#arnavut
Explore tagged Tumblr posts
belkidebirharfimben · 7 months ago
Text
Arnavut Metin'e ben "Diamond Tema olamazsın!" demedim
Tumblr media
Hikâye o ya. Adamın birinin pek hayırsız bir oğlu varmış. Edepsizliğinden ötürü babası "Sen adam olamazsın!" dermiş. Bizimkine de bu söz pek dokunurmuş. Kaçmış evden. Okumuş da okumuş. Felsefe, tarih, bilim falan. Kaçtığı kasabaya bu defa youtuber, aman, kaymakam olarak dönmüş. Hemen takipçilerine babasını çağırttırmış. Ne diyorum yahu? Ne takipçisi? Yaverine çağırtmış. Babası endişeyle huzurunda elbağlayınca kimliğini açıklamış. Ve gururla tamamlamış: "Baba 'Sen adam olmazsın!' diyordun ya, bak, kaymakam oldum." Babası hüzünle yapıştırmış cevabı: "Oğlum, ben sana 'Youtuber olamazsın!' demedim ki, 'Adam olamazsın' dedim. Şayet adam olsaydın sen benim irfanıma gelirdin. Tutup beni agnostikliğine çağırmazdın."
Biraz karıştırdım galiba. Olsun. Kıssayı karıştırsak da siz hissesini karıştırmamışsınızd��r. Mesajı almışsınızdır. Kimisinde böyle oluyor işte arkadaşlar. Ne yazık, tahsil cehaleti alıyor, amma eşekliği bâki bırakıyor. Bizde bir de derlerdi ki: Çingeneye youtuberlık vermişler, tutmuş, önce Peygamberine (a.s.m.) terbiyesizlik etmiş. Yok. O da öyle değildi. Çingeneye değil de Arnavut'a mı vermişlerdi yoksa?
Uzayda yaşamıyoruz a kuzum. Elbette dünyalıyız. Hatta, sorarsan, dünyanın da içindeniz. Türkiye'deniz. Yaşadığımız ülke müslüman bir ülke. Elhamdülillah. Türkiye ismini yüzyıl önce koysak da mührümüzü toprağına bin yıl önce basmışız. İlk olarak necip Araplar gelmiş buralara. O zamanlar her yer tarlaymış. Ta İstanbul'a kadar ilerlemişler. Eyyüb Sultan Hazretlerini nöbetçi bırakıp dönmüşler. Sonra azıcık geri çekilmişiz. Fakat çekilirken yiğit Kürtleri serhadde bırakmışız. Onlar düşmanı şarktan izlemişler. Arkasından mücahid Türk kardeşler gelmişler gümbür gümbür. Roma'ya bir tokat da onlar aşketmişler. Yetmemiş tâ İstanbul'u da almışlar. Yetmemiş Viyana önlerine çıkmışlar. Yetmemiş sonra...
Neyse. Uzatmayayım. Peşrevin ziyadesinden fayda yok. Cümlesinin kılıçlarına maşaallah diyelim. Tarihimiz uzundur. Detayları çoktur. Özetlersek şöyle deriz: Biz bu toprağın yepyerlisiyiz. Arnavut Metin gibi, estağfirullah, Diamond Tema gibi 'sonradan gelme' değiliz. Bu arada, Arnavut Metin dedim, ırkçılığa saymasınlar. Ahmed'in canı Arnavutlara kurban olsun. Ama müslüman Arnavutlara kurban olsun. Bu vatana onların da hizmeti çoktur. İstiklal Marşımızın yazarı bir Arnavuttur mesela. Diamond Tema'yaysa kılım dahi haram olsun. Zira bizim kardeşliğimiz kelime-i şehadetin iki ayağı üzerine sabittir.
Mürtedi kendime kardeş tutacak değilim. Bu konuda netim. Net olduğum başka konular da var. Onlardan birisi de Anadolu'yu yakinen bildiğim. Evet. 18'ime kadar Sivas'ın Zara ilçesinde yaşadım. Örfümüzü, ananemizi, töremizi, yani âdet-i İslamiyeyi, Metin Efendi daha portakalda vitaminken tecrübe ettim. Dolayısıyla bu toprakların ahlakını toprağın özbir kıstaslarıyla tartabilecek melekelerim gelişti. Gavurun gözlüğüyle kendi yurdumu tartmadım. Kendi insanıma bakmadım. Kendi adamımı kendimin hendesesiyle ölçtüm. Belki bu satırları okuyunca Arnavut Metin'in yüreğine inecek ama 35'e gelmeden 'dede' olan arkadaşım vardı. Büyüklerimizin neredeyse tamamı 18'inden önce evlenmişti. Altını özellikle çizmek istiyorum: Bu insanların hakiki insaniyetiyle Arnavut Metin'in mevhum insaniyeti bir terazinin kefelerine bırakılsa, Diamond tarafı öyle hızlı havaya fırlardı ki, kendisi soluğu Ay'da alırdı.
Aleyhissalatuvesselam Efendimizin Ayşe radyallahu anha annemizle erken yaşlardaki nikahını, zihnen/fikren veled-i zinası olduğu Batı'nın ölçülerine sığdıramayan Arnavut Metin, herhalde Anadolu türkülerindeki normları bir bilseydi, önünde fotoğraf çektirmeyi sevdiği Mustafa Kemal gibi, topusunu radyolarda yasaklardı. Mesela "Kar mı yağmış şu Harput'un başına?" türküsünde 13-14 yaşında bir kıza âşık olunmasından veya Karacaoğlan'ın "Aşına da Karacaoğlan aşına./Yeni değmiş 13-14 yaşına..." demesinden vs. Buna benzer bütün türkülerden rahatsız olurdu. Neden mi? Çünkü Metin'imizin, yani nâm-ı diğerle Diamond Tema'mızın, ahlak kriterleri İskandinav ülkelerinden ithal edilmiştir. Öyle Türkî-Kürdî-Arabî terazilere gelemez. Kim ki, nikah konusunda böylesi sınırları aşmakta ve de taşmaktadır, onun yeri karanlık çağdır. Dünyada birtek Batı vardır. Batı kültürü vardır. Gerisi lâf u güzâftır. Hiçtir.
Gerçi Batı'da da işler tam böyle değildir ya. İnanmadınız mı? O halde Fatma Çetin Hoca'nın "Küreselleşmenin Aile Üzerindeki Etkileri" eserinin 52. sayfasından bir iktibas yapayım: "Roma'da geleneksel bülûğ yaşı kızlarda 12, erkeklerde 14 olarak belirlenmiştir. Bazı kaynaklarda kızların aileleri tarafından henüz 6 yaşındayken eşleri seçilerek nişanlandıkları, 12 yaşına geldiklerinde de evliliğe hazır olduklarının kabul edildiği kaydedilmektedir." Yani şu 'modern zamanlar' gelinceye kadar, sadece Türk-Kürt-Arap diyarında değil, Batı diyarlarında da evlilik meselesi erken yaşlar üzerine kuruludur. Burada garabet aslında bizim yaşadığımız zamanla ilgilidir. Yoksa biz bütün zamanları kendimize göre mizana vuracak şahanelikte değiliz. Dünyanın bugünkü hal u hakikatine bakanlar herhalde ne dediğimi anlarlar. Öyle ya. Bugün nikah yaşının ergenlikten ilerilere doğru atılması zinanın arttırılmasıyla eşgüdüm ilerler.
Hem küresel ısınma, çevre felaketleri, buzul erimesi, iklim değişikliği, nesli tükenen hayvanlar, azalan ormanlar vs. Böylesi belaların tam da bugünlerde başımıza sarılması Diamond Tema gibi elemanlara durdukları yeri sorgulama fikrini vermeli değil midir? Belki de pösteki sayan deli onlardır? Belki de ters yola giren Temel onlardır. Fıkra onlarınkidir. Bunu farketmedikleri için bütün zamanları aksiyle yargılamaktadırlar. Ancak evrimciliğin her türüyle semiren narsizm mevhum zirveyi bırakmaz.
Bitirirken, Arnavut Metin'i bir kenara bırakarak, Bediüzzaman'ın bir metnine yüzümüzü çevirmek istiyorum. Mürşidim, Aleyhissalatuvesselam Efendimizi böyle meseleler üzerinden değerlendirmenin, onun hakikatini anlamada ne derece engelleyici olabileceğine bir 'tavus kuşu/hurma ağacı' ve 'yumurta kabuğu/hurma çekirdeği' misaliyle dikkat çekiyor. Fakat oraya gelmeden önce musırrane diyor ki:
"Şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan o zât-ı mübarekin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemâlâtı, siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve etvâra sığışmaz. Meselâ, Hazret-i Cebrail ve Mikail iki muhafız yaver hükmünde gazve-i Bedir'de yanında bulunan bir zât-ı mübarek, çarşı içinde bedevî bir Arapla at mübayaasında münazaa etmek, birtek şahit olan Huzeyme'yi şahit göstermekle görünen etvârı içinde sığışmaz. İşte, yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsâf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakikî mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nuranî şahsiyet-i mâneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer."
Belki Arnavut Metin gibi saçı uzunların bizi siyerdeki böyle başlıklara çekip boğmaya çalışması mürşidimin yukarıda zikrettiği tehlikelerle ilgilidir. Yazıyı uzatmak pahasına temsili de analım şimdi:
"Meselâ bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür. Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra, tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir. Şimdi, o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da, o çekirdek ve yumurtanın âdi, küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten büyük ve âli sıfatları ve keyfiyetleri var. Şimdi, o çekirdek ve o yumurtanın evsâfını ağaç ve kuşun evsâfıyla raptedip bahsetmekte lâzım gelir ki, her vakit akl-ı beşer başını çekirdekten ağaca kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin—tâ işittiği evsâfı onun aklı kabul edebilsin. Yoksa, 'Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım' ve 'Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır' dese, tekzip ve inkâra sapacak. İşte, bunun gibi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın beşeriyeti, o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, şecere-i tûbâ gibi ve Cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için, çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zâtı düşündüğü vakit, Refref'e binip, Cebrail'i arkada bırakıp, Kàb-ı Kavseyne koşup giden zât-ı nuranîsine hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmâresi inanmayacak."
Evet. Şimdi ben de böylesi vesveselerden etkilenen kardeşlerime aynısını tavsiye ediyorum. Metin'in Tema'sından çıkın. Hakikat-i Muhammediyeyi düşünün. Aleyhissalatuvesselam Efendimizin vesilesi olduğu hidayetin büyüklüğü hayal edin: "Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz aleyhissalâtüvesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid..." Onun dersi dünyayı kaplamış. Sarmış sarmalamış. Çin'den Fas'a uzanmış. Dünyada müslümanı olmayan ülke kalmamış. Dini devletler kurmuş. İlmi medeniyet kurmuş.
1400 yıldır nuru âfâkımızı tutuyor. Enfüsümüzü ışıl ışıl ışıldatıyor. Davasına 'Sadakte!' diyen âlimin-ârifin sayısı belli değil. Elhamdülillah. İslam medeniyetinin mirasını ölçebilecek terazimiz yok. Zaten taklid etmeye güç yetiremiyoruz. Hal böyleyken o büyük Nebî aleyhissalatuvesselamın mahiyetini şöyle küçük meseleler içinde kavramaya çalışmak neticeye götürmez bizi. Hakiki hüküm manzaranın bütününü tahlil etmekten çıkar. Yoksa, Arnavut Metin'in gözüyle kabuğa bakanın, Metinliği kalmaz, gavur olur. Artık Diamon Tema mı olur, Sanço Panço mu olur, orasını Mevla bilir. Bir şekilde rezilliği dışına vurur. Cenab-ı Hak cümle gençlerimizi böylesi fitnelerden muhafaza eylesin. Âmin. Âmin.
2 notes · View notes
lord-bajromi · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Gerome
4 notes · View notes
rayhaber · 3 months ago
Text
Camp Nou'da İşçiler Arasında Kavga: 6 Yaralı
Barcelona’nın Camp Nou Stadyumu’nda Çalışmalar Sırasında Kavga Barcelona’nın ünlü stadyumu Camp Nou’da devam eden yenileme çalışmaları sırasında, Rumen ve Arnavut işçiler arasında çıkan bir kavga, iş yerinde gergin anların yaşanmasına neden oldu. COPE haberine göre, olayda toplamda 6 işçi hafif şekilde yaralandı ve kavgaya karışanların işten çıkarıldığı bildirildi. Camp Nou’da gerçekleştirilen…
0 notes
obenolamammavigri · 2 years ago
Text
Biten sevgilerin ardından aglayamam ben böyle yaş tutamam
9 notes · View notes
ahzarmisblog · 2 years ago
Text
Dün, seni gördüm rüyamda
Arnavut kaldırımlı taş sokakta...
11 notes · View notes
dekolist · 10 months ago
Text
Tumblr media
Arnavut kaldırımı Nedir ve uygulama teknikleri, bu geleneksel taş döşeme yönteminin titizlikle uygulanmasını gerektirir. Taşların düzgün ve dayanıklı bir şekilde yerleştirilmesi, aralarına kum doldurulması ve sıkıştırılması gibi adımlar, uzmanlık ve sabır gerektiren bir zanaattır.
Arnavut kaldırımı döşeme işlemi genellikle şu adımları içerir:
Taş Seçimi: Kaliteli ve dayanıklı taşların seçilmesi, kaldırımın uzun ömürlü olması açısından önemlidir.
Zemin Hazırlığı: Kaldırımın döşeneceği zeminin düzgün bir şekilde hazırlanması ve düzeltilmesi gerekmektedir.
Taşların Döşenmesi: Taşların belirlenen desene uygun şekilde yerleştirilmesi ve dikkatlice düzenlenmesi önemlidir.
Kum Doldurma: Taşların aralarına kum doldurulması, kaldırımın sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlar.
Sıkıştırma: Kaldırımın tamamlanmasının ardından taşların sıkıştırılması, dayanıklılığını artırır ve yerinde sabitlenmesini sağlar.
Arnavut kaldırımı uygulama teknikleri, geçmişten günümüze aktarılan bir ustalık gerektirir. Her adımın özenle ve doğru şekilde uygulanması, kaldırımın estetik görünümünü ve dayanıklılığını sağlar. Bu nedenle, bu geleneksel zanaat, ustaların elinde şehirlerin tarihini ve karakterini yansıtan önemli bir unsura dönüşmektedir.
0 notes
nevzat-boyraz44 · 14 days ago
Text
Karışık, Mixed Video 📌
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Orta Çağ izlerini taşıyan şehir: Brugge
🏘️ Belçika'nın Batı Flandre bölgesinin başkenti Brugge; gotik mimariye sahip yapıları, Arnavut kaldırımlı sokakları, tarihi yapıları ve su kanallarıyla dikkati çekiyor.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan şehir, aynı zamanda ülkenin en büyük 6. şehridir. 💫 🛶
📸: Dursun Aydemir, AA
المدينة التي بها آثار العصور الوسطى: بروج
🏘️ بروج عاصمة منطقة فلاندرز الغربية في بلجيكا؛ تجذب الانتباه بهندستها المعمارية القوطية وشوارعها المرصوفة بالحصى والمباني التاريخية وقنوات المياه. المدينة، المدرجة في قائمة التراث العالمي لليونسكو، هي أيضًا سادس أكبر مدينة في البلاد. 💫 🛶
📸: دورسون أيدمير، أ.أ
A city that bears traces of the Middle Ages: Bruges
🏘️ The capital of Belgium's West Flanders region, Bruges attracts attention with its Gothic architecture, cobblestone streets, historical buildings and water canals. The city, which is on the UNESCO World Heritage List, is also the 6th largest city in the country. 💫 🛶
📸: Dursun Aydemir, AA
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
85 notes · View notes
ogzd51 · 14 days ago
Text
“Ne güzel bir cümle şu
‘Görüşmek üzere’
Hem bir ayrılığı ima ediyor,
hem de tekrar buluşma arzusunu.
Ne tümüyle iyimser ne de
tümüyle kötümser...
İkisini de içince barındıran
bir ifade...
Ne ‘Kendine iyi bak’ gibi umutsuz
ne ‘Hoşça kal’ gibi yalan...
Görüşmek üzere...”
Tumblr media
58 notes · View notes
insanzee · 3 months ago
Text
Biz Cumhuriyet'i Sokakta Bulmadık!
youtube
Bu kutlu bayramımıza da yine bu genç kardeşimizin geçen yıldan kalma, doğum günümüz olan cumhuriyetimizi anlatımıyla girmek istedim. Elbette ki çoğumuz bilse de, bilenlerin tekrar o günleri hatırlaması, çocuklarına, torunlarına anlatması gereken, bilmeyenlerin ise ibretle dinleyip öğrenmesi gereken kutlu bir doğum günüdür bugün.🇹🇷🤍❤️
Bu toprakları vatan kabul etmiş, bayrağını benimseyip gölgesine sığınmış kürt, türk, laz, çerkez, bu genç gibi arnavut, boşnak vs her yurtdaşın bayramıdır bugün🇹🇷
Doğum günümüz, Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun, varlığı daim olsun 🇹🇷🤍❤️🇹🇷
38 notes · View notes
lord-bajromi · 1 year ago
Text
Tumblr media
"Costumes Turcs Vol II" 1790
2 notes · View notes
bisekilde · 2 years ago
Text
Avruparuyasi - Devasa+ (2)
Avrupa'nın en inanılmaz destinasyonlarından bazılarını keşfetmeye hazır mısınız? Paris'in arnavut kaldırımlı sokaklarını keşfetmekten İtalya'nın inişli çıkışlı kırsalının nefes kesici manzaralarını seyretmeye kadar, bir Avrupa turunda herkes için bir şeyler vardır. Yurtdışı turları, kuzey ışıkları turları, Afrika turu, balkan turu ve çok daha fazlası için bizleri ziyaret edin! Keşfedilecek bu kadar çok harika yer ve deneyimlenecek her türden farklı kültür varken, neden bu fırsatı unutulmaz bir yolculuğa mı çıkıyorsunuz? İster romantik bir kaçamak ister heyecan verici bir macera arıyor olun, Avrupa'nın güzelliğini keşfetmek için rehberli bir turdan daha iyi bir yol yoktur. Öyleyse devam edin ve bu şansı ömür boyu sürecek anılar yaratmak için kullanın! Dubai turu veya Endülüs turu macerası istiyorsanız eğer bizlere ulaşın. Seyahatinizi bugün planlamaya başlayın ve size yardımcı olmamıza izin verin.
1K notes · View notes
sozlerinressami · 13 days ago
Text
İncir Ağacı
Yokuş yukarı çıkarken; yılların bedenimde bıraktığı hasarlarla nefes almakta zorlanıyor, her adımda yaşanmışlıkların kalbimde yarattığı ağırlığı hissediyordum. Bu sokaklar... Bir zamanlar nefesim kesilene dek koşup hayatı tüm saflığıyla keşfettiğim, her düştüğümde yeniden ayağa kalkmayı öğrenip güçlendiğim, hayallerimi minik ellerimle taş duvarlarına kazıdığım o sokaklardı...Şimdi ise her köşe başında geçmişin hayaletleri dolanıyor, beni unutamadığım anılara zincirliyordu. Ayaklarım arnavut kaldırımlarına her değdiğinde; zamanın derinliklerine gömdüğüm çocukluğum, hayat penceremin perdelerini yavaşça aralayıp gün ışığını ortaya çıkarıyordu. Geçmiş ve şimdi, birbirine dolanmış iki ince iplik gibi her adımımda daha çok ruhuma düğümleniyordu.
Derken bir grup çocuk gördüm. Arnavut kaldırımlarının pürüzlü yüzeylerinde misketleri yuvarlıyorlar, ellerindeki rengârenk cam tanelerine tüm dünyalarını sığdırıyorlardı. Sıra diğerine geçtiğinde, aralarından biri meydan okur bir tavırla arkadaşının sırtına hafifçe vurdu. Yere çömelmiş olan çocuk, avuçlarının içinde misketleri sıkıca tutarken diğerleri heyecanla eğilip fısıldayarak kimin kazanacağını tartışıyordu. "Boşuna atıyorsun, elinde kalan birkaç misketi de kaptıracaksın." dedi içlerinden biri, ukala bir tavır takınarak. Misketlerin taşlara çarpmasıyla çıkan her tıkırtı, sokağın sessizliğini delip geçmekle kalmıyor, ruhumu da beraberinde geçmişe sürüklüyordu.
Bir an durdum ve gözlerim onlara takıldı. Bitmek bilmeyen enerjileri, yüzlerinden eksilmeyen hayatı keşfetmeye dair o bitmek bilmeyen heves... Ruhum, o ortama öyle bir aidiyet hissetmişti ki, nefesim kesilmişti. İçlerinden biri, diğerlerinden biraz daha önde duruyordu, bu yüzden istemsizce gözlerim ona odaklanmıştı. Saçlarının alnına düşüşü, birkaç tutam saçın yüzündeki tere yapışması, gülüşündeki o masumiyet... İçim ürperdi. Sanki zaman geriye sarılmış, yıllar arkamda buhar olup uçmuştu. Dün gibiydi, hatırlıyordum: Burada, bu arnavut kaldırımlarının üzerinde, aynı misketleri yuvarlayan o çocuk bendim. Ellerimde misketler, her biri benim için birer hazineydi; kalbimde ise sadece o anın heyecanı, kazanma tutkusu ve arkadaşlarımla geçirdiğim zamanın tarifsiz mutluluğu vardı.
Fakat şimdi o eller, misketleri sıkı sıkıya tutamayacak kadar zayıflamıştı; o kalp, o saf heyecanı hissedemeyecek kadar yorulmuştu. Çocukların kahkahaları beni kendime getirdi. Gözlerimde biriken yaşları gizlemek istercesine başımı eğdim. Ama yüreğimden geçen o fırtına... İçimdeki çocuğun masumiyetini yeniden hatırlamak, beni hiç beklemediğim bir zaman yolculuğuna çıkarıyordu.
Gözlerim, misket oynayan grubun hemen bitişiğinde ip atlayan bir kız çocuğuna kaydı. Her zıplayışında, bir öncekine göre biraz daha yukarıda buluyordu kendini. Güneş, sarı saçlarına vuruyor ve saçlarının arasındaki ışıltılar her sıçrayışında biraz daha parlıyordu. Hatırladım… Bir zamanlar bizim mahallede de ip atlayan bir kız vardı. Ona bakarken hissettiğim o ilk hayranlık, kalbimin hiç bilmediği bir ritimde atmasına neden olurdu. Küçük yaşta kalbime aşkı tattıran o kız, mahallemizin Bahar’ıydı. O, içindeki çocuğu her daim yaşatmayı bilen, onun kıpırtılarına kulak vermekten çekinmeyen; mahallemize, hatta ruhuma baharı tattıran bir kız çocuğuydu. Yaşıtlarından çok daha hayat doluydu, ama bir o kadar da olgundu. Büyümenin ciddiyetine asla bürünmemişti ruhu. Bitmek bilmeyen neşesi her daim gülüşüne yansıyor, hayata olan hevesi ve oynarken tükenmek bilmeyen enerjisi ruhuma baharı getirmeye yetiyordu. Ama şimdi, Bahar’ın hep koşup oynadığı o sokaklar ne kadar sessizdi; ruhum ise bir o kadar sahipsizdi.
Mahalledeki çocuklar birer birer büyüdü; neşeli çığlıklar birer birer ruhumdan silindi. Ama Bahar’ı unutmak ne mümkün? Ruh bir kere baharı tadınca, onsuz ne kadar kimsesiz olduğunu anlıyordu. Bir keresinde ip atlarken ayağı takılmış, hepimizin gözleri önünde yere düşmüştü. Canının ne kadar acıdığını hissederek yanına koşmuştum. Yaralanan dizine endişeyle bakmış, ona sarılmıştım. Ama o, hiçbir şey demeden yerden kalkmış ve her zamanki gülümsemesiyle şöyle demişti: "Yaralara bakıp daha fazla acı çekmektense, onlarla koşmayı, oynamayı ve gerekirse tekrar yaralanmayı tercih ederim." Bu cümle hâlâ kulaklarımda yankılanıyor.
Peki ya o çocukluk masumiyeti? O saf tutku şimdi nerede? Neden her şey bu kadar karmaşık, bu kadar anlaşılmaz oldu? Bahar haklıydı… Yaralarımızı benimsemek ve onlarla yaşamayı öğrenmek gerekiyordu. Gencecik ruhuyla hayatı bu kadar derinden kavrayabilmişti; oysa ben, bu yaşlarımda bile onun kadar anlayamamıştım. Ne yazık bana.
Zihnim, farkında olmadan bir kuyunun derinliklerine çekiliyordu. İçimdeki boşluk, beni ben yapan yaşanmışlıklara yavaşça teslim olurken, ben de her şeyin ne kadar değiştiğini fark ediyordum. Sanki kendi çocukluğumun içine düşmüştüm. Evimizin taş duvarları, yaz sıcağında gölge eden incir ağacının serinliği, annemin pencereyi aralayıp, “Hadi içeri gel, hava karardı,” diye seslenişi… O zamanlar her şey ne kadar canlıydı. Ama şimdi… Şimdi bu sokaklarda yürürken, ne kendimi, ne de o günleri bulabiliyorum.
Ne zaman büyüdüm? Ne zaman o sokakların, o kahkahaların dışına itildim? Büyümek dedikleri şey, insanın kalbindeki o çocuk seslerini susturması mıydı? Eğer öyleyse, neden hâlâ bu kahkahaları duyduğumda içim bir çocuk gibi sızlıyor?
Bir an, çocukluğumdan bir başka anı daha düştü aklıma. Mehdi Dede vardı… Mahallenin en yaşlısı, en bilgesi… Her akşam "Acaba bugün Mehdi Dede ne anlatacak?" diye merakla beklerdik. Hikâyeleri bizim için birer masaldı; geçmişin yaralarını taşıyan ses tonu bile bizi büyülemeye yeterdi. Gündüzleri ise o, köşe başlarındaki tahta taburelerden birine tek başına oturur, kendini derin düşüncelere teslim ederdi. Mehdi Dede’nin gözleri hep uzaklara bakardı; sanki geçmişi bir film şeridi gibi izlerdi. Biz çocuk aklıyla onun, akşam bize anlatacağı hikâyeleri düşündüğünü sanırdık. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki onun gözlerindeki o uzak bakış, yalnızca hatıralarına değil, kaybettiklerine de bir yolculuktu. Yüzündeki derin çizgiler ve sessiz duruşu, yılların ona çektirdiklerini fısıldardı adeta.
O taburenin üstünde otururken bile bize öğretecek bir şeyleri var gibi hissederdik. Fakat belki de o, çocukların neşesiyle dolu mahallemizin ortasında, yılların yükünü sessizce taşırdı. Mehdi Dede’nin varlığı bir güven hissiydi; geçmişle gelecek arasında bir köprüydü adeta. Ama biz, çocukluğun masumiyetine sığınarak bu köprünün ne kadar sağlam olduğunu fark etmezdik bile.
Bir akşamüstüydü, asla unutamam. Yine aynı grup toplanmış; misket oynuyor, ip atlıyor, mahalleye yayılan kahkahalar sokakları dolduruyordu, ben de onların arasındaydım. Bir ara tamamen sezgisel olarak başımı kaldırıp gözlerimi Mehdi Dede’ye çevirmiştim. O her zamanki taburesinde oturuyordu, ama o gün bakışları her zamankinden farklıydı. Gözlerinde gördüğüm yorgunluk, tarif edilmesi güç bir hüzünle karışmıştı; sanki bedeni artık ruhunu taşımakta zorlanıyor gibiydi. Bir yorgunluk, bir kabulleniş… Sanki hayatının son sayfasını çevirmiş gibiydi. Bakışları mahalleden çok daha uzağa dalmıştı, belki de çocukluğunun geçtiği sokaklara ya da çoktan geride bırakmış olduğu bir zamana. Çocukluğun o masumiyetine rağmen, bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim, ama oyun o kadar güzeldi ki, bu hisse uzun süre tutunamadım.
Birkaç hafta sonra, bir sabah, mahallede Mehdi Dede’yi göremedik. İlk başta kimse fark etmedi, ama günler geçtikçe o köşe başındaki sessiz varlığının eksikliği derinden hissedilmeye başladı. Mehdi Dede bu dünyadan göçmüştü… Ama sadece o değildi giden; onunla birlikte mahallemizin ruhu da sessizce kaybolmuştu.
Mahalle artık eskisi gibi değildi. Çocukların kahkahaları azalmış, sokakların neşesi yerini garip bir sessizliğe bırakmıştı. Oyunlar oynanıyordu elbet, ama eskisi gibi coşkulu değildi. Gözlerimiz sürekli o boş tabureye kayıyor, kalplerimizde bir ağırlık hissediyorduk. İçimizde açıklayamadığımız bir boşluk vardı: Mehdi Dede’nin yokluğu... Yalnızca bir kayıp değil, geçmişin de yavaş yavaş bizden uzaklaşması gibiydi.
Şimdi, bu sokaklarda her adımımda, o kayıplar ve anılar beni takip ediyor. Kaldırım taşları, eskimiş duvarlar, her şey bana bir zamanlar yaşadıklarımızın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor. Zamanla her şey değişti, insanlar değişti, duvarlara kazıdığımız yazılar silindi. Ama çocukluğumuz, o eski günlerin ardında bıraktığı kırıntıları hep bu sokakta, incir ağacına kök saldı.
Ve çocuklar… Onlar şimdi hâlâ o eski oyunları, eski şarkıları, eski gülüşleri arıyor gibi görünüyor. Bizim bir zamanlar o sokaklarda koşturduğumuz gibi onlarda koşturuyorlar, ama tutkuyla değil tutku peşinde. Ama sokak artık eskimiş, değişmiş ve yabancılaşmış.
Büyümek, bir zamanlar koştuğumuz sokaklardan birer birer silinmekmiş. Saklambaçta saklanıp bulunamamakmış. Zafer sanılan ama unutulanmış. Ve ben hâlâ kaybolan her şeyin ardından dönüp bakıyorum, belki bir şey bulurum diye. Ama artık o sokaklarda beni bekleyen bir şey yok. Kaybettiğimiz her anın ardından bir iz bırakmaktı büyümek; ama o iz, sonunda kaybolan her şeyin içinde kayboldu.
Titreyen ellerimle gözyaşlarımı silerken, gözlerim Mehdi Dede’nin oturduğu, mahallemizin dengesini sağlayan o tabureyle buluştu. Tabure hâlâ oradaydı. Ayaklarım, istemsizce oraya doğru ilerlemeye başladı. Tabureye oturdum ve gözlerim uzaklara, onun baktığı yerlere odaklandı.
O sırada misket oynayan çocuklardan birinin gözleri, kısa bir an için benimle buluştu. Ama aynı yıllar önce benim yaptığım gibi, oyun tutkusu onu hemen içine çekti. Belki Mehdi Dede geçmişe dalarak sadece bizi değil, çocukluğunu da izliyordu, tıpkı şu an benim yaptığım gibi. Ya da ben büyüdükçe, kaybolan her şeyin ardında daha fazla anlam arıyordum.
Ve o anlam kaybolanların geriye bıraktığı izlerde saklıydı...
10.01.2025 —Sözlerin Ressamı
Tumblr media
8 notes · View notes
uyutmayandusunceler · 5 days ago
Note
Bi şarkı yolla be kardeş
Arnavut kaldırımı- Demet Sağıroğlu
8 notes · View notes
protonobilissimos · 3 months ago
Text
Ellerin arnavut kaldırımlarında, masal bekliyor, tozun içinde kaybolan kulaklarda alacakaranlık.
Sis, İstanbul’un sesi, her adımda biraz daha uzak.
16 notes · View notes
balikamayuzemiyor · 2 months ago
Text
"Her sözde, her gözde şefkat aramam
Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa.."
Günün şarkısı olsun o zaman madem ☀️✨
7 notes · View notes
lord-bajromi · 2 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
https://www.youtube.com/watch?v=Dn0JPuwvJgY&t=307s
https://www.youtube.com/watch?v=Dn0JPuwvJgY&t=529s
0 notes