#eğitim ve toplum
Explore tagged Tumblr posts
ahmetcumhur-blog · 6 months ago
Text
32 notes · View notes
gokyuzucumhuriyetindenim · 1 year ago
Text
Hepimizin öğrenmesi gereke önemli bir konu,SAVAŞMAK. Öncelikle savaşacağımız şeyin bize iyi ve kötü kazançlarını düşünmemiz gerek. Yaşam için savaşmak tabirini iyi anlamalıyız, bugün Ortadoğu da petrol için savaşmaktan kastetmiyorum. Uğruna savaş verdiğin şeylerin sana asıl manada getirisini düşünmeni ve bunu hepimize bir ders gibi öğretilmesi gereken diğer önemli konulardan biri olduğunu düşünüyorum.
Küçük bir farkındalık
1 note · View note
okuryazarlar · 1 month ago
Text
Tumblr media
19 yaşında dünya güzeli iki genç kızımız, bugün canice *ldürüldü.
Sosyal ve ekonomik açıdan bitirilmiş, *yuşturucu cenneti pardon cinneti haline getirilen Türkiye'de iki genç kız bir cani tarafından vahşete kurban gitti, sapık ruh hastası bu iki *inayet sonrası Topkapı surlarından atlayarak yaşamına son verdi.
İki gencimizden İkbal'in kafasını koparacak kadar çıldırmış, gözü dönmüş ruh ve madde hastası canileri yetiştiren bir toplum düzenine sahip, karanlığa gömülmüş bir ülke olduk.
Yine medyaya yansıyan genç bir kadına gece ulu orta tecavüze yeltenecek kadar gözü dönmüş sapkınların dolaştığı sokaklarda, asla güvende değiliz.
Korkunç bir yönetim. Sıfır güvenlik. Caydırıcı olmayan yetersiz cezalar ve çürümüş eğitim sistemi ile adalet düzeni arasında sıkışmış durumda, endişe içindeyiz. En kötüsü bu tarz korkunç olayların biteceğine dair umut yok.
Rastgele bir yere çiçek bıraksak, bir kadının mezarına denk gelecek kadar kadın öldürüldü bu ülkede.
Kadın düşmanlığı, hayvan düşmanlığı, çocuk istismarı, uyuşturucu, çeteleşme, güvensiz sokaklar...
2002 yılında işlenen kadın cinayeti 66 iken, 2021'de 280 kadın *ldürülüyor, 217 kadın şüpheli şekilde ölü bulunuyor. 2019 yılında kadın cinayetleri tavan yapıyor, 474 kadın cinayete kurban gidiyor.
2020 yılında 300 kadın *ldürülüyor, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulunuyor. 2022 yılında 334, 2023 yılında 438, 2024 yılı ilk 8 ay 250'yi aşkın *inayete kurban giden kadınlarımız.
Buna karşılık, kadınları koruyan "İstanbul Sözleşmesi'nin" imzalandığı 2011 yılında kadın cinayetlerinde ciddi bir azalma görülüyor. O yıl 163 kadın cinayete kurban gidiyor.
Güldünya Tören, Münevver Karabulut, Esin Güneş, Ferdane Çöl, Özgecan Aslan, Şule Çet, Fatma Şengül, Emine Bulut, Başak Cengiz, Pınar Gültekin, Narin Güran ve sayısız nice kurban...
Yeter artık!
Güvenli sokaklar istiyoruz.
Güvenli bir ülke istiyoruz!
255 notes · View notes
selcandy · 20 days ago
Text
Bilmeyenler için ben liseyi Yabancı Dil bölümümde tamamladım, Hacettepe Üniversitesi’nde İngiliz Dili Edebiyatı okudum, üniversite öğrencisiyken çeviri yapmaya başladım ve çok uzun bir süre devam ettim, şimdi yine iki dil arasında gidip geldiğim bir işte çalışıyorum. Lisans eğitiminin ilk senesinde “Britanya tarihi” dersleri alıp ikinci yılda “Britanya’da kültür ve toplum” şeklinde ilerledikten sonra “İngiliz Dili” olayına giriş yaptım, yaptık. “Dil aslında tarihtir, dil toplumdur, kültürdür” demenin güzel bir örneğidir bu sıralama. Tam da bu yüzden hayatımın yarısı İngilizce ağırlıklı geçmiş olmasına rağmen Türkçeme sahip çıkmaya, onu yozlaştırmamaya, başka dillerin kelimelerini dilime dahil etmemeye, kısacası “başkasının tarihine, kültürüne, toplumuna hizmet etmemeye” çalışıyorum elimden geldiğince. Bu zor bir şey çünkü insan beyni gün içinde kullandığı iki dili birbirinden ayrı tutmak için fazladan efor sarf etmeyi gerektiriyor (benim hafızamda bir de Fransızca için ayrılmış bir bölüm var, neyse ki İngilizcede olduğu kadar egemen değil). Zaten beni bu nedenden ötürü iki dili birbirine karıştırarak konuşan veya yazan insanlara “salak” derken görebilirsiniz. Aslında bunu ben demiyorum, bilimsel bir gerçek bu; kimisinin beyni bunu yönetecek kadar gelişememiş, en temiz özeti bu.
Bir dönem şeylerle çok dalga geçiliyordu ya, TDK’nin “alttan ittirmeli üstten tüttürmeli çok oturgaçlı getirgeçli götürgeç” gibi türetimleriyle. İşte güncel ve popüler bir örnek olarak; selfie kelimesini özçekim olarak değiştirdi falan. Aslında bunların hepsi bir dil kurumunun tarihi, kültürü ve toplumu koruma çabasından ileri geliyor. Dilin bu hususlardaki önemi hayal edemeyeceğiniz kadar büyük çünkü.
Mesela ben etimoloji içerikli gönderilerde “bu kelimeyi bin sekiz yüz bilmem kaç yılında falanca dilden almışız” diyorum ya, bu direkt Türk tarihiyle bağlantılı bir durum. O yıllarda o yöreyle savaşmışız, orayı işgal etmişiz veya ora tarafından işgal edilmişiz ve o yörenin diliyle etkileşime girmişiz. Aldığımız o kelime döktüğümüz kanların, verdiğimiz çabanın nişanesi gibi düşünün. Başka bir ülkeyle ittifaka girmiş, omuz omuza mücadele vermişiz ve oradan da belirli kelimeler ve deyişler almışız. Türkçenin dünya üzerindeki en zengin dillerden biri olması, tarihinin ve kültürünün ne kadar zengin olduğuyla bağlantılı.
Bir topluluğu parçalamak, ayrıştırmak ve çökertmek istiyorsan önce onun diline kastedersin. Örneğin, İngiltere’nin Afrikalı sömürgelere kendi dilini konuşturmamasının nedeni tam olarak bu. Kendi değerleri üzerinden örgütlenmesinler, değerlerini ifade edemesinler ki toplumsal bilinçleri yükselmesin, köklerini dile dökemesinler… Kürtlerin kendi dillerinde eğitim görememelerine vb bu kadar içerlemelerinin sebebi de aynı. Jazz müzik mesela, kendi dillerinde konuşmalarına izin verilmeyen kölelerin tarlada inşaatta köpek gibi çalışırken, “şarkı söylüyorum” ayağına yatarak kendi dillerinde birbirleriyle haberleşebilmeleri için ortaya çıkardıkları bir janra. Tarihe baktığınızda bölünmeler ve bölme girişimleri hep dille başlar. Dil senin tarihinin özetidir, tarihini silmek isteyen, önce diline kasteder.
Ben Selanik’te Osmanlıların son derece kanlı girişimlerinin olduğu Beyaz Kule’yi ziyaret ettiğimde, kapıdaki görevli içeride Türkçe konuşmamamızı rica etmişti. Belki hatırlayan çıkar, burada o konuda bir yazı yazmıştım. Dile yöneltilen bu alınganlık, yine dilin ne kadar önemli ve korunması gereken bir değer olduğunu kanıtlar nitelikte. Tarihte kanlı bıçaklı olduğumuz çoğu ülke Türkçeden deli gibi korkuyor. Zaten pek çoğunun dilinde Türkçe kelimeler yoktur, almazlar, reddederler. Alırlarsa bile inkar edip, “Yunanca bu kelime” falan derler çünkü bizim dilimiz, tarihimizin şanını onlara hala dün gibi hatırlatıyor.
Takip ettiğim YouTube kanallarından birine cevap vermelerini hiç ummadığım bir yorum yazmıştım “dilimizin ağzına sıçmak yerine sahip çıksanız” minvalinde. O kanal bana dedi ki “her şey gibi dil de evrenselleşiyor, ne var bunda?” O kadar ama o kadar tehlikeli bir söylem ki bu, İngiltere / Amerika hegemonyasını besler türden. Sen bu ülkeleri “evren” olarak kabul ediyorsun böyle düşünerek, söyleyerek. Hangi hadle? Böyle bir boyun eğiş, teslim oluş olabilir mi?
Dil konularına her girdiğimde yaptığım gibi yine 1984’e atıfta bulunacağım. Ben Orwell’ı yalnızca bir yazar olarak değil, dile bilimsel ve kuramsal yaklaşımından ötürü büyük bir hayranlık duyuyorum. Kitapta linguist bir karakter var, topluma dayatılacak olan yeni dilin sözlüğünü yazıyor. Dilden milyonlarca kelime çıkarılıyor; yerine zıt kelimeler konuyor. “İyi” diye bir kelime varsa, “kötü” diye bir kelimenin var olmasına hiç gerek yok. “İyi değil” dememiz kafi bu sözlüğe göre. Görüş yelpazesini, bireyselliği, ifade özgürlüğünü tamamen kısıtlayan bir teşebbüs; neticesinde de bu toplumun robottan farksız bir hale getirilmesi amaçlanıyor. Bu hale gelmiş bir toplumu dilediğin gibi yönetebilir, sömürebilirsin çünkü. İşte bu “evrenselleşme” dedikleri şey o denli tehlikeli.
Her şey “komplo teorisi bunlar komplooo” denemeyecek kadar bilimsel; size ne yapılmaya çalışıldığını ve ne yaptığınızı göremiyorsunuz. Gün içinde “gaslighting, vibe, hellooo” falan derken, sizin dilinize korku ve iğrenme dürtüsüyle yaklaşan bir kültürü beslediğinizi fark edemiyorsunuz. Türkçe öyle bir neslin salaklığıyla, iki neslin vurdumduymazlığıyla yok olabilecek kadar köksüz bir dil değil ama başlangıç aşamasını besleyenlerden biri belki de sizsiniz.
Türkçede diğer dillere çevirilmesi son derece güç, hatta imkansız olan yüzlerce kelime var. Bu şu demek; “bizim kültürümüz o kadar biricik ki sizde bir karşılığı olamaz efendim.” Eğer sen “lovebombing” kelimesinin senin dilinde bir karşılığı yokmuş gibi konuşursan, aynı prestiji karşı tarafa tanımış olursun.
Dil seni toplumun kalanına bağlayan, toplumun bir parçası olmana olanak tanıyan en önemli şey. En basit örnekle “ghosting” dediğinde boş boş suratına bakan jenerasyonla aranda dev bir uçurum oluşuyor, parçalanmanın harika bir örneği değil mi? Türk’sen Türkçene sahip çık. Oturduğun yerden “toplumsal yozlaşma var yaaa” demek yerine nöronlarını yor, dilini koru ki oturduğun yerden yozlaşma ahkamı kesmeye hakkın olsun. Ağzınız bu kadar yavşamışken bunu yapmaya hakkınız yok. Türkçeyi katletmekten acilen vazgeçin, tabii kendi dilinde konuşmasından dahi rahatsız olunan bir medeniyetten, artık kendi dili kalmamış bir medeniyete dönüşmek istemiyorsanız. “Evrenselleşmek (!)” istemiyorsanız. Ne münasebet ulan, ne münasebet?
70 notes · View notes
cninzihni · 1 month ago
Text
Bi yarım saat uyuduk Discord'a erişim engeli gelmiş. Gaz alma operasyonu başlamış. Erişim yasağıyla sorun çözülmez diye bağırdıkça anlamayacaklar. Şimdi önümüzdeki günlerde de piyasaya salarlar zombilerini "discordun engellendiği iyi oldu, şöyle kötüydü, şöyle zararlıdır. İnternetin zararları" vs vs.
Bu olayın çözümü sabit yahu ve 2 ayaklı. Biri eğitim, diğeri yaptırım. Bizde ikisi de yok. Ne insan gibi manevi ve beşeri bilim öğretebiliyoruz, ne suç işleyeni korkutacak yaptırımlara sahibiz. Şu kurduğum cümlelerin beni içeri sokma ihtimali, birini vursam girme ihtimalimden daha yüksek. Sorun tam olarak da bu. O yüzden yasaklayarak çözülmez, sadece yıllardır zemin hazırladıkları baskıcı yönetim ve toplum algısına halk desteği toplamış olurlar.
Gece gece..
48 notes · View notes
mutsuzsonlubirmasal · 1 month ago
Text
Tumblr daki lise ve üniversite öğrencisi olan arkadaşlara sesleniyorum, sizden okuduğunuz okuldaki hocalarla görüşüp kızlar için savunma eğitimi alınmasını ve erkeklerin ise psikolojik teste tabi tutulması için bir eğitim vermeleri gerektiğini hocalarınıza bildirmenizi bunu yapmayacaklarsa imza ve dilekçe toplayıp bu eğitimi gerçekleştirmek zorunda olduklarını söylemenizi istiyorum. Yaşama hakkı elinden alınmış bir toplum ne kadar eğitimde başarılı olursa olsun insanlığın yok edilmiş bir toplum olarak kalacak ve hiçbir ilerleme kat edilmeyecektir kadın cinayetlerinden başka..! 1. Eğitim aile eğitimi 2. Eğitim ise okuldur .!
35 notes · View notes
yakazakalb · 2 months ago
Text
Gün geçmiyor ki asrımız, tüm yüzyılları geride bırakacak şekilde nice günahla tarihe geçmesin. Dudaklarımızı uçuklatacak seyyielere şahit olmayalım. Endişe ile seyretmeyelim içimizi karartan haberleri. Ve gözyaşları dökmeyelim.
Evet her vicdan sahibi, başını iki elinin arasına alır ve düşünür, bu olaylar karşısında ‘nereye gidiyoruz biz’! diye. Gözyaşları içinde ümmetin ıslahı için dualar eder. Ama şu var ki bunlar yetmez. Karanlığa sövmek hepimizin başarıyla yaptığı bir iş. Fakat mum yakabilmek herkesin harcı değil. Bizim harcımız olmalı.
Çözüm daha çok gayret etmektedir, Sa’ylarımızı çoğaltmaktadır. “…İyilikler kötülükleri giderir” (hud,114)buyuruyor Rabbimiz teala. Yeryüzünde hayırların hakim olmasını istiyorsak hayırlarımızı çoğaltmalıyız. Anneler, babalar ve şuurlu gençler çok iş düşüyor her birinize.
Anneler, çocuklarınıza abdestsiz süt vermeyin mesela. Onlara ihlas ve ihsan şuuru verin takva ile. Merhametle ve ilim/hikmetle aşılayın manevi kaideleri; tıpkı güneş gibi, hem gönüllerini ısıtın, hem dimağlarını aydınlatın.
Babalar, evlerinize helal lokma getirin. Hatta şüpheli sayılan yollarla dahi rızkınızı temin etmeyin. Televizyon denen illeti evlerinize sokmayın. Çocuklarınızın sosyal ihtiyaçlarını, edep çizgileri ve hassasiyetleri zedelenmeyecek şekilde giderin ve onları yönlendirin. Eğitim ve terbiyeyi doğru şekilde almalarını sağlayın.
Şuurlu hanımlar, tesettürünüze bundan böyle daha sıkı sarılın, tüm toplum namına daha hassas olun bu konuda. Hani insanın bir hususiyeti vardır, ubudiyetlerini -tahiyatta ifade edildiği üzere- tüm mevcudat namına Rabbine sunar ya, sizlerde haya abidesi olun tüm ümmet hanımları namına. Niyetinize alın, sizler sanıyor musunuz ki bu niyetleriniz ve amelleriniz boşa gider, muhataplarınıza tesir etmez. Bilakis kalpten kalbe yol vardır ve Müslümanın niyeti amelinden üstündür.
Ailenizden, kardeşlerinizden başlayarak yakınlarınıza bilinç aşılayın, “bakıldığı zaman Allah’ı hatırlatan” mü’min ve mü’mineler olun. Nice insan var dirilmek isteyen ama zikzak çizen insanları gördükçe vazgeçen. Ama sizin vitrininiz de içiniz de güzel olsun. Sizi öldürmek için gelen sizde dirilsin. İstikamet üzere olun. “Allah’a inandım de ve istikamet üzere dosdoğru ol” buyuruyor Efendimiz (sav).
Ümmet namına, millet namına infakta bulunun. “bu, milletimin başının gözünün sadakası olsun” deyin. Ve secdelerinizi, gözyaşlarınızı çoğaltın.
“Siz müslümanlar, insanlığın iyiliği için yaratılarak yeryüzüne çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz, doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah'a da inanırsınız.” Ayetinin şuurunda olan tüm kardeşlerinize de dua edin.
Bir toplumun bozulmasında üç etken vardır: O toplumu bozan, bozulmaya seyirci kalan ve toplumun lideri. (Musa (as) ve Samiri hadisesinin mesajı)
zulme uğrayan her çocuğun, narin'lerin başına gelenlerde bizim de payımız var, hassasiyeti ile hareket edersek, kalbimiz rikkatli olursa muhakkak meyvesini alırız inşAllah.
Gayret bizden tevfîk Hak’tan.
Ve’l akıbetün lil muttakîn.
*Ve din Allah ile kulun vicdanı arasına sıkıştırılaz. İslam emirleri, yasakları ve cezaları ile yaşanılır hâle gelmezse zalim zalimliğine devam edecek.
30 notes · View notes
ziyapasa-01 · 6 months ago
Text
Eğitim, bir toplum için önemlidir.
Çünkü toplumsal kalkınma ve insan kaynağının geliştirilmesinde temel bir faktördür.
Yüksek düzeyde eğitim gören bireyler, topluma daha etkili katkılar sağlayarak ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda gelişmeye yardımcı olurlar.
.....Eğitimin olmazsa olmazı ÖĞRETMENİN ATANMADINSA MÜLAKAT BAŞARIYI CEZALANDIRMAKTIR..
Tumblr media
28 notes · View notes
veganlogicdinamo · 2 months ago
Text
İMAM HATİP OKULU DAYATMASI
Göreve atanır atanmaz karma eğitimi hedefleyen, tarikatların “sivil toplum kuruluşu” olduğunu iddia eden ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile milli eğitimdeki dincileşmeyi körükleyen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yine tepki gören bir açıklama yaptı. Adapazarı Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin açılışındaki konuşmasında, “Öyle sunuyorlar ki ‘Türkiye’nin her tarafında imam hatip okulları var.’ Hayır toplumsal talep neyse onu karşılayacak şekilde imam hatip okulu açtık. Talep olduğu sürece de açmaya da devam edeceğiz” dedi.
Öyle bir sunuyor ki gerçekten talep var sanırsınız!
Oysa Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavı sonrasında imam hatip ve Anadolu meslek liselerinde kontenjanı artırmalarına karşın ikinci nakil döneminde de bunu dolduramadılar. Çünkü MEB’in uyguladığı tercih kısıtlamalarına karşın, veli ve öğrenciler ısrarlı bir şekilde akademik eğitim talebini sürdürüyor.
TALEP YOK, ZORLAMA VAR!
Durum bu kadar açıkken Tekin’in “Talep olduğu sürece imam hatip okulu açacağız” demesinin nedeni, eğitimdeki dinci dayatmadır. AKP, yıllardır yüzlerce okulu imam hatip okuluna dönüştürmekle kalmadı, şimdi de çocukları baskıyla bu okullara kaydediyor. Çocuklarının dinsel eğitim almasını istemeyen aileler seçeneksiz bırakılarak bu duruma zorlanıyor.
AKP���nin Türkiye’yi siyasal İslamcı ideoloji doğrultusunda dönüştürmek için izlediği strateji budur. Bu yıl 100. yılını kutladığımız “Üç Devrim Yasası”ndan biri olan Öğretim Birliği Yasası’nı (Tevhidi Tedrisat Kanunu) fiilen yürürlükten kaldırarak medrese sistemini geçerli kılmak için milli eğitime operasyon çekilmektedir.
9 notes · View notes
turqlands · 2 months ago
Text
Amerika'nın Osmanlı'daki misyonerlik faaliyetleri ile ilgili bir yazıyı iletiyorum. Yazı benim e-postama gelmişti.
Selamlar...
AMERİKAN BOARD TEŞKİLATI
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ, çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal Paşa Merzifon Amerikan Kolejinin pontusçu ve Ermeni eşkıyana yataklık yaptığını görünce kapatmış, bu Amerikalıların tepkisine yol açmıştı. Amerika hemen harekete geçerek Genelkurmay Başkanları General Harbordu Türkiyeye göndermiştir.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Anadoluda Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbordun Amerikan kongresine sunduğu 44 sayfalık raporunda Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü ifade etmiş, senato da büyük oranda fikri kabullenmiş. Başkan Wilsonun Anadolu ve Kafkasyayı Amerikan mandası altına alma fikri de çökmüş oldu.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
REHAN GÜNDOĞMUŞ
(Alıntı)
10 notes · View notes
mrberkqy · 29 days ago
Text
Çöktük
Ekonomi çöktü; artık krediyle bile araba alınamıyor.
Eğitim çöktü; liseye giden çocuklar İstanbul’u kimin fethettiğini, Osmanlı’yı kimin kurduğunu bilmiyor.
Sağlık çöktü; insanlar aylar sonrasına bile randevu alamıyor.
Toplum çöktü; sokakta cahillikten uyuşmuş aptallar insanlara zarar veriyor, huzur bozuyor.
Adalet çöktü; kimse hak ettiği cezayı almıyor, bütün potansiyel suçlular dışarıda cirit atıyor.
Çöpleştik; sınırlardan bilmediğimiz sayıda artık ülkeye giriyor, çocuklara, kadınlara ve insanların huzuruna zarar veriyor.
Ülke, hukuksuzluğun; güçlünün sözünün geçtiği, haklının ezildiği, haksızın savunulduğu bombok bir hale geldi. Bu da yetmiyor; Atatürk'ün bize miras bıraktığı ülkeyi, onun bunun malzemesi yapmaya çalışıyorlar. "Türk milleti" değil, "Türkiye milleti" diyerek içimizdeki artıklara destek çıkıyorlar. Ama hayır! Bu ülke kimsenin malı değildir. Türkiye Türk’tür, Türk kalacak! "Türkiyeli" veya "Türkiye milleti" değil; Türk ve Türk milleti diyeceksiniz!
Tumblr media
8 notes · View notes
nefes3534 · 8 months ago
Text
Tumblr media
Yollksulluk ve cahillik iktidar treninin lokomotifi olmuş!
Güçler ayrılığı bitmiş, yasama -yürütme -yargı tek adamın eline bırakılmış!
Ülke toprakları, zavallı bir sömürge ülkeninki gibi yerli işbirlikçiler yardımıyla yağma ve talana açılmış! Madenlerimiz, yer altı zenginliklerimiz, sularımız, verimli topraklarımız bu vahşi kar hırsına kurban verilmiş!
Hukuk bitmiş. İktidar yargısı oluşmuş. Adalet yüce efendinin keyfine kalmış.
Eğitim dinselleştirilmiş. Sağlık iflas etmiş. Kerameti kendinden menkul tarikatlar devleti parsel parsel bürümüş!
Bürokrasi çökmüş. Devlet mekanizması felç olmuş. Felaketler peş peşe geldikçe devletin yetersizliği kabak gibi görünür olmuş.
Pahalılık, enflasyon, işsizlik had safhaya gelmiş. Açlık baş göstermiş. İçe kapanma, ümitsizlik, yeis, çaresizlik, gelecekten beklentisi kalmamak toplumu bir virüs gibi sarmış, intiharlar, şiddet, cinayetler artmış. Fırsatını bulan yurt dışına kapağı atmış.
Kötülük, fırsatçılık, yolunu bulma, işini halletme, rüşvet, iltimas, liyakatsizlik almış yürümüş. Mafia düzeni katman katman topluma yayılır olmuş. Toplum çürümüş! Sevgisizlik ve tahammülsüzlük sokaktaki masum canlara kadar yıkıcı sonuçlar vermeye başlamış.
Doğa ve çevre katliamları hukuk, bürokrasi ve kolluk gücü kullanılarak legal hale getirilmiş! Beton dininin paraya tapan müritleri etrafımızı sarmış.
Koca ülke mülteci deposu olmuş, demografik yapı bilerek tahrif edilmiş. Kolayca vatandaşlık verilen, sayıları belirsiz göçmen oy deposu olarak kenara ayrılmış.
Ayda milyonlarca lira maaş ödedikleri trollerinin öncülüğünde isyan ve itiraz edenin anında tepesine binilmiş, canına okunmuş.
Basın esir edilmiş. Özgür basın ise sürekli acı bedel ödemek zorunda bırakılarak yıldırılmaya çalışılmış.
Sadaka ve aralıksız din propagandasıyla cahil kesim oy deposuna dönüştürülmüş.
Seçim ve sandık, sürekli iktidara kazandıran bir enstrümana dönüşmüş. İktidarın seçim propagandasını, devletin gücünü arkasına alarak sınır tanımayan dezenformasyona, yalan ve iftira üretimine dayandırırken muhalefet kıskaç altında kıpırdayamaz, sürekli savunmada olan bir hale gelmiş.
Olay artık öyle hale gelmiş ki, iktidar sahipleri" Bize oy vermezseniz hizmet mizmet yok, kusura bakmayın!" diyebilecek hadsizliğe kadar gelmiş!
Bu liste sayfalarca uzar gider.
Şu listeye rağmen hala ana muhalefeti yıpratmaya, ezmeye, kötülemeye devam eden bir insan;
bir ringde kolları arkadan bağlanmış bir boksör ile eldiven üstü muştalı, üzeri zırhlı boksörün dövüşünü seyrederken maçın adaletsizliğini protesto edip eline geçeni tribüne atıp, ıslık çalarak yuh çekecek yerde,"Tüüü beceriksiz, tüüü senin kalıbına, tüüü yetersiz, bu mu len senin boksörlüğün? diyerek elleri bağlı boksöre kötü tezahürat yapıyor demektir.
Kendilerini bu duyarsızlıkları için kutluyorum. Çünkü insan evladının gelebileceği en uç duyarsızlık seviyesine ulaşmışlardır ve bu da beğeniriz, beğenmeyiz bir BAŞARIdır. Helal olsun!...
19 notes · View notes
se-a-ser · 9 months ago
Text
bazı mesleklerin daha saygın olarak nitelendirilmesi bence yanlış. o meslek grubu içinde bir hiyerarşi olabilir. mesela askerlikte onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, milyonbaşı! gibi. ancak bunlar mesai saatlerinde olmalı ve toplum içinde bir fark oluşturmamalı
avukat Aysel Falan doktor Veysel Filan Ahmet Feşman öğretmen (diğerlerinin sıfatı başta bununki sonda olur nedense)
sen savcıysan, avcıysan, kaymakamsan, makam şoförüysen banane kardeşim! trafikte, çarşıda, pazarda bunun ne önemi var?
gerçi eskiden daha abartılıydı bu fark günümüzde normalleşiyor
bu bahsettiğim saygınlıkla alakalıydı hele ki kutsallık atfedilmesi ise tamamen saçmalık... bir kere parayla yapılan hiç bir iş kutsal olamaz. sen onun karşılığını zaten alıyorsun üstüne toplumdan ya da Allah'tan başka bir bonus beklemek anlamsız
ben mesela emeğe karşı kayıtsız kalamıyorum. adam 5 derse 4'e anlaşıyorum ama sonra 6 veriyorum. sokak müzisyenlerini de boş geçmem
istisnalar da var tabi.. o. çocuğu terör örgütlerlerine karşı cansiperane mücadele veren asker benim için her zaman saygındır. genel olarak sağlık sektörü de büyük fedakarlık gerektiren bir iş ben istemesem bile bünyem kendiliğinden saygı gösteriyor. alevlerin içine dalan itfaiyeci, dağ köyünde eğitim veren öğretmen... eee n'oldu şimdi yine sulandı
22 notes · View notes
doriangray1789 · 2 months ago
Text
sesli düşünce -KRALİÇE-
Zihnimin çöpünü dökme ihtiyacı hissettiğim anlardayım yine. Bakalım ne yazacağım;
Pierre-Paul Grasse, Fransız bir zoolog. Onu tanımamı sağlayan aslında ''stigmergy'' kavramı oldu. Bu kavram, karıncalar üzerinde var olduğu düşünülen komuta ve hiyerarşi ağının yok olduğunu öne sürüyor. Kraliçenin, kolonide yaşayan tüm karıncalar ve onların çalışma disiplinleri içinde merkezi sosyal bir görevinin olduğu düşünülüyordu. ''Stigmergy'' kavramı, bu önermeye reddiyede bulunuyor. Karıncalar yol aldıklarında, geride feromon izi bırakıyorlar. Bu aslında bir çeşit veri aktarımıdır. Arkadan gelen karıncalar, kraliçe komutasına göre değil, feromon izinin yoğun olduğu verisine göre hareket ediyorlar. Feromon verisine, kraliçeden bağımsız cevap veriyorlar! 
Bunu kendi kolonimiz içerisinde değerlendirmemiz gerektiği düşüncesindeyim! Sizce toplumsal koordinasyonumuz bir kraliçenin hiyerarşik düzende aşağıya doğru bildirdiği buyruklarla mı sağlanıyor? Yoksa  bizim ardımızda bıraktığımız feromon(veri), koordine olabilmemiz için gereken derinlik ve muhteviyatı içeriyor mu? Kitabın ortasından konuşalım. Korkulan şey, sosyal çevremiz içinde ardında feromon(veri) bırakan bireylerin sayılarının artmasıdır!  Eğitim bu sebeple her iktidarın ilk elini attığı alandır! Amerika'nın keşfi ile başlayan, kapitalizmin doğuşu ile devam eden geniş süreçte, insanlığa en çok satılan kavram nedir?
Küreselleşme-Globalleşme!
Küreselleşme sadece ürünlerin alışverişinden doğacak bir bütünleşme halini idealize etmez. Fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin de idealize edilen bütünleşmeye dahil olmasını amaçlar!  15.yy'da başlayıp, 19.yy'a kadar süren insan mülkçülüğü, yani kölelik başka ne olabilir? Sırtınızda şakırdayan kırbacınız yoksa, zihninizi hırpalayan internetiniz de mi yok?  Blockchain gibi teknolojilerin, iddiasının kökü işte tam olarak bu açmazdan filizleniyor. Bireysel kullanıcılık, küresel hesap defteri, merkeziyetsizlik vs.. Aslında bunların pek çoğu bir paradoks. Bununla ilgili bir yazı yazmış olmalıyım. Lakin bu alan başka bir tartışma konusu. 
Geçtiğimiz yıllarda karşılaştığımız süreçlere bir de bu pencereden bakmalıyız. Bir örnek üzerinde çalışalım. 29 Kasım 2010'da WikiLeaks belgeleri hemen herkesin eşim sağlayabileceği arama motorlarına ve internet sağlayıcı IP adreslerinin ulaşımına düştü(açıldı). Hükümetlerin bu durum karşısında gösterdikleri reaksiyon ve belgelerin eşime açılmasının sonuçları neydi?
Belgelere erişimin kesilmesi çalışması karşılığında, yüzlerce ayna site oluşturularak erişimin devam etmesi sağladı. Belgeler, Tunus hükümetindeki yolsuzluk düzenine dair pek çok detayı da içinde barındırıyordu. Tunuslu bir hükümet yetkisinin bir sebze satıcısı olan Mohamed Bouazizi'ye attığı tokat, Mohamed Bouazizi'nin protesto için kendini ateşe vermesiyle sonuçlandı. Bir tokat ve protesto, Tunus halkının ayaklanmasına ve bu ayaklanma 23 yıllık iktidar sahibi Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı. Bu hareketin enerjisi Londra, Amsterdam, İspanya, Yunanistan, İsrail ve Wall Street'e kadar pek çok ülkeyi ilgilendiren bir sonuç doğurdu! Mısır, interneti kapayarak belgelere olan erişimi durdurmaya çalıştı. Bu örnekler şunun için;
Bunların hepsi üzerine teoriler üretilebilir, tartışılabilir lakin bir bilgi açığının Kraliçe kontrolü altındaki koloninin bağımsız hareket etmesini sağlayacak potansiyeli barındırabileceğini görmemiz açısından öğretici oldu. 
Eğer feromon(veri) izi bırakarak yaşıyorsanız, önce sizi feromon(veri) izinin günah olduğuna, işe yaramaz olduğuna, gereksiz olduğuna, toplum için faydasız olduğuna inandırdıkları kitleye boğdururlar! O kitle pek çokları için yeterlidir. Lakin bir talihin ya da stratejik düşünme kabiliyetinin ürünü olarak bu saldırıdan kurtulursanız, devlet bu işi üzerine belgeseller çekilecek kadar romantik bir şekilde halledebilir!!!
İyi toplum, doğru bireyselleşmeden geçer!
Aksi halde ortaya çıkacak olan yığındır, kalabalıktır, kitledir, kabiledir...
Sağlıcakla..
7 notes · View notes
dramatik-buluntular · 3 months ago
Text
Perdenin arkasındaki adamların istediği en son şey, bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip bir toplum. Bu yüzden sürekli olarak düzmece bir yaşam, din, medya ve eğitim yoluyla bizlere sunuluyor. İlginizi dağıtmak ve sizi her şeyden habersiz bırakmak istiyorlar. Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar.
— Jordan Maxwell
12 notes · View notes
remainingkenobi · 10 months ago
Text
Captain Fantastic
"Captain Fantastic," 2016 yapımı bir drama filmidir. Film, Matt Ross tarafından yazılmış ve yönetilmiştir. Başrollerde Viggo Mortensen, George MacKay, Samantha Isler, Annalise Basso, Nicholas Hamilton, Shree Crooks, Charlie Shotwell, Kathryn Hahn ve Frank Langella yer almaktadır.
Film, Ben Cash (Viggo Mortensen) adında bir baba ve altı çocuğunu Orta Amerika'nın ormanlık bölgelerinde eğiten bir aileyi konu alır. Ben, çocuklarına sıra dışı bir eğitim verir, doğada hayatta kalmayı öğretir ve onları entelektüel olarak geliştirmeye odaklanır. Ancak, aile, Ben'in eşi Leslie'nin intihar etmesinin ardından dış dünya ile daha fazla etkileşimde bulunmaya karar verir.
"Captain Fantastic," ailenin çocuklarının dünya görüşleriyle toplumun beklentileri arasındaki çatışmayı ve ailenin iç dinamiklerini ele alır. Film, sıradışı bir yaşam tarzını benimseyen bir baba figürünün çocuklarına olan etkileşimini ve bu etkileşimin toplumsal normlarla çatışmasını anlatır.
Viggo Mortensen'in performansı ve filmdeki çocuk oyuncuların başarılı performansları övgü almıştır. "Captain Fantastic," aile, toplum ve bireyin özgürlüğü gibi konuları derinlemesine işleyerek düşündürücü bir hikaye sunmaktadır.
17 notes · View notes