#ahiret için doğru hayat
Explore tagged Tumblr posts
muslumanrahlesi · 2 months ago
Text
"Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez."
Kasas, 77
5 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 2 months ago
Text
Tumblr media
Sabır insanın gönül kıblesidir.
Zorlukta ve darlıkta,
O’na yönelip, O’nun hatrına,
Her şeye tahammül etmektir.
Zirâ hüküm kesindir:
❝ Allah, sabredenlerle berâberdir. ❞
Bazen Allah (c.c) bütün kapıları kapattı zannedersin. Dışarıdaki fırtınadan korunmak içindir belki de…
Kalbini dünya tasasından arıt.
Zira hiç şüphe yokki pek yakında sen o dünyadan alınacaksın.
Kısa zamanda terketmek ve ayrılmak zorunda bulunduğun bu dünyada zevkli-safâlı hayat peşinde koşma.
Eline ne geçerse ona razı ol, kanaat et..
Küçük-büyük her şeyin hesabının sorulacağı büyük bir gün var önümüzde, buna iman etmişiz.
Kalpler ürperecekse o günün korkusuyla ürpermeli.
Endişemiz o gün için olmalı.
Allah’ım ayaklarımızı sabit tut, bize feraset ve basiret ver.
Ruz-i Mahşer’de de hesabımızı kolaylaştır.
Ey Allah'ım!
Kalplerimizi uzun emelli olmak gafletinden uyandır.
Bize dünyadan ahirete göçün yakın olduğunu, dünyanın ise alçak ve basit olduğunu idrak edenlerden, hatırından çıkarmayanlardan eyle.
Bizi en doğru yolda sabırlı, en güzel ahlâklar ile bezenmiş kullarından eyle.
Ezan tüm insanlığa okunur,
Üstüne alınan secdeye gider.
Şeytanı yenen namazını kılar
SECDE
Teslimiyetin altına, beden diliyle atılan imzadır
Rasûlullah ﷺ şöyle Buyurdu;
Sabah namazını kılan kimse
Allah'ın himayesindedir.
Rabbimiz "İnsanları ancak ibadet etsinler diye yarattım " buyurmaktadır .
Başımıza gelen musibetlerin , can sıkıntılarının , geçirdiğimiz depresyon (!)ların tüm sebebi dünyaya geliş gayemizi unutmaktan geçer .
Öyleyse bu fani dünyaya geliş amacımızı unutmayalım dostlar
Rabb’im!
Sen mazLumLarın Yardımcısı
ZaLimLerin hasmısın
Mahzun ve mazLum gönüLLeri
her türLü zuLüm beLa ve musibetten
muhafaza eyLersin
zuLme uğrayan mazLum mağdur
FiListinLi KardeşLerimizi
Sahipsiz ve İnayetsiz bırakma
Dua ve niyazLarımızı kabul buyur
Âmin
Ya RAB
Rabbimiz
Maddi manevi tüm sıkıntı acı kederleri hastalıkları üzerimizden kaldır
Ülkemizi ve tüm İslam topraklarını rahmetine gark eyle
Sevgisini rızasını kazananlardan eyle
Her işimizi hayırla tamamla
Nice nimetleri nusretleri milletimize ve ümmete nasip et
Sen Siyonistlere bir kez daha:
Anladım ki müslümanlar uykudalar.
Dedirtme Allâh’ım ﷻ !
Sen bu ümmete zalimin kabusu olabilmeyi nasîp et...AMİN
Esselamu Aleyküm
Hayırlı sabahlar
10 notes · View notes
umuttherzamanvar · 2 months ago
Text
Tumblr media
KENDİNİ ALDATAN İNSAN
KAFİRLERİN ALDANIŞI (GAZÂLÎ)
Söze önce kâfirlerin aldanışını açıklayarak başlayalım. Kâfirlerin aldanışı konusunda iki grup dikkati çeker:
Birincisi, dünya hayatına aldananlar;
ikincisi, şeytana (ğarûr)1 aldananlar.
#DÜNYAYA #ALDANANLAR
"Peşin, veresiyeden daha iyidir," diyenlerdir.
Bunlar, "Dünya zevkleri kesin, ahiret zevkleri ise şüphelidir, şüpheli olandan dolayı kesin olanı bırakma," derler.
Bu yanlış bir akıl yürütmedir. İblis de -Allah ona lanet etsin- "Ben ondan (Adem'den) daha iyiyim," (A'raf, 7:12) derken iyi olmanın soy/maddi unsura bağlı olduğunu sanarak aynı yanlış akıl yürütmede bulunmaktaydı.2
SAYFA 27
Bu aldanışın ilacı ya adına iman dediğimiz Hz. Peygamber'i [sav] doğrulama (tasdik) ya da kanıtlama (burhan) yoluyladır.
Bu konudaki aldanışın Hz. Peygamber'i (sav) doğrulamaya bağlı olan ilacı şu âyetlere ve genel olarak Hz. Peygamber'in (sav) getirdiği ilahi bilgilere inanıp bakış açısını değiştirmektir: "Allah katında olan (ahiret hayatı) daha değerli ve kalıcıdır" (Şûrâ, 42:36),
"Dünya hayatı ancak aldatıcı bir geçimlikten ibarettir" (Hadîd, 57:20).
#İLGİLİ #ALDANIŞIN #KANITLAMA #YOLUYLA #İLACI,
aldanışın arkasındaki akıl yürütmenin neden geçersiz olduğunu anlamaya bağlıdır. Yukarıda zikrettiğim akıl yürütmede kullanılan "Dünya peşindir, ahiret veresiyedir" öncülleri doğrudur.
Fakat "Peşin veresiyeden iyidir" öncülü yanıltıcıdır.
Durum öyle değildir.
Eğer peşin olan veresiye olanla hem miktar hem kişinin maksadı bakımından eşitse doğru, peşin veresiyeden iyidir.
Ama peşin olan veresiye olandan azsa veresiye olan daha iyidir.03
Ahiretin sonsuz, dünyanınsa sonlu olduğu malumdur."04 "Dünya zevkleri kesin, ahiret zevkleri şüphelidir" öncülü de geçersizdir.05
SAYFA 28
#BİLAKİS #İNANANLAR #İÇİN #AHİRET #ZEVKLERİ #KESİNDİR."06
Ahiret hayatının kesinliğini idrak etmenin iki yolu bulunmaktadır.
Biri, tedavide mahir doktoru taklit eder gibi, peygamberleri ve âlimleri taklit ederek iman etmek,07
diğeri ise peygamberlere vahiy, velilere ilhamdır.
Hz. Peygamber'in (sav) dünya ve ahiret hayatına ilişkin bilgisinin -kendisine vahiy getiren- Cebrail'i taklit olduğunu sanmayasın.
Çünkü taklit geçerli bir bilgi türü değildir.
Hz. Peygamber (sav) bu kusurdan uzaktır.
Bilakis ona dünya ve ahirete ilişkin gerçekler ayan olmuş (inkişaf), senin baş gözüyle duyusal nesne ve olayları gözlemlediğin gibi, o da onları basiret nuruyla gözlemlemiştir.
#GÜNAHKÂR #MÜMİNİN #KÂFİRİNKİNE #BENZER #ALDANIŞI:
Dilleriyle ve kalpleriyle iman eden kimseler,
Allah'ın iyi işlere (salih amel) karşılık gelen emirlerini çiğneyip şehvet ve arzuların kirine bulaştıklarında, kâfirlerin aldanışına benzer bir aldanış yaşamaktadırlar.
Bu itibarla dünya hayatı hem kâfirler hem müminler için bir aldanıştır.
SAYFA 29
#KÂFİRLERİN #ALDANIŞI #ŞÖYLEDİR:
Bazı kâfirler,
"Eğer öldükten sonra Allah bize tekrar hayat verecekse o hayattaki mutluluğa diğer insanlardan daha çok hak sahibiyiz," diye düşünürler.
Nitekim şu âyet bu durumu bildirmektedir: "Adam (gurur ve kibirle) kendisine yazık ederek bağına girdi.
Şöyle dedi:
'Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam.
Kıyametin kopacağına da inanmıyorum.
Fakat (farz-ı muhal) öldükten sonra diriltilip Rabbimin huzuruna döndürülecek olsam bile hiç şüphesiz orada da bundan daha iyisini bulurum" (Kehf, 18:35-36).
#BU #ALDANIŞIN #SEBEBİ #NEDİR?
Bu aldanışın sebebi, yine İblis'in yanlış akıl yürütmelerinden biridir.
Şöyle ki, onlar dünyada sahip oldukları ilahî nimetlere bakıyor, ahiretle dünyayı bir-birine kıyas ederek, aynı nimetlere ahirette de sahip olacakları sonucuna varıyorlar.
Bazen dünyada başlarına gelecek olan ilahi azabın ertelendiğini görüyorlar, ahiret azabını buna kıyas ederek orada da başlarına kötü bir şeyin gelmeyeceği sonucuna varıyorlar.
Şu âyet onlardan söz eder: "
Üstelik kendi kendilerine alaylı bir şekilde, 'Madem Muhammed bir peygamberse, bu söylediklerimiz yüzünden Allah bize bir ceza verse ya!' diyorlar" (Mücadele, 58:8).
Bazen de müminlerin fakir ve yokluk içindeki hâllerine bakar ve onları küçük görüp "Allah aramızdan bula bula bunlarımı lütfuna layık gördü?" (En'âm, 6:53),
"Eğer Kur'ân iyi ve faydalı bir şey olsaydı, şu ayaktakımı kimseler ona inanmakta bizi geçemezlerdi," derler (Ahkâf, 46:11).
Burada kullandıkları akıl yürütmede şu öncüller yer alıyor: "Allah bize dünya nimetlerini lütfetti.
Her lütfeden, seven; her seven, lütfedendir." Oysa durum öncüllerde yer aldığı gibi değildir.
Bilakis Allah lütfeder ama sevmeyebilir, hatta bazen lütuf-istidrâc(08)
kabîlinden- kişinin helakine sebep de olabilir.
SAYFA 30
Bu da Allah'la aldanmanın ta kendisidir.
Bunun için Peygamberimiz [sav] der ki "Siz nasıl sevip kıyamadığınız hastanızı -perhiz gereği yemeden içmeden sakındırıyorsanız,
Allah da kulunu dünyadan öylece sakındırır."09
Nitekim basiretli kimseler, kendilerine dünyalık nimetler ulaştığında üzülür, dünyalık nimetler ellerinden çıktığındaysa sevinir ve "Salihlerin şiarı, merhaba!" derler.
Bu konuyla alakalı şu âyetler dikkat çekicidir:
"Ama insan, Rabbi onu varlıkla sınayıp da kendisine ikramda bulunduğu ve bol bol nimetler verdiği zaman, 'Rabbim beni şerefli kıldı, der" (Fecr, 89:15);
"Onlar, zannediyorlar mı ki kendilerine verdiğimiz bunca servet ve evlatlarla, üzerlerine hep hayır yağdırmak için can atıp duruyoruz?
Hayır! Ama onlar yanıldıklarının farkında değiller!" (Mü'minûn, 23:55-56);
"Resûlüm!
Artık şu Kur'ân'ı, yalanlayanlarla baş başa bırak!
Yakında biz onları bilemeyecekleri, farkına varamayacakları yerden yavaş yavaş helake sürükleyeceğiz. Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım gerçekten pek sağlamdır!" (Kalem, 68:44); "Kendilerine verilen öğüt ve yapılan uyarıları unutunca, bu defa üzerlerine bütün nimetlerin kapılarını açtık.
Nihayet kendilerine verilen nimetler yüzünden iyice şımardıkları sırada, onları ansızın yakalayıverdik de birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler" (En'âm, 6:44).
Allah'a iman eden kimse bu aldanıştan emin olur.
Bu aldanışın kaynağı nedir? Bu aldanışın kaynağı, Allah'ı ve onun sıfatlarını bilmemektir.
Çünkü Allah'ı bilen kimse onun tuzağından kendini hiçbir zaman güvende hissetmez.
Allah'ı bilen kimseler Firavun'un, Hâmân'ın, Semûd kavminin akıbetini gözünün önüne getirir.
Allah bir yandan onlara da büyük servetler bahşetmiş, ama bir yandan da kendileri- ni tuzağından yana temkinli olmaya çağırmıştı.
Ayetlerde bu durum açıktır: "Allah'ın tuzağından ancak zarar ve ziyanda olanlar güven duyarlar" (A'râf, 7:99);
"Onlar tuzak kurdular.
Allah da onlara karşı tuzak kurdu.
Allah tuzak kuranların en iyisidir" (Al-i İmrân, 3:54);
"Sen kâfirlere biraz mühlet ver, bir süre onları kendi hâllerine bırak!" (Târık, 86:17).
#GÜNAHKÂR #MÜMİNLERİN #ALDANIŞIDA #ŞÖYLEDİR:
Allah mağfiret ve merhamet sahibidir, dolayısıyla bizi affeder, diye düşünür,
Allah'ın merhametine güvenip çaba ve gayreti ihmal ederler.
Aslında bu umut (recâ) hâline dâhildir.
Umut hâli dünyada iyi bir makamdır.
Şüphesiz Allah'ın rahmeti geniştir, nimeti kapsayıcıdır, lütfu engindir.
Bizler onun birliğine iman edenler olarak Allah'ın merhamet ve mağfiretini kuru kuruya değil, ancak iman, kerem ve ihsan vesilesiyle umarız.
Bu aldanış bazen anne babalarının iyi hållerine tutunmaktan kaynaklanan bir umut olabilir.
Oysa bu tam bir aldanıştır.
Zira anne babaları, iyi hâlleri ve takvalarına rağmen, ahirette neyle karşılaşacaklarından yana korku içindeydiler.
Şeytan onları ayarttığında akıl yürütmeleri şöyle işliyor:
Bir insanı seven onun evlatlarını da sever.
Allah sizin ana babalarınızı sevdi, o sizi de seviyor, çabalamaya ihtiyacınız yok.
İşte buna bel bağlayıp Allah'la aldandılar.
Halbuki Hz. Nuh oğlunu gemiye almak istedi, ama oğlu kabul etmedi ve Allah inkârcı toplulukla birlikte onuda suda boğdu.
Hz. Peygamberimiz (sav) Allah'tan annesinin kabrini ziyaret edip ona dua etmek (istiğfar) için izni istedi.
Allah ona ziyaret için izin verdiği hâlde dua etmesi için izin vermedi.
Bunlar Allah'ın şu buyruğunu unutuyorlar:
"Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez ve onunla yargılanmaz. İnsan için ancak kendi çalıştığının karşılığı vardır" (Necm, 53:38-39).
Babasının takvasıyla kurtulacağını sananlar, babasının yediğiyle doyduğunu, babasının içtiğiyle suya kandığını iddia edenlerden farksızdır.
Takva farz-ı ayndır ve şefaat dışında, kişinin sorumluluğunu babası bile üzerine alamaz.
SAYFA 32
"O gün insan kaçar; kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından!
O gün onlardan her birinin başından aşkın bir işi, kendine yetecek bir derdi ve belası vardır" (Abese, 80:34-37).
Bu kimseler Hz.Peygamber'in [sav] şu sözünü unutmuşlardır:
"Akıllı kimse
kendini sorgulayan ve ölüm sonrası için çabalayandır. Ahmak kimse nefsani arzularının peşine takılan, sonra da kuruntularını Allah'tan bekleyendir."10
Bu kimseler şu âyetleri de unutmuş gözüküyorlar: "Şüphesiz iman edenler, Allah yolunda cihad edip savaşanlar var ya, işte Allah'ın rahmetini umacaklar onlardır.
Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir"
(Bakara, 2:218);
"Onlar cennetin yâran ve yoldaşlarıdır; yaptıklarının bir mükâfatı olarak orada ebedi kalıcıdırlar" (Ahkâf, 46:14)."11
Umut, öncesinde bir çaba varsa umuttur, yoksa
düpedüz kendini kandırmaktır.
#KÖTÜLÜKLERİ #İYİLİKLERİNDEN #ÇOK #OLMASINA #RAĞMEN #İYİLİKLERİNE #ALDANANLAR
Belli iyilikleri olmasına rağmen kötülükleri daha fazla olanlar da bir önceki gruptan farksızdır.
Bunlar da ellerindeki az iyiliğine güvenerek Allah'ın kendilerini bağışlayacağını umar, İyiliklerinin kötülüklerinden ağır geleceğini zannederler. Bundan daha büyük cehalet olmaz.
Birini düşünün; kendine has bir miktar helal ve haram karışık sermayesiyle ticaret yapıyor ve zaman zaman büyük işlere girmek üzere insanlardan kendininkinden kat kat büyük sermaye topluyor.
İşin sonunda kâr paylaşımı için terazinin bir kefesine kendine has on dirhem, diğer kefesine diğerlerine ait bin dirhem koyuyor ve kendi kefesinin ağır basıp kârın büyük kısmını almayı bekliyor!
Bundan büyük cehalet olur mu?
SAYFA 33
#İYİLİKLERİNİN #KÖTÜLÜKLERİNDEN #ÇOK #OLDUĞUNU #SANIP #ALDANANLAR
İyiliklerini kötülüklerinden çok sanıp aldananlar da var. Bun- lar bir iyilik yaptığında onu iyice beller, hesabını tutar. Mesela diliyle gece gündüz yüz kere veya bin kere istiğfar çekip sonra Müslümanların gıybetini yapan, gün boyu Allah'ın razı ol- mayacağı şeyler konuşup duranları düşünün. Bunlar zikir ve tespihin fazilet ve sevabını düşünüp dururken gıybet ve dedi- kodu yapan, sıkıştığında yalan söyleyerek insanlara iki yüzlü davrananların cezasını unuturlar.
Tam bir aldanış hâli.
Oysa dilini günahtan korumak tespih ve zikirden daha değerlidir.
1 Gazzali, metnin orijinalinde "şeytan" yerine, onun Kur'ân'da (Lokman, 31:33) geçen "ğarür" (çok aldatan) lakabını kullanarak kitabın adına ve ana konusuna mal olan "ğurur" sözcüğüne tarizde bulunmaktadır.
Türkçede "övünç" anlamında kullanılan "gurur" sözcüğünün de aslı olan bu kelime, "insanın herhangi bir konuda kayba uğramasına yol açan aldanma, ayartılma hâli" anlamına gelir.
2 İlgili âyetlerde anlatıldığı hâliyle İblis, Adem'in topraktan, kendisininse ateşten yaratıldığını; ateşin topraktan daha iyi/değerli olduğunu, dolayısıyla kendisinin Adem'den daha iyi olduğunu gerekçe göstererek Adem'e secde emrine karşı çıktı.
İblis, yaratılışında kullanılan maddi unsurun (ateş) değeri üzerinden kendisinin değerli olduğu sonucuna varmakla yanlış akıl yürütmüştür.
İyi ve değerli olmak, yaratılıştan sahip olduğumuz bilinç ve istek dışı niteliklerimize değil, hayat içinde bilinç ve isteklerimizle kazandığımız erdemlere bağlıdır.
3 Gazzali Ihya'da bu argümanı tüccar ve hasta örnekleriyle teyit eden açıkla malar sunar. Tüccar, elindeki üç liralık nakit sermayesiyle kazanacağı veresiye beş lira için yatırım yapar.
Kazanacağı beş lira veresiye olsa da elindeki nakit üç liradan daha değerli olduğunu düşünmese bu yatırımı yapmaz.
Ayrıca tüccarlar, ileride elde edecekleri kazançları uğruna deniz yolcukları yapar, canlarını tehlikeye atarlar. Peşin olan veresiye olandan daha değerli olsaydı ileride kazanmaları muhtemel karlar uğruna hem peşin sermayelerini hem canlarını tehlikeye atmaz, onca zahmet ve meşakkate katlanmazlardı.
Bunun gibi doktor da hastasına tedavi amaçlı belli yiyecekleri yasaklar.
Hasta ilgili yiyeceklerin peşin lezzetinden, ileride kavuşacağı (veresiye) sağlığı uğruna feragat eder.
Peşin olanı veresiye olandan daha değerli bulsaydı perhize uymazdı. Bkz. Gazzali, İhyâu Ulûmi'd-Din, c. 3, s. 380.
4 Dolayısıyla ahiretin sonsuz nimetleri her ne kadar peşin olmasalarda- dünyanın peşin olan sınırlı nimetlerinden -mukayese edilemeyecek kadar- daha değerlidir.
5 Gazzali, İhya da peşin olanın veresiye olandan daha değerli olduğu önermesini de çeşitli örneklerle eleştirir.
Söz gelimi tüccarların ellerindeki sermayesi peşin olduğu kadar, kesindir de.
Ama bu sermayeyi yatırıma dönüştürüp elde edeceği kazanç veresiye olduğu kadar şüphelidir de.
Buna rağmen tüccarın, kesin olan sermayesini kesin olmayan kazanç uğruna yatırıma dönüştürüp riske atması kesin olanın şüpheli olandan değerli olduğu önermesinin yanıltıcı olduğunu göstermektedir, bkz. Gazzali, lhyâu Ulûmi'd-Din, c. 3, s. 381.
6 Gazzalinin konuyu önce iman sonra kanıtlama ekseninde tasarlamasına bakılırsa kanıtlama kısmı imandan bağımsız görünmektedir.
Zaten konu- nun ana başlığı da kafirlerin aldanışı olduğundan burada muhatap inançsız kimselerdir. Bu durumda onları ahiret hayatı karşısında dünya hayatının aldatıcılığına ikna edecek inançtan bağımsız argümanlar kullanmak gerek- mektedir.
Gazzâlî'nin her iki öncülü de inanca referansla çürütme çabası bu açıdan dikkat çekmektedir.
7 Gazzalinin taklidi kesin bilgi (yakin) kategorisinde değerlendirmesi kelâmcıların genel tutumuyla uyumludur. Ancak peygamberlerin taklit konusu edilmesi, diğer kelâmcıların hassasiyetleriyle örtüşmemektedir.
Diğerlerine göre araştırma ve inceleme yapmadan peygambere iman eden kimsenin håli taklit değil, "ittiba" (tabi olmak) terimiyle anılmaktadır.
Bu tutum, özce arada bir fark olmamasına rağmen, taklit teriminin menfi çağrışımına karşı gösterilen bir hassasiyet gibi görünmektedir.
Burada şuna da dikkat çekmek gerekir. Gazzāli birkaç cümle sonra taklidin geçerli bir bilgi olmadığının altını çizdiğine göre, avamın peygambere taklit yoluyla iman etmesinin bir bilgi değeri bulunmamaktadır.
Bu bazı kelâmcıların benimsediği, mukallidin (taklit yoluyla iman eden) imanının geçersiz olduğu görüşünü teyit etmektedir.
8 "İstidrac", Allah'ın, âyetlerini yalanlayanları derece derece, sezdirmeden azaba doğru çekmesi, her yeni hata ve günahta yeni nimet ve imkânlar vererek azdırması, yavaş yavaş helake götürmesi anlamına gelen bir terimdir; bkz. İslam Ansiklopedisi, "İstidråc" maddesi.
9 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 23095
10 Tirmizi, 2456.
11 Gazzāli, âyette belirtildiği gibi cennetin yapılan iyi işlere mükafat olduğuna dikkat çekerek çaba ve gayretsiz cennete gidilemeyeceğine işaret ediyor
KENDİNİ ALDATAN İNSAN
EL-KEŞF VE'T-TEBYÎN Fİ GURÛRİ'L-HALKİ ECMAÎN
BİRİNCİ BÖLÜM
KAFİRLERİN ALDANIŞI
3 notes · View notes
cevap · 3 months ago
Text
İslamiyet ve Temel İslami Bilgiler Hakkında Kapsamlı Bir Bakış
İslam, dünya üzerinde milyarlarca insan tarafından kabul edilen, barış ve adaleti öğütleyen büyük bir dindir. İslam'ın temel esasları, Müslümanların yaşamlarına rehberlik eden prensipleri oluşturur. Müslüman olmak, Allah’a ve peygamberi Hz. Muhammed’e iman etmekten başlar. İman esaslarının yanı sıra, İslam'ın ahlaki ve sosyal hayata dair birçok yönü bulunur. Bu çerçevede İslami bilgiler, Müslümanların hem imanlarını pekiştirmek hem de günlük yaşamlarını dine uygun olarak şekillendirebilmeleri için önem taşır. Temel dini bilgiler, Müslümanların ibadetlerini doğru bir şekilde yerine getirebilmeleri ve ahlaki değerleri benimseyebilmeleri adına gereklidir.
Müslüman bireylerin sahip olması gereken İslami bilgiler arasında iman esasları, İslam’ın beş şartı, temel ibadetler ve ahlaki değerler yer alır. İslam’ın inanç sistemi, iman esasları çerçevesinde şekillenir. İman esasları, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere iman etmeyi kapsar. Bu temel esaslar, Müslümanların kalben kabul ettiği ve benimsediği inanç sistemini oluşturur. İmanın ilk şartı olan Allah’a iman, tüm İslami bilgilerin özünü teşkil eder.
İslam’ın beş şartı ise Müslümanların uygulamakla yükümlü olduğu temel ibadetlerdir. Bunlar şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek olarak sıralanır. Bu ibadetler, İslam’ın hem bireysel hem de toplumsal yönünü ortaya koyar. Namaz kılmak, Müslümanların Allah’a olan bağlılıklarını her gün beş vakit yerine getirdikleri bir ibadetle ifade etmelerini sağlar. Oruç, sabır ve nefis terbiyesini öğretirken, zekat sosyal dayanışmayı artırır ve Müslümanların toplumdaki yoksullara karşı olan sorumluluklarını hatırlatır.
Müslümanların dini bilgilerini geliştirmeleri ve sağlam bir inanç yapısına sahip olmaları için temel İslami bilgiler oldukça önemlidir. Bu bilgiler, ibadetlerin doğru şekilde yerine getirilmesi ve İslam ahlakının yaşam tarzı haline gelmesi açısından gereklidir. Temel İslami bilgiler, kişinin İslam’a olan sevgisini ve bağlılığını artırır. İslami kurallara uygun bir yaşam sürmek, kişinin hem dünya hem de ahiret hayatında mutluluğa ulaşmasını hedefler.
İslam ahlakı da Müslümanlar için en önemli değerlerden biridir. İslam ahlakının özünde doğruluk, adalet, merhamet, hoşgörü ve yardımseverlik gibi erdemler bulunur. Müslüman bir birey, bu ahlaki prensiplere uygun olarak yaşadığında hem toplum içinde güven kazanır hem de Allah’ın rızasını elde eder. İslam, sosyal hayatta insanları adaletli olmaya, komşularına iyi davranmaya ve zayıf olanlara yardım etmeye teşvik eder. İslam’ın önerdiği ahlaki prensipler, bireylerin toplumsal barışa katkıda bulunmalarını sağlar.
Sonuç olarak, İslam’ın sunduğu İslami bilgiler, Müslümanların hayatlarına rehberlik eden önemli kaynaklardır. Bu bilgiler, İslam’ın inanç ve ibadet esaslarını anlamak ve hayata geçirmek için gereklidir. İslam’ın temel esaslarını öğrenmek ve uygulamak, Müslümanların inançlarını pekiştirirken, toplumda daha iyi bir birey olarak yer almalarını sağlar. İslam ahlakı ve inanç prensipleri, Müslümanların her iki dünyada da mutlu olmaları için yol gösterici unsurlardır.
Her Müslüman, İslam’ın getirdiği bu esasları öğrenmeli ve hayatında uygulamalıdır. Dini bilgilere sahip olmak, bireyin İslam’ı daha iyi anlamasını ve İslam’ın ahlak ilkelerini hayatına uyarlamasını kolaylaştırır. Özellikle temel İslami bilgiler, kişinin imanını kuvvetlendiren ve ahlakını geliştiren bir yolculuk sunar. İslam’ın öğretileri ve rehberliği doğrultusunda yaşamak, bireylerin hem kendileri hem de çevreleri için huzurlu bir hayat sürmelerini sağlar.
0 notes
falcibaba · 1 year ago
Text
Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar
Tumblr media
Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar : 1. Cuma Günü İstiğfar Duası: "Allah'ım! Azametin karşısında acz içindeyim, günahımın çokluğu sebebiyle beni affet. Günahlarımı bağışla, hatırı sayılı günahlardan koru. Bana af ve mağfiret et. Sen affedici ve merhametlisin." 2. Cuma Günü Selamet Duası: "Allah'ım! Bize, ailemize ve tüm müminlere muhabbet, selamet ve huzur ver. Bizi her türlü kötülükten, hastalıktan ve belalardan koru. Kalplerimizi imanla doldur. Hayırlı ve mutlu bir hayat yaşamamıza vesile ol. Amin." 3. Cuma Namazı Sonrası Dua: "Allah'ım! Kulluğumuzla sana geldik, senin rızanı kazanmak için buradayız. İnşallah bu namazımızı kabul edersin. Dualarımızı, dileklerimizi, tüm istek ve ihtiyaçlarımızı kabul et. Bizi affet ve rahmetinle kuşat. Bize hidayet et ve dosdoğru yolda yürümemizi nasip et." İstediğiniz duayı seçebilir veya kendinize özgü bir dua yapabilirsiniz. Önemli olan, samimi bir şekilde Allah'a dua etmektir.
Türkçe Cuma Duası
"Allah'ım! Bu mübarek Cuma gününde sana gelmiş bulunuyorum. Senin huzuruna çıktım, sana açtım kalbimi. Senin rahmetin ve merhametin sonsuzdur. Ey merhamet sahibi Rabbim! Günahlarımla doluyum, affına ve mağfiretine sığınıyorum. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar : Senin affın ve rahmetin her şeyin üstündedir. İçimizdeki kötülükleri, hataları ve günahları bağışla. Kalbimizi temizle, ruhumuzu arındır ve bizi affedilenlerden eyle. Kalplerimizi imanla doldur, bizi hidayet ve doğru yola ilet. Dünya ve ahiret saadetini nasip et. Bize sıhhat, afiyet ve selamet ver. Bütün müminlerin dualarını kabul et. Amin." Ayrıca En Zor Zamanlarınızda Okunacak Dualar başlıklı videomuzu inceleyiniz.
Tumblr media
Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar
Cuma Gününün Fazileti, Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar
Cuma günü İslam dininde büyük bir öneme sahiptir. İşte Cuma gününün bazı faziletleri: 1. Cuma günü Müslüman toplumun bir araya gelmesini sağlar. Cuma namazı, Müslüman kardeşlerin birlik ve beraberlik içinde ibadet etmelerini sağlar. 2. Cuma günü, diğer günlerden farklı olarak Allah'ın rahmetinin ve mağfiretinin daha fazla olduğu bir gündür. Bu sebeple Duaların ve ibadetlerin kabul edilme ihtimali daha yüksektir. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar 3. Cuma günü, cemaatle kılınan Cuma namazı sebebiyle büyük bir ecir kazanılır. Cuma namazının sevabının diğer günlerde kılınan on iki rekât namazın sevabından daha fazla olduğu rivayet edilir. 4. Cuma günü, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v) vefat ettiği gün olduğu için bir yönüyle üzüntü günüdür. Bu sebeple Allah'ın ve Rasulü'nün hatırlanmasına, duaların daha çok okunmasına vesile olur. 5. Cuma günü, insanlara verilen nimetleri hatırlamak ve şükretmek için bir fırsattır. Cuma hutbesinde yapılan nasihatler, insanları düşünmeye ve hayır işlerinde bulunmaya teşvik eder. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar 6. Cuma günü, ibadetlerin yanı sıra sosyal ilişkilerin ve yardımlaşmanın da güçlendirilmesini sağlar. Cuma gününde insanlar birbirleriyle kaynaşır, yardımlaşır ve iyiliklerde bulunurlar. Sonuç olarak, Cuma günü Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir. Bu özel günü en iyi şekilde değerlendirmek, ibadetlere katılmak ve Allah'a yaklaşmak için büyük bir fırsattır.
Mübarek Cuma Günü Ne Yapılır?
Cuma günü İslam dininde büyük bir öneme sahiptir. İşte Cuma gününün bazı faziletleri: 1. Cuma günü Müslüman toplumun bir araya gelmesini sağlar. Cuma namazı, Müslüman kardeşlerin birlik ve beraberlik içinde ibadet etmelerini sağlar. 2. Cuma günü, diğer günlerden farklı olarak Allah'ın rahmetinin ve mağfiretinin daha fazla olduğu bir gündür. Bu sebeple Duaların ve ibadetlerin kabul edilme ihtimali daha yüksektir. 3. Cuma günü, cemaatle kılınan Cuma namazı sebebiyle büyük bir ecir kazanılır. Cuma namazının sevabının diğer günlerde kılınan on iki rekât namazın sevabından daha fazla olduğu rivayet edilir. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar 4. Cuma günü, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v) vefat ettiği gün olduğu için bir yönüyle üzüntü günüdür. Bu sebeple Allah'ın ve Rasulü'nün hatırlanmasına, duaların daha çok okunmasına vesile olur. 5. Cuma günü, insanlara verilen nimetleri hatırlamak ve şükretmek için bir fırsattır. Cuma hutbesinde yapılan nasihatler, insanları düşünmeye ve hayır işlerinde bulunmaya teşvik eder. 6. Cuma günü, ibadetlerin yanı sıra sosyal ilişkilerin ve yardımlaşmanın da güçlendirilmesini sağlar. Cuma gününde insanlar birbirleriyle kaynaşır, yardımlaşır ve iyiliklerde bulunurlar. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar Sonuç olarak, Cuma günü Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir. Bu özel günü en iyi şekilde değerlendirmek, ibadetlere katılmak ve Allah'a yaklaşmak için büyük bir fırsattır.
Cuma Gününün Hayrı, Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar
Cumanın hayrı birçok açıdan değerlendirilebilir. İşte cumanın bazı hayır ve faydaları: 1. Cuma namazının fazileti: Cuma namazı, Müslümanlar için önemli bir ibadet olarak kabul edilir ve büyük bir sevap kazandırır. Cuma günü öğle vakti kılınan bu namaz, toplumun bir araya gelerek Allah'a yönelmesini sağlar ve manevi bir birliktelik oluşturur. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar 2. Duanın kabul olma ihtimali: Cuma günü, dua etmek ve istiğfar etmek için özel bir fırsattır. Hadislerde, cumanın saatleri arasında yapılan duaların, Allah'ın rahmetiyle kabul olma ihtimalinin daha yüksek olduğu belirtilir. 3. İslam kardeşliğinin güçlenmesi: Cuma günü, Müslümanlar camilerde bir araya gelir ve birbirleriyle sohbet eder. Bu birlikte geçirilen zaman, İslam kardeşliğini ve dayanışmayı güçlendirir. 4. İlim ve irfanın paylaşılması: Cuma hutbesi, imamlar veya din adamları tarafından verilir ve Müslümanlara dini bilgiler aktarılır. Bu sayede dini bilgi ve irfan paylaşılır, insanlar daha fazla bilgilenir ve manevi olarak gelişir. 5. Sadaka vermek ve yardımda bulunmak: Cuma günü, sadaka vermek ve yardımda bulunmak çok büyük bir sevap kazandırır. İhtiyaç sahiplerine yardımcı olmak, hem maddi hem de manevi olarak insanı güçlendirir. 6. Günahların ve hataların affedilme ihtimali: Cuma günü dua etmek, istiğfar etmek ve günahların bağışlanması için Allah'a yönelmek için özel bir fırsattır. Bu sebeple, cumanın günahları affetme ihtimalinin daha yüksek olduğuna inanılır. Cuma Günü Okunacak Faziletli Türkçe Dualar Genel olarak, cumanın hayrı, ibadetlerin arttırılması, dua ve istiğfar etme fırsatının değerlendirilmesi, İslam kardeşliğinin güçlenmesi ve sadaka verme gibi amellerin yapılmasıyla elde edilir. Müslümanlar, cuma gününde bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeli ve manevi kazanç elde etmek için çaba sarf etmelidir. Daha fazla dualara erişmek için mutlaka bakınız. Read the full article
0 notes
dualarvebuyuler · 2 years ago
Text
Evlenme Duası Nasıl Okunur
Tumblr media
Evlenme Duası Nasıl Okunur
Tumblr media
Evlenme Duası Nasıl Okunur Evlenme duası nasıl okunur sorusu evlenmek isteyen kişilerin oldukça merak ettiği ve araştırma yaptığı bir konudur. Evlenme duası nasıl okunur sorusuna cevap vermeden önce edilen dualarda kişinin mutlaka ve mutlaka dua ederken kendisi için hayırlı olanı istemesi gerektiğini belirtmek lazımdır. Hayırlı bir eş ile yapılacak doğru ve güzel bir evlilik insanın tüm hayatını etkileyen önemli bir faktördür. Aynı zamanda dinimiz üzerinde de etkileri önemlidir. Hayırlı bir evlilik ile birlikte hayırlı evlatlar yetiştirilmesi mümkündür ve kişinin ahiret hayatında da rahat bir hayat yaşamasının anahtarlarından biri hayırlı bir evlilik yapması ve hayırlı bir evlat yetiştirmesidir. Hayırlı bir evlilik yapmak için kişilerin etmesi gereken ve dinimiz tarafından tavsiye edilen dualar mevcuttur. Bu dualar sayesinde kişiler Allah’a yalvararak haklarında hayırlı olan evliliği Allah’tan dilemektedirler. Bu dualardan bazıları şunlardır:
Sevdiğinle Evlenmek İçin Dua
Sevdiğinle evlenmek için dua sevdiği kişiler ile henüz evlenmemiş kişiler tarafından merak edilen ve araştırılan bir konudur. Sevdiğinle evlenmek için dua dinimizce oldukça önemlidir. Dua edilirken her duada olduğu Allah’tan kişinin hayrına ve iyiliğine yönelik nasip vermesi dilenmelidir. İnsanların sevdikleri kişi ile evlenmek istemeleri oldukça normal bir istektir. Herkes mutlu olacağını düşündüğü insanlar ile evlenmek isterler. Fakat bazı durumlarda evlilik hali çeşitli nedenlerden dolayı gecikebilir. Bu gibi durumlarda da insanlar Allah’a sığınarak dua etmektedirler. Dualar son derece önemli olup dinimizde de önemli bir yer kaplamaktadır. Sevdiği insan ile evlenmek isteyen kişilerin etmesi gereken dua ile birlikte Allah’tan dilekte bulunması mümkündür. İnsan suresinin ilk ayetlerinden oluşan bu duanın 313 defa okunması gerektiği din alimleri tarafından belirtilmiştir. Her ayetin sonuna gelindiğinde evlenmek istenilen kişinin adı ve sonunda bulunan semian kelimesine gelince 7 kere tekrar edilmesi gereklidir. Her duaya başlamadan önce besmele çekilmesi de gereklidir. Bu dua sayesinde Allah’a el açılarak sevilen kişi ile evlenmek için kendisine hayırlı yollar nasip etmesi dilenir. Son derece etkili bir duadır. Bu duanın bu kadar etkili olmasının sebebi ise duanın sadece ve sadece evlenmek amacı ile okunmasıdır. Read the full article
0 notes
elbezr · 4 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Ey nefsim!
Kaçmak mı çözüm yoksa vazgeçmek mi? Ya da neyden vazgeçtiğinin farkında mı değilsin?Yürüdüğün yolları neden geri dönüyorsun? Neden kendine eziyet ediyorsun nefsim!!
"Allah onlara, altından irmaklar akan cennetler hazırladı. İçlerinde ebedi kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur."
(TEVBE/89)
Yoksa vazgeçip geriye döndüğün yolun nereye gittiğini mi göremiyorsun?
Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.
(NİSA/I 15)
Ey nefsim unuttunmu ne için sabrettiğini! Unutmadın değil mi? Sadece çok yoruldun öyle mi??
İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demekle bırakılacaklarını mi sanıyorlar?
(ANKEBÛT,2)
Hatırla nefsim bu ayeti. Defalarca oku işlesin kalbine, aklına. Bu dünyaya rahat bir hayat sürmek için gelmedin nefsim. Hatırla ne diyordu Rasulullah? "İstemez misin ya Ömer! Dünya onların, ahiret de bizim olsun."
Bırak nefsim dünya onların olsun. Düşün..
Ayağının acısına katlanamayan sen kabirdeki, cehennemdeki yaşamı düşün.
Düşün ki kendine gel!
Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının.
(ZUMER, 16)
Dehşet verici günü hatırla. O gün ki dağların toz olup savrulacağı gün. Düşün nefsim koskoca dağlar bile bu hale geliyorsa senin ahvalin nedir??
Şimdi de dertlerini düşün. O gözünde çok büyüttüğün dertlerin. Ne değeri kaldı?
Kendine gel nefsim..
Ölüm sana gelmeden kendine gel..
54 notes · View notes
derdiderun · 4 years ago
Text
Tumblr media
Dört sene evvel bugün...
Uzun zamandır konuşmakta güçlük çeken muhterem Kemal Efendi hocam kendisini ziyarete gelen gençlere biraz sohbet etti. Zor ve yavaş konuştuğu icin çoğunu yazdım. Sohbetin sonunda "hocam bu sözlerinizi arkadaşlara aktarayım mı" dedim. "Tabi ki. Bu din nakil dinidir." dedi.
GENÇLERE ŞÖYLE DEDİ HOCAMIZ:
"Dünya hayatını, elmayı ikiye böldüğümüz gibi ikiye bölecegiz. (1)Ahiret ve (2)helâl olan dünyalık işler.
ALLÂH zor bir şeyi emretmedi bize. Biz malayani şeylerde harcadığımız vakitleri düşünürsek vaktin yeterli olduğunu görürüz.
Malayani demek, yaptığın şey ne dünyaya yarıyor ne ahirete yarıyor demektir.
Aman çocuklar! Bu hayat bir daha ele geçmeyecek.
Kabir var. Bu Gece kabirde ilk gecesi olanlar var. Bizimde bir ilk gecemiz olacak. Aman namaza dikkat edelim. Fatih Camiinin önüne gidip bakalım. Orada mezarlar var. İlk gecesi iyi olan hep iyi olacak. İlk gecesi zor olan devamlı zor olacak. Burada uyandığımız gibi orada da uyanacağız.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselâma "akıllı kimdir?" diye sordular. O peygamber ki kendisine hitaben "O, hevasından konuşmaz. O konuştuğu ancak ona bildirilmiş bir vahiydir." Buyurulmuş Kur'ân-da. "(Akıllı insan) ölüm ötesini düşünüp hazırlık yapan insandır." buyurdu.
Şakası yok bu işin.
Onun için çocuklar! Ne yapın yapın! Beş vakit namaza dikkat edin!
Büyükler buyurdu ki; "Namaz var, herşey var. Namaz yok, hiçbir şey yok."
Namaz bizim öz malımızdır. Zayi etmeyelim.
Dünya bitmeyecek gibi görünür ama bitecek bu dünya. Akıllı olup ölüm ötesine hazırlık yapmak lazım.Namaz kumbaraya attığın para gibidir. Ahiret kumbarasını mutlaka kendi malımızla dolduralım.
Arkadaşlarımızı Müslümanlardan seçelim. Kişi arkadaşının dini üzeredir. Bu güne kadar yaptığımız hatalardan tevbe edelim.
Allâhım bizi doğru yoldan gidenlerden ve doğru arkadaş seçenlerden eylesin.
Allâh'a giden yolda yardımlaşalım. Mevlamız öyle buyuruyor: "İyilik ve Takvada yarışın. Düşmanlıkta ve günahta değil."
Çocuklar fırsat elimizde. Can üzerimizde aman... aman... aman...
Şair (Necip Fazıl) ne güzel demiş:
"Anladım işi sanat Allâh'ı aramakmış. Marifet bu! Gerisi çelik çomak mış."
Bu işi gerçek bilenlerden öğrenelim. Evvela Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenelim. Bize nazil oldu bu (Kur'ân).
Bu bir fırsattır.
Allâhım, Allâh'a giden yolda dostları ile birlikte gidebilmeyi nasip eylesin."
Azem KURULAY 24 Muharrem 1438/25 Ekim 2016
44 notes · View notes
caginmumineleri · 4 years ago
Text
ZAMAN AKIP GİDİYOR!
Tumblr media
Bu Hafta Makale Değerlendirmesi köşemize “zaman akıp gidiyor!” başlığı altında yazılmış olan değerli bir makaleyi konuk alıyoruz. Zaman kavramı insanoğlu için çok önemlidir. Nitekim bizi bizden daha iyi bilen Yüce Yaratıcımız Allah Subhanehu ve Teala Asr  suresine “vel-Asr” diye başlayarak zamana vakte yemin etmiştir. Hiç kuşku yoktur ki, zaman, Allah-u Teâlâ’nın insanoğluna verdiği en önemli nimetlerden biridir. Zira yeryüzündeki birçok nimetin alternatifi, kaybedilmişse telafisi ya da satın alınması mümkünken, geçen ânın/zamanın satın alınması ya da geri getirilmesi asla mümkün değildir. Ancak insanoğlu birçok konuda yanıldığı ve eksik kaldığı gibi zamanı doğru değerlendirme konusunda da eksik kalmıştır. Dolayısıyla Müslüman olarak yapmamız gereken şey; “Zamanı hayırda nasıl kullanırım?” sorusuna doğru bir cevap bulmak ve Allah’ın rızasına götürecek iş ve amelleri ifa ettiğimiz bir hayat anlayışına sahip olmamız gerekir. Zaman bir mümin için Allah’ın bir nimeti ve emanetidir. Dünya ve ahiret huzuru için en kıymetli sermaye ve hesabı sorulacak bir hazinedir. Dahası, insan bu büyük zenginliği kendi emeğiyle elde etmemiştir. Dünya ve ahireti kazanması için kendisine bir nimet olarak bahşedilmiştir. Dolayısıyla kendisine lütfedilen zamana karşı büyük bir mükellefiyet içindedir.
Rabbim bizleri, münkerin engelleyicisi, hayrın taşıyıcısı olarak zamanı gereği gibi hayırda kullananlardan eylesin! (Âmin!)  
ENGİN UYGUN
5 notes · View notes
kaganturk · 4 years ago
Text
Hz. Ali ve Annem
Din’lere değil “Dinler tarihine” inanırım ama inançlara da hep saygılıyımdır. Din ısıtır, bilim aydınlatır.  İnanç bir kabuldur, dogmadır. Dogmalar (doğruluğu deneyden geçirilmeden, sınanmadan kabul edilen savlar) sorgulanamaz. Dinin kendini kimseye kanıtlama ihtiyacı yoktur. Din ve inanç dünyasına sorgulayarak şüphe ile yaklaşmak kimsenin haddine değildir çünkü burası tek ve bir olan yaratıcının (Allah) alanıdır. Diğer bir değişle, Din anlatır, Bilim açıklar. Felsefe ise sorgulayarak hakikatı aramaktır. Felsefe (Sokrat) sorgulanmamış hayat, hayat değildir der. Bu anlamda Din ile Bilim/Felsefe’yi aynı potada eritmeye çalışan, aslında bunların çelişmediği anlatmaya çalışan insanlara sürekli şaşmışımdır. Heleki “İslam felsefesi” lafını sanki Din’in felsefesi varmış gibi kullananlara hayret ediyorum. Doğrusu “Arap felsefe” sidir ve bunun da İslam’la Din’le bir alakası yoktur.
 Konumuza dönersek, Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e ciddi saygım vardır. Bu yaşadığını bildiğimiz (Hz. İsa’nın tarihteki varlığı muammadır) yüce kişilikler tarihteki başarıları ile büyük liderler, komutanlar ve -inancı olanlar içinde kutsal zatlar olarak- kendilerini kanıtlamışlardır. Hele ki Hz. Muhammed’in Araplara -ve o zamanki koşullar içinde ulaşabildiği her toplum ve topluluğa- gösterdiği liderlik benzersizdir. Kendisi tartışması su götürmez şekilde Dünya tarihinin gördüğü en büyük devrimcidir.
Bunlar bilinmesine ragmen Hz. Muhammed ve Hz. Ali üzerinden bir iktidar şavaşı yapılmaktadır. Amcası Ebu Talib’in oğlu olan Hz. Ali’yi kendi kızı ile evlendiren Hz. Muhammed için Hz. Ali en sevdiği Ehl-i beytlerin başında gelir. Hz. Ali kendisinin ömrü boyunca sağ kolu olarak en büyük destekçisidir. Buna rağmen, Peygamberin ölümü sonrası Hilafete layık gördüğü, hatemini (mührünü) taşıttığı “Allah’ın aslanı” ve “Ali el Murtaza” sıfatları ile çağırılan Hz. Ali ve ailesi sürekli haksızlığa uğramış ve işin sonunda da ne kendisi ne de oğulları (Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan) eceli ile ölmemiştir (suikastlar ve Kerbela olayı).
Müslümanlığın Arap yorumu olan sünniliğe (Emeviler tarafında ciddi dejenere edilmiştır)  Anadolu yorumu olan Alevilik ve Bektaşiliği tercih ettiğimden Alevilere ait şu dörtlüğü çok severim.
Ali bizim şahımız Kabe kıblegahımız Miraçtaki Muhammed O bizim padişahımız
Ali’yi Muhammed’in arkasında ama ona en yakın gören Alevilik yüzlerce senedir Hz.Ali sevgisi Peygamberin önünde diye sapkın bulunarak iftiraya uğramıştır. Oysaki ünlü 4 lükte gibi konu nettir. Biri Padişah diğeri Şahtır. Hz. Ali Hz. Muhammed’den sonraki en büyük kıymettir. Kendisi yakışıklı, yiğit, cesur, akıllı ve mükemmel bir savaşcıdır. Miteloji’deki Aşil’in terbiyeli ve Müslüman halidir. Onun gibi Tanrısına ve peygamberine meydan okumaz, biat eder. Sürekli iktidar mücadelelerinde (hilafet) müslüman kanı akmasın diye kendi ve oğulları hak ettikleri koltuklardan uzak durmuşlar ve –kanı Hz. Muhammede en yakın olmasına ragmen yine müslümanlar tarafından katledilen bu aile- sağduyunun temsili olmuşlardır.
Bu girişten sonra beni hayatımda en çok etkileyen ve rüyama giren yeni dinlediğim bir Dini kıssa’yı yazmak isterim. Bu kıssayı bana anlatan kişi ciddi inançlı bir müslüman olduğu için ve bu kıssa’yı bana inanarak ve samimiyetle anlattığı için ayrıca etkilendiğimi önden belirteyim.
Onun anlatımıyla yazıyorum.
Sahabe, Hz.Ali, Hz. Hamza, Hz. Osman, Hz.Ömer, Hz. Ebubekir ve Resulallah bir şavaştan dönerken önlerine yaşlı ve üzüntüden çökmüş yaşlı ve çok üzgün bir Anne (Ana) çıkmış. Sorusu da hüznü kadar netmiş. Ey Hazretler ve Resulallah oğlum nerede? Sahabeler biliyorlar ki Anne’nin tek oğlu savaşta şehit oldu, bir türlü bir cevap veremiyorlar. Hepsi sessiz ve üzgün boyunlarını bükmüşler. Yaşlı kadın o kadar üzgün ki kimse kötü haberi veremiyor. Tüm gözler bir anda efendimiz Resul-i Rabb'il Alemin Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i aramış. 
O an Hz. Muhammedin aklına savaştan az önce Hz. Ali’nin kısa ziyareti gelmiş. Hz. Muhammed elde olmayan nedenlerden Hz. Ali’yi bekleterek yanına indiğinde Hz. Ali ona “Ya Muhammed! Allahın en sevgili kulu! Resulumuz! Müsaadeni isterim, anneme bir saate yanına geri gelirim dedim.” diyerek huzurdan ayrılmış. Peygamberlerin efendisi bu davranışın diğer müslümanlar arasında örnek olması için en sevdiği cübbesini Hz. Ali’nin arkasından kendisine hediye olarak yollamış.
Hz. Muhammed Allah tarafından müjdelenen “Cennet anaların ayağı altındadır” hadisini çok sever, dünya ve ahiret hayatında kendisini Allah’tan sonra en çok seven kişinin kendi annesi Hz. Amine olduğunu çok iyi bilirmiş. Anne/çoçuk bağı kullar arası en kalın ve güçlü bağmış.
Bütün bu düşüncelerinin arasında mucizelerini imtina ile kullanan Hz. Muhammed üzgün Ana’ya uzun uzun bakarak sonra bir anda Hz.Ali’ye dönmüş. Hz. Ali peygamberin bir bakışı ile kendisinden aracı olması istenen mucizenin gerçekleşmesi için -Şah-ı Merdan, Ali-el Mürteza ve “Allah’ın Aslanı” olan Hz. Ali- bir anda arkasını dönerek “Ya Allah!” diye bağırmış.
Ve işte tam o anda uzaklarda 4 nala hızla koşarken arkasında toz bulutu çıkaran bir atlı belirmiş. Hızla atını Hz. Muhammed ve Sahabe’ye doğru sürdüğünden yavaş yavaş sülieti ve sıfatı görünür olmuş. Yaklaşınca görüntüsü ve atı ile herkesi huşu içinde bırakan atlı yaşlı kadının şavaşta kafası kopan, yüzlerce ok, onlarca mızrak yiyerek şavaşta vucudu parça parça olmuş oğluymuş. Atı üstünde yaralı harap vucudu tekrar birleştiğinden, kopuk uzuvları tekrar yerlerine yapışmış halde korkutucu görünmekteymiş. Güçlü ve iri atının nalları yere sürttükçe alevler çıkmakta, hızından yelesi kabarmış at ise bütün ihtişamı ile burnundan buharlar çıkartmaktaymış. Sahabe , Hz. Hamza, Hz. Osman, Hz.Ömer ve Hz. Ebubekir biraz şakınlık birazda tedirginlikle saatler önce savaşta şehit olan din kardeşlerine baka kalmışlar..
Savaşta şehit olan Oğul iki dizginini birden çektiği atını durdurarak biraz eğilmiş ve Hz. Ali’ye sitemle sormuş. “Ya Ali! Beni neden çağırdın!”.
Hz. Ali biraz bekleyip gözgöze baktığı Oğul’a “Peygambere sor. Annen seni sorunca bana bakan ve seni çağırtan odur demiş.
Sahabe’de tüm gözler Resulallah’a döndüğü noktada Hz. Muhammed -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- biraz durduktan sonra az biraz iç çekerek “Anne’ne kıyamadım Ey Oğul” demiş.
Cennetin nimetlerinden istifa ederken cennet bahçesindeki rahatını bozarak gelmek zorunda kalan Oğul Allahın Hz. Ali’ye sevgisini bildiginden ona der ki: Sakın birdaha arkanı dönerek “Allah!” diye bağırma yoksa Allah isteğini kabul eder, tüm şehitler geri döner ve o zaman “Şehitlik” mertebesi ortadan kalkar demiş.
Sonra Annesini ağlarken gören Oğul atından inmiş. Annesine doğru yürümüş, ona sarılmış, Anne onu son defa kokladığını bilerek hasretle Oğul’u kollarından ayırmamış, ellerini sırtından çözmemiş. Sırtını sevgiyle sıvazlarken şehit oğlunu doya doya koklamış öpmüş. Oğul en son cennetin ileride ayağına serileceği Annesine tüm sevgisiyle bakarken onun mübarek ellerini elinde kavuturmuş ve  onlarca kere öpmüş. Vedanın zorluğundan olsa gerek, o kadar hızlı arkasını dönüp atına atlamış ve 4 nala kalkmış ki ne zaman geri gittiği zamanda anlaşılamamış!
Bu Kıssayı bana anlatan kişi o kadar inanan biri ki ve öyle inanarak ve huşu içinde anlattı ki tüylerim diken diken oldu. Annemi düşündüm, gözlerimden yaşlar ip oldu aktı.
Sürekli atının üstünde zombi kılığındaki Oğul imge olarak aklıma geldi durdu gün içinde.
Gecede rüyasını gördüm. Oğul direk atını bana doğru sürüyordu ve fonda Metallica’nın “4 horsemen” ‘i çalıyordu. Oğul, atının üzerinden eğilip Hz. Ali’nin kulağına benim de duyabileceğim şekilde “Beni niye çağırdın ya Ali?” diye sorarken atının üstünde birden doğruldu ve bakışlarını hızla bana çevirdi. İşte o an korkudan uyandım. Ama uyandıktan sonra da huzur içinde uyudum. Sadece materyalizm ile de açıklayamadığım dünyamda Din/inanç beni de –hem de battaniyem yorganımdan daha çok- ısıtmıştı.
3 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 5 years ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Bugün rüyamda hayatımda canımdan çok sevdiğim ve hergün Dualarımda onunla buluştuğum Zühre Yıldızımm olarak nitelendirdiğim kıymetli bir insanla birlikte evden çıkıyoruz. Onunla öyle güzel sohbet ederek yürüyoruz ki, tam kalbe mukabil ve samimiyetle gözlerin ve yüreklerin idrak edemeyeceği bir muhabbetle...
Dağa doğru yürüyoruz...
Hemen kayaların arasında ki düzlükte bir yeşil alan ve ortasında sarı-turuncu boyu bir metreye yakın bir demet çiçek, ama ne güzellik...
ona doğru koşuyorum " sizi özledimm, çokk özlediimm " diyerek sanki çiçek değilde müekkel meleklere sarıldım gibi öyle dostane, öyle hasretle sarılıp ağlıyorum ki gözyaşlarım adeta sel oluyor, az ilerde ise nergis demeti, onlarada koşup sarılarak, miiss gibi rayihalarını tüm zerrelerime kadar çekip " sizi çookk özledimm" diye diye ağlıyorum...
devamı var rüyamın ama uyandığımda gözlerim sırılsıklamdı...
Öylece kaldım. 😞
Teselli istedim...
Bu halin hikmetini istedim...
Hakîm olan Kuran'ımızdan istimdad istedim.
Elime Hikmet-i İlahiyeye varis olmuş olan Nurdan bir kitabı alıp okumaya başladım..
Ve bu evde kalmanın müthiş faide ve hikmetlerini öyle şefkatlii, öyle tatmin edici, öyle kalbimi mutmain edici, öyle ruhumu teskin edici, öyle bir nefsimi susturup haline razı edici bir teselli verdi ki ; bin şükür halime dedirtti...
Sizede faidesi olur diye yazayım dedim.
Buyrun güzel ahiret kardeşlerim nur sofrasına ; Bu mübarek aylarda ve
sevabı ziyade bu çilehanede
mümkün olduğu kadar bir meşgale-i Kur'aniye ve
Nuriye ile
sıkıntılı vaktiniz sarfedilse,
çok faideleri var. Sıkıntı hafifleştiği gibi, kıymetdar kalb ve ruhun ferahlarına medar,
sevabı yüksek bir ibadet,
o Nurlarla iman cihetinde iştigal,
hem tefekkürî bir ibadet,
hem İhlas Risalesi'nin âhirinde yazıldığı gibi beş vecihle bir nevi ibadet sayılabilir.
📚🔖Tarihçe-i Hayat...rnk
Kalktım abdest aldım ve kuşluk namazımı kıldım... Bir hayli vakitte sabah namazı kazası kılarak eski nimetlerin üzerimdeki şükür borcunu ödedim, daha bir ferahladım..
Balkonumuzdaki pembe çiçekle tüm çiçeklerin ve tabiatın hasretini giderdim. Şimdi yanımda kainatın en muazzam münacaatı CEVŞEN var... Efendimizin asm münacaatı... Eşsiz tarifler ile Rabbimizi bize tarif ediyor, onu bitirmeye niyetliyim. Ruhum ve kalbim bu münacaatla nefes alıyorlar adeta...
Şu an, ilk uyandığımdaki hüzunlu hava yok hamdolsun...
Kuş sesleri "bizde burdayız, yalnız değilsin" diyorlar..
Üç ayları, böyle geniş bir halvethanede geçirmemizi bize münasip gören
🌸Kaderede derim ki ; senin bu şefkatli tokadına müstehak idim. Ahiretime ciddi çalışmıyor, her yıl nasip ettiğin 3 ayları hakkıyla değerlendirmiyordum, şimdi her saatimiz bu endişeli hadiseyle birer gün ibadet hükmüne geçerek ahiretimize ciddi nurlar yollamamıza sebebiyet verdi, bin teşekkür ederim...
Sizlerede derim ki ;
Kardeşlerim!
Merak musibeti ikileştirir, maddî musibeti kalbde de yerleştirmek için bir kök olur; hem kadere karşı bir nevi itiraz ve tenkidi ve
rahmete karşı bir nevi ittihamı işmam eder.
Madem her şeyde bir güzellik ciheti var ve
rahmetin bir cilvesi var ve kader adalet ve hikmetle iş görür;
elbette biz bu zamanda umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz. 😞
📚🔖Şualar... rnk
Hayırlı Vakitler Diliyorum...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
29 notes · View notes
ilahiyatuzmani · 4 years ago
Text
TEFEKKÜR-İ MEVT (ÖLÜMÜ TEFEKKÜR) – 3
“SÛ-İ HATEMENİN SEBEPLERİ VE ÇARELERİ”
Bu yazımızda “Kalbin Amelleri”nden biri olan “tefekkür” çerçevesinde ölümü tefekkürü, son nefesi, özellikle de sû-i hatemeyi (kötü akıbeti, imansız olarak ölmek meselesini) incelemeye çalışacağız.
Fani olan bu hayatın sonu demek olan “son nefes”, aynı zamanda baki olan ahiret hayatının başlangıcıdır. Son nefeste imanlı veya imansız göçme durumu, ebedî olan ahiretin vasfını belirleyecektir. İmanlı göçme halinde ebedî bir saadet, imansız gitme halinde ise ebedî, sonu gelmez bir azap ve felaketle karşı karşıya kalınacaktır. Bundan dolayı hayatın sonu demek olan ölüm, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli mesele, en büyük olaydır. Bundan daha büyük ve daha önemli bir mesele tasavvur olunamaz.
Onun için “akıllı” olduğunu düşünen her insan son nefes hadisesine gereken önemi vermelidir.
Fâtır Suresinin 28. ayetinde “Allah’tan en çok âlimler korkar” buyurulmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de “İçinizde Allah’tan en çok korkanınız benim.” (Buhari, Nikah 1; Müslim Nikah 5.) “Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız…” (Tirmizî, Zühd 9.; İbn Mâce, Zühd 19.) “Ölümü ve öldükten sonra ceset ve kemiklerin çürümesini hatırlayın. Ahiret hayatını isteyen, dünya hayatının süsünü terk eder.” (Tirmizî, Kıyâmet, 24) buyurmak suretiyle meselenin ciddiyetine ve büyük tehlikesine işaret etmiştir.
Tarih boyunca peygamberler başta olmak üzere bütün Allah dostları, evliyaullah, gerçek âlimler, salih müminler son nefes korkusunu hep yaşamış ve bu konuda ibretli sözler söylemişlerdir. Biz sadece “Son nefeste söylemezse bu diller, bütün cihan senin olsa ne fayda…” diyeni anmakla yetinelim…
I- SÛ-İ HATEME BİR SONUÇTUR, ONU HAZIRLAYAN DÜNYA HAYATINDAKİ MENFÎ AMELLER VE HALLERDİR
Son nefes çerçevesinde korkulması gereken en büyük olay sû-i hateme, yani kötü akıbet, imansız gitme tehlikesidir. Esasen sû-i hateme bir sonuçtur. Dünya hayatındaki inanç, fikir ve eylemlerin sonucudur. Aynı zamanda sû-i hateme bir başlangıçtır. Sonu gelmeyecek bir hayatın saadet mi yoksa felaket mi olacağını tayin ve tespit eden bir başlangıçtır. O halde son nefes, her insan için en büyük geçittir.
Burada sizinle çocukluğumda bende iz bırakan bir müşahedemi paylaşmak isterim:
Yaylamızda evimiz camiye yakın olduğu için, Cuma namazı sonrası komşu yaylalardan gelen sakallı, sarıklı yaşlı insanlar bizim eve yemek yemeye gelirlerdi. Yemekten sonra giderken de şöyle dua ederlerdi: “Allah akıbetinizi hayreylesin.” O yaşlarda bu dua dikkatimi çekerdi ama niye böyle dua ettiklerine bir anlam veremezdim. Yaşım ilerledikçe anladım ki en büyük dua buymuş… Çünkü akıbetin, yani hayatın sonunun hayır olması demek, kişinin imanını selamete alarak ölmesi demektir. Bundan daha büyük dua olabilir mi?
Sû-i hateme bir sonuç olduğuna göre, bu sonucu hazırlayan sebeplere, yani dünya hayatına da dikkat çekmemiz gerekir. Hangi sebepler sû-i hatemeyi, hangi sebepler hüsn-i hatemeyi (güzel akıbeti) hazırlıyor? Bu soruya cevap bulmak hayatı baştan sona muhasebe etmeyi ve nefsi murakabeye çekmeyi gerektirmektedir.
Bu konuda vârid olmuş iki hadis-i şerifi aktarmak isterim:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663; Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431.)
Bu hadis-i şeriften, kişinin dünya hayatındaki yaşam tarzının ve bu yaşam tarzının kalpte oluşturduğu manevi havanın son nefesi şekillendireceği, son nefesin de ebedî hayatın vasfını tayin edeceği anlaşılmaktadır.
Öyleyse iyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik ölmeden önce dünya hayatında tefekkür edilmeli, kişi kendini bu meyanda murakabeye ve muhasebeye çekmelidir.
Abdullah b. Mes’ud’un rivayet ettiği bir diğer hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden bir kimse cennet ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse bu sefer cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cehenneme girer. Yine bir kimse cehennem ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cehennem arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse cennet ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cennete girer.” ( Buhârî, Bed’ü’l-halk 6, Enbiyâ 1, Kader 1; Müslim, Kader 1.)
Bu hadis-i şerif bir öncekiyle çelişki arz etmiyor, tam tersine iki hadis birbirini tamamlıyor.
Bu hadisten asla şöyle bir sonuç çıkarılmamalıdır:
Bir kişi iyi bir hayat yaşasa da son anda cebrî bir şekilde kötü bir sonuçla karşılaşabilir… Veya kötü bir hayat yaşasa da son anda şansı yaver gidip (!) iyi bir şekilde ölebilir…
Bu batıl bir görüştür, cebriyecilik görüşüdür, buna asla itibar edilmez.
Peki, o halde mesele nasıl anlaşılmalıdır?
Bir önceki hadiste geçtiği gibi, kişi nasıl yaşamışsa öyle ölecek, nasıl ölmüşse öyle dirilecektir. Ama mesele buradaki “nasıl” ifadesinde düğümlenmektedir. Çünkü insanın “nasıl” olduğu, dış görünüşüne, insanların algılamasına göre değildir. Dış görünüş çoğu zaman yanıltıcı olabilir.
İnsanın amelî boyutu elbette önemlidir, ama asıl olan onun kalbî boyutudur. Bu kalbî boyut nasılsa, son nefes ona göre sonuçlanır.
Buna göre bir insan, diğer insanlar nezdinde iyi, salih amel sahibi bir kimse olarak görülebilir. Ama belki de onun kalbinde imanına zarar veren bir nifak, bir bid’at, yanlış bir inanış veya imanına arız olmuş bir şek ve şüphe olabilir. İnsanın bu yönü Allah’a açık, kullara kapalıdır. Ölüm anında işte bu kalbî hal zuhur eder ve dıştan “iyi” görünen o kimse sû-i hateme ile gidebilir.
Yine bir kimse İslam’dan, amelden uzak, kötü bir karakter sahibi gibi görülebilir. Ama onun iç âleminde, kalbinde, nüve halinde ciddi bir Allah korkusu, güçlü bir tasdik bulunabilir. Gerekli ameli yaparak onu dışarıya yansıtmamıştır. Ölüm anında kalbinin taşıdığı bu vasıflar onun kurtuluşuna vesile olabilir.
Yani her iki halde de son nefesi belirleyen kalpteki hal ve keyfiyettir. Kalbin “nasıl” olduğudur. Bunun insanlar tarafından doğru bir şekilde gözlemlenmiş olması şart değildir.
İmam Şaranî şöyle der:
“Alimler derler ki, ömrün kötü / yani imansız olarak sona ermesi ancak kalpte günahlar üzerine devam eden münafık kimse için olur. Çünkü onun aziz ve celil olan Allah’a huda (hile) yaparak büyük günahlarda ısrar etmesi vardır. Görünüşte dosdoğru yol üzere olup içte de günah üzere devam etmeyen kimse ise, bunun gibilerin ömrünün kötülükle biteceğini biz hiç bilmiyoruz ve işitmiyoruz. Bu nimet üzerine Allah’a hamd u senalar olsun…” (İmam Şaranî, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, Mütercim: Halil Günaydın, Bedir Yayınevi, İstanbul, 2011, s: 50.)
Keza son nefeste imanla gidebilmek için ne sadece korkarak ne de sadece ümit ederek yaşamalı, bilakis kişi korku ve ümit dengesi içinde hayatını sürdürmelidir. İstikamette olmanın yolu, formülü budur.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
“Sırf korku sebebiyle Allah’a ibadet eden keder ve ümitsizliğe boğulmuş, sırf ümit ile ibadet eden de şaşkınlık çölüne düşmüş olur. Fakat korku ve ümit ile Allah’a ibadet eden, davasında istikamet etmiş olur.” (İhya, c:4 s: 305.)
II- SÛ-İ HATEMENİN SEBEP VE ÇARELERİ
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi sû-i hatemenin sebepleri dünya hayatıyla ilgili olup son nefes bir sonuçtur. Buna göre kişinin son nefesteki halinin keyfiyetini dünya hayatında aramaktan başka yolu yoktur.
İmam Gazali İhya’nın 4. cildinde “Havfullah” konusunun “sû-i hateme” bahsinde bu konuya temas ederek, sû-i hatemenin sebeplerini dünya hayatındaki hal ve amellerde aramak gerektiğini uzun uzun anlatır.
Biz de “Allah’ı Bilmek ve Tanımak – II / Vesileler ve Allah’a Yönelmek” adlı eserimizde sû-i hatemenin sebeplerini Gazali’nin bu izahatlarından istifade ile maddeler halinde sıralamış idik. Yazımızın bu safhasında o bölümü sizlerle paylaşmak isteriz:
“Sû-i Hatemenin Sebepleri:
Bu sebepler çoktur, ama en önemlileri şunlardır:
1- Kişinin imanındaki ve akaidindeki bozukluk. Bunun çaresi ehl-i sünnet ve’l cemaat itikadını doğru öğrenmek, kalbini ve aklını buna uygun hale getirmektir.
2- Kitaba ve Sünnete ters bir inanç, amel, hal veya âdetin bulunması. Bunun çaresi bid’atleri reddetmek ve sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.
3- Köklü bir dünya, mal, servet, çoluk çocuk, makam vs. sevgisi. Dünya sevgisi ve tüm mâsivâ, kalbi zulümâta iter. Allah sevgisi ve korkusunu ya yok eder ya da ikinci plana atar. İşte bu durum ölüm anında galebe çalarsa kişi imansız gidebilir. Bunun çaresi mücâhede ve riyâzettir (yani aklımızı ve irademizi kullanarak kendi kendimizi kötülükten alıkoymak, iyiliğe yönelmek ve Hz. Peygamberin sünneti üzere bir hayat sürmektir.) Dünya sevgisi sû-i hatemenin en önemli sebepleri arasındadır.
4- Sû-i hatemenin önemli bir sebebi de ahlak-ı zemîmedir. Yani kibir, gurur, riyâ, ucub, hased vs. gibi kalbî ve ahlakî kötülüklerdir. Bunlar izale edilmezse, son nefes anında galebe çalarak kişinin imansız gitmesine neden olabilirler. Çare nefis terbiyesiyle ahlak-ı zemîmeyi ahlak-ı hamîdeye çevirmektir.
5- Keza açığı ve gizlisiyle her türlü nifak ve ikiyüzlülük de sû-i hateme sebebidir. Nifakın çaresi imanda samimiyettir, ihlâstır. Bu da ancak nefsi terbiye ve tezkiye ile kalbi şirkten, küfürden ve mâsivâdan tasfiye ile mümkündür.
6- Nefsin hevâsına kul olmak, şeytanın iğva ve vesvesesine kapılmak da son nefeste imansız gitmeye sebep olur. En önemli sû-i hateme sebeplerinden biri de budur. Çaresi -malum- nefis terbiye ve tezkiyesidir.
7- Allah’tan başkasına bel bağlamak, tevekkülsüzlük hali, Allah’ın rahmetine güvenmemek, ondan ümidi kesmek de yine sû-i hateme sebebidir. Çaresi samimi iman ve tevekküldür.
8- Takdire itiraz, kadere isyan da sû-i hateme sebebidir.
9- Hırs, uzun emel, ölümü kerih görmek de sû-i hateme sebebidir.
10- Kâfirleri dost edinmek, ehl-i küfrün âdetlerini sevmek de sû-i hateme sebebidir. Çaresi “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek” şeklindeki akaid ilkesine sarılmaktır.
Sû-i hatemeye daha birçok sebep sayılabilir. Bu kötü sondan halâs olmak için Allah’a sahih bir imanla itikad ve ibadet, Resûlüne de ittiba etmek, niyeti ihlâs üzere ayarlamak, kalbin mâsiyetleriyle savaşmak, sabır, kanaat, tevhid, zikir, tevekkül, şükür gibi ahlak-ı hamîde özelliklerine sarılmak icap eder. Çare kişinin nefsiyle hesaplaşması ve cihad-ı ekberi kazanması; bu araştırmada anlattığımız gibi, İslam’ı bir bütün olarak kavrayarak, tasavvufî derinliğe erişerek güzel ahlakı kuşanmasıdır. (a.g.e., s: 228 – 229.)
Ali DEĞERMENCİ
8 Ağustos 2020
4 notes · View notes
mutsuzluktananlamcikart · 5 years ago
Text
''Et satmak'' denilince aklıma ilk ''kasap'' gelen yıllarımı geri verin bana
Yediğiniz yemeğin gerçek tadı ne zaman gelir biliyor musunuz? -Bilmiyorsunuz. Hala bir umudunuz varsa, bu ne demektir biliyor musunuz?-Bilmiyorsunuz. Peki bunlar arasındaki çapraz bağı biliyor musunuz? -Bilmeyin. En iyisi bilmemek ama yazının sonunda söyleyeceğim, bekleyin. Başına gelen her kötü şey için savaşmak yerine alışmaya çalışmak nasıl bir şeydir bilir misin kuzen? Bilmiyorsun amına koyim. Neyi biliyoruz ki zaten, değil mi? Her şeyi bilip bilmezlikten gelmek mi cahillik, yoksa hiçbir şey bilmeyip her şey hakkında iki cümle kurmaya çalışacak kadar eksik hissetmek mi? Hangi sebep daha fazla yapıştırır seni bu hayata, hangi insan daha iyi sarılır acılarını unutmak için bir başkasına, ya da hangi amaç uğruna ölmek, seni tatmin eder yaşamaya devam etmek için... Hep boş kuzen. Ne yazarsam yazayım, ne söylersem söyleyeyim, asla iyi hissetmemi sağlamıyor. Geçen kafa dinlemek için köye gittim. Olmadı. Olmuyor. Kapanda hissedip de çıkmak yerine yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor gibiyim. Biriyle konuşmak iyi gelmiyor artık. Birilerine anlatmak hiç iyi gelmedi zaten. Evveliyatını siktiğimin dünyasına Hakan Günday'ın dediği gibi ''saplanmaya'' mı geldik gerçekten? Peki, ama neden bunca çaba. Hiç düşündün mü kardeşim teknolojinin neden geliştiğini? Ne için kendimizi yırtmaya çalışmamızın karşılığı? Aklımda o kadar çapraz ateşe alınmış soru var ki üç gün kalkmamam gerekir yazmaya çalışırsam. Eminim o zaman da bitmez. Tam bitti derken tekrardan başlıyor soru işaretleri. ''Allah olmasaydı ateistler de olmazdı'' diyen Ralp Waldo Emerson gibi düşünüyorum, eğer kurtuluş olmasaydı, içimdeki kapan ve kaos da olmazdı diyorum ben de. Gerçekten böyle düşünüyorum. Hiç yaşadın mı bilmiyorum, hani böyle heyecanla birilerine anlatmaya çalıştığın, içine sığmayan ve paylaşmak istediğin bir şey vardır ya, ama anlattığın kişinin zerre sikinde olmaz. Hatta ''ha - he- hımm - anladım'' gibi yarak kürek cümlelerle geçiştirilirsin üstüne bir de. Ha işte öyle duruma kaç kere dayanabilirsin, kaç kere görmezden gelebilirsin, kaç kere devam edebilirsin anlatmaya? Ben milyonlarca-kezinden sonra tam tersini yapıyorum artık. Kim olduğu, ne olduğu önemli değil, ''siktir git sana ne yarrağım'' diyebiliyorum gönül rahatlığıyla. Karakola gidip gözlerimle gördüğüm cinayeti anlattıktan ve devamında da karakol amirinin gözlerini pörtleterek dinledikten sonra ''nerede oldu bu olay?'' diye sormasının ve benim de ''içimde'' diye cevap verip, polis memurlarının zor bela karakoldan dışarı atmasının üzerinden sadece 2-3 saat geçti. İnsan, korkusu olmasa Allah'ı düşünmez miydi la harbiden? bunu düşünüyorum amına koyim kaç gündür. O anasını siktiğimin köyünde tek başımayken ve ''makat'' dedikleri o tahtadan yapılmış uzun oturağa sırtüstü yatıp, ayaklarımı duvara paralel uzatıp tavanı seyrederken sorduğum tek soru buydu; ''korkmasam sana ihtiyacım olur muydu?'' Harbiden nankör müyüz; Abese suresinin 17'nci ayetinde yazdığı gibi? Allah bizi bile bile neden böyle yapmış olabilir lan hiç düşündün mü, korkmanın ötesine zıplayıp? Sen de hacı hocaların siktiği götlerden biri misin yoksa! Albert Camus, Veba eserinde; ''eğer tanrı olmasaydı, insan bir aziz olabilir miydi; bu benim bildiğim tek samimi problemdir.'' demiş. Gerçekten bir amacı var mı dünyanın? Yani, amaçsızlığı seçmek için tüm amaçları görüp, yaşayıp, araştırıp, kafayı patlatıp, gerekirse doğrultuda ölmek mi gerekiyor? Amaçsızlığı seçsen bile ''bir amaç'' uğruna yaşamaktan mı ibaret hayat? Belki de öyle. Düşünsene moruk, amacın yok fakat götünü yırtıyorsun doğru şeyler yapmak için. Ne kadar saçma değil mi? Bunu görünce ''harbi la amaç yoksa neden düzgün yaşamaya çalıyoruz amuğa goyen'' deme, çünkü sen o amaçsızlardan daha sikindirik işler peşindesin anasını sikeyim. Ya ben cidden sıkıldım. Yani ne yapmam gerekiyor bilmiyorum. Allah'a dua edip, ona sığınıp topu ona mı atayım? Tıpkı Galatasaray teknik direktörü Hamza Hamzaoğlu'nun; ''İbrahimoviç çok iyi topçu, kim görmek istemez ki takımında, yani gelirse süper olur...'' deyip, topu kulüp başkanına attığı gibi. Ben bunu samimi görmüyorum lan. Samimi kelimesi buna çok uzak. Köyde amcamla biraz beyin fırtınası yaparken, elindeki bira şişesini kafasına dikip, ben de bir şeyi merak ediyorum aslında dedi. Ve aynen şöyle devam etti moruk; ''kitapta kadere iman diye bir şey var. Yani doğduğun, yaşadığın ve öldüğün her şey önceden bellidir. Buna inanmalısın. Bir de ahiret gününe iman var. Yani burada ne yaparsan yap, öldükten sonra yaptıklarının hesabı vardır. Eee şimdi baştan çelişki yok mu; elime senaryoyu vermişsin, sonra ben karışmam diyorsun... Boş amına koyim, fazla derine dalmamak lazım. Çünkü bunu sorduğum hiçbir hoca tatmin edici cevap vermedi bana...'' O an zaten kafamda filler sikişiyor, bir de amcam üstüne boşalttı bunu amına koyim. Yani kapanda olmaktan daha korkunç, buna alışmaya çalışmak lan. Bunu soran adam doktor lan. Anlıyor musun? Benim canımı, midemi bulandıracak kadar fazla sıkan tek şey aynen şu moruk; ''dinde zorlama yoktur, vazelin vardır'' düşüncesinin gerçeklik payının somut halini görmek ve yaşamak. Yani diyorum ki; Müjde Ar'ın, kafasını cama sıkıştıran Cemil ismindeki elemana; ''Cemil yapma, yapma Cemil, n'olur yapma...'' diye bağırmasından daha iğrenç değil mi; kendi rızanla domalıp da ''nolur sikme'' demek? Anla lütfen. 2+2'nin cevabını bilmeyen insan ne kadar eğitimsiz ise ben de o kadar geri zekalı hissediyorum Kuran-ı Kerim'i her okuduğumda. Abi ya anlamıyorum, ya da çok fazla anlam yüklediğim için beyin error veriyor. El alışkanlığımın da amına koyim. Error ney amın feryadı, hata demek çok mu zor! Senin de hayat damarlarını sikeyim Cihan. Hazır damar demişken, doktorlar yanlış damarı keserse ve bunun sonucunda da hasta hayatını kaybederse vicdan azabı çekerler. Bomba imha ekibi de bombayı etkisiz hale getirirken yanlış kabloyu keserse kendi hayatlarını kaybederler. Bu ikisi arasında seçim yapmam gerekirse bir gün, bomba imha ekibindeki parçalara ayrılan o adamı seçerim, hiç düşünmeden. Araya sıkıştırayım dedim, heheeh. Yalnızlığın boyutunun en alt tabakasını ölçecek bir tabir olmasa da en zirvesi için yapılabilecek tek tarif ''Allah kadar yalnız olmak'' cümlesidir. Neden mi? Çünkü biz yetinmiyoruz. Ya herro, ya merro sözünün doğrultusunda sadece hayatımızın amaç kısmı için ortalarda olamayı seçiyoruz, istemsizce. Bknz. Korku* Her neyse. Küçükken, okulda ''yalnızlık Allah'a mahsustur'' dediğinde öğretmen, bir arkadaşım kalkıp ''melekleri adamdan saymıyor mu örttmenimmm'' diye sormuştu. Öğretmen o kendini hiç bozmadan ''yani eşi ve benzeri yok evladım, ondan öyle denmiştir o söz'' demişti ve o soruyu soran çocuk da anlamış gibi ''heaaaa taaammmm'' deyip oturmuştu. Öğretmen de rahat bir nefes almıştı verdiği ''doğru'' cevap için. Ben de o gün aynen şunu yazıp odasının altından atmıştım içeri; ''Yalnızlık eşi ve benzerinin olmamasıysa nasıl oluyor da insanlar yalnızlığı tarif edebiliyor? Tarif edebilmek için görmek ve hissetmek gerekir. Ben tadına bakmadığım yemeği size nasıl anlatabilirim? Ya da bilmediğim yemeğin tarifini nasıl verebilirim? Bence bu kadar saçma cevaplar vermeyin'' Sonra aynı öğretmen benim okuldan ceza almamı sağladı. Siz siz olun cut-up taktiğini deneyin böyle durumlarda. El yazım yüzünden aldığım cezanın da amına koyim, Meryem öğretmenin de. Amına koduğumun sistemi sizi sikmeye devam eder umarım. Orospu çocukları! Peki, mutlu muyuz? Nedir abi mutluluk? Ne işe yarar, ne kadarı zararlı, ne kadarı kafa yapar, ne kadar... anasını sikeyim ben daha yataktan kalkar kalkmaz mutluyum diyemiyorum. Hiç öyle uyanmadım. Yalnızım ama mutluyum, tek kolum yok ama mutluyum, bu amına koduğumun x ilacı olmadan yaşayamam ama mutluyum, kanserim ama mutluyum, kazık yiyorum ama mutluyum, annem öldü ama mutluyum, bla bla bla... insan değiliz lan. Bize yüklenen şeyleri deştikçe çıldırıyorum. Benim mutluluk anlayışım ile x kişinin mutluluk anlayışı asla aynı değil fakat bu çarkın içinde yine de birbirimize değmeden mutsuz olabiliyoruz. Seni ne mutsuz eder dersem, düşünürsün bir parça. Her kötülükte olduğu gibi. Abi mutluluk saniyelik olaysa, neden bundan bilmem kaç yıl sonra mutlu olmak için şu anın anasını sikiyoruz? Ya da vaatlerle yaşıyoruz lan! Kafayı sıyırmak üzere değil de sıyrılmış yerleri geri dolduruyormuş gibiyim. Oğlum, bundan 10 yıl önce köye gitmek mutluluğun zirvesiyken, şu an gitmek tam tersinin zirvesi. Anlayabiliyor musun? Hayatının en önemli parçasını kaybettiğinde bile kafanı meşgul edecek şeylerin olması ve onlarla ilgilenmek zorundaymış gibi hissettiğini bildiğin halde kendini durduramamak ne kadar orospu çocuğu bir durumdur bilir misin? Başını bilirsin orospu çocuğu. Sen en fazla sanalda gezmeyi, onun bunun sözünü çalmayı, kızlarla (erkeklerle) konuşmayı, otuzbir çekmeyi, duyarlı (davranıyormuş) gibi davranmayı, başkasının günahını hesaplamayı ve o üstte söylediğim şeyi fark etmeden yapmayı bilirsin en fazla. Asla fark edemeyeceksin. Asla! Bunun için senden de en az kendim kadar nefret ediyorum dalyarak. Tyler'ın; ''Mona Lisa bile dağılıyor'' sözünden yola çıkarak söylüyorum, bu dünyada çağ atladıkça yapılan her ''doğru'' şey lanetlenecektir. Emin olun böyle. Geçmişte ''güç'' olan her gösteriş, şimdinin insanlık dışı örneklerinden sadece bir tanesidir. Bak fark etmeni sağlayayım; 50 yaşındaki peygamberin, 9 yaşındaki kız çocuğuyla evlenmesini, şu an herhangi bir insan için kullanırsan ''ahlak dışı'' olarak gösterilir. Fakat o zamanda buna kimse karşı çıkmamıştır. Ya da köle olarak satılan insanları getir gözünün önüne, hatta Osmanlı'daki haremi al eline. Fark ediyor musun? Maalesef yok olmuyoruz. Maalesef! Çünkü ''ölmek ya da ölememek'' bütün meselenin amına koyar. (üstteki sorunun cevabı. Her boku açıklamamı bekleme, biraz da sen yor kafanı.) Şu an ölsen ve Allah sana, bu blog'u neden okuduğunu sorarsa ne cevap vereceksin? Hadi okudun diyelim, buradan söz ayıkladığını sorarsa ne cevap vereceksin? Lan oğlum diyorum ki; öldükten sonra pişmanlık yasası çıksa ve dünyaya tekrar gelsen ne yapacaksın? Neyi değiştirmeye çalışacaksın? Peki, ya ölüp de geldiysen? He yarram he, ''Hz. İsa mısın pezevenk!'' demezler mi adama? Hadi siktir git. Bu kadar!
08.07.2020
2 notes · View notes
derdiderun · 4 years ago
Note
Cenâb-ı Hâkka , razı olduğu bir kullukta bulunabilmeyi nasıl başarabiliriz nasıl bir yol izlemeliyim efendim..
O’nun (c.c) Dostuna Dost Ol...
Bu konuya, “İnsan ne için yaratılmış, insanoğlu niye yaratılmış?” diye sorarak başlamak gerekir...
Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz bunu açıklamış ve: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler, diye yarattım” (Zâriyât 51/56) buyurmuş.
İnsanın Rabb’ini tanıması lazımdır. Bunun için de bizim, Allah’ı tanıyan birini tanımamız gerekiyor.
Dini tam manasıyla yaşayan kimseden öğrenenler, içlerinde hiçbir tereddüt kalmadan tatbik ederler. Hiç şüphesiz bu kişiler mürşidi kamil zatlardır.
Mürşidi-i kamil manevi doktordur. Ona mürid olan, terbiyesi altına girenler ise tedaviye muhtaç olan kişilerdir. Tıp doktorlarının verdiği ilaçlar gibi, mürşidler tablet vermiyorlar. Onların terbiyesi zaman içinde anlaşılıyor. Bir kâmil mürşidin tedavisini mürid hemen idrak edemiyor. Zamanla fayda görüyor. Tâbii ki dediklerini uygular ise...Zaman içinde değiştiğini, kötü ahlâkın iyiye doğru gittiğini anlıyorsun. Kendinde değişikliği o zaman görmeye başlıyorsun.
İçine başka türlü düşünceler gelmeye başlıyorken, bu defa güzel düşünceler gelişmeye başlıyor. İnsanı hayra yönelten işler sevimli geliyor. Önceden insanı durmadan dünyaya koşturan düşünceler varken, bunlar normal seviyeye doğru yerleşiyor. Dünyayı tamamen terketmiyorsun, dünya cebinde kalıyor. Ahiret ise kalbinde atıyor.
İnsanlar, kendilerine örnek aldığı kişilere benziyorlar. Bir mürşidi-i kâmile tabi olmadan önce insan, etrafındaki dükkan komşusuna, ev komşusuna, dairedeki arkadaşına bakıyor. Eğer kendisinin ibadeti ondan biraz daha farklıysa ölçü olarak onları örnek alıyor.
İnsan Allah dostunun kapısına gittiği zaman bunu farkediyor. Hayat ölçüleri değişiyor:
-Ben şimdiye kadar ne yaptım diyor. İçinde bir pişmanlık duymaya başlıyor. Kendi kendine hayıflanmaya başlıyor. Çünkü hakiki ölçüyü görmeyince değerini anlayamıyor insan. İşte hakiki ölçü Allah dostlarıdır.
Mürşid-i kâmil olan zatları gördüğümüzde, artık kendimizi beğenmemeye başlıyoruz. Eksiklerimizi anlıyoruz. Kusurlarımızı yok etmeye çalışıyoruz.
Ahlakı güzel olan insan, nefsine güç yetiremediğini idrak eder. Ona güç yetirebilmek için “Bir yardıma ihtiyacım var” der. İşte kâmil mürşidler, insana bu konuda yardım ediyorlar. Onun için mürşid-i kâmil yanına gidenler, günahlardan kolay kurtarabiliyor.
Mürşid-i kâmil, insanı günahtan kurtarınca da bu sefer ibadetlerinin kalitesini düzeltmeye çalışıyor. Mürid yaptığı ibadetleri sırf Allah Teala’nın rızası için, O’nun cemali için, O’nun zatının sevgisi için yapmaya gayret ediyor. Bunun adı da ihlâs oluyor. Zamanla mürid, ihlas sahibi oluyor.
Velhasılı kelam bir mürşid-i kâmile varmak lazım efendim...
11 notes · View notes
sirrihafi · 5 years ago
Text
Tumblr media
Evlenmeyi düşünen herkesin okuması gereken; yaşanmış gerçek bir olaydır...
H A Y I R L I E Ş :
« Yaş 28... Evlilik zamanı geldi geçiyor » derken; annem açtı yuva kurma konusunu...
Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum....
Yakın bir akrabamızdan haber geldi; komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden daha da dine bağlı olduğunu duyunca sevindim...
"Gidip bir görelim, görüşelim" dedim.
İlk ailesiyle konuştum. Hâttâ ben konuşmadım; sürekli onlar konuştu... Şaşırdım kaldım, birşey diyemedim...
" Kına gecesinde en iyi müzisyenler olacakmış...Düğün de kezâ aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış, hem de hepsi en pahalısından! Araba olacakmış! Son model hem de... Çünkü; komşunun damadı, sıfır araba almış geçende..."
Anne hadi kalkalım, diyecektim, utandım... Kızla görüştürmek istediler. İslamiyete uygun olarak görüştük;
On beş bilezik... En güzel gelinlik « 10 bin tl » En büyük düğün salonu...vs, vs...
Ne diyeceğimi bilemedim...
Ben Saliha Bir Eş istiyordum sadace, fakat istekleri bir türlü bitmiyordu...O anda yan taraftaki aynaya göz ucuyla baktım kendime. Görünüşümdede bir iş adamı profili de yoktu. Yirmi beş dakika boyunca konuştu... İstekleri bitince de sıra bana geldi ; « Senin isteklerin nelerdir » dedi. Biran önce kalkıp gitmek istiyordum! Sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen, dünya malına tamah edenlerle birlikte olmak içimi karartmıştı. Tekrar sordu; «isteklerin nelerdir?» « Hayırlısı olsun...» dedim ve kalktım... Nazikçe ayrıldık evden...
Yolda giderken telefon geldi, amcam arıyordu..
Yan komşularından Sebahattin amcanın kızı varmış. Sebahattin amca çok iyidir... Çocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim amcama, geliriz. Sebahattin amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola... Onbeş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan ve başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti. «Evladım, seni severim. Maksat sizleri mutlu etmek Allah-u Teâlâ'nın izniyle » dedi ve başladı isteklerini saymaya… O kadar çok şey saydı ki; uykum gelmeye başladı… En sonunda da; « benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten » dedi. Birden gözlerim açıldı! Şaşırmıştım fena halde. Gözümü yerden alamadım uzun süre… Sebahattin amca; «gençleri görüştürelim » dedi… Bir odaya geçtik ve kız konuşmaya başladı; önceki görüştüğüm kız gibi, ne varsa herşeyi istiyordu... Konuşmasını, çalan telefonu böldü, açtı ve bir süre konuştuktan sonra kapattı. Tekrar çaldı, konuşup kapattı… Sonra tekrar, tekrar, ve yine tekrar... Dayanamadım, sordum « arayan kim » diye. Eski nişanlısıymış ve ayrılalı on gün olmuş henüz!.. Neden ayrıldıklarını sordum.
Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş, sonra tartışmışlar. Tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. «Oturduğunuz kişi kimdi ki ? » Çalıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… « Demek önceden çalışıyordunuz » Yanıt pek manidar; « Evet, ben masörüm!.. »
Şoktan şoka giriyordum.! Beş dakika içerisinde; bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum. Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş,farklı bir hayat, farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş. Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım. Ben sadece saliha bir eş istiyordum. Nazikçe evden ayrıldık annemle…
Daha sonra öğrendim ki; Sebahattin amca arkamdan bir sürü laf etmiş…
Gülümseyip, "bugün öven yarın söver " dedim içimden...
Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum.
Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için, akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece... Ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu.
Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca, zbunaldım artık.
Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona…
Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya…
« Her akşam kitap okuyorsun, nedir onlar? »
İşte beklediğim fırsat gelmişti; « okumak istersen vereyim » deyince, olur dedi. Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı ve « Haydi, gir de evde
okumaya başla » dedim. Kitabı okumuş olacak ki, bir daha balkona çıkmaz oldu…
Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti.
O zaman zarfında, birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle...
Fakat netice aynı, değişen bir şey yoktu…
Bir salı akşamıydı, içim çok daralmıştı. Adeta boğuluyordum…
O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm. Birine anlatmalıydım bu rüyayı ama bu bunalımlı ruh haliyle kime?..
Bir akşam, balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı. Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu ve kimin aradığına bakmadan, kulağıma götürüp açtım telefonu. Arayan ses tanıdıktı.
Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki !
Arayan,en yakın arkadaşım Muhammed' di. Canı sıkılmış, beni çağırıyordu...
Abdest alıp evin yakınındaki çay bahçesine gittim. Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra
gördüğüm rüyayı anlatmak istedim can dostuma;
« Tozlu bir köy yolunda gidiyordum... Elimde bir tane kılıç vardı, etrafımda ise bir sürü yılan... Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru,
hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı ! Kılıçla kendimi savunuyordum. Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum. İleride uyuyan biri vardı. Ona doğru giderken, anlam veremediğim bir ses işittim ama, uyyan kişinin dışında etrafta kimsecikler yoktu…
Uyuyan kişiye doğru ilerliyordum ki, az önce işittiğim o ses; « Yatan kişi ; Musab bin Umeyr'dir » dedi...
Sonra ileride giden iki kişi gördüm; biri Peygamberimiz'di, fakat diğerinin kim olduğunu göremedim…
Muhammed yorumlamaya başladı rüyamı. « Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın inşallah » dedi…
Neden sonra, sohbet yine evliliğe geldi dayandı... Başımdan geçenleri anlattım. Oldukça dertliydim bu konuda. Aalında tarif oldukça basit ve sadeydi! Şöyle ki;
benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı,
sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı…
Uzun uzun dinledi Muhammed sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer.
« Evden çıkarken annem söyledi, bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni. »
Yok Muhammed! Bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum, yoruldum artık, dedim… Kız da pek istekli değilmiş zaten, dedi… niye diye sordum; o da birkaç kişiyle görüşmüş, daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Muhammed'in annesi ısrar edince de; olur, görüşelim, demiş...Tamam dedim, yarın gideriz.. diye sözleştik…
Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim, önüme gelen
engelleri Allah-u Teâlâ'nın izniyle aşmıştım…
Muhammed ile vedalaşıp eve geldim ve hemen konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye…
Çok heyecanlıydım nedense. Sabah erkenden kalkıp giyindim. Heyecan gitmek bilmiyordu, bir aağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde... İlk defa bu kadar heyecanlıydım. Öğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle. Muhammed bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım.
Kapıyı babası açtı, eve buyur etti...
Dereden-tepeden sohbet ettik biraz ve söz asıl konuya geldi. Kızın babası; « evladım, benim söyleyeceğim bir şey yok. Sen kızımla konuş bu konuları » dedi...
Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa… Bir odaya aldılar beni, kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum, ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Kendinizi o dutumda hayal edebilirseniz, neler hissettiğimi eminim çok daha iyi anlayabilecrksiniz!.. O kadar gergindim ki, hiç durmadan avuçlarım terliyordu ömrümde ilk defa... Neden sonra kız kapıda göründü;
nûrani yüzlüydü. Önüne bakarak konuşmaya başladı…
Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya…
İlk sorusu; « namazdan » oldu….
Bana; namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu!
Meselâ, « öğle namazın kaç dakikada bitiyor » dedi. Onbeş dakika civarında, diye söyledim…
Memnun oldu... Sonra birikmiş ne kadar paran var deyince, "önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde" dedim içimden… 45 bin lira var… Paranın zekatını veriyor musun deyince, yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim…
Konuşmasına ağır ağır devam etti ;
« Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi ve güvendikleri tek şeyleri paralarıydı.Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü; namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir, haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez... Böyle insanı bütün mahlukat sever, mahlukatın sevdiğini Allah-u Teâlâ da sever! Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kul ise makbûl edilen kuldur... ve devam etti konuşmasına ; Sonra zekâtı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen, eşinin hakkını da gözetmez. Allah-u Teâlâ ondan nasıl razı olur ki !..»
Ne kadar doğru konuşuyordu... Konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı, ben sormadan herşeyi anlattı bana. Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım…
Annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allah-u Teâlâ razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi. Abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım odamda... Neden sonra, birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık…
Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu... Akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor, ben ise dînî yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu…
Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık…
Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu.
Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben, en kaliteli, en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan
ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta.
Düğün tam istediğim gibi olmuştu….
Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu.
Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu.
Eşimin zekâsına, güzel ahlakına, güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum, sesini duyunca da çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni
her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu… Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu.
Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk…
Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum…
O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti ;
Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı. Kapı kilitliydi. Eşim «Bismillahirrahmanirrahiym» dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı!!! Bu durumu görünce, kalbimin atışları hızlandı, terlemeye başladım... Yataktan kalktım, gözlerim kapıya odaklanmıştı! Yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı…
Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim. Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki… Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine bakıyordum, buyur söyle dedim ;
«Hamileyim ! » dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam…
Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba. İlk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İsâm Ahlâkını mı yoksa, Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok, ilk önce Halifelerin menkîbeleriyle yeşertmeliydi kalbini. Benim evladım Ehl-i Sünnet'i savunan Ehl-i Sünnet'i yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı! Onu bu şekilde yetiştirmeliydik. Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbani'nin «Mektubat» ını okuyorduk...
Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu okuyordu…
Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti. Anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu. «Mektubat» ı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca, bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti..! Beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması, bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi... İlmihâl okuduğumda, anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım..
İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun.
Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum...
Bir akşam annem aradı, komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra. Düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi. Düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik…
Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu. Hayatımızdan çok memnunduk. Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine. Eşime üstadım diye hitap ediyordum. O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi. Geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum. Aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü… Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu. Bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu. Eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik…
Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı…
Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum. Her an onu düşünüyordum. Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim. Gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı. Muhammed'in beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı. Gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım; doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar. Arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra…
Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu. Kalktım etrafıma baktım. Eşimi gördüğüm anda. Sabret dediğini hatırladım. Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim. Elimi cebime attım bir tane mendil vardı. Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış. Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı…
N o T ;
« Bu yaşananları, rahmetli babamın günlüklerinden derleyerek sadeleştirdim... Hikâyede anlatılan kişiler, annem ve babamdı, doğan o çocuk bendim..! Sabır ve şükür, insanı en üst derecelere yükseltecek mukaddes birer kanattır... »
Allah-u Teâlâ herkese böyle eş nasip eylesin...
A l ı n t ı d ı r . . .
3 notes · View notes
belkidebirharfimben · 5 years ago
Text
Bir gülüşü var dudakları kesikten
“Her lezzetin içinde elemi var birer iz.” Lemeat’tan.
Dünya gülümserken de ona ‘hayır’ diyebilmenin bir yolunu bulmamız lazım. İmtihan bunun üzerine dönüyor. O gülümsemezken, hatta kibirle surat asarken, ‘hayır’ demek kolay. Kollarını açtığında nasıl ‘Dur!’ diyeceğiz? Ona değil. Kendimize. Kendimizi, kuvvelerimizi, hislerimizi, nefsimizi nasıl durduracağız o böyle kolları açık ‘Gel!’ derken? “Ne olursan ol yine gel!” diyen yalnız Mevlana kuddisesirruh değil ki. Her boyacı kendi boyasına çağırıyor bizi. İyiler iyiliğine çağırıyor kötüler kötülüğüne. Sınanmadığımız günahların takvası da kolay oluyor. Korunmuş alanların içleri kısmen güvenli. Ya ateşe tutulursak? Ateşteyken elimizi ‘kalmaya’ ikna edebilir miyiz? Seni bilmem de arkadaşım ben âkıbetimden çok korkuyorum. Çünkü içimde tutunacak bir kemal bulamıyorum.
Aklımı çok kurcalıyor bu. Başaramazsam geri kalanın kurgusal kaldığını düşünüyorum. Bir hayli yapmacık, tasannu, ‘mış’ gibi. İyi neden iyi? Kötü neden kötü? Bundan emin olmalıyız gibime geliyor. Yani itikadsız takva olmuyor. Aleyhissalatuvesselamın devr-i cahiliyede bile ’emin’ diye anılması, biraz da kötüden ve iyiden emin oluşundan ileri gelmiyor muydu? Vahiy gelmemişken bile kötüyü ve iyiyi tanımak. Fıtratının saflığında bir hayat yaşamak. Vicdanınla yüzleşmek. Vahiy böyle duru bir kaba dolmuştu.
‘Mış gibi’ yapmaya düşman oldum her zaman. Kur’an’a ve sünnete teslim olmamak değil bu. Hâşâ. Elbette tevekkülü nimet biliyorum. Fakat istiyorum ki: Kur’an’ın kötü veya iyi dediğini bizzat kötü veya iyi olarak göreyim. Bizzat günahın kendisinden soğuyayım. Bizzat günahın kendisi bana mantıksız gelsin. Anlamsız gelsin. Canım istemesin. Günahın lezzeti içindeki zakkum-u cehennemi sezebileyim. Taklidim tahkik olsun.
İşte yine Markar Esayan’ın sözüne geldim. “Kötülüğü canım istesin ama yapmayayım yine de.” Bunu istemiyorum. “Canım da istemesin çünkü o zaten kötü!” diyebilmek istiyorum. Kötünün kötülüğüne tüm latifelerimle iman etmek istiyorum. Zira içimdeki bu zıtlık benim sorunumdur büyük ihtimal. Allah’ın varlığı yaratışında bir çelişki yok. Hâşâ. O vakit, kötü bana iyi geliyorsa, iyi bana kötü geliyorsa, birşeyleri gözden kaçırmış olmalıyım. Bu sorunu nasıl çözeceğim? Kötüyü kötü görmeyi nasıl başaracağım?
Mürşidim bu sadedde diyor ki: “Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sûreten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir.”
Aslı öyle olan ve ‘aslında öyle olan’ bana neden sûreten böyle görünüyor? Bu ikircik, savaşılması gereken perde, cephe burası. Nefsin iknası da ancak böyle olur. Eskiler gırtlağına çökerek aşmışlar bu engeli. Nefislerini öldürmüşler. Fakat ben denedim. Haddim değil. Başaramıyorum. “Daha başka bir yolu olmalı” diye düşünüyorum. Genele daha yakın bir yol, bir suhulet, bir cadde. Nefis aptal değil. Aceleci ama kesinlikle aptal değil. Neyin iyi neyin kötü olduğunu kavrayabiliyor. Fakat kısavadede yapıyor bunu. Hemen gerçekleşebilecek bir menfaatin taraftarı. Hızlı olanın, hemen olanın, çabuk ele geçenin aslında kârlı olmadığını anlatabilecek bir dil bulabilsem, pekâlâ sözden anlayacak gibi. ‘İnşaallah’ yani.
“His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker; ve bir saat sefâhet keyfiyle, bir nâmus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.”
Psikoloji zaten bunu yapmıyor mu? Nefsin aklın diliyle bir ölçüde ikna olabildiğini görmüş birileri. Doğruyu ve yanlışı, etkileyici bir dille, yeterli zamanda anlatırsan/gösterirsen, o da anlıyor bu işte bir tuhaflık olduğunu. Menfaatinin orada olmadığını anlıyor. Acele olanın kâr getirmediğini farkediyor. Bütün rehabilitasyonlar, terapiler, bağımlılık tedavileri bunun üstüne. Salt aklını ikna etmek değil bunlarla yapılmak istenen. Akılla kötü olduğu kabul edilmezse zaten tedavi edemezsin. “Tedavi suçlamanın bitip sorumluluğun kabul edildiği yerde başlar!” diyor Irvin Yalom Bugünü Yaşama Arzusu’nda. Evet. Aklın bildiğini lisan-ı münasiple nefse de anlatmak. Kuvve-i akliyenin dilini kullanıp kuvve-i gadabiye ve şeheviyeye ders işittirebilmek. En sağlam tedavi burada sanki. İbn Arabî kuddisesirruh Firavun’u ‘nefis’ diye tefsir ederken ‘kavl-i leyyin’in de yerini değiştirmişti.
“Nasıl ki bir dakika hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir; öyle de, gayr-ı meşru dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mes’uliyetinden ve kabir azabından ve zevâlinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübeyle tasdik eder.”
‘Aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu akla gösterebilmek…’ Aradığım cevap bu. Şehvetin, gazabın, hislerin vs. ifrat etmek için her malzemeye sahip olduğu bir zamanda ahiret mesuliyeti bir nefis için ne kadar ikna edici olabilir? Bana şu anda, şu günde, şu görünende, o kem işe doğru giderken, o kem işi hayal ederken, o kem iş bana gülümserken ağzımın tadını kaçıracak şeyler de lazım. Bu gülüş değil, yanaklarımdaki kesik, bilmem lazım. O lezzetin, yani günahtaki o arsız lezzetin, aslında zehrolduğunu bilmem gerek. İrşadda böyle bir dil geliştirmeye muhtacız. Kısavadede iyi gibi gözükenin aslında kısavadede de kaybettirdiğine ikna edebilecek bir dil. ‘Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikretmek’ mübarek tavsiyesi içinde ‘her lezzetin ölümünü’ zeval-i lezzet ile hissetmek/hayal etmek. Bence Bediüzzaman bu hadisi çok başka anlamış. Tefekkürümüzün tahtası eksik. Ardından yürüyemiyoruz.
2 notes · View notes