#hak savunma
Explore tagged Tumblr posts
rayhaber · 1 month ago
Text
Emeklilerin Ankara Yürüyüşü: Sefalete ve Yoksulluğa Karşı İnsanca Yaşam Talebi
Emeklilerin Ankara Yürüyüşü Başladı: “Açlığa ve Yoksulluğa Karşı İnsanca Yaşam İstiyoruz” Tüm Emeklilerin Sendikası, 27 Ekim tarihinde 5 ayrı koldan başlattığı Ankara Yürüyüşü ile dikkatleri üzerine çekti. Ülkenin dört bir yanından gelen emekliler, sefalete ve yoksulluğa karşı seslerini yükseltmek için Ankara’ya doğru yola çıktılar. Foça Şubesi, Foça Nihat Dirim Meydanı’nda düzenlediği etkinlik…
0 notes
daiowebs1 · 3 months ago
Text
İcra ve İflas Avukatı Bursa
Avukat Özlem Zennup Özkök, icra ve iflas hukuku alanında da uzmanlık sahibidir. Borçların tahsili, icra takip işlemleri, iflas davaları, konkordato davaları gibi konularda müvekkillerine danışmanlık ve dava hizmeti vermektedir.
Tumblr media
0 notes
baybaykus · 18 days ago
Text
*BİR ÜLKE İŞGALE NASIL HAZIRLANIR?*
Ordusunu zayıflatırsın.
Ordunun içine fitne salar, birbirine olan güveni yaralarsın. Birbirine sırtını dönemeyen asker zaten savaşamaz. İnisiyatif de alamaz.
Yargısını bitirirsin.
Hakkını arayamayan halk, hakkını aramaktan vazgeçer. Kötülerin boyunduruğu altına girer, ezilir.
Eğitimini bitirirsin.
Üniversitelerini kalitesizleştirirsin. Diplomalı cahilleri ortalığa salarsın. Bunlara hak etmediği yerlerde makamlar verirsin. Diploma aldığı meslekte yetersiz olan kişi o makama yapışır. Yukarıdan gelen her türlü ahlaksız teklifi kabul ederek diyet öder. Kurumlar çöker. Sistem çöker. Sistem çökünce devlet çöker.
Tarım ve hayvancılığı bitirirsin.
Bir savaş durumunda aç kalan halk zaten savaşamaz. Teslim olur.
Fakirleştirirsin, borçlandırırsın.
Fakir ve borçlu halk düşünemez. Araştıramaz. Kendi ve ailesinin derdine düşer.
Ahlakı çökertirsin.
Yaygın medyada halkın bütün değerlerini bombalayan ahlaksız programlarla aileleri parçalarsın. Aile mahremiyetini yok edersin.
Adeta Ortaçağ karanlığından fırlamış sözde din adamlarına, insanların akıl ve vicdanını yaralayan sapkın fetvalar verdirirsin.
Kısacası;
Bir milleti millet yapan bütün ortak değerlere saldırır, insanları kaynaştıran, ortak bir ülküde birleştiren değerleri parçalarsın. Tasada, sevinçte,ülkü birliği içinde vatandaş olma bilincini yok edersin. Savunma refleksini, milli değerlerine sahip çıkma bilincini, vatan sevdasını, bağımsızlık gibi kutsal addedilen değerleri eritirsin. O halk artık pelteye döner. İstediğin gibi şekillendirir, parçalara böler, birbirine düşman edersin.
Kapanmış ya da kapanmaya yüz tutmuş bütün yaraları kaşır, kanatır, üzerine de tuz basarsın. Kan ve kin davalarına yol açıp karanlığı beslersin.Tek tek insanları travmalı hale getirirsin.
Etnik kimliğine, tarihine, milli değerlerine, kahramanlarına saldırıp aşağılarsın. Sürekli aşağılanan, milli kahramanlarına hakaret edilen, milli değerleri küçümsenen halk giderek eziklik duymaya, kabuğuna çekilmeye başlar. Özgüvenini kaybeder. Özgüveni olmayan, ezik bir halk, millet olma erkini yitirir. Savaş ve mücadele ruhunu kaybeder. Böyle bir halkla devleti koruyabilmek çok zordur.
Ülke varlıkları yağmalanır. Hazine iflas ettirilir. Milletin bütün varlıkları yok edilir. Ülke topraklarının bir kısmına başka işgal güçleri yerleştirilir, (Ege’de işgal ettirilen 18 ada, bir kayalık,kıta sahanlığı ve Süleyman Şah’ın türbesinin olduğu vatan toprağı gibi...) vatan toprağının işgal edilmesi sıradanlaştırılır.
Son aşamada sınırlarını sonuna kadar açarsın. Bir ilden bir ile giderken o ülkenin vatandaşına polis 3-4 defa kimlik yoklaması yaparken, açılan sınırlardan her isteyenin girdiği bir ülkeye dönüşürsünüz. Gelenlere 1. Sınıf, ülkenin gerçek sahiplerine 2. Sınıf vatandaş muamelesi yapar, ÜLKE İNSANINI RUHEN İŞGALE HAZIRLARSINIZ. Ülke insanı işgal altında olan bir ülkedeki gibi akşamları sokağa çıkamaz olur. Kızlarını, eşlerini ve çocuklarını düşman işgal kuvvetlerinden sakınır gibi sakınmaya başlar.
O ülkede iktidar milletin gözü önünde ülkeyi işgale hazırlarken, karşısına zayıf, korkak bir muhalefet konarak O ÜLKENİN VATANDAŞLARI ÇARESİLİK DUYGUSUNA SÜRÜKLENİR.
Bütün bu yazdıklarım hangi ülkede uygulandı?
TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti’nde!
Son aşamadayız!
HATIRLAYIN! Irak, Suriye, Libya ve Arap Kışı yaşanan bütün ülkelere de yüzer gezer teröristler sokulmuştu.
Dün AKP’nin Esat ile görüşme sinyalini alan azgın ÖSO elemanları, İdlip’te TSK’nın karargah olarak kullandığı binaya saldırdı. Türk bayraklarını yaktı. Bu azgın sürüye Türkiye maaş ödüyor. Hem de dolar bazında. Bedava sağlık hizmeti veriyor.
Bunların Türkiye’de olan baroya kayıtlı avukatları, gazetecileri, Suriyelileri meydanlara toplayıp aleni Türkiye’yi kötülüyorlar. Dayak yiyen, şiddete maruz kalan doktorlara, öldürülmeye hayır diyen kadınlara meydanları dar eden, şiddet uygulayan polis ve İçişleri Bakanı bunlara hiç müdahale etmiyor.
Tarih tekerrürden ibarettir. 100 yıl öncesine geri sardık. Osmanlıyı yıkan dönme devşirmeler, DIŞ DÜŞMANLA BİRLİKTE şimdi T.C. Devletini yıkıma hazırlıyor.
UYARIYORUM!
Ülkeye doldurulan katı Arap Milliyetçileri, tehcirde giden Ermenilerin torunları, İŞİD, El Kaide, Müslüman Kardeşler, Selefi örgütler, silahlandığı söylenen tarikatlar… Ve silahlandırılan sözde sivil örgütler… Ve bütün bu yapıları ayaklandırmak için zamanını bekleyen yabancı istihbarat ajanları…
Türk milleti için zaman daralıyor.
Bir iç kaos çıktığı, çıkartıldığı zaman Yunanistan ve Amerika Türkiye’ye saldıracak.
AKP Atatürk Havalimanı ile birlikte 13 askeri kurganı yok ederek Yunanistan’ı rahatlattı. Yunanistan’ın bu askeri kurganları yok etmek için iki savaş uçağı bulundurduğunu biliyor musunuz? Artık gereği kalmadı. Asker boğazdan, bütün stratejik yerlerden gönderildi. Şimdi o alanlar doları basana satılabilir. Bu durumda Trakya ve İstanbul’u nasıl koruyacaksınız? Yunanistan askerlik süresini uzatırken, AKP 6 aya indirdi.
Trakya ve İstanbul işgale hazır lokma yapıldı, haberiniz var mı?
Amerika bu planı saklamadı. Tam tersi, Nevada çölünde 1000 yılın hesaplaşması adıyla Türkiye’yi işgal tatbikatı yaptı. Amerika’ya stratejik ortak demek, Amerika ile T.C. Devleti’ni yıkıp, Anadolu’da Türk varlığına son vereceğiz demektir.
Uyarıyorum! Anadolu’yu cehenneme çevirmeyi planlayanlar kendi cehennemine hazır olsun.
Anadolu’da Türk varlığını bitirmeyi planlayanlara uyarımdır! Kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz!
Seyit Rıza, Şeyh Sait, İskilipli, Vahdettin gibi hainleri kutsayanlara dikkat edin! O hainler nezdinde kendi ihanetlerini aklamaya çalıştıklarını da görün artık.
Cumhuriyet saray beslemesi devşirmelerin, bedavacı asalak tarikatların ayrıcalıklarını kaldırdı. T.C. Vatandaşları eşitlendi. Türk Milleti kula kul olmaktan kurtuldu. Bunu hazmedemeyen dönme devşirmeler, etnik komplekslerini din kılıfıyla perdeledi.
100 yıllık kin davasıdır bu dava! Sizler ne sanmıştınız? Dava, dava dedikleri şeyin ne olduğunu niye açıklayamıyorlar sizce? İşte bu yüzden…
Belki de 2. Arınma dönemini yaşayacağız…. Tabii, aklımızı başımıza alırsak! Yani;
HAK EDERSEK!
Herkes seçimlerinin sonucuna katlanmaya hazır olsun!
Zahide UÇAR(13.08.2022)
5 notes · View notes
umuttherzamanvar · 19 days ago
Text
Tumblr media
el-Munkız Mine'd-Dalal (GAZALİ)
KELAM İLMİ AMACI NETİCESİ
Önce işe Kelam ilminden başlayarak giriştim.
Bu ilmi öğrenmeye ve üzerinde düşünmeye çalıştım. Bu nedenle bu alanda konunun uzmanı kişilerin yazmış oldukları kitapları okuyup inceledim ve aynı zamanda bu alanda yazılmasını istediğim eserleri de yazdım.
Çalışmam sırasında gördüm ki bu ilim, kendi alanında hedefine ulaşmış olmakla birlikte, benim arayışlarıma cevap verecek bir konumda değildir.
Bunu anladım.
Bunun bir tek amacı vardı;
Ehli Sünnet akidesine sahip çıkmak ve onu bid'at ehlinin çarpıtmalarından, yanlışlarından korumaktı.
Esasen Allah Teâlâ, Resulü'nün diliyle kullarının kalbine bu inancın
Hak olduğunu yerleştirmiştir.
Bunda onların hem dinlerinin ve hem de dünyalarının salahı ve kurtuluşu vardır.
Zaten Kur'an-ı Kerim ve haberler/ hadisler de bunu dile getiriyorlar.
İşin sonrasında ise
şeytan, bid'atçıların vesveselerini, Sünnete aykırı bir şekilde kulların kafasına sokmaya başladı.
SAYFA 74
Halk da şeytanın bu vesveselerini dillerine dolamak suretiyle neredeyse Hak ehlinin akidelerini, şüpheye düşürür hale getirdiler.
İşte bunun üzerine yüce Allah, Kelamcılar adıyla bir gurubu ortaya çıkarmıştır.
Kelamcılar, ortaya koymuş oldukları düzenli bir uygulama yoluyla, bidatçilerin Sünnet aleyhine oluşturdukları iftira kampanyasını yine sünnet yoluyla teyit etmek suretiyle önlemeye çalışmışlardır.
İşte Kelam ilmi ve kelamcılar da bu şekilde ortaya çıkmış oldu.
Bunlardan bir kısmı, yüce Allah'ın kendilerine göstermiş olduğu yolda, en güzel bir şekilde sünneti savunma yolunu sürdürmüşlerdir.
Nübüvvet yoluyla kazanılan inancı savunarak, onu değiştirmek isteyen bid'at ehlinin karşısına dikilmişlerdir.
Ancak kelamcılar, bu alanda yaptıkları savunmalarını, hasım diye kabul ettikleri kesimin metot ve uygulamaları ile cevaplamaya kalkışmışlardır.
Bu durum onları, hasımlarına ya taklit yoluyla veya İcma-i ümmet yoluyla yahut da mücerret Kur'an'dan ve hadislerden hareketle onlara teslim olmak zorunluluğunu doğurmuştur.
Kelamcılar daha çok, hasım (düşman) olarak gördükleri tarafın çelişkilerini bulup ortaya çıkarmaya gayret göstermişler ve bu açıdan da onları kınarlarken, hesaba çekerken, hasımlarının esas aldıkları gerekçelerle, onları yenmeye çaba göstermişlerdir.
Bu yol, pek de yararlı bir uygulama değildir.
Çünkü sadece zaruriyattan olan zorunlu şeyleri esas almanın dışında, bir
başka seçenek aramıyorlardı. İş bu noktaya gelip dayandığında, kelam ilmi de benim için yeterli gelmedi.
Derdime bir çare olmadığı gibi hakkında şüpheye düştüğüm konuda da bana şifa olmadı.
Evet, Kelamcıların sayısı arttıkça bu konuya dalanların sayıları çoğaldıkça süre uzadıkça uzamaya başladı. Çünkü kelamcılar, sünneti savunacakları yerde, bunu bırakıp bunun yerine eşyanın hakikatini araştırmaya koyuldular.
İşi o denli ileri götürdüler ki cevheri/özü, mayayı ve arazı, özle ilgisi olmayan şeyleri, bunlara ait hükümleri görüşüp konuşmaya, bunlara kafa yormaya kalkıştılar.
Oysaki onların seçtikleri bu ilmin amacı bu değildi.
Onların kelamı;
bu alanda asıl amaçlanan hedeften saptı, hedefini şaşırdı, varmak istediği yere ulaşamadı.
Böylesi bir gayret, halk arasında meydana gelen anlaşmazlıklar sebebiyle ortaya çıkan karanlıkları da silmeye yetmedi.
Gerçi bu ilim benim dışımdakiler için bir yarar sağlamayacağı manasına gelmez.
Başkalarının bundan yararlanabilme ihtimalini uzak bir ihtimal olarak görmüyorum.
SAYFA 75
Aksine ben, bunun bazıları için gerçekleşmiş olabileceğinden de hiçbir zaman kuşku duymuyorum.
Fakat bu, öyle bir yararlanma ve bilgilenmedir ki, hiçbir zaman öncül bilgilerden hareketle kazanılan değil, taklitle karışık bir bilgi olmuştur.
Şu anda asıl amaç, benim kendi durumumdur.
Yoksa ben, kelam ilmiyle yetinip onda derdinin şifasını
bulmuş olanlara bir şey diyecek değilim.
Öte taraftan
şifa veren ilaçlar da, hastalıklara göre değişiklik gösterir.
Nice ilaçlar var ki, ondan bir hasta yararlanmış olabilir ve fakat bir diğeri ise aynı ilaçtan rahatsızlanmış olabilir.
#EL-#MUNKIZU #MİNE'D-#DALAL
#GERÇEĞİN #PEŞİNDEN #KOŞANLARIN #KISIMLARI
#KELAM #İLMİ #AMACI #VE #NETİCESİ
#İMAM-I #GAZÂLÎ
2 notes · View notes
sillagen · 4 months ago
Note
abla yüksek lisans hakkında bilgi verir misin dersler , tez ve sonrası için olan öğretim görevliliği ile ilgili olursa çok sevinirim şimdiden Allah razı olsun 💝💌
Dersler alanına bağlı olarak, hocana göre, en büyük olayı ise okuna göre degisiyor. Aslında hocanın dersi işleme biçimine daha çok bağlı. Hoca ne kadar programda öyle ya da böyle yazmış olsun. Hocan ne minvalde istiyorsa öyle yapıyorsunuz. Ben de dersi ben anlatıyordum. Hocam beni dinliyordu. İlk yıl geniş bilgi ile alanı öğrenme süreci ilk yılın sonunda sempozyum denilen bir süreç çıkıyor. Sempozyum olabilecek nispette bir çalışma buluyorsun ve bunu çalışıyorsun. Hocan bunu takip ediyor. Sonra bunu anlatıyorsun. Danışman hocanın dışında benim bulunduğum yerde iki ayrı hocadan da ders aldık. Biri araştırma yöntemleri olarak her yüksek lisans öğrencisinin aldığı ders. Bu derste bir araştırma yapılırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini, bir konu nası bulunmalı, hangi konular araştırma konusu olabilir, etik nedir?, kuralları nelerdir? gibi bunu öğreniyorsun bu dersin sonunda senden makale istiyor. Bir konu buluyorsun hocanın derste anlattığına paralel olarak çalışılmamış bir konu üstünde makale yazmanı istiyor. Bunu bulup çalışıp, sunup o dersi vermiştim. Ayrıca ben eski Türk edebiyatı alanında olduğum için Osmanlı Türkçesi derslerim vardı bir de ona girdim. Tez süreci ise hocan senden konu bulmani istiyor ben bulmuştum fakat hocam benim için kafasında kararlaştırdığı bir konu vardı onu yapmamı istedi. Konu karara bağlandıktan sonra burda tamamen danışman hocan ile birliktrsin. Burda hiçbir net yorumum yok. Tez yazma süreci senin hocanın ilgisine bağlı olan bir süreç. Çok sık iletişim isteyen biri de olabilir seni kendi haline bırakadabilir. Onu darlamanı isteye de bilir istemeye de bilir. Buradaki kaderin senin seçtiğin hoca ve sana bağlı. Hocan iyiyse çok iyi hocan ilgisiz ise yük sana biniyor. Tez tamamlandıktan sonra tezin bir yere yüklenip adını unuttum orada ne kadar özgün ne kadar çalıntı veya alıntı kısmına bakılarak bir yüzde çıkıyor bu yuzdeden sonra tez savunması yapılıyor. Ben daha bu yerlere geçmedim. Tezimi daha yazma aşamasındayım. Bu savunma zamanı kendi alanından başka hocanın tanıdıkları geliyor. Sen bu sırada tezin hakkında kısa bir sunum yapıyorsun. Gelen hocalar sana tezin hakkında sorular soruyorlar, eksikliklerini söylüyorlar falan sonra öğrenci dışarı çıkarılıp karara baglaniyor. Ve tez kabul edildiyse kabul edildi deniliyor. Yüksek lisansda okurken arş. sınavlarına basvurabiliyorsun ama yüksek bir dil puanı istiyor. Okulların sınav tarihlerini takip etmen yeterli. Onun dışında illa yüksek lisans içinde değil bitince de başvuru da bulunabilrsin. Eğer kabul aldıysan danışman hocan ile yine irtibatta kalarak hem tezini tamamlıyor hem de maaş sahibi oluyorsun. Bitirdikten sonra ise illa doktora aldığın okula değil istediğin bir okula başvuruda bulunup maaş sahibi olabilirsin. Doktora için ise yüksek bir dil puanı, ortalama ve alan bilgisi gerekli. Çünkü çoğu alan sınavına tabi tutuyor. Torpil bir gerçek ama alan sınavı dediğimiz puanın da eger yüksekse doktoraya hak kazanıyorsun. Bazısı ilk alımında ne tür bir çalışma yapmak istersin gibi de sorular soruyormus. Doktora hakkında içeriği hakkında çok bilgim yok rabbim afiyetle ve suhuletle kazanmayı nasip etsin o yüzden benim bildiklerim bu kadar.
6 notes · View notes
muslumanincenneti · 7 months ago
Text
Bir Ayet, Bir Hadis, Bir Dua
Tumblr media
Bir Ayet
Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun...
(Tahrim, 66/6)
Bir Hadis
Müslüman, bir ağaç diker, o ağaçtan insan, hayvan veya kuş istifade ederse bu, kıyamet gününe kadar o kimse için sadaka olur.
(Müslim, Müsâkât, 10.)
Bir Dua
Bizleri hakka, hakikate, adalete, ahlak ve fazilete çağıranlardan, hakkı anlatanlardan, hakikati duyuranlardan, adaleti yüceltenlerden, sevgiyi yayanlardan eyle Allah’ım.
#Koruma #CehennemdenKorunma #İman #Ağaç #Sadaka #Hayır #Hizmet #Doğa #Kıyamet #Çevre #İyilik #Fazilet #Hakikat #AdaleteSadaka #Ahlak #Dua #Hak #Doğru #Sevgi #Sığınma #Anlama #Adalet #Yaşam #HakkaUlaşma #Savunma #Değerler #Ahlaki #Söz #Din #Kabul
5 notes · View notes
desert--daisy · 5 months ago
Text
Zindanlarımı küften arındırmaya başladığım gün bugun, sadeleştim en güzel günler için , tuvalimde yeni rengime yer açtım, sarıldım siyahıma, korkmuyorum artık. Şimdi siyahımla tüm renklerim daha canlı, daha çarpıcı, daha özel , daha güzel , daha ben... Kabullendim geçmişimi şimdimi geleceğimi.Savaşmamız gerektiğini kim söylediki zaten ? Kazanmak ya da kaybetmek, neden sadece biri olmak zorunda? Kazandığımızı düşündüğümüzde nelerden vazgeçtik, nelerden taviz verdik ? Nereden geldik, nereye savruluyoruz ? Peki ya kaybettiğimizde ? Her mağlubiyetimizde umudumuzun bittiğini, yolların tükendiği , tüm köprülerin yıkıldığını sandığımızda başlayan bir kabullenişle birlikte yüklerinden kurtulmanın verdiği hafiflik , can ne istiyorsa onu yapabilmek , yeni açılan pencere var mı diye ufka bakmak bir kazanım değil mi ?
Bugün zindanlarımı prangalara vurduğum gün. Tüm hüzünleri kendimde denemeye ant içmiştim oysaki, çok matah bir şeymiş gibi. Kabullendik mi peki ya herşeyi, dertlerin her birini, Asıl kabullenmemiz gereken olguyu; hayatın dertlerle güzel olduğunu? Zaman geçiyor , kar kendini bu hayata ,kaçırma hiç bir anı, raftan alma vakti tüm yaz günlerini.
Aklımın hezeyanı ile kalbimin çığlıkları bir olmuş, gözümü kapatmış düşüncelerimi bağlamış bilmediği yolda virajlara aldırmadan gidiyordu son sürat. Kim yakalayacaktı kim durdurabilecekti. Ben rüzgara anlatırken tüm duygularımı, tüm düşüncelerimi nereden bilebilirdim esip seni bulacağını.Bir durup nefes almalı aklı başa toplamalı ,ateşten önce biraz dumanı solumalı, çünkü giymiştim kırmızı pelerinimi oturmuş kurdumu bekliyordum
Yıldız Kenter'in de dediği gibi "Nereden çıktı bu plastik çiçekler?" Bu, çağımız insanlarının savunma mekanizması mı? Başkası olmaya alışmış insanların hangi duygusu gerçek kaldı ? Oysa ben , tüm çiçeklerimi özenle seçmiş , kendi ellerimle tek tek ekmiştim , sevgi ile sulamıştım. Bahçemdeki en özel yerdeki en güzel gonca gülü bir sabah açılmış, ertesi sabah solmuş buldum, belki de bundandır gözlerimdeki hüzün.
Bugün özür diledim aynamdan, herkesin her şeyi kendine hak gördüğü bu dünyada sadece hak edene göster gülüşünün kutsallığını. sararıp solsada albümlerim, çocuk aklımı başımdan almayacağım, ruhumundaki halenin yok olmasına izin vermeyeceğim. Çık yataktan söyle şarkılarını avazın çıktığı kadar , Unutmamalı ki yıldızlar ölse bile ışık demetleri hep yaşar.
Bugün zindanlarımı bir bir yıktığım gün. Kaç balyoz darbesini bileklerim taşıyacak bilmiyorum ama hepsini yıkacağım. Bir kaşık suda boğulduğum sandığım içimdeki ummana yolu gösterdim, taşıp geçti akıp gitti ve buldu sakin huzurlu güvenli koyunu.Bir batan bir çıkan Gemi ile işimde yok artık, batmış mı çıkmış mı karaya mı vurmuş çapası mı kopmuş deniz fenerini mı bulamıyor umrunda değil artık. Çünkü ben koyunu bulan bir okyanus olmuştum. herkes ya güvenli limanı aradı ya da batmayacak gemisini.Sanırım asıl olayda buydu ; beraber okyanus olabilmek. Okyanus olup; tüm hücrelerinde ben'i unutup biz'i yaşatabilmek, tüm su damlacıklarının karışıp ayrışmanın imkansızlığında bir olabilmek.
Eski bir rüya uğruna ruhunu çölleştirmemeli insan. Karıştırmamalı renkleri, küsme dağa ,kabullen hayattaki yerini ,farkına var her güneşin doğuşunda ve batışında ay hep yerli yerinde ve kendi kendinin ışığı ol, kim bilebilir ki yaşadığın onca tebrübeyi. E bende Çıkardım kırmızı pelerinimi ne ben eski ben, ne de kurt kurttu artık.
Ve işte o gün bugun, günlerin en güzeli yıkılan zindanlarımdaki ilk çiçeğimin açtığı gün bugün, öylesine mutlu öylesine huzurlu ,umut dolu, ışık dolu.Güneş yerinde ve her şey yolunda. Viva la vida! Yeni başlangıçlara...
#desertdaisy #nobody
6 notes · View notes
epifizz · 1 year ago
Note
Netenyahunun 2001 yılında sızdırılan bi videosu var onu izledin mi? Kasıtlı olarak halka nasıl zarar vereceğini anlatıyor. Direkt olarak halkı hedef alıyor ve hatta biri “dünya bizim saldırgan olduğumuzu düşünmeyecek mi “diyor ve buna karşılık netenyahu , dünya bizim kendimizi savunduğumuzu söyleyecek diyor. Bu noktada beni düşündüren haması ya da israili desteklemek noktası yani bir tarafı seçmek noktası değil. Dünyayla ilgili bir derdim var. Kaç tane ünlü marka milyonlarca dolar yardım ediyor israile ve bu söyledikleri tüm dünya tarafından bilinmesine rağmen. kaç tane marka kaç tane insan çocuk hakları, çocuk hayatları vb diye konuşurken şimdi hiçbirinin filistinli çocuklardan söz etmiyor oluşu beni çok rahatsız ediyor. Bu rahatsız edici bir durum değil mi senin için de? Hamas ya da israil destekçiliğinden bahsetmiyorum ama şimdi türkiyede hiç bir ünlünün bu savaştaki mağdur çocuklar hakkında konuşmaması adaletsiz değil mi, ırkçı değil mi
Yaptığın birkaç mantıksal ve bir büyük bilgi hatası var bunları düzeltmek istiyorum sadece. Dediğin videoyu söylemen üzerine bulup izledim. Videoda dünya bizim kendimizi savunduğumuzu söyleyecek falan demiyor. Kendisi (bence kesinlikle yanlış bir şekilde) bunun bir mevcudiyet mücadelesi olduğuna inandığı için, diğerleri ne söylerlerse söylesin diyor. Bunları söylerken kendisi siyaset dışı biriydi, videoda çok gizli saklı bir şeye benzemiyor zaten isteyenler buradan bakabilir. Kendi fanatik görüşlerini ifade etmiş, vadedilmiş toprakları için yaptığı saldırıyı hak gören bir ideolojik bakışa sahip bir insanın saldırı özlemiyle kişisel bir konuşma yapması çok da şaşırtıcı değil, ne mal olduğunu zaten bildiğimiz biri Netanyahu. Videoda Amerika'dan da korkmadığını söylüyor, Amerika desteğini de vurgulamaktan ve aksi durumda doğru yola sokulabileceğinden de bahsetmeyi es geçmiyor. Videoda bahsi geçen bu beyanlar ortalama bir nasyonalist sağcı insanın dünya görüşünü ifade ediyor esasında. Bunu düzeltmeye özen gösterdim çünkü senin dediğin haliyle öyle bir resim ortaya çıkıyor ki sanki Netanyahu derin bir komploya girişmiş ve kurduğu düzenek şimdi çalışırken, dünya desteğini de dediğin gibi alarak ilerliyor. Yani dediklerin dolaylı olarak Hamas'ı İsrail güdümlü bir yapı haline getiriyor. Ama bu pek doğru gözükmüyor çünkü Gazze'deki gerginliğe bakarsak Hamas gerçekten İsrail hükümeti için bir komplodan fazlası olacak kadar güçlü saldırılar düzenliyor, rehineler alarak counter-atackları bastırıyor, demir kubbeye ucuz füzelerle yoğun saldırı düzenleyerek %90lık bu pahalı savunma sistemini aşmak bir yana ekonomik zararlar da veriyor. Bunun yanında sınır güvenliğindeki zaafiyetlerin önceden rapor edildiğini ancak iktidar güçlerinin bunu bir zayıflık eleştirisi olarak algılayarak duygusal yaptırımlar uyguladığı eleştirisi de İsrail muhalifleri tarafından beyan ediliyor. Ortada derin bir komplo aramaya gerek yok. İsrail'in sivil zaiyatları kendi vatandaşları değilse umursamamasının kötü olduğunu söylemek için bir komploya ihtiyaç da yok zaten.
Mantıksal hatana gelirsek içten içe onu kast etmesen bile ölen bir masum insanı diğeriyle kıyas etme hatasına düşmüş olman. Bir insanın ölümüne tepki gösterilip diğerine gösterilmemesi dilsel olarak böyle bir kıyasla eleştirilmemeli, eleştirilecek şey ölen masum insanların ortak insan olmaklığı ile eleştirilmesi gerektiği yani İsrailli masum insanların ölümüne insanların üzülmesi ya da tepki göstermesi kızılacak ya da kıskanılacak bir şey değil, yalnızca sınırın öteki tarafında acı çekenlere tepki gösterilmemesini eleştirecek olsaydın mantıklı bir tavır olurdu. İkinci mantıksal ve bilgi hatan ünlülerin İsrailli sivil zaiyatları destekleyip de Filistinlileri desteklemediğin beyanın ki bu doğru değil, Türkiye'de bu kadar problematik olan bir konuda böyle kötü bir marketing hatasını kimse yapmaz. Yapan olursa da piyasadan silinir pek tabii. Bu insanlar kendi marka değerlerini düşünerek stratejik olarak susmayı tercih ediyorlar ki bu sektörde bir şeye destek ya da taziyede bulunmak da aynı motivasyonla olduğu için pek de umrumda olmuyor onların neye odaklandığı, herhangi bir destek beyanı yaptıklarında bunun içten olduğunu düşünecek kadar saf olmadığınızı düşünüyorum. İki taraf hakkında da konuşmadıklarına göre ortada bir ırkçılık da olmamış oluyor zaten yani sorunuzun cevabı açık bir şekilde hayır, bu ırkçılık olmuyor.
Ben açıkçası senin tarafsız olduğunu da düşünmüyorum, olmak zorunda da değilsin bence. Öyleymiş gibi yapman bence daha can sıkıcı. Ölen bir masumun taziyesini öbüründen kıskanman bence pek etik değil çünkü. Dev markaların desteğine de gelirsek yine ortada senin baktığın gibi bakmayan bir ortam buluruz. İsrail kimsenin babasının oğlu değil, kazanç getirecek söylem o olduğu için ona yöneliniyor. Yahudi lobileşmesi üst bir güç olmasa da var olduğu da aşikar bir şey. Destek açıklamaları aleni bir lobi desteği sağlamaz ama aksi durumda boykot risklerini kimse almak istemez. Markalar Gazze'ye destek açıklasalardı da bu sadece bir marketing olurdu, çünkü Gazze de kimsenin babasının oğlu değil. Bu sektör olay ve durumlara duygusal ya da etik yaklaşmıyor, bunu biz normal insanlar yapıyoruz. Tabi Amerikan desteğinde Yahudi lobisinden fazlası olduğunu da söyleyebiliriz, en nihayetinde İsrail'in ideolojik bir anlamı var İkinci Dünya Savaşından kalan ve bir Ortadoğu karakolu olma özelliği var. Batı medyasının İsrail odaklı olduğu doğru ancak bunun dışında habercilik yapılmadığını söylemek doğru değil. İsrail'in kendi içinde dahi bu savaşın İsrail kanadını eleştiren habercilik örnekleri var çünkü.
Toparlayıp kapatacak olursam markalara ya da celebritylere iki yüzlü demenin lüzumu yok çünkü onlar benim hoşuma giden açıklamalar yapsa dahi benimle aynı hisleri paylaştıkları anlamına gelmezdi. Sadece o zaman zarfında benim hoşuma giden fikirleri dile getirilmesinin daha kazançlı olduğu anlamına gelirdi. Bu kurum ve kişilerin tek ideolojisi reklam nezdinde yalnızca popülizmdir, anlıktır ve o an esen rüzgarın şeklini alırlar. KK Hamas'ı Filistin'in özgürlük mücadelesine dahil ederek destek açıkladığında mutlu olup, KK'nın gerçekten Filistin halkına sempati beslediğini düşünmek ne kadar yanlışsa, burada özel bir düşmanlık olduğunu düşünmek de bence o kadar yanlış. Çünkü aslında burada olan da popülist bir marketing örneğidir yalnızca. Tek sorun derin düşünülmemiş ve yakın geçmişe odaklı olarak hızlı planlanmış ve biraz suratına patlamış bir stratejidir, o sebeple bu konuda suskunlaştılar sonrasında zaten. Şunu unutmamak gerek aslında yıkım kapına gelmedikçe kimse kimin öldüğünü gerçekten umursamıyor. Bana burada yakındığın tüm o "onlar" da aslında sana satılan bir ideoloji yalnızca, seni ötekilerden ayrıksılaşan bir "bizdenlik" ürününü tüketerek bir kazanç sağlıyorsun birilerine yalnızca.
İyi akşamlar.
8 notes · View notes
mnsrykt · 6 months ago
Text
"Gelinlerimiz, hafize kızlarımız 'illa gelinlik' diye diretiyorlarsa o gelinliğin tesettüre uygun hâle getirilmesi neyi örter? Hristiyan kültürene karşı kompleksten kopamadıktan sonra keler deliğinden geçerken adlandırmalarımız, yaptığımız işleri aklamayacaktır. Kızlarımızın sığındıkları ve annelerinin onlara hak verdikleri en büyük savunma malzemeleri, düğünün hayatta bir kere icra ediliyor olmasıdır. Subhanallah! İmtihan da bu değil midir? Ayda bir kere düğün yapılıyor olsaydı böyle imtihanlar olmazdı ki! Elbette Allah Teâlâ, herkesten en heyecanlı anında ne yapacağını görmek isteyecektir. İmtihan budur. Şehitlik de böyle bir şey değil midir? Can bir kere verildiği için onu Allah yolunda verebilene şehit adı verilmektedir."
4 notes · View notes
acid-gramma · 1 year ago
Note
anonun hikayesini okumadim dikkat surem o kadar uzun degil akdbwkdjwodj ama muhafazakar baskici oc aileleri kandirmayi sonuna kadar destekliyorum (baskalarina zarar VERMEDWN tabii ki. anonun hikayesindw belli ki anon da zarar goruyo)
baskici aileler kesinlikler her seyi hak ediyor o konuda hemfikirim
ama savunma mekanizmasi olarak ailesini dolandirmayi aliskanlik edinen, ailesinin gozune girmek icin taklalar atip yine yalan soyleyen abartili ve normal insanlarin olmayacagi kadar gevsek her seyi kendine hak goren hoppa kadinlarla ne arkadas olunur ne sevgili. bunlar yalan soylemeye alismislardir, sadece ailesini degil tum cevresini kandira kandira yasamayi normalestirmis tipler oluyor. hepsinin egosuyla da problemleri var, hak gorme yalancilik makyavelizm konusunda uzmanlasmis gercek toksikler amk.
benim hayatima birkac kisi girdi bu sekilde HEPSI VAKAYDI. ben avarage enjoyer oldugum icin cok zarar gormedim ama ciddi zarar verme hayat sikme potansiyelleri mevcut bu kategorinin. gordugunuz yerde kaciniz
17 notes · View notes
daiowebs1 · 3 months ago
Text
Ağır Ceza Avukatı Bursa
Avukat Özlem Zennup Özkök, Bursa’da ceza hukuku alanında uzmanlaşmış, deneyimli ve saygın bir avukattır. Ağır ceza davaları da dahil olmak üzere, çeşitli cezai konularda müvekkillerini savunma konusunda güçlü bir geçmişe sahiptir.
Tumblr media
0 notes
veganlogicdinamo · 1 year ago
Text
IRKÇILIĞIN KAYNAĞINA DAİR İBRETLİK BİR KANIT
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, cumartesi günü Hamas’ın Gazze’den İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı adlı operasyonla ilgili olarak, “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz” deyince büyük tepki çekti. Herkesin aklına Nazilerin de Yahudileri aynı şekilde tanımladığı geldi. Yıllardır anlatmaya çalıştığım gibi, ırkçılık ile türcülüğün aynı kaynaktan çıktığını gösteren ibret verici bir kanıt bu…
Çoğu kişi, bu kan dondurucu ifadeye, insanların hayvan olarak nitelenmesi dolayısıyla öfke duydu. Ben bu sözlerin ardından hem insanlara yönelecek şiddeti düşünerek, hem de o şiddete haklı olarak tepki gösterenlerin aynısı hayvanlara uygulandığında bunu hiç sorgulamamaları nedeniyle, bir kez daha dehşete kapıldım.
Aklıma Polonya doğumlu Yahudi yazar Isaac Bashevis Singer’ın “Söz konusu hayvanlar olunca bütün insanlar birer Nazi’dir; bu hayvanlar için ebedi bir Treblinka’dır” sözü geldi. Ailesi Nazi kamplarında katledilen Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar, hayvanlara mezbahalarda yaşatılan vahşet ile Nazi işkenceleri arasındaki benzerliği görüp hayvan yemeye son vermişti.
Robert de Niro, Roger Waters ve pek çok Amerikalı, Trump’ı domuza benzettiğinde, bir siyahi eylemci Trump’a öfkesini üzerinden kanlar akan gerçek bir domuz kafasıyla gösterdiğinde de, Trump gibi ırkçı birinin her türlü eleştiriyi hak etmesine karşın, domuz ile simgelenmesinin kökeninde de hayvanlara karşı nefretin yer aldığını söylemiştim.
Elbette Trump’ı değil, domuzu savunuyordum ve anlatmak istediğim; gerçekte sevgi dolu, barışçıl, akıllı ve temiz bir hayvan olan domuzun insanlar tarafından en çok ezilen, mezbahalarda canice katledilen türlerden biri olduğuydu Ancak kimse gerçeği duymak istemiyordu. Aşağılayacaklardı ki o hayvanın yaşam hakkını yok edebilsinler.
6 notes · View notes
emrergin · 1 year ago
Text
emes
Bir kas hastalığı değil. Beyinle alakalı. Sinir hücreleriyle alakalı bir hastalık. Hani vücudun savunma hücreleri var ya işte bu hücreler bazen neyin düşman neyin dost olduğunu karıştırabiliyorlar, tıpkı kendi kendine kızıp başkalarına nezaket gösterirken kendisini itin götüne sokan şapşirikler gibi süngülerini vücuttaki bazı kısımlara yöneltebiliyorlar. Bunlara genel olarak otoimmün hastalık deniyor yani kendi kendine immün yani bağışığın kendisine dönmesi Ouroboros yani, ısıra ısıra bitiren dişler bir süre sonra fark ediyor ki son ısırdığı lokma kendisinin bağlı olduğu damağın ta kendisi. Kendisi kendisi kendisi yani. Kendileri.
Evimize bir kırkayak girdi geçenlerde. Peçeteyle öldürüvereyim diye niyet ettim, bastırdım ama ezemedim. Sübhanallah diyemedim çünkü haşmetmeabları öylesine pis bir koku saldı ki ortalığa öğürdüm kusayazdım elimle burnumu kapattım, camları açtım, öksürdüm, "Bu ne Aman Allah'ım bu koku ne" diye haykırdım. Hayvan benim ona saygı duymamama öyle bir misilleme yapmıştı ki kızamadım, haklıydı. Sadece saygı duydum, öyle böyle bir saygı değil. Cidden. Hanımla artık kırkayaklardan bahsederken "Beyefendi" diyoruz. Evimiz ormana yakın, etraf yeşillik, hukukumuz oldu o türle ve biz gelip geçiciyiz. Beyefendiler, değiller.
İşte bazen saygının en kestirme yolu da şöyle ağız tadıyla bir dayak yemek. Anlatabiliyor muyum? MS hastalığı daha önce, lisedeyken karşıma çıkmıştı. Hepimiz yedi yirmi dört ya dershanedeydik ya yurtlardaydık. İkiz biraderler vardı, ikisi de MS'ti. Hastalığın detaylarını sorup öğrenmemiştim ama çok ciddi bir hastalık olduğunu öğrenmiştim ki öyleymiş. Ölümcül sanıyordum, ki değilmiş ölümcül. Bu iki kardeş sağlıklarının el verdiği ölçüde çok sağlam ders çalışıyorlardı ve anlayamıyordum. Anlayamadığım şeyler de tıpkı korktuğum şeyler gibi saygı uyandırıyor bende. Kendileri, sanki sağlıkları onları yarı yolda bırakmayacak da, kazandıkları o şaşaalı üniversiteleri ağız tadıyla okuyabilecekmiş gibi harıl harıl harıl ders çalışıyorlardı. Ve anlayamadığım da buydu. Empati yapamıyordum, hastalık benim başıma gelmemişti, gelmeyecekti de, öyle sanıyordum. Adı bile abidik gubidikti, DJ der gibi, EFES der gibi, saçma sapan bir isim.
Saygıdeğer MS beyefendiler, kendileriyle böyle konuşulmasından hoşlanmıyorlar. Çok ciddi bir hastalık, bir direniş hikâyesi. Kendi kendisini işgal eden vücudun kendi kendisinden kurtulması. Kendi kendisinden çok çeken aklın kendi kendisini susturması. Kendi kendisini çok yoran vücudun kendi kendisini durdurması. Kendileri, üç aydır filan gündemimizin tam ortasında, uyanık olduğumuz her an konuşmalarımızda, gelecek planlarımızda burnunu uzatan şerefsiz bir ... beyefendi gibi duruyor.
Kendine bağışık bu hastalıkların kimisi romatizma gibi eklemleri, kimisi Kron hastalığı gibi bağırsağı, kimisi otoimmün hepatit gibi karaciğeri, kimisi üveyit gibi gözü, kimisi de MS gibi karıcığımı vuruyor. Hedefini şaşıran bağışıklık hücreleri MS özelinde, sinirleri bir kablo gibi düşünürsek dışındaki yalıtım plastiğine tekabül edecek miyelin kılıflarına saldırıyor. Kılıfını kaybeden kablolarda elektrik akışı azalıyor. Beynin esnekliği elverdiği ölçüde verilen komutlar kendisine başka bir güzergâh çizebiliyor olsa da bir süre sonra düşünsel işlevlerde, konuşmada, görmede, yürümede, dengede, yani kısacası merkezi sinir sisteminin sözünün geçtiği neresi varsa oralarda kiminde geçici, kiminde kalıcı sıkıntılar baş gösteriyor. Yazmaya elimin varmadığı başka durumlar da var, çünkü beyinciği ve omurilik soğanını da içine aldığımızda haliyle hayati işlevler de konuya dahil olup, içimizde bir mehabet uyandırıyor. Ömrü kısaltmıyor, ancak tedavisi de yok. Var olan ilaçlar durup durup depreşen bu beyefendilerin saldırganlığını azaltıp, saldırıların arasını açmaya yönelik. Ancak saldırıların durduğu bir vaka yok. Mevzubahis ilaçların da yan etkileri canavar gibi, ayrı bir saygıyı da onlar hak ediyor. Kimisi karaciğeri vuruyor, kimisi kemik erimesi yapıyor, kimisi kansere göz kırpıyor, kimisi elimizden tutup dansa kaldırıyor bizi, sahnede biz varız, dansımız acemi. Bu acıklı ezgi keman sesi değil, kendi hıçkırmalarımız. Bol dua bekleriz.
3 notes · View notes
namikkemalaksoy · 1 year ago
Text
Tumblr media
Akdeniz’den Kızıldeniz’e rüya gibi bir mısır programı hazırladık. Mısır’ı en kuzeyinden en güneyine doyasıya gezeceğiz. Çiğdemim Derneği, Ayşatur işbirliği ile daha önce de birçok yurtdışı programı yapmıştık. Bu kez rotamızı Afrika kıtasının en güneyine belirledik. 27 katılımcı ile gece saatlerinde mahallemizde başladı yolculuğumuz. Akdeniz’in Denizkızı lakaplı İskenderiye (ALEXANDRIA) şehrinde güneşin doğuşu açtık gözlerimizi. Mısır’ın en büyülü şehirlerinden birine iniş yapmıştık. Ya da biz öyle hayal etmiştik. Havalimanında bizi bekleyen otobüsümüze binerek şehir merkezine doğru hareket ettik. İlk durağımız Roma dönemi yeraltı mezarları ve Pompei sütunu olacaktı. Ama ne yazık ki sabahın daha erken saatlerinde bir mısır polisinin İsrailli turist grubuna yaptığı silahlı katliam nedeniyle bölge ziyarete kapatılmıştı. Grubun moralini bozmadan durumu idare etmeye çalışan rehberimizin yönlendirmeleriyle İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ ile gezimiz başlamış oldu.
İskenderiye Kütüphanesi, MÖ 3.yy başlarında Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphanedir. Varlığını 4. yüzyıla kadar sürdüren ve ünü bütün dünyaya yayılmış olan kütüphanenin Sezar tarafından, İskenderiye'yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü oldukça hakimdir. Yakılan İskenderiye kütüphanesinin bulunduğu alanda Yeni İskenderiye Kütüphanesi yapılmış ve 2002 yılında hizmete açılmıştır. Yeni kütüphanenin (resmi adıyla Bibliotheca Alexandrina) ana binası eğik duran dev bir davula benziyor. Cam ve alüminyumdan yapılmış çatısı yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğünde. Bu çatıya ana okuma salonunu aydınlatan pencereler yerleştirilmiş. Bir kısmı deniz seviyesinin altında bulunan geniş, kesik bir silindir şeklindeki kütüphanede halka açık alanlar bulunuyor. Binanın yedi katlık bir yükseklikten hafif bir eğimle aşağı doğru duran düz ve parlak yüzeyi derin bir çukur oluşturuyor. Güneş ışığını yansıtan metalik yüzeyi ile bu yapı uzaktan, doğan bir güneşi andırıyor. Gri granitten yapılmış ana yapının dış duvarlarına, bilginin çoğalmasına katkıda bulunan unsurları simgeleyen antik ve modern alfabelerden harfler oyulmuş.
Daha gezimiz planlanma aşamasındayken “İskenderiye’ye gelip deniz mahsulleri eşliğinde balık yemeden gidilmez” demiştik, dediğimizi de yaptık. Fish Market Marina ‘da öğle yemeğimizi deniz manzarası eşliğinde afiyetle yedik. 
15. yüzyılda Memlük Sultanı Kayıtbay tarafından şehri savunma amacıyla bir zamanlar dimdik ayakta duran ve dünyanın yedi harikasından bir olan İskenderiye Feneri’nin kalan parçalarıyla yapılmış ve zaman içerisinde çok zarar görmüşse de, 1984’te yapılan restorasyonla yeniden iyileştirilen KAYITBAY KALESİ’ nde muhteşem manzaralar eşliğinde turumuzu tamamlıyoruz. Ve akşam saatlerinde Kahire’ ye doğru yola koyuluyoruz.
Mısır’ın başkenti Dünyanın nüfus yoğunluğu en fazla olan şehirlerinden 12 milyon nüfuslu Kahire. Trafiğin her saatte çok yoğun olduğu (bir uçtan diğer uca yaklaşık 2.5 saat süren trafik) şehirde, trafik ışıklarının neredeyse hiç kullanılmaması, kimin nereden nasıl döndüğü, nereye gittiğinin belli olmaması bunda en büyük etken. İskenderiye için daha renkli, daha turistik, daha sevimli bir kent hayal edip karşılaştığımız manzara Kahire içinde farklı olmadı. Toprak rengi binalar ve toz bulutları. Binaların dış cepheleri neredeyse hiç tamamlanmamış ve birbirine bitişik nizam inşa edilmiş. Bina, araç ve insan yoğunluğunun üzerinize üzerinize geldiği ve bir taraftan da seyyar satıcıların size göz açtırmadığı bir karmaşa. Göz teması kurulur kurulmaz peşinizden bir ordu şeklinde gelen seyyar satıcılar. 500 Egp ile başlayan pazarlıklar genellikle 100 Egp ile sonuçlanıyor. Bir satıcıdan kurtulduğunuz anda nefeslenmek için birkaç saniyeniz oluyor ardından yeni satıcılar peşinize düşüyor. En güzel fotoğraf buradan çekilir diye size yol gösterip hemen arkasından bahşiş isteyen çok mısırlı ile karşılaştık. (içlerinde silahlı devlet görevlileri bile vardı) Çektiğiniz bir fotoğraf karesine eğer bir mısırlı girmişse mutlaka bir bahşişi hak etmiştir. Neyse biz programımıza geri dönelim. Sabah kahvaltı sonrası ekip otobüste yerini aldı. Bugün Piramitler günü. İlk durak Dünyanın en eski Basamaklı piramidi unvanına sahip Memfis bölgesi SAKKARA PİRAMİTLERİ. Nil nehri kanalları ile tarıma elverişli hale getirilen yeşil bir vadi üzerinde şehirden uzaklaşırken yeşilin kendini aniden sapsarı çöl kumlarına bıraktığı platoya geldik. Ve bugünden sonra milyonlarca kere karşılaşacağımız x-ray cihazlarında geçerek çölün ortasında Sakkara piramitlerine ulaşıyoruz. Ve grup olarak ilk yeraltı mezar ziyaretimizi gerçekleştiriyoruz. Farklı bir duygu, inanılmaz derecede heyecanlı. Yıllarca belgesellerde izlediğimiz piramit kompleksinin içindeyiz. Gözümüzden hiçbir detayın kaçmasına izin vermek istemiyoruz. Tabi ki bu ilk deneyim olduğu için bu kadar heyecanlanmışız. Bu ilerleyen günlerde çok daha iyi anlayacağız. Gize bölgesine geçmeden önce bir papirüs yapım atölyesini ziyaret ediyoruz. Naneli çay, hibiskus çayı ve kahve eşliğinde papirüs yapımına şahit oluyor ve alışverişimizi yaptıktan sonra öğle yemeği için Gize bölgesine geçiyoruz.
Yemek sonrasında Gize piramitlerine “Keops, Kefren ve Mikerinos” kavuşma zamanı. Kalp atışımın hızlandığını hissedebiliyorum. Çocukluğumuzun hayali piramitlerin yanı başındayız. Bu anda ne rehberimizin anlattıkların nede okuduğumuz kitaplarda yazılanların bir anlamı yok. Sadece Keops piramidinin insanı büyüleyen ihtişamını izliyoruz. Yanına yaklaştıkça devasa yapı daha da büyüyor. Dışarıdan görmekti aslında buraya gelmeden önce düşüncemiz, ama Meliha hanımın “buraya kadar gelip içine girmeden gidersek bir şeyler eksik kalır” cümlesinin yarattığı heyecanla dünyanın yedi harikasından ilki Keops piramidinin taaaa içine kadar giriyoruz. Piramitleri yakından görmenin heyecanı bu kez Keops piramidinin içine girecek olmanın heyecanına bırakıyor yerini. Önce hep birlikte o devasa blokların ikinci katına kadar yürüyoruz. Sonra içeri girmek isteyen 15 katılımcımız ile birlikte daracık koridorlardan geçerek ve neredeyse 90 derecelik merdivenlerden tırmanarak mezar odasına kadar ilerliyoruz. İnanılmaz sıcak ve havasız mezar odasında çektiğimiz fotoğrafa şimdi bakarken aslında ne kadar büyük bir iş başardığımızı daha iyi anlıyorum. İniş de bir o kadar zorlu bu arada. Dışarı çıktığımızda inanılmaz bir hafiflik hissediyoruz ve mutluluğumuz yüzümüze yansıyor. Piramitleri panaromik olarak fotoğrafladıktan sonra Büyük Gize Sfenksini daha fazla bekletmemek için yola koyuluyoruz. Aslan pençeli, boğa bedenli ve insan başlı devasa heykel hala piramitlerin koruyucusu olarak dimdik durmaya devam ediyor.
Otelimize dönüş yolunda son durağımız Mısır’ın ünlü parfüm ve esanslarının yapıldığı atölye oluyor. Önce tüm esansların kokularını tek tek kokluyor, deneyimliyor ve ardından Mısır ekonomisine katkıda bulunarak otelimize geri dönüyoruz. Ertesi gün Müzeler günü.
Sabah kahvaltı sonrası ilk durak Kahire kalesi. İçerisinde Mahmet Ali Paşa Cami’sini de barındıran kaleden Kahire’yi tüm görkemiyle seyreyledikten sonra Antik Mısır Uygarlığı’nın en görkemli eserlerini bünyesinde bulundurmasıyla ünlü ve kurulduğu 1891 yılından beri yaklaşık 120.000 esere ev sahipliği yapan Mısır Ulusal müzesine ulaşıyoruz. Müthiş bir kalabalık içeri girmek için sıra bekliyor. Biletlerin ve kulaklıkların alınması sonrasında gezimize başlıyoruz. Tutankhamon’ a ait oda en kalabalık olan mekan, ayrıca Amenhetop ‘un maskesi, Narmer paleti, Keops heykeli, Zozer anıtı, Kedi mumyaları, Hatşepsut heykeli en dikkat çekici eserler arasında. Tabi ki tüm eserlere zaman ayırmak mümkün değil. Sırada tüm dünyanın canlı yayınla izlediği görkemli bir törenle yeni ikametgahlarına taşınan mumyalar salonu ile ünlü NMEC (National Museum of Egyptian Civilization) müzesi var. Salona giriş çok ihtişamlı bir video ile başlıyor. Müzik ve ses daha içeri girmeden sizi havaya sokuyor. Salon çok güzel dizayn edilmiş. 12 firavun ve kral mumyası sizi içeride karşılıyor herbiri için ayrı odalar yapılmış. Mısır pasaportuna sahip tek Firavun olan  II. Ramses’in mumyası ve kıvırcık saçları ile ünlü Tiye ‘nin mumyası beni en çok etkileyen oldu sanırım. Akşam saatlerinde Mısır’ın en ünlü çarşısı Han-el Halili ‘ye ulaşıyoruz. Işıl ışıl ve rengarenk ama daracık sokaklarda bir taraftan yürümeye diğer taraftan etrafı seyretmeye çalışıyoruz. Satıcılar sizin gözlerinize odaklanmış durumda en küçük bir temasta avlarını yakalamaya hazırlar. Bizim hedefimizde ise El Fishway var. Burada çay ve kahve için aylar öncesinden verilmiş sözümüz var. Müzik, seyyar satıcılar ve insan kalabalığı arasında kahvelerimizi yudumluyor ve havanın kararması ile bambaşka bir boyuta ulaşan çarşıdan artık ayrılma zamanı. Sanki bütün Kahire sokaklarda. Evlerde neredeyse hiç ışık yok ama sokaklar bir o kadar ışıl ışıl. Otobüsümüzün o kalabalık ve daracık sakalardan nasıl çıktığını sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım.
Kahire’den ayrılma vaktimiz geldi. Bambaşka bir coğrafyaya hareket edeceğiz. Daha da güneye inmek üzere havaalanındayız. Daha günün aydınlanmasına çok var. Ama gezgin olmak bunu gerektiriyor. Erken kalkan yol alır. Uçağımız Aswan’a iniş yapıyor. İskenderiye ve Kahire ile kıyaslamak gerekirse daha düzenli, daha temiz ve nispeten renki bir şehir burası. Aswan barajı ziyareti sonrasında, Aswan’da bir granit ocağında bulunan Bitmemiş Dikilitaş’ ziyaret ediyoruz. 42 m uzunluğunda ve eğer tamamlanmış olsaydı yaklaşık 1100 ton ağırlığıyla Eski Mısır’da şimdiye kadar kesilmiş en ağır dikilitaş maalesef daha yapım aşamasında üzerinde çatlaklar oluşması nedeniyle kesimi durdurulmuş ve o haliyle terkedilmiştir. Her ne kadar başarısızlıkla sonuçlansa da bahsi geçen kayadan nasıl yapıldığına dair somut bir örnek niteliği taşıyan Bitmemiş Dikilitaş; Antik Mısır’ın fizik ve matematik alanında bu bilgileri eyleme dökme bağlamında ne kadar gelişmiş bir medeniyet olduğunu gözler önüne sermektedir. Şimdi bir Akdeniz kenti havasının hakim olduğu ve bir o kadar renkli limandan teknelerimizle İsis (philiale) tapınağına doğru yol alıyoruz. Antik Mısır’ın en büyük tanrıçası İsis için inşa edilmiş bu tapınak, ülkedeki en kıymetli tarihi eserlerden biridir. 2000 yılı aşkın bir mazisi bulunan tapınağa, Mısır’a hakim olan her medeniyet farklı bir katkı yapmıştır. Dolayısıyla Philae Tapınağı, hem Mısır uygarlığının, hem de Yunan ve Roma uygarlıkları gibi farklı kültürlerin bizlere bıraktığı ortak bir mirasa dönüşmüştür. Fakat tapınak, Asvan Barajı’nın yapımında çok büyük hasar gördüğü için yok olmanın eşiğine gelmiştir. Bu duruma çözüm olarak, UNESCO’nun yürüttüğü, bölgedeki diğer tarihi eserleri de kapsayan program dahilinde, tapınak Philae Adası’nın yakınlarındaki Agilkia Adası’na taşınmıştır. Parça parça yeniden inşaa edilen tapınak, tüm bu yaşananlardan sonra turistler tarafından sıkça ziyaret edilen bir nokta haline dönüşmüştür. Philae Tapınağı, kültürel geçmişinin yanında tasarım ve mimari anlamında da zengin bir yapıttır. Tapınağın giriş kısmından itibaren ziyaretçilerin dikkatini çekmeye başlayan İsis, Horus ve Harpokrates gibi mitolojik figürlerin duvar oymaları ve heykelleri, birbirinden farklı şekil ve boyutlarda tapınağı donatmaktadır.
Adadan hiç ayrılmak istemesekte daha görecek çok tapınağımız var. Limandan otobüsümüze ulaşmak için yol boyunca satıcılarla katılımcılar arasında müthiş bir kovalamaca ve pazarlık var. Kimin ikna kabiliyeti yüksekse alışverişten o karlı çıkıyor. Bu görüntü tüm tur boyunca her durak noktasında birebir aynı olarak yaşanacak. Ne onlar vazgeçecek ne de biz.
Şimdi bize üç gün boyunca ev sahipliği yapacak gemimizde odalarımıza yerleşiyoruz. Kısa bir dinlenme ve yemek molası sonrasında Nil nehrinin motorsuz yelkenlileri Felluca’larla sadece dalga sesleri eşliğinde nehir turumuza başlıyoruz. Bu şekilde başlamış olsak da sadece birkaç dakika içinde Mısır’ın olmazsa olmazları bizi burada da buluyor. Pazarlama alanında bu kadar parlak fikirleri üretmiş olmalarına inanmak zor. Nehrin ortasında felluca’mıza yanaşan bir tekneden çıkartma yapan seyyar satıcılar masanın kurulması esnasında bizlere kendi şarkılarını kendi enstrümanları ile sunuyor ve birlikte dans ediyoruz. Sıraca Nübian köyü ziyaretimiz var. Nehrin ortasında felluca’ dan yeni motorlu teknemize geçiyoruz. Köye doğru güneşin batışı ile birlikte yol alırken bize kanoları ile birlikte eşlik eden mısırlı çocuklar şarkılar söylüyorlar. (tabi ki bahşiş karşılığında) Nehrin yamacında kurulu mavi-beyaz boyalı evlerden oluşan Nübye köyü fotoğrafçılara inanılmaz kareler sunuyor. Bir nübye evini ziyaret ediyor ve naneli çaylarımızı yudumladıktan sonra gemimize dönüş yapıyoruz. Ertesi sabah çok daha erken kalkıp yol almamız gerekiyor. Sırada Abu Simbel tapınağı var.
Mısır’ın en güneyine doğru gecenin karanlığında yol almaya başlıyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir otobüs yolculuğu ile Abu Simbel’e ulaşacağız. Yolda güneşin doğuşunu seyredeceğimiz kahvaltı molası vereceğiz. Güneş çölde gerçekten bir başka doğuyor. Çekilen birkaç fotoğraf sonrasında paket kahvaltı yapmak için sığındığımız alana yüzlerce otobüs yolcularını indirmiş. İhtiyaçlarını aynı anda gidermeye çalışan turist toplulukları var çevremizde. Neden bu kadar düzensiz herşey diye sorgulamaya başlıyorsunuz. Ve neden ben buradayım diye. Dünyanın hemen hemen her bölgesinden insanlar var, bu kadar kötü şartlara rağmen hala gelmeye devam eden tarih meraklıları. Söyleyecek çok şey var ama… biz keyfimizi bozmadan yola devam ediyoruz. Ve sonunda Abu Simbel’deyiz. Mısır içinde ulaşması en zor yerde bulunan Mısır uygarlığının belki de en görkemli ve en zarif eserlerini barındıran Abu Simbel. Abu Simbel Mısır’ın en tanınan firavunlarından olan ve 66 yıl ülkeyi yöneten II. Ramses‘in yaklaşık 20 yılda yaptırdığı, Amen-Ra ve Ptah gibi önemli tanrılara adadığı, Nil Nehri kenarında bir kaya tapınağı kompleksidir. İki tapınak bulunuyor komplekste. Birinci tapınakta II. Ramses’in  girişteki devasa heykeller ve içerideki duvar kabartmalarıyla kendisini tanrılarla  aynı seviyeye tapınak, ikinci tapınak ise firavunun gözdesi olan eşi  Nefertari için yaptırdığı küçük tapınak veya Hathor Tapınağı. Asvan barajı yapımı esnasında Mısır eserlerini sular altında kalmaktan kurtarmak için UNESCO‘nun başlattığı ve 50 civarında ülkenin katıldığı çok büyük bir proje sonucunda Abu Simbel Tapınakları 1964-68 yılları arasında yapay olarak inşa edilmiş iki tepenin içine, güneşe karşı aynı açıyı koruyarak taşınmış ve orijinal konumunun yaklaşık 200 metre ötesine ve 65 metre daha yüksekte bulunan bir noktaya götürülmüştür. Sadece bu özelliği ile görülmeye değer bir tapınaktır Abu Simbel.  Yolda yüzlercesi ile birlikte geldiğimiz otobüslerden inen turist kafileleri aynı anda bu tapınaklara girmek için sıra bekliyor. Yaşanan kaotik durum, güneş, seyyar satıcılar hiçbir şey sizi o tapınağın içine girmekten alıkoyamıyor. Tapınağın içi bir film stüdyosu gibi, sütunlar, duvarlar mısır kabartmaları ve resimleri ile süslü. Pilon adı verilen salonlardan geçerek Tapınağın belki de en mistik yeri, içinde 3 tanrıyla birlikte oturan II. Ramses’in heykelinin olduğu sunak kısma “Kutsalların Kutsalı (Holy of Holies)” adıyla da bilinen bölüme ulaşmak için yaşadıklarımızı yazmak istemiyorum. Sırada Hathor tapınağı var. Bu tapınağın da yapısı büyük tapınağa çok benziyor. Yine büyük heykellerin arasında çocukların küçük heykelleri var, yine içerideki koridorda yüksek sütunlar var, ancak sütunlarda Hathor’un gülümseyen başı yer alıyor. Yine buradaki duvarlara birçok sahne nakşedilmiş. Ancak burada savaşlardan çok tanrılara, özellikle Hathor’a yapılan adaklar, tanrı tasvirleri ve gündelik hayattan sahneler yer alıyor.
Bu enfes saatlerden sonra otobüslerle dönüş yolculuğu başlıyor. Yine yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası gemimize ulaşıyoruz. Gemi son yolcularını aldıktan sonra limandan ayrılma vaktimiz geliyor. Bir taraftan nil nehri üzerinde yol alıyor diğer taraftan öğle yemeğimizi yiyoruz. Gün boyu nil nehri üzerinde yol almaya devam ediyoruz. Tüm katılımcılarımız nehir manzaralı balkonlarından ya da güverteden nehri ve nehrin can verdiği yerleşim yerlerini seyrederek her detayı hafızalarına alıyorlar. Akşamüzeri kek yanında çaylarımızı da güvertede derin sohbetler eşliğinde yudumluyor ve güneşin batışına yakın bir saatte Kom Ombo ‘ya ulaşıyoruz. Gemimiz limana demirlediğinde yürüyerek bir başka harika esere daha yaklaşıyoruz. Kom Ombo tapınağının bir yanı timsah tanrı Sobek‘e, öbür yanı ise şahin tanrı Haroeris‘e adanmıştır. Haroeris, aynı zamanda Büyük Horus olarak da bilinir. Sobek ve Horus, iki ana tanrıdır ve bu nedenle tapınak aynı zamanda “Timsah Evi” (Sobek) ve “Şahin Kalesi” (Horus) olarak da bilinir. İki ayrı tanrı için içe içe geçmiş iki ayrı tapınak olarak inşa edilen yapının bütün girişleri, koridorları, odaları ve mabetleri iki tanrı için de ayrı ayrı olacak şekilde tasarlanmıştır. İki alanda da mitolojik ve tarihi olay ve kişilikleri simgeleyen rölyef çalışmaları ve hiyeroglifler bulunmaktadır. Güneşin batışı ile bambaşka bir kimliğe bürünüyor tapınak. Gece aydınlatması muhteşem. Timsah mumyaları müzesinden geçerek tapınaktan ayrılıyoruz. Akşam yemeği bugün doğum günü olan komşumuz Hürriyet hanımın sürpriz partisi ile renkleniyor.
Eğlence gece boyu devam ediyor. Ama sabah yine çok erken kalkmamız gerekecek. Çünkü Şahin başlı tanrı Horus’un tapınağı EDFU Tapınağı ziyaret edilecek. Edfu Tapınağı, Nil Nehri'nin batı kanadındaki Edfu şehrinde yer alan Antik Mısır dönemine ait bir tapınaktır. Mısır mitolojisindeki şahin başlı tanrı Horus'a ithafen inşa edilmiştir. Karnak Tapınağı'ndan sonraki en büyük ve günümüze kadar en iyi muhafaza edilmiş antik tapınaktır. Tapınağın kum altında kalması zarar görmeden uzun yıllar boyunca ayakta kalmasının en önemli nedenidir. Horus'u bir şahin olarak gösteren granit heykel bugün dahi tapınağın girişini koruyor. Tapınağın iç duvarlarında Horus mitine uygun kabartmalar yer almaktadır. Taş yapının hemen hemen tüm yüzeyleri büyük veya küçük boyutlu pek çok figür, tasvir ve süslemelerle doludur. Muhteşem kumtaşı duvarları, eski firavunların kahramanlık süslemelerinin olduğu dev hiyeroglif ve göz kamaştırıcı frizlerle kaplıdır. Geniş hipostil salonunda dolaşırken, sanki devler için inşa edilmiş gibi görünen koridorlarında kendinizi bir cüce gibi hissediyor ve eski Mısır firavunlarının mutlak gücünü duyumsuyorsunuz. Kutsal alana ulaşmak yine her zamanki gibi inanılmaz bir insan kalabalığı arasından büyük zorluklar içinde gerçekleşti. Bir tapınak daha hafızamıza kazınmıştı. Sıradakine doğru yol alma zamanıydı şimdi.
Gemiler birbirleri ile yarışıyordu Nil Nehri üzerinde, amaçları sadece ikişer geminin aynı anda geçmesi için inşa edilmiş ve nehrin yüksekliğinin değiştiği kanallara önce varabilmek. Bu arada belki de artık pazarlamanın nirvanaya ulaştığı satışlara tanık oluyoruz. İki kişilik kayıklarla gemilere yanaşan mısırlılar gemilerin güvertelerindeki turistlere fizik kurallarına aykırı satış yapmaya çalışıyorlar. Bizim ekipte bu satışlardan nasibini alıyor. Bu gezinin belki de en enteresan dakikaları bu kayıkların yol alan gemilere yanaşması, halatla bağlanması ve satış için çaba harcaması olabilir.
Kanallardan geçişin uzun sürmesi nedeniyle Luksor şehrine biraz geç ulaşıyoruz. Luksor tapınağını akşam ışıklar altında gezeceğiz.
Luksor Tapınağı’nın iç kesimleri Yeni Krallık Dönemi’ nin 9. firavunu III. Amenhotep, dış kesimleriyse II.Ramses tarafından yaptırılmıştır. Eski Mısır Tanrılarının en büyüğü Amon-Ra adına inşa ettirilen bu muazzam yapı zamanında 190 metre uzunluğa ve 55 metre genişliğe sahipti. Tapınağın dev bir girişi vardır ve bu giriş Güneş Tanrısı için yapılmıştır; Girişin arkasında yine dev sütunların kapladığı bir salon mevcuttur. Tapınağa girişi sağlayan bu Pilon, 24 metre yüksekliğe sahipti ve cephesinde 4 tane oturan, 2'si ayakta duran muazzam boyutlara sahip 6 adet II. Ramses heykeli bulunmaktaydı. Günümüzde tahtta oturur şeklindeki 2 heykel, girişin sağında ve solunda yer almaktadır ve pilon cephesi boydan boya II. Ramses'in zaferlerini anlatan tasvir ve yazılarla süslenmiştir. Yine orijinal konumunda olması gereken 2 adet dikilitaştan birisi bugün Fransa’da Concorde meydanını süslemektedir. (kahire kalesinde geldiği günden beri hiç çalışmayan hediye saat kulesinin karşılığı olarak Fransa’ya hediye edilmiştir) Tapınağın birinci pilon bölgesine 13.yy’da bir cami inşa edilmiştir.  Büyük İskender’in granit türbesi ve II. Ramses’ in eşi Neterfari’nin heykeli tapınağın en önemli bölümleri arasındadır. Tapınak ziyareti sonrasında sürpriz bir etkinlik var. Faytonlarla Luksor şehir turu. Yarım saatlik bu akşam turunda şehrin birçok önemli mekanını ışıklar içinde görme imkanına sahip oluyoruz.
Sabah çok erken kalkmamız lazım. Rüya gibi bir etkinliğe katılmak isteyen 19 katılımcı ile birlikte krallar vadisi üzerinde balon turu yapacağız. Hava daha aydınlanmadan yola koyulduk. Ama dışarıda biraz rüzgâr var. Bu kötü haber. Alana ulaştığımızda bizler gibi bekleyen yüzlerce turist balonların havalanmasına izin verilmesini bekliyor. Zaman geçiyor ama izin yok. Ekibin geri kalanını bekletmemek ve turumuzu eksiksiz bitirmek için maalesef bu etkinlikten vazgeçmek zorunda kalıyoruz. Hayal kırıklığı yaşayan 19 katılımcı ile kalan ekip arkadaşlarımızla dev memnon heykelleri önünde buluşuyoruz.
Yüksekliği 21 metreyi bulan dev boyutlu 2 heykel. Kahire yakınlarındaki taş ocaklarından çıkarılan kuvarsit kumtaşı bloklarından yapılan bu dev ikiz heykellerin her biri 720 ton ağırlığında. Shammy ve Tammy (muhtemelen sağ ve sol için kullanılan arapça kelimelerin değişime uğramış hali) adlarındaki heykellerden kuzey yönündeki heykelden bazı günlerde şafakla birlikte arp sesine benzeyen bir ses yükseldiği rivayet edilirmiş. Bu yüzden bu heykel şarkı söyleyen Memnon adıyla anılırmış. Büyük bir deprem sonrası yerle bir olan tapınaktan sadece bu iki heykel ayakta kalmış. Ancak heykellerde birtakım hasarlar meydana gelmiş. Heykelden yükselen sesin, rüzgarın oluşan boşluklarda çıkardığı ses olduğu düşünülmüştür. Heykellerin restorasyonu sonuncunda seslerde son bulmuştur. Kısa bir mola sonrasında yeni rotamız Krallar Vadisi.
Krallar Vadisi Mısır’ın Luksor kentinin batısında yer almaktadır. 18. ve 20. Hanedanlık dönemlerinde hükümdarlar için inşa edilen mezarların bulunduğu bu alan Firavunlar Vadisi olarak da anılmaktadır. Başlangıçta sadece vefat eden Mısır firavunlarının gömülmesi için inşa edilmiş olan vadi sonraları dönemin ileri gelenlerinin de defnedildiği bir alan haline gelmiştir. Bölgede onlarca mezar odası var. Biz üç mezar odasını ziyaret edeceğiz. Diğer tapınakların aksine burada daha medeni bir şekilde ziyaretlerimizi gerçekleştiriyoruz. 4.,7. ve 9. Ramses mezar odalarını ziyaret ediyoruz. Aslında Seti 1 ve Tutankhamon mezarları da krallar vadisinin en önemli mezarları arasında ama o mezarlara giriş ayrı bir biletlemeye tabi. Burası bambaşka bir coğrafya. Çok esrarengiz bir havası var krallar vadisinin. Attığınız her adımda ayağınızın altında binlerce yıl öncesinden bir kral mezarının varlığı olabileceği duygusu hakim. Artık krallar vadisinden de ayrılma zamanı geldi. En çok merak ettiğim tapınak ve kraliçelerden birine doğru yol alma zamanı. Kraliçe Hatşepsut’un görkemli tapınağı Tanrıça Hathor’a adanmış HATSHEPSUT (Der-il Bahari) TAPINAĞI.
Bir tepenin yamacına oyularak inşa edilen yapı 3 kademeli geniş bir tapınak.  Hatşepsut eşi II. Thutmose öldükten sonra üvey oğlu III. Thutmose’un küçük olduğunu öne sürerek tahta geçmiş. Kadınların firavun olmadığı bu dönemde kendisini topluma kabul ettirebilmek için Tanrı Amon-Ra’nın kızı olduğunu iddia etmiş. Bir kral gibi giyinmiş, firavunların geleneklerini devam ettirerek törenlerde takma sakal kullanmış. Neticede öyle güçlü bir firavun olmuş ki 21 sene Antik Mısır’ı yönetmiş kraliçe Hatshepsut. Tepemizde öyle güçlü bir güneş var ki bırakın yürümeyi gölgede bile durmak güç istiyor, ama ekibimiz bu tapınak ziyaretini de başarı ile tamamlıyor. Yemek sonrası antik mısır turumuzun son tapınak ziyaretini yapacağız. Karnak, Eski Mısırlılar tarafından inşası 2000 yıldan fazla süren bir tapınaklar şehri. Dünyada bugüne kadar inşa edilmiş en geniş antik yapı. Dünyanın en eski ve gizemli uygarlığının Mısır’ın, Luksor şehrinin 2,5 km kuzeyinde, küçük bir köyü olan el-Karnak’ta inşa edilen ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Karnak Tapınağı
Karnak Tapınak kompleksindeki en önemli ve etkileyici yerlerinden biri, dünyaca ünlü Büyük Hipostil Salonu ile Amun-Ra Tapınağı’dır. Ramses II tarafından tamamlanmış olmasına rağmen, 69 ayaklı sütunlarıyla bu devasa yapının Amenhotep III tarafından mı yoksa Seti I tarafından mı yapıldığı konusundaki tartışmalar halen devam etmektedir. Geniş ve büyüleyici alanlarla dolu olan Karnak Tapınağı, Mısır’ın (Giza piramitlerinden sonra) en çok ziyaret edilen ikinci alanıdır ve günümüzde Karnak Açık Hava Müzesi’ni oluşturmaktadır.
Tapınağa, kesme taşlarla döşeli, etkileyici Sfenksler Caddesi‘nden giriliyor. Caddenin her iki yanında bulunan yirmişer adet oturmuş pozisyondaki koç başlı sfenksler, tanrı Amon’un bir sembolü. Bir sonraki hipostil salonda doğu-batı ekseni üzerinde sıralanmış, 15 ve 23 metre yüksekliğinde, 16 sıra halinde ve 3.5 metre genişliğindeki 134 sütunun bulunduğu 600 metrekarelik bu görkemli yer karşısında, insanlar cüce gibi kalıyor. 4.pilonda yer alan dikilitaş ve 10. Pilonda yer alan 80 metre uzunluğunda, 40 metre genişliğindeki Kutsal Göl ile Güneş Tanrısının bir sembolü olan Antik Mısır’ın kutsal hayvanı skarabeus heykellerini görmeden tapınaktan ayrılmamak gerekiyor. Hatta skarabeus heykelinin etrafında 7 kere dönüp dilekte bulunmayı unutmayalım.
Sonunda antik Mısır turumuzu bitirdik. Ama bizim turumuz sona ermedi. Şimdi tüm anılarımızı yanımıza alarak üzerimizdeki çöl tozlarından arınmak için Kızıldeniz’e girme zamanı. Hurgada’ya akşam saatlerinde vardık. Kızıldeniz’in kenarında denize sıfır konumdaki otelimize yerleştik. Sabah kendimizi Kızıldeniz’in o tuzlu, turkuaz renkli sularına bıraktığımızda bir haftalık yorgunluktan eser kalmadı. Öğle saatlerine kadar denizin tadını çıkaran katılımcılarımızla öğleden sonra bir tekne turuna katıldık. Cam tabanlı tekne ile Kızıldeniz’in o büyülü sualtı dünyasını doya doya izledik. Hatta bazı şanslı katılımcılarla birlikte açık denizde yüzme ve şnorkel ile sualtı dünyasına daha yakından tanıklık etme şansına sahip olduk.
Sabaha karşı dönüş uçağımız var. Akşam yemek sonrası bazı katılımcılarla birlikte Hurgada şehir turu yaptık. Ve sonrasında bu muhteşem 8 günlük rüyadan uyanma vakti geldi. 27 katılımcı ile Ortadoğu’da İsrail-Hamas savaşının en ateşli olduğu dönemde, bambaşka bir kıtada en küçük bir sorun yaşamadan geri dönmeyi bildik. Bunda bugüne kadar yaptığımız her etkinlikte yanımızda olan Ayşatur ve firma sorumlusu Tulcan bey ile Çiğdemim Derneği’nin çok büyük emeği olduğunu biliyor ve kendilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. @namikkemalaksoy
Gezi notu:
Çiğdemim nerede?
Bahşiş
yavaş yavaş hasan şaş
How much?
Yallah yallah
4 notes · View notes
incigibiparlayanyildiz · 2 years ago
Text
"Olup bitenleri görüyorsunuz. Dünyanın rengi değişti. Tamamen erdemden yoksun hale geldi. İyiliklerin tortusu kaldı yalnız. Görmüyor musunuz! Hak ve doğru yerin altına gönderildi. Bilerek batıl işler peşine düştü insanlar. Kötü gidişi önleyecek kimse kalmadı. Zaman, her müminin Allah için Hakkı savunma zamanıdır. Şehit olmak istiyorum. Bu zalimlerle bir arada yaşamak da zulüm değil mi! "
4 notes · View notes
elazigsurmanset · 2 days ago
Text
Hak-İş Elazığ İl Başkanı Gökhan Arpadan Kadına Şiddet Açıklaması..
Tumblr media
HAK-İŞ Konfederasyonu İl Başkanı ve Hizmet-İŞ Sendikası Elazığ Şube Başkanı Gökhan Arpa, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla önemli bir açıklama yaptı. Arpa, Filistin ve Gazze'deki kadın ve çocuklar başta olmak üzere, tüm dünyada zulme ve şiddete maruz kalan kadın, çocuk, hayvan ve tüm canlılara yönelik şiddeti kınadıklarını belirtti. Ayrıca bu duruma dikkat çekmek için büyük bir dayanışma sergileyerek meydanlarda rakamlarla ifade etti. Şiddet Sorununa Vurgu Gökhan Arpa, açıklamasında açıklama hem Türkiye'de hem de dünyada ciddi bir toplumsal sorun haline geldiğine toplumsal dikkat çekerek, "Kadın kardeşlerimiz adına güçlü bir ses vermek için onlarla  birlikte mücadele ediyoruz" dedi. Bu açıklama, kadınların haklarını savunma ve mücadele konusunda dayanışmanın önemine bir kez daha vurgulayarak, hem ulusal hem de uluslararası bir boyutta oluşturmayı amaçlıyor. Read the full article
0 notes