#halin izahı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Dikkat! Şirk Aramızda
Allah(c.c)'ın var oluşu, bilinmesi aklen zorunlu ve apaçık bir gerçektir. Dejenere olmamış bir insanın, fıtratı gereği yaratanını tanımaması mümkün değildir. Bu nedenle Allah(c.c)'ın zatını veya O'nun sıfatlarından bazılarını inkar eden insan, inkarının yol açtığı manevi boşluğu bir şekilde doldurmak zorundadır. İşte bu noktada şirk kavramı karşımıza çıkmaktadır.
Şirk; herhangi bir varlığın Allah(c.c)’ın zatında, sıfatında, mülkünde, otoritesinde ve fiillerinde payı olduğuna inanmak ya da İslam’ın ibadet olarak kabul ettiği bir eylemi, Allah(c.c)’tan başkasına yapmaktır. Şirk en önemli iman sorunudur; zira özünde Allah(c.c)'a noksanlık izafe etmek vardır. Bu nedenle de Kur'an'da tevbe edilmediği takdirde affedilmeyeceği bildirilmiştir (bkz. Nisa/48, 116).
Şirk koşanlar müşrik olarak isimlendirilir. Şirk kafirliğin nedeni olduğundan her müşrik kafir, her kafir de aynı zamanda müşriktir. Şirkin şekli ve düzeyi kafirliğin türünü belirler. Örneğin ateistlik mutlak, yani tam şirktir. Çünkü bunların Allah(c.c)'a izafe ettikleri noksanlık, yaratıcı olmadığını sanarak O'nu tamamen yok saymalarıdır. Kendi heva ve heveslerini O’na eş koşarlar (bkz. Casiye/23-24). Deistlikteki şirk ise ateistliğe göre kısmidir. Şöyle ki; Allah(c.c)’ı ilah olarak kabul etmekle beraber, O’nu rab olarak tanımadıklarından hükmüne boyun eğmezler.
Geleneksel anlamda müşrik deyince akla gelen ilk şey, Allah(c.c)'a inanmayıp heykelin karşısında yere kapanan insanlar gelir. Oysa bu müşrik tanımı bir halk efsanesidir; çünkü mekkeli müşrikler Allah(c.c)'ın varlığına ve yaratıcı olduğuna inanıyorlardı (bkz. Yunus/31; Müminun/84-89; Ankebut/61, 63; Lokman/25; Zümer/38; Zuhruf/9, 87). İçlerinde ahirete inananların, hatta namaz kılanların dahi olduğu söylenmektedir. Öyle ki; mealen “Vay haline o namaz kılanların…” şeklindeki kınama ifadesiyle başlayan Maun Suresinin iniş sebebinin de Mekkeli müşrikler olduğu ileri sürülmüştür (bkz. Maun/1-7).
Öncelikle bilinmeli ki; Mekkeli müşriklerin inançları sadece onlara özgü değil, kıyamete kadar dünyanın her yerinde görülebilecek türden sapkınlıklardır. Nitekim sinsi şeytan, her topluma içinde bulundukları çağın şartlarına uyarlayarak şirki sevdirmeye devam etmektedir. Onun tuzağına düşenler kendilerini doğru yolda sandıkları için, kıyamet gününde "vallahi biz müşriklerden değildik" (bkz. Enam/23) diyerek şaşkınlıklarını dile getireceklerdir. Allah(c.c) muhafaza etsin; ne kötü bir akıbet!
Çağımız dünyası, adeta bir putlar galerisine dönüşmüş durumdadır. Adı konulmamış bu putlara karşı mücadele vermek, oldukça zor ve karmaşık bir hale gelmiştir. Çünkü bunlara olan tutkunun, onları nasıl putlaştırdığının izahı zorlaşmıştır. Bugünün putları küçük, ama etki alanları oldukça büyüktür. Para, ırkçılık, akıl, bilim, teknoloji, siyaset, lider, devlet, ideoloji, mezhep, tarikat, cemaat, moda, sanat ve sporu günümüz putlarına örnek olarak sayabiliriz.
Kur'an'da insanlar için, "Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar." (Yusuf/106) buyrulmaktadır. Bu ayet, şirke düşmeme noktasında son derece dikkatli olmamız gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Bunun için, öncelikle şirkin ne olduğunun iyice bilinmesi gerekir. Zira şirkin ne olduğunu bilip kavramadan ondan sakınmak kolay değildir. Bu nedenle müşriklerin özelliklerini anlatan ayetleri iyice öğrenip, kendini şirkten korumak her müslümanın asli görevi olmalıdır. Aksi takdirde kişi, ucundan bucağından bulaşarak farkında olmadan şirk koşar hale gelebilir.
Şirki şu başlıklar altında özetlemek mümkündür;
TAPMAKTA ŞİRK
Şirkin en açık ve net olan şeklidir. Allah(c.c)'tan başka canlı veya cansız varlıklara (güneş, ay, yıldızlar, ateş, yarı veya tam ilah zannedilen insan ve hayvanlar gibi) tapınmak ve onlara ibadet etmektir. Bu şirkin bir de Allah(c.c)’la beraber başka ilahlara tapılması şeklinde olanı vardır. Hıristiyanlıkta sonradan uydurulan teslis inancını, buna örnek gösterebiliriz (bkz. Tevbe/30; Maide/72).
KULLUKTA ŞİRK
"Rab" kelimesi bir bakıma yaratılanların talim ve terbiye ile sevk ve idaresini temsil eder. Bir kulu rab edinmek için illaki ona: “Bu benim rabbimdir.” demek gerekmez. Bu yetkileri bir kula layık görüp o kulun izin de giderseniz, o sizin rabbiniz olmuş olur. Tevbe Suresinin 31 nci ayetinde mealen,
"Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilah yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir."
buyrulmuştur. Bu ayetin tefsiri niteliğindeki bir hadis şöyledir:
"...Adiy b. Hatim(r.a), Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi'nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resulullah(s.a.v)’ın huzuruna girdi. Resulullah(s.a.v) Tevbe Suresinin 31 nci ayetini okuyordu. Adiy b. Hatim(r.a), Peygamber(s.a.v)’e: 'Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!' dedi. Reslullah(s.a.v): 'Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.' buyurdu." (Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim, 10057-10058)
Neyin helal ve haram, neyin emir ve yasak olduğunu belirleyen tek merci Allah(c.c)’tır. Kendine veya sıfatı her ne olursa olsun başka birine bu yetkiyi veren, Allah(c.c)’ın dışında başka bir rab edinmiş olur (bkz. Ali İmran/64; Zümer/3; Nahl/73; Furkan/41;Casiye/23).
HAMD VE ŞÜKÜRDE ŞİRK
Şirkin bu türünde toplumlarda iyi ve güzel şeylere vesile olan (örneğin yönetici, lider, komutan, patron ve ağa gibi) bazı seçkin insanlar, başarılarından dolayı kutsallaştırılarak putlaştırılır. Bu onlara nimetlerin yaratılmasında payları varmışcasına minnet duyma, onları gerçek değerlerinin üstüne çıkartma, kusurlarında bile bir üstünlük veya bir hikmet arama şeklinde tezahür eder.
Bu şekilde tabulaştırılan insanların tenkit edilmesine rıza gösterilmez. Nimetlerden mahrum bırakılma endişesiyle, bunlardan Allah(c.c)’tan korkar gibi korkulur; Allah(c.c)’tan daha çok onlara hamd ve şükür edilir (Fatiha/2; Enam/1; Lokman/12; Kasas/70; Ankebut/17, 25, 53; Zümer/38; Araf/194, 197; Yusuf/40; Ali İmran/175; Nisa/131; Teğabun/1).
İBADETTE ŞİRK
Kur'an'da çeşitli ayetlerde sırf Allah(c.c) rızası için değil de, sadece gösteriş olsun diye ibadet edenler kınanmıştır (bkz. Bakara/264; Nisa/38; Enfal/47; Nisa/142; Maun/6). Peygamber Efendimiz(s.a.v) "Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum" demiş, "Sizden sonra da hala şirk olacak mı?" sorusuna, "Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar" cevabını vermiştir (Müsned, IV, 124).
Ayrıca dine sonradan sokulan şeyler (bidat), iyi bilinen ölmüş kişilerin aracı edinilmesi ve onlardan şefaat umulması, birtakım dileklerin gerçekleşeceği umularak yapılan türbe ve mezar ziyaretleri de şirk niteliğindedir (bkz. Enam/56; Kehf/110; Şuara/213; Kasas/88; Mümin/66; Cin/18; Zümer/43-44; Araf/37; Yunus/18, 106; Ahkaf/5-6; Nahl/20-21; Zuhruf/86).
EGEMENLİKTE ŞİRK
Yerlerin ve göklerin egemenliği, mutlak hükümran olan Allah(c.c)’a aittir (bkz. Araf/54; Kehf/26; Ali İmran/189; Maide/44; Taha/114). İlahi değil de beşeri kanunlara dayalı düzen kurmak, bir nevi yeni bir din oluşturmaktır (bkz. Şura/21). Zira din fert ve toplumla birlikte devleti de içine alan hayat biçimi demektir. Bunu Hz.Yusuf(a.s)’ın kıssasında kralın uyguladığı kanunların, onun dini olarak ifade edilmesinden anlamaktayız (bkz. Yusuf/76).
Kur’an’la bağdaşmayan kanunlara rıza gösterip riayet eden kişi, Allah(c.c)’a değil o kanunları yapanlara ibadet etmiş olur. Hem Allah(c.c)’ın kitabına iman ettiğini söyleyen, hem de başka hükümleri benimseyen insanlar Kur’an’da kitap yüklü eşeğe benzetilmiştir (bkz. Cuma/5). Eşek kitapla yüklüdür ama içinde yazanları bilmez, bilse bile ona uyup gereğini yapmaz; sadece taşır.
SEVGİDE ŞİRK
Herhangi bir varlığı Allah(c.c)’ı sever gibi sevmek, affedilmez günahlardan olan şirkin kısımlarındandır. Kişi daima beğendiği, hoşlandığı, sevdiği ve değer verdiği şeyleri yaratanın Allah(c.c) olduğunun bilincinde olmalıdır. Kişi ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah(c.c)'a adamalıdır.
Bilindigi üzere Hz.ibrahim(a.s) evladını çok sevmeye başlayınca imtihan edilmiş, onu öldürmesi istenmiştir. Kendisi zor bir karar olsa da Allah(c.c)'ın emrini uygulamak için hazırlanmış, lakin son anda testi geçtiği kendisine haber verilmiştir (bkz. Saffat/100-110). İbrahim kıssasından alacağımız ders evlat, eş mal ve mülk gibi dünyevi şeyleri çok sevip; onlara Allah(c.c)'tan daha çok bağlanmamaktır. Zira bu da şirkin başka bir şeklidir (Bakara/165; Araf/189-190; Tevbe/24).
En doğrusunu Allah(c.c) bilir.
OKU
#İslam#şirk nedir#tapmak nedir#ibadet nedir#ortak koşmak nedir#müşrik kime denir#Kur'an#egemenlik#hamd#şükür#sevmek#övmek#hayran olmak#totem#put#heykel#fanatik#ilahe#ırkçılık#mezhep#tarikat#cemaat#siyaset#lider#sanat#moda#spor#para#kula kulluk etmek#teslim olmak
2 notes
·
View notes
Text
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin ruhuna lokma döktüler
https://pazaryerigundem.com/haber/176877/turkiye-yuzyili-maarif-modelinin-ruhuna-lokma-doktuler/
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin ruhuna lokma döktüler
Marmaris’te “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline Halk Protestosu” eylemi sonrasında; “İzahı olmayan uygulamanın mizahi olur” denilerek, Milli Eğitim Bakanlığı yeni eğitim modelini daha uygulanmaya başlanmadan, ruhuna lokma dağıttılar.
Ata SEVGİ / AjansCANKA
MUĞLA (İGFA) – Eğitim – Sen Sendikası Marmaris temsilciliği öncülüğünde Marmaris Atatürk Meydanında bir araya gelen sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcileri; Milli Eğitim Bakanlığının önümüzdeki eğitim yılından başlayarak uygulamayı düşündüğü, “Atatürk ve Laiklik karşıtı” olduğu iddia edilen, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni protesto etmek için, çok sayıda vatandaşla birlikte, protesto eylemi gerçekleştirdi.
Platform adına açıklama yapan Eğitim – Sen Sendikası üyesi öğretmen Çiğdem Çetin getirilmek istenen eğitim sisteminin Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmek amaçlı olduğuna dikkat çektiği konuşmasında; “Yirmi iki yıllık iktidarın sistemli çabalarıyla zaten can çekişmekte olan eğitim sistemimiz, yeni müfredat modeli nedeniyle tamamen ölmüştür.
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ismiyle açıklanan, tarihi yeni ama içeriği yüz yıl öncesinin dahi gerisinde olan bu müfredat taslağını, bizler eğitim emekçileri ve kamuoyu olarak reddediyoruz. Çünkü bu bir müfredat modeli değildir, bu olsa olsa cumhuriyetin bütün aydınlanmacı unsurlarını yok etme atağıdır. Geometri kitabı yazan Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ülkenin müfredatının, sadeleşme adı altında bilimsel eğitimden uzaklaşması kabul edilemez. Uluslararası düzeyde konumumuzu belirlemek amacıyla katıldığımız Pisa sonuçlarına göre mevcut iktidarın yirmi iki yılda yapboz tahtasına döndürdüğü eğitim sistemi nedeniyle, öğrencilerimiz zaten anadilinde sorulan soruları bile anlayamaz hale gelmişti, iktidara bu dahi yeterince düşük gelmemiş olacak ki, sistem içerisinde işleyen birkaç sacayağını da sadeleşme adı altında yok etmek istemektedir.
Soruyoruz, iktidarın asıl sorumluluğu, öğrencinin üstün yararını gözetmek ve uluslararası sınavlarda da ayyuka çıkmış olan eğitim sisteminin gerçek sorunlarını çözmek değil midir? Ülkeyi yönetenlerin ve Milli Eğitim Bakanlığının bu müfredat taslağını hazırlarken, eğitimin bileşenleri olan akademisyenler, eğitim uzmanları, eğitim sendikaları ve eğitim fakülteleri ile yan yana gelmesini bekleriz, değil mi? Ama maalesef öyle olmadı, bir oldubittiye getirerek, eğitim bileşenlerinin tamamına danışmaksızın, taslak model Bakan Yusuf Tekin tarafından apar topar imzalandı. Değişim gerekçeleri, ihtiyaç analizleri, eğitim programı hazırlama teknikleri gibi adımların hiçbiri uygulanmadı. Daha da önemlisi pilot uygulamaya gerek duyulmadan müfredatın hemen önümüzdeki eğitim öğretim yılı içinde uygulanmaya başlanacağı açıklandı. Dikkatinizi çekmek istiyoruz, yangından mal kaçırırcasına çok hızlı işletilen bu sürecin nedeni nedir, nelerdir? Bu sürecin bu kadar hızlı işletilmesinin sebeplerini bizler çok iyi biliyoruz. Öğretmen yerine imamı, okul yerine camiyi tercih eden iktidar, gerici ÇEDES projesini büyütüp bütün bir eğitim sistemi haline getirerek, kendi siyasi programına ve siyasal – ideolojik görüşüne uygun nesiller yetiştirmek istemektedir.
Hem usul hem de içerik yönünden alarm veren bu müfredat, her bir detayı ile bilime ve bilimsel gerçeklere savaş açmaktadır. Bilim ve fen derslerini batılı eğitim olarak gören yeni müfredatın ideologlarının, matematik ve geometriyi birleştirerek tek bir derse düşürmesinden, integral gibi temel matematik konusunu müfredat dışına atmasından biliyoruz bunu. Yeni müfredat bilimsel -nitelikli – Laik eğitimi ve laik yaşamı hedef almıştır. Cumhuriyetin aydınlanmacı değerlerini ortadan kaldırma çabasındadır. Cinsiyetçi olup, toplumsal cinsiyet eşitliğine yer vermemektedir. Toplumsal, kültürel çeşitliği yok saymaktadır. Eğitimi piyasaya açarak, kamusal eğitimi tamamen ortadan kaldırmaktadır. Öğrencileri belirsizliğe, umutsuzluğa ve geleceksizliğe sürüklemektedir. Eğitimi bir bütün olarak dincileştirmekte ve bütün okulları imam hatipleştirmektedir. Birleştirici, bütünleştirici ortak yurttaş bilinci yerine, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcıdır.
Tüm bu nedenlerle bakanı ve iktidarı uyarıyoruz ve “Bu müfredatı derhal geri çekin!” çağrısında bulunuyoruz.” dedi. Açıklama sonrası alanda bulunan vatandaşlara, ölü doğduğu söylenilen müfredat ruhuna, lokma ikram edildi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Deliliğe Yöneliş ! #41
Çok güzel anılar biriktirmiştik. Aslında onunla her anım benim için bir anı gibiydi.
Köylerine giderdik, yolculuklar ederdik, birbirimize şarkılar armağan eder, hediyeler alırdık...
Artık hayat bundan önce yaşadığım her zorluğun üstünde olmaya başladı.
Onu hep haklı görmek zorundaydım. Ama şimdi bunu yapamıyordum.
Yapmam gereken her şeyi, hiç bir sonuç almayacağımı bile bile yapmış bir insanı, en zor zamanında bırakmasının izahı yoktu.
Bu durumu ona söyledik��e, vicdan azabı çektiğini söylüyordu. Dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı bu.
Antidepresan ilaçlarına yine başladım. Onu düşünmediğim bir an olmuyordu. Neden böyle yaptığını düşünmekten artık başıma ağrılar giriyor, her gece küçücük odada onun aramasını bekliyordum.
Ona olan özlemimi anlatabilmek için her aradığımda hakaretler işitiyordum.
Karşısında bir düşman varmışçasına...
Tüm dediklerini sineye çekiyor, yine adım atıyordum... Yine hakaretler işitiyordum...
Beni heryerden engelliyor ve bu durum karşısında çıldırdığımı biliyordu. Ona başka yerlerden ulaşmak istediğim zaman da daha çok kızıyor, daha çok hakaret ediyordu.
Onu günlerce bekledim. Bir kere beni aramıştı. Ben de kızıp açmamıştım. Sonra kardeşi bana o gün, 'Ablam seni aradığında açmadın, o da bir daha da aramam dedi' demişti.
Çok üzülmüştüm.
Artık narsist bir insanın karşısında çaresiz ve haline acınması istenen bir insan olmuştum.
Bunları bilip onunla hala konuşmaya çalışmak, çaresizliğimin en net fotoğrafıydı.
Günlerce bekledim. Kardeşinin zorla gelişleri ve benimle sadece durumu idare etmek için konuşması yüreğimi acıtıyordu.
Ona sayfalarca mesajlar yazıyordum.
Sonra metinler yazmaya başladım. Ona duygularımı ifade etmenin yollarını aradım.
Daha önce okuduğu ve onun için yazılan o yazılar, artık onun için bir dalga malzemesi haline gelmiş, bu kadar uzun yazılara gerek yok gibi cümleler kullanmaya başlamıştı.
Halbu ki o yazılardan çok daha etkisiz olanları okuduğu geceler beni arayıp ağlayan kadın, artık sırf derdimi anlatabilmek için yazdığım o yazılarla dalga geçiyordu.
Kendini benden soğutmak istediğini biliyordum.
Onunla artık konuşmak istemiyor, kabullenişlerimi yaşamaya başlamalıydım diye düşünüyordum.
Bir gece onu 111 kere aradım. 111...
Bir insanın bir insanı 111 kere aramasının ne demek olduğunu asla anlayamayacaksınız.
Verdiği cevap, 'Sen hastamısın beni 111 kere arıyorsun' oldu...
Evet hastayım, ve beni o hasta etmişti...
0 notes
Text
“Hep sana doğru geliyormuş gibi, gelip varacakmış gibi, varıp diyecekmiş gibi yapar. Fakat gelmez. Gelip varmaz, varıp demez. Sadece "gibi" yapar.”
...
İlhami Algör · İkircikli Biricik
10 notes
·
View notes
Text
belki bu halin fizyolojik, psikolojik filan izahı vardır. belki de buna sebep bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere, bu dört duvardır...
22 notes
·
View notes
Text
Ben, dibinde anımsanmayanım.
Kiremitlerin tozunu attım yeryüzüne.
Solgun bacaklı ve elleri yassı bir ucubeyim.
Ağladım gecelerin sevişen ışıklarında.
İsimlerim kayboldu sonra..
Bahtımı bulmak için silindim bir eşeğin sırtında.
Belki de düştüm rüyamın sonsuz boşluğunda
Sanırım yere çakıldım.
Bu halin başka izahı olamaz..
4 notes
·
View notes
Text
Sevgiliye
Sevgiliye,
Serzenişte bulunamazsın sev diye.
Susamış halin izahı yok kağıtta,
Anlamsız devrik cümlem gibi,
Resmedemem kalbimin titreşimini,
Ey sevgili göğsümde senle atacak.
Sevmek yoğrulmamış zamanın çeyreği.
Yudum yudum aldığım kar suyu gibi,
Soğuk, ıssız, yalnız, adam sahici,
numu
4 notes
·
View notes
Text
Paralel evrene gidip dönen mi var?
Okuyanlar hemen anımsayacaklar: Bediüzzaman Hazretleri Lemeat isimli eserinde 'zihindeki meratip' diye birşeyden bahseder. Peki nedir zihindeki meratip? Efendim, izahı uzundur, kısaltmak da zordur. Fakat şöyle bir yerden belki bir parça kolaylanır: Zihindeki meratip birşeyin/fikrin insanda kesin inanış haline gelmesi sürecini açıklar. Yani denilebilir ki: Kanaatler dünyamızda önce 'hayal' olarak varolurlar. Sonra o hayaller kalıba bürünüp 'tasavvur'lara dönüşürler. Sonra o tasavvurlar da bir parça ukalalaşıp 'taakkul' evresine taşınırlar. Sonra o taakkullar da kablarına sığmayarak 'tasdik' mertebesine erişirler. Sonra o tasdikler yolculuklarına devam ederlerse bir taraftarlık edinip iz'an'a kavuşurlar. İz'anın ardından 'iltizam' devresi gelir. İltizamlar da inanışlarımızın ellerini tutup 'itikada' götürürler. Bu süreçle dünyamız şekillenir. Sağlıklı işlemesiyle sağlıklı şekillenir. Yoksa kimi arızalar oluşur. (Aynı eserde oluşabilecek arızalara dair izahlar da vardır.) Neyse. Uzatmayacağım. Hemence mürşidimin bir başka metninde 'peygamber mucizeleri' ile 'medeniyet harikaları' arasında kurduğu ilgiye koşacağım. Evet. Bence bu ilgi de bir parça Lemeat'taki mezkûr bahse dokanır. Nasıl? Belki biraz şöyle: Ancak nebilerle gelen mucizeler sayesinde insanlık böylesi hayaller kurmayı öğrenebilmiştir. Herbir peygamberin beraberinde getirdiği delil, bize bir bilimdalında ulaşılacak zirvenin fotoğrafını çeker, yani birnevi beşerin aklına karpuz kabuğu düşürür. Bu sayede varmayı arzuladığımız düşlerimiz olur. 'Olabilirler'imiz olur. Bu düşler/olabilir de zamanla müteşebbis âkillerin mesaileriyle gelişerek günyüzüne çıkarlar. Yani mucizelerimiz bizim tahayyül öğretmenlerimizdir. Fakat bugünlerde hayallerimizin başka öğretmenleri de var. Mesela: Marvel. Evet. Marvel'ın bilimkurgu sosu dökülmüş harikalar diyarı yeni bir zihin dünyasını şekillendiriyor bugünlerde. Sözgelimi: Oralarda uçmak Süleyman aleyhisselama ikram edilmiyor. Donunu taytının içine giymeyi bile yeni akıl eden bir soytarı başarıyor semada dolaşmayı. Hem de kimin yardımıyla? Güneşin. Yani tabiatın. Yani sebeplerin. Biraz da uzaylılığın yardımı oluyor tabii. Ancak, kudsî metinlerden farklı olarak, Allah'ın hiçbir faydası dokunmuyor. Çünkü Marvel'ın kahramanları Allah'ı bilmiyor. Herşey doğanın güçleriyle(!) hallediliyor. Bu da yeni nesil bir mistizm aslında. Yeni nesil bir kutsal metin. Materyalizmin kıssaları. Sahi, Kur'an kıssalarına pek gücenik dolaşan ahirzaman zıpçıktıları, Marvel'ın sürekli güncellenen ahidleri hakkında ne düşünüyorlar acaba? Umursamıyorlar mı? Öyledir. Hatta bir de eğleniyorlardır. Neden eğlenmesinler? Kendi inanışlarının tahayyülü inşa edilirken eğlenmelerine kim engel olabilir? Varsın şimdiye kadar hiçbir insan örümcek sokmakla duvarlara tırmanmamış olsun. Bir kere hayali görülmeye başlanmıştır ya. Artık bu çocuklara/gençlere canlılığın bir tesadüf sonucu meydana geldiği kolaylıkla kabul ettirilebilir. Tesadüfle neler neler olmuştur şimdiye kadar filmlerde. Azıcık gama ışını Bruce Banner abimize neler yaptırmıştır. Hulk olup da pantolonunu yırtmadan nelere saldırmıştır. Gerçekte yok mu? Yahu çocuklar filmlerle gerçeği birbirinden nasıl ayırsın? Marvel'ın İncil'i de çizgiroman çizgiroman yazılsın. Animasyon animasyon yapılsın. Film film aktarılsın. Tesadüfün yükü ağırdır. Şimdi bir de paralel evren mevzuu çıktı. Her yeni versiyonunda karakterler geçmişlerini yalanlamaya başlayınca oraya götürdük işi. "Herbir karakter farklı bir evrenin süperkahramanı. O nedenle örümcek adamlar birbirlerini tutmuyor. Başka başka kurgularla karşımıza çıkıyorlar." Bu da yaptığının sorumluluğunu almamakta yeni bir bahane oldu. Nerede birazcık sıkıştırsa mantık tutarsızlıkları, hop, yaşasın paralel evrenin kurtarıcılığı. Zaten var ya bu zıttırıpırtpırt mevzu da 'irade'nin yükünden kurtulmak için ortaya atıldı. İnan olsun öyle. Varlıkta öyle bir 'özellikle seçilmişlik' var ki, bu seçilmişliği bir irade sahibine, yani Allah'a, götürmeden halledebilmenin yolu 'bütün ihtimallerin varolduğuna' sapmakla mümkün olabilirdi. Herşey varsa seçim yoktur. Onlar da Allah dememek için buraya saptılar. Bir paralel evrenler masalı uydurdular. Oh, ne âlâ, ne kolay. Hani ahiretten bahsedince bize diyorlar: Gidip de dönen mi var? İşte şimdi intikam almanın zamanı geldi. Şimdi onların gidip dönmüşlerini sormaya başlayalım. Mikro evrim mevzu da aynı şey. Vallahi aynı şey. Yani aynı kazmalığın türevi. Nasıl varlıktaki 'özellikle seçilmişlik' durumundan "Bütün ihtimaller var zaten!" sanrısıyla kaçmaya çalışıyorlar, aynen öyle de, türler arasındaki mesafeyi aşmak için de mikro evrim yalanına tutunuyorlar. Öyle ya, maymundan insana atlamak şıp diye olacak iş değil, arada doldurulacak çok uçurum var. Ne yapmalı peki? 'Mış gibi' yapmalı. Ne 'mış' gibi? Sanki, o boşluklar milyonlarca yıl boyunca farklı farklı canlı türleriyle dolmuş da dolmuş, sonra hiçbirisi kalmamış gibi. Uçurum hayalmiş gibi. Yahut sonradan açılmış gibi. "Aradaki türler tükenince bu uçurumları görür olduk biz. Yoksa hiç öyle uçurumlar olur mu akıllım?" Peki ne kadar canlı lazım bu araya? "Belki yüzbinlerce tür." Nerede onlar? "Şey, kem-küm, buluyoruz işte canım. Bulmasak da mecburuz bulacağımıza inanmaya. Bulamasak da varolduklarını savunmaya. Çünkü Allah dememeyi kafamıza koyduk biz. Dikeyden açıklamaları 'bilimsel değiller deyu' boşladık. Yataydan bir izah yapacağız. Yatayda ne kolaysa onunla yoracağız. Cehennemse bile sonuna kadar gideceğiz. Kastımız gökte hilali görmek. Beyaz bir kirpik takavvüs etmiş ne ehemmiyeti var. Bize gösterdi ya görmek istediğimizi. Bitti-gitti. Fazlasına gerek yok. Fazlası inanmayana lazım. Biz evrimin inançlı mü'minleriyiz. Marvel kıssaları da ibretlerle doludur. Eskiden minarelerden çığrılırdı: Tanrı uludur. Tanrı uludur. Şimdi işler değişti. Ulular tanrıdır. İnsanlık Marvel'ın kuludur.
4 notes
·
View notes
Note
selamün aleyküm. rızk için hakikaten ne yapmak gerekir. ne gibi meseleler rızka mani olur. bir de bildiğiniz dualar varmıdır bununla ilgili.
Ve Aleykümselam. Çalışmak lazım, sebeplere sarılmak lazım, dua etmek lazım. Ama öncelikle rızık ile ilgili itikadımızı düzeltelim veya sağlamlaştıralım sonra hadis şeriflerde rızık için buyrulan sebepleri yazalım.
Rezzak Rabbimiz, herkesin rızkını farklı yaratmıştır. Bunda pek çok hikmetler vardır. Kimine az verir kimine de bol ihsan eder. Bu, İlahi bir prensip ve akılla izahı kolay olmayan bir taksimdir. Kullar teslim olmalı ve kadere rıza göstermelidir. Bu hususla ilgili bir Ayet-i Kerime de Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Eğer Allah bütün kullarına(müsavat üzere) bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse(rızkı o kadar) indirir. Şüphe yok ki O, kulların(ın her halin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir.” (Şura.27)
Mal artar Rızık Artmaz. Malın rızkın değildir, rızık midene inendir.
Bir Allah dostuna: Efendim rızık değişir mi? diye soruldu. Arif:-Hayır rızık mukadderdir değişmez diye cevap verdi Tekrar çalışmakla artmaz mı diye soruldu. Arif:-Artar fakat o artan rızkı değil maldır diye cevap verdi.
Hak Teala, bütün canlıların rızıklarını ezelde tayin ve taksim etmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın” (Hud 11/6).
Allah Teala, Rezzak ismiyle bütün canlıları kuşatmış ve hepsinin rızkını sonsuz hazinesinden ihsan etmiştir. Rızkın taksimatı tamamen Allah’a aittir. Nitekim,
“Rabb’inin rahmeti (olan rızkı) onlar mı taksim ediyorlar? Onların bu dünya hayatındaki rızıklarını aralarında biz taksim ettik.” (Zuhruf 43/32) buyrulmaktadır.
Fakat Allah Teala, rızıkları farklı sebeplerle ihsan eder. Bazıları dilenme zilletine girerek rızkını alır, bazıları da terleme izzetine bürünerek rızkına kavuşur. Bazılarına çalışıp gayret gösterdikleri halde az rızık verilir, kimisine de çok ihsan edilir, bazılarına hiç gayret sarf etmeden verilir. Zira “Rızkı dilediğine daraltan ve dilediğine genişleten” (Bakara 2/245) Allah Teala’dır.
Nitekim öyle kurnaz, kuvvetli ve tuttuğunu koparan kimseler vardır ki sürekli fakir düşer; fakat derdini anlatmaktan aciz, zayıf ve basit görülen öyle kimseler de vardır ki servetleri sürekli artıp durur. Eğer gücün bir yararı olsaydı, kuvvetli kimseler her konuda zayıfları geçerlerdi. Ama yaratan ve rızık veren yalnız Allah Teala olduğuna göre, O, kullarını istediği şekilde rızıklandırır.
Bu iş akıl karı değilidir:
Zamanın birinde bir kral, dönemin bilginlerinden birini yanına çağırarak ona, “Şu alemde akıllı ve zeki kimselerin çoğunu fakir ve yoksul, aklı küt olanların çoğunu da varlıklı görüyorum. Bunun sebebi nedir? diye sordu. Bilge, krala şu cevabı verdi: Allah Teala bu durumu, kendi varlığına bir delil yapmıştır. Eğer her akıllı ve zeki insan varlıklı, her aklı kıt zayıf da yoksul olsaydı, insanlar şöyle düşünebilirlerdi. Akıllı kendi rızkını buluyor, akılsız ise yoksul kalıyor. İnsanlar, bunun aksi olduğunu gördüklerinde, rızkın akla bağlı olmadığını, onu verenin yalnız yüce Allah olduğunu anlamaktadırlar.
İbn Abbas’ın (radıyallahu anh) şöyle dediği bildirilmiştir:
“Allahu Teala rızıkları yarattığı zaman, bu rızıkları yeryüzünde değişik yerlerine dağıtması için rüzgarlara emir buyurdu; onlar da emri yerine getirdiler.
İnsanlardan kiminin rızkı yüz değişik yere, kiminin rızkı on bin yere, kimininki bin yere, kimininki yüz yere, kimininki bundan daha az veya daha fazla yere dağıtılmıştır. Kiminin rızkı da evinin kapısına bırakılmıştır; girip çıktıkça onu bulur. Her kul, kendisi için yazılmış olan rızkın peşinden koşar ve bu koşma kendisi için taksim edilen rızık bitinceye kadar devam eder. Rızkı bitince ölüm meleği gelir ve ruhunu alır.” (Ebu Talib el-Mekki, Kutü’l-Kulüb, 2/197.)
Rızıkları farkı kılan Allah’tır:
Hak Teala, her canlının rızkını ayrı ayrı ve farklı farklı ihsan etmiştir. Ancak bu farklılık, cemiyet nizamının mükemmel bir surette tesis ve düzeni içindir. Nitekim Yüce Allah;”Onların(insanların) dünya hayatındaki maişetlerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için de kiminin(maişetini) derecelerle ötekine üstün(fazla) kıldık”(Zuhruf 43/32) buyurmuştur.
Yani kimi zengin kimi fakir; kimi işci kimi işveren; kimi amir kimi memur olur. İnsanların iş bakımından rızık yollarının farklı olması, birbirleriyle daha yakın ilişki ve alaka içerisinde bulunmaları içindir. Şayet hayat nizamı, insanların aciz idraklerine, birbirine uymayan istek ve yeteneklerine ve her an değişen düşüncelerine kalsaydı, kainatta isyandan başka bir şey görülmezdi. Nitekim Allah Teala, “Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol verir, dilediğinden kısar. Şüphesiz bunda şuurlu müminler için ibret vardır”(Zümer 39/52) buyurmaktadır. Kuran-ı Kerim’de, gerek dünya gerekse ahiret nimetleri bakımından Allah’ın lütfunun sınırsızlığı ifade edilmektedir.(İsra 17/21)
Şu halde servet, mevki, sağlık ve yaşayış güzelliği bakımından insanlar arasındaki farklar ilahi takdirin bir gereğidir. Bu da bu dünya da mutlak eşitliğin imkansızlığını ortaya koymaktadır. Farklı farklı istidat ve kabiliyetlerde yaratılmış bulunan insanların eşit imkanlara sahip olmaları, eşyanın tabiatına uygun düşmemektedir. Ayrıca servet ve refah yönünden herkesin eşit olması, ideal manada dahi, insanlara bir fayda sağlamayacaktır. Her şeyden önce insanlar eşit beceri ve kabiliyetlere sahip olmadıkları gibi, eşit derecede mala mülke sahip olmaları da mümkün değildir. Aynı şekilde, farklı farklı iş ve mesleklerde çalışan kimselerin eşit imkanlara sahip olmaları da beklenemez.
Hz Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) Halid el-Esedi’nin oğulları Habbe ve Seva’a yapmış olduğu şu nasihati, aynı zamanda bizim içindir;
“Başlarınız hareket ettiği müddetçe (yaşadığınız sürece) rızıktan ümidinizi kesmeyin; çünkü insanoğlunu, annesi, üzerine bir elbise olmadan kızıl bir deri ile doğurur, daha sonra Allah rızkını verir” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/469; Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, nr.3479.)
Zira Allah Teala önce rızıkları, sonra da canlıları yaratmıştır. Rızık, insanın anne karnında teşekkülü ile başlar ve ecele kadar devam eder. Ecel, bir manada dünyaya ait rızkın bitim noktasıdır. Hz Peygamber buna işaret ederek şöyle buyurmuştur;
“Ey insanlar! Allah’tan korkun ve rızkınızı güzel yollardan talep edin. Zira insanın rızkı gecikse bile, kendisine ait olan rızkı tamamlamadan ölmez. Öyleyse Allah’tan korkun ve rızkınızı güzel yollardan talep edin; helal yoldan alın, haram olanı bırakın!” (Hakim, el-Müstedrek, 4/325; Beyhaki, Şuabü’l-İman, nr.10505)
-Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (k.s) şöyle buyurur:
Ey oğul! Allah'ın rızasına ulaşmaya çalış. O senden razı olmuşsa bil ki seni sevmiştir. Rızık ve geçim endişesini kalbinden çıkar. Zira sen gönül huzuru içinde çalıştığın müddetçe sıkıntısız olarak rızkın Allah'tan gelecektir. Kalbindeki düşünceleri, tasalan, endişeleri at. Bir tek tasan olsun: O da Allah'a layık bir kul olup olmama endişesi. Bu mertebeye ulaşabildiğin an diğer bütün tasalarına Allah kâfidir.
-Mahmud Esad Coşan Hocaefendi şöyle buyurur:
“Rızık yazılıdır. İki yolun ucu da oraya, aynı rızığa çıkar. Haram yoldan giden haramla kazanır helalden giden helalle…"
Çalışmak
Dünya, sebepler dünyasıdır. Bütün işler sebepler altında tecelli eder. İlahi adet böyledir. Zira O, her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Fakat bazen sebebe yapışıldığı halde iş hasıl olmayabilir veya sebepsiz de hasıl olabilir. Ancak yüce Allah sebeplere tevessül etmemizi emretmiştir. Şunu da belirtelim ki rızık, maaşa, mala, çalışmaya bağlı değildir. Fakat Allah emrettiği için çalışmak lazımdır. Çünkü rızık mukadderdir, ezelde takdir edilmiştir. Rızkımızın bizlere ulaşması için aradaki sebepler birer perdedir. Allah Teala her canlıya takdir ettiği rızkı sebepler eliyle göndermektedir. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler birer sebeptir. Evet, Allah Teala rızka kefildir, ama çalışmayı da O emretmiştir. İslam, insanın önüne rızık kapılarını çalışmak anahtarıyla açmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel (rahmetullahi aleyh) hazretlerine,
“Sabahtan akşama kadar camide veya evinde oturup ibadet eden, sonra da, “Allah Teala Rezzak’tır, nasıl olsa rızkımı verir, çalışmama gerek yoktur” diyen bir kimse hakkında ne dersiniz?” diye soruldu. İmam,
“Bu kimse cahildir. İslamiyet’ten haberi yoktur. Acaba bu adam, Hz Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem), ‘Allah Teala benim rızkımı süngümün ucuna koymuştur’ (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/50, 92; Beyhaki, Şuabü’l-İman, nr.1199; Müsnedü’ş-Şamiyyin, nr.216.) hadisi şerifini duymamış mı? Allah, en sevdiği resülünün rızkını bile bir sebebe bağlarken, diğer insanlara sebepsiz, gayret ve çalışma olmaksızın rızık vermesi düşünülemez” diye cevap verdi.
….
Her işin sebeplerine yapışmak gerekir. Sebeplerden birincisi, dua etmektir. Dua kabul olursa, hiç beklenmedik bir yerden rızka kavuşulabilir. Bir hadisi şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ mümin kuluna, ummadığı yerden rızkını verir.) [Deylemî]
İyi bir işe sahip olmak ve helâl rızka kavuşmak için dua etmeli. Bir hadis-i şerif meali:
(Cebrail aleyhisselam her geldiğinde, “Allah’ım, bana helâl rızık ve iyi bir iş nasip et” diye dua etmemi söylerdi.) [Hâkim]
Rızık isteyen aşağıdaki hadis-i şeriflerde bildirilen sebeplere de yapışmalıdır:
(Rızkınızın bollaşması için sadaka verin!) [Deylemî, Beyhekî]
(Sıla-i rahim edenin rızkı bollaşır.) [Buhari]
(Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar!) [İbni Mace]
(Cömerdin evine rızık, devenin göğsüne vurulan bıçaktan daha tez gelir.) [İbni Mace]
(Birbirinize yemek ikram edin ki, rızıklarınızda genişlik olsun.) [İ.Adiy]
(İstiğfara devam eden, ummadığı yerden rızıklanır.) [İ. Mace]
(Namaz kılmak, rızkın bereketine sebep olur.) [Miftah-ül-Cennet]
(Hanımıyla [iyi geçinip] şakalaşanın, rızkı artar.) [İ. Lâl]
Bazı şeyler fakirliğe yol açar, rızkın güçlükle gelmesine sebep olur. Mesela tırnağı uzun olanın rızkı meşakkatle, sıkıntıyla hâsıl olur. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Günah işlemek, rızıktan mahrum kalmaya sebep olur.) [İbni Mace]
(Yalan söylemek rızkı azaltır.) [İsfehani]
(Zina, fakirliğe yol açar.) [Beyheki]
Erken kalkanın nasibi gür olur derler. Sabit ücretli de olsa, bir kimse erken kalksa, nasibi gür olur. Ücretin kendisi değil, bereketi artar. Bereket, az bir şeyden çok faydalanmaktır. Az bir yemek çok kişiye yetmişse, bereketli olmuş demektir. Çok kazandığı halde, maaşını yetiremeyen, bereketsizliği sebebiyle borçlanır. Sabah erken kalkmak, hayra, berekete sebep olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sabah uykusu rızka manidir.) [Beyheki]
(Hak teâlâ rızıkları, fecir ile güneşin doğacağı vakitler arasında verir.) [Beyheki]
(Ya Rabbi, işine erken gidenin çalışmasını bereketli kıl!) [Tirmizi]
(Sabah namazını kıldıktan sonra uyumayın, rızkınızı aramaya çalışın!) [Taberani]
(Rızık için çalışmaya erken gidenin işi bereketli olur ve başarı kazanır.) [Bezzar]
Maddî rızıkların dağılması sabah namazından sonra olur. Manevî rızıkların dağılması ise ikindi namazından sonradır. Bu iki vakitte uyumamaya dikkat etmelidir! (El-Envâr)
Rızkı başka maksatla değil, Allah rızası için aramalı. İki hadis-i şerif meali:
(Çocuklar, rızık temin için çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Yaşlı ana babasının bakımı için çıkarsa, Allah yolundadır. Kendini haramdan korumak için çıkarsa, Allah yolundadır. Eğer gösteriş ve başkalarına karşı övünmek için çalışmaya çıkarsa, şeytan yolundadır.) [Taberani]
(Öyle bir zaman gelecek ki, Kur’an okuyan nice kimseler, ibadet etmeye çalışırlar, bid’atle de iştigal ederler. Bilmedikleri için müşrik olurlar. Okumalarına ve ilimlerine karşılık rızık alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar, kör Deccal’ın avenesidir.) [Deylemi]
11 notes
·
View notes
Text
Neden mi Yazacağım.
Siz beğenseniz yada beğenmeseniz bile burası benim içbenliğim.
Kaderin bana yazmadığından daha fazlasını buralara yazacağım.
Herkes kalbimin ekmeğini yesin, herkes dile getiremediklerini ezberlesin.
Emin olun bu blogu okuyunca burada bir siz bulacaksınız. Acılarımız aynı.
Kendinize iyi bakın.
Aylaklığın Savunucusu Aylak Bir Adamdan Aylak Düşünceler Bir insan kendini neden beğenmez aklım almıyor.
Allah'ın bize lutfettiği ve emanet olarak taşıdığımız vücudu beğenmeyen insanlar var. Ya abi açtırmayın ağzımı kapatamazsınız. Allah sana verebileceğin en güzel değeri verip bu sınava girme şansı vermiş. Sana emanet bir beden vermiş. Sen kimsin de bu bedeni beğenmiyorsun. Emanet lan o günü gelince vereceksin bunu. Seni beğenmiyorlar diye mi? Kimse bakmıyor diye mi? Seni sevmiyolar diyemi beğenmiyorsun. Kilon mu fazla? Çokmu zayıfsın? Bırak şu dış görünüşünü, bırak şu dış görünüşle sevenleri. Kendini beğenmeyen insanda özgüvende gitmiştir. Tekrar özgüvenini toparlayamazsın. Bitersin. Gel kendine yaşamanın tadına bak. Güzeli de çirkini de aklını kullandığı sürece mutludur unutma.
Boşanmalar Normal
Size göre eş yada sevgili nasıl? Ne tarafından sevilmek istiyorsunuz? Nasıl bir sevgi ile gelinmesini istiyorsunuz? Nasıl bir sevili hayal edip istiyorsunuz?
Siz bunları zaten kafanızda kurmuşken ben size ülkede boşanma sayısının %37 olduğunu hatırlatayım. Yani her 10 kişiden 4 kişi olarak düşünün. Bunu da ortalama yaparsak her aileden 1 yada 2 kişi ve bu her geçen gün normal olarak artıyor.
Yıllardır kendim yaşamak yerine insanları çözmeye çalıştım. Ne sever, ne üzer, kim kimleri sever. neden boşanırlar, boşanmamak için ne yaparlar. Merak etmeyin bunu size yazarken bende bunlardan biriyim.
Boşanmalarda
1. Ana madde Yanlış sevgi
Neyi seveceğinizden emin değilsiniz. Daha doğrusu insanlık haricinde herşeyi seviyorsunuz. bunu genellemeli konuşmam lazım. Çoğu arkadaşım ve çoğu arkadaşınız ilk başta görünüşe bakıyor. <Boy,Pos,Kilo,Tip>. bakın bu insanlar ömrü hayatı boyunca mutlu olamayacaklar içindeler. İnsanları görünüşüyle tanıyamazsınız.
2. Madde Popülerite
Burada da insanlar ismi duyulmuşları sevme çabasındalar. Okuldan örnek verelim. Okulda adı duyulmuş yok başkanlık yapmış yok arabasıyla söz konusu olmuş kişileri seviyorlar. Yine içini sevmiyorlar.
3. Madde Para
Arabası vayy be ne araba ama, telefonu vayy bee ne telefon ama evii offf mutfağa bak kocamann. Salakmısınız amınakoyum siz. Sizi sevecek olan arabanınn tamponu mu? Telefon mu? Mutfakta ki ankastre mi?
Abi kaçıncı yüzyılın insanlarıyız. Daha neyi seveceğinizi bilmiyorsunuz. Bakın Aylinden örnek vereyim. Kilolu Kısa boylu ve güzellikle alakası yoktu ama yüreği vardı.
Abi sözde yüreği ve kalbi olan birini sevsenize. İlk baştaki gösterişe inanmayıp hayatınızı mahfetmeseniz. Güzellik gelip geçici bir kavram. Bir erkeğe 3 ay içinde protein tozu ile kasları basabilirsiniz ama bir insanın 3 yıl 33 yılda bile kalbini temizleyemezsiniz. O yüzden siktir edin tipi falan yüreği olanı sevin. Bakın bu zamanda çok zor bulunur, bulduğunuz anda da bırakmayın sevin. Hayatın kendinize zehir etmeyin. Şu araba düşkünü, para düşkünü, popülerite meraklısı insanlardan olmayın. Sizin yüreğiniz güzel kalsın. Güzel yüreği olanı sevin.
Çevremdeki evlenen insanların çoğu hatta %70 i mutsuz. Bir evde iki yabancı yaşıyorlar. Örnek vereyim bizim sokağın popüleri ilker ve gözde evlendi. Para var ondan yana sorun yok ama evliliğin daha 7nci ayında paranın bir boka yaramadığını anlayıp boşandılar. Boşanmada erkek ve kadın ayrımı yoktur. O olayı yaşadıysan oda dul sende. Evli olup devam edenlerde sırf çocuk için evde iki yabancıyı oynuyorlar. Bu çok acı biliyor musunuz. Erkek kendine sevgili yapmış Kız yüzünün gülmesi için sosyal medyadan birileriyle konuşuyor. İğrençliğe bakarmısın.
Sizde bırakın artık bu düşünceleri yüreği veren Allah parayıda verir huzuruda . Siz güzel seveni sevin, emin olun bana mutlu bir yaşantınız ve gül kokan bir eviniz olur.
Siz bu hayatta Allah’ın yarattığını beğenmemezlik, verdiği hayattan memnuniyetsizlik duyarsanız Allah bunu görür ve kulum benimle baş başa bir kalsın diye çevrenizdeki herkesi sizden alır.
Güzel yüreği Sevmeniz Temennisiyle.
Tanıdığınız kadar değil, Anlatamadığımız kadar tanıyorsunuz.
Birileri seni bi yerlerde yanlış anlamış, yanlış duymuş, yanlış inanmış, yanlış hissetmiş.
Biliyorsun ama senin de doğrusunu anlatmaya halin yok.
Öyle anlayası varmış, anlamış, doğrusuna gerek duymamış.
Tamam, öyle olsun çizgisindesin, farkındasın ama değmeyeceğini bildiğin için bi adım ötesine gerek duymamışsın.
Kendini anlatamamak, anlatsanda anlaşılamamak çok acı.
Masum Ayaklı Dönekler
Masumu oynamaya bayılıyorsunuz amk. Hata yapan siz değilsiniz, kıran siz değilsiniz, döken siz değilsiniz.
Ne olursa olsun hep karşı taraf sorun demi amk, zaten sorunun siz olduğunu anlatmaya başlayınca hep bir bahaneler ve bomboş sebepler salak salak tripler.
Size birşey söyleyim. Durum böyle olunca gereksiz girdiğiniz triplere götümle gülüyorum.
Umudunu Kaybetme
Hayaller vardır ve bunlardan bazıları öylesine güzeldir ki her ne kadar imkansız olduğunu bilsende vazgeçemezsin. Yada imkansız olduğu kadar mı güzeldir bilemezsin ama onlar hep bıraktığın yerde dururlar. Sen onları terk etsen bile onlar senin içinde saklanır bekler. Belki yıllar sonra hatırlarsın diye gün gelir bilinçaltına attığın hayallerini içindeki çocuk hatırlatır. Bir gün gerçekten ama gerçekten çok istersen bir şeyi olmamasına imkan yoktur. Ama önce çok istemen gerekir.
Öyle çok ki vazgeçemeyecek kadar çok istemekten ve dilemekten her gece dua etmekten bıkmayacak kadar çok istemek. Günlerce aylarca ve çoğu zaman yıllarca unutmadan hayalini kurmak insanın amacı ümitleri peşinde koşmaktan ibarettir. Başarır yada başaramaz önemli olan ümitlerimizin peşinde koşarken yılmamak ve sabırla ve umutla hedefimize ilerlemektir.
Yılmadan sabırla azimle koşmak başarmanın yarısıdır.
Hani bir söz vardır “işini kaybeden bir şeyini sağlığını kaybeden bir şeyini parasını kaybeden bir şeyini kaybedermiş ama umudunu kaybeden her şeyini kaybedermiş”.
Umut vardır her zaman öyle değil mi? Allah umudu olmayanlara yardım etsin bizlerle beraber. Her birimizin ayrı ayrı ümitleri var beklentileri var. Yaşamdan çok küçük bir ışıkta görsek koşalım peşinden küçük gördüğümüz şeylerden çok büyük mutluluklar bulabiliriz. Ümidin peşinden koşmaktan yılmayalım ve unutmayalım ki mutlaka bir gün bir yerlerde yakalayacağız
Kendinize Bile İzahınız Yok.
Ne halt olduğunuzdan haberiniz bile yok sizin. Herkes hayatından bir kere bile olsun yalnız kalıp kendine dönmeli. Kendini bizden önce kendine izah edebilmeli. Umarsızca bize kendini kanıtlamaya çalışmak yerine önce kendine kanıtlayıp bize aynı özgüven ile gelmeli.
Önce kendine şunu sormalı “ Onca hoyratlığımla ben insanların gözünde nasıl çirkin görünüyorum”.
Bunu kendine sormadan insanlarla yüzleşmeye çıkmasın bir zahmet. Bunu kendi benliğine aşıladığı zaman insanların karşısına çıkmalı. Bunu başardıktan sonra da Ağzından çıkan o alalede lafların insan üzerinde ki etkisini düşünmesi lazım. Bunu kendine izah edip ne halt olduğunu anlaması lazım.
Kendine izahı olan bir insan istese de arsızca kalp kıramaz zaten.
Değişmeyin.
İlişki nedir ? ben söyleyeyim. İlişki demek iki kişi arasında ki karşılıklı ilgi, bağ.
İlişki demek kendinden ya da olduğun kişiden fedakarlık edip başka birine dönüşmek değildir.
Ne kadın için ne de erkek için geçerli bu. Karşındaki kişi seni seviyorsa eğer sen olduğun için sevmeli. Olduğun halinle. Olmanı istediği haliyle değil.
Kimse için D E Ğ İ Ş M E Y İ N
Bitti!!! demesini öğrenin.
Umarım bir gün hepiniz bir ilişkide kıskanıldığınız zaman değil desteklendiğiniz zaman değerli olduğunuz duygusunu yaşarsınız. Ben de henüz yaşayamadım ama saçma sapan kıskançlıkların da kölesi olmadım şükür. Yapmayın kulunuz kurbanınız olayım yapmayın çok seviyorum onsuz ölürüm deyip kendinizi hiç etmeyin çünkü ölmüyorsunuz. Hatta varlığınızın anlamlılığını tekrar hatırlıyorsunuz. İnsanın içinde “tamam” diye bir nokta var oraya dokunulduğu an hadi Allah yolunu açık etsin demeyi bileceksiniz. Aşk diyerek kendinizden feragat ettiğiniz her değer sizi karşı tarafın gözünde yüceltmez tam aksine daha da itibarsızlaştırır. İnsanı ayakta tutan onur ve gururudur. Bunu yapıp onurunuzu zedelemeyin.
Tanımadığımız tanıdıklar
Bir insan hayatımıza girdiğinde onun hiç gitmeyeceğini düşünürüz. Tanıdığımıza inanırız hatta en iyi ben tanırım deriz. Oysa karşımızdakini sadece tanıttığı kadar tanıyabiliriz. Anlattığı kadar anlayabiliriz. İyi bir gizleyiciyse bir çok şeyden bihaber olabiliriz. Bizim o kişinin sonsuza dek yanımızda kalmasını istememiz hiç bir şeyi değiştirmez. Herkes bir gün gider bir şekilde. Çünkü insanların bencillikleri bizi yoruyor. Yormakla kalsa yine iyi ama yıpratıyor. Biz yıpranırken onlar kafalarının içindeki o pervasız vurdumduymaz vicdansızlığıyla mutlu mesut yaşayıp gidiyorlar.
Y A Z A M I Y O R U M
Yazamıyorum. Ya eksik kalıyor demek istediklerim yada fazla fazla yazıp can sıkıcı oluyor söylediklerim. Kararında yazamıyorum. Kararı bilemiyorum. Yanlış ifade etmekten doğruyu unutuyorum. Kendime dışarıdan bakamıyorum. Eleştirel bir gözüm yok. Berbat yazdığımı anlamam için birinin bana berbat yazıyorsun demesi lazım. Bunu dediğinde yazdıklarımın ne kadar berbat olduğunu anlayabilirim ama denilmedi. O kadar berbat ki yazdıklarım okurken nasıl olup da kusmadığıma hayret ediyorum. İçimde bir öfke yükseliyor. Tam o anda her şeyi benden daha iyi bilen insanlar sarıyor etrafımı. Bu kadar insan ne zaman bu kadar okudu ne zaman bu kadar şey yaşadı anlamıyorum.
Bir temenni
Çok değil;
Arsızca kırdığınız kalplerden, ben sanmıştım ki’lerden, umudunu deşe deşe gittiğiniz insanlardan umarsız bir yaranız olsun isterim. Ben bunu dilerim. Hiçbir şey olmasa bile ardınıza baktığınız birgün böyle olmamalıydı demenizi. Yaptıklarınızın sebebini kendinize dahi izah edemeyişinizi.
Eskiden herkesi olduğu gibi kabullenme taraftarıydım ama artık ağzından çıkanı kulağı duymayan kimseyi tolere edecek sabrım kalmadı. Bitti. Tükettiler tamamen.
Umurumdan giden
Bunu buraya kolayca yazabilmemin sebebi içimde bir gram sen kalmayışı. Ne kadar güzel duyguymuş sensizlik. Ben seni içimin ferine sığdırmaya çalışırken, sen bende ki seni silebilmek için elinden geleni yaptın. İlk başlarda yapma demiştim ama iyi ki de yapmışsın. Bu bana ikimiz yaşamında yaptığın tek iyilikti teşekkür ederim. Umurumdan gittin. Artık istediğine gidebilirsin.
Tertemiz yürekle
Mutsuz günler olacak ama hayal kurmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Terkedilsek de aşka ve sevgiye küsmeyeceğiz. Yenileceğiz, kalkıp daha güzel yenilgilere koşacağız. Acılar sarsa da etrafımızı hep umut besleyeceğiz yeni güne. Hep umutlu, inançlı ve sevgiyle kalacağız. Kirlenmeden.
Susuyorsam özsaygımdan
Size yakıştıramadığımdan çok kendime yakıştıramadığım davranışlar var. Durmamın ve susmamın sebebi bu. Size çok cevaplar verilir, sizden çok intikamlar alınır, yaşattıklarınızın bedeli tek tek ödetilir ama ben yapmam. Özsaygımdan daha önemli değilsiniz.
Sizin değer verdiklerinize değer veren, özen gösterdiklerinize saygı duyan, size ait olanlara ince davranan kişinin sevgisinden şüphe etmeyin. Çünkü bu bencilce bir sevgi değildir. Sadece kendini mutlu etmek için değil, karşısındaki insanın da duygularına değer verendir. Kaybetmeyin.
Belirsizliğinizde Boğulun
Önce bir sorun kendinize “ ben tam olarak ne istiyorum”.
Siz ne istediğinizi bilmiyorsunuz. Bir yola çıkarken yolda bulduklarınızı yola çıkanlara değişiyorsunuz.
T U T A R S I Z S I N I Z .
Sabit kalamıyorsunuz düşüncelerinizde. Değişen ruh halinizi dizginleyemiyorsunuz. Sizin belirsizliğiniz biz tahmin edecemeyeceğiniz şekilde yoruyor. Yakında bu belirsizliğiniz bizde ki sizi bitirecek.
Biz dünyaya sizin belirsizliğinizi, ne istediğinizi bilmeyen yanlarını çekmek için gelmedik. Sizinle uğraşmaktan kendimize gelemiyoruz. Odak probleminiz mi var. Neyi nereye koyacağınızı mı bilmiyorsunuz. Yardım mı istiyorsunuz. Amacınız tam olarak ne. Sizi bu soruların içinde bile kayboluyorsunuz.
Bizden size yardım bitti. Bizde düştük çıkmaz çukurlara ama kendimiz çıktı. Biz nasıl çıktıysak çukurdan herkes kendi
Ç I K A C A K.
Kısa bir Mola
Çevremde beni anlamayan insanlar görmek beni bir hayli yoruyor bugünlerde. Kimseyi istemiyorum. Kendimi yine kabuğuma çektim. Çünkü kimse ta içimi bilmiyor. Kırgınlıklarımı, tükenmişliklerimi görmüyor. Sizlerle konuşuyorum öyle iyiymişçesine. Yalandan gülümsemeler yordu. Ama değilim. Sizi kandırdığım için üzgünüm.
Ben geceleri uyuyamayacak kadar iyi değilim.
Üzüntüm hiç geçmeyecek.
Üstüne düştüğüm bütün kırgınlıklarım için üzgünüm. Beni ittikleri için üzgünüm. Ani çıkışları olan, özlemden ve kırgınlıktan karşısındaki insanı bir anda silebilen bir insan olduğum için üzgünüm. Ben aslında hayatta olduğum için de çok üzgünüm ama bilmiyorlar. Beni bu hâle getiren sevdiklerim için üzgünüm. Hiçbir şey sebepsiz değil, ben çok direndim böyle olmamak için ama hep benim canım yandı, hep ben itildim, arkada bırakılan oldum. Kıymet bilmeyen insanlara denk geldim ve kıymet bilmenin ne demek olduğunu öğrendim. Hepimizin hataları var, benim de hatam oldu. Yine de hala üzülebiliyorum olanlar için. Hala pişmanlık ve merhamet var içimde hiç geçmeyen. Yine de, üzgünüm yanılgılarınızı düzeltmediğim için. Üzgünüm, bu üzüntü hiç geçmeyecek.
İçimde kırgınlık çok fazla
Kendimi toparlamak yine kendime kaldı. Sen yine beni dağıttığınla. Uzatmak istemiyorum. Sevin sevilin dostlar ama karşınızdakinin size karşı saygısını yitirdiğini hissettiğiniz an oradan uzaklaşın. Kendinizi hırpalamayın,pişmanlık yaşamayın. Unutma “zararın neresinden dönersen kârdır”. Böyle bir mecburiyet içerisinde olmak istemezdim ama kendimi tam da bu durumun ortasında buldum. Çocuktum, saftım, sağlıklı düşünemiyordum. Senin beni toparlamanı, bir şeyleri yoluna sokmanı bekliyordum. Beni en çok dağıtan sen oldun. İçimden gitmek gelse de kalbim buna razı olmuyordu. Çünkü arkamda kimseyi bırakmamıştı bu zamana kadar. Geride kalan olmuştum hep. Kimseyi yarı yolda bırakmamıştım. Buna beni sen mecbur ettin. Saftım, gözüm bir şey görmüyordu senden başka. Söz geçiremiyordum kendime, kendimden ziyade kalbime. Mantığımın önüne geçiyordu her fırsatta. Her fırsatta ellerimde çiçeklerle geldim sana ama sen ısrarla bana kapıyı gösterdin. O an içimde oluşan kırgınlığı tarif edemem.
Bunalttınız abicim bunalttınız
Bazı insanları beyinlerini kullanmadıkları için, her şeye maydanoz oldukları için sildim. Bazı insanları da kendi içine ayna tutmak yerine insanların kusurlarını aradıkları için sildim. Bazılarını da sadece konuşmak için çenelerini açan gereksiz varlıklar olarak gördüğüm için sildim. Cevap vermeye korktu diye bir yeriniz kalmasın. İnsanı insanlıktan çıkaran hallerinizden, düşüncesiz düşüncelerinizden, insan adı altındaki yaratıklığınızdan bıktım. Herkes herkes gibidir benim için. Haddini aşanın ciğerini yakarım bundan sonra. Bilmediğiniz konular hakkında konuşacağınıza açın kitap okuyun beyniniz arınsın. İnsanların ne yaşadığını bilmeden salakça bilgeliğinizi konuşturmak yerine kendinizi kurtarmanın yolunu arayın içine düştüğünüz çukurdan.
Mutsuzlar Topluluğu
Her yeni gün bizden yeni şeyler götürmek başlıyor ve bitiyor. Bugün de bitti. İnsan bu dünyada ne mutlu olabiliyor ne sevdiğine kavuşabiliyor ne de dertlerden kafasını kaldırabiliyor. Bizim iç burkan olayımız bu işte. Başımıza ne gelirse gelsin sabır deyip susmak zorunda kalıyoruz.
Bize Bir İyilik Yapın
Hayatta yaşadığımız tüm yanlışlarımız da, hatalarımız da sadece kendimiz vardık. düzeltirken de kendimiz vardık. O yüzden şimdi Bize bir iyilik yapın. Hayatta her şeyin üstesinden tek başına gelmiş yalnız bir insana yardım etmek istiyorsanız sadece susun ve uzak durun.
Yalnızlık benim seçimim.
Yalnızken daha mutlu olduğumun farkına vardım. Yada kendimi buna inandırdım. İnsanlar arasında eksik, yaralı, her şeye rağmen umutlu, kırgın, acı dolu bir bomba gibi patlayacakmışım gibi hissetmektense bir boşlukta savrulan biri olmayı seçtim. Üzgünsem de kime ne gülüyorsam da kime ne. Yalnızlığı damarlarıma kadar hissetmenin daha güzel olduğunu anladım. Kafa mis.
İnsan olmak çok güzel gelsene.
Yine ben yine olumsuzluklar. Sahi ne çok olumsuz yazıyorum. Baydın Hasan dediğinizi duyar gibiyim ama burası benim bloğum ve bu benim kendimi anlatma biçimim. Üzgünüm.
Şimdi neden böyle bir başlıkla karşınızdayım anlatayım. Sorun bir türlü kendi kabuğundan çıkmayıp insan olamayanlarda. Benim insanlarla sorunum yok benin bunlarla sorunum var. İnsanların duygularına aldırış etmeyenlerle sorunum var. Duygumuza inanmayanlar, sürekli kendini düşünen, karalayan, ağlatan, kullanan ve herşeyden önce kendi için insanların zaaflarıyla oynayanlar. Siz kabuğunuzdan çıkıp ne zaman insan olacaksınız. Bakın bence sizde bizim gibi yani insan olup insanlarla uğraşmak yerine aramıza katılsanız. Bakın Allah lütfetmiş ve beyin vermiş kullansanıza be kardeşim. Kendi bilincinizle mantıklı bir birey olup aramıza katılsanız. Bakın biz yıllardır insan olarak yaşıyoruz ve insanlığın hiç bir zararını görmüyoruz emin olun size de birşey olmak bak gelin. Ama cidden tüm kötü duygularınızı bir kenara atıp gelin. Biz insanlar sizi aramızda görmekten mutluluk duyacağız.
Ya siz yoksa Albert Camus'un “ insan neyse o olmayı reddeden tek yaratıktır” sözüne mi inandınız. Şaka yaptı o amca size. Siz gelin bize arınmış kalbinizle gelin bekliyoruz.
Ülkemin 250 Gram bağımlıları
Bu yazı bana geldiği gibi size de çok ilginç gelecek. Bizimle gram alakası olmayan hemcinslerimden bahsedeceğim. Kızlarda neden EGO var sorusunun belkide cevabı. Bunu kişisel olarak anlamayacağınıza da adım gibi eminim.
Konu kadınlar ve 250 gram için her boku yiyebilecek kapasitedeki erkekler. Belki komik gelecek ama bu 250 düşkünleri olmasa kızlarda minicik bile ego olmaz. Aslında sizi sizler gibi kızlar buluyor bunu da biliyoruz ama ben gene yazayım. hadi bide şey deyim de mutlu olun. Size sizin gibilerle mutluluklar.
Kızlar sorun sizden çok bizde. Bizde derken hemcinsim olan 250 gramınız için her boku yiyecek ibnelerde. Adam olanlar zaten bu yazdığımı üzerine alınmazlar. Siz ilgi göstermesenizde onlar sizin 250 gramınızın farklında olup size ilgi gösterirler. Amaç sadece 250 gramınız başka bişi yok. Tabi siz bu gerizekalılardan aldığınız ilgiyi farklı algılayıp ego kasıyorsunuz.
Kimse kusura bakmasın ama 250 gram için karakterinizden ödün vermeyin beyler. Akışına bırakın sürekli aç köpek gibi kızların peşinden koşmayın. Sonra kızlarda ters psikoloji yaratıyorsunuz ve ego şişkinliğine neden oluyorsunuz. Tabiki size de bir temenni. Abaza aç köpeklikten çıkıp doğal olmanız dileğiyle.
Mutsuzluğunuzda Boğulun
Bunu diyebiliyorum. Bunu dedirtebiliyorsunuz. Cidden içimden gelerek söyleyebiliyorum bu başlığı. Neden mi diyebiliyorum ? Aklımın bir türlü alamadığı olay, bir insan bir insanın mutluluğuyla nasıl mutsuz olur. Düşünebiliyor musunuz insanların mutluluğundan rahatsız olan insanlar var. Hatta bunu ileriye götürüp rahatsızlık vermeye çalışıp o mutluluğu bozmaya çalışan insanlar var. İnsan nasıl böyle bir şey yapabiliyor algılayamıyorum.
Size güzel bir temenni. Mutluluğumuzun mutsuzluğunda boğulun ama bizden uzakta.
Salın bi Salın
Ne kadar ömrümüz kaldı bilmiyoruz ve bilemeyeceğiz. Ama bırakın şu kalan ömrümüzü yalnız ve yıkık olsak bile ağlamadan yorulmadan geçirelim. Hiç derdimiz yokmuş gibi birde sizi dert etmeyelim. Safız biz vallahi safız. Elimizde değil ki işte inanıyoruz hep. Sinir anında söylediğiniz lafların yükünü kaldıramıyoruz. O bazı cümlelerin affını ve telafisini bizden beklemeyin. Bize yapılınca güzel oluyor ama size yapılınca ne kadar anlayışsız oluyoruz.
Düşünüyoruz da kimleri ve neleri kendimize muhatap kılmışız. hevesimizi, güvenimizi kimlerde yitirmişiz. Kim için nelerden vazgeçmişiz. Bunları bize en son zarar verecek kişiden en büyük kalp kırıklığı alınca anlıyoruz.
Ya sizi bilmem ama benim artık karşıma annem gibi güvenebileceğim birisininde çıkmasını istemiyorum. Öyle soğuttunuz ki beni insanlardan ve insanın var olmasına sebep olan duygulardan. Bırakın artık şu iyi olsun kötü olsun insan olsun kavramını. Siz iyi olun. Onlar kaba ise siz nazik olun. Onlar fesatçı ise siz vicdanlı merhametli ve adil olun. Onlar haset ediyorsa siz iyilikten yana güzel bakmaktan yana olun.
Tükettiniz abicim tükettiniz. Önceden hissetmeyi başarabiliyorduk şimdi hissedemiyoruz.. Ne duygumuzu yaşayıp ağlayabiliyoruz ne de doya doya gülebiliyoruz. Hiç kimse göründüğü gibi değil ya bunu cidden tüm samimiyetime söylüyorum. Çoğu insan için keşke hep dışarıdan göründüğü gibi kalsa diyorum. İnsan tanımaktan ve konuşmaktan soğur mu ya. Ondan da soğuttunuz.
Tek kişi çok yüz.
Gerçek yüzünü gördüğüm insanların geçmişte nasıl biri olduğunun zerre kadar önemi kalmıyor. İnsanları aptal yerine koymayı ilke edinmiş kim varsa tek harekette silerim. İnanmıyorum şimdi hiçbir davranışa, hiçbir söze. Altında hep bir çıkar arar oldum, gerçek olmasına hiç ihtimal veremiyorum. Güvensizliğime bakınca kendimi tanıyamıyorum, önceden en ufak bir söze yelkenleri indiren ben şimdi kendime bile itimatsızım. Ne hale gelmişim. Ne hale getirilmişim. Bu haldeyken fark ettim ki, birileri üzülmesin diye yaptığım her hareket öyle ya da böyle beni üzmüş. Ağlatmış bazen, bazen uykularımı kaçırmış. Ağzımı açıp tek kelime etmemişim ama. Olsun, geçer gider demişim ama hep bir yumru kalmış boğazımda. Hep biraz eksiklik, biraz kırgınlık kalmış.
Gece oluşunu hiç sevmem hemen hayatımı düşünmeye başlarım. Bakın yine yatağa oturdum ve başladı. Düşümdüm de benim Yıkık ömürden oluşan bir hikayem var, hiç kimseye anlatamadığım ve anlatmayacağım. Sonunu bilmiyorum ama sonu her ne olursa olsun acı ile biteceğini biliyorum. Bunu bilmek bile canımı tarif edemeyeceğim şekilde yakıyor. Güvenemeyeceğim.
İnsanın başından geçenleri anlatmaması da kabulleniştir, çaresizliktir, hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair inancıdır.
Ülkemin ezbere yaşayanları.
Kıskanan erkek krodur. Kısmayan erkek vurduruyodur falanlar filanlar salak salak konuşmalar. Abi siz nesiniz ya. Kaçıncı yüzyılda yaşayıp kaçıncı yüzyılın kafasını taşıyorsunuz bünyenizde. Ya siz kıskançlığın ne olduğunı bile bilmiyorsunuz. Görmüşsünüz okumuşsunuz bir yerden ve dilinize dolanmış. Bence tek mantıklı açıklaması bu. Kıskançlık sevgiyi değil, karşınızdaki insana olan güveninizin eksik olduğunu gösterir. Bakın bunu tekrar tekrar okuyun. Kimse sırf birini sevdiği için kısıtlamaz veya önüne engel koymaz. Böyle biriyseniz eğer kendinizle övünmek yerine öz güven sorununuza odaklanın. En azından daha sağlıklı bir birey olursunuz.
Unutmayın bir insana cesareti aşılayabilirsiniz ama özgüveni asla. Bi yanlız kalın ve özgüveninize odaklanıp kendinize gelin.
Birini severken diğer hiç bir şeyin ve hiç bir insanın değeri olmaz ve önemi varsa da önemini yitirir. Sevdiğin zaman haklılık, gurur yada neyi ne kadar yaptığının önemsiz kalır. En basiti kavga edilir ama halledilir. Gerçek şefkatin ve sevginin üstesinden gelemeyeceği hiç bir şey yok. Ama birinin içinden gelememek ve çözememek, işte orası ne yapsan aşamazsın. Orası çok sıkıntılı
O otobüs yolculuğunda biraz içli içli birazda derin düşündüm.
Konum Ankara dışı. Pastırması değil, çay ocağıyla ünlü şehir. Hayatımda akıl sır erdiremediğim bir konu bu. Hani hiç yapmam dediğiniz bir olay vardır kimsenin yaptıramayacağı. Ben tamda o hayatta yapmam dediğim şeyi yaptım. Olayın üstünden zaman geçmesine rağmen halen aklımda ve halen kafamda tek soru “Neden gitim ben”. yada beni oraya götüren asıl düşüncem neydi. Sevgi mi Hırs mı Eğlencemi yada bilmiyorum ve bulamadım. Bu yazdığım aslında bir sır niteliğinde. Ve bakın şuan bunu size yazdıran düşüncemi de bilemediğim gibi o günde bilemedim. Ben bir konunun içinden çıkamayan biri değildim ama bu konu farklı. Farklı olan O. O farklı geldi yada farklı düşünmemi istedim. Bu düşüncemin beni üzüp üzmeyeceğini hiç bilmiyorum. Ama eğer hayat beni şaşırtmazsa yine üzüleceğim. Bu dünyaya gelme nedenimin üzülmek olduğu gibi. O güne geleceğim.
Kendi Kendine Gelin Güvey Hesabı.
O gün her şey yolunda yine standart bekar evimizdeyiz. Tek değer verdiğim kuzenim izine Ankara’ya gelmiş. Yine biz işte standart içiyoruz ama içerken bi kızla konuşuyorum. Tabi konu normal ve olabildiğince sıradan. Ya o gün herkes konuşuyor gülüyor ama bende ayak uyduramıyorum hiç bir şekilde. Normal de ben tamamen düşüncesiz bir şekilde içen ve saçma sapan hareketler yaparak ortamı şenlendirendim. O gün yapamadım. Kafamda sadece gitmek vardı. Hasan sen bizi sattın lafına bile katlanasım vardı. Olaya ve ona geçmeden ben işleyişi anlatayım. Tabi bütün duygularımı yazmadan. Kafam öyle güzel olmuştu ki kalkıp mutfağa gidip su içemeyecek kadar. Sonra O bana bir fotoğraf gönderdi ve film koptu. Fotoğrafta sadece cama yaslanmış bir el var. Ama el nasıl biliyor musunuz böyle pofuduk pofuduk. Resmen al beni sev der gibi. Dedim ya hani hayatımızda asla dediğimiz şeyler vardır diye, işte o asla etkilenmeyeceğim resimden etkilendim. O an yaptığım tek şey internete girip otobüs bileti satın almam oldu.
Bakın sadece 24 saatten az bir zamanı romana dökebilecek kadar etkili bir gündü. Aslında işin içinde olmayacak bir denklem vardı. Olmazlara yanışlarıma bir yenisi işte. Belki bir gün yazabilirim. Aslında bu olayı size iki cümle ile de anlatabilirim ama o kadar değersiz değil. Olabileceğince değerli. Ama böyle kucak dolusu değerli. Saat 18:00a biletimi aldım. Saat 15:30 bu arada. o kafayla çıktım evden ama bildiğin sokakta sallanıyorum. Gittim hemen taksiye binip işlerimi halledip aştiye geçtim. Yemek yedim ve otobüse bindim. Otobüs sallandıkça ben daha kötü olmaya başladım. Bakın yazdığımın arasında bolca olumsuzluk olacak. Çünkü dedim ya olmazım. Otobüs artık Kırşehir’e yaklaşırken ben kendime gelmeye başladım. O zaman asıl düşüncelerim başladı kendime gelmiştim. Hasan diyorum neden yapıyorsun bunu neden gidiyorsun ama Hasan’da tık yok. cevap veremiyorum kendime ve bu kadar zaman geçmesine rağmen halen cevap veremedim.
Yol bitti otogara indim ve gördüm. Abi ben o anki ruh halimi size hiçbir şekilde anlatamam. Çocuk olup kucaklayıp döne döne sarılmakta geldi içimden sadece tokalaşıp selamlaşmakta. Ama o içimdeki duygu,coşku ve sevinci anlatamam. Sarıldım ve direk kokladım. Bunu da size anlatamam o kokuyu ama sadece size şu şekilde özetleyim.
“Adı farklı Kokusu farklı Gülüşü farklı Kadın “
Bakın bu söz aslında bende ki onu size gayet iyi anlatıyor. Onun özelliğini. Otogardan inip gece kalmam için yer bakmaya başladık. Bu arada hayatımın abartısız en uzun yürüyüşünü yaptım. Ortalama 1 saat yürüdük. Yani bana resmen şehir turu yaptırdı gece gece. Ulaşmamız gereken yere geldiğimizde bir otobüs durağında oturduk ve laflamaya başladık. O uykusuz ben ondan uykusuz. Ama tabi bunu belli etmek istemiyorumda. Sonra ayakları acımış ve ayakkabısını çıkartıp ayaklarını ovmaya başladı. O anki sevimliliği bi harikaydı. İnternetten kalacak yer ayarlayıp onu yurda bırakıp bende otele gittim. Tabi giderken bi yandan müzik dinleyip bir taraftan da havayı içime içime çekiyorum huzurla. Sonra gece bi sağa bi sola derken o yorgunlukla uyudum. Sabah olsa bi an önce okula gitsek diyordum. Diyordum diyebiliyorum çünkü içimde hiç inanmışlık yoktu. Tamda öyle oldu. Yine içim beni yanıltmadı.
Sabah olduğunda önceki günlerden tamamen farklı bir insan oldu. Aşırı ilgisiz. Birşey deyim size. Umudunun kırılması kavramını Allah kimseye yaşatmasın. O çaresizlik var ya düşmanıma gelmesin. Sabah oldu mesaj attım yok geri dönüş yok. Ben ne yaptım diye düşünmeye gerek yok. O öyle istemiştir. Bakın ben herkesi anlayışla karşılayabiliecek kapasiteye sahibim ama umursamazlığa tahammulüm yok. O gece bir şeyler olmuş olabilir yada benle tekrar görüşmek istemiyorsun da olabilir bunu gayet iyi anlarım. Git desen bile anlarım ama bu tamamen umursamazlık. Mesela eğer gece bir şey oldu ve geç kalacaksan çok kısa bir mesaj yeterli “ Hasan gece bu olay oldu o yüzden geç kalacağım” bu mesaj bana gelmedi ve ben tüm gün boyunca beynimi kemirdim. Çünkü bir şey yapmadım ki ben.
Sabah uyandım çıktım otelden. Yapacak hiç birşeyim yokki. Yol bilmiyorum ne yapacağımı bilmiyorum. Sadece bi kare içerisinde 5-6 saat gezdim. Sürekli çay ocağına yada Kafeterya da oturup sadece bu umursamazlığın nedenini düşünüyorum. Bulamıyorum ve bunu bulamamak çok kötü. Sonra ondan telefon beklerken ve dolanırken hediyelik eşya dükkanı gördüm.
“Atlı Karınca “ , “ Pembe Vosvos” , “ Takımının atkısı “ .
Aklımda zaten bi hediye vermek vardı ama bu üçünde kararsız kaldım. Nemi yaptım. Hepsini aldım. Çünkü hepsinin farklı farklı anlamları vardı. Hangisi diye düşüneceğime hepsi dedim geçtim. Zaten kafamda bu soğukluğu düşünmemin üzüntüsü var. Harbi neden bu soğukluk bir anda. Neyse olan oldu azaldı duygu.
Zaman geçtikten sonra geldi oturduk bir Kafeterya da. O konuştu ben konuşamadım. Ben kitlenmek istemiyordum çünkü. Hatta ona bir bahane uydurdum orada “ Ben konuşurken insanların gözüne bakamam diye”. Ama bakarım normalde. Baksam düşecektim o gözlere. Kapılmaktan kaçtım sadece. Geçmeyen zaman bir anda geçiverdi onunlayken. Ama ne hız ne hız. Gittik mini gara aldık bileti verdim hediyesini son koku ve dönüş.Otogara gelecekti istemedim. Gelmesini istemedim. Gelse soracaktım çünkü ve hemen kaçmak istedim o şehirden. Ha bu arada ben onu yurda bıraktığım zaman vedalaşırken soğuk ellerimi tuttu. Onu bilerek anlatmadım size. Çünkü o duyguyu anlatırsam size açılmış olurum. Bunu yapamam.
Otobüse binip dönerken aklımda tamamen azalıyordu duygular. Yolun sonunda yine ilgisizlik vardı. Gidince haber ver diyene haber verdim ve ne oldu biliyor musunuz. Ses yok soluk yok. Dedim Hasan hadi git evine tak kulaklığı dinle şarkını unutmaya bak.
Sabah olduğunda unutamamak da çok acı. Unutamadım çünkü. Olayları değil. Unutamadığım saniyelik koku ve soğukta tutulan elim. Abi bu aşk meşk değil işte. Sevgi ve değer. Sevgi ya bu sevgi işte. Ama o gün keşke gitmeseydim. Keşkemin sebebi ona gitmem değil. O kokunun bende bu kadar etkili olacağını bilemememdi yada hayatımda bu kadar kısa zamanda bi o kadar fazla değeri olmasıydı. Keşke gitmeseydim dememin bir sebebide aklımdan çıkmayışı. Çıkmasın abi aklımdan çok sorun değil ama içerken çok zor oluyor. Arayamam Mesaj atamam ama açıp bakarım. Ben kimseyi rahatsız edemem ki onu edeyim.
Ben çok uzatmakta istemem. Benim okumaya doyamadığım ve sizin okurken sıkılacağınız bir yazı neticede. Bu bloğumu daha çok sevdirecek bir yazım.
Sonuç olarak olayı toparlarsak Bu Kızın Bende ki değeri ne mi ? Cüzdanımda bir kağıt parçasıyla yerini alabilecek bir değer. Ben bu lafın üstüne söylenecek bir laf daha bilmediğim için başka yazmayacağım.
Herşeyi 24 saatin içinde hallettim. 24 saatte bitirdi. Peki bu 24 saatin bende etkisi ne oldu. Peki onda ne oldu. Onda hiç, ben söyleyeyim ama . Kimseyle paylaşmadığım Netfliximi paylaştım onla. Bilmiyorsunuz ama Seven sevdiğine Netflix alsın diye bir söz var biz izleyenlerde. Sevgi oldu güzel sevgi ama çok saf sevgi oldu. Ama ne sevgi haa. Bu sevgi bi rakı masasında olması lazım. Hani söz varya anasonlu Duduklardan öpmeden ölmek yok diye o derece . Bu sevgi betimlemesi yanlış yerlere çekmeyelim.
Neyse herşeyi yazdım. Yazarımda. Ne anladığınızın önemi yok burada. Önemli olan benim buraya içimi dökebilmemdi. Döktüm ve rahatladım. Gelelim son cümleye. Son ona olan cümleye.
Güzel sev, Güzel kal, Güzelliğinin saflığıyla Kal.
25.03.2019 Hk.
Sizin Katı Kalbiniz.
Kendinizi ve duygularınızı çöp konteynırına atmış olabilirsiniz ama karşınızdaki insanların sizin kadar katı bir kalbe sahip olmadığını ve hesaba çekileceğinizi unutmayın. Evet herkes güzel şeyler yaşamıyor olabilir. Önemli olan yaşantınızdan ders çıkarıp düzgün ve halim biri olmak. Ben böyle katı kalpli insanları görünce korkuyor ve son derece üzülüyorum. Bu zamana kadar yaşadığımız ve gördüğümüz muameleleri sadece biz biliriz tamam ama buna rağmen üzülmeyin. Üzüldüğünüz yerlerden üzmeyin sizi sevenleri. Dersinizi yineleyin. Sık sık dua edin.
Umarım kalpleriniz bir an önce merhamete ulaşır ve tedavi olur.
Kendine Rezil İnsanlar
Popi olmak ve kendini ön plana çıkarmak için bu kavramları yapan aptal insanlar tam olarak bunları yapıp bunları paylaşıyor.
“ Erkek dediğin şöyle, kız dediğin böyle”
“Yok siz erkekler böylesiniz, yok siz kızlar şöylesiniz.”
“ Yaa kızım arabamın göğüsüne düşsene. “
“ Ooo oğlum ayponun ne güzel takılsak mı “
Eğer senden akıllı bir insansan bu yazdığım sana da mantıklı gelecek. Ama senden onlardansan muhtemelen yazımın tam bu kısmında okumayı bırakacaksın. Madem popi olmak istiyorsun Aptal insan ve Akıllı insan arasındaki kavramla bizi etkile. Mesela aptal insan herkesi kendi gibi sanır. Akıllı insan aradaki farkı ayırt eder. Aptal insanlarla asgari seviyede sohbet yeter mesela. Sadece kendi doğrularını kabullenen aptal insanlara “ aynen “ deyip geçen sizler. Hayır efendim aynen değil onun doğrusu sen anlamasan bile bu diyen bizler.
Lüx araba, gösterişli ev ve pahalı telefonla kendini ön plana çıkarmaya çalışan aptal insanlar var halen. Abi aptal bile demiyorum ya aptalcık bunlar. Bunu geçtik bu gösterişe düşen insanlarımız var ya inanabiliyor musunuz? Bırakın öyle insanlar kendi gibi insanlarla mutluluk rolü yapsın ama sakına sakın siz o gösteriş meraklısı aptal insanlardan olmayın. Sizi mutlu edecek kolundaki rolex, Elindeki X yada özene özene göğüsünü çektiği arabası olmayacak. Kalbi olacak. Siz kalbinizle kalın. Onlara Popi olma çabasındaki Gösterişli hayatlarında mutluluklar.
Bir Temenni
Rezil insanlar
Gönül bağıyla uzaktan yakından alakanız yok. Derdiniz bu hatta sadece birilerini karalamak. Birinin zaaflarıyla oynamak. Yeyip içip gönül eğlendirmek. Sevmek bilmeyen yanınız batsın.
Vurduğunuz yerden vurulmanız temennisiyle.
Bir mezara aşık
Hayatınızda olan kişilerin değerini kaybettikten sonra verince bir anlamı olmuyor. Ben hayattayken sevgimi gösteremedim mesela. Bu çok acı ve bunu kaybetmeden anlayamazsınız. Ben her 7 temmuzda bu acımı yineliyorum ama nafile. Hayatta olanımı hayatın sonunda sevince anlamı kalmıyor. Sevin abi ya. Yaşarken sevin. Amına koydumun dünyasında sevdiğiniz varsa yırtına yırtına bağırın sevdiğinizi. Kimden çekiniyorsunuz? Aileden mi, çevreden mi? İnsanlardan mı? Bırakın bunları. Avazınız çıkana kadar sesiniz kısılana kadar bağırın sevdiğinizi. İnsanlar duysun çevreniz duysun. Umurunuzda olmasın sadece bağırın ve sevdiğiniz duysun. Daha çok sevsin. Daha çok yansın yüreği sizinle. Ben yapamadım. Haykıramadım mesela sevdiğimi ona gösteremedim. Siz yapın. Benim gibi boş bir mezara bağırınca o sevginin anlamı kalmıyor. Hadi bağır avazın çıkana kadar.
Realistim
Ben hayatımda olaylara oldukça realist yaklaşan biriyimdir. Aşkta da öyle sevgide de öyle. Kendini kandıran ve kandırdığını anlamayıp buna gerçekten inanan insanlar var. Onlardan biri değilimi. Fakat şunu da çok iyi biliyorum ki büyük başarılar elde etmek için bir umuda ve kendinize inanmanıza ihtiyacınız vardır. Aşırı iyimserler hayata toz pembe gözlükle bakan, gerçeklerle yüzleşmekten korkan, gerçekleri duymak istemeyen ve bu yüzden iyimserlik kisvesine bürünen sahte insanlardır asıl kötümser. Onlardır aslında sadece kendilerini düşünürler. Başkalarının dertlerini ciddiye alırlarsa toz pembe dünyalarını kaybetmekten korkarlar. Bu yüzden sürekli şişirilmiş kişisel gelişim kitapları gibi konuşurlar. “harikasın, mükemmelsin, her şeyi yapabilirsin sen” sonuç? Psikolojik sorunları daha da artmış egoist bir nesil kötümserlik övülecek şey değildir arkadaşlar. Gerçekçiliktir hedefleri planları ve düşünceleri akıllıca tartma gerektiğinde, en acı gerçekleri bile açıkça dile getirebilme sizi kötümser biri yapmaz aksine bu olması gerekendir. Ancak kendi potansiyelinin farkında olmama veya kıskançlık nedeniyle insanların motivasyonunu kırmak kötümser olmaktır. Bu da yenilgiyi baştan kabul etmek anlamına gelir. en azından deneyecek cesareti olmalı insanın
Az İnsan Çok Huzur
Çok arkadaş ne demek ben size söyleyeyim;
Çok arkadaş samimiyetsizlik demek. O kalabalık grupların içinde kendi benliğini unutman demek. Yüzüne gülüp arkandan iş çeviren insanlar demek. İnanın insan ilişkilerinde güven samimiyet sevgiye dair hiçbir şey kalmamış. Bu yaşındayım ve hayatımın her alanında nankörlük, menfaatçilik ve egoyla savaşıyorum. Bu jenerasyonun en büyük problemi yüzeysel boş hayatlar işte. Boşluktan hasete fesata sarıyorlar.
Canımızı yakanların hepsi canımızdı.
Yine zaman. Sorun hep zaman. Zamandan gelmemiz. Kaç tokat yedin zamanında hayattan hatırlıyor musun? Yada bunu geçelim kimlerden tokat yedini kimlerden aldın en ağır darbeleri, kimlere yada kaç kişiye canım dedin. Düşün bunu gece uyumadan önce çok zamanın var. Ben çok iyi hatırlıyorum mesela unutamadığım yaşantımı. Unutulamayan yaşantılarımızı aslında. Bir şey yaşayıp bunu unutmak kolay ama bir tokat yeyip bunun acısını unutmak çok zor. Bakın asıl konuya geldik. ACI . hemde ne acı. bize hiç bir zaman mutlu anımızı hatırlatmayan acı. Harbi ne kadar da acımız acı değil mi? bence bunu okursan yada okumaya çalışırsan şu an düşüneceksin. zaman sorun değil günün her bir saati her bir anı hiç fark etmez. Bir anda bir mutluluğunda aklına geliverir. Çünkü senden çok iyi biliyorsun zamanında aynı mutluluğun sonunda da acı yaşamıştın. Yeniden mutlu olma çabasıyla uğraşırken yine aklına gelecek. Yerken, içerken, severken, koşarken, yürürken hep gelecek hep aklına gelecek. Biz işte “acılarımızla yaşayanlar”. İşte bu evre. Biz bu evrede bittik ve aşamadığımız için daha da biteceğiz. Seveceğiz uzaktan bakacağız ve aynısı olacak diye olmazlara yanacağız.
Biz hep yanacağız.
Kazanan sizseniz kaybeden kim?
Yaşadıklarım, gördüklerim ve maalesef istemsiz güvenmelerim bende olumlu anlamda çok etkili oldu ve maalesef ki ben de zaman zaman reddederek çok kalp kırdım sanırım. Oysa ben hiç kalp kırma taraftarı değilim. Ama zaman ilerledikçe yaş aldıkça ve en güvendiğim kişiler tarafından salak yerine koyulunca duygular da düşünceler de çok değişiyor. En basiti sevdiğin tarafından sevilmeyince yada verdiğin değeri göremeyince. Bu reddetmeler geçmişten işte. Hayatımı sikip atan kişiler yüzünden. İki sene önce olsa kahırdan ölebilirdim dediğim şeylere karşı bugün hissizleşebiliyorum. Bu vurdumduymazlık yada kalpsizlik sıfatını bana getiriyorsa tamam. Çok yakın bir zamanlarda da denedim kalp kırmamayı ama iç benliğim izin vermedi. Şuan yine denemek için önce kendimi yenmeye çalışıyorum ama izin veremiyorum kendime. İç benliğimi zedeleyen herkes şuan abuk/subuk kelimelerle bana yetişme çabalarındalar. Ben bu yarışta kaybedemem. Sadece gülüyorum asılsız çabalarınıza. Komik
Hiç biriniz bir ben değilsiniz
Cehennemi gördüm ben, cehennemi biliyorum.
Hayatta herkes farklı imtihanlarla karşılaşıyor. Ben sizin tam olarak hangi zorluklarla karşılaştığınızı bilemem. Siz de benimkini. Ama asıl önemli olan bu sorunların üstesinden gelip gelemediğimizdir. Siz derdinizi seven, onlarla barışık yaşamayı bilen birisi olun. Hayatta kartlar herkese adil dağıtılmıyor ama elindeki kartları nasıl kullanacağın sana kalmış. olmaz deme! oldurmaya bak. Önemli olan bugün yarın ne olacağını bilmeden yaşıyoruz. Bugünün kıymetini bilmeliyiz. Dünyanın en sağlıklı insanı olsak bile ölüm her zaman var ve bunu düşünerek yaşayamayız. Önemli olan sevmek. Sevdiğine her an onu ne kadar sevdiğini söyleyebilmek. Sahip olduğun şeyin kıymetini bilmek. Tüm olumsuzluklardan uzak durabilmek. Hayat üzülmeye değmez. Kim ne demiş önemli değil. Önemli olan senin inanman. şartlar ne olursa olsun bu hayata bir defa geliyoruz. Değerini bil ve kendi kafanda kurduğun cehenneminden uzaklaş.
Düşe kalka büyüyor işte insan. Ben de hayatta payıma düşeni almış bulundum.
Üzgünüm ama bazı şeylere inanmamam için çok sağlam nedenlerim var. Kendimi kandıramıyorum artık. Bir şeylerin farklı olacağına dair inancım tükendi, şu an ki seni alışmaya çalışıyorum sadece. Sende farklı değilsin.
Umutla Bekleyen Ben
Hayatımda çok güzel şeyler olacağına inandım. Her defasında karşıma bir tık sorun çıktı ve bunları ortadan kaldırmak için uğraştım. Ben güzel günlerin geleceğine inandığımda yanımda kimse yoktu. Güzel günler geldiğinde de yanımda kimse olmayacak. Şimdi bu benim sabırlı bekleyişimin sonu kesinlikle huzur. Ben acılarımla beslenmeye başladığımdan beri hiç bir zaman yenilmedim. Başaramadığım zamanlarda hep başarısızlığımla övündüm ama asla umudumu kaybetmedim. Fikirler ve düşünceler yükselttim kendimde. Hiç bir zaman kötüye değer dilleri umursamadım. Hiç bir zaman fikirlere de uymadım. Zamanla insanlardan soğudum mesela ama bu benim insan sevmeme engel de olmadı. Aşka küsüp sevgiye de küsmedim mesela. Sevginin en güzel haliyle devam ettim. Hayatımda başıma gelen maddi / manevi sıkıntılar yüzünden bazı şeylerden vazgeçip bazılarına yoğunlaşıyorum. Beni hangisi daha güçlü hissettirecekse ona yoğunlaşıyorum. çoğu zaman çok yoruluyorum. İnanın güçlü olmaya çalışmak güçlü kalmaya çalışmak çok yoruyor. Bu yorgunlukla bende sıradan bir insan olma düşüncesi başlıyor beynimde. Ama sonra o düşüncenin beni eskiye götüreceğine inanıp yine hayatla olan yaşam mücadeleme dönüyorum. Ben buyum. Ben çok güçlüyüm. Ben Güçlüyüm diyebilme şansına sahibim. Bu benim en sevdiğim en güzel benliğim. Aranızda yıkılan kaldıysa gelsin yazılanları okusun. Yada boş versin kendi yazsın kendi okusun kendi kalsın yıkıldığı yerden. beyin yaşın ilerledikçe sevdiklerimden çok yazmaya, okumaya ve izlemeye zaman ayırma kararı aldım. Bakın bu kararım benim en büyük dönüş noktam oldu. Aldığım bir kararın hayatımı bu derece değiştireceğini bende tahmin etmemiştim. Size göre sadece bir karar ve bana göre yeni bir yaşam kapısı. Çok mutluyum bu kararı aldığım günden beri. Kararım beni yıkmıyor, asla yarı yolda bırakmıyor, sevdiklerim gibi yalanlarda söylemiyor. Düşünebiliyor musunuz bir karar senin bu hattaki en büyük dert ortağın oluyor. Mesela şuan hiç bir sevdiğim beni bu kadar uzun süre dinlemez ve ben bir sevdiğime içimi bu denli dökemezdim. Ama bakın ben kararıma her şeyimi anlatıyorum ve en güzeli karşılık beklemeden motive olabiliyorum. Bu ben işte zamanla hıçkırarak ağladığı olaylardan ders çıkarmış, ufkunu genişletmiş, Egosunu unutmuş ve sadece ruhunu büyütmüş.
Başlığa da değmezsiniz.
Sizi seven bir kız sizden kilometrelerce uzakta olsa bile size sadık kalır. Tabi aynı şey erkekler için de geçerli. Sizi kandırıyorlar çünkü sizi kimse gerçekten sevmiyor. Sevilecek bir tarafınız yok çünkü. Önyargılara kararmış bir kalbiniz var. Bir ilişki kurarken kendinizi bu kadar kasmayıp mutlu olmaya baksanız sizi gerçekten seven size sadık biriyle karşılaşırsınız zaten. Şunu kafanızı sokun kimse malınız değil bu düşünce çok saçma. Onu kendinize mal etmeye çalışmaktansa onunla bir olmaya bakın. Kısacası sevin ya. Hayat sevince güzel. Bir şey yapıyorsunuz fikirleriniz ya da dininiz için yapın.
Değer Bilmeyen
Hayatının geri kalan günlerinde, bırak günleri her saatinde mutlu olmayı sen ellerinle ittin. Sen bitirdin bende yücelttiğim seni. Sen istedin geçmişe dönmeyi.. Ben kendimi dünyada tek hissederken sen sıradan gördün. Sıradan değil bayan olamadığı kadar enteresan. Ben senli o kuyudan çıkaracak kova olmak isterken sen ısrarla dipteki taşla kıyasladın. Sen o dipteki kuyuya layıksın. Sana kuyu dibinde yaşınla mutsuzluklar.
Görünen oydu ki ne yaparsam yapayım insanları üzüyordum. Bu da beni üzüyordu. Bu üzüntümle artık “ insanların bensiz nasıl bir hayatı olurdu” diye düşünmeye başladım. Peki nasıl bir hismiydi? O an hiç birşey hissetmedim. Tıpkı sonu olmayan derin bir hiçbirşey gibi. Size korkunç olanı söyleyim. Hiç bir şeye benzemiyor.
Nasılda Kirlenmiş Kalpleriniz, Sorsalar İnsansınız.
size göre insan, bize göre insancık. Kafatasınızın içerisinde olan mercimek tanesi boyutunda ki beyninizle bize kendinizi insanmış gibi göstermekten ve tanıtmaktan vazgeçin. Ego düşkünü olmanız, insanları yargılamanız, kin tutmanız ve yukarıdan bakmanız bize sizin ne olduğunuzu siz söylemeden anlatıyor zaten. Sevmeden aşık oluşunuzu, duyguları sömürmenizi, yalanlar söylerken utanmayışınızı ve zaaflarla oynayışınızı izliyoruz. oynayın tamam. İzliyoruz devam.
Çekilen acılar bir gün mutluluk ve huzur getirecekse kutsaldır. "Yürekli insan" vicdan sahibi, merhametli, onurlu ve dürüst insanların sevgisidir. Bunun maddi değeri yoktur. Dürüst duygulu insancıl insan gibi, insan bu ülke ve bu dünya insanların sayesinde yaşamak ve yaşatmak güzelliğini öğreniyoruz. Düşün ağlayın gülün kalkın koşun yolları ezberleyene kadar tekrarla herkesi dinleyin ama herkese inanmayın herkesten bilgi edinin ama her bilgiyi uygulamayın. Yara alacaksınız çok büyük yaralar alacaksınız muhtemelen ama siz siz olun ne kadar büyük yara alırsanız alın yaralarınızı sevmeyi öğrenin. Yara sevildikçe yerini sever ve sizi iyi eder. Kimseye boyun eğmeyin! hakkınızı yedirmeyin ve dimdik durun. Kin tutmayın keşke demeyin ve her olaydan bir tecrübe payı bırakın kendinize. Bu hayatta annenizi, hayvanları ve kendinizi sevmekten asla vazgeçmeyin kendinize güvenin ve ağlamaktan asla ama asla utanmayın.
Şerefsizsiniz.
İnsanlarla sürekli savaş halindeydim. Çoğunluk olarak hep ben kazandım. Çünkü bende bi tuhaflık olmadığında emindim ve sonunda kenara çekildim. Pes ettiğimden değil, çünkü boş insanlarla diyaloğa girmememin ve onları hayatımdan çıkarmanın daha mantıklı olduğunu düşündüm. Hayatımda şuan çok az insan var hatta çoğu zaman onlarla da görüşmüyorum. Genel olarak tek tabancayım yani. Olsun böyle kafam daha rahat. Şunu da söylim bu hayattan ne kadar korkarsan her şey daha çok üstünüze gelir. Hiç bir şeyden korkmayın, istediğiniz gibi yaşayın bu hayatı. İnsanların boş bakan anlamsız bakışlarını boş verin. Bir şey daha söylim ne kadar çok akıllanırsan insanların gözünde o kadar tuhaflaşırsın. Neden tuhaflaştırdıklarını da anlamadım ama bir aklın varsa bunu sonuna kadar kullan. Bırakın insanlar tuhaf tuhaf baksın size çünkü insanlar göz zevkine uymayan birini gördüğünde anında ezer dışlar aşağılar. Kısacası bütün insanlar birer şerefsizdir üstüne alınan alınabilir. Şerefsizsiniz sürekli yalan söylerken bile yalan söylemede ustasınız. Gözlerimin içine baka baka yalan söylemeleri rahatsız da etmiyor artık.
Bence karşılıksız olan şey sevgi. Evet evet aşk değil bu konuda kesinim. Aşk sonsuz olamaz ve her ne kadar uzun süreli olsa bile karşındaki kişi sana aynı duygu ilen cevap vermezse aşk sönmeye yüz tutar. Ama sevgi hiç öyle değil. İnsanlar aşık olmamalı bence sevmek dururken. Sevgi veyahut sevilmek dünyanın en güzel duygusudur. Sevgi sonsuz ve karşılıksızdır. Sen sessizlikte bile çile de bile ve öfke de bile seversin. Kısacası her şeyin özünde sevgi yatarken neden insanlar aşkı seçiyorlar ki? Neden aşkı seçip aşk acısı yaşıyorlar ki? Siz hiç sevgi acısı çeken duydunuz mu? Peki şu kısacık dünyada neden insanlar birbirlerine nefret beslerler? abi sevin sevilin çünkü o dünyanın en güzel duygusudur. Nefret de etmeyin. Zaten bence kim ne yaparsa yapsın bedelini bi şekilde ödüyor. Ama o yıl içinde ama 20 yıl içinde bi şekilde çıktığına inanıyorum. bu yüzden kimseye kin tutup kalbi karatmak iyi değil. benden uzak dursun kafasında olun
,
Burada çeşitli şekillerde ifade ettim kendimi ama sanırım yetersiz kalmış. Manifesto niteliğinde olsun tekrarlayayım. Burası benim kişisel hesabım canım ne isterse onu yazarım, istediğim hesabı engellerim. Benim kirli işlerim sizi bağlamaz. Hakkımda konuşulanlar da beni bağlamaz. Bazı insanlar şu sosyal medyayı gerçek hayattan daha fazla ciddiye alıyorlar çünkü gerçek hayatta isteseler de hiçbir şeyi değiştiremiyorlar. İstiyorlar ki her şeyin hesabını verelim sırf onlar beğenmedi diye. Ya sıkmayın insanları isteyen istediği hayatı yaşar size ne.
ş
Yalnızlığım.
Yalnızlık ilginç bir tecrübe oldu benim için ilk defa yalnız hissettiğim zaman sanırsam sinemaya gitmek istediğim zamandı. Sağıma baktım kimse yok soluma baktım kimse yok benle gelmesini istediğim insanlar biliyorum gelmezlerdi öyle rastgele birini alsam biliyorum filmi sevmezdi bakıyorum etrafımda insanlar ya arkadaş grupları gülüyor eğleniyor birbirilerine bak burda böyle oldu diye anlatıyorlar ya da sevgililer uzun uzun bakıyor birbirinin gözlerine o an dedim ki “ulan ben yalnızım kimsem yok bu anıyı paylaşacak kimsem değil paylaşmak isteyecek kimsem yok” o günden sonra değiştim ben adım adım biliyorum ne istediğimi ama şunu da diyemeden edemiyordum kendime “la oğlum baksana ne kadar insan var birlikte eğleniyor gülüyorlar hiç kandırma kendini sorun sen de ya şaka mısın o kadar insan var etrafta bir tane bile mi bulamazsın anlaştığın senle gelecek sorun sende o zaman bir şey var sende ve o şey itiyor insanları senden" mutluyum ama kendimi o kadar güçlü hissediyorum ki günler hatta haftalar olmuş kimseyle konuşmamışım adam gibi kimse sormamış halimi keyfimi ama o kadar da keyfim yerinde hissediyordum ki işte o zaman farkettim hiçbir insana ihtiyacım yok
Hayatımın her günü yenilenen tekrarlardan ibaret. Bu tekrarlar bana hayatta yapabileceğim her şeyi planlamayı öğretti. Her sabah uyandığımda yataktan kalmadan önce gün içinde yapacağım hataları, güvenmeyeceğim insanları ve hangi yoldan ilerleyeceğimin planını yapar sonra kalkarım yataktan. Bu planım beni ayakta tutan tek dayanağım. Planım sayesinde en güzel hataları yapar, kimseye güvenmem ve doğru yolu tercih ederim. Kimse benim hayatıma sabah yaptığım planda yoksa giremez. Bir kişiyi hayatıma dahil edeceksem o kişiyi gün içinde es geçerim, gün bitiminde gece hayatıma alıp almayacağımı düşünürüm. Sabaha kalktığımda o kişi aklımda kalmışsa plana dahil ederim. Kimse planım dışında hayatıma giremez. Kimse planınız dışında hayatınıza girmesin.
“Bu hayat senin kararlar doğrular istekler uzar gider. Nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşamalısın. Kadını erkeği yok bu işin, kadında insan erkekten ne bir eksik ne bir fazla. Güzel yaşayın ! yaşamda amacınız ne derler ne düşünürler olmasın. Yaşama amacımız mutlak mutluluk olmalı bizi ne mutlu ediyorsa onu kovalamalıyız.”
Duygusuz insanlara kızmayın
İmkanınız olsa sizde duygusal olurdunuz.
geçmişe gömülmüş ne de çok hatıra var… bir sevgili mesut ise bir başkası ağlar
Sadece Değer Vermek İstemiştim.
Hayatın beni bir kere yanıltmasını istemiştim ben sadece. Bir insanı diğerlerinden ayrı tutmak istemiştim.
Yaşamım boyunca hep iyi bir insan olarak devam etmek istedim ama tanıdığım insanlar hep bir engel oldu. Değer verdiklerim tarafından en büyük darbelere maruz kaldım. Çoğu insan beni alkolik tanıdı çoğu insanda iyi kalpli bir adam. Bu iki seçenektende daima hep kazık yedim.
İnsanlar kendi menfaatleri için çiğnemeyeceği insan bırakmaz. İnsanlar nankör. İnsanlar dünyayı güzelleştirmeyi bir yerlere ağaç dikmek, bir yerlere yapay havuz yapmak sanıyor galiba. Dünyayı güzellştirmek kendini güzellştirmekle başlar. Toplumun içinde insanları hor görmeyen, insanlarla oynamayan biri olmaktır dünyayı güzellştirmek.
Senelerdir insanları izlerim. Kendimize izlerim. Özellikle sosyal medya denilen topluma çok hakimim. Kimin ne yaptığı, nasıl bir ruh haline büründüğünü, neleri sevdiğini yada neleri sevmekten geçtiğini hepsini kafamın içinde toplarım. İzlemlerim hep o kişinin değiştiğini gösterir. Ya bide bu insanlarda salakça bir zihniyet var. “ Zaman değiştiriyor”. Buna inanan bir toplum var ya. Hassiktir zaman neden insanları değiştirsin. İnsanlar bu şekilde yaşamayı seçiyor zamanın ne suçu var. Tanıdığım insanlar içinde halen güzel kalabilmiş olanları var. Zaman denilen olay neden bunlara bir şey yapamadı. Zamani yaşam değil, insanların olması gereken hali alması. Bir insan iyi biri olmak ister olur. Bir insan şerefsizin önce gideni olmak isterse olur. Yani bu tamamen kişinin düşüncesiş ve kendine saygısıdır.
Benim değer veripte değer aldığım olmadı. Yani uzun bir süredir olmadı ortalama 10 yıllık bir süreç. Ama ben insanlara değer vermekten asla vazgeçmedim. Çevremde ki zihniteyi çirkin insanları güzelleştirmek için elinden geleni yaptım. Çok şükür elhamdüllilah çoğu zaman başardım. Bu benim tamamen durur kaynağım oldu. Çok kalpte kırdım bunu kabul ederima ama çok güzel gönül almasını da bildim. Çoğu insan gönül alma kavramının ne olduğunu bile bilmiyor. Ya kendileri öyle bir şey görmemiş yada çevresinde görememiş.
Yazdıklarım ne kadar irdeleyici olursa olsun hayatım boyunca yazdıklarımdan hep olumlu yorumlar aldım. Çok kişinin azından çıkaramadığı kelimelere öncülük ettim. Çoğu insanı kitap okumaya yönettim. Çoğu insana da laf söylemesini öğrettim. Bu benimn başarım, gururum, zaferim.
Küçüklüğümüz fakirlikten ibaret olduğu için okul okuyamadım. Ama isterdim yani okumayı ama o anki koşuıllar ona izin vermedi. Ortaokul bitiminde çalışmaya başladım. Sonra babamın durumu düzeldi oku falan dedi ama bu seferde para çok tatlı geldi okumadım. Pismanmıyım derseniz çoğu zaman ama hep değil. Okuyupta karşımda iki kelimeyi bir araya getiremeyen insanları görünce iyiki okumamışım diyorum. Ne bileyim farklı düşüncelerle sanki beyinleri yıkanmış gibi geliyor. Yada o kadar ders o kadar stres ve o kadar gereksiz problem içinde hep sıyırmış olduklarını düşünürüm. En basiti eski ortağım vural. Okumuş ama boşa. O okumuşlukla halen birilerinden akıl alan birisi.
Bakın herkesten akıl alabilirsiniz danışabilirsiniz ama kesinlikle yapayın. Bu sizin özgüvenini yerle bir eder. Daha sonrasından kendi kararlarınıza güvenemez ve başkalarının aklıyla yaşayan bir asalak olursunuz. Sadece kendinizi dinleyin. Bir düşünceyi hayata geçirmeden önce sürekli sürekli tekrar edin. Hayalini kurun ve eğer hayalinizde başarılı olduysanız devam edin.
Şimdi şöyle bir gerçek var ki kimse verdiği değer kadarını alamıyor. Bak ben buna sonuna kadar katılıyorum. İnsanlar şımarmış amınakoyum. Az bişey ilgi görünce değer görünce karşılık vermek yerine götü başı dağıtıyorlar. Lan biz seni insan yerine koyup değer vermişiz neyin tatavasındasın sen daha. Sizin gibiler yüzünden kalbinin temiz olduğuna inandığım insan sayısıda azalıyor. Bir insana güvenmekten korkar olduk, bir insana değer vermekten korkar olduk bir insanı sevmekten korkar olduk ya olaya bakarmısınız. Dünyayı ve insanlığı getirdiğiniz nokta bu işte. Sizin gibiler yüzünden bunca pislik, bunda kin, insanlardaki bu öfke, kavga, savaş, zina, çalma v.s. bunların hepsi sizin yüzünüzden. Bunların hepsini sizin üzerinize atacağız çünkü biz olsak bunlara izşn vermezdik.
Bu hayatta yaptığımız bütün iyiliklerin asıl nedeni kendimize iyilik. Biz insanları doğru şekilde yönlendirip eve gidince başımızı yastığa rahatça koyabiliyoruz. Sahi siz nasıl yapıyorsunuz bu vicdansızlığı ya. Bakın ne kadar yaşayacağımızı kimse bilmiyor. Yarına çıkarmıyız bunu kimse bilmiyor. Eğer bu hayatta birazcık yaşadığınıza inanıyorsanız bu hoyrat görünümünüzden vazgeçin. İyi biri olmayı hedef edinin. Tüm kapılar size açılır o zaman. Siz bizden olduğun sürece bizim diğer insanlarla savaşma gücümüz olur.
Yeter bence.
Sen iyi ol
Gerisini Geride Kalanlar Düşünsün.
Neyin arkasına saklanıyorsunuz.
Siz hala saçma sapan bahanelerin arkasına sığınmaya çalışıyorsunuz. Başım ağrıyor, Bugün çok yorgunum, Saçım kötü, Tırnağım kırıldı gibi genel olarak küçük sorunları kafanızda büyültüp dert edip, kendinize ve sevdiklerinize zamanı zehir ediyorsunuz. Şükretmek ve içinde bulunduğumuz durumları
1 note
·
View note
Photo
ÜLKE GÜVENLİĞİNİ TEHLİKEYE DÜŞÜRDÜLER
Meclis’te hiç bir şey olmasa bile çok acayip bir şeyler oldu. Daha önce AYM tarafından iki kez iptal edilen “güvenlikçi” bir kanun teklifinin tekrar yasalaşması için meclise getirilmesi ile çok acayip gelişmeler yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.
Daha önce de Anayasaya aykırılığı sebebiyle AYM tarafından iki kez iptal edilen, "Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu" tekrar yasalaşması için meclise teklif getirilmesine; "Anayasaya açıkça aykırı maddeler içeriyor ve fişlemeyi yasal hale getiriyor" diye itiraz eden muhalefetin oylarıyla reddedilmiş.
Bu durum karşısında AK Parti ve MHP'nin grup başkan vekilleri ise tepki göstermekle kalmamış, (kimilerine göre; "Anayasaya aykırı olduğunu bile bile") Meclis başkanlığına içtüzüğe aykırılık ve usulsüzlük iddiasıyla itiraz etmişler. Bunların hepsi siyasi kısır tartışmalar ve polemiklerdir.
Burada asıl konu, iktidar partisinin Meclise getirdiği bir yasa teklifi ilk kez neden reddedildiğinin sebep ve sonuçlarını irdelemek gerekir. Bunun içinde önce bazı sorulara cevap bulmamız gerekliliğidir.
Önce sorulması gereken en önemli sorular şunlar?
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bu işi halledebilmeleri mümkün iken sonucun böyle çıkmasını planlayarak mı meclise getirdiler?
Bu kanun teklifinin görüşüleceğini bilmelerine rağmen, güvenlik soruşturması kanunun çıkmasını istemeyen, korkuları olan milletvekilleri mi var ki, oylamaya katılmadılar !?
Bu kanunun RET edilmesi için AK Partili ve MHP'li vekillerde dolaylı destek vermiş olabilirler mi?
İtiraz kabul edilmezse şunlar olacak; - TBMM İçtüzüğü’nün 76. maddesinde, TBMM'de kabul edilmeyen düzenlemeler için, “TBMM tarafından reddedilmiş olan kanun tasarı veya teklifleri, ret tarihinden itibaren bir tam yıl geçmedikçe TBMM'’nin aynı yasama dönemi içinde yeniden verilemez" hükmü gereğince üzerinden 1 yıl geçmeden yeniden Meclise getirilemez.
İzahı olmayan hatta karışık olan böyle işlerin mizahı da olacağına göre biraz mizah ve sonrasında gerçeğe dönerek konuyu sonlandırayım artık.
Cumhur ittifakının partileri "Güvenlik Soruşturması" kanun teklifine RET oyu veren muhalefete; "ülke güvenliğini tehlikeye düşürdüler" suçlamasıyla yaygara çıkarıp, sonrasında da RET'çi partilerinin kapatılması istemiyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığını göreve çağırmak isteyebilirler mi? - AYM istedikleri kararı vermediler diye tamamen kapatılmasını isteyen siyasiler varken neden olmasın...
Gerçeğe dönersek;
Güvenlik soruşturması terör örgütleri üyelerinin ve kriptoların devlete sızmasını önlemek için olmalı. Ancak bu soruşturma adil olarak yapılıp iktidardaki partilerin muhalifleri fişlemeye ve partizan kadrolaşması aracı haline dönüştürülmemelidir.
Velhasılı kelam; Ülke güvenliğini gerçekte kimin/kimlerin tehlikeye düşürmek istediğini izleyip göreceğiz...
Vesselam.
Sadi ÖZGÜL
0 notes
Photo
Ne zaman üzülsem aklıma hep aynı yüz geliyor. Gözlerim ne zaman dolsa hep aynı ses çınlıyor kulaklarımda. İnsanın boğazındaki düğümün ismi hiç değişmiyor. Kalp dediğin hep aynı yerinden sızlıyor.Birine gerçekten inanınca da onu sana söylediği tek yalanla evrenin en yalancısı ilan ediyorsun mesela. Kimden bir yalan duysan hemen onun ismi düşüyor hatrına artık. Yeryüzündeki bütün yalanları o söyledi.Yeryüzündeki bütün yalanları sen söyledin.Dünyanın tepsi gibi olduğu yalanını, annelerin hiç ölmeyeceği yalanını, 40 kere söylersek olur yalanını. Hepsini sen söyledin.Güneş’e Ay desen inanırdım gerçi ben de. İnanmak isteyince yalanmış gerçekmiş pek bir önemi olmuyor. Buradan sekiz bin kilometre ötede ineğin dinine inanıyor adamlar. Ben sana inanmışım çok mu?Kaç doğum günü kutladım, kaç çiçek soldurdum, kaç kitap bitirdim, Güneş kaç kere şuradan doğdu ve bak işte yine şuradan batıyor bilmiyorum. Ama ben uzunca bir süredir “Ne olurdu?” diye soruyorum.Ne olurdu herkesin herkese kıydığı bu beş para etmez dünyada sen bana kıymamış olsaydın?Ne olurdu herkesin birbirine zindan olduğu bu kapkaranlık dünyada sen benim güneş gören pencerem olsaydın?Herkes elinde kafesle gezerken sen bana ağaç olsaydın ve şu üzerinde yürüdüğümüz sokaklar bizi iki yabancı bilmeseydi, ne olurdu?Burası kocaman bir eşik ve inan bana aşılmıyor. İnsan aşamadığı yerde kendini deliliğinin eline bırakıyormuş, tam burada öğrendim.İçimden hiddetle kapanan kapı sesleri geliyor sürekli, susturmaya çalışmaktansa kulak kabartıyorum artık.Sen ellerin başında her şeyin nasıl böyle mahvolduğunu düşünerek yürürken ben de aynı şeyleri düşünüp önümdeki çayı soğutuyorum.Sen karşındakini dinliyor görünüp içinden kocaman bir keşke geçirirken ben de aynı keşkeyi sadrıma oturtuyorum.Asla çalmayacağın kapılara sensin diye koşuyorum.Kalbimden parmak uçlarıma uzanan bir sızısın ve ben seni ömür boyu orada taşıyacağım, biliyorum. Her şeyi denedim. Yemin ederim. Uyurken dişlerimi sıktım, kapıları çarparak kapattım, sessizce bir şeylerle uğraşırken içimde bir yerlerde ellerimi yüzüme kapatıp hayır diye sayıkladım.Alışmamak için her şeyi yaptım. Zaman hiçbir şeye göz ucuyla bile bakmadan ilerliyor, ömürler bitiyor ve ömürler başlıyor, kıtalar birbirine yaklaşıyor, koca buz kütleleri eriyip okyanuslara karışıyor ve her şey hep her şey olarak kalıyor. Biter zannediyordum ama sevmek bitmiyor mesela. Yoruluyor, bitap düşüyor, yerlerde sürükleniyor ama asla bitmiyor. Özlemek asla sona ermiyor. Artık özlemiyorum dediğim zamanlarda bile bir köşe başında boğazıma düğüm oluyor. Alıştım ben de bu yüzden. Biten her şeyin bitmesine, giden her şeyin gitmesine izin verip; kurtulamadığım ve düzeltemediğim her ne varsa boyun eğip alıştım. Alışmak çürümektir. Ben çürümek için toprağın altına girmeyi bekleyemedim ve ne zaman gözlerim gökyüzüne ilişse hani ölüler gömülürdü diye sormak gibi bir huy edindim. Tüm takatimle kaçtığım yerden yazıyorum; Dünya yuvarlakmış.Hayatın bir noktasında, iyi olmadığınızı ve bir daha hiç iyi olmayacağınızı fark edip kabulleniyorsunuz; şu an tam o noktadayım.Demek ki buymuş payıma düşen deyip bütün ziyan oluşumu omuzladığım noktadayım, aksi için çabalamaya pek niyetim yok artık.Şimdi tek başıma pencerenin önünde öylece durmaya varım sadece, gölgesine razı bir fesleğen gibi.Herkesin, onu olduğu kişi haline getiren bir hikayesi var ve bazı şeylerin izahı yok.Bunları yaşamak zorunda mıydım diye isyan ediyorum bazen, bunca kötülüğün kol gezdiği dünyada sen de bir şeyleri omuzlamalısın diyorum sonra.İnsan ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, yine kendi içiyle sarmalanıyormuş meğer. Bunu öğrendiğim gün büyüdüm.İnciten tarafta olmaktan Allah’a sığındım hep. Olduğunuz tarafta olmaktan Allah’a sığındım.Ama ben öldürdüğünüz her duygu için bir çocuğa gülümsüyorum.Almadığınız her gönül için pencereme bir saksı konduruyorum.Uzatmadığınız her el için bir yarayı sarıyorum.Kalbimde kocaman bir uçurum var ve ben her gün oradan düşüyorum.
5 notes
·
View notes
Text
Münafık neden kâfirden daha eşeddir?
Night Hunter filminde Dedektif Marshall'ı kişileştiren Henry Cavill'in 'kendisine neler olduğunu' anlattığı bir sahne var. Kızıyla konuştukları bir kesittir. (İzleyenleri hatırlamıştır.) Kısaca diyor ki orada: "Doğduğunda işler zorlaştı. Herşeyi denedim. Terapiyi bile. Seninle ilgili değil. Geceleri ışıklar kapandığında odayı görürsün değil mi? Peki ya ışığı sürekli açıp kapatırsam? Hiçbirşey göremezsin. Takip ettiklerim karanlıkta yaşıyorlar. Sen gelene kadar görmek çok kolaydı. Çünkü sen ışığımsın." Mevzuun optiğe bakan yanını anlamak kolay. Karanlıkta kaldığınızda gözünüz, daha doğrusu gözbebeğiniz, genişleyerek ortama adapte olur. Nesneleri az-çok seçmeye başlar. Şekillerini kabaca algılar. Bu nedenle yeniden ortama ışık bastırdığında geçici bir körlük yaşarsınız. Gözbebekleriniz küçülerek maruz kalınan ışığın miktarını azaltır. Makule çeker. Körlüğünüz geçer. Ancak bu karanlık-ışık geçişlerini sıklaştırırsanız, hem körlüğünüz kalıcılaşır, hem de gözleriniz ağrımaya başlar. Çünkü göz böylesi hareketleri sık yapmaya yatkın bir organ değildir. Mürşidim kısa bir mealiyle "Neredeyse şimşeğin ışığı onları kör edecekti!" buyrulan Bakara sûresinin 20. ayetini tefsirinde ilginç bir noktaya dikkatlerimizi çeker: "Gözün şuaı, eşyanın şekillerini alıp getirirken, gecenin gözü hükmünde olan şimşek, kemal-i sür'atle hücum ederek, gözün elinden o şekilleri alır, götürür. Sanki, zulmeti kaldırmakla eşyayı gösteren şimşek, o bedbahtların eşyayı görmelerine razı olmadığından, onların gözlerinin şuaından o şekilleri alıp götürüyor." Bu izahı nereden hareketle söyler peki? İşaratü'l-İ'caz aşinaları cevabı bilirler ya fakat bilemeyenler için bir hatırlatma geçelim: Ayette geçen 'yahtafu' kelimesi üzerinden. Çünkü bu kelime 'kaptırmak' manasına gelmektedir. Ben, biraz da yukarıda konuştuklarımızdan hareketle, Bediüzzaman'ın bu tefsirini şöyle anlarım: Bir fırtınanın karanlığında, o karanlığa adapte olan gözler tam manzarayı az-buçuk seçmeye başlayacakken, birden bir şimşek çakar, ışık düzeyi değişir. Gözün adaptasyonu berbat olur. Yeniden kıvamını bulmaya çalışır. Aydınlık normalde 'gördürücü' birşeyken bu anlık hali, yani devamsızlığı, aksine 'körleştirici' olur. Ancak burada daha başka birşey var. Bu iş göz işi değil. Göz sadece bir temsil. Bakara sûresinde geçen bu tasvirler bize aslında 'münafıkların psikolojisini' anlatıyor. Onların hakikate muhatabiyetlerindeki ikircikli halin onları düşürdüğü şaşkınlık ortaya konuluyor. Hatta Bediüzzaman aynı bahiste diyor: "Kâfirlerin kalbleri gibi münafıkların da kalbleri zulmet ve azap içinde bulunduğuna işarettir. Zira yaptıkları cinayet ve kusurlarından dolayı vicdanları dahi onları tazip etmekten geri kalmıyor. Evet. Bizzat yaptığı cinayetin cezasını gören bir adamın vicdanı müsterih olmaz." Arkadaşım şimdi buraya kadar konuştuklarımızdan cesaret alarak 'içimizin yasasına' dair şöyle birşey söylesem şaşırır mısın: Mutluluk da bir ziyadır. Yani bir ışıktır. Kalbin gözü, yaşadığı ortamın durumuna göre, ondan bir parça alabilecek şekilde adapte olur. Az-çok birşeyler seçer. Hani Bediüzzaman'ın İslam'dan çıkanın saadet yönünden doğma-büyüme kâfire bile yetişemeyeceğini açıklarken söylediği birşeydir: Kâfirin açık kalmış bazı lâmbaları olabilir. Fakat mürtedin gönlünün bütün ışıkları sönmüştür. Ben onu, işte biraz da bu bahisten hareketle, şöyle anlarım: İslam'ı kevserinden bir kere tatmış, diline bu bal bir kere dokunmuş, damağı bu lezzetle tanışmış, artık ne kadar ağzını kezzapla çalkalarsa çalkalasın bu tattan kurtulamaz. Hakikate aşina vicdanı ona 'olması gerekenin' sinyallerini verir. Bu sinyaller hiçbir zaman 'kâfircesine bir habersizlik içinde' susturulamayacağı için de, münafık, kâfirin dahi kavuştuğunu sandığı saadetten mahrum edilmiştir. Tıpkı, ertesi gün idam edileceğini bilen bir mahkûmun, bu kem akıbetten haberi olmayan sair mahkûmlar gibi yediklerinden lezzet alamaması gibi. Hatta 'yiyememesi' gibi. Doğrunun şimşeği sürekli çakarken kalbinin gözü mutluluğu görmeyi başaramaz. İsterse en kara şeytanları arıyor olsun. Anlık parlamalar bu kadarcık bir görmeyi dahi elinden almıştır. Gözünden önce kalbinin ellerinden kapmıştır. Evet. "Münafık kâfirden eşeddir." Çünkü gözünün ışığa tahammülü yoktur. Her parıltıyla savaşır. Her nurla kavgalıdır. Çünkü aydınlığa dair herşey onu 'ecnebi dinsizleri gibi' olmaktan alıkoyar. İslam'ın tezahürleriyle bu yüzden kavgalıdır. Yani dışına taşırdığı içinin kavgasıdır. Gözünün ağrısıdır. Allahu'l-a'lem.
5 notes
·
View notes
Text
Nerede / Nereye / Niye
Vahametin ortasında sanki hemen her şey “normalmiş” gibi, hemen hemen her şey olağan akışındaymış gibi davranılıyor. Devletin paralize ettiği, görünmez olarak ilan ettiği ya da bildirdiği yaralar, yıkım ve fecaatler dört bir yanı kuşatırken bunların genel geçer olduğu sanrısı yineleniyor. Her şey bir bariz riya ile geçiştirilmeye çalışılıyor. Vahamet o yıkımın da, tükenişin de bu sahadaki yan yana hali her güne içkinliği iken bunlar ‘teferruat’ olarak aksettiriliyor. Her gün artık bir kıyamet kılınırken var edilmiş vahşet, adım başı kol gezen şiddet peyderpey kılınırken, istikamet kötülüğün ta kendisinden devşirilirken bunlar genel geçer, gündelik meseller olarak aksettiriliyor. Böyle bir döngünün endişesinin taşınması bir yana sorgulanması bile imkansız kılınıyor. Bu kadar lalettayin olanın, biteviye yaraları var ettiği bir hakikatken sorun değilmiş gibi davranılsın isteniyor.
Her şey böyle basite indirgenebilir mi? Hayat böylesine devletin elinde oyuncak kılınan, anılan, kurgulanan bir mesele midir? Kesintisiz cerahatin ortasında o hayattan tek bir an olsun bahis açtırılmazken, bütün gümbürtüde yaşama eylemi çalınırken, yük, ekonomik ve sosyolojik olarak yükseltilirken nedir ki basit olan? Bugün dönüşen güncelliği sağlama alınmış olanın hayattan gayri bir şey, eylem olduğu ortadayken bütün bu bezirganlığa tüm o vahim olana biat / itaat istenmesi düşündürücü değil midir? Çürümüşlüğün ortasında yol nereyedir? Bunca afaki var edilenin kolay değil doğrudan ve kati kırımın ortasında hayat ne demektir, her neyi bildirendir? Bir istikamet, bir yön ya da bir gelecek iş şimdide var olanlarla bildirilmeyen / görülmeyen bir meseledir. Çürümüşlüğün dosdoğru yenilendiği, her dönemeçte yeniden bir atılım / şahlanma / silkinme bahisleri açılırken dipsiz enikonu kokuşmuş olanın varlığı kanıksatılmak istenir, iyi de nereye kadar?
Takvim yaprakları düşer. Bir koca senenin ağır yükünden kurtulacakmışız gibi yepyeni denilen oysa dününün tekrarı olagelen bir gün daha başlar. İki binlerin ilk on yılı tamama ererken yeni başlayan döngünün bu sınırda şu yukarıda kısaca değinilmiş olandan her ne kadar farklı olmadığı afaki ortaya çıkar. Neo-faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemde her bir yandan, dünyanın dört bir bucağından hayat için direnme sesleri, mücadele ağlarının ortasında bu sahanın halinin her ne olduğunu, kestirmeden Akademisyen Sibel Özbudun, Mezopotamya Ajansı’ndan Lezgin Tekay’a verdiği mülakatta açıklar. İşitmek bir yana, görülmesi bir yana, var edilen katran karanlığının her nereye doğru bir menzili dönüşüme tabi tuttuğunu görmek için anlamlıdır, o cümleler, aktaralım.
“Özbudun, sağ siyasetin bugün birçok versiyonunun yükselişte olduğunu, merkez sağın çöktüğünü ancak neofaşizan sağın onun yerini aldığını kaydetti. Özbudun, neofaşizan sağ partilerin bir yandan ezilen konumlarını yitirmekte olan sınıfların güvence ihtiyaçlarını karşılarken diğer yandan ise yükselen sınıfların pastadan payını arttırma heveslerine de tercüman olduklarını söyledi. Bu partilerin “yerli ve milli” söylemlerinin sadece birer söylemden ibaret olduğunu ekleyen Özbudun, “Daha yerlici ve daha korunmacı bir söylemle geleneksel sağdan kendilerini ayrıştırıyorlar. Bir yandan çok uluslu şirketler karşısında payını arttırmak isteyenlerin ve yeni sektörlerin önünü açıyorlar. Bir yandan da kapitalizm tarafından, yoksullaştırılmış, yersizleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş, hayatları tarumar olmuş insanlara karşı, eskiye dönüş, eski dengeleri bulma vaadi yaratarak bu iki kesim arasında bir çıkar ortaklığı sağlıyorlar” dedi.
Dünyadaki bu sağ partilerin yükselişinden Türkiye’nin de bağımsız olmadığını ifade eden Özbudun, mevcut siyasal iktidarın 2002 yılında geldiği zaman askeri vesayet rejimini geriletecek demokrat bir parti izlenimi yarattığı için birçok liberal tarafından desteklendiğini hatırlattı. Özbudun devamla şunları dedi: “İktidar, Kürtlerle masaya oturdu, askeri vesayet sisteminin düğüm haline getirdiği Kürt sorununu ‘Ben çözüyorum’ dedi. Sonra masa devrildi. Ergenekon ile yanaşmaya başladı. Arkasından hendek bahanesiyle Kürtlere karşı çok ciddi bir savaşa girişti. Arkasından Fettulah Gülen’in sarkık darbe girişiminin ardından başkanlık sistemine dönüştü. Şimdi mevcut iktidarın dünyadaki bu yükselişin neresinde durduğunu söylemek gerekirse tam ortasında duruyor aslında. Yani bu bize, neofaşizan sağın statik bir oluşum değil, dinamik bir oluşum olduğunu gösteriyor.2002’den 2019’a kadarki gelişme hattı bu hareketlerin son derece esnek son derece kendilerini durumlara göre adapte edebildiğini gösterdi. Geleneksel faşist partilerden farkları olarak bu söylenebilir; çok esnek oldukları, çok pragmatik oldukları, çok koşullara uyarlanabilir oldukları. Bir yandan gelişmelere ayak uydururken asli öğelerinden vazgeçmediğini gösterdi. Dolayısıyla bu anlamda Türkiye’deki çok tipik bir vakadır. Çok incelenmesi gereken bir vakadır. Prototip olarak ele alınması gereken bir vakadır.”
Özbudun dünyada çok ciddi bir şekilde emek hareketinin baş göstermeye başladığını ifade ederek, yükselmekte olan neofaşizme karşı panzehir oluşturacak olan gücün emek eksenli taleplerin yükselmesi olduğunun altını çizdi. Özbudun son olarak, “Tabi ki ekolojik, feminist, etnisist taleplerin bir kenara bırakılması gerektiğini söylemiyorum. Ama bu iki eksenin birleşmesi, kimlik bazlı hareketlerin emek ekseni etrafında toplanmaları gerektiği kanaatindeyim. Faşizmin kadın düşmanlığının, yerliciliğinin, yabancı düşmanlığının, çevreye karşı hoyratlığın benzeri bir dizi hoyratlığın son bulmasında çeşitli muhalefet eksenlerinin, emek omurgası etrafında emek eksenli bir reddediş, itiraz hareketi etrafında birleşmesi ile ben geriletileceğini düşünüyorum” diye konuştu.”
Bir normatif kılınmaya çalışılan kötülük cüretinin boyutu, aldığı kalıp ve vardığı halin, en içten karşılığı birkaç cümle ile çıkagelir. Böyle bir halde, günü, dünün, dün gibi kötülükle hemhal kılarak, her anı gözetip, denetleyip, yıkıma rehin ederek bir menzilin varlığı tescil olunur. Bir Türkiye gerçekliği ortaya çıkartılırken faşizmin göndere çekilmesi, istikamette tek belirleyen olmasının zemini sağlama alınır. Bu kadar afaki kılınanın vahamet değilmiş gibi değerlendirilmesi bir yana oluşturulan yıkıma da kayıtsızlık vazolunur. Bunca açıkta, bu kadar kesintisiz var edilmiş olanın karşısında hayatta her nasıl var olacaktır sıradan, dert bunadır! Bildiğimiz anlamlarda direniş tahayyülünün her renkte her kimlikte ortak bir halle var edilmesinin gereksinim olduğu meydandadır. Millenyumun ikinci on yılı iş bu raddede böyle başlamaktadır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Van M Tipi Cezaevi'ne sevk edildiği sırada rahatsızlanarak YYÜ Hastanesi'ne kaldırılan ve hastane odasının penceresinden atlayarak yaşamını yitirdiği iddia edilen İslam Kaya’nın ölümü aydınlatılmıyor. Aile ve avukatlar, "İki kolu yatağa kelepçe ile bağlı bir kişi nasıl intihar eder?" diye sordu.
Tutuklandıktan sonra Van M Tipi Cezaevi'ne sevk edildiği sırada rahatsızlanması üzerine Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Dursun Odabaşı Hastanesi'ne kaldırılan ve hastane odasının penceresinden atlayarak yaşamını yitirdiği iddia edilen İslam Kaya’nın ölümü aydınlatılmıyor. Adli bir suçtan dolayı hakkında açılan dava kapsamında 16 Ağustos 2019’da tutuklanan Kaya, Van M Tipi Cezaevi'ne sevk edildiği sırada rahatsızlandı. Ardından hastaneye kaldırılan Kaya, yoğun bakımın ardından tutuklu/hükümlü koğuşuna yatırıldı. Tedavisi burada devam eden Kaya'nın, 27 Ağustos 2019 tarihinde bulunduğu odanın penceresinden atlayarak, yaşamına son verdiği iddia edildi. Kaya, yapılan müdahalelere rağmen kısa bir süre sonra ise yaşamını yitirdi.
Yaşanan ölüm olayıyla ilgili o an orada bulunan askerlerin hazırladığı raporda ise, ilginç bir detay yer aldı. Kaya'nın yatağa kelepçelendiği ifade edilen raporda, şu ifadelere yer verildi: "İslam Kaya'nın tedavisi devam ederken, hastanede görevli hemşirenin serum takmasına müteakip, kolundaki serum iğnesini sökerek, servis odasındaki cama doğru hareketlenmiş ve bir ayağına pencereden sarkıtması esnasında müdahale edilerek, İslam Kaya tekrar yatağına yatırılmış ve yatağa kelepçelenmiştir. Saat sabah 03.00 sıralarında odaya gelen hemşire hastanın ateşinin olduğu ve camın açık kalması gerektiğini söyledi. Şahıs tekrar uyumaya başlayınca nöbetçi askerler sabah namazını kılmak için mescide indi. O sırada kalan asker namaza giden askerleri telefonla arıyor. İslam Kaya'nın kelepçelerini sökerek pencereden aşağıya atladığını söyledi."
Müvekkilinin iki bileğinin de kelepçeli ve yatağa bağlı iken kelepçelerden kurtulmasının mantıklı bir izahı olmadığı belirtilen dilekçenin devamında, "Kaya'nın, bilekleri ya kelepçelenmiş ya da bilek kalınlığı göz önünde bulundurulup gerekli ayarlama yapılmamıştır. Her iki durum da görevli personel, dolayısıyla idare kusurludur. Kendine ve etrafındakilere zarar verebilecek davranışlar sergilenebileceği kuvvetle muhtemeldir. Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur. İdare, Kaya'nın kendisinin eyleminden kaynaklandığı düşünülen ölümünü engellemek ve kişinin yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü ihlal etmiştir" ifadelerine yer verdi.”
Vahametin ulu orta hali, biteviye kılınan fasit döngüde her hamle yeni bir kırılmayı hep beraberinde getiren ve güncelleyendir. Türkiye adı yeni veya eski fark etmeksizin tüm ol biteviyeliğin hudutlarında behemehal çürüten bir menzildir. İnsan hak ve hukukunun bir biçimde alaşağı olunduğu, eşitlik, adalet, hak ve hürriyetin hiç edildiği, müştereklerimizin ayaklar altına alındığı, çiğnendiği bir uzamda bu yer / şu saha bir yaşam vermez. Kalıcılık ve sağlama alınan bu tahakküm halleridir iç çürüten, tüm o hazandır mesele. Burası artık hayatın yerilip yutulduğu bir güncelliğin sahnesi kılınandır. Böylesi bir yerde hayat bahsi dahi olunmayandır. İslam Kaya’nın canının çalınması da bu minvalde, o toplama dahil edilmiş olan bir tavırdır. Türkiye devleti, toplumunun önemli bir kesimiyle linci, yok etme, hayattan çalmaları onaylayan bir halle, tavırla bütünleşik haldedir. Böylesi bir yerde hayatın ederi, anlamı tanımlanmayandır.
Gazete Karınca’dan aktaralım: “İstanbul’un Fatih ilçesindeki bir binanın önünde battaniyeye sarılı bir erkeğin cansız bedeni bulundu. Yeniçeriler Caddesi Çemberlitaş tramvay durağı yakınındaki binanın önünde hareketsiz yatan bir kişiyi görenler, durumu sağlık ve polis ekiplerine bildirdi. Sağlık ekipleri, üzerinden kimlik çıkmayan kişinin hayatını kaybettiğini belirledi. Polis ekiplerinin yaptığı incelemenin ardından ceset, Adli Tıp Kurumuna götürüldü. Çevredekiler, hayatını kaybeden kişinin sokakta yaşadığını iddia etti.
Saadet Partisi’nin geçtiğimiz günlerde hazırladığı rapora göre Türkiye genelinde 80 ile 100 bin, İstanbul’da ise 6 ile 8 bin kadar kişi evsiz olduğu için sokaklarda yaşıyor. İstanbul’daki evsizlerin çoğu Fatih, Beyoğlu, Kadıköy, Üsküdar, Beşiktaş ve Şişli ilçelerinde yaşamaya çalışıyor. Rapora göre bu evsizlerin yüzde 99’u, geçici barınak bulamadıkları için sokakta kalıyor.”
Vahim olanın yakıcılığı örtbas olunur. İstanbul’un ortasında bir insanın donarak hayatını yitirmesi ancak bir satırla duyurulur. Yolların, sokakların, menzilin iş u bütün memleketin yaşatmama hali artık göreceli değildir, doğrudan, kesintisiz ve mütemadiyen birilerinin ol hayatına göz koyarak güncelliği sağlama alınandır. Yasın her kime, her ne şekilde, her ne ve nereye kadar tutulacağının yolu / yönü güncellenendir. Bir insanın canı çalınır. Ekranda lakırdılar, savaş şakşakçılığı, destan yazmalar, asmalar kesmeler, mehmetim ileri cümleleri, bir dolu lakırdı arasında sıradanın hayatının yenilip yutulması pas geçilir. Bir kaldırımda ismi bile anılamayan, kim olduğu dahi sorgulanmayan bir can katledilir. Yoksunluk, yoksulluk ve daha pek çok etmenin saklanamayacağı tüm bu yukarıdaki hallerin dengi bir / bütün / toplam Çemberlitaş’ta var edilendir. Hayat iş bu sahada her nedir, yanıtsızdır. Bir can alınır, başka bir hikaye daha böyle kolayca sonlandırılır. Yağmur yağar ve hayat olağan akışına geri döner, dönebilir mi sahiden de, sorusuna dahi yanıt yoktur, bilinmeyendir.
Gerçekliği, vahamet dediğimiz şeyin her ne olduğuna dair bir başka örnek de Bakur Kürdistan’ından çıkagelir. Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım. Arjin Dilek Öncel’in haberidir: “Köydeki evi ateşe verildikten sonra göç ettiği kentte baskılardan kurtulamayan Şafii Hayme’nin 9 nüfuslu ailesinden 8’i cezaevinde kaldı. 70 yaşındaki Hayme, “Oğlum diye iki tabut taşıdım, iki mezar kazdım, ikisi de oğlum değildi” dedi.
Hayme ailesinden cezaevi ve nezaretle tanışmayan tek bireyi konuşma ve işitme engelli oğulları. Anne Şaide Hayme (62) ile birlikte bir ömre sayısız cezaevini sığdıran ailenin mücadelesi Silvan’da başlar. Diyarbakır’ın Silvan ilçesi Kemuk köyünde yaşayan Şafii ve Şaide Hayme çiftinin Mahmut (39), Arif (37), Mehmet (Devrim) (33), Bejan (31) İbrahim (27), Şenay (23), Berivan (20) adında 7 çocuğu olur. 90’ların karanlığında sayısız kez gözaltına alınan baba Şafii Hayme’nin, 92’de köy korucuları tarafından evi yakıldıktan sonra aile Diyarbakır’a yerleşir.
Köy korucuları tarafından defalarca yaşadığı eve zarar verilen Hayme, evi yıkıldığı güne dair unutamadıklarını şöyle anlattı: “Evde bulunan yiyecekleri ve kıyafetleri bir yere toplayıp yaktılar. Ardından beni aradılar. Hayvanlarımın olduğu ahırı da yakacaklarmış, onlardan biri kapıyı açmış, neyse ki hayvanlar yanmaktan kurtulmuş. Evimden geriye bir şey bırakmadılar. Göç etmek zorunda kaldım.”
2007’de 6 ay, 2009’da ise 1 buçuk yıl tutuklu kalan Hayme, tahliye olur. 2010 yılında Hayme, yine cezaevinde, ancak bu kez de sıra çocuklarına gelir. Hayme ailesinin fertleri değiş tarihlerde birçok kez “Örgüt üyesi olmak”, “Örgüte yardım etmek” ve “Örgüt propagandası yapmak” gerekçesiyle sık sık gözaltına alınarak tutuklanır. Şafii Hayme’nin oğlu İbrahim Hayme, 2010 yılında babasından birkaç ay önce tutuklanır. Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen İbrahim’den sonra Arif tutuklanır. O da kardeşiyle aynı cezaevine konulur.
İleriki yıllarda İbrahim, yargılandığı davadan 19 yıl ceza alır. “2 oğlum ve ben aynı cezaevinde kalıyorduk. İçerisi mi, dışarısı mı evim, karıştırıyordum bazen” sözleriyle içinde bulunduğu durumu özetleyen baba Hayme’nin oğlu Bejan da tutuklanır. Aynı aileden 4 kişi aynı cezaevinde bulunur. 3 buçuk yıl sonra baba tahliye olurken, 3 oğlunun tutukluluğu sürer.
Bir süre dışarıda kalan baba Hayme, bu sefer çocukları için cezaevleri kapılarındadır. “Diyarbakır cezaevinde olan çocukları her biri başka cezaevlerine sürgün edilir. Arif, önce Rize, ardından Bayburt Cezaevi’ne, Bejan Edirne’ye oradan da Bandırma’ya sürgün edilir. 7 yıl 2 ay sonra cezası biten Bejan tahliye olur.
Hayme’nin kızı Şenay ise 2018’de günlüğüne Kürt bilgesi Musa Anter için yazdığı bir şiirden dolayı tutuklanır, 5 ay sonra tahliye edilir. Hayme’nin en küçük kızı Berivan da girdiği bir çatışmada yaşamını yitirir. Kızının cenazesini bin bir zorluk ile alıp defneden Hayme, oğlu Mehmet için de iki defa mezar kazarak, taziye kurdu. Oğlunun ilk olarak 2001 yılında Bingöl’de girdiği bir çatışmada yaşamını yitirdiği haberini aldığını ifade eden Hayme, “Bana bir cenaze teslim ettiler. Açıp bakmama izin vermediler. Oğlum diye başka birine ait bir cenaze defnetmişiz. Bunu oğlumun yaşadığına dair haber alınca anladım” dedi.
Tutuklu olan iki oğlunun da kaldıkları cezaevlerinde birçok hak ihlaline maruz kaldıklarını aktaran Hayme, şöyle devam etti: “4 aydır Bolu’da bulunan oğlumun yanına gidemedim. Hava koşulları iyi değil diye gitmemizi istemiyor. İki cezaevinde de mektup, bazen görüş, bazen de hücre cezaları alıyorlar. Gidip gelmek konusunda da çok zorlanıyoruz. Her görüşte çıplak arama dayatılıyor. Kemerde bulunan demir sinyal verince bile içeri alınmıyorsunuz. Pantolonunuzu çıkarmanızı istiyorlar. Size ait olmayan bir pantolonu giyip cihazdan öyle geçmenizi istiyorlar. Çocuklarımızı bırakacak değiliz. Tüm zorlukları gördük. Her zorluğa rağmen çocuklarımızın ve arkadaşlarının canı sağ olsun.”
Vahamet bunca açık can kırıklarının kıyısında bir yaşam halinin var edildiği sanrısıdır. Ol kötülüğün, şu sathı mahalde bir orada, bir burada, bir şurada var ettiği kötülüğün her neyi, her nereye doğru, her nasıl içten içe çürüttüğü açıktadır. Bugün yaşadığımızı sandığımız yerde hayatiyet ayaklar altına çoktan alınmıştır. Bir umut kırımı menzilinin varlığı iş bu raddede kesintisiz kanıtlanandır. Her gün artık bir kıyamet kılınırken var edilmiş vahşet, adım başı kol gezen şiddet peyderpey kılınırken, istikamet kötülüğün ta kendisinden devşirilirken bunlar genel geçer, gündelik meseller olarak aksettiriliyor. Hiçbir şey bana ve bize bu coğrafyanın acılar, kan ve gözyaşından gayrısını vaat etmeyen, hayatın çorak bir hale mahkûm kılındığını unutturmuyor. unutturamıyor. Her günü apayrı cerahat, her anı bir küçük kıyamet... Hayat nerede? Mesel olunmayanın, görülmeyip, hemen hemen hiç sorgulanmayanın var ettiği cerahat ortadayken, bize, bana, size, sana bir hayat hakkı kalıyor mu? Yeni denilen, eskinin birebir kopyası olmaktan bir adım öteye gidemezken, hal nedir, hayat nedir, söz nedir...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Neon Life IV – Louis DAIZY – Behance
#arzihal#mesele#türkiye#hakikat#insan hakları#yaşamak#mücadele#ters köşe#hayat hakkı#insanlık#yaralar#biyopolitika#cürüm#ülke#mezbaha#işkencehane#donmak#çürüme#ekonomik#darboğaz#faşizm#yeni ülke#cerahat#akıl#izan#amed#bakur kürdistan#hayat gaspı#sözcükler#mesel
0 notes
Text
Gençliğin Temel Sorunları ve Çözüm Önerileri
İnsan anne rahmine düştükten ölünceye kadar olan süreçte birtakım fiziki ve psikolojik değişimler yaşamaktadır. Bu süreçlerin en önemlilerinden birisi olan gençlik dönemi ise hem ilk çocukluk yıllarından gençlik sürecine kadar edinilen sosyo-kültürel kazanımların kimlikleşmesi hem de orta yaş ve akabinde gelen olgunluk çağının verimli olabilmesi noktasında birbirine bağımlı ve her üç dönemin de ayrıca ele alınmasını gerektiren ciddi bir olgudur.
Gençlik meselesi bir ailenin ve toplumun en önemli meselelerinden biri olarak bu anlamda baş sıralarda yer almaktadır. Genç hem ailesi için bir güven kaynağı olmakta hem de bunun doğru bir karşılığı alındığında bizi biz yapan değerlerin ileriye taşıyıcısı yani bayraktarı konumuna yükselmektedir. Neslin emniyeti, ulvi değerlerin muhafazası ancak gençliğin bu emanetleri yüklenecek olgunluğa getirilmesi yani eğitilmesiyle mümkün olur. Peki bugün modernitenin getirileri olan küreselleşme, sekülarizm ve evrensel kültür gibi olgular karşısında tarumar edilen genç dimağlar yukarıda bahse konu olan bütün müspet işleri nasıl başaracaklardır? Her an yanı başında olan ve kontrollü kullanılmadığında bir imha ve ifsat aracı haline dönüşen elektronik aygıtların ve sinsi bir düşman olarak gençler üzerinde yıkıcı etkilere sahip olan sosyal medya ve teknoloji çağında gençleri bütün bu olumsuzluklara rağmen üst satırlarda değindiğimiz yüce gayelere sevk etmek nasıl mümkün olacaktır? Gençliğin bugün zihin ve anlam dünyası şer odaklarının saldırıları altındadır. Zihinler şeytanın taraftarları tarafından istilaya maruz kalmakta özgürlük adı altında fıtrata aykırı olan görüş ve eylemler devreye sokulmaktadır. Modernizmin bir diğer getirisi olan inançsızlaştırma ve değerlerin itibarsızlaştırılmasına hizmet eden ve bu ulvi değerlerin ilk öğrenildiği kurum olan Aile kurumu, Avrupa Uyum Yasaları çerçevesinde 2011 yılında imzalanmış olan bir ifsat ve imha projesi olarak karşımıza çıkan İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projeleriyle resmen dejenere edilmekte ve İslami temellerle gelenekleşmiş aile kurumunun altını oymak suretiyle imhasına çalışılmaktadır. Tüm bu hareketler karşısında bizim direnç unsurlarımız neler olacaktır? Bu ifsat hareketine karşı hangi yol ve yöntemleri nasıl icra edeceğiz ve ne gibi tedbirler düşünmekteyiz?
Hız ve hazzın baş döndürücü bir hal aldığı bu fahşa ortamında gençlerimizi hangi araçlarla hidayet yoluna davet edeceğiz ve onları kötülükleri işlemekten nasıl vazgeçirecek, yüce gayelerin hayata geçirilmesi mücadelesine nasıl davet edeceğiz? Cevaplandırılması gereken sorular bunlarla sınırlı olmadığından problemin merkezine işaret edilerek olası çözüm yollarına parmak basıp bu kısa değerlendirmeyi neticelendireceğiz.
Gençliğin Bazı Problemleri ve Çözüm Önerileri
1- Gençliğimizin ilk ve en önemli problemlerinden biri aktif bilinçten yoksun, çocuk sahibi olmanın büyük sorumluluğunu ancak maddi kaygılar sathında duyan fakat bu sorumluluğun ilahi boyutlarını ıskalayan ebeveynlere sahip olmalarıdır. Onları ana rahmine düştükleri günden itibaren temel insani ve imani değerlerle eğitecek bir ev kurumunun olmayışı en temel sorun olarak görülebilir. İstisnaları olmakla birlikte bu husus diğer bütün olumsuzlukların itici kuvveti mesabesinde görülmelidir. Bu sorunun çözümü olacak olan ana unsur ise gelecek nesilleri aktif bilince sahip, imanlı ve ilahi sorumluluk kavramlarını özümsemiş çocuğu Allah’ tan bir emanet olarak gören ebeveynleri yetiştirmekle mümkün olacaktır. Yaratılış gayesini daha ilk andan gönlüne ve zihnine fısıldamak, bu hasletleri çocuğun bilişsel gelişim süreçlerine uygun olarak öğretmek anılan sorunun çözümü noktasında kilit rollerden birini oynamaktadır.
2- Aile kurumunun bir sonucu olan akraba ve sosyal çevre ilişkileri bugün elektronik aygıtların kötü kullanımı, sosyal mecraların saldırı ve işgaline uğramakta ve bu insani ilişkileri iptidai bir seviyeye indirmektedir. Çocuklar anne baba kontrolünden uzak yetişmekte ebeveynlerin çocuklarının yetişme sürecinden haberi olmamakta ve bu durumun en önemli sebeplerinden olan sanal alemdeki amaçsız uğraşları çocuklarını ihmal ve gelecekte imha etme tehlikesine yol açmaktadır. Bu durumun çözümü ancak aile olmanın önemi ve olumlu neticelerini hem dil yolu hem de hal yolu ile ortaya koymakla ve gelecek tehlikeleri etkileyici bir yolla insanlara her anlamda izhar etmekle mümkün olacaktır.
3- Akranların kişiler üzerindeki etkileri yadsınamaz. Akranlar kişiler üzerinde belli bir takım psikolojik etkilere sahip olmaktadır. Bu duruma ise ancak salih arkadaşlar edinmekle ve zamanını iyi işlerle geçirmekle, bunun sonucu olarak bu iyi hasletleri bir meleke haline getirmek ve ilk çocukluk evresinden başlamak suretiyle bir kimlik ve şahsiyet inşası gerçekleştirmekle mümkün olabilir.
4- Alınan gıdaların kişilerin düşünce yapılarına ve fiziksel eylemlerine sirayet ettiği kimi bilimsel araştırmalarla ortaya konulmaktadır. Bugün birçok üründe zararı ispatlanmış ve insan sağlığını tehdit eden sayısı epey fazla olan katkı maddeleri kullanılmaktadır. Bu gıdalar insan bedeni üzerinde belli etkilere yol açmakta ve olumsuz neticeleri doğurmaktadır. Bu duruma da ancak helalliğinde ve sağlığa zararı olmadığında kesinlik kazanmış gıdaları yeme alışkanlığı kazandırmakla çözüm bulunabilir.
5- İnsanın birtakım yaratılıştan gelen olumlu ve olumsuz kabiliyetleri vardır. Acelecilik, zalim olmak, nankörlük, hevasına düşkün olmak gibi birtakım olumsuz özellikler yanında; sabırlı olmak, adil olmak, vefakar olmak, nefsini zabtı rabt eylemek gibi olumlu özellikleri de vardır. İradesini ihtiyarına alan genç tüm bu yukarıda sıralanan olumsuzlukların karşısında olumlu hasletleri şahsında birleştirebilirse ifsat edilmekten ve imha olmaktan kendini kurtarabilecektir.
6- Bugün gençliğimizi ifsat edenler hiçbir masraftan kaçınmamakta, gece gündüz sinsi planlar yapmak suretiyle ekini ve nesli ifsat etmek için her yola başvurmaktadırlar. Sosyal medya ve diğer algı oluşturucu araçları etkin bir biçimde kullanarak bu fahşayı gençlerimize cazip göstermektedirler. Biz bu tür saldırılara karşı etkili propagandalar geliştirerek ve gençlerimizin enerjilerini eğlenceli ve müspet sosyal etkinliklerde kazanıma dönüştürerek aynı zamanda öğretici unsarları da bu etkinliklere ustaca eklemlemek suretiyle karşı koyabiliriz. Gençliğimizin zihin dünyasını müspet ilimlerle inşa ederken sosyal ihtiyaçlarını da cevapsız bırakmayarak çeşitli etkinliklerle faydalı hale getirmeliyiz. Yoksa gece gündüz sinsi planlarıyla gençlerimize taarruz eden şer cephesine karşı yalnızca sözlü bir mücadele tarzıyla karşı koymak olanaksızdır. Ayrıca gençlerimizin psikolojik durumlarını gözönüne alarak anlayışlı ve müşfik bir edayla güvenlerini kazanmalıyız. Onlara karşı bir liman görevi görerek kendilerini ifade etme ve sorunlarını beraber çözüme kavuşturma fırsatını onlara tanımalıyız.
7- Küfrün tarih sahnesine çıktığı ilk andan bu yana kendisine belirlemiş olduğu Allah’ın iradesini yok sayma ve bu iradenin insanlara uyarıcı ve müjdeleyici fonksiyonlarını ulaştıran, yeryüzünü Allah’ ın emirleri doğrultusunda imar etme ve toplumları bu düzene uygun olarak eğitme görevini icra eden peygamberleri lüzumsuz görme hedefi doğrultusundaki anlayışın bugün modern isimleri olan ateizm ve deizm gençlerimizi tehdit eden en büyük tehlikelerden birisidir.Bunun sonucu olan sekülerleşme ise dinin hayata müdahalesini ortadan kaldıran ahireti geriye atan bir dünyevileşmeyi beraberinde getirmektedir. Gençlerimizin zihinleri bugün bu fikirlerle yönlendirilmekte ve bu fikriyata uygun yaşam şekillerini tercihe şartlandırılmaktadır. Bu sebepledir ki onların gözünde hayat yalnızca bu hayattır ve kuralsızca zevk ve sefalara dalarak hayvani arzu ve isteklerin tatmini için yaşanmalıdır. Maddi kaygılar almış başını gitmekte iyi bir gelecek için her yol mübah görülmektedir. Kolay sahip olma arzusu nedeniyle mücadele etmekten kaçınan genç istediği refahı ve zevk trenlerini elde edemeyince ruhi çöküntüye yakalanmakta ve boşluğa düşmektedir. Neticede bir milletin geleceğinin çn izlenimlerini gösteren gençlik bu haliyle yokluğa işaret etmektedir. Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’ nin asıl ifsat ve imha projesi olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği meselesi de İslami esaslarla ve temiz aklın kalbul ettiği geleneklerimiz ile meydana gelen aile kurumunun dejeneresine ve zamanla ortadan kalkmasına yönelik adımlarıyla nesilleri helake sürükleme tehlikesiyle bizleri karşı karşıya bırakmaktadır. İslam’ ın kadına verdiği değeri yüce ve eşsiz değeri, yüklediği annelik gibi en önemli sorumluluk misyonunu itibarsızlaştırmakta ve kadını evinden ve ailesinden koparmak suretiyle bir meta unsuru haline getirmektedir. Allah’ ın insanlara yüklediği fıtri özellikleri ilkel kabul etmekte ve bu iddiasına da hiçbir bilimsel delil sunamamaktadır. Bilimsel veriler bu mesnetsiz iddiaların tam aksini iddia ederken böyle bir çabanın ancak tek bir izahı olabilir. O da Allah tealanın iradesine ve yaratma kudretine karşı savaş ilan etmek. Elbette zalimler bu savaşı kaybedecektir. Tarih şahittir ki Allah ile savaşan hiçbir güç galip gelememiştir. Fakat bize yüklenen halifelik misyonu gereği bu ifsat hareketine karşı en etkili mücadeleyi vermek durumundayız. Dolayısıyla gençliğin ihmali milletlerin imhası anlamına gelmektedir. Bu durumun çözümüyse bu inançsızlık akımlarına karşı Kur’an ile etkili bir mücadele vermek ve Allah Rasulü’ nün (s.a.s) bu konudaki eşsiz örnekliğini insanlığa açıklamak suretiyle gerçekleşebilir. Yine güçlü aile kurumunun varlığı ve devletin eğitim sisteminin bu yapıya uygun temellerle oluşturulması önemli bir çözüm yoludur. Nitekim çocuğun evde aldığı eğitim ile okulda verilen eğitimin birbiriyle çatışması hali bir şizofren kimliğe sahip nesilleri meydana getirmektedir. İslami esaslara dayanan bir mantık sistemi ve ahlaki yapı ile bu sorunun çözümü için ciddi bir başlangıç yapılmış olacaktır. Ev ile okul arasındaki eğitim çatışmasının uzlaşmaya dönüşmesi ancak Kur’an ve Sünnet esaslarına göre düzenlenen bir eğitim modeliyle mümkün olmaktadır.
Bu sorunlarla mücadele edecek kadroların İslami ve insani yeterliliğe sahip, çağının sosyo-kültürel dinamiklerine ve diline hakim,mevcut sorunlara karşı etkili mücadele yollarını bilen, bütün güç ve kuvvetiyle mücadelesini sürdüren kimseler olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde gençliğin ifsatı hızla yayılacak ve imhası daha da kolay bir hale gelecektir. Genel karakterleri belirtilen bu çözüm önerileri ileriki çalışmalarda daha somut hale getirilecektir. Bu aşamada ortaya koyulmaya çalışılan ise hali pür melalimize işaret etme çabası olarak görülmeyi murat eder. Her dert sahibi kimsenin bu mücadeleyi omuzlası ve gereğini yapması üzerine bir vecibedir. Eğer bizler bu mücadeleyi icra etmezsek Allah bizleri giderecek ve yerimize bu mücadeleyi hakkıyla yerine getirecek inançlı ve iman sahibi nesilleri getirecektir.
Allah işinde galiptir. Ancak insanların çoğu bilmezler.
Esselamu aleykum ve rahmetullah
0 notes
Photo
Müslümanlardan “biz Kur’an’ı anlayamayız” diyenler var. Neden?
Zira o Arapça’dır, biz ise Arapça bilmiyoruz. (Kur’an’ı anlamadığını idda eden bir Arap da muhtemelen Kur’an Arapçasının klasik olduğunu ileri sürecektir.)
Zira Kur’an’ın dili edebi açıdan yüksektir, bizim düzeyimizin üzerindededir.
Zira Kur’an’ın konuları karmakarışık, içiçe ve dağınıktır.
Zira Kur’an’ın ifadeleri kapalı, gizemli ve mananını hemen ele vermeyecek kadar saklı.
Zira Kur’an’ı ancak bu alanda uzman olanlar anlar. Sıradan insanların başka bir deyişle Kur’an üzerinde tahsil yapmayanların, hoca/âlim olmayanların Kur’an’ı anlamaları . Büyüklerimiz, efendilerimiz anlarlar ve bize bildirirler. Biz de onların bildirdiği ile kanaat ederiz.
Zira Kur’an 600lü senelerde Hicazda yaşayan bir topluma ve onların vaziyetine göre ortaya çıkmış bir kitaptır. Bugünün dili başka onun dili başka. Bugünün gündemi başka onun gündemi başka.
Zira Kur’an Allah’ın Kelâmıdır. Kelâmıyla neyi amaçladığını da yalnızca O bilir. “Allah şöyle emretti” demek haddi aşmaktır.
Zira Kur’an uğur kaynağıdır. Hanelerde bereket isteği ve uğur olsun diye bulundurulur. O can vermişlerin ruhları için, dinleyenlerin iç dünyaları rahata ersin diye okunur. Dolaysıyla onu anlamak gerekmez.
Zira Kur’an mukaddes bir kitaptır. Okunur, şifa dilenir, yüce bir yerde saklanır, biz kim onu anlamak kim, onun sırlarına erişmek bizi aşar gibi veya benzeri yanıtlar verebilirler.
Kur’an ise, kendisinin ayrım yapmadan herkes tarafından anlaşılabilecek apaçık bir kitap, hem de sağlam beyyine (kanıt, isbat, ispat) olduğunu söylüyor.
Evet, Kur’an apaçık, anlaşılır ve sapasağlam, hak bir kitaptır.
Kur’an kendisinin böyle bir kitap olduğunu “beyân, beyyine, mübîn ve tıbyân” kavramları ile izah ediyor.
-Bâne fiili
Bu kelimelerin aslı BYN (bâne) fiilidir, “beyân” da bunun masdarıdır. Bu da sözlükte (geçişsiz olarak); iş açığa, ortaya çıkmak, açık-seçik olmak. Bir nesnenin bir şeyden uzaklaşması, ortaya çıkması ve belirmesi demektir. (İbni Faris, Mu’cemu Mekâyisi’l-Lüğa, 2/327-328. el-Madeni, İ. b. Hammed. Es-Sıhah Tâcu’l-Luğa, 5/495)
“Bâne” fiili boşanmayı (bâin talak), eşinden ayrılmayı da ifade eder. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/196)
Daha genel olarak; bir nesne, iş veyahut problem sanki diğerlerinden ayrılmış gibi ayrı ve böylelikle açık, belli, aşikâr, net, vâzıh veyahut anlaşılır olmak veyahut bu hâle gelmek demektir.
Bir nesneyi ayrı, açık, belli, aşikâr, net, vâzıh veyahut anlaşılır kılmayı sağlayan vasıtaya da beyân denir. (Bkz: Zuhruf 43/52) (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 89)
BYN kökünden kelimeler Kur’an’da 523 yerde bulunmaktadır ve genel olarak şu manalara gelmektedir.
a.İzah etmek.
b.Ortaya çıkmak, ayrılmak. Bu kelime ile iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile bâtılın, güzel ile çirkinin birbirinden ayrılmasını ifade eder.
c.Dikkatlice araştırmak.
d.Anlatmak, kendini dile getirebilmek.
e.Beyyine olarak açık kanıt, mu’cize, apaçık vesika, apaçık olan, izah edici.
f.İleti, nasihat. (Okuyan, Mehmed. Kur’an Sözlüğü, s: 166-169)
-Beyân
“Beyân” bir şeyi izah etmek, ortaya çıkartmaktır demektir ki bu, insana mahsus olan “nutk” (konuşmadan) daha geneldir.
Beyân, konuşmacının dinleyiciye kasıtı izahı demektir. Ayrı olarak “meramını fâsih bir şekilde izah etmek, manası ızhar etmek ve önceden kapalı olan hususu açıklamak, müşkili gidermek” manalarını ifade eder. (Cürcânî, eş-Şerif. Kitabu’t-Ta’rifât, s: 51-52)
Beyân bundan başka; hüccet, delil, bir halin hakikatini izah eden söz, anlatış manalarına gelir. Beyân ilmi: Belağat ilmi. Güzel ve tesirli söz söyleme ve yazma ilmi.
Bazıları beyânın iki çeşit olduğunu söylerler: Birincisi; Allah’ın kimi varlıkları boyun eğdirip belirli bir emele doğru sevketmesi şeklinde olur. Allah’ın bu mükemmel yaratması neticesi her bir varlık neye yöneleneceğini sanki bilmekte, görevini yapmaktadır. Buna fıtrat (tabii yaratılış) da diyebiliriz.
İkincisi; isteğe bağlı olma şeklinde. Bu beyân insanda ya konuşma ya da yazma şeklinde ortaya çıkmaktadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 69) Her insanda konuşma, meramını dile getirme, yani beyân etme becerisi doğuştan vardır. Bu birinci beyâna örnektir. (Rahman 55/4) Ancak insan bunu söz ve yazı ile daha da geliştirebilir, çeşitlendirebilir. Bu da ikinci tür beyâna örnektir. (Nahl 16/44)
Söze de beyân denilir. Zira söz ile izah etmesi istenen anlam ifade edilir.
“Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaş dolaşın da tekzip edenlerin sonunun nasıl olduğunu bir görün. Bu (Kur’an), insanlar için bir beyân (izah), Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidâyet ve bir nasihattir.” (Âli İmran 3/138)
Kelâmın mücmelini ve müphemini izah eden söze de beyân denir.. (el-Isfehânî, Ragıb el-Müfredât, s: 69)
‘Beyân’, bir şeyin zihni olarak izah etme ve tanımlanma araçlarını gösterir. Bu hem düşünme, hem de konuşma için geçerlidir. Bir şeyi veya bir düşünceyi anlaşılır hâle getirmek, başka şeylerden değişik olduklarını ortaya koyma kabiliyeti hem yazı, hem de konuşmayı kapsar.
İnsanla hayvanlar arasındaki ehemmiyetli farklardan birinin de düşünme, konuşma ve dile getirebilme kabiliyeti olduğu bilinen bir şeydir. Bu insan için bir üstünlüktür. Bu kabiliyet elbette sadece konuşma değildir. Konuşmanın arkasındaki akıl, algı, şuur, anlayış gibi kabiliyetler de söz konusudur.
Bu manada ‘beyân’, açık ve anlaşılır, duru ve net bir şekilde düşünme ve konuşmadır.
“Beyân”; birleştirme (vasl) , ayırma, ayırdetme (fasl), netlik, tebliğ ve ikna etme gücü, insanı diğer varlıklardan ayıran manaya kabiliyeti gibi bir nimettir.
Allah (cc) insanı yarattı ve ona beyânı öğretti. (Rahman 55/1-4) Böylelikle onu diğer canlılardan üstün kıldı.
İlk insan Âdem’ (as) ”esmâ- eşyanın isimleri”nin öğretilmesi aslında ona beyân kabiliyetinin verilmesidir denilebilir. (Ece, H. K., Hz. Âdem, s: 148)
Bir şeyi zihinde net bir şekilde izah, başka bir deyişle onu yeterince düşünme, sonra onu konuşma ve yazıyla izah, açıklama beyân’dır. Eşyanın isimlerini tanıyan insan, onları beyân kabiliyeti ile söyleyebiliyor, tanımlayabiliyor.
‘Beyân’, insanın kendi kastını izahı mananına geldiği gibi, bir takım tefsircilere göre, hayır ile şer olan şeylerin arasındaki farkın izah etmesidir.
Bir hadiste şöyle geçiyor: “Kuşkusuz ki beyân'ın bir bölümü sihirdir” veyahut “Kesin beyân’ın bazısı elbette sihirdir (muhatabı etkiler).” (Buhârî, Tıbb/51 no: 5767, Nikâh/48 no: 5146)
Kur’an hem açık ve anlaşılırdır, hem de hayır ve şerrin, hak ve bâtılın ne olduğunu gösteren, hidâyet ve dalâlet (sapıklık) yollarının neler olduğunu bildiren apaçık kanıtlara sahiptir. Zati Kur’an bunu “beyân” etmektedir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 75)
Kur’an, “beyân” kelimesini üç yerde birbirine yakın manalarda kullanmaktadır. Biri: Rahman Sûresi 4. âyetinde de ‘açık ve anlaşılır bir şekilde düşünme ve konuşma’ mananında geçmektedir. “Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona “beyân”ı öğretti.”
“İnsanı yaratanın Allah (cc) olduğu belirtilip ona verilen özelliklerin en ehemmiyetlisinin duygu ve düşüncelerini izah edebilme, konuşma ve anlatma olduğu söyleniyor. Anlamak, anlatabilmenin ön koşulu olduğuna göre burada altı çizilen nimetin algı ve ifade yeteneği olduğu söylenebilir. Böylelikle bu âyetlerde insanı insan yapan akıl nimeti ve muhakeme gücünün pratiğe yansıyan yüzü hatılatılıyor.” (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 5/140)
Diğer ikisi Kur’an’la alakalıdır.
-Beyân olarak Kur’an
Bir âyette şöyle buyuruluyor:
“O hâlde, biz onu okuduğumuz vakit, onun okunuşuna uy. Sonra onu izah etmek (beyânı) da Bize aittir.”(Kıyâmet 75/19)
Burada “beyân”; izah, açıklama mananındadır.
“Başka bir deyişle onun içeriğindeki ölçüleri, helâl ve haramları izah etmek Bize aittir. Veyahut “bundan sonra onun içeriğinde yer alan vaadleri ve tahditleri izah edip, bunları gerçekleştirmek Bize aittir”. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3207) Bir diğer izaha göre; “(Ey Peygamber) senin dilinle onu izah etmek Bize düşer.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/446)
Peygamber (sav) inzâl edilen vahyi ezberlemek ve belleğine yerleştirmek için, vahyin tammalanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Bunun üzerine bu âyetler indi. (Buhârî, Tefsir 75/2 no: 4929. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 12/338) Bu âyetlerde Allah’ın üç şeyi üzerine aldığı söyleniyor. Birincisi; Vahyi belleklerde ve yazılı olarak unutulmamasını sağlamak. (bkz: A’la 87/6)
İkincisi; Peygamberin vahyi okumasını sağlamak.
Üçüncüsü; vahyi izah etmek, beyân etmek. Yeniden burada Peygamber’e susarak Kur’an’ı dinlemesi buyrulmuş, o da öyle yapmıştır. (Buhârî, Tefsir/75 no: 4929. Müslim, Salat/32 (148) no: 1005) (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 5/434)
“Sizden önce nice uygulamalar geçmiştir. Yeryüzünde dolaş de tekzip edenlerin sonunun ne olduğuna bir bakın.
Bu, insanlar için bir beyân, korkup-sakınanlar için de bir hidâyet (hüdâ) ve nasihattir (mev’ızadır).” (Âli İmran 3/138)
Burada “beyân”; bütün herkese bir duyuru, dolambaçsız bir açıklama, her türlü karışıklıktan uzak genel bir tebliğ mananındadır.
Yani bu yalancıların sonunun nas��l olduğu açıklamadır. Âyet dikkatleri Kur’an’ın ilk muhataplarından önce yaşayan fakat kendilerine gelen elçileri yalanlayaların kötü sonlarına dikkat çekiyor ve onların helâkından ibret alınmasını söylüyor. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşaf 1/409)
Âyette geçen “hâzâ beyânün” ifadesindeki “bu” adılının neyi işaret ettiği ile ilgili farklı görüşler var. Bazılarına göre bu adıl Kur’an’ı işaret etmektedir. Tefsirci Katade demiş ki: “Burada işaret Kur’an’adır. Allah (cc) onu genel olarak bütün insanlar için genel bir “beyân”, özel olarak da muttakiler (korkup-sakınanlar) için de bir hidâyet ve öğüt kaynağı yaptı.”
“İşte bu öyle bir kelâmdır ki onu size izah ettim ve onu size tanıttım. O insanlık için bir beyândır. Yani şerh ve tefsirdir (açıklamadır).” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/445)
Bazıları; bunun bir işaret ismi olarak “bundan önce geçen Allah’ın buyruk ve yasaklarına, vadine ve tehdidine işaret eder” demişlerdir. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 1/300)
Burada kasıt, el-Hasen ve başkalarından nakledildiğine göre Kur’an’dır. Bir diğer görüşe göre bununla, Allah’ın “sizden önce ümmetler gelip geçti” sözüne işaret edilmektedir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/738)
Kur’an, geçmiş kavimlerin vaziyetlerini göz önüne sermek, kalpleri iyiye, güzele yöneltmek ve haramlardan sakındırmak dolayı Beyân olarak tavsif olundu. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/321)
Bu âyette “beyân”, iki manaya gelir. Birincisi; dinî emirleri yerine getirmeye teşvik etmesidir. Ki bu hüdâ ifadesinden anlaşılır.
İkincisi; Din açısından yapılması uygun olmayan şeylerden men etmesidir ki, bu da mev’iza lafzından anlaşılır.
Beyân, fesâhât mananına alındığı takdirde, Kur’an fesâhât ve belâğâtta, mana ve lafız istikametinden “beyân”dır.” (Çelik, Muhammed. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 214)
Kur’an’da beyân kelimesi ve türevleri ile salt olarak gerçeğin, kitabın, kitaptan gizlenenlerin, âyetlerin ve ayrı olarak ümmetlerin ihtilâf edegeldikleri şeylerin beyân edilip belgelendiği, akıl ve basîret sahibi kimselerin ibret nazarlarına arzedildiği dile getirilmiştir. Bu tür beyânları yapanlar ise Allah, son peygamber Hz. Muhammed veya diğer peygamberlerdir. (Topaloğlu, Bekir. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/97)
0 notes