sevmenin, canı yanmanın, elele yürümenin, hayatın renklerine sahip çıkmanın ne olduğuna ayna tutuyor.
Tumblr media
Söyleşiye gitmeden önce bu fotoğraflara uzun uzun baktım, muhteşem değil mi? Burada çok iyi kalitede çıkmıyor, daha iyi görüntü ve hikayeleri için kitapları edinmek güzel oluyor. Öyle ki, ülkenin, pek çok entelektüelin, tiyatronun tarihi üzerine pek çok anıya şahitlik etme şansı sağlıyor. Yaşar Kemal, Abdi İpekçi, Adile Naşit, Muhsin Ertuğrul, kimler kimler, saymakla bitmez. Küçük bir örnek için aşağıdaki fotoğraftaki isimlere dikkatle bakın. 
Tumblr media
Aralık başında yaptığımız söyleşi, üç saatten fazla sürdü. Bu vesileyle, Engin Bey’le tanışma şansım oldu. İki kere salona geldi, ikincisinde el sıkıştık, röportajın nerede çıkacağını sordu, güleryüzle ilgilendi. Konuşamayan bir insanla iletişim ancak bu kadar güzel olabilirdi. Aklımda hep muazzam gülüşüyle kalacak. Ahmet Mümtaz Taylan gülüşünü öyle güzel tarif etmiş ki aktarıyorum: “Engin Cezzar tüm zamanların en edalı aktörlerinden biriydi. Ne kadar büyük ve güzel gülümserdi.” 
Güzel insanlara sevgi ve hürmetle. Bizi böyle güzel aydınlattığınız için müteşekkiriz. Hakkınızı helal edin.
Tumblr media
0 notes