#ekonomik ilişkiler
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kütahya İş Dünyası Temsilcileri Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nı Ziyaret Etti
Kütahya’nın iş dünyası temsilcileri, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nı (BTSO) ziyaret ederek, Bursa’nın sanayi tecrübesi ile Kütahya’nın yenilikçi üretim kapasitesini geliştirmek amacıyla önemli bir buluşma gerçekleştirdi. Ziyarette konuşan BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, en büyük sivil toplum kuruluşları olarak Odaların, üyelerinin önünü açacak ve onların dönüşümüne rehberlik edecek…
#Bursa#Dijital Dönüşüm#ekonomik ilişkiler#Esin Güral Argat#ibrahim burkay#İş Dünyası#İşbirliği#Kütahya#Model Fabrika#Sanayi#Ticaret ve Sanayi Odası
0 notes
Text
Uluslararası Örgütler: Dünya Düzenindeki Rolleri
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle, uluslararası örgütlerin önemi arttı. Birleşmiş Milletler (BM), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumlar, yeni dünya düzeninin merkezinde yer alıyor. Bu örgütler, ekonomiden güvenliğe, kalkınmadan kültürel diplomasiye kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteriyor. Küreselleşme, ülkeler arasındaki gelir…
#BM ve Dünya Siyaseti#Dünya Barışı#Diplomasi ve İşbirliği#Ekonomik Kalkınma#Küresel Güvenlik#Uluslararası Hukuk#Uluslararası İlişkiler
0 notes
Text
Kadinlaraozel - Gold
Bir kadın sitesi için ele alınan konulardan biri de sağlık ve zindeliktir. Bu bölüm, üreme sağlığı sorunları, gebelik ve doğum komplikasyonları, şiddet ve istismar ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar dahil olmak üzere kadın sağlığının çeşitli yönleri hakkında bilgi sağlar. Kadınların ve kız çocuklarının sağlıkla ilgili endişelerini öğrenmeleri ve tartışmaları için güvenli bir alan yaratmayı amaçlar. Site ayrıca, sağlıklı beslenme ipuçları, egzersiz rutinleri ve zihinsel sağlık stratejileri gibi genel refahı korumaya yönelik makaleler içerebilir. Site, güvenilir ve erişilebilir bilgiler sağlayarak, kadınların sağlıklarını kontrol altına almalarına ve bilinçli kararlar vermelerine olanak tanır. Bir kadın sitesi için ele alınan bir diğer önemli konu da moda ve stildir. Bu bölüm, kadınların çeşitli moda tercihlerine hitap eder ve kadın giyiminde ilham, tavsiye ve en son trendleri sunar. Farklı kıyafetlerin nasıl şekillendirileceğine dair makaleler, doğru aksesuarları seçmeye yönelik ipuçları ve moda etkinlikleri ve tasarımcılarla ilgili güncellemeler içerebilir. Site ayrıca kadınların çok çeşitli giyim seçenekleri bulabileceği çevrimiçi alışveriş platformlarına bağlantılar sağlayabilir. Modanın önemini bir kendini ifade etme ve güçlendirme biçimi olarak sergileyerek, site kadınları kişisel tarzlarını benimsemeye ve görünüşlerine güvenmeye teşvik ediyor. İlişkiler ve güçlendirme, bir kadın sitesinde ele alınan bir diğer önemli konudur. Bu bölüm sağlıklı ilişkiler kurmaya, kişisel bakıma ve kişisel gelişime odaklanmaktadır. İletişim becerileri, çatışma çözümü ve güçlü ve destekleyici ilişkileri sürdürmek için ipuçları hakkında makaleler içerebilir. Site ayrıca, zorlukların üstesinden gelen ve başarıya ulaşan, diğerlerine amaçlarının ve hayallerinin peşinden gitmeleri için ilham veren kadınların hikayelerini de içerebilir. Ek olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ekonomik güçlendirmeyi teşvik etmeyi amaçlayan programlar gibi kadınlara özel olarak güçlenmesi girişimleri hakkında kaynak ve bilgi sağlayabilir. Site, bu konuları ele alarak, kadınları anlamlı bağlantılar geliştirmeleri, kişisel bakıma öncelik vermeleri ve kişisel ve mesleki tatmin için çaba göstermeleri için güçlendirmeyi amaçlıyor. Daha fazla bilgi için web sitemizi ziyaret etmeyi unutmayınız.
570 notes
·
View notes
Text
Okurken ürperdim. Kendini türk hisseden ve Türkiye'nin tarihten silinme planlarına karşı durmak isteyen herkes okumalı. Atatürk'ün dehasını tekrar hatırlamalı.
Bu makale Azerbaycan'da KREDO gazetesinde 17 Mayıs 2014'de, "Rockefeller'in İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türklerin Bedbahtlığı" adlı makaleden yararlanılarak Gazanfer Kazımov tarafından yayınlanmış. Kopyaladığım
MAKALE aşağıdadır:
*YÜZYILIN İTİRAFLARI*
*Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır.*
(Rothschild.)
2014 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde, ünlü petrol milyarderi, bankacı ve dünyanın en zengin ailelerinden biri olan Yahudi Rockefeller ailesinin, yakınlarda vefat eden en büyük ferdi David Rockefeller’in bir kitabı yayınlandı. “Yüz yılın İtirafları “ adını taşıyan bu kitap maalesef çok kısa zamanda piyasadan çekildi. Çünkü kitapta, itiraflar vardı. Dünyayı yönetme isteği içinde olan ELİT bir tabakanın yüz yıl içerisinde, bazı devletler ve ülkeler içinde ve dışında, o ülkeleri kendi şemsiyeleri altına alabilmek için çevirdikleri dolaplar, entrikalar, soygunlar, sömürgeleştirme itiraf ediliyordu. Bu elit tabakanın daha fazla açığa çıkmaması ve masum halklara yaptıkları bilinmemesi için kitap piyasadan kaldırıldı.
Öncelikle Rockefeller ailesi hakkında bulabildiğimiz kadar bilgi verelim. Sonra bu ailenin en büyüklerinden olan David Rockefeller’in kaleme aldığı itiraflardan “Türkiye” hakkında yazdıklarını ve düşündüklerini öğrenelim:
*DAVİD ROCKEFELLER*
6 kalp nakli, 3 böbrek ve 2 de ciğer nakli operasyonu
geçiren 100 yaşına girdiğinde yaptığı açıklamada
“200. doğum günümü de kutlamak istiyorum” şeklinde
konuşan David Rockefeller, 20 Mart 2017 tarihinde öldü.
“Rockefeller ailesi ABD’nin en büyük petrol, sanayi, siyaset ve bankacı ailesidir. Aile 19. Yüz yılın sonu yirminci yüz yılın başlarında Jhon Davison Rockefeller’in (1839 – 1937) ve kardeşi William Avery Rockefeller’in ( 1841 – 1922 ) zamanında Standart Oil vasıtasıyla petrol ticaretinde çok büyük başarılar elde etmiş, Manhattan Bankasına uzun zaman sahiplik yapmış ve bu zaman zarfında büyük servet, nüfuz ve şöhret sahibi olmuştur. Jhon Davison Rockefeller insanlık tarihinin ilk dolar milyarderi unvanını kazanmıştır.
Rockefeller ailesinin elinde, aile üyelerine ve ailenin fertlerine ait bilgilerin ve dünya siyaseti, dünya ekonomisi hakkında yapılması gereken şeylerin listelerinin yer aldığı dünyaca meşhur bir arşivleri vardır. Bu büyük arşiv yer altına inşa edilmiş üç katlı büyük bir binada saklanır. Bu arşivde bulunan yetmiş milyon sayfalık belgeler, kırk iki bilimsel tahsil kurumuna aittir. Bu belgeler içerisinden araştırmacılara sadece, ailenin ölmüş üyelerine ait belgeler verilir. Sağ olan aile üyeleri hakkındaki belgeler ise hiç kimseye verilmez. 140 yıllık bir geçmişe sahip olan bu arşiv belgeleri ABD’nin 19 ve 20. Yüz yıllara dair dünya ölçeğindeki siyasi işlerinde ve çeşitli ülkelerde bu yıllarda ortaya çıkan sosyal olaylardaki rolünü öğrenebilmek için çok önemli bilgi kaynağıdır. Bu belgeler, dünya tarım işleri, güzel sanatlar, eğitim, uluslararası ilişkiler, ekonomik gelişme, tıp, tarih, politika, halklar, din, sosyal bilimler, kadın hakları tarihi, afro Amerikan tarihi gibi konuları kapsayan belgelerdir.
David Rockefeller (1915 – 1996) felsefe doktorudur. Harward ve Chicago üniversiteleri mezunudur. Amerika’nın Uluslararası İlişkiler Şurasının, Rockefeller Üniversitesi’nin, çağdaş Newyork Güzel Sanatlar müzesinin fahri başkanı ve en önemlisi de 1969 – 1981 yılları arasında komitenin başkanlığını yapmıştır.
2013 yılında bir internet sitesi, bu Rockefellerin bazı yazılarını ele geçirmiş ve “ABD’li Yahudi Bankacı David Rokfeller’den Yüz yılın İtirafları” adıyla bunları yayınlamıştır. 2014 yılında ise sözünü ettiğimiz kitap basılmış; fakat piyasadan toplatılmıştır.
Bu itiraflar ile ABD’nin ve Batı Avrupa’nın büyük devletlerinin yirminci yüz yılda dünya halklarının başlarına ne oyunlar ve felaketler getirdiği açık olarak ortaya çıkmıştır. Bu itiraflar, inanılmaz boyuttadır ve sadece Türkleri ve Türk Dünyası ile değil, bütün dünya ile ilgili meseleler üzerinde neler yaptıkları ve düşündükleri açıklanmıştır. Bu yazılarda Türkiye ile ilgili bölüm, bizi daha çok ilgilendiren bölümdür. Yapılan işlerin esas aktörleri, ABD ve Batı Avrupa devletleridir. Bütün icraatı yapan bunlardır. Bunların esas hedefleri Türkiye ve Türklerdir.
“Türkiye, coğrafi ve stratejik bakımından çok önemli bir ülkedir. Bu yüzden üzerinde daha fazla durmak istiyorum. Bu ülke bizim için çok önemlidir ve Türklere bırakılacak kadar önemsiz değildir….
1) Büyük İsrail Devleti’nin sularının büyük kısmının kaynakları Türkiye toprakları üzerindedir.
2) Türkiye Avrupa ve Asya arasında bir köprüdür.
3) Müslüman aleminde öncül ve demokratik tek ülkedir….
İslâmiyet’i yıkmak istiyorsak işe Türkiye’den başlamak gerekir. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler, karşılarında hiç kimse duramaz. Bu yüzden, böyle bir ihtimale karşı ajanlarımız her an iş başında bekliyorlar. Türk devletlerinde anahtar mevkilerde adamlarımız var. Bunlar böyle bir ihtimali sezseler o anda Türkiye’deki huzur ve güven ortamını bozacak olaylar yaratırlar ve bu darbelerle bu tür bir birleşmeyi önleriz.
Medeniyetin kurucusu ve beşiği olarak Türkleri kabul edemeyiz; tam aksine entrikalar ile bu medeni miraslarına el koyarak biz, onları bütün dünyaya, barbar, hak – hukuk tanımayan bir halk olarak tanıttık ve bu alanda oldukça başarılı olduk. Sümer kralları Urukagina ve Urnammu çok Allah’lı bir cemiyet kurarak insanlar arasında adaleti korumak ve haksızlığı önlemek için kanunlar çıkararak çağdaş toplumlara örnek olurken bugün, tek Allah’lı bir halk olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucunda medeni vasıflar, ahlak, terbiye, saygı, sanat, edebiyat, tarih yok olurken; fahişelik, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve soygun hüküm sürmektedir. Dünya çapında Türkiye’de yetişmiş, bir tane bilim adamları, sanat adamları, edebiyat adamları ve siyaset adamları yoktur!
Aslında Türkler, tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler. Ama Türkler için duyduğuna inanmak yeterlidir; okumak onlara çok zor gelmektedir. En kolayı, geçmişi öğrenmeden gece yatarken hissettiklerini kaleme alarak ertesi günü hüküm vermektir. Düşünün ki, hangi tesirin altındasınız ve kime kul olmaktasınız?
Ben de bu ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Türk tarihini, Türk medeniyetini öğrenince, konuyu değiştirdim.
Provokatörlerimizin çalışmaları ile 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de sağ ve sol ideolojiler arasında adeta bir iç savaş yaşattık. Ülkeye koyduğumuz ambargo ile halk canından bezmiş, yağa, tuza, gaza muhtaç olmuştu. Birkaç kişi zenginleşmiş, halk ise sefalete düşmüştü. Provokatörler için halkı ayaklandırmak zor olmadı. Ülke o dereceye geldi ki, sokaklarda her gün elli – altmış kişi öldürülüyordu. Bütün ülke terör korkusundan adeta sinmiş saklanmıştı. Binlerce Türk genci, bizim uydurduğumuz ideolojiler esasında can verdi. Zamanı gelince bilgimiz dâhilinde indirilen bir darbe ile terör bitti, ortalık sakinleşti. Çünkü provokatörler işi bitirmişler, geriye dönmüşlerdi. Burada oynadığımız oyun, milleti birbirine düşürüp çaresiz bırakmak ve onlara bir kurtarıcı göndermekti. Bu durumda o kurtarıcı, kim olursa olsun, ‘anarşiyi – terörü bitiren, ölümleri sonlandıran’ insan olarak kabul görecekti. Bizim demokrasi uğrundaki mücadelemizin esası buydu.
Askeri hükümet çok sert tedbirlerle bir müddet ülkeyi yönetti. Ellinin üzerinde genç, haklı – haksız sağdan ve soldan ayırımı yapılmadan idam edildi. Bu sert cezalar tesirini çabuk gösterdi ve ülke bir anda süt liman oldu. Askeri hükümet bir müddet sonra ülkeyi sivil yönetime devretti. Bizim istediğimiz bir kişi iktidarın sahibi oldu. Askeri darbeyi yapan şahıs cumhurbaşkanı oldu. Yeni hükümet tam bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim büyük şirketlerimiz bu büyük pazara aç kurtlar gibi girdiler. Ülke ABD ve Avrupa malları ile doldu. Bu durumdan hem bizim şirketlerimiz faydalandı, hem de ülke boğazına kadar borç batağına girdi. Türkiye, kapitalizmi o kadar güzel uyguladı ki, yeni birçok vurgun ve soygun metotları bulundu. Hayali ihracat arttı, bankaların içi boşaltıldı, rüşvet devletin her kademesine girdi. Başta siyasiler olmak üzere, medya sahiplerine, üst düzey bürokratlara, bankacılara, yazar-çizer takımına ( gazeteci, dergi yazarı ) bu dönemde milyarlarca dolar rüşvet dağıttık.
Kardeşlik, dostluk, iyi niyet, dürüstlük, ahlaklı ticaret unutuldu. Binlerce sahtekâr, yalancı, hem devlet kadrolarını, hem bankaları, hem de özel şirketleri doldurdu. Türkiye’nin bugünkü manzarasının sebebi 12. Eylül ihtilalidir desem abartmam… Ülke yapılanları görenler tarafından alttan alta kışkırtılmaya başlandı. Halk tepki koyuyor, sokaklar protestocularla doluyordu. Tepkileri azaltabilmek için tam o günlerde bir Kürt meselesi çıkardık. Önce, bir örgüt kurdurduk. Sonra küçük bir kasabaya baskın yaptırdık. Ülkenin gündemi bir anda değişti. Kürt PKK terörü, şehit edilen asker ve polisler, halka her sıkıntıyı unutturdu. Türkiye otuz yıldır bu mesele ile uğraşıyor. Sonuç almasını her defasında engelledik. PKK’nın liderini ‘idam edilmemek’ kaydı ile biz teslim ettik. Otuz yıldır süren PKK terörü, Türkiye’nin ekonomisine büyük darbe vurdu. Binlerce insan bu terör dalgası içerisinde ölüp gitti. Türkiye, hem siyasi, hem ekonomik hem de sosyal açıdan büyük kayıplara uğradı. Ülkenin düzgün hale getirilebilmesi için bize başvurmak zorunda kaldı. Biz de, onlara, Osmanlı İmparatorluğuna yaptığımız teklifleri yaptık. Kabul ettiler. Bu işler için harcadığımız dolarların birkaç katını kazandık ve Türkiye’yi içinden çıkamayacağı bir borç sarmalına yuvarladık.
Bugünkü Türkiye; yalancılığın, sahtekârlığın, halkı aldatmanın, bizlere hizmet etmenin içinde yüzüyor; Mustafa Kemal’in bizi reddetmesinin bedelini ödüyor. Böyle bir ülkenin uzun boylu yaşaması pek mümkün değildir. Ya ruhlarda bir ihtilal yaparak yeniden kendileri olacaklar, ya da tarihten silinip gidecekler. Anadolu toprakları da bizim yarattığımız Ermeni ve Kürt devletlerinin olacaktır”.
David Rockefeller, itiraflarının bir bölümünde de, başka bir zengin Yahudi ailesi olan Rothschild ailesinin bir ferdi ile yapmış olduğu sohbete yer vermiş. Bu sohbetten de bölümler aktaralım:
“Rockefeller’in, (Dünya ülkelerini nasıl ele geçiriyorsunuz?) sorusuna Rothschild; Birinci Dünya Savaşı Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları yıkmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak Orta Doğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin kuruluş yolunu açmak için çıkarıldı”.
“İsrail devletinin kurucusu sayılan Tehodor Herzl o zamanki Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in yanına giderek bizim ailemizin para desteği ile Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat Sultan bize karşı çıktı. Biz de gerekeni yaptık. Osmanlı İmparatorluğunu çaresiz bırakarak I: Dünya Savaşı’na soktuk. Çok zorlansak da, Osmanlı İmparatorluğunu yıktık. İstanbul’u ve Anadolu’nun bazı bölümlerini işgal ettik. Planlarımızı tam sonlandıracağımız zaman Mustafa Kemal adında, padişahı ve şeyhülislam’ı dinlemeyen asi bir general ortaya çıktı. Bütün planlarımız alt üst oldu. Hepsi geriye kaldı”.
“Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır. O’nun varlığı, İsrail devletinin kurulmasını otuz yıl kadar geciktirdi ve bize milyarlarca dolar kaybettirdi. İzmir suikastı denen bir olaya karıştığı için idama mahkûm ettiği, Osmanlı Maliye nazırlarından aziz dostumuz Cavit Bey’i kurtarmak için O’nun yanına gittik. Bizi çok soğuk karşıladı. Tekliflerimizin hiç birisini kabul etmedi. Ve adeta bizi, makamından kovdu. Birkaç gün sonra da Cavit Bey’i idam ettirdi”.
İtiraflarda, Türkiye’den başka birçok ülkeye ve çeşitli olaylara da yer verilmiş. Bu ülkelerde ve olaylardaki aktörlerden bahsedilmiş. İkinci Dünya Savaşı, Hitler, Stalin, atom bombası, ihtilaller, darbeler anlatılmış… İran-Irak savaşının çıkarılmasının sebepleri ve sonucu değişik bir perspektif ile açıklanmış.
Şimdi, kendimize bakarak düşünelim… Toplumumuzu, yaşam şartlarımızı, siyasilerimizi ve icraatlarını, bilim ve sanat seviyemizi, ahlaki halimizi, güven ve inançlarımızı, hayata bakış ve algılayış tarzımızı düşünelim ve sonra kendimize soralım: Yukarıda itiraf edilenlerin bugünkü durumumuzu yaratmada tesiri yok mu? Başkalarını dinleyerek mi bu duruma geldik? Yüz yıl önce, zengin olmayan, geçim sıkıntısı çeken; fakat dürüst, namuslu, çalmayan, aldatmayan, güven veren bir toplum yapımız varken bugün niçin, hırsızların, üçkâğıtçıların at oynattığı, sahtekâr, alçak, zalim ve gaddar bir toplum haline geldik? Bu nasıl oldu? İtiraflar, bize yıllardır dost olarak görünenlerin aslında düşman olduğunu göstermiyor mu?
Bu durumlardan kurtulmanın tek yolu, Ulu Önder Atatürk'ümüzün istediği gibi “önce vatan ve millet” duygusunun bütün fertler tarafından kabullenilmesi ve aklın kullanılmasıdır. Aklı, devreden çıkarırsak yapılabilecek bir şey yoktur. Hasta mutlaka ölecektir! Ölmemek için akıllı olmak ve önce vatan ve millet, diyebilmek gerekir. Tehdit ve tehlike çok büyük, farkında olmalıyız….
NOT: Bu makale, Azebaycan’da yayınlanan KREDO gazetesinde 17. Mayıs. 2014 tarihinde Gazanfer Kazımov’un yazdığı “Rockefeller’in İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türk’ün Bedbahtlığı” isimli makaleden yararlanılarak yazılmıştır.
(Bu yazıyı lütfen dostlarınızla paylaşınız...)
12 notes
·
View notes
Text
Bugünün Modern İnsanı Eskinin İlkel İnsanından Daha Çaresiz ve Yalnız mı?
Çağımızın ilerleyen teknolojisi, büyüyen şehirleri ve hızla değişen toplumsal yapıları, insanlık tarihinin en büyük dönüşümünü yaşatıyor. Fakat bu dönüşümün ardında, insana ait temel duygular ve ihtiyaçlar da şekilleniyor. Modern insan, daha önce hiç olmadığı kadar bilgiye erişebiliyor, her türlü konforu deneyimleyebiliyor ve sosyal ağlar aracılığıyla daha önce hayal dahi edilemeyecek kadar çok insanla bağlantı kurabiliyor. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, çok derin bir yalnızlık ve çaresizlik duygusu giderek daha yaygın hale gelmiş durumda. Modern insan, belki de tarihin hiçbir döneminde bu kadar yalnız ve çaresiz hissetmemişti.
Eski çağlarda, insanların yaşamları doğayla iç içe geçiyordu. İlkel toplumlarda, hayatta kalma mücadelesi büyük ölçüde kolektif bir çabaydı. İnsanlar, grup halinde avlanır, barınaklarını birlikte inşa eder ve birbirlerine karşı derin bir bağ geliştirirlerdi. Bu bağlar, sadece hayatta kalma değil, aynı zamanda duygusal ihtiyaçları karşılama noktasında da kritik rol oynuyordu. İlkel insanlar arasında yardımlaşma, dayanışma ve güven duygusu güçlüydü. Farklılıklar, pek çok durumda bir zenginlik olarak kabul ediliyordu çünkü her birey topluluğun bir parçasıydı ve bu aidiyet duygusu çok önemliydi.
Bugünse, toplumlar çok daha bireyselleşmiş ve atomize olmuş durumda. İnsanlar artık çoğu zaman yalnız başına yaşamayı tercih ediyor. Şehirlerdeki kalabalık, bir nevi modern yalnızlığın simgesi haline gelmiş durumda. Sosyal medya platformları aracılığıyla binlerce insanla iletişim kurabiliyor olsak da, gerçekte duygusal bağlar kurmak giderek daha zorlaşıyor. İnsanlar sanal dünyada daha fazla etkileşimde bulunsa da, yüz yüze ve derin ilişkiler kurmak, zamanla daha nadir hale geliyor.
Teknolojinin sunduğu sonsuz olanaklar, bir yandan insanlara büyük kolaylıklar sağlasa da, bir diğer yandan onları sürekli bir yalnızlık içinde hapseden bir düzene dönüştü. İnsanlar, daha fazla bilgiye sahip olabilirler, ama bu bilgi onları daha fazla yalnızlığa mı itiyor? Artık herkesin bir ekran karşısında, yalnız bir şekilde düşündüğü, hissettiği ve yaşadığı bir dünyada, yalnızca başkalarına ulaşmak kolaylaşmakla kalmıyor, aynı zamanda onları anlamak da giderek zorlaşıyor. Teknolojinin sunduğu hız, bağlantı ve erişilebilirlik, ilişkilerin yüzeyselleşmesine yol açıyor. Anlık mesajlaşmalar, anlık paylaşımlar, anlık tatminler; fakat gerçek duygusal derinlik, kimseye vakit ayırma isteği ve anı paylaşma arzusuyla birleşemiyor.
Çaresizlik, modern insanın hissettiği en yaygın duygulardan biri haline gelmiş durumda. Hızla değişen dünyada, insanlar çoğu zaman kendi kontrolleri dışında gelişen olaylarla başa çıkmaya çalışıyorlar. Ekonomik belirsizlik, çevresel krizler, toplumsal çatışmalar ve kişisel travmalar arasında, bireyler kendilerini güçsüz ve korumasız hissediyor. İlkel toplumlarda, zorluklarla mücadele genellikle toplumsal dayanışma yoluyla aşılırken, modern toplumda bireyler çoğu zaman yalnız başlarına bu mücadeleye girişiyorlar.
Dahası, modern dünya, geçmişteki gibi basit ve doğrudan yaşam şekilleri sunmuyor. Sürekli bir performans gösterme, başarıya ulaşma ve toplumsal onay alma baskısı, insanları ruhsal anlamda tükenmişliğe sürüklüyor. İçsel huzur ve dengeden daha fazla uzaklaşıyoruz çünkü dış dünyada kazandığımız her zaferin, daha büyük bir kaygıyı ve daha fazla sorumluluğu beraberinde getireceğini biliyoruz. Bu durum, insanları sürekli bir "daha" arayışına yöneltiyor; daha fazla kazanç, daha fazla statü, daha fazla kabul edilme isteği... Ama hiçbiri, insanın derin ve kalıcı huzur arayışını karşılayamıyor.
Bugünün modern insanı, eski çağların ilkel insanlarından farklı olarak, toplumla ve doğayla bağlarını zayıflatan bir dünyada varlık gösteriyor. Bu bağların zayıflaması, yalnızlık ve çaresizlik gibi duyguları artırmış olabilir. Ancak, geçmişin insanlarıyla kıyaslandığında, modern insanın sahip olduğu bilgi ve teknolojik imkanlar, belki de onu en güçlü kılabilecek unsurlar olabilir. Bu yüzden, geçmişin sosyal bağlarını ve dayanışma anlayışını göz önünde bulundurmak, yalnızlıkla mücadelede önemli bir adım olabilir. Sonuçta, modern insan yalnızca kendi çaresizliğiyle değil, aynı zamanda toplumsal ve duygusal bağlarını yeniden keşfederek bu çaresizliğin üstesinden gelebilir.
#istanbul#iyiniyet#iş#insan#blog yazısı#blog yazarı#beauty blogger#blog help#guest blogger#girl blogger#blog#tumblr yazarları#writers on tumblr#artists on tumblr#photographers on tumblr#tumblog#tumblr girls#istanbuldaysam#Halimecan
5 notes
·
View notes
Text
Kıskançlık, bireyler arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan bir duygu olarak toplumsal ve ekonomik bağlamda incelenebilir. Marksist düşünceye göre, kıskançlık, kapitalist toplumların bireyleri rekabet ve kıyaslama temelinde yapılandırmasından kaynaklanır. Kapitalizm, sınıf farklılıkları ve mülkiyet ilişkileri ile bireyler arasında hiyerarşiler ve eşitsizlikler üretir. Bu eşitsizlikler, bireyler arasında sürekli bir kıyaslama ve rekabet ortamı yaratır.
Kıskançlık, bu rekabet ortamının doğal bir sonucu olarak görülebilir. Kapitalist toplumda, bireyler genellikle ekonomik başarı, sosyal statü ve kişisel ilişkiler gibi alanlarda diğerlerinden üstün olmaya çalışırlar. Bu durum, bireylerin kendilerini diğerleriyle kıyaslamasına ve bu kıyaslamanın sonucunda kıskançlık hissetmesine yol açar.
Marksist perspektif, kıskançlığın sadece bireysel bir duygu değil, aynı zamanda kapitalist üretim ilişkilerinin bir ürünü olduğunu öne sürer. Kapitalizm, bireyleri sürekli olarak birbirleriyle rekabet halinde tutarak toplumsal bağları zayıflatır ve bireysel tatminsizlikleri artırır. Kıskançlık, bu sistemin bireyler üzerinde yarattığı baskının bir yansımasıdır.
Bu bağlamda, kıskançlığın üstesinden gelmek ve toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için kapitalist sistemin eleştirilmesi ve değiştirilmesi gerektiği düşünülür. Marksist teoriye göre, sınıfsız ve eşit bir toplum hedeflenmelidir ki bu durumda kıskançlık ve benzeri duyguların temelinde yatan toplumsal eşitsizlikler ortadan kalkabilsin.
6 notes
·
View notes
Text
YÜZYİLİN İTİRAFLARI
Okurken ürperdim. Kendini türk hisseden ve Türkiye'nin tarihten silinme planlarına karşı durmak isteyen herkes okumalı. Atatürk'ün dehasını tekrar hatırlamalı.
Bu makale Azerbaycan'da KREDO gazetesinde 17 Mayıs 2014'de, "Rockefeller'in İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türklerin Bedbahtlığı" adlı makaleden yararlanılarak Gazanfer Kazımov tarafından yayınlanmış. Kopyaladığım
MAKALE aşağıdadır:
*YÜZYILIN İTİRAFLARI*
*Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır.*
(Rothschild.)
2014 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde, ünlü petrol milyarderi, bankacı ve dünyanın en zengin ailelerinden biri olan Yahudi Rockefeller ailesinin, yakınlarda vefat eden en büyük ferdi David Rockefeller’in bir kitabı yayınlandı. “Yüz yılın İtirafları “ adını taşıyan bu kitap maalesef çok kısa zamanda piyasadan çekildi. Çünkü kitapta, itiraflar vardı. Dünyayı yönetme isteği içinde olan ELİT bir tabakanın yüz yıl içerisinde, bazı devletler ve ülkeler içinde ve dışında, o ülkeleri kendi şemsiyeleri altına alabilmek için çevirdikleri dolaplar, entrikalar, soygunlar, sömürgeleştirme itiraf ediliyordu. Bu elit tabakanın daha fazla açığa çıkmaması ve masum halklara yaptıkları bilinmemesi için kitap piyasadan kaldırıldı.
Öncelikle Rockefeller ailesi hakkında bulabildiğimiz kadar bilgi verelim. Sonra bu ailenin en büyüklerinden olan David Rockefeller’in kaleme aldığı itiraflardan “Türkiye” hakkında yazdıklarını ve düşündüklerini öğrenelim:
*DAVİD ROCKEFELLER*
6 kalp nakli, 3 böbrek ve 2 de ciğer nakli operasyonu
geçiren 100 yaşına girdiğinde yaptığı açıklamada
“200. doğum günümü de kutlamak istiyorum” şeklinde
konuşan David Rockefeller, 20 Mart 2017 tarihinde öldü.
“Rockefeller ailesi ABD’nin en büyük petrol, sanayi, siyaset ve bankacı ailesidir. Aile 19. Yüz yılın sonu yirminci yüz yılın başlarında Jhon Davison Rockefeller’in (1839 – 1937) ve kardeşi William Avery Rockefeller’in ( 1841 – 1922 ) zamanında Standart Oil vasıtasıyla petrol ticaretinde çok büyük başarılar elde etmiş, Manhattan Bankasına uzun zaman sahiplik yapmış ve bu zaman zarfında büyük servet, nüfuz ve şöhret sahibi olmuştur. Jhon Davison Rockefeller insanlık tarihinin ilk dolar milyarderi unvanını kazanmıştır.
Rockefeller ailesinin elinde, aile üyelerine ve ailenin fertlerine ait bilgilerin ve dünya siyaseti, dünya ekonomisi hakkında yapılması gereken şeylerin listelerinin yer aldığı dünyaca meşhur bir arşivleri vardır. Bu büyük arşiv yer altına inşa edilmiş üç katlı büyük bir binada saklanır. Bu arşivde bulunan yetmiş milyon sayfalık belgeler, kırk iki bilimsel tahsil kurumuna aittir. Bu belgeler içerisinden araştırmacılara sadece, ailenin ölmüş üyelerine ait belgeler verilir. Sağ olan aile üyeleri hakkındaki belgeler ise hiç kimseye verilmez. 140 yıllık bir geçmişe sahip olan bu arşiv belgeleri ABD’nin 19 ve 20. Yüz yıllara dair dünya ölçeğindeki siyasi işlerinde ve çeşitli ülkelerde bu yıllarda ortaya çıkan sosyal olaylardaki rolünü öğrenebilmek için çok önemli bilgi kaynağıdır. Bu belgeler, dünya tarım işleri, güzel sanatlar, eğitim, uluslararası ilişkiler, ekonomik gelişme, tıp, tarih, politika, halklar, din, sosyal bilimler, kadın hakları tarihi, afro Amerikan tarihi gibi konuları kapsayan belgelerdir.
David Rockefeller (1915 – 1996) felsefe doktorudur. Harward ve Chicago üniversiteleri mezunudur. Amerika’nın Uluslararası İlişkiler Şurasının, Rockefeller Üniversitesi’nin, çağdaş Newyork Güzel Sanatlar müzesinin fahri başkanı ve en önemlisi de 1969 – 1981 yılları arasında komitenin başkanlığını yapmıştır.
2013 yılında bir internet sitesi, bu Rockefellerin bazı yazılarını ele geçirmiş ve “ABD’li Yahudi Bankacı David Rokfeller’den Yüz yılın İtirafları” adıyla bunları yayınlamıştır. 2014 yılında ise sözünü ettiğimiz kitap basılmış; fakat piyasadan toplatılmıştır.
Bu itiraflar ile ABD’nin ve Batı Avrupa’nın büyük devletlerinin yirminci yüz yılda dünya halklarının başlarına ne oyunlar ve felaketler getirdiği açık olarak ortaya çıkmıştır. Bu itiraflar, inanılmaz boyuttadır ve sadece Türkleri ve Türk Dünyası ile değil, bütün dünya ile ilgili meseleler üzerinde neler yaptıkları ve düşündükleri açıklanmıştır. Bu yazılarda Türkiye ile ilgili bölüm, bizi daha çok ilgilendiren bölümdür. Yapılan işlerin esas aktörleri, ABD ve Batı Avrupa devletleridir. Bütün icraatı yapan bunlardır. Bunların esas hedefleri Türkiye ve Türklerdir.
“Türkiye, coğrafi ve stratejik bakımından çok önemli bir ülkedir. Bu yüzden üzerinde daha fazla durmak istiyorum. Bu ülke bizim için çok önemlidir ve Türklere bırakılacak kadar önemsiz değildir….
1) Büyük İsrail Devleti’nin sularının büyük kısmının kaynakları Türkiye toprakları üzerindedir.
2) Türkiye Avrupa ve Asya arasında bir köprüdür.
3) Müslüman aleminde öncül ve demokratik tek ülkedir….
İslâmiyet’i yıkmak istiyorsak işe Türkiye’den başlamak gerekir. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler, karşılarında hiç kimse duramaz. Bu yüzden, böyle bir ihtimale karşı ajanlarımız her an iş başında bekliyorlar. Türk devletlerinde anahtar mevkilerde adamlarımız var. Bunlar böyle bir ihtimali sezseler o anda Türkiye’deki huzur ve güven ortamını bozacak olaylar yaratırlar ve bu darbelerle bu tür bir birleşmeyi önleriz.
Medeniyetin kurucusu ve beşiği olarak Türkleri kabul edemeyiz; tam aksine entrikalar ile bu medeni miraslarına el koyarak biz, onları bütün dünyaya, barbar, hak – hukuk tanımayan bir halk olarak tanıttık ve bu alanda oldukça başarılı olduk. Sümer kralları Urukagina ve Urnammu çok Allah’lı bir cemiyet kurarak insanlar arasında adaleti korumak ve haksızlığı önlemek için kanunlar çıkararak çağdaş toplumlara örnek olurken bugün, tek Allah’lı bir halk olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucunda medeni vasıflar, ahlak, terbiye, saygı, sanat, edebiyat, tarih yok olurken; fahişelik, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve soygun hüküm sürmektedir. Dünya çapında Türkiye’de yetişmiş, bir tane bilim adamları, sanat adamları, edebiyat adamları ve siyaset adamları yoktur!
Aslında Türkler, tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler. Ama Türkler için duyduğuna inanmak yeterlidir; okumak onlara çok zor gelmektedir. En kolayı, geçmişi öğrenmeden gece yatarken hissettiklerini kaleme alarak ertesi günü hüküm vermektir. Düşünün ki, hangi tesirin altındasınız ve kime kul olmaktasınız?
Ben de bu ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Türk tarihini, Türk medeniyetini öğrenince, konuyu değiştirdim.
Provokatörlerimizin çalışmaları ile 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de sağ ve sol ideolojiler arasında adeta bir iç savaş yaşattık. Ülkeye koyduğumuz ambargo ile halk canından bezmiş, yağa, tuza, gaza muhtaç olmuştu. Birkaç kişi zenginleşmiş, halk ise sefalete düşmüştü. Provokatörler için halkı ayaklandırmak zor olmadı. Ülke o dereceye geldi ki, sokaklarda her gün elli – altmış kişi öldürülüyordu. Bütün ülke terör korkusundan adeta sinmiş saklanmıştı. Binlerce Türk genci, bizim uydurduğumuz ideolojiler esasında can verdi. Zamanı gelince bilgimiz dâhilinde indirilen bir darbe ile terör bitti, ortalık sakinleşti. Çünkü provokatörler işi bitirmişler, geriye dönmüşlerdi. Burada oynadığımız oyun, milleti birbirine düşürüp çaresiz bırakmak ve onlara bir kurtarıcı göndermekti. Bu durumda o kurtarıcı, kim olursa olsun, ‘anarşiyi – terörü bitiren, ölümleri sonlandıran’ insan olarak kabul görecekti. Bizim demokrasi uğrundaki mücadelemizin esası buydu.
Askeri hükümet çok sert tedbirlerle bir müddet ülkeyi yönetti. Ellinin üzerinde genç, haklı – haksız sağdan ve soldan ayırımı yapılmadan idam edildi. Bu sert cezalar tesirini çabuk gösterdi ve ülke bir anda süt liman oldu. Askeri hükümet bir müddet sonra ülkeyi sivil yönetime devretti. Bizim istediğimiz bir kişi iktidarın sahibi oldu. Askeri darbeyi yapan şahıs cumhurbaşkanı oldu. Yeni hükümet tam bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim büyük şirketlerimiz bu büyük pazara aç kurtlar gibi girdiler. Ülke ABD ve Avrupa malları ile doldu. Bu durumdan hem bizim şirketlerimiz faydalandı, hem de ülke boğazına kadar borç batağına girdi. Türkiye, kapitalizmi o kadar güzel uyguladı ki, yeni birçok vurgun ve soygun metotları bulundu. Hayali ihracat arttı, bankaların içi boşaltıldı, rüşvet devletin her kademesine girdi. Başta siyasiler olmak üzere, medya sahiplerine, üst düzey bürokratlara, bankacılara, yazar-çizer takımına ( gazeteci, dergi yazarı ) bu dönemde milyarlarca dolar rüşvet dağıttık.
Kardeşlik, dostluk, iyi niyet, dürüstlük, ahlaklı ticaret unutuldu. Binlerce sahtekâr, yalancı, hem devlet kadrolarını, hem bankaları, hem de özel şirketleri doldurdu. Türkiye’nin bugünkü manzarasının sebebi 12. Eylül ihtilalidir desem abartmam… Ülke yapılanları görenler tarafından alttan alta kışkırtılmaya başlandı. Halk tepki koyuyor, sokaklar protestocularla doluyordu. Tepkileri azaltabilmek için tam o günlerde bir Kürt meselesi çıkardık. Önce, bir örgüt kurdurduk. Sonra küçük bir kasabaya baskın yaptırdık. Ülkenin gündemi bir anda değişti. Kürt PKK terörü, şehit edilen asker ve polisler, halka her sıkıntıyı unutturdu. Türkiye otuz yıldır bu mesele ile uğraşıyor. Sonuç almasını her defasında engelledik. PKK’nın liderini ‘idam edilmemek’ kaydı ile biz teslim ettik. Otuz yıldır süren PKK terörü, Türkiye’nin ekonomisine büyük darbe vurdu. Binlerce insan bu terör dalgası içerisinde ölüp gitti. Türkiye, hem siyasi, hem ekonomik hem de sosyal açıdan büyük kayıplara uğradı. Ülkenin düzgün hale getirilebilmesi için bize başvurmak zorunda kaldı. Biz de, onlara, Osmanlı İmparatorluğuna yaptığımız teklifleri yaptık. Kabul ettiler. Bu işler için harcadığımız dolarların birkaç katını kazandık ve Türkiye’yi içinden çıkamayacağı bir borç sarmalına yuvarladık.
Bugünkü Türkiye; yalancılığın, sahtekârlığın, halkı aldatmanın, bizlere hizmet etmenin içinde yüzüyor; Mustafa Kemal’in bizi reddetmesinin bedelini ödüyor. Böyle bir ülkenin uzun boylu yaşaması pek mümkün değildir. Ya ruhlarda bir ihtilal yaparak yeniden kendileri olacaklar, ya da tarihten silinip gidecekler. Anadolu toprakları da bizim yarattığımız Ermeni ve Kürt devletlerinin olacaktır”.
David Rockefeller, itiraflarının bir bölümünde de, başka bir zengin Yahudi ailesi olan Rothschild ailesinin bir ferdi ile yapmış olduğu sohbete yer vermiş. Bu sohbetten de bölümler aktaralım:
“Rockefeller’in, (Dünya ülkelerini nasıl ele geçiriyorsunuz?) sorusuna Rothschild; Birinci Dünya Savaşı Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları yıkmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak Orta Doğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin kuruluş yolunu açmak için çıkarıldı”.
“İsrail devletinin kurucusu sayılan Tehodor Herzl o zamanki Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in yanına giderek bizim ailemizin para desteği ile Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat Sultan bize karşı çıktı. Biz de gerekeni yaptık. Osmanlı İmparatorluğunu çaresiz bırakarak I: Dünya Savaşı’na soktuk. Çok zorlansak da, Osmanlı İmparatorluğunu yıktık. İstanbul’u ve Anadolu’nun bazı bölümlerini işgal ettik. Planlarımızı tam sonlandıracağımız zaman Mustafa Kemal adında, padişahı ve şeyhülislam’ı dinlemeyen asi bir general ortaya çıktı. Bütün planlarımız alt üst oldu. Hepsi geriye kaldı”.
“Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır. O’nun varlığı, İsrail devletinin kurulmasını otuz yıl kadar geciktirdi ve bize milyarlarca dolar kaybettirdi. İzmir suikastı denen bir olaya karıştığı için idama mahkûm ettiği, Osmanlı Maliye nazırlarından aziz dostumuz Cavit Bey’i kurtarmak için O’nun yanına gittik. Bizi çok soğuk karşıladı. Tekliflerimizin hiç birisini kabul etmedi. Ve adeta bizi, makamından kovdu. Birkaç gün sonra da Cavit Bey’i idam ettirdi”.
İtiraflarda, Türkiye’den başka birçok ülkeye ve çeşitli olaylara da yer verilmiş. Bu ülkelerde ve olaylardaki aktörlerden bahsedilmiş. İkinci Dünya Savaşı, Hitler, Stalin, atom bombası, ihtilaller, darbeler anlatılmış… İran-Irak savaşının çıkarılmasının sebepleri ve sonucu değişik bir perspektif ile açıklanmış.
Şimdi, kendimize bakarak düşünelim… Toplumumuzu, yaşam şartlarımızı, siyasilerimizi ve icraatlarını, bilim ve sanat seviyemizi, ahlaki halimizi, güven ve inançlarımızı, hayata bakış ve algılayış tarzımızı düşünelim ve sonra kendimize soralım: Yukarıda itiraf edilenlerin bugünkü durumumuzu yaratmada tesiri yok mu? Başkalarını dinleyerek mi bu duruma geldik? Yüz yıl önce, zengin olmayan, geçim sıkıntısı çeken; fakat dürüst, namuslu, çalmayan, aldatmayan, güven veren bir toplum yapımız varken bugün niçin, hırsızların, üçkâğıtçıların at oynattığı, sahtekâr, alçak, zalim ve gaddar bir toplum haline geldik? Bu nasıl oldu? İtiraflar, bize yıllardır dost olarak görünenlerin aslında düşman olduğunu göstermiyor mu?
Bu durumlardan kurtulmanın tek yolu, Ulu Önder Atatürk'ümüzün istediği gibi “önce vatan ve millet” duygusunun bütün fertler tarafından kabullenilmesi ve aklın kullanılmasıdır. Aklı, devreden çıkarırsak yapılabilecek bir şey yoktur. Hasta mutlaka ölecektir! Ölmemek için akıllı olmak ve önce vatan ve millet, diyebilmek gerekir. Tehdit ve tehlike çok büyük, farkında olmalıyız….
NOT: Bu makale, Azebaycan’da yayınlanan KREDO gazetesinde 17. Mayıs. 2014 tarihinde Gazanfer Kazımov’un yazdığı “Rockefeller’in İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türk’ün Bedbahtlığı” isimli makaleden yararlanılarak yazılmıştır.
(Bu yazıyı lütfen dostlarınızla paylaşınız...)
11 notes
·
View notes
Text
Politik ve sistemsel söylenme içeriyor aşağıdaki yazı.
Babaannem TRT1 izlerken trtnin kamu spotu gibi insanları protestoya davet ettiğini gördüm. Saraçhanede lgbti karşıtı slogan atmak için toplanacaklarmış. Açıklama da şu; lgbti propagandası yüzünden gençler ve çocuklar "ailelerine rağmen" daha fazla eğilim gösteriyormuş. Takım tutar gibi sapkinca lgbti "üyesi" oluyormuş. Ama bakın en komik yeri geliyor, bu yüzden ileride 23 Nisan, 19 Mayıs kutlanacak çocuk ve gençler kalmayacakmış AHSJDKDJSJSJSKDJLEJDLSNSKSNSK
Aile yapısını bozuyorya artık heteroseksüel ilişkiler tükenecek ve insan neslinin Türkiye sınırlarında sonuna gelinecek, böyle yorumladım ama ne düşündükleri biraz karışık olabiliyor yalnızca politik mantığı olduğu için. Mesela şey de olabilir lgbti ise kültürel ve milli değerleri de otomatik olarak siliniyor veya yozlaşıyor. Hayır bunu savunanlar da ülkesindeki genç nüfusu nasıl yönetecegini, nasıl yatırıma çevireceğini bilemediği(?!), beceremedigi(?) için hala beyin göçü veren, ekonomik kriz yaşayan, üretimde geri kalmış hatta yine bu nedenle gençleri oyalama tasarımları geliştiren akıl. Ya sana bol bol hetero çocuk genç fırlatsak ne olur SHKSSNSK
Küresel bir cinsiyetsizleşme veya cinsel yönelimde farklı bulunan tercihlerin normallestirilmesine dair propaganda olduğu doğru. Bu durum küçük çocukların ve ergenlik dönemindeki gençlerin etkilenebilecegi bir durum, bu da doğru. Cinsiyetini ve cinselliğini keşif döneminde, karışık hormonal ve zihinsel bir süreçte ilerideki hayatını ciddi şekilde etkileyecek uçlardan daha izole olmalı veya bilinçlenme adımları profesyonel olmalı. Fakat kimseyi sonsuza dek bir cinsel yönelime propaganda ile zorlayamazsiniz veya manipüle ederek elde edebileceginiz bir sonuç değil, çünkü bu zaten sosyalizasyonla edinilen, sonradan aktarılan bir tercih veya kültürleme ürünü değil. Biz bunu anlayamıyoruz, yönetmeyi beceremiyoruz ya da işimize gelmiyor zorla istediğimiz tipolojide ürünler olacaksiniz anlamına geliyor karşıt propaganda. Toplum her halükarda egemen güçlerin standart yakaladığı ürünleridir, farkında olduğunuzu sandığınız tercihler, beğeniler zart zurt ne varsa bir düzeyde kontrol ve yönlendirme gücü barındırıyor (küresel ve bölgesel düzeyde). Ancak artık insanların cinsel yönelimlerini de bir salsalar ya. Cinsel yönelim etkeninden bağımsızca, kamusal alanlarda erotik yakınlaşmayı, dozu kaçan koklaşmalari uzun öpücükleri uygunsuz buluyorum (hem çocuklar için hem de yersiz olması nedeniyle saygısızca, bardaysaniz afiyet olsun)
Mecliste, yandaşlarda vs 50-60 yaşındaki dayıların görüntüleri, haberleri zaman zaman gündem oluyorken bunun bir dayatma meselesi olmadığı ihtimali hiç akliniza gelmez mi? 60 yaşındaki adam cinselliğini kesfetmeye Netflix izlerken karar vererek homoseksuel olmamıştır değil mi veya grup fantezisini küresel yönlendirmeler ile kesfetmemistir umarım ndkxj He bir de kırsal kesimlerde dönen olaylar var gündüz kuşağında hiç eksik kalmayan. Şimdi bunları görmezden geleceksek çok ilginç bir mevzu var.
Biraz daha geçmişe gidelim, bu insanlar Evrim teorisi gibi dev bir teoriyi müfredattan çocukların aklı karışıyor diye çıkarmadı mı? Çocuklara siz mi anlatamiyorsunuz, (olurya çoğu öğretmenin kendisi bile yanlış biliyor çok denk geldim, öğretmenlerimiz bile cahil kalmış veya anlama zorluğu yaşıyor lol) yoksa çocukların sorgulayıp kendi inanç ve görüşlerini oluşturan bireyler olmasını mı istemiyorsunuz?
Bu ülkede düşünen, sorgulayan, kaderini yönetmek isteyen, hak arayan insana tahammül yok. En büyük düşman düşünen insandır. Oysa İslam ne güzel alet ediliyor, üstelik bu dinde öğrenmemenin, okumamanin, atalarının yanlışını körü körüne devam ettirmenin kötülüğünden bahsedilmesine rağmen.
Çelişkilerle doluyuz. Biz homo sapien sapiens olamamışız ki kardeşim maks homo erectus aşaması bu.
12 notes
·
View notes
Note
Rönesansdaki atılımın endülüsteki birikimden kaynaklanıyor olması iddiası doğru mu
Metaforik olarak böyle söylenebilir ama tarihi böyle lineer çizmek ve bu kadar atlamalı çizmek doğru değil bence. Metaforik olarak doğru olmasının sebebinin İskenderiye Kütüphanesinin bir vizyon olarak dönemin bütün bilgi birikiminin tek bir yerde toplanmış arşivi olma gayesi düşünülebilir. Yani ilkçağa kadar olan bilgi birikiminin bir temsili olarak metaforik kullanımda işlevselliği vardır. Rönesansın da bir yeniden doğuş olarak, ilk ve antik çağlardaki kudretli ve entelektüelliği tekrar canlandırma gayesi olması bakımından Endülüs'ün metaforik anlamda bir devamı olduğu söylenebilir. Bu metafor aynı zamanda kütüphaneyi yakan hristiyanlarla devam eden çağın mitleşmiş kilise-akıl çatışmasında da sürdürülebilir.
Ama kronolojik baktığımızda bu doğru değildir. İskenderiye kütüphanesi yandıktan sonra koca bir Orta Çağ yaşanmıştır ve bu çağda kütüphanedeki tüm bilgi tamamen yok olmamıştır, yok olsa orada mevcut olduğu bilinen fikirler buraya gelemezdi (Antik Yunan filozofları gibi) ve hatta mevcudiyeti bile bilinemezdi (bu sebeple muhakkak tek ya da nadir nüshalarının orada olması sebebiyle varlığını bile bilmediğimiz çeşitli kaynaklar var olabilir ve kuvvetle muhtemel vardır). Evet temel idealler bakımından bu ilkçağın merkezi fikirleri tekrar canlanmıştır ancak bu aradaki koca çağın hiçbir katkısı olmadığı anlamına gelmez. Orta Çağın dinsel kaynaklara, Aristo'ya Plato'ya dönük hermenuetik çalışmaları, skolastik çalışmalar içinde ilerleyen kritisizm ve doğa ile gök gözlemleri bu çağın ruhunun oluşmasında çokça katkı sağlamıştır. Aynı zamanda değişen ekonomik ilişkiler, yaşanan salgın olayları ile işçiliğin değerlenmesi ile sınıfsal bilinç artışları, ayrıksı dini cemaatlerin tavırları, lokal buluşlar, ticaret etkileşimleri vs. de rönesans ruhunu gerek negatif gerek pozitif anlamda beslemiştir. Sonuçta rönesans ile doğan rasyonel dünya, tamamiyle Antik Yunan-Roma parodisi değildi. Bir kere Hristiyan bir ruhu vardı, tek tanrıya akılsal bir dönüş vardı, Aristo'dan Galen'den kopuş vardı. Bu aradaki çağın tamamen entelektüel bir boşluk olduğunu iddia etmek Jakoben ideolojinin bir söylevidir ama bu pek de doğru değildir.
2 notes
·
View notes
Text
15. Türk-Arap Ekonomi Forumu İstanbul'da Başladı
Kuveyt, Irak, Mısır, Libya ve Tunus’un hükümet, iş dünyası ve finans sektörü temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen 15. Türk-Arap Ekonomi Forumu, “Türkiye ve Arap Dünyası: Yatırım, Ticaret, Teknolojide Global Koridor” temasıyla İstanbul’da kapılarını açtı. Forumun açılışına Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de katıldı. Forumu yöneten Gheit, İslami finans, fintech, sermaye piyasaları,…
#Arap dünyası#ekonomik ilişkiler#finans teknolojileri#Gheit#İş Birliği#İstanbul#Mehmet Şimşek#tarihsel ilişkiler#Teknoloji#Ticaret#Ticaret Hacmi#Türk-Arap Ekonomi Forumu#Türkiye#Yatırım#yeşil enerji
0 notes
Text
Davranış Bilimleri Ders Notları
Küreselleşme nedir ? Kısaca dünyadaki işletme ve insanların birbirlerine bağlanmasını ifade eden bir kavramdır. Globalism / Küresellik nedir ? Neo- liberalizm temelli bir kavramlaştırmayla kültür, siyaset, sivil toplumun tümünün ekonomik yapı tarafından belirlendiği savunulur. Diğer bir ifade ile ekonomiye indirgenmiş tek bir yapının, Pazar hakimiyeti altında işlemesini anlatır. Globalite / Küresel nedir ? '' Dünya Toplumu" anlayışına işaret eder. Ülkelerin çok boyutlu ilişkiler içinde bağımlılıklarını gösterir. Küreyellik ( glokalleşme ) nedir ? Anılan kavramlardan sonra ortaya çıkan bir yeni kavram daha vardır Buna küresel ve yerel kelimelerden üretildiği için "küreyellik/ glokalleşme" veya " kültürel globalleşme " denilmektedir. Bu aslında belirli bir kültüre özgü olanın yaygınlaşmasıdır. Giddense göre küreselleşme nedir ? Zaman ve mekanın birlikte önem taşıdığı ise ilk önceleri Giddens " Yapılaşma Kuramı'nda ortaya konmuştur. Giddens küreselleşmeye diyalektik olarak bakmıştır. Jonathan Friedman, küresel / global olan iki farklı görüşü nelerdir ? 1 - Kültürel Sosyoloji Yaklaşımı : Daha çok edebiyat alanındaki farklı araştırmaları birleştiren ve birmingham çevresinden esinlenen yaklaşımdır. 2 - Küresel Sistemler Yaklaşımı : Bu yaklaşım daha önce küresel tarihsel politik iktisat olarak ortaya çıkmıştır. Ronald Robertson'a göre küreselleşme tartışmalarını yapanlar iki grup vardır bunlar nelerdir ? 1 - Birörnekleştiriciler / Homojemleştiriciler : Bunların başında A. Giddens gibi marksistler gelmekle beraber bazı işlevselciler de bu kategoride yer alır. 2 - Farkçılaştırıcılar / Heterojenleştiriciler : Edward Said ve Stuart Hall en önemlilerdir. Jonathan Friedman göre küreselleşme söyleminin önemli bir kısmı modernitenin ideolojik ürünüdür. Robertson'a göre küreselleşme ne ile ifade etmiştir ? o, küreselleşmeyi nesnel ve öznel bileşenler olarak formüle eder. Küreselleşme bu bağlamda, dünyanın küçülerek baskılanmasını / sıkıştırılmasını ifade eden bir terimdir. Roberson'a göre küresel sistemde en önemli olgu karşılıklı bağımlılıktır. Küresel köy kavramı, ilk kez ne zaman kullanılmıştır ? Küresel köy kavramı, Kanadalı düşünür M. Mc Luhan tarafından ilk kez kullanılmıştır. Özellikle elektronik iletişimin yaygınlaşmasıyla birlikte, dünyanın küçük bir topluluk gibi olacağı anlamına gelmektedir. Örneğin, dünyanın pek çok farklı yerindeki insanlar, televizyon programları yoluyla aynı haber olaylarını izlemektedir. Türkiye'nin önemli politik iktisatçılarından Korkut Boratava göre küreselleşme nasıl açıklamıştır ? Türkiye'nin önemli politik iktisatçılarından Korkut Boratav Probhat Patnaik 'ten esinlenerek " emperyalizm neden artık sol aydınların söyleminde yer almıyor " sorusunu sormakta ve bu kavramın yerini küreselleşmenin aldığı sonucuna varmaktadır .
Read the full article
6 notes
·
View notes
Text
İSMET İNÖNÜ’NÜN DIŞ POLİTİKASI ÜZERİNE TESPİTLER
Adolf Hitler, 1 Eylül 1939 da Polonya’ya saldırdı. Bu olay 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcı kabul edilir. Fakat Alman'lar Polonya saldırısı sonrası durdular. Dönemin bazı kaynaklarının genel kanısı savaşın Maginot Hattı üzerinden devam edeceği yönündeydi. Fakat gerçek, bu değildi!
Alman'lar hızlı bir karar ile meşhur panzer tümenlerini önce Hollanda’ya, ardından Belçika’ya sürdü. Bu bölgeleri işgal ederek, Fransa ile burun buruna geldi. Hitler bir konuşmasında şu sözleri sarfetti;
' 15 Temmuz'da Paris'te olacağım ''. Ve oldu. Bunun tek bir anlamı var: Fransa çöktü!
Fransa'nın çökmesi, Türkiye'nin dar boğaza girmesi demekti. Sebebi; İnönü'nün iktidar olduktan sonra, İngiltere ve Fransa ile imzaladığı ittifaktır. Biz, İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşa girme gerekliliğimizi, dönemin şartlarını öne sürerek reddettik.
İngiltere ve Fransa ittifakı, bizi olmamamız gereken bir savaş hattına soktu. Sebebi; Savaşın, Balkanlara intikal etmiş olmasıdır! Peki, savaş Balkanlara nasıl intikal eder? İtalya, Habeşistan’dan sonra Arnavutluk'a saldırarak orayı ele geçirir. Yetinmez! Yunanistan'a saldırır. Yunanistan bu saldırıya karşı direnir fakat, Alman panzer tümenleri ardından Yugoslavya'ya saldırdılar ve bu saldırı bütün Yugoslavya'nın hesabını 15 günde görür. Bütün bu gelişmelerin ardından bir mesele vuku bulur. Lütfen hayaliniz de canlandırın! Çünkü bu mesele topun ağzına Türkiye'yi koyar. Mesele şudur; Trakya sınırında Alman panzerleri görünür! Türkiye, İngiltere ve çökmüş Fransa ittifakının müttefikidir ve Alman panzerleri sınırımıza dayanmıştır. Fakat o sıralarda bilinmeyen ve daha sonra Türkiye'nin başını çok ciddi belaya sokacak olan bir girişim söz konusudur. Türkiye, İngiltere ve Fransa müttefiki olarak el altından Alman'lar ile birtakım diplomatik ilişkiler içerisindedir. Türkiye, Mustafa Kemal'in vasiyet ettiği '' Tarafsız Dış Politika '' realizminden saparak, geri dönüşü olmayan mevziler kaybetmiştir.
Vasiyet edilen bu politik anlayışın terk edilmesinden ötürü;
1-)Atatürk döneminde oluşturulmuş ve dünya siyasi platformunda Türkiye'ye saygın bir yer sağlayan Balkan Antantı, etkisini kaybetmiş ve dağılmıştır.
2-)Balkan Antantının dağılması ile ortaya çıkan diplomatik boşlukta bölgeye, İtalya ardından da Almanya işgalci güç olarak gelip yerleşmiştir.
3-)Atatürk'ün diplomatik veya askeri ittifak olmasa bile, karşılıklı çıkar ve uluslararası dengeler üzerine kurduğu Sovyet dostluğu, yerini baskı ve düşmanlığa bırakmıştır.
4-)Atatürk'ün herkesle dostluk ve iş birliği sınırları içerisinde, Almanya ile geliştirilen siyasi ve ekonomik ilişkiler bozulmuş ve her anlamda bu ülkenin karşısında bir politik sahaya oturulmuştur.
El altından yürütülen diplomatik ilişkilerin, Alman'ların Türkiye'ye saldırıp saldırmayacağı ile ilgili hâlâ net doneler vermediği bir süreç içindedir Türkiye
Burada parantez açarak bir soru sormak gerekir. Alman'lar Türkiye' ye saldırmış olsalar idi, asıl amaçları ne olurdu? - Türkiye, Kafkas petrollerine giden en kısa yoldur! Hitler'in bu petrollere ihyacı vardır! Metin Toker hatıralarında anlatır; İsmet İnönü, Hitler'in Türkiye'ye değil de SSCB ye saldırdığı haberini aldığında kahkahalarla gülmüş ve büyük bir sevinç yaşamıştır. Çünkü SSCB harekatı, Hitler'in Türkiye'ye saldırmayacağını kesinleştirmiştir. Türkiye derin bir nefes almıştır. Fakat bu derin nefesi neye borçlu olduğunu bilmek gerekir! Bunun iki sebebi vardır ;
1-)Türkiye, Almanya'ya savaş süresi boyunca ihtiyacı olan kromu satacağını garanti etti. Kromun alaşımları mermi, denizaltı, gemi, uçak, top ve silahlarla ilgili destek sistemlerinde kullanılır. Bu kaynak o günün şartlarında, bizim müttefiklerimize karşı kullanılacaktır!!
2-)Alman deniz donanmasına ait birtakım muhrip, savaş gemisi ve denizaltılarını ticari gemi sıfatı ile Karadeniz’e çıkaracağımızın taahhüdünü verdik.
Bu politikayı da esasında bir denge politikası olarak değerlendirmek gerkirse de. bu politika bizi müstakbel bir Rus tehdidi ile karşı karşıya bıraktığını gözden kaçırmamak gerekir. Bu olası tehdidi çok daha canlı hale getiren bir sebep daha vardır! Almanya, Rusya'ya saldırarak ( 4 milyon asker, 6 bin Km lik bir hatta Alman ordusunun 2/3 ü) üç haftalık bir yıldırım savaşı yaptı. Stalingrad, Leningrad ve Moskova'nın önlerine kadar geldi. Rus'ların, onları hiç yalnız bırakmayan bir müttefiki vardır ; Soğuk!
Rus'ların tabiri ile General Kış gelir ve çok sert iklim koşulları yaratır. Alman'lar, kışın gelmesi ile teklemeye başladılar ve o cephede yenildiler. Bu yenilgi mağlubiyete kadar giden bir süreci araladı. Fakat!!! Rus'lar bu arada Kırım'ı ele geçirmişlerdi. Kırım, Türk soyundan bir halk ile doludur. Kırım'ın bir kısmı, Alman'lar bizi Ruslar'dan kurtaracak ümidi ile (özellikle Ukraynalılar- O zaman faşist parti kurup Sovyet Rusya fedarasyonundan ayrılmak istemişlerdi) Almanya komutasında askerliğe başlamıştır. Hatta orada bir yönetim kurulmuştur. Alman'lar kurulan bu yönetimin başına, Kırım halkından birilerini getirmeyi uygun bulmazlar ve bir ülkeye başvururlar. Bu ülkenin adı; Türkiye!
Ve biz oldukça çılgınca bir hamle yapıyoruz. Alman gizli servisleri vasıtası ile Kırım'a, bir Başbakan bir de Cumhurbaşkanı gönderiyoruz. (Alman gizli servisleri vasıtası ile yapılmış bu hamleyi biz nereden biliyoruz? Bu konuya da değineceğim.) Savaş; Kızıl Ordu'nun hızlı ilerleyişi ile Berlin’i ele geçirmesi ve Normandiya çıkarması ile devam etti. Neticede bizim savaşı kazanamayacağını düşündüğümüz İngiltere, Rusya ve Amerika savaşı kazanmıştır.Bizim kazanacağını düşünerek sonradan gizlice ilişkiler geliştirdiğimiz Almanya ve İtalya yenilmiştir.Bu sürecin en ağır sonucu;-Savaş bittiğin de Türkiye Doğu Akdeniz'de yalnız kalmıştır.-İngilizler küskün.-Ruslar kızgın.-Amerikalılar kuşkulu. Rus'ların kızgınlığı bir süre sonra daha da arttı.Sebebi; Berlin’e giren K.Ordu'nun uzman ekipleri, Dış işleri Bakanlığı’na girmiş, ne kadar evrak ve doküman var ise Moskova'ya taşımıştır. Alman dilini bilen Rus uzmanlar,Almanya'nın savaş muhaberat dökümlerini incelemişlerdir. Bu doküman ve evrakların incelenmesi ile anlaşılmıştır ki Türkiye, savaş esnasında Almanya ile gizli bir politik ilişki içerisinde bulunmuştur. Bu evrakların çok önemli olanları toplanarak bir kitap haline de getirilmiştir.
Bizim ''BATI'' dediğimiz blok esasında yekpare bir blok değil. Her biri kendi ulusal kültür sentezini yapmış, birbirine benzemeyen ulusal devletler bütünüdür. Yani özet olarak batı, milli devletlerin bütündür. Hatta aşırı milli. Aralarında savaşacak kadar milli!... Savaş 10-15 milyon arasında olduğu tahmin edilen açlıktan olmak üzere 55-70 milyon insanın öldüğü, milyonlarcasının vücudundan uzvunu yitirdiği yada aklını kaybettiği, tarımın haycancılığın ve fabrikalarda çalışacak erkek nüfusun yok olduğu bir bilanço çıkarır..Evet o dönemde şeker ekmek karneyle verilmiştir ancak Türkiye bu ağır bilançonun içinde olmamıştır...
7 notes
·
View notes
Text
İnsani Değerlere Dört Elle Sarılma Zamanı
✍🏻 Prof. Dr. Doğan Göçmen
Ahlaksızlık endüstrileşmiştir artık ve artarak devam etmektedir. Hem de tam anlamıyla. Sadece genel yaygın bir durum değildir toplumumuzda. Ahlaksızlık artık para etmektedir. İstenen, arzulanan ve gerekirse pazarlanabilen bir yetenek olmuştur. Bir kişi hakkında bir dedikodu yayılacak. Elbette. Yeter ki karşılığı verilsin. Birine iftira mı atılacak. Tabii ki. Yeter ki karşılığında istenen meblağ ödensin. Birisi hakkında bir karalama kampanyası mı yürütülecek. Hiç kuşkusuz, hemen. Yeter ki gerekli peşinat ödensin ve gerisi için de gerekli teminat verilsin.
Öyleyse ahlaksızlık artık ‘alan memnun, satan memnun’ meselesi; ‘al gülüm, ver gülüm’ konusu olmuştur. Yeter ki ‘cash’ işlesin, yeter ki nakit masanın üstüne konsun.
Ahlaksızlık her şey gibi metalaşmıştır ve her şey gibi alınıp satılır hale gelmiştir. Ahlaksızlık kâr getiren bir ticaret nesnesine dönüşmüştür. Bir şeyin metalaşması ona olan ihtiyaca işaret eder. Bu bakımdan modern toplumun gelinen aşamasında ahlaksızlık, öyle görünüyor ki çok yaygınlaşan ve piyasa değeri olan bir ‘kara ticaret’ konusu olmuştur.
Modern toplum, bilindiği gibi bir piyasa ve dolayısıyla rekabet toplumudur. Ünlü filozof Hegel, “burjuva toplumu” olarak tanımladığı piyasaları bir dipsiz kuyu olarak belirliyor. Hegel’e göre, dipsiz kuyuda kurulan ilişkilerin niteliği karşılıklı bir hiçleştirme ilişkisidir. Buna göre, “Burjuva toplumunda herkes kendisine amaç, başka her şey kendisi açısından hiçbir şeydir.” Eş deyişle, piyasalarda birbirimizle kurduğumuz ilişkilerde kendimizi mutlaklaştırırız. Başka her şeyi bir hiç, başka herkesi basitçe hiç değerinde varlıklar olarak görürüz. Piyasaların yapısı ilişkileri herkesin iradesinden bağımsız olarak bu şekilde belirler.
Rekabet, Thomas Hobbes’tan beri bildiğimiz üzere güçler çatışmasıdır. Adam Smith, alışveriş ilişkilerini karşılıklı hükmetme, karşılıklı tahakküm ilişkisi olarak tanımlar. Halk arasında da zaten “alım gücünden” bahsedilir. Hatta insanlar alım güçlerini bir gurur konusu olarak temaşaya dahi sunarlar. Piyasa ilişkilerinin bu şekilde karşılıklı bir güçler savaşı olarak tanımlanmasından hareketle ‘ekonomik ilişkiler politik ilişkilerdir’ demiştir.
Rekabette güçlü ve kurnaz olan kazanıyor, akıllı, dürüst, zeki ve ahlaklı olan değil. Diğer bir deyişle, nasıl ki savaşta adil olmak bir erdem değilse, piyasa ilişkilerinde, yani rekabet ve güç ilişkilerinde de ahlaklılık erdem değildir. Piyasa ilişkilerinde en yüce erdem ahlaksızlıktır. Piyasalar sürekli çürümüş insan ve toplum ilişkileri ürettiği için, Friedrich Engels’in deyimiyle insanı insanlıktan çıkarırlar adeta.
Ahlaksızlık erdemi iş hayatımızda, kurumlarda, sendikalarda, derneklerde, partilerde en yaygın olarak karşılaşılan olgudur çağımızda. Yetenek, beceri, zekâ, etkinlik ve nüfuz bakımından daha üstün olduğuna inanılan insanların “hakkından gelmek” için ahlaksızlar kötülüklerini örgütlü hale getirirler. Bu nedenle onların oluşturduğu çevre için “örgütlü kötülük” denir. Örgütlü kötülük bugün en yaygın bulaşıcı ahlaki hastalıktır.
Örgütlü kötülük postmodern ilkeyle çalışır. Her duruma ve gereklere hemen uyar ve kendisini hep asıl olduğunun zıddı gibi, yani kötü değil, iyi, çirkin değil, güzel, bencil değil, yardımsever, yalancı değil, dürüst gibi göstermeye çalışır.
Örgütlü kötülük toplumumuzda öyle bir safhaya ulaşmıştır ki bugün; bundan artık endüstrileşmiş bir durum olarak bahsetmek hiç yanlış olmayacaktır. Zira kötülük yapmayı ücretli meslek haline getirmiş yaygın bir kesim vardır. Bu nedenle ahlaksızlık endüstrileşmiştir derken, kötülüğün yalnızca yaygınlığına ve örgütlülüğüne dikkat çekmek istemiyorum; bununla örgütlü ahlaksızlığın aynı zamanda artık bir gelir kaynağı ve ticaret nesnesi olduğunu da vurgulamak istiyorum. Kötülük artık pazarlanmak üzere “değer” üretiyor ve bunun için borsa kuruyor.
Örgütlü ahlaksızlığın bir cinsiyeti yoktur. Yerine göre erkekliği de kullanılıyor kadınlığı da; sağcılığı da kullanılıyor solculuğu da; en “basit” kişilerden en yüksek unvana ve mertebeye sahip kişileri de kullanıyor; en alttaki mevkileri de kullanıyor, en yukarıdaki mevkileri de. Örgütlü kötülük her tarafta, ahlaksızlık bir zanaat haline gelmiştir.
Sıklıkla en masum ve en dürüst sandığımız kişiler çıkabiliyor kurulmuş bir tezgâhın ardından. En saf ve en temiz sandığınız bir kişi karşınıza iftiracı olarak dikilebiliyor. Entrikalarla dolu yaşam dünyamızda kötülüğün alıcısı çoktur ve herkesi ayartmaya çalışır.
Ahlaksızlığın örgütlü bir şekilde yaygın olduğu dünyada aklı nasıl koruyacağız, gerçeği nasıl bulup takip edeceğiz?
Bu sorunun tek bir yanıtı vardır. Yöntemsel şüpheci bir yaklaşımı her daim bir tutum olarak geliştirmek yapılması gereken ilk şeydir. René Descartes bu konuda bugün bize en çok lazım olandır. “Düşünüyorum, o halde varım” düsturu, bilgi kirliliğinin her tarafta olduğu ve kendisini gerçekmiş gibi göstermeye çalıştığı, manipülasyonların, hileciliğin, yalanın, dolanın, sahtekârlığın gırla gittiği günümüzde en iyi düşünsel panzehridir.
Düşünürken, fikir oluştururken, karar verirken hep gerçek olgulara ve gerçek verilere dayanmak, iyi niyetimizin ve samimiyetimizin kötüye kullanılma tehlikesine karşı mümkün tek doğru yoldur. Gerçek olgulara ve verilere dayanmak tek çaredir, çünkü bugün artık dünya siyasetinin açıkça ve resmî olarak başvurduğu “post-truth dünya” yalanın gerçekmiş gibi gösterildiği dünyadır.
Sözün bir kadri kıymeti kalmamıştır artık. Bu durum, tam da Hobbes’un herkesin herkese karşı savaş yürüttüğü durum için betimlediği durumu andırmaktadır. Zira savaş durumunda sözün kıymeti kalamaz, söze güven olmaz.
Emeklilik yaşına gelmiş bir akademisyenin dahi, hatta gerçeğin peşinde olduğunu iddia eden sözüm ona bir felsefe profesörünün bile yüzü kızarmadan yalan söyleyebildiği, dedikodu yapabildiği, çıkarı için gerekirse her şeyini ticaret nesnesi yapabildiği, herkesi feda edebildiği, yaygın tabir ile “satabildiği” bir dünyada yaşıyoruz artık.
Gerçek insani değerler tüm dünyada gittikçe daha çok değersizleştiriliyor, hiçleştiriliyor. Ve bu gelişmeler Almanya’da Nazizm’in iktidara geldiği, İkinci Dünya Savaşı’na ön gelen evrede gözlemlenen ve yaşanan gelişmelere çok benziyor. Bu nedenle zaman, insani değerlere dört elle daha çok sarılma zamanıdır.
Prof. Dr. Doğan Göçmen
0 notes
Text
Taliban İzole mi Olmuştur?
Amerika Dışişleri Bakanı, Taliban’ın izole olduğunu ve bu izolasyonu terör grubu Tahrir el-Şam’a hatırlattığını iddia ederken, gerçekte olanlar bu ifadenin tersini göstermektedir. Aksine, Taliban dünyayla, özellikle bölge ülkeleriyle iyi diplomatik ilişkiler kurmayı başarmıştır. Kabil’deki farklı ülkelerin diplomatlarının yoğunluğu ve büyük ekonomik projeler üzerine yapılan yatırımlar,…
0 notes
Text
Fatih'te Rusça Öğrenmenin Avantajları ve Fırsatları
Günümüzde yabancı dil öğrenmek, hem kişisel gelişim hem de profesyonel başarı açısından çok önemlidir. Özellikle kültürel zenginliği ve ekonomik etkisi ile dikkat çeken Rusça, son yıllarda öğrenilmesi gereken diller arasında öne çıkmaktadır. Fatih Rusça Kursu, bu konuda kapsamılı ve kaliteli bir eğitim sunarak, Rusça öğrenmek isteyenlere önemli bir fırsat sunmaktadır.
Neden Rusça Öğrenmelisiniz?
Rusça, dünyada en çok konuşulan dillerden biridir ve özellikle Rusya'nın dünya ekonomisindeki yeri nedeniyle önem kazanmıştır. Enerji sektörü, ticaret, turizm ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda Rusça bilen kişiler, çok daha avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Aynı zamanda, Rusya'nın zengin edebiyatı, sanatsal mirası ve kültürel birikimi, bu dili öğrenmeyi daha da anlamlı hale getiriyor. Özellikle turizm sektöründe çalışan ya da Rusya ile ticaret yapan kişiler için bu dil, kariyer olanaklarını ciddi anlamda geliştirme potansiyeline sahiptir.
Fatih'te bulunan Amerikan Kültür Dil Kursları, Rusça eğitimi almak isteyenlere özel olarak tasarlanmış bir program sunmaktadır. Bu kurs, sadece dili öğrenmekle kalmayıp, Rus kültürü ve gelenekleri hakkında da bilgi sahibi olmanızı sağlar. Bu şekilde, öğrenciler hem kişisel hem de profesyonel hayatta daha şanslı bir konuma gelir.
Fatih Rusça Kursu Kapsamlı Eğitim Programı
Fatih Rusça Kursu, her seviyeden öğrenci için uygun eğitim programları sunmaktadır. Programlar, temel seviyeden ileri seviyeye kadar farklı düzeylerde öğrenim görmek isteyen herkese hitap eder. Kurslarda, dilbilgisi, kelime dağarcığı, dinleme, konuşma, okuma ve yazma bölümlerini kapsayan dengeli bir eğitim sistemi uygulanır.
Ayrıca, kursların bir diğer özelliği, interaktif öğrenme metotlarını kullanmasıdır. Bu yöntem, dili sadece teorik olarak öğretmekle kalmaz, aynı zamanda uygulamalı olarak da geliştirir. Konuşma pratiği ve dinleme egzersizleri sayesinde öğrenciler, dil yeteneklerini gerçek hayatta kullanabilecek seviyeye gelir. Amerikan Kültür Dil Kursları, Rusça eğitimi veren kurumlardan biri olarak, bu alandaki ihtiyacınıza tam anlamıyla cevap verir.
Amerikan Kültür Dil Kursları’nın Sunduğu Avantajlar
Fatih’te hizmet veren Amerikan Kültür Dil Kursları, öğrencilere birçok avantaj sunar. Kurslarda, ana dili Rusça olan eğitmenlerden ders alma fırsatı bulunmaktadır. Bu da, öğrencilerin dili daha akıcı ve doğru bir şekilde öğrenmesine olanak tanır. Eğitmenler, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına uygun bir yaklaşımla dersleri yönetir ve her bir öğrencinin dil seviyesini geliştirmek için özel olarak çaba gösterir.
Ayrıca, Amerikan Kültür Dil Kursları’nın sunduğu esnek ders saatleri, öğrencilerin yoğun programlarına uyum sağlamalarına yardımcı olur. Yoğun iş temposu ya da okul programı olan bireyler, bu esneklik sayesinde eğitimlerine ara vermek zorunda kalmadan Rusça öğrenebilirler.
Fatih’te Rusça Kursu Seçerken Nelere Dikkat Edilmeli?
Bir dil kursu seçerken dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlar, kursun sunduğu eğitim programının kalitesi, eğitmenlerin yetkinliği ve kursun fiyat-performans dengesidir. Fatih Rusça Kursu, bu unsurları bir arada sunarak, öğrencilerin kaliteli bir eğitim almasını sağlar.
Ayrıca, Amerikan Kültür Dil Kursları’nın sunduğu ek materyaller ve destekleyici aktiviteler, dil öğrenme sürecini daha keyifli hale getirir. Örneğin, dil kulüpleri, film gösterimleri ve dilde yetkinliğinizi artıracak etkinlikler, kursun öne çıkan özelliklerindendir.
Rusça’yı Öğrenmek Uzun Vadeli Bir Yatırımdır
Rusça öğrenmek, sıradan bir dil çalışmasından çok daha fazlasıdır. Bu dil, size yeni iş fırsatları, akademik başarılar ve kişisel gelişim anlamında büyük kapılar açar. Rusça bilen bireyler, hem ulusal hem de uluslararası platformlarda öne çıkma avantajına sahiptir.
Fatih'teki Amerikan Kültür Dil Kursları, bu konuda öğrencilere rehberlik ederek, dil öğrenme yolculuğunuzu en etkili şekilde yönetmenizi sağlar. Bu şekilde, sadece bir dil öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda kültürel birikiminizi ve iletişim becerilerinizi de geliştirirsiniz.
Fatih’te kaliteli bir Rusça eğitimi almak istiyorsanız, Amerikan Kültür Dil Kursları’nın programlarını inceleyerek bu şansı değerlendirebilirsiniz. Daha detaylı bilgi için Fatih Rusça Kursu bağlantısına tıklayabilirsiniz.
0 notes