#insanca yaşam
Explore tagged Tumblr posts
Text
9 notes
·
View notes
Text
Emeklilerin Ankara Yürüyüşü: Sefalete ve Yoksulluğa Karşı İnsanca Yaşam Talebi
Emeklilerin Ankara Yürüyüşü Başladı: “Açlığa ve Yoksulluğa Karşı İnsanca Yaşam İstiyoruz” Tüm Emeklilerin Sendikası, 27 Ekim tarihinde 5 ayrı koldan başlattığı Ankara Yürüyüşü ile dikkatleri üzerine çekti. Ülkenin dört bir yanından gelen emekliler, sefalete ve yoksulluğa karşı seslerini yükseltmek için Ankara’ya doğru yola çıktılar. Foça Şubesi, Foça Nihat Dirim Meydanı’nda düzenlediği etkinlik…
#Ankara yürüyüşü#ekonomik kriz#Emekliler#Foça#hak savunma#insanca yaşam#sosyal adalet#Tüm Emeklilerin Sendikası#türkiye#yoksulluk
0 notes
Text
Sekiz Mart.
Ayrımcılığın en yangınlı,en sancılı halidir;
Sekiz Mart.
Bedenen daha güçsüz diye,
İnsanlığını unutmuş erkek egomanyasının tavan yapmasıdır;
Sekiz Mart.
Cinsiyeti kadın olabilir ama;
Yüzyirmidokuz emekçi insanın yakıldığının adıdır;
Sekiz Mart.
Neyin kutlaması bu dostlar, sorarım size?
Öldürdükten sonra gün vermek mi, Kadına hediye?
Küllerini savurup gül saçmakta ne diye?
Kadının tek isteği insanca yaşamak sadece...
Kimseden yaşam dilenmiyor kadınlar,
Zaten Allah'ın onlara bahşettikleri var,
Tek istedikleri sizden beyler;
Aynada bir bakın kendinize, bir bakın da,
İnsan olduğunuzu hatırlayın yeter...
🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤
137 notes
·
View notes
Text
... neler yazacaktım neler yazdım..
evde yalnızım bir tuhaf hissediyorum. kızlar şu an semalarda bir saat sonra izmir'de olacaklar. çok enerjik ve mutlu gittiler ve iki hafta yoklar :( dün gece beraber otururken "anne biz yokken canın çok sıkılır mı" diye sordu english teacher yok ya dedim ben takılırım kendimce sıkıntı yok :) küçük kızçemin sınavına çok az kaldı ve onu evde yalnız bırakmak istemiyorum o yüzden sadece o okulda ve dershanede iken gitmek durumundayım derneğe. evdeki işlerimi halletmeyi seviyorum yalnızken onları hallederim bayram geliyor temizlik de olmuş olur. evde biraz içime dönerim, kendimi dinlerim (hiç dinlemiyormuşum gibi) ben bu yalnızlığı fırsata çevirebilirim ve bundan hoşnut da olurum. çoğu zaman bu evde birgün tamamen yalnız yaşayacağımı da düşünürüm ki bu çok mümkün. kızlar atanır ya da yuva kurarsa, küçük kızçem üniversite okumaya başka şehre giderse yalnız yaşamak kaçınılmaz olur. elhamdülillah kendimi her şart ve koşulda ortama adapte edebilen ve hayatın olumlu olumsuz getirilerine karşı beyin olarak hazırlıklı olan biriyim. olumsuz da düşünmem hiç kendime bunu kodlamam, ne olacaksa o andaki ruha karışmayı ondan mutlu olmayı becerebilmeyi öngörmeye çalışır aklım. gelecek ile ilgili de plan yapmam hiç zamanında kurduklarım elimden alındığı için. Allah ne verirse, neyi nasip ederse o olacak ve bunun içinde benim gayretim ve duam da vardır bunu bilirim. şükretmeye, yaşamımın zorluklarından çok verilen nimetlerin farkındalığında olmaya çabalıyorum şükür ve teslimiyet için bu şart. dünyayı çok iyi tanıdım, ona ve insanlara çok fazla bağlanır bel bağlarsam yarıda öylece bırakacağını bilirim. o yüzden an'da, an'da olanlarla, an'ın getirdikleri ve gelecek için de duayla şu hayatı O'nun da yardımıyla yaşamaya çalışıyorum. ne yazacaktım konu nerelere geldi hep böyle oluyor zaten. bugün için evi temizleme ve market alışverişi yapma planım var. derneğe bugün ve yarın gitmeyeceğim. yarın iki arkadaşımı yatıya çağırdım ve cuma günü inşallah bizden derneğe geçeceğiz genel merkezden misafirlerimiz var seminer ve toplantı olacak. Allah hayatı kolay ve insanca yaşayabilecek kabiliyet versin hepimize. insanız, yanlış yaparız, hataya düşeriz farkeder telafi ederiz ve yolumuza yine devam etmekle yükümlüyüz. acılarımız, sevinçlerimiz, kaygılarımız ve daha birçok duygu bizim birer parçamız yeter ki hepsini makul seviyelerde yaşayalım itidalli olalım ve bu hayatta kalbim için en çok dilediğim istediğim ve çoğunlukla öyle hissettiğim ve insanlar için de en çok sahip olsunlar istediğim merhamet duygusunu diliyorum, dileniyorum herkes için. merhametin olduğu bir kalpte kötülük barınmaz, barınamaz çünkü. Allah yumuşak sekinet dolu bir kalp, selim bir ruh, hayırla açılan kapılar, güzel bir yaşam, uzun, hayırlı, sağlıklı, salih bir ömürden sonra hakka yaraşır bir ölüm nasip etsin hepimize. amin.
("plan yapmam" dan kasıt bugün ve yarını içeren rutin işler güçler, güncel konular vs'den ziyade gelecekle ilgili, geleceğe ait hayal, istek vs tüm mevzular. ben asla programsız, plansız yaşayamayan biriyim zaten. anlatmaya çalıştığım konu daha, geniş ve kapsamlı geleceğe dair planlardan uzak durduğum)
*uzun yazmayı çok seven biri olarak okuyacaklara sabır dilerim ve okuyanlara dua 🤍
46 notes
·
View notes
Text
Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güvenlik içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar.
-Franz Kafka
17 notes
·
View notes
Text
İstiklal Caddesi’nde ‘yaşasın şeriat’ sloganları
youtube
İstanbul İstiklal Caddesi'nde,
20-25 yaşlarında bir genç,
Elinde "yeşil bir bayrak" açıyor…
Bir anda etrafında,
Afgan
Suriyeli
İranlı
Iraklı
Pakistanlı
Malezyalı "gençlerden oluşan on binler" toplanıyor…
Aralarına yerleştirilmiş binlerce,
Sakallı ve şalvarlılar…
Hep birlikte SLOGAN atıyorlar.
- Burası İslam toprağı…
- Kafir ATATÜRK…
- Kahrolsun LAİKLİK…
Peki,
KİM bunlar?
ORTADOĞU’DA…
ABD’nin,
Terör
Cinayet
Hırsızlık
Tecavüz
Kaos için yetiştirdiği KOMANDO gençliği…
İNGİLİZLERİN…
Din satsınlar,
Gericiliği hakim kılsınlar,
Sömürü düzenimiz devam etsin diye,
Cemaat ve tarikatlarca beslenen uşakları…
İşte bunları!
Resmi - sivil binlerce polis seyrederken,
HALK şaşkınlıkla izleyip,
Caddelere giremiyor…
Bugün,
İstanbul İstiklal Caddesi işgal altında…
Eğer susmaya devam edersek yarın,
Ankara Kızılay Meydanı…
İzmir Konak Meydanı…
Tüm illerin meydanları...
Artık işgal için,
Sayıları yetiyor artıyor bile…
Çünkü,
20 milyon civarında nüfus oluşturuldu bunlara…
VAR EDİLİŞ SEBEPLERİ ise;
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için…
BOP demek?
Emperyalizmin,
Ortadoğu’daki sömürü düzenine,
Yahudi-Arap kardeşliğinin öncülüğünde,
Laikliğin yok edilmesi,
Yerine şeriatçılığın hüküm sürmesi demek…
Nasıl İSYAN etmeyelim?
Çünkü artık!
Güzelim Türkiye’mde,
Şeriat İN…
Laiklik OUT oldu…
İşte bu NEDENLERDEN dolayı…
Bütün siyasi parti başkanlarına İSYAN ediyorum!
Düşün artık Türkiye Cumhuriyeti'nin yakasından…
Milliyetçiyim diye geçinen tüm kurumlara İSYAN ediyorum!
Vatan sevmenin,
Milliyetçi olmanın…
Kabadayılık olmadığını,
Mafyacılık-çetecilik olmadığını,
Emperyalist ruha hizmet etmek olmadığını,
Anlayın - görün artık…
MİT’e İSYAN ediyorum!
Temizleyin artık içinizdeki,
CIA
Mossad
KGB
M16
BND
DGSE
MSS ajanlarını…
Sadece Türkiye için haberleşin…
TSK’lerine İSYAN ediyorum!
Sınırları kapatıp koruyun artık…
NATO şemsiyesi altındaki,
Gayri milli komuta kademesine siz de isyan edin…
PARA babalarına İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Sizi,
Çocuklarınızı,
Torunlarınızı,
Paralarınız KORUYAMAYACAK!
Akademisyenlere - aydınlara İSYAN ediyorum!
Korku yalanın ürünüdür…
Yalan yönetimlerden korkmayın, çıkın artık kabuğunuzdan...
Sivil Toplum Kuruluş’larına İSYAN ediyorum!
Bozun rantçı rahatınızı…
Sanatçılara İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Sanat şemsiyesi altında,
Tanınmışlık sizi sokağa ÇIKARAMAYACAK!
SİYASİLERE İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince…
Ne dokunulmazlığınız,
Ne eşitsiz geliriniz KALMAYACAK!
Sıradan insanlar gibi SÜRÜKLENECEKSİNİZ...
Halka İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Ortadoğu’daki halklar gibi,
Bombalar altında aç-susuz yaşayıp öleceksiniz…
Hiçbir İNSANCA yaşam hayaliniz,
İsteğiniz OLAMAYACAK!
İsyanımı bastırmamın,
Tek UMUDU,
Tek tesellisi,
Yukarıda isyan ettiklerim değil elbette!
LAİK ATATÜRK CUMHURİYETİ’nin,
Gençleri, Kadınları var hâlâ.
26 notes
·
View notes
Text
Toplumsal Öfke ve Asabiyet
John Steinbeck, “Bir insana dengesini kaybettirip, sonra da normal davranmasını bekleyemezsiniz” diyerek, bir bireyin içsel dengesinin ne kadar hassas bir şey olduğunu vurgulamıştır. Bu söz, sadece bireysel bir durumu değil, toplumun genel psikolojisini de sorgulamamıza neden olur. Türkiye’de, ekonomik zorluklar, toplumsal eşitsizlikler ve güvenlik endişeleriyle şekillenen bir yaşam biçimi, bu dengeyi bozan unsurların başında geliyor. İnsanlar, yaşadıkları zorlukların altında ezilirken, onlardan “normal” davranışlar sergilemeleri bekleniyor. Ancak, bu beklenti, Steinbeck’in dediği gibi, gerçekçi değildir.
Bugün Türkiye’de pek çok insan, geçim sıkıntısı, yüksek enflasyon, işsizlik ve düşük gelirle mücadele ediyor. Bunun yanı sıra, yaşam maliyetlerinin hızla arttığı bir ortamda, insanca yaşamak, sağlıklı bir şekilde eğitim almak veya tatil yapmak bir lüks haline gelmiş durumda. Bu ekonomik belirsizlikler, sadece maddi sıkıntıları değil, aynı zamanda insanların ruhsal sağlığını da olumsuz etkiliyor. İnsanlar, birikim yapmayı, kaliteli bir eğitim almayı, sağlıklı yaşama fırsatları bulmayı bir hayal olarak görmeye başlıyorlar. Bu tür temel ihtiyaçlardan mahrum kalmak, zamanla bireylerin duygusal dengesizliğini artırıyor. Kötü yaşam koşullarının yaratacağı stres, sinirlilik, öfke patlamaları ve asabi davranışlar, toplumun psikolojik yapısının bozulduğunun göstergeleridir.
Steinbeck’in sözleri burada bir uyarı işlevi görüyor: Dengesini kaybetmiş bir insan, topluma uyum sağlamakta güçlük çeker. Ekonomik olarak, psikolojik olarak ve sosyal anlamda zorlanan bireyler, toplumsal normlara uymakta zorluk yaşarlar. Savaşın, belirsizliğin ve güvensizliğin ortasında yaşayan bir toplumun sakin, huzurlu ve dengeli olması beklenemez.
Son yıllarda Türkiye’de insanların daha sinirli, asabi ve öfkeli hale geldiği gözlemleniyor. Trafikte, iş yerlerinde, sosyal medyada ve günlük yaşamda, toplumsal gerilimler artmış durumda. Öfke kontrolü, özellikle gergin zamanlarda, toplumun geneline yayılan bir sorun halini almış görünüyor. Bunun ardında ekonomik bunalımlar, güvensizlik, adaletsizlik ve geleceğe dair umutsuzluk yatıyor. İnsanlar, her geçen gün daha fazla stresle karşı karşıya kalırken, bu baskıyı atabilecekleri sağlıklı alanlar yaratmakta zorlanıyorlar. Tatil, bir aileyi bir araya getirmek, dinlenmek ya da rahatlamak için ayıracak zaman ve para bulmak neredeyse imkansız hale gelmişken, insanın psikolojik sağlığı nasıl korunabilir?
Türkiye’nin çevresindeki savaşlar, iç karışıklıklar ve güvenlik tehditleri de insanları derinden etkilemekte. Komşu ülkelerdeki savaşlar, göçmen krizleri ve iç siyasetteki belirsizlikler, toplumun ruh halini kötü yönde etkiliyor. İnsanlar, sadece kendi ekonomik zorluklarıyla değil, aynı zamanda çevresindeki büyük jeopolitik risklerle de başa çıkmaya çalışıyorlar. Bu sürekli kaygı hali, toplumsal bir stres kaynağı yaratıyor ve bu stres, doğal olarak, insanların davranışlarına yansıyor. Sürekli bir korku, belirsizlik ve endişe içinde yaşamak, insanların ruhsal dengesini alt üst eder. Bu, bireysel anlamda huzursuzluk yaratırken, toplumsal ilişkileri de olumsuz etkiler.
Bir toplumda insanların insanca yaşaması, yalnızca ekonomik büyüme ve kalkınma ile mümkün değildir. Aynı zamanda, herkesin sağlıklı bir şekilde eğitim alabileceği, düzgün sağlık hizmetlerine ulaşabileceği ve psikolojik olarak kendini güvende hissedebileceği bir ortamda yaşaması gereklidir. Bugün Türkiye’de, eğitim ve sağlık hizmetlerinin her kesime ulaşamaması, özellikle maddi imkansızlıklar içinde yaşayan bireyler için büyük bir engel teşkil ediyor. Yeterli eğitim alamayan, sağlık hizmetlerine ulaşamayan ve sosyal güvencesi olmayan bir insan, duygusal ve psikolojik açıdan sağlıklı olamaz. Toplumun geneline yayılan bu dengesizlik, insanların birbirlerine karşı daha tahammülsüz ve öfkeli olmalarına neden olur.
Sonuç Olarak...
John Steinbeck’in uyarısı, bugün Türkiye’deki durumu anlamamıza ışık tutuyor. İnsanlara içsel dengeyi kaybettirip, sonra da onlardan “normal” davranmalarını beklemek, gerçekçi bir beklenti değildir. Ekonomik zorluklar, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamama, güvenlik kaygıları ve sosyal eşitsizlik, toplumsal dengesizliğe yol açmaktadır. İnsanlar, bu zorluklarla başa çıkmak için bir çıkış yolu ararken, toplumsal normlara uymak veya sağlıklı ilişkiler kurmak oldukça zorlaşmaktadır. Toplumun psikolojik yapısını iyileştirmek için yalnızca ekonomik büyüme değil, aynı zamanda sosyal adalet, eşitlik ve güven duygusunun yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, Steinbeck’in söylediği gibi, dengesini kaybetmiş bir toplum, yeniden sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşama fırsatı bulabilir.
3 notes
·
View notes
Text
Arıları ve sinekleri ağzı açık bir şişeye koymuşlar.
Şişenin taban tarafını ışığa doğru,
Açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler.
Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru ilerlemiş .
Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan dışarı çıkmayı başaramamışlar
Bu arada sinekler, şişenin ağzına doğru doluşmuşlar ve dışarı çıkıp karanlıkta kaybolmuşlar.
Karanlık tarafta bulunan şişenin açık ağzına doğru tek bir arı bile gitmemiş…
Camın önünde ışığa doğru çabalamaya devam etmişler.
İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor.
Ancak daha derinlemesine düşününce;
Karşımıza anıt gibi dikilen bir yaşam tarzı ortaya çıkıyor….
Einstein e göre arılar olmazsa, insan yaşamı 4 yıl sonra son bulur…
Arılar nerede, hangi çiçek ile besleneceğini bilen, yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulabilen ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendininkine yumurtlamayı hiç şaşırmadan uygulayabilen bir canlıdır…
Ve bu olağanüstü canlı Nasıl olur da şişenin ağzını bulup çıkamaz değil mi?
Kuşkusuz Işığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır…
Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyeceklerdir…
Ve bu uğurda da gerektiğinde ölmeyi göze alabileceklerdir.
Sinekler ise karanlığa doğru sıvışan kaçaklardır.
Hiç umursamadan Karanlığa doğru yürüyenlerdir.
Sadece kendi yaşamları değerlidir.
Nerede yemek varsa, nerede rahat yaşayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. Değerlerin bi önemi yoktur….
Arıyı kovalamak isterseniz o kaçmaz, sizinle savaşır.
İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır.
Ve değerleri için ölür.
Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler terkettikleri yere…
Mikrop taşıyan ayaklarıyla ezerler; yaşadığımız her yeri…
Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.
Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler.
Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda… Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.
Sinek olup karanlığa mı?
Arı olup aydınlığa mı?
Engellere rağmen ışığa yürüyenlere, ışığa ulaşmak için çabalayanlara, insanca değerler yaratma adına mücadele eden el etek öpmeden onurluca yaşayan ve ışık saçanlara selam olsun...
11 notes
·
View notes
Text
Yorulduk be hayat
Sokak gösterisindeki kuklalar kadar ilgi yok
oynanan ömürlere.
Yok satıyor yaşam insanca telaşı.
Şöyle bir günlük mola verse de,
Simit kokusunu martılarla bölüşsek doyunca.
Dalga, dalga köpüklere karışsa bunca fırtına.
Ve, göğüs delen sessiz çığlıkları
Martılarda dillendirsek yeter.
Şöyle can kenarından
Bir nefeslik mola ver be hayat...!
Yorulduk...
Gülsen Dede
4 notes
·
View notes
Text
Yaşamak kutsal mı?
Yaşamak sadece nefes alıp vermek mi? Yaşamın kendisi değil kutsal olan. Kutsal olan adil insanca bir yaşam, kutsal olan onurlu bir yaşam, kutsal olan güvenli bir yaşam, kutsal olan haysiyet sahibi bir yaşam. Yaşamın kendisi değil, sırf yaşamak değil kutsal olan.
yaşamın kutsallığı ile kastedilen yalnız insan hayatının kutsallığı mıdır?
hastalıklı hayat algılarımız doğruyu iyiyi vicdanı, kısır akıllarımızın sınırlarına hapsolmuş ilkel düşünce yapımızda keşfetmek ve gerçek anlamlarına varabilmek için aşırı yetersiz, aşırı egoist.
kimse kandırmasın kendini, bu hayat ya tüm canlılar, türler ve ırklar için aynı kutsallıkta, ya da tüm canlılar ve insanlar için hiç bir kutsiyet ifade etmemekte.
size schopenhauer'ın selamını getirdim. diyor ki:
"canlılık çoğalmak, yok etmek ve yok olmaktan ibarettir. hem de hiç bir nedeni olmadan."
canlı olma halinin, özel olarak insanın canlılığının ne demek olduğunu ve bunu kutsal sanmanın ne büyük bir yanılgı olduğunu anlatmak istiyorum.
öncelikle insan hariç türler doğayı korumayı hiç düşünmediler. "doğayı korumak" diye bir şeyin mümkün olmayışındandır belki de. bu türler de doğanın kendisi, bir parçası oldukları için bizden farklılar. fifth ape olarak, bilince ve akla (!) sahip olduğumuz için önce yeryüzünün hakimi olduk, sonra onu korunması gereken bir şey addettik boyu uzaya varan egolarımız yüzünden. kaldı ki doğa dünya ile de sınırlı değil, evrenin tamamı "doğa" aslında. bunu idrak edemeyişimiz ve canlılığı kalıplarımızla anlamlandırmaya çalışıyor olduğumuz gerçeği sizi de benim kadar korkutmuyor mu?
hepimiz canlıyız. her yer canlı, her yer direniş. ancak, arthur gibi benim de canlılığın özü ile alakalı sıkıntılarım var. insanı ele alınca bu ülkedeki gibi ağaç gördü mü ağzında köpüklerle baltasına koşan vandal ile tek bir ağacın etrafına türlü koruma yapan japon gibi zıt canlılar var evet. fakat buradaki ekolojik hassasiyet ne kadar genel-geçer? çünkü aynı japon (veya çinli, tam hatırlamıyorum) pandaların nesli tükenmesin diye de uğraşıyor. bu ilk bakışta güzel bir şey gibi görünmekte fakat burada söz hakkı bizim mi gerçekten? dünyada varolmuş türlerin %99'u şu an aramızda değil. doğanın dengesiyse daha güzel course correction olamazdı sanırım. bu mekanizmanın varacağı yer belki de canlılığın devamının yapıtaşı olabilir, en sonunda değineceğim.
burada şu parantezi açmak çok önemli; insanın katlettiği habitatlar, kontrolsüz avladığı hayvanlar, yerini yurdunu değiştirdiği bitkiler, vs. gibi etkenler sonucu oluşan tür yok olmaları konusunda mutlaka bilincin ve aklın getirdiği yerde insanın tasarrufu ne olabilirse uygulanmalı sonuna kadar
bizler çok uzun süren yok ediş ve yok oluş olaylarının bir parçası olarak şu anda bulunduğumuz yerde bulunabiliyoruz. demek istediğim öl ya da öldür değil, öl ve öldür DEĞİL yok etmemiz gerekiyor mu? O zaman yok olmamız da gerekiyor, sadece aradaki süre hayat diye anlamlandırdığın "an" mı?
4 notes
·
View notes
Text
Hep Eksik Kılınıyor Hayat!
Didaktik, belirgin bir biçimde saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. İnsanlık mefhumu, insana ait olan hakkaniyet / hak ve hürriyet tanımlamalarının topyekun zehirlendiği, afaki bir biçimde görmezden gelindiği bir zeminin ortasındayız. Her yanımız simsiyah. Hemen her günümüz kapkaranlık. Dünden ağır bir şimdi, şimdiden teyakkuz halinde yıkımlar bir biçimde sınırlandırmalar üstünden ilerleyen, yok etmenin eşiklerini araya duran bir yerin hazin öyküsüdür mesele. Her şekilde hemen her anlamda, sıradanın hakkının, hukukunun alelade değil doğrudan milimetrik yıkıma terk edildiği zeminde mübalağa değil doğrudan yaşadığımız yerin halidir mesele, meselemiz.
Madun siyaset aktörlerinin hepsinin, hep birlikte ama en çok da baş efendi ve şürekasının suna geldiği yenilenmiş ülke şablonunda bu mesel olunan yıkımın / yok etme / çürütmeye dair pek çok örnek birlikte var edilir. Gündelik yaşam tahayyülünün açmazlara rehineliği bir yanda, toptancı bir zihniyetin artık vahamet sınırlarını da aşan sınırlama çabaları diğer yanda, her durumda o yok etme istemi sürekli güncel bir mesele kılınır. Belirsiz değil her anlamda doğrudan yinelenen haller / tahayyül ve pratiklerle birlikte o cürüm sahasına bir adım daha yaklaşılır. Yazılı, verili hakların ters yüz edildiği, ya hiç, ya yok sayıldığı kala kala bir avuç insani mefhumun savunusunun avuntu kabilinden bildirildiği yerde yıkımın her nereyi, her neyi kapsadığı zaten afakidir. Cürümlere tutunarak ilerleyen bir menzilde, salt rakamlardan ibaret görülen asgari ücretin güncellenmesi, memur, emekli maaşlarına doğrudan yapılmış müdahaleler bir iyileştirmeyi değil tam aksine, güncellendikçe daha da dipsiz bir karanlığı arşınlamayı mümkün kılar. Cerahat elinin, eline kan bulaşıp oturmuş o sermaye ile kotardığı vizyonsuz ülke pratikte zorun / ceberut olagelen bir sarmalın kendisi olarak güncellenendir. Budur artık yeni ülke, her dem daha ağır yıkımların sahnelendiği bir cerahat sarmalı.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “ENAG'ın yüzde 108,58 olarak açıkladığı yıllık enflasyonu TÜİK'in yüzde 38,21 olarak açıklaması üzerine KESK İstanbul Şubeler Platformu Cevahir AVM önünde "İnsanca yaşanacak ücret istiyoruz" şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Tüm illerde ortak gerçekleştirilen basın açıklamasını İstanbul'da KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ayfer Koçak okudu.
"İyileştirme Gerçek Enflasyon Üzerinden Yapılsın"
Basın açıklamasında esnasında "TÜİK şaşırma, maaşımı aşırma", "Rakamlar sahte, yoksulluk gerçek", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganları atıldı. Basın açıklaması öncesinde konuşan Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike, "Maaşlarımızın yoksulluk sınırı üzerinde olmasını istiyoruz, bugün yoksulluk sınırı yapılan pek çok araştırmaya göre 34 bin ile 35 bin civarında. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını, bugün bize yansıyan yakıcı enflasyonun ise kesinlikle 100'ün üzerinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz. O nedenle yapılan iyileştirmeler enflasyona ezdirilmeyecek deniyorsa zamların gerçek rakamlar üzerinden yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz" dedi.
"Büyümeyle Övünenler Refah Payını Emekçilerle Paylaşmıyor"
Koçak basın açıklamasına “Alanlardayız. Çünkü güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz. Alanlardayız çünkü büyükşehirlerde 12 bin TL’yi aşan ev kiralarını karşılayacak gücümüz kalmadı” diye başladı. TÜİK’in hayat pahalılığını en az yarı yarıya düşük göstererek maaş artışlarımızı bir kara delik gibi yutmaya devam ettiğini ifade eden Koçak, “Yaşadığımız gerçek hayat pahalılığı ile ilgisi olmayan bu sanal rakamlar özellikle maaş zammı alacağımız dönemlerde daha da aşağı çekiliyor. Seyyanen yapılması zorunlu hale gelen artışlar bunun en büyük itirafıdır” dedi.
"22 Bin TL 55 Günde Bile Eridi"
Ülkeyi yönetenler tarafından yıllardır “işçiyi, memuru, emekliyi, asgari ücrete ezdirmedik” nutukları atıldığını vurgulayan Koçak, “Yandaş Memur-Sen yöneticilerinin her toplu sözleşmede iktidarın belirlediği hedef enflasyon rakamlarına imza atmasından bıktık. Türkiye tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine çevrilmiş bulunuyor. En yüksek ücreti alan kamu emekçisi maaşı dahi yoksulluk sınırı altında kalıyor” ifadelerini kullandı.
Koçak iktidarın seçimlerden önce verdiği “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” sözünü hatırlatarak Türk lirasının sadece son 55 günde dolar karşısında %25 değer kaybettiğini ifade etti. AKP’nin her fırsatta büyüme rakamları ile övündüğünü vurgulayan Koçak, o büyüme rakamlarını emeği, alın teri ile yaratanlara, bizlere refah payı vermeye yanaşmadığını söyledi.
"Ağustos Ayında Ankara’da Olacağız"
Kamu emekçilerine seslenen Koçak, “Gelin yıllardır tekrarlanan bizi her geçen gün daha sefalete iten bu oyuna artık dur diyelim. Ne TÜİK’in sahte enflasyon rakamlarına ne iktidarın refah payı aldatmacasına kanmayalım. Yandaş basının müjde haberlerine itibar etmeyelim. Bugün sunulan 17.55 + 8077 seyyanen zam ile kamu emekçilerinin eline geçek olan gelir bugünkü yoksulluk sınırının dahil çok altında kalmaktadır” dedi. Toplu iş sözleşmesi süreci için bilerek kamu emekçilerinin tatilde olduğu ağustos ayının tercih edildiğinin altını çizen Koçak, tüm kamu emekçilerini Ankara’ya davet etti.
"İnsanca Yaşanacak Ücret İçin Mücadele Etmek Zorundayız"
Kamu emekçilerini, emeklileri yıllardır kaybettiren bu yoksulluk ve sefalet düzenine karşı insanca yaşayacak ücret, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelesinde omuz omuza vermeye çağıran Koçak, KESK adına talepleri yineledi:
* Bunun için en düşük kamu emekçisi maaşı temmuz ayı itibari ile eş ve çocuk yardımı, yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Her üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmeli, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamları refah payı olarak eklenmelidir.
* Gelir vergisi birinci dilim oranı %15 ten %10’a düşürülmeli, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
* Seçim öncesi verilen kira yardımı, mülakatın kaldırılması sözlerinin gereği zamana yayılmadan hemen yerine getirilmelidir.”
Daimi bir biçimde kendi kötülük eşiğini durmadan güncelleyen bir zemindeyiz vesselam. Hiç kimseyi ezdirmedik lafzı döndürülüp, ısıtılıp aralıksız servis edilirken oluşturulan tüm o cerahatin her neye tekabül ettiği zaten başlı başına dile getirilenler ile anlatılmıştır. Bugünün ülkesinin dününden de ağır bir sınamayı, iyileştirme diyerek kaktırma çabasının vardığı düzlemin ne kadar hazin bir sonucu beraberinde getirdiği o eylemlerle çıka geleni, itirazı dikkatle baktığımızda gözler önüne serer. İktidarın yalan / riyayla birlikte kurduğu ve var ettiği ülke tiradının nasıl da boşa düştüğü gözler önündedir. Büyüme rakamları, bir biçimde var edilen muktedir ülke olma halleri, hiçbir surette yaşamda imkanları, olasılık, ihtimalleri bırakılmamış bir kesimi / büyük çoğunluğu sessizlikle kuşatır. Geçinmenin bir biçimde tamama erdirilip, lütfen var edilen iyileştirmeler karşısında anında gerisin geriye iptal olunmasının / heder edilmesinin mesel edilmediği bir yerde emekçilerin sesini kim, nasıl, nerede duyacaktır? Sahiden bunca bodoslamadan ilerlenen bir yok etme kültürünün, ekonomik çökertme halinin ortasında, bütünüyle var edilen imdat çığlıklarını kim nerede, ne zaman duyacaktır?
Düzenleme diye düzensizliğin, iyileştirme diye yoksunlaştırma hallerinin, gelir artırımı ve refah derken yerinde sayan bir eksiltmeyi reva gören, bunu sadece asgari ücretliye değil aynı zamanda kendisinin de oy deposu kıldığı / bildiği emeklilere de var eden bir düzlemde kim neyin hakkını, nerede ne zaman duyacaktır? “Önergelere göre yüzde 25'lik zam, daha önce 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya yükseltilen en düşük emekli aylığına uygulanmayacak. Emekli zamları sadece kök aylıklara yapılacak. Buna göre örneğin kök aylığı 6 bin lira olup Hazine desteğiyle 7.500 lira aylık alan emeklinin 6 bin liralık kök aylığına yüzde 25 zam yapılacak.” Sonucunda dönüp dolaşıp, batmaya son sürat devam denilen bir menzilde iki gıdım hayat hakkını da çok görmeye devam diyenlerin elinde kalakalır ülke? Misal, hiçbir biçimde görünür kılınmayan, artık mevzu dahi edilemeyen o asgari ücretle / devlet memurunun asgarisi arasındaki uçurum bahsi ne açılır / ne söz hakkı ne de tek bir itiraza yer bıraktırılır. Ülke nüfusunun ekseriyetle ezici çoğunluğuna takdim edilen / eline kan oturmuş sermayenin vermemek için kırk takla atıp, vergisinden düşmeye gayret ettiği asgari ücretin kuş kadar kılınması mesel olunmaz, bu açık imdatları kim ne zaman duyacaktır ki sahiden?
BirGün Gazetesinden iliştirelim: “Temmuz ayı memur maaş katsayısındaki yeni düzenleme kapsamında artırılan sosyal yardım ödemeleri artırıldı.
Düzenlemeye göre, yaşlı aylığı 2 bin 348, yüzde 40-69 engelli aylığı 1874, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı ise 2 bin 811 liraya yükseltildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, artışa ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Göktaş, açıklamasında, "Yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı bir şekilde hak sahiplerimizin hesaplarına yatıracağız" dedi.
Dezavantajlı durumdaki bireylerin çeşitli hizmet ve sosyal yardım modelleriyle desteklendiğini ifade eden Göktaş, memur maaş katsayısında yapılan düzenleme sonrası sosyal yardım programlarının aylık ödemelerini artırdıklarını belirtti.
Bakan Göktaş, şunları kaydetti:
"Temmuz ayı memur maaş katsayısında yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal hizmet modelleri kapsamındaki yaşlı aylığı 1997 liradan 2 bin 348 liraya, yüzde 40-69 arası engelli oranına sahip vatandaşların aylığı 1594 liradan 1874 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatandaşların aylığı da 2 bin 392 liradan 2 bin 811 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 1594 liradan 1874 liraya, hafif silikozis aylığı 3 bin 445 liradan 4 bin 50 liraya, orta silikozis aylığı 3 bin 938 liradan 4 bin 629 liraya, ağır silikozis aylığı ise 4 bin 388 liradan 5 bin 158 liraya çıktı."
Her şey ortadayken hangisini neresinden yazarsınız sahiden? Bütünüyle kafasını kuma gömülü tutmaya devam diyen hazirunun varlığı söz konusuyken şu yukarıdaki haberlerin hiçbir anlamı yok mudur? Sokağa çıktığınızda düşünmekten heder olup, dalgın dalgın bir yerlere yetişme telaşında olan insanlara bir tek olumlanabilir bahis açılabilir mi? Yok o iş sandığınız gibi değil denilebilir mi? Marketlerde, öyle on yıldız, beş yıldız, kocaman mega bilmem ne marketlerde değil, un ufak edilmiş hayatlarında hayatta kalmak için bir mücadeleye tutunanların ucuz ürünlerden hangisi daha ucuz bunu alabilmek için bile kırk kez düşünmesinin hesabını mesela kim fark edecektir? Bıraktık, içkiyi, sigarayı, bıraktık o dışarıda yemeği içmeyi, bir yerlerde bir konsere / tiyatroya / sinemaya gidebilmeyi bir tek kitap alabilmenin bile imkansız kılındığı yerde cehaletin yükseltilen duvarlarını bütün bu yoksunluğa dair kime neyi anlatabiliriz sahiden? Bir biçimde sınırlanan, daha da eksik kılınan, her defasında hizaya geçip emir erliğine devam etmesi beklenen, duraksamadan da oyuna talip olunup, yaşam sürmesi beklenen insanların hayatına tek bir iyileştirme sahi ama sahiden de söz konusu edilebilir mi? Markette parası kalmadığı için ketçap çalmaya çalışanı, bir biçimde ekmeğe katık edip onunla yaşayabilmeyi aklında gerekçelendirebilir mi yaygın medya soytarıları, sarayın palyaçoları, üç kuruşa onurlarını satanlar, şunlar ve dahi bunlar! Sahiden!
Didaktik, saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. Ezdirmedik halkımızı derken baş efendi bizatihi nereye yollandığımızı da göstere gelen günlerden geçmekteyiz. Kemerdeki sıkılacak deliğin kalmadığı, katığın ekmekten mülhem ağırlıkta olduğu bir ülkede fikriyat hep geri plana aksettirilirken çığ gibi yükselen faturalar mesela ezdirilmeyen yurttaşları hiç bildirmemektedir. Bütünüyle vergilendirme dilimlerinin tarumar edildiği bir yerde her harcamasını mahsup ettirip, vergi kaçıran mümtaz, müesses nizam asalaklarını mesela kim ne zaman görecektir? Beşli çete nam bir kolektifin memleketin her gününde ol yerli ve milliyi sömüre geldiği bir düzlemde, milletin a. koyacağız buyuranların var ettiği tüm o çürümenin hesabını kim verecektir mesela, sahiden? Devlete ödenen harçların en asgari yüzde elli küsur arttırıldığı, artık bir hayal kılınmış ülke içindeki takoz hiçbir işlemi tek bir kerede var edemeyen dandik telefonların yanında sahiden bir şeye benzeyen, hayır illa ayfon değil, x, y, z marka bir telefonun kayıt ücreti yüzde üç yüz otuz neye dayanarak arttılılır, kaçak şebekesinin başı zaten ak partili bir temsil iken misal! Sahiden yol nereyedir, her neresidir gidilen! Kesintisiz bir girdap halini alıyor koca memleket. Düşman addettiği kesimlerin var edemeyeceği bir ekonomik buhranı memleketin sahici, öz, yerli ve milli denilen evlatları var ediyor. Kış çok daha ağır şartlara gebe kılınırken bir mübalağaya gerek kalmazdan yaşam yağmalanırken, şimşek efendi, hafize hanım, bilmiyoruz kimler kimler için devletin kasası sonuna kadar açılırken, onca yağma var edilip durulurken yıkıma karşı el aman feryadını ne zaman ortaklaştırabileceğiz mesele budur. Tümüyle gemi su aldı, batmaya devam ediyor. Sahiden bunca badirenin ortasında bir imdat çığlığını ortaklaştırmak ne zamandır, iş işten geçmeden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Nicole TUNG – Bloomberg
#gelir eşitsizliği#ekonomik#çökertme#asgari#hayat hakkı#yaşamak meselesi#sözcükler#darmaduman#kör karanlık#biyopolitika#yol nereye?#kölelik düzeni#neoliberalizm#akp102#asrın felaketi: akp#baş efendi#zulmat#yıldırı#tehdit dili#kesk#emek#prekarya#mücadele#yol ayrımı#düş kırımı#hayat akarken#demokrasi101#türkiye gerçekliği#siyasa
2 notes
·
View notes
Text
Kendime 18.Yaş Mektubu
Doğmak, büyümek, hep büyümek, büyümeye çabalamak gibi bir misyonumuz var hayatta.. "Belli bir yaşa geldik artık, yaşam kendi tekrarlarına başladı" diyemiyoruz.. Kaç yaşına gelirsek gelelim hep ilkler oluyor yaşamımızda.. Düşünsenize ilk nefesle başlıyor, ilk ağlama ile devam ediyor. Sonra ilk sözcükler, ilk adımlar, ilk okul, ilk ayrılık, ilk sinemaya gidiş, mesleğe ilk adım, ilk maaş, ilk terfi, ilk işten çıkış, ilk arayış, ilk sonlanış.. Ama bu döngünün sonu yok, yüz yaşımıza gelsek de hayatımızda hep ilkler olacak… Dünyada var olduğumuz ilk günü kutsuyoruz doğum günlerinde… Bugün benin doğum günüm, geçmişte bıraktığım kocaman kocaman yıllarım var. Mutlu, umutlu, coşkulu, ışıklı yıllar.. Hayal kırıklıkları, hayaller, özlemler, ayrılmalar, kavuşmalarla dolu yıllar. Kahkahalarla çınlayan, bir o kadar gözyaşları ile geçen yıllar. Paylaşarak güzelleşen, çoğalan yıllar. Aşkı, ailemi, dostlarımı bulduğum, onlarla yoğrulduğum yıllar. Kendimi ararken kaybolduğum, her seferinde yeniden bulduğum, buldukça büyüdüğüm, büyüdükçe aradığım yıllar.. Zamana, hayata, koşullara direndiğim, başkaldırdığım, mücadele ettiğim yıllar. Bazen yorulduğum, kendime kapandığım, kendimi dinlediğim, sonra yeniden, kaldığım yerden hayat yoluna yürümeye, koşmaya, sendelemeye devam ettiğim yıllar. İnsanları anlamak için durup defalarca düşündüğüm, anlayamayınca insanca diye geçiştirdiğim yıllar. Başkalarının dertlerini dert edinip onlarla çözüm bulmak için çabaladığım yıllar. Kendi sıkıntıları kendi kendime dağ yapıp altında kalacağımı anladığımda onları yine kendi kendime ortadan kaldırdığım yıllar... Ölümün acısına ve doğumun mucizesine tanık olduğum yıllar. Okuduğum, izlediğim, katıldığım, öğrenmeye aç bir çocuk gibi bilgiye saldırdığım yıllar. Koştuğum, ulaştığım, ulaşamadığım yolları düşe kalka, yara bere içinde devam ettiğim yıllar. Çocukluğumu, ergenliğimi ve olgun gençliği yaşadığım bugünlerde, geçmişe özlemle, geleceğe ümitle bakmam gerektiğini bana anımsatan yıllar... Çok değil 18 yıl olmuş hayata merhaba diyeli, bundan sonrası, bundan öncesini aratmamasını diliyorum. Bugün bir yanım sevinç, bir yanım hüzün… Doğum günleri duygusal ve kırılgan günler çünkü.. İnsan olmak belki de bu yüzden güzel. Kendi kendime "iyi ki doğmuşum, her şeye rağmen hayat çok güzel! " diyorum
1 note
·
View note
Text
ARKADAŞLIK ve DOSTLUK KAVRAMI
Toplumsal yaşamın en yaygın sosyal ilişki biçimi arkadaşlıktır. Arkadaşlığı başlatan ise tanışan veya tanıştırılan iki insanın birbirlerini karşılıklı olarak beğenerek sevmeleridir. Bu yönüyle arkadaşlık, herhangi bir etkinlikte insanların birbirine karşı sevgi, yakınlık ve anlayış göstererek yardımlaşmalarını sağlar. Ancak oyun, okul, askerlik ve iş arkadaşıyla yaşam boyu görüşmeyi sürdüren insan sayısı yok denecek kadar azdır. Çünkü bu tür ilişkilerin doğasındaki rekabetçi nitelik, zamanla çıkar çatışmalarına yol açarak ilişkiyi sonlandırabilir.
Dostluk ise ego çatışmalarına feda edilmeyen bir arkadaşlığın yaşam boyu sürebilen bir ilişkiye dönüşmüş halidir. Sınanarak yılların süzgecinden geçen dostluklar kuşkuya yer vermeyen güçlü bir güven duygusu temelinde yükselir. Çünkü bir ilişki biçiminin dostluk olarak adlandırılabilmesi, beğenme ve sevme duyguları yanında saygı, güven ve sorumluluk duygularını da gerekli kılar.
Öte yandan, dostluk ilişkilerinde yaşanan hayal kırıklıkları zihinlerde karışıklık yaratır. Halk ozanı Âşık Veysel’in;
‘’Dost dost diye nice nicesine sarıldım;
Benim sadık yârim kara toprakmış.’’ dizeleri bu konuyu çarpıcı bir şekilde dile getirir. Benzer şekilde, büyük sufi Ömer Hayyam, dostluk hakkındaki düşüncesini;
‘’Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi,
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli. Kalp gözü açılınca görüyor ki insan;
En büyük düşmanıymış, en çok güvendiği!’’ Rubaisiyle dile getirir. Ayrıca dostluğa duyulan kuşkuları pekiştiren deyimler de dikkate değer niteliktedir. Örnek olarak; ‘’Dost kazığı yemek, Dostluk başka alışveriş başka, Dost ile ye iç ama alışveriş yapma, Dostuna borçlu olma.’’
Bu açıdan bakıldığında, dostluk ilişkisinin hayal kırıklığıyla sonuçlanarak insanları umutsuzluğa ittiği görülebilir. Ancak bir başka açıdan bakıldığında ise asıl hayal kırıklığı yaratan etkenin hatalı seçimler ve yanlış adlandırmalar olduğu görülebilir. Büyük olasılıkla, her arkadaşlığın dostluk olarak adlandırılması hayal kırıklıklarına zemin hazırlamış olabilir.
Her insan, kendisini güvende hissettiren aidiyet duygusuna sahiptir. Yani bir aileye, bir kente, bir ülkeye ait olduğu inancı insana kendisini güvende hissettirir.
Ayrıca, aidiyet duygusu nedeniyle diğer insanlarla benzer niteliklere sahip toplumsal bir varlık olduğu yönünde bir bilinç de geliştirir. Öte yandan aynı insan, kendine özgü nitelikleri ile de herkesten farklı olma yönünde çaba göstererek özgür ve özerk bir ‘’birey’’ olmayı hedefler. Kapitalist sistemler ise tüketimi körüklemek amacıyla birey kavramının içini boşaltıp anlamını çarpıtarak ‘’bencilleşmeyi’’ öne çıkarır. Bunun için de bir insanın başkalarından farklı ve üstün olabilmesi için rekabeti, başarı takıntısını ve marka tutkusunu öne çıkaran algılar oluşturulur. Giderek ‘’birey’’ kavramı hiçbir insanca değere saygı duymayan, üretmeden açgözlülükle tüketerek yok eden ‘’bencil’’ insana dönüştürülür.
Bu yozlaşma, başarı takıntısıyla gördüğü her şeye sahip olma ve sahip olduklarını bir an önce tüketerek yok etme hırsını kamçılar. Doğal olarak insan ilişkileri de çıkarlar yönünde kullandıktan sonra kolayca bir kenara atılabilen sıradan tüketim aracı haline gelir. Birey olmayı beceremeyen bencil insan bir yandan başarı takıntısıyla insani değerleri yozlaştırırken öte yandan kendisinin de tükenmekte olduğunu göremez. Bu da genel anlamda, neredeyse tüm ilişkilerin olumsuz etkilenmesinin temel nedenini oluşturur. Tüketim kısır döngüsü içine sıkıştırılan insan, manevi doyum arayışını parayla satın alınabilecek nesnelerle sağlamaya çalışır. Öte yandan yüzleşmekte kaçındığı ‘’hayatta tek başına kalma’’ korkusundan bir çıkış yolu bulmak için de çaresizce çırpınır. Bu korkuyla dost arayışlarını sürdürmeği ihmal etmez ancak çok istemesine karşın bunu gerçekleştiremez. Çünkü içine sıkıştığı bencillik, hırs, gurur ve kibir zırhı birileriyle yakınlık kurulmasına veya birilerinin kendisine yaklaşmasına izin vermez. Cenap Şahabettin’in; ‘’Yalnız kendi çıkarını düşünerek dost arayan, dost değil hizmetçi arıyor demektir.’’ tespitiyle sanki bu gerçeği vurgular gibidir.
Baruch Spinoza; ‘’Gerçek dostluklar toprağın derinliklerine kök salmış ağaçlara benzer. En güçlü fırtınalar bile onu yerinden söküp atamaz.’’ tespitini yapar.
0 notes
Text
Vourla “Öteki Kıyı” – Figen Koşar
✍🏻 M Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/vourla-oteki-kiyi-figen-kosar/
Bir kitap yazısını belki de ilk kez müzik eşliğinde yazıyorum. Nedeni az önce bitirdiğim bu romanın son birkaç satırında daha önce sözü edilen bir şiirin sonradan bestelendiğini öğrenmiş olmam… Romanı bitirir bitirmez hemen bilgisayarımın başına geçtim, önce adını yazımın sonunda yazacağım müziği açtım, tekrar tekrar dinlerken klavyemin tuşlarına basıyorum. Eskiden olsa kalemimden söz ederdim, artık kalemler tarih olunca…
Bugünlerde elime gelen romanlar nasıl olduysa İzmir Yarımada’da geçiyor. Elimdeki romanı Emine Bekdemir arkadaşım önerip armağan edince başlamamak olmazdı. Belki hatır için başlamış gibi oldum ama okudukça elimden bırakamadım. Elbette siz dostlarımla paylaşmayı gerçekten çok istedim. Kendi kitaplarım için Şeyh Bedrettin araştırması yaptığım günlerden Vourla adına aşinayım. Urla’nın geçen yüzyıla değin söylenegelen adı…
Roman zaman zaman karşılaştığımız 2022 yılı ve 1912 yılları arasında gidip gelen anlatımlarla şekillenmiş. Her iki dönemde de kahramanımızın adının Eleni olması elbette romanın sonraki bölümlerinde ilginç gelişmelerle karşılaşılacağının habercisi. Konunun çok ayrıntısına girmeden Yunanistan’dan Urla’da Klazomenai kazıları için gelen Eleni ve çevresindeki kişilerle gelişiyor. 21. Yüzyıl’ın Eleni’si kendisine bırakıldığı düşünülen bir emaneti açınca 110 yıl önce aynı yerde yaşayan adaşı Eleni ile mektuplar aracılığıyla tanışıyor. Arada bir asır olmasına karşın iki Eleni’nin yaşadıkları okuru sarıp sarmalıyor.
Roman ilerledikçe bir dostun adıyla da sıkça karşılaşıyoruz. Sedef Tunçağ’ın “Belge ve Anılarla Urla” kitabı ciddi bir kaynak olmuş yazar için. Belgesel sayılabilecek olan bu kitabı geçen yıl ilgi alanıma uzak diye almamıştım, çok pişman oldum. En kısa zamanda edineceğim. Özellikle yaşam biçimleri anlatılırken okur keyifli betimlemelere tanık oluyor:
“Üzüme balın, zeytine yağın düştüğü bir 15 Ağustos’taki bağ bozumu şenliklerinde ‘Her şarap kadehinin bir anlamı olduğunu söyler Dionysos’ diye bitirmişti sözlerini Tamara. Birincisi sağlık, ikincisi aşk ve zevk, üçüncüsü uyku, dörtten fazlası kızgınlık ve şiddete yol açabilecek duygu karmaşasını simgelermiş. Biz aşka kalalım diyerek kadehindeki şarabı bir yudumda içmiş ve dudaklarını Yusuf’un dudaklarına örtmüştü.” Anlatımı ne denli içten ne denli sahici…
Savaşlar, kavgalar yüz yıllardır bir arada yaşayan insanları nasıl da birbirine düşürmüşler. Her şeye karşın dost kalabilmeyi başaran insanların gücü yetmemiş bu dışarılardan kaşınan, yaraların kabuklarının kaldırılmasına. İyi insanlar hep olmuş. Bizim bildiğimiz tahaffuzhanede Vourlalı Rumlar’ın Aziz Ioannis Adası’nda çalışan çoğu Türk, az sayıda da Rum görevlinin romanda söyledikleri bunu ne güzel anlatıyor:
“Dışarıdaki gerginliğe rağmen burada Türk Rum ayrımı yok. Personelin bazılarının ailesinde asker olduğunu biliyorum. Bazı cephelerde birbirimize karşı savaşıyoruz üstelik. İnsan olmak, insan kalmak, insanca yaşamak; dil, din, ırk bunların çok ötesinde bir şey olmalı. Hastasın ya da değilsin. Öleceksin ya da yaşayacaksın. İncecik bir ip, incecik bir sınır bu. “Sırat köprüsü burada işte” diyor Doktor Hayrullah Bey. Ya geçeceksin ya düşeceksin. Bu kıldan köprünün üzerindeyken; toprak kimin, kim gitmeli, kim kalmalı kavgası çok basit geliyor insana.”
Ben bu satırları yazmaya devam ederken Mikis Teodorakis’in “Sto Perigiali” şarkısı çalmaya devam ediyor. Birçok bölümün başında Yorgo Seferis’in bir şiiri zaman zaman da Süreyya Berfe şiiri yer alıyor. Ayrıntıyı okura bırakmak üzere kısaca söz edeyim, romanın gizli kahramanı Yorgo Seferis. Bağlantıları çok ortaya sermeden sözünü ettiğim şarkının sözlerinin de Seferis’e ait olduğunu belirteyim.
Cevat Çapan çevirisiyle Yorgos Seferis’in “Yadsıma” şiiri
Bir güvercin gibi ak
O gizli kıyıda
Susadık öğle üzeri:
Ama tuzluydu sular.
Sarı kumların üstüne
Adını yazdık onun,
Ama bir rüzgâr esti denizden
Ve silindi yazılar.
Nasıl bir ruh, bir yürek,
Nasıl bir istek ve tutkuyla
Yaşadık: yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.
Romanda hem 2022 yılındaki Eleni’nin hem de 1912 yılındaki Eleni’nin aşkları, çoğunlukla Rum, kısmen de Türk ailelerin dönemdeki yaşam biçimi, arkeolojik bilgiler, tarihsel gelişmeler de ustaca harmanlanarak verilmiş. Elbette günümüz kadınının özgürlüğü 110 yılı öncesinde kesinlikle yok. Yine de mutluluğu duyumsamak hangi yılda olursa olsun insanın içini ısıtıyor. “Hem çılgın gibi hissediyordum mutluluktan, göğsümün içinde on değirmenlerin beyaz kanatları uçuşuyordu hem de ölesiye korkuyordum” duygusunun elbette günümüzde yaşanmadığını tahmin edebilirsiniz.
Romanın bitişi duygulu, oldukça da hüzünlü… Ve bu hüzün bir şiirle son satırlar haline gelmiş.
Levent Belin’den Prangalı Yolcu
Şimdi Güneş
Yavaş yavaş terk etse de beni
Aynı denizin iki yakası, benim
Binlerce yıllık sahilde
Bir gel gitlik ömrü olan
Bu ayak izi, benim
Her denizin ortasındaki
O boş kayık
Yelkenleri dolu
Bilinmeyene demirli
Şu ışıklı gemi, benim
Ayakları gitmek
Yüzü kalmak istediği yere dönük
Bu prangalı Yolcu, benim
Figen Koşar’ı daha önceden tanımadım, bu okuduğum ilk romanı. Umuyorum uzun bir yazın yaşamı olur. Yeni kitaplarını izleyeceğim…
M Osman Akbaşak
#MOsmanAkbasak #GundemArsivi #FigenKosar #VourlaÖtekiKıyı #Edebiyat #Roman #Müzik #Şiir #KitapAlıntısı #Kitapİncelemesi #Rum #NeOkumalıyım #YeniBirKitap
0 notes
Text
EMEKLİLERE SEYYANEN 15 BİN ZAM YAPILMALI..
Haber merkezimiz olarak emeklilerin durumunu ele aldık. Türkiye'de emeklilerin yoksulluk sınırı altında maaş alması ve her geçen gün alım gücünün erimesi, son derece üzücü bir durumdur. Emeklilerimizin, insanca yaşayabilecekleri bir maaş alması ve hayat pahalılığına karşı korunması için acil çözümler üretilmesi şarttır. Bu çözümlerden biri, tüm emekli maaşlarına seyyanen 15 bin lira zam yapılmasıdır. Bu zam, emeklilerimizin alım gücünü önemli ölçüde artıracak ve yoksulluk sınırının üzerinde bir maaş almalarını sağlayacaktır. Seyyanen zammın faydaları: Emeklilerin alım gücünü ve yaşam standartlarını iyileştirecek Yoksulluk sınırının altında yaşayan emekli sayısını azaltacak Emeklilerin ekonomik sıkıntılarını hafifletecek Tüketimi ve ekonomiyi canlandıracak Seyyanen zammın maliyeti: Seyyanen zammın maliyeti yüksek olsa da, bunun karşılığında elde edilecek faydalar çok daha büyüktür. Emeklilerin refahı ve ekonomik canlanma için bu maliyetin göze alınması gerekmektedir. Emekliler için yapılabilecekler: Seyyanen zam dışında, emekliler için yapılabilecek başka şeyler de vardır: Emekli maaşlarının her yıl enflasyon oranında artırılması Emeklilerin sağlık ve sosyal güvenlik haklarının iyileştirilmesi Emeklilerin ücretsiz toplu taşıma ve diğer imkanlardan yararlanması Emeklilere yönelik yeni istihdam ve gelir imkanları yaratılması Emeklilerimiz, ülkemizin kalkınmasında önemli rol oynamış ve emeği geçmiş değerlerimizdir. Onların insanca yaşayabilmeleri ve refah seviyelerinin yükseltilmesi için hepimize görev düşmektedir. Sonuç olarak: Tüm emekli maaşlarına seyyanen 15 bin lira zam yapılması, emeklilerimizin alım gücünü artırmak ve yoksulluk sınırının üzerinde bir maaş almalarını sağlamak için gerekli bir adımdır. Bu zammın yanı sıra, emekliler için yapılabilecek başka şeyler de vardır. Emeklilerimizin refahı ve ekonomik canlanma için bu adımların acil olarak atılması gerekmektedir. ÖZEL HABER (SÜRMANŞET HABER MERKEZİ) Read the full article
0 notes
Text
Emekliler Yılı'nda Yüzde 5 Zam Alan Emekliler, İş Kazalarında Ölüyor!
İktidarın Emekliler Yılı olarak ilan ettiği 2024 yılında SSK ve BAĞ-KUR emeklileri aylıklarına ek yüzde 5 oranında zam yapılması, asgari ücretin yüzde 58'i seviyesinde kaldı. İşçi ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşlarına yüzde 42,6 artış yapılması da beklentilerin çok altında gerçekleşti. Açlık sınırının altında kalan emekiler ciddi geçim sıkıntısı yaşayarak, 50 yaşından sonra tekrar çalışmaya devam ediyorlar.
Emekliler Yılı'nda Emekliye Yüzde 5 Zam
Kiraların dahi emekli maaşlarının çok altında kalmasından dolayı gelen yüzde 42,6 oranında zam dahi emeklileri yaşam koşullarını etkiliyor. 25 30 yıl insanlar çalışıyor, emek veriyor. Bu yaşa geliyor, rahat edeyim diye. Bundan sonra da rahat hayat yok. İnsanların çay içecek parası yok cebinde. Yüzde 5 ile olacak iş değil. Emekliler ya bir ek iş yapıyor ya da devletten kendilerine böyle bir imkân tanınmasını bekliyor. İktidar, küresel rekabet içerisinde yer tutmak, yabancı sermayeyi çekmek, kamu bütçesini dengelemek gibi birtakım hedeflerini emeklinin sırtından sağlamaya çalışıyor maalesef. Hükümetin bu politikası toplumsal olarak büyük bir çöküntüye neden oluyor. Çünkü insanların harcamaları artarken, geliri düşüyor. Türkiye’nin çok büyük bir bölümü açlık sınırın altında bir yere itilip, yoksulluğu derinleştiriyorlar.Emekliler artık, "insanca yaşamak" için değil, "hayatta kalmak" için mücadele veriyor.
Emekliler Yılı'nda Yüzde 5 Zam Alan Emekliler, İş Kazalarında Ölüyor! Emekliler İş Kazalarında Ölüyor Son bir yılda emekli olmasına rağmen çalışmaya devam eden 55-79 yaş aralığında en az 30 işçi, iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Hayatını kaybeden işçilerin 3’ü Zonguldak’ta batan gemide, 9 işçi inşaattan düşerek, 2 işçi ağaç altında kalarak, 5 işçi elektrik kazalarında, 10 işçi ise henüz bilinmeyen bir nedenle, bir işçi göçük altında kalarak, bir işçi ezilerek, iki işçi nesne çarpması sonucu, bir işçi ise yakılarak öldürüldü. Bu kişiler çok zor koşullarda ve en düşük ücretle çalışıyorlar. Yüzde 20’si ise en yoksul kesim içerisinde. Barınamaz, beslenemez, zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma olduğu için çalışıyor. Yoksulluk sınırı 50 binlere dayanmışken en düşük emekli aylığın 10 bin lira. Olacak şey değil... Son dönemlerde yaşanan 50 yaş üstü ölümlü iş kazaları; - Kayseri’de yüksek gerilim hattına temas eden 55 yaşındaki işçi yaşamını kaybetti. Detaylar - Sinop’ta bir balıkçı teknesinde çalışan işçi, çektikleri balık ağındaki kütüğün üzerine düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Detaylar - Fabrika inşaatında iskeleden düşen 59 yaşındaki işçi hayatını kaybetti Detaylar - Aliağa Habaş Limanı’nda üzerine bobin düşen 50 yaşındaki işçi yaşamını kaybetti Detaylar - İzmir’de inşaattan düşen 54 yaşındaki işçi hayatını kaybetti Detaylar - Elektrik akımına kapılan 54 yaşındaki işçi hayatını kaybetti Detaylar - Amasya’da mezbahada boğanın saldırdığı 55 yaşındaki işçi Kadir Bilen yaşamını kaybetti Detaylar - Çorum’da maden ocağında kamyon kazası: 59 yaşındaki işçi hayatını kaybetti Detaylar - Mardin’in Kızıltepe ilçesinde bir inşaatta çalışan 53 yaşındaki Abdülhalim Ökmen, asansör boşluğuna düşerek yaşamını kaybetti . Detaylar - Diyarbakır’da üstüne duvar düşen 53 yaşındaki işçi yaşamını kaybetti Detaylar Emekliler ile Çalışanlar Arasındaki Uçurum! Emekliler ve çalışanların arasındaki maaş farkı, sınıf içerisinde bölünmeye de neden oluyor. Özellikle iktidar, memurların desteğine ihtiyaç duyar; çünkü bu kesimle işlerini yaptırır, memurları çok fazla karşısına almak istemez. Şu an memurlar da yoksulluk sınırın altında maaş almalarına rağmen emeklilere göre daha iyi durumdalar. Bu aynı zamanda, sınıfı kendi içinde ayrıştırmanın da bir yolu. Çünkü emekliler kendi sorununun kaynağı olarak iktidarın ekonomi politikalarını değil, memurları ve memur emeklilerini görüyor. Burada insanları yoksullaştırıp, muhtaç hale getirip, aynı zamanda siyasi biat etme aracına dönüştüren bir zihniyet var. Read the full article
0 notes