#insanca yaşam
Explore tagged Tumblr posts
ahmetcumhur-blog · 11 months ago
Text
Tumblr media
9 notes · View notes
rayhaber · 6 months ago
Text
Emeklilerin Ankara Yürüyüşü: Sefalete ve Yoksulluğa Karşı İnsanca Yaşam Talebi
Emeklilerin Ankara Yürüyüşü Başladı: “Açlığa ve Yoksulluğa Karşı İnsanca Yaşam İstiyoruz” Tüm Emeklilerin Sendikası, 27 Ekim tarihinde 5 ayrı koldan başlattığı Ankara Yürüyüşü ile dikkatleri üzerine çekti. Ülkenin dört bir yanından gelen emekliler, sefalete ve yoksulluğa karşı seslerini yükseltmek için Ankara’ya doğru yola çıktılar. Foça Şubesi, Foça Nihat Dirim Meydanı’nda düzenlediği etkinlik…
0 notes
iscigundemi · 4 months ago
Text
İşçilerden 2025 Yılı İçin Asgari Ücret Talebi
Türkiye’de milyonlarca işçinin gözü, 10 Aralık Salı günü yapılacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısına çevrildi. İşçiler, artan hayat pahalılığı ve enflasyonun etkilerini göz önüne alarak, 2025 yılı için asgari ücretin 35.000 TL olarak belirlenmesini talep ediyor. İşçilerin Talebini Destekleyen Gerekçeler: Enflasyon ve Hayat Pahalılığı:İşçiler, yüksek enflasyon oranlarının ve hayat…
0 notes
mcanylm34 · 1 year ago
Text
Sekiz Mart.
Ayrımcılığın en yangınlı,en sancılı halidir;
Sekiz Mart.
Bedenen daha güçsüz diye,
İnsanlığını unutmuş erkek egomanyasının tavan yapmasıdır;
Sekiz Mart.
Cinsiyeti kadın olabilir ama;
Yüzyirmidokuz emekçi insanın yakıldığının adıdır;
Sekiz Mart.
Neyin kutlaması bu dostlar, sorarım size? 
Öldürdükten sonra gün vermek mi, Kadına hediye?
Küllerini savurup gül saçmakta ne diye?
Kadının tek isteği insanca yaşamak sadece...
Kimseden yaşam dilenmiyor kadınlar,
Zaten Allah'ın onlara bahşettikleri var,
Tek istedikleri sizden beyler;
Aynada bir bakın kendinize, bir bakın da,
İnsan olduğunuzu hatırlayın yeter...
🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤
Tumblr media
Tumblr media
138 notes · View notes
otopsicireisso7 · 2 days ago
Text
Her sabah, o soğuk masada, ölü bedenleri incelerken yalnızca anatomik detaylara değil; aynı zamanda yaşamın, ölümün ve varoluşun anlamına dair derin sorulara da bakıyorum. Ellerim titreyerek neşteri kavradığında, aklımda sürekli şu soru yankılanır: “Bu beden, hayatın bütün sırlarını bana ne anlatmak istiyor?” Bedenin her bir parçası, anlatılmamış bir öyküyü, sözcüklerle ifade edilemeyen bir varoluş çığlığını içinde barındırır. Çözümlerken, sadece organların rasyonel düzenine bakmam; aynı zamanda, bu düzenin ötesinde, insanın ruhunun geçici ve kırılgan yapısını, zamanın akışı içinde kaybolan hayallerini ve sözcüklere sığmayan anlamlarını da tartışırım. Hani derler ya: “İnsan, yalnızca bedeninden ibaret değildir.” Ben de bu inancı, her vakada yeniden doğrularım. Otopsi benim için adeta bir meditasyon gibidir. Bir beden üzerinde yaptığım her keşif, Nietzsche’nin “İnsanca, Pek İnsanca” dediği varoluşun çelişkilerini, Sartre’ın özgürlüğün sorumluluğuyla örülü düşüncelerini yansıtır. Her kesiğin ardından, ölümün soğuk yüzüyle yüzleşirken, kendi iç dünyama, geçmişte yaptığım seçimlere, kaçırdığım fırsatlara bakar, “Ben neden buradayım?” diye sorarım kendime. Belki de bu bedenler bana aslında yaşamın geçiciliğini ve o geçicilik içinde nasıl anlam yaratabileceğimi anlatır. Bazen, o sessiz odada, organları dikkatle incelerken, aklıma şu sormaya başlarım: “Acaba, yaşamın gerçek özü nedir?” O organlar, bir zamanlar atmış kalp vuruşları ve soluklanan akciğerler, şimdi geçmişin sessiz tanıkları olarak bana fısıldar; yaşam, acının ve mutluluğun birbirine karıştığı, sürekli yeniden yazılan bir şiir gibidir. Ben, otopsici olarak, bu şiirin satır aralarına bakmak isterim; belki de anlamı, yalnızca bedenin içinde değil, aynı zamanda onun ötesinde, insanın içsel dünyasında saklıdır. Kendi kendime sık sık itiraf ederim: Her vaka, bana hem bir bilimin titiz verilerini hem de felsefenin sorgulayıcı sorularını aynı anda sunar. Ölümün mekanik ayrıntılarıyla örülmüş gerçekliğin ötesinde, ben yaşamın gizemine dair sorularla boğuşurum. Hangi an, benliğimin tamamlandığını, hangi an, yeniden doğuşun başlangıcıdır? Belki de, her defasında, bu bedenleri incelerken, kendi parçalanmışlığımı ve bütünleşme çabamı yeniden keşfederim. Bu keşif sürecinde, çoğu zaman içimde bir çelişki yaşarım: Bilimsel titizlikle, her organı ve doku katmanını analiz ederken, kalbimin derinliklerinde felsefi bir şair gibi varoluşu sorgularım. Gözlerim, ölen kişinin sessiz bakışlarında, geçmişte yaşadığı sevinçleri, acıları ve belki de umutlarını okurken; ben de kendi yaşamımın, kaçırdığım anların, alınan risklerin ve gelecekteki belirsizliklerin üzerine düşünürüm. Her vaka, bir anlamda bana “Yaşam, aslında bir parça eksiklikle tamamlanır” diyen bir mesaj gibi gelir. Otopsi pratiğim, bana, bedenin mekanik düzeninin ötesinde, yaşamın felsefesini de öğretir. Camus’nun “Sisifos Söyleni”ndeki umutsuzluk ve direnişin resmini hatırlatır bana; çünkü her ölüm, beraberinde yeni bir başlangıç, yeniden doğuşun habercisidir. O anlarda, neşterin soğuk dokunuşu, sadece organları değil, belki de ruhumun en derin köşelerindeki donuklukları da yarar. Böylece, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide ilerlerken, kendimi belki de yeniden inşa ederim. Zaman zaman, o soğuk odada gecenin karanlığına teslim olurum; yalnızlık, bir kenarda oturup pencereden dışarıya baktığımda, yıldızların sessiz dansında geleceğin umutlarını ve geçmişin unutulmuş izlerini görürüm. İşte o anlarda anlarım ki; her beden, her vaka, her kesik aslında varoluşun kendisidir. Bedenim üzerinde çalıştığım her detay, yaşamın ne kadar kırılgan ve aynı zamanda ne kadar değerli olduğunun ipuçlarını taşır. Kendi içsel yolculuğumda, bu mesleği sadece bir meslek olarak değil; aynı zamanda felsefenin, varoluşun en yoğun duygularını ve sorgulamalarını barındıran bir yaşam pratiği olarak görüyorum. Otopsi, bana yaşamın tüm paradokslarını, hem bilimsel gerçekleri hem de felsefi metaforları sunar. Ve ben, her vakayı incelerken, “Ben, yaşamla ölümün kesişim noktasında varım” diye fısıldarım içimde.
Her son işlemin ardından, masamdaki aletlerin sessizliğiyle kalakaldığım anlarda, kendime yeniden sorarım: “Yaşamın anlamı nedir?” Benim için cevap; her soluğun, her dakika geçişinin, yalnızca biyolojik bir veri olmadığını, aynı zamanda bir öykünün, felsefenin, varoluşun ta kendisi olduğunu gösterir. Ve şu derin düşünceyle yolumu tamamlarım:
Ben, her kesikte, hayatın kırılganlığını ve ölümün sonsuzluğunu arayan bir yolcuyum. Varoluş, her an yeniden yazılan bir şiir; ben ise, o şiirin sessiz, ama asla unutulmayan dizesiyim.
Tumblr media Tumblr media
9 notes · View notes
musfika-hanim · 11 months ago
Text
... neler yazacaktım neler yazdım..
evde yalnızım bir tuhaf hissediyorum. kızlar şu an semalarda bir saat sonra izmir'de olacaklar. çok enerjik ve mutlu gittiler ve iki hafta yoklar :( dün gece beraber otururken "anne biz yokken canın çok sıkılır mı" diye sordu english teacher yok ya dedim ben takılırım kendimce sıkıntı yok :) küçük kızçemin sınavına çok az kaldı ve onu evde yalnız bırakmak istemiyorum o yüzden sadece o okulda ve dershanede iken gitmek durumundayım derneğe. evdeki işlerimi halletmeyi seviyorum yalnızken onları hallederim bayram geliyor temizlik de olmuş olur. evde biraz içime dönerim, kendimi dinlerim (hiç dinlemiyormuşum gibi) ben bu yalnızlığı fırsata çevirebilirim ve bundan hoşnut da olurum. çoğu zaman bu evde birgün tamamen yalnız yaşayacağımı da düşünürüm ki bu çok mümkün. kızlar atanır ya da yuva kurarsa, küçük kızçem üniversite okumaya başka şehre giderse yalnız yaşamak kaçınılmaz olur. elhamdülillah kendimi her şart ve koşulda ortama adapte edebilen ve hayatın olumlu olumsuz getirilerine karşı beyin olarak hazırlıklı olan biriyim. olumsuz da düşünmem hiç kendime bunu kodlamam, ne olacaksa o andaki ruha karışmayı ondan mutlu olmayı becerebilmeyi öngörmeye çalışır aklım. gelecek ile ilgili de plan yapmam hiç zamanında kurduklarım elimden alındığı için. Allah ne verirse, neyi nasip ederse o olacak ve bunun içinde benim gayretim ve duam da vardır bunu bilirim. şükretmeye, yaşamımın zorluklarından çok verilen nimetlerin farkındalığında olmaya çabalıyorum şükür ve teslimiyet için bu şart. dünyayı çok iyi tanıdım, ona ve insanlara çok fazla bağlanır bel bağlarsam yarıda öylece bırakacağını bilirim. o yüzden an'da, an'da olanlarla, an'ın getirdikleri ve gelecek için de duayla şu hayatı O'nun da yardımıyla yaşamaya çalışıyorum. ne yazacaktım konu nerelere geldi hep böyle oluyor zaten. bugün için evi temizleme ve market alışverişi yapma planım var. derneğe bugün ve yarın gitmeyeceğim. yarın iki arkadaşımı yatıya çağırdım ve cuma günü inşallah bizden derneğe geçeceğiz genel merkezden misafirlerimiz var seminer ve toplantı olacak. Allah hayatı kolay ve insanca yaşayabilecek kabiliyet versin hepimize. insanız, yanlış yaparız, hataya düşeriz farkeder telafi ederiz ve yolumuza yine devam etmekle yükümlüyüz. acılarımız, sevinçlerimiz, kaygılarımız ve daha birçok duygu bizim birer parçamız yeter ki hepsini makul seviyelerde yaşayalım itidalli olalım ve bu hayatta kalbim için en çok dilediğim istediğim ve çoğunlukla öyle hissettiğim ve insanlar için de en çok sahip olsunlar istediğim merhamet duygusunu diliyorum, dileniyorum herkes için. merhametin olduğu bir kalpte kötülük barınmaz, barınamaz çünkü. Allah yumuşak sekinet dolu bir kalp, selim bir ruh, hayırla açılan kapılar, güzel bir yaşam, uzun, hayırlı, sağlıklı, salih bir ömürden sonra hakka yaraşır bir ölüm nasip etsin hepimize. amin.
("plan yapmam" dan kasıt bugün ve yarını içeren rutin işler güçler, güncel konular vs'den ziyade gelecekle ilgili, geleceğe ait hayal, istek vs tüm mevzular. ben asla programsız, plansız yaşayamayan biriyim zaten. anlatmaya çalıştığım konu daha, geniş ve kapsamlı geleceğe dair planlardan uzak durduğum)
*uzun yazmayı çok seven biri olarak okuyacaklara sabır dilerim ve okuyanlara dua 🤍
47 notes · View notes
sensussinyor · 19 days ago
Text
youtube
Güzel noktalara değinmiş Esg hocamız. Sözleşmesiz toplum mu olur, oluyormuş dediği yerde acı bir gülümseme oldu yüzümde. Halkı merkezden, yönetimden uzaklaştırıp ötekileştiren, haklarını, geleceklerini, umutlarını, emeklerini, eğitimlerini gasp edip belli bir grubun çıkarlarını kabul etmeye zorlayanlar kendi aralarındaki anlaşmalarla bu işi halledebileceğini sanıyor.
Sosyologlar konuşsun, tahlil etsin diyor; konuşalım da kime ne anlatacağız, hareketin politik temsili olmak zorunda değişim için. Yine anlayana, anlamak isteyene destek olmuş oluruz. Yine de olabildiğince propaganda açılımlarından bahsetmeye çalışıyorum ki hak, adalet, insanca yaşam arayan insanlara şiddet öven vahşi kitlelerin kazanımı olmasın kimse ve yalnız hissedilmesin.
Artık eleştiriden ve halka hesap vermekten korkan, hesabını partiler içinde görmeye çalışırken gençleri, halkı klişe sloganlarla lololayıp yalnızca oy yüzdesi olarak gören dar kafalı koltuk sevdalısı temsilcilerin emekliye ayrılma zamanı olmalı…ama işler öyle ilerlemiyor. Gücünü buradan alan ve sürekli renk değiştirmeyen düzgün bir temsiliyet henüz görünmüyor, bu da malesef protestoların gücünü zedeliyor. Hükümet bu kanalı çok güzel pasifize etti, niçin birileri uzun süre iktidarda kalmamalıya güzel bir alt madde daha.
Gelecek için öngörüde bulunulabilir ama hiç kimse kahin değil. Canım Türkiye’m yaşamadığın zorluk, yaşamadığın tehdit kalmadı ve olanca sancısıyla devam ediyor.
8 notes · View notes
elestirenadam · 4 months ago
Text
Emevi Camii'nde Türk milletinin cenaze namazını mı kılacaksınız?
Erdoğan, grup toplantısında "Asgari ücretliyi enflasyona ezdirmeme sözümüzü tuttuk." dedi. Enflasyon yüzde 45'ten fazla. Asgari ücretli yüzde 30 zam aldı. Açlık sınırı: 27.000 TL Enflasyonun karşılığı: 24.600 TL Verilen asgari ücret: 22.104 TL Emeklilerin hali ise perperişan. Türkiye Yüzyılı’nda manzara bu. Emekçiye reva görülen bu. Şimdi gidin Emevi Camii'nde namaz kılın. AK Parti iktidarının ilan ettiği asgari ücret, insanca yaşam hakkı tanımıyor. İkinci Kemal Derviş programı Türkiye'yi bitiriyor. Bu sistemin sonu gelmiştir. İşçi hareketlerinde yeni dalga kapıda. TÜRK-İŞ'in talep ettiği 29 bin 583 lira kırmızı çizgimizdir. Şimdi bütün işçi sınıfı, bütün emekçiler ve bütün millet olarak bu kırmızı çizgide mücadele bayrağını yükseltiyoruz. Görevimiz Üretim Devrimini yapmak ve Üreticilerin Millî Hükûmetini kurmaktır.
7 notes · View notes
dramatik-buluntular · 8 months ago
Text
Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güvenlik içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar.
-Franz Kafka
17 notes · View notes
yasamsallik · 2 years ago
Text
İstiklal Caddesi’nde ‘yaşasın şeriat’ sloganları
youtube
İstanbul İstiklal Caddesi'nde,
20-25 yaşlarında bir genç,
Elinde "yeşil bir bayrak" açıyor…
Bir anda etrafında,
Afgan
Suriyeli
İranlı
Iraklı
Pakistanlı
Malezyalı "gençlerden oluşan on binler" toplanıyor…
Aralarına yerleştirilmiş binlerce,
Sakallı ve şalvarlılar…
Hep birlikte SLOGAN atıyorlar.
- Burası İslam toprağı…
- Kafir ATATÜRK…
- Kahrolsun LAİKLİK…
Peki,
KİM bunlar?
ORTADOĞU’DA…
ABD’nin,
Terör
Cinayet
Hırsızlık
Tecavüz
Kaos için yetiştirdiği KOMANDO gençliği…
İNGİLİZLERİN…
Din satsınlar,
Gericiliği hakim kılsınlar,
Sömürü düzenimiz devam etsin diye,
Cemaat ve tarikatlarca beslenen uşakları…
İşte bunları!
Resmi - sivil binlerce polis seyrederken,
HALK şaşkınlıkla izleyip,
Caddelere giremiyor…
Bugün,
İstanbul İstiklal Caddesi işgal altında…
Eğer susmaya devam edersek yarın,
Ankara Kızılay Meydanı…
İzmir Konak Meydanı…
Tüm illerin meydanları...
Artık işgal için,
Sayıları yetiyor artıyor bile…
Çünkü,
20 milyon civarında nüfus oluşturuldu bunlara…
VAR EDİLİŞ SEBEPLERİ ise;
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için…
BOP demek?
Emperyalizmin,
Ortadoğu’daki sömürü düzenine,
Yahudi-Arap kardeşliğinin öncülüğünde,
Laikliğin yok edilmesi,
Yerine şeriatçılığın hüküm sürmesi demek…
Nasıl İSYAN etmeyelim?
Çünkü artık!
Güzelim Türkiye’mde,
Şeriat İN…
Laiklik OUT oldu…
İşte bu NEDENLERDEN dolayı…
Bütün siyasi parti başkanlarına İSYAN ediyorum!
Düşün artık Türkiye Cumhuriyeti'nin yakasından…
Milliyetçiyim diye geçinen tüm kurumlara İSYAN ediyorum!
Vatan sevmenin,
Milliyetçi olmanın…
Kabadayılık olmadığını,
Mafyacılık-çetecilik olmadığını,
Emperyalist ruha hizmet etmek olmadığını,
Anlayın - görün artık…
MİT’e İSYAN ediyorum!
Temizleyin artık içinizdeki,
CIA
Mossad
KGB
M16
BND
DGSE
MSS ajanlarını…
Sadece Türkiye için haberleşin…
TSK’lerine İSYAN ediyorum!
Sınırları kapatıp koruyun artık…
NATO şemsiyesi altındaki,
Gayri milli komuta kademesine siz de isyan edin…
PARA babalarına İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Sizi,
Çocuklarınızı,
Torunlarınızı,
Paralarınız KORUYAMAYACAK!
Akademisyenlere - aydınlara İSYAN ediyorum!
Korku yalanın ürünüdür…
Yalan yönetimlerden korkmayın, çıkın artık kabuğunuzdan...
Sivil Toplum Kuruluş’larına İSYAN ediyorum!
Bozun rantçı rahatınızı…
Sanatçılara İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Sanat şemsiyesi altında,
Tanınmışlık sizi sokağa ÇIKARAMAYACAK!
SİYASİLERE İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince…
Ne dokunulmazlığınız,
Ne eşitsiz geliriniz KALMAYACAK!
Sıradan insanlar gibi SÜRÜKLENECEKSİNİZ...
Halka İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Ortadoğu’daki halklar gibi,
Bombalar altında aç-susuz yaşayıp öleceksiniz…
Hiçbir İNSANCA yaşam hayaliniz,
İsteğiniz OLAMAYACAK!
İsyanımı bastırmamın,
Tek UMUDU,
Tek tesellisi,
Yukarıda isyan ettiklerim değil elbette!
LAİK ATATÜRK CUMHURİYETİ’nin,
Gençleri, Kadınları var hâlâ.
26 notes · View notes
aynodndr · 4 months ago
Text
Tumblr media
Milyonlarca çalışanı ilgilendiren Asgari ücreti tespit etme komisyonu dün toplandı.
Milyonlarca çalışan adına onlara sesleniyorum.
Asgari ücret demek “Yaşam standartının en az ücreti demek”
Bugüne kadar ekonomi çökmesin istihdam devam etsin diye, sürekli işvereni destekleyip onlara bazı imtiyazlar verdiniz.
Sürekli işveren ve sermaye odaklı teşvikler, yasalar çıkardınız.
Vatan dedik, millet dedik, istikrar dedik, ekonomi dedik hiç ses çıkarmadık.
Hepsine büyük bir sükunetle Eyvallah dedik.
Biz sustukça işveren daha çok sömürdü.
Siz sustukça işveren sizden, biz sustukça bizden daha çok çaldı.
Her çalmalarına, her hırsızlıklarına devletin saçma sapan ucu açık yasalarını örnek gösterdiler.
Yani çıkardığınız yasaları delik deşik ettiler, sürekli çalışanın aleyhinde kullandılar.
Biz yapmayın bu yasal değil, bu etik değil deyince de kapıyı gösterdiler.
İşine gelirse dediler..
Sen gidersin öbürü gelir dediler..
Ne zaman hak aramaya kalksak.
Onların gözünde asi, oyun bozan geçimsiz biri haline geldik.
Onlar minareyi çalıp kılıfını hazır tutmanın rahatlı içindeydiler..
Kısacası; milyonlarca çalışanı işverenin iki dudağı arasından çıkacak tek bir söze mahkum ettiniz.
Biz o söze muhatap olmamak için, evimize üç beş kuruş götürebilmek için her şeye katlanmak zorunda kaldık..
En ağır mobinglere maruz bırakıldık.
Onurumuz kırıldı.
Haysiyetimizle oynandı.
Gururumuz yerle bir edildi.
Fazla çalışmak, işimiz dışında işlerle uğraşmak zorunda kaldık.
Birazcık başımızı kaldırıp diklenmek istesek.
İşverenin tehditkar kırbacını yine sırtımızda hissettik.
Bütün bu olan bitenlerden devletin, yani sizlerinde haberi vardı.
Yoktu diyemezsiniz, görmedik duymadık diyemezsiniz.
Neden ihbar etmediniz hiç diyemezsiniz.
Çünkü tavşana kaç, tazıya tut oyunu oynayan yine sizlersiniz.
Ekonominin çarkını döndüren emekçi çalışanların, dümenin başındaki işveren kadar kıymeti yoktu sizin için.
Onlar her şekilde dümenlerini döndürdüler sizde göz yumdunuz.
Ama artık yeter diyoruz..
Bu defa gerçekten yeter.
Biz artık binemeyeceğimiz arabaların fabrikalarını.
Kullanamayacağımız çok şeritli otoyolları.
Asla satın alamayacağımız lüx TOKİ dairelerini.
Ailelerimizle gezemeyeceğimiz millet bahçelerini istemiyoruz.
Son bir nefesimiz, son bir umudumuz kaldı anlayın ve görün artık.
Arkanızda vatan millet Sakarya diyerek koşulsuz gelen insanları birer birer kaybediyorsunuz farkına varın.
Bu gidişle sandıkta sermaye ile, doymak bilmeyen işverenle baş başa kalacaksınız.
Bu rezalete, bu çarpık düzene bir son verin artık..
Kimseyi kandırmayın yeter..
Asgari ücreti insanca yaşanabilir bir düzeye çekin.
Bu defa fedakarlığı bizlerden değil işverenlerden isteyin.
Zira fedakarlık edecek tahammülümüz kalmadı bizlerin.
Yasaların da tüm deliklerini kapatın ki, kimse kimsenin hakkını çalmaya yeltenmesin.
Tek istediğimiz adalet ve insani muamele.
İnsanca yaşayabileceğimiz oranda bir ücret.
Vergi dilimlerinin kaldırıldığı, vergi kesintinin olmayacağı bir ücret.
Tüm sosyal hakların yasal tutarları İle ödeneceği, manipülasyonlara geçit vermeyecek bir ücret.
Ve tüm çalışanları haklı oldukları sürece onları koruyacak, mağdur etmeyecek yasal bir düzenleme..
Tek istediğimiz bu.. Bu defa fedakarlığı çalışanlardan beklemeyin zira takatimiz kalmadı..
#CengizYavuz
2 notes · View notes
halimecanpr · 5 months ago
Text
Toplumsal Öfke ve Asabiyet
John Steinbeck, “Bir insana dengesini kaybettirip, sonra da normal davranmasını bekleyemezsiniz” diyerek, bir bireyin içsel dengesinin ne kadar hassas bir şey olduğunu vurgulamıştır. Bu söz, sadece bireysel bir durumu değil, toplumun genel psikolojisini de sorgulamamıza neden olur. Türkiye’de, ekonomik zorluklar, toplumsal eşitsizlikler ve güvenlik endişeleriyle şekillenen bir yaşam biçimi, bu dengeyi bozan unsurların başında geliyor. İnsanlar, yaşadıkları zorlukların altında ezilirken, onlardan “normal” davranışlar sergilemeleri bekleniyor. Ancak, bu beklenti, Steinbeck’in dediği gibi, gerçekçi değildir.
Bugün Türkiye’de pek çok insan, geçim sıkıntısı, yüksek enflasyon, işsizlik ve düşük gelirle mücadele ediyor. Bunun yanı sıra, yaşam maliyetlerinin hızla arttığı bir ortamda, insanca yaşamak, sağlıklı bir şekilde eğitim almak veya tatil yapmak bir lüks haline gelmiş durumda. Bu ekonomik belirsizlikler, sadece maddi sıkıntıları değil, aynı zamanda insanların ruhsal sağlığını da olumsuz etkiliyor. İnsanlar, birikim yapmayı, kaliteli bir eğitim almayı, sağlıklı yaşama fırsatları bulmayı bir hayal olarak görmeye başlıyorlar. Bu tür temel ihtiyaçlardan mahrum kalmak, zamanla bireylerin duygusal dengesizliğini artırıyor. Kötü yaşam koşullarının yaratacağı stres, sinirlilik, öfke patlamaları ve asabi davranışlar, toplumun psikolojik yapısının bozulduğunun göstergeleridir.
Steinbeck’in sözleri burada bir uyarı işlevi görüyor: Dengesini kaybetmiş bir insan, topluma uyum sağlamakta güçlük çeker. Ekonomik olarak, psikolojik olarak ve sosyal anlamda zorlanan bireyler, toplumsal normlara uymakta zorluk yaşarlar. Savaşın, belirsizliğin ve güvensizliğin ortasında yaşayan bir toplumun sakin, huzurlu ve dengeli olması beklenemez.
Son yıllarda Türkiye’de insanların daha sinirli, asabi ve öfkeli hale geldiği gözlemleniyor. Trafikte, iş yerlerinde, sosyal medyada ve günlük yaşamda, toplumsal gerilimler artmış durumda. Öfke kontrolü, özellikle gergin zamanlarda, toplumun geneline yayılan bir sorun halini almış görünüyor. Bunun ardında ekonomik bunalımlar, güvensizlik, adaletsizlik ve geleceğe dair umutsuzluk yatıyor. İnsanlar, her geçen gün daha fazla stresle karşı karşıya kalırken, bu baskıyı atabilecekleri sağlıklı alanlar yaratmakta zorlanıyorlar. Tatil, bir aileyi bir araya getirmek, dinlenmek ya da rahatlamak için ayıracak zaman ve para bulmak neredeyse imkansız hale gelmişken, insanın psikolojik sağlığı nasıl korunabilir?
Türkiye’nin çevresindeki savaşlar, iç karışıklıklar ve güvenlik tehditleri de insanları derinden etkilemekte. Komşu ülkelerdeki savaşlar, göçmen krizleri ve iç siyasetteki belirsizlikler, toplumun ruh halini kötü yönde etkiliyor. İnsanlar, sadece kendi ekonomik zorluklarıyla değil, aynı zamanda çevresindeki büyük jeopolitik risklerle de başa çıkmaya çalışıyorlar. Bu sürekli kaygı hali, toplumsal bir stres kaynağı yaratıyor ve bu stres, doğal olarak, insanların davranışlarına yansıyor. Sürekli bir korku, belirsizlik ve endişe içinde yaşamak, insanların ruhsal dengesini alt üst eder. Bu, bireysel anlamda huzursuzluk yaratırken, toplumsal ilişkileri de olumsuz etkiler.
Bir toplumda insanların insanca yaşaması, yalnızca ekonomik büyüme ve kalkınma ile mümkün değildir. Aynı zamanda, herkesin sağlıklı bir şekilde eğitim alabileceği, düzgün sağlık hizmetlerine ulaşabileceği ve psikolojik olarak kendini güvende hissedebileceği bir ortamda yaşaması gereklidir. Bugün Türkiye’de, eğitim ve sağlık hizmetlerinin her kesime ulaşamaması, özellikle maddi imkansızlıklar içinde yaşayan bireyler için büyük bir engel teşkil ediyor. Yeterli eğitim alamayan, sağlık hizmetlerine ulaşamayan ve sosyal güvencesi olmayan bir insan, duygusal ve psikolojik açıdan sağlıklı olamaz. Toplumun geneline yayılan bu dengesizlik, insanların birbirlerine karşı daha tahammülsüz ve öfkeli olmalarına neden olur.
Sonuç Olarak...
John Steinbeck’in uyarısı, bugün Türkiye’deki durumu anlamamıza ışık tutuyor. İnsanlara içsel dengeyi kaybettirip, sonra da onlardan “normal” davranmalarını beklemek, gerçekçi bir beklenti değildir. Ekonomik zorluklar, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamama, güvenlik kaygıları ve sosyal eşitsizlik, toplumsal dengesizliğe yol açmaktadır. İnsanlar, bu zorluklarla başa çıkmak için bir çıkış yolu ararken, toplumsal normlara uymak veya sağlıklı ilişkiler kurmak oldukça zorlaşmaktadır. Toplumun psikolojik yapısını iyileştirmek için yalnızca ekonomik büyüme değil, aynı zamanda sosyal adalet, eşitlik ve güven duygusunun yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, Steinbeck’in söylediği gibi, dengesini kaybetmiş bir toplum, yeniden sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşama fırsatı bulabilir.
3 notes · View notes
mustafasalihbozok · 1 year ago
Text
Arıları ve sinekleri ağzı açık bir şişeye koymuşlar.
Şişenin taban tarafını ışığa doğru,
Açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler.
Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru ilerlemiş .
Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan dışarı çıkmayı başaramamışlar
Bu arada sinekler, şişenin ağzına doğru doluşmuşlar ve dışarı çıkıp karanlıkta kaybolmuşlar.
Karanlık tarafta bulunan şişenin açık ağzına doğru tek bir arı bile gitmemiş…
Camın önünde ışığa doğru çabalamaya devam etmişler.
İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor.
Ancak daha derinlemesine düşününce;
Karşımıza anıt gibi dikilen bir yaşam tarzı ortaya çıkıyor….
Einstein e göre arılar olmazsa, insan yaşamı 4 yıl sonra son bulur…
Arılar nerede, hangi çiçek ile besleneceğini bilen, yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulabilen ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendininkine yumurtlamayı hiç şaşırmadan uygulayabilen bir canlıdır…
Ve bu olağanüstü canlı Nasıl olur da şişenin ağzını bulup çıkamaz değil mi?
Kuşkusuz Işığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır…
Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyeceklerdir…
Ve bu uğurda da gerektiğinde ölmeyi göze alabileceklerdir.
Sinekler ise karanlığa doğru sıvışan kaçaklardır.
Hiç umursamadan Karanlığa doğru yürüyenlerdir.
Sadece kendi yaşamları değerlidir.
Nerede yemek varsa, nerede rahat yaşayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. Değerlerin bi önemi yoktur….
Arıyı kovalamak isterseniz o kaçmaz, sizinle savaşır.
İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır.
Ve değerleri için ölür.
Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler terkettikleri yere…
Mikrop taşıyan ayaklarıyla ezerler; yaşadığımız her yeri…
Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.
Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler.
Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda… Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.
Sinek olup karanlığa mı?
Arı olup aydınlığa mı?
Engellere rağmen ışığa yürüyenlere, ışığa ulaşmak için çabalayanlara, insanca değerler yaratma adına mücadele eden el etek öpmeden onurluca yaşayan ve ışık saçanlara selam olsun...
Tumblr media
11 notes · View notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Hep Eksik Kılınıyor Hayat!
Tumblr media
Didaktik, belirgin bir biçimde saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. İnsanlık mefhumu, insana ait olan hakkaniyet / hak ve hürriyet tanımlamalarının topyekun zehirlendiği, afaki bir biçimde görmezden gelindiği bir zeminin ortasındayız. Her yanımız simsiyah. Hemen her günümüz kapkaranlık. Dünden ağır bir şimdi, şimdiden teyakkuz halinde yıkımlar bir biçimde sınırlandırmalar üstünden ilerleyen, yok etmenin eşiklerini araya duran bir yerin hazin öyküsüdür mesele. Her şekilde hemen her anlamda, sıradanın hakkının, hukukunun alelade değil doğrudan milimetrik yıkıma terk edildiği zeminde mübalağa değil doğrudan yaşadığımız yerin halidir mesele, meselemiz.
Madun siyaset aktörlerinin hepsinin, hep birlikte ama en çok da baş efendi ve şürekasının suna geldiği yenilenmiş ülke şablonunda bu mesel olunan yıkımın / yok etme / çürütmeye dair pek çok örnek birlikte var edilir. Gündelik yaşam tahayyülünün açmazlara rehineliği bir yanda, toptancı bir zihniyetin artık vahamet sınırlarını da aşan sınırlama çabaları diğer yanda, her durumda o yok etme istemi sürekli güncel bir mesele kılınır. Belirsiz değil her anlamda doğrudan yinelenen haller / tahayyül ve pratiklerle birlikte o cürüm sahasına bir adım daha yaklaşılır. Yazılı, verili hakların ters yüz edildiği, ya hiç, ya yok sayıldığı kala kala bir avuç insani mefhumun savunusunun avuntu kabilinden bildirildiği yerde yıkımın her nereyi, her neyi kapsadığı zaten afakidir. Cürümlere tutunarak ilerleyen bir menzilde, salt rakamlardan ibaret görülen asgari ücretin güncellenmesi, memur, emekli maaşlarına doğrudan yapılmış müdahaleler bir iyileştirmeyi değil tam aksine, güncellendikçe daha da dipsiz bir karanlığı arşınlamayı mümkün kılar. Cerahat elinin, eline kan bulaşıp oturmuş o sermaye ile kotardığı vizyonsuz ülke pratikte zorun / ceberut olagelen bir sarmalın kendisi olarak güncellenendir. Budur artık yeni ülke, her dem daha ağır yıkımların sahnelendiği bir cerahat sarmalı.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “ENAG'ın yüzde 108,58 olarak açıkladığı yıllık enflasyonu TÜİK'in yüzde 38,21 olarak açıklaması üzerine KESK İstanbul Şubeler Platformu Cevahir AVM önünde "İnsanca yaşanacak ücret istiyoruz" şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Tüm illerde ortak gerçekleştirilen basın açıklamasını İstanbul'da KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ayfer Koçak okudu.
"İyileştirme Gerçek Enflasyon Üzerinden Yapılsın"
Basın açıklamasında esnasında "TÜİK şaşırma, maaşımı aşırma", "Rakamlar sahte, yoksulluk gerçek", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganları atıldı. Basın açıklaması öncesinde konuşan Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike, "Maaşlarımızın yoksulluk sınırı üzerinde olmasını istiyoruz, bugün yoksulluk sınırı yapılan pek çok araştırmaya göre 34 bin ile 35 bin civarında. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını, bugün bize yansıyan yakıcı enflasyonun ise kesinlikle 100'ün üzerinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz. O nedenle yapılan iyileştirmeler enflasyona ezdirilmeyecek deniyorsa zamların gerçek rakamlar üzerinden yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz" dedi.
"Büyümeyle Övünenler Refah Payını Emekçilerle Paylaşmıyor"
Koçak basın açıklamasına “Alanlardayız. Çünkü güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz. Alanlardayız çünkü büyükşehirlerde 12 bin TL’yi aşan ev kiralarını karşılayacak gücümüz kalmadı” diye başladı. TÜİK’in hayat pahalılığını en az yarı yarıya düşük göstererek maaş artışlarımızı bir kara delik gibi yutmaya devam ettiğini ifade eden Koçak, “Yaşadığımız gerçek hayat pahalılığı ile ilgisi olmayan bu sanal rakamlar özellikle maaş zammı alacağımız dönemlerde daha da aşağı çekiliyor. Seyyanen yapılması zorunlu hale gelen artışlar bunun en büyük itirafıdır” dedi.
"22 Bin TL 55 Günde Bile Eridi"
Ülkeyi yönetenler tarafından yıllardır “işçiyi, memuru, emekliyi, asgari ücrete ezdirmedik” nutukları atıldığını vurgulayan Koçak, “Yandaş Memur-Sen yöneticilerinin her toplu sözleşmede iktidarın belirlediği hedef enflasyon rakamlarına imza atmasından bıktık. Türkiye tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine çevrilmiş bulunuyor. En yüksek ücreti alan kamu emekçisi maaşı dahi yoksulluk sınırı altında kalıyor” ifadelerini kullandı.
Koçak iktidarın seçimlerden önce verdiği “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” sözünü hatırlatarak Türk lirasının sadece son 55 günde dolar karşısında %25 değer kaybettiğini ifade etti. AKP’nin her fırsatta büyüme rakamları ile övündüğünü vurgulayan Koçak, o büyüme rakamlarını emeği, alın teri ile yaratanlara, bizlere refah payı vermeye yanaşmadığını söyledi.
"Ağustos Ayında Ankara’da Olacağız"
Kamu emekçilerine seslenen Koçak, “Gelin yıllardır tekrarlanan bizi her geçen gün daha sefalete iten bu oyuna artık dur diyelim. Ne TÜİK’in sahte enflasyon rakamlarına ne iktidarın refah payı aldatmacasına kanmayalım. Yandaş basının müjde haberlerine itibar etmeyelim. Bugün sunulan 17.55 + 8077 seyyanen zam ile kamu emekçilerinin eline geçek olan gelir bugünkü yoksulluk sınırının dahil çok altında kalmaktadır” dedi. Toplu iş sözleşmesi süreci için bilerek kamu emekçilerinin tatilde olduğu ağustos ayının tercih edildiğinin altını çizen Koçak, tüm kamu emekçilerini Ankara’ya davet etti.
"İnsanca Yaşanacak Ücret İçin Mücadele Etmek Zorundayız"
Kamu emekçilerini, emeklileri yıllardır kaybettiren bu yoksulluk ve sefalet düzenine karşı insanca yaşayacak ücret, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelesinde omuz omuza vermeye çağıran Koçak, KESK adına talepleri yineledi:
* Bunun için en düşük kamu emekçisi maaşı temmuz ayı itibari ile eş ve çocuk yardımı, yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Her üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmeli, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamları refah payı olarak eklenmelidir.
* Gelir vergisi birinci dilim oranı %15 ten %10’a düşürülmeli, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
* Seçim öncesi verilen kira yardımı, mülakatın kaldırılması sözlerinin gereği zamana yayılmadan hemen yerine getirilmelidir.”
Daimi bir biçimde kendi kötülük eşiğini durmadan güncelleyen bir zemindeyiz vesselam. Hiç kimseyi ezdirmedik lafzı döndürülüp, ısıtılıp aralıksız servis edilirken oluşturulan tüm o cerahatin her neye tekabül ettiği zaten başlı başına dile getirilenler ile anlatılmıştır. Bugünün ülkesinin dününden de ağır bir sınamayı, iyileştirme diyerek kaktırma çabasının vardığı düzlemin ne kadar hazin bir sonucu beraberinde getirdiği o eylemlerle çıka geleni, itirazı dikkatle baktığımızda gözler önüne serer. İktidarın yalan / riyayla birlikte kurduğu ve var ettiği ülke tiradının nasıl da boşa düştüğü gözler önündedir. Büyüme rakamları, bir biçimde var edilen muktedir ülke olma halleri, hiçbir surette yaşamda imkanları, olasılık, ihtimalleri bırakılmamış bir kesimi / büyük çoğunluğu sessizlikle kuşatır. Geçinmenin bir biçimde tamama erdirilip, lütfen var edilen iyileştirmeler karşısında anında gerisin geriye iptal olunmasının / heder edilmesinin mesel edilmediği bir yerde emekçilerin sesini kim, nasıl, nerede duyacaktır? Sahiden bunca bodoslamadan ilerlenen bir yok etme kültürünün, ekonomik çökertme halinin ortasında, bütünüyle var edilen imdat çığlıklarını kim nerede, ne zaman duyacaktır?
Düzenleme diye düzensizliğin, iyileştirme diye yoksunlaştırma hallerinin, gelir artırımı ve refah derken yerinde sayan bir eksiltmeyi reva gören, bunu sadece asgari ücretliye değil aynı zamanda kendisinin de oy deposu kıldığı / bildiği emeklilere de var eden bir düzlemde kim neyin hakkını, nerede ne zaman duyacaktır? “Önergelere göre yüzde 25'lik zam, daha önce 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya yükseltilen en düşük emekli aylığına uygulanmayacak. Emekli zamları sadece kök aylıklara yapılacak. Buna göre örneğin kök aylığı 6 bin lira olup Hazine desteğiyle 7.500 lira aylık alan emeklinin 6 bin liralık kök aylığına yüzde 25 zam yapılacak.” Sonucunda dönüp dolaşıp, batmaya son sürat devam denilen bir menzilde iki gıdım hayat hakkını da çok görmeye devam diyenlerin elinde kalakalır ülke? Misal, hiçbir biçimde görünür kılınmayan, artık mevzu dahi edilemeyen o asgari ücretle / devlet memurunun asgarisi arasındaki uçurum bahsi ne açılır / ne söz hakkı ne de tek bir itiraza yer bıraktırılır. Ülke nüfusunun ekseriyetle ezici çoğunluğuna takdim edilen / eline kan oturmuş sermayenin vermemek için kırk takla atıp, vergisinden düşmeye gayret ettiği asgari ücretin kuş kadar kılınması mesel olunmaz, bu açık imdatları kim ne zaman duyacaktır ki sahiden?
BirGün Gazetesinden iliştirelim: “Temmuz ayı memur maaş katsayısındaki yeni düzenleme kapsamında artırılan sosyal yardım ödemeleri artırıldı.
Düzenlemeye göre, yaşlı aylığı 2 bin 348, yüzde 40-69 engelli aylığı 1874, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı ise 2 bin 811 liraya yükseltildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, artışa ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Göktaş, açıklamasında, "Yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı bir şekilde hak sahiplerimizin hesaplarına yatıracağız" dedi.
Dezavantajlı durumdaki bireylerin çeşitli hizmet ve sosyal yardım modelleriyle desteklendiğini ifade eden Göktaş, memur maaş katsayısında yapılan düzenleme sonrası sosyal yardım programlarının aylık ödemelerini artırdıklarını belirtti.
Bakan Göktaş, şunları kaydetti:
"Temmuz ayı memur maaş katsayısında yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal hizmet modelleri kapsamındaki yaşlı aylığı 1997 liradan 2 bin 348 liraya, yüzde 40-69 arası engelli oranına sahip vatandaşların aylığı 1594 liradan 1874 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatandaşların aylığı da 2 bin 392 liradan 2 bin 811 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 1594 liradan 1874 liraya, hafif silikozis aylığı 3 bin 445 liradan 4 bin 50 liraya, orta silikozis aylığı 3 bin 938 liradan 4 bin 629 liraya, ağır silikozis aylığı ise 4 bin 388 liradan 5 bin 158 liraya çıktı."
Her şey ortadayken hangisini neresinden yazarsınız sahiden? Bütünüyle kafasını kuma gömülü tutmaya devam diyen hazirunun varlığı söz konusuyken şu yukarıdaki haberlerin hiçbir anlamı yok mudur? Sokağa çıktığınızda düşünmekten heder olup, dalgın dalgın bir yerlere yetişme telaşında olan insanlara bir tek olumlanabilir bahis açılabilir mi? Yok o iş sandığınız gibi değil denilebilir mi? Marketlerde, öyle on yıldız, beş yıldız, kocaman mega bilmem ne marketlerde değil, un ufak edilmiş hayatlarında hayatta kalmak için bir mücadeleye tutunanların ucuz ürünlerden hangisi daha ucuz bunu alabilmek için bile kırk kez düşünmesinin hesabını mesela kim fark edecektir? Bıraktık, içkiyi, sigarayı, bıraktık o dışarıda yemeği içmeyi, bir yerlerde bir konsere / tiyatroya / sinemaya gidebilmeyi bir tek kitap alabilmenin bile imkansız kılındığı yerde cehaletin yükseltilen duvarlarını bütün bu yoksunluğa dair kime neyi anlatabiliriz sahiden? Bir biçimde sınırlanan, daha da eksik kılınan, her defasında hizaya geçip emir erliğine devam etmesi beklenen, duraksamadan da oyuna talip olunup, yaşam sürmesi beklenen insanların hayatına tek bir iyileştirme sahi ama sahiden de söz konusu edilebilir mi? Markette parası kalmadığı için ketçap çalmaya çalışanı, bir biçimde ekmeğe katık edip onunla yaşayabilmeyi aklında gerekçelendirebilir mi yaygın medya soytarıları, sarayın palyaçoları, üç kuruşa onurlarını satanlar, şunlar ve dahi bunlar! Sahiden!
Didaktik, saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. Ezdirmedik halkımızı derken baş efendi bizatihi nereye yollandığımızı da göstere gelen günlerden geçmekteyiz. Kemerdeki sıkılacak deliğin kalmadığı, katığın ekmekten mülhem ağırlıkta olduğu bir ülkede fikriyat hep geri plana aksettirilirken çığ gibi yükselen faturalar mesela ezdirilmeyen yurttaşları hiç bildirmemektedir. Bütünüyle vergilendirme dilimlerinin tarumar edildiği bir yerde her harcamasını mahsup ettirip, vergi kaçıran mümtaz, müesses nizam asalaklarını mesela kim ne zaman görecektir? Beşli çete nam bir kolektifin memleketin her gününde ol yerli ve milliyi sömüre geldiği bir düzlemde, milletin a. koyacağız buyuranların var ettiği tüm o çürümenin hesabını kim verecektir mesela, sahiden? Devlete ödenen harçların en asgari yüzde elli küsur arttırıldığı, artık bir hayal kılınmış ülke içindeki takoz hiçbir işlemi tek bir kerede var edemeyen dandik telefonların yanında sahiden bir şeye benzeyen, hayır illa ayfon değil, x, y, z marka bir telefonun kayıt ücreti yüzde üç yüz otuz neye dayanarak arttılılır, kaçak şebekesinin başı zaten ak partili bir temsil iken misal! Sahiden yol nereyedir, her neresidir gidilen! Kesintisiz bir girdap halini alıyor koca memleket. Düşman addettiği kesimlerin var edemeyeceği bir ekonomik buhranı memleketin sahici, öz, yerli ve milli denilen evlatları var ediyor. Kış çok daha ağır şartlara gebe kılınırken bir mübalağaya gerek kalmazdan yaşam yağmalanırken, şimşek efendi, hafize hanım, bilmiyoruz kimler kimler için devletin kasası sonuna kadar açılırken, onca yağma var edilip durulurken yıkıma karşı el aman feryadını ne zaman ortaklaştırabileceğiz mesele budur. Tümüyle gemi su aldı, batmaya devam ediyor. Sahiden bunca badirenin ortasında bir imdat çığlığını ortaklaştırmak ne zamandır, iş işten geçmeden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Nicole TUNG – Bloomberg
2 notes · View notes
pazaryerigundem · 16 days ago
Text
CHP'li Sarıbal: Hukuksuzluğun bedeli ağır ödeniyor
https://pazaryerigundem.com/haber/216670/chpli-saribal-hukuksuzlugun-bedeli-agir-odeniyor/ -
CHP'li Sarıbal: Hukuksuzluğun bedeli ağır ödeniyor
Tumblr media
CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin denetimsizliğin, adaletsizliğin ve hukuksuzluğun bedelini ağır ödemeye devam ettiğini söyledi. Sarıbal, Uludağ’daki otel yangını ve Bakan Yerlikaya’nın son gözaltı açıklamalarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
BURSA (İGFA) – Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin denetimi sonrası turizm işletme belgesi iptal edilen ve tahsis süresi sona erdiği için kapatılan Kervansaray Otel’de çıkan yangında hayatını kaybeden Türkiye Kayak ve Snowboard Öğretmenleri Derneği Başkanı Yahya Usta ve Dünya Alp Disiplini Şampiyonu Berkin Usta’nın ailesine baş sağlığı ve sabır dileyen CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, bu yangının denetimlerin ve Uludağ’daki yetki paylaşımının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdiğini söyledi.
Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’nde 78 kişinin yaşamını yitirdiği Grand Kartal Otel ile ilgili çıkan gözaltı ve tutuklama kararları, yangına dair İstanbul Teknik Üniversitesi’nden uzmanların hazırladığı bilirkişi heyeti raporunun Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulmasının ardından geldiğini ifade eden Sarıbal, “Aynı raporda otelin denetimini özensiz ve eksik yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bolu İl Özel İdaresi ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile yangın önlemi açısından eksiklikleri tespit edip gereğini yapmayan Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü yetkililerinin birinci derecede etkili olduğu belirtildi. 78 canımızı kaybettiğimiz Bolu Kartalkaya yangınında sorumluluğu bilirkişi raporlarıyla da kesinleşen Kültür ve Turizm Bakanlığı aynı sorumsuzluğun başka bir yerde, başka bir faciaya yol açmasını mı bekliyor?” diye sordu.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıklamalarına göre son yapılan eylemler sonrası bin 879 kişinin gözaltına alındığını, bunların 260’ının tutuklandığını hatırlatan Sarıbal, Türkiye’nin bir açık hava hapishanesine dönüştüğünü vurguladı, cezaevlerindeki yaşam koşullarının insanlık dışı bir hal aldığını belirtti.
Bursa E Tipi Cezaevi, Marmara Ceza ve İnfaz Kurumu ile Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde yaptığı ziyaretlerde gündeme gelen koşulları anlatan Sarıbal, “Mahkumlar vardiyalı uyumak zorunda kalıyor.Ranzalar yetersiz, birçok mahkum yer yatağında kalıyor.Tuvalet sırası saatler sürüyor.Kadın mahpuslar hijyen malzemelerine ulaşamıyor. Türkiye’deki cezaevlerinin kapasitesi 299 bin kişi olmasına rağmen 384 bin kişi tutuluyor. Yani kapasitenin %28 üzerinde mahpus var. 84 bin kişi, insanlık dışı koşullarda yaşıyor. İçeride de dışarıda da insanca yaşam hakkını gasp ettiniz, yatacak yeriniz yok! Bu ülkenin cezaevlerine sığdırmaya çalıştığınız halk korkmayacak” diyerek mücadele çağrısı yaptı.
Tumblr media
0 notes
yazarkeolog · 20 days ago
Text
Her ne olursa olsun neyin içinde olsan da onurunla insanca yaşa.
😌 Bu dünya hepimize yeter de artar. Yaşam haktır ve yaşamlara saygılı olmalıyız...
0 notes