#adalet101
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 6 months ago
Text
Bir Gezi Meramı
Tumblr media
“Toplanma” kavramının bu farklı boyutu üzerinde çalışmanızın sebebi/motivasyonu neydi?
Çoğu insan gibi ben de Fas ve 2010’da Mısır’da, birkaç yıl sonra da Gezi Parkı’nda olan gösterilerle ilgileniyordum. Artan ve büyüyen ekonomik eşitsizliklere halkın dikkatini çeken Occupy Wallstreet eylemlerini de destekledim. Kitabım 2012-13 yılında, bu tarz toplumsal hareketlerin önemini anlamaya çalışırken şekil aldı. Bazıları Occupy’ın herhangi bir talepte bulunmadığını öne sürse de ben onların kamusal alan için talepte bulunduklarının oldukça aşikare olduğunu düşünüyordum. Berkeley’deki California Üniversitesi’nde, benim çalıştığım kampüste gerçekleşen gösterilerden bazıları, bir kamusal alan olarak üniversitede “hak talebinde bulunuyordu”. Böylece sorular çoğaldı: siyasal talebin bir “talep” olarak anlaşılması hangi biçimde olur? Bu talebin, söze dökülmüş bir eylem ya da önermeler dizisi olması mı gerekir; yoksa bir araya gelen bedenlerin sustuklarında dahi “konuştuklarını” söyleyebilir miyiz? İstanbul’da, Gezi Parkı’ndaki sessiz gösterilerin bazıları oldukça manidardır; özellikle de halka açık toplantılara yasak getirildiğinde. Daha sonra ise, Fransa’daki OHAL’in uzatılmasıyla rassemblement (toplanma) ve manifestation (gösteri) arasındaki ayrımla ilgilenmeye başladım. İnsanların bir araya gelmesi neden bir tehdit unsuru olarak görülüyordu? Demokrasiyi, onu yıkanlara karşı savunmaya çalışırken aslında toplantı yapma özgürlüğünü de savunmaya çalışmaz mıyız? İngilizceden Türkçeye çeviren: M. Taha Tunç
Gezi Direnişi, on bir yıllık bir tahayyül artık. Yok sayılanların, toplum katmanlarında hiç sayılmayanların, devlet için ötekilerin ve tüm o ötekisinin ötekisi olarak anılanların genel kabulden ret yanıtı alanların buluştuğu, birleştiği bir isyanın on birinci yılı. Tümden açık ve afaki bir biçimde daraltılmış bir kalıba dökülmek istenen insanların, kuşatılmaya artık hiç kesintisiz devam olunagelen bir demokrasi tahayyülünün sorgulandığı bir çatının on birinci yılı. Yetti artık ünleminin kimselere dokunmadan, kimseleri çekiştirmeden, sadece ve doğrudan birlikteliği sağlayabilen bir imecenin eseri olagelen Gezi. Judith Butler’ın da değindiği gibi sessizliğin içerisinde bir performansı değil doğrudan hayatın savunulmasına dair kelamın sahiplenildiği ilk doğrudan eylem silsilesi. On bir yıl sonra iş bugün bakakaldığımız bir direniş, yeniden yola çıkma, ihtimalleri salt / sırf doğrudan yana kullanma telaşının hak talebinde bulunabilmenin öncelikli sureti temsilinde her neresindeyiz bunun meselidir bu meram.
Çoğunluğun yanıltılarak, eksik gedik konularak, her gün ama her bir gün biraz daha açık bir biçimde köşeye kıstırılıp da köle kılındığı bir zeminde, bu ülkenin yurttaşlarının olmaz denileni var edebilmesinin cüretidir Gezi her şeyden önce. Alacağımız Var kısa makalesinde değindiğimiz gibi bir tahayyülün ehven olandan alıkonulana dair bir isyanın ta kendisidir Gezi. “Sözü anlamlandırabilmek için illa her şeyi mot a mot anlatmak yerine bazen dolaylı bazen başka şeylerle ilintileyerek ilerlemenin bir nevi mecburiyet olarak zikredildiği bir yerde hayat ne yandadır onun düşüncesini cismanileştirebileceğimiz ve tanımlandırabileceğimiz bir meskenin kendisidir limanlar.
Kendiliğinden harekete geçen, yol alan, iz süren yeni rotalar belirleyen akıl bütünlüğü için, imece için gözden kaçırılmaması gereken bir zemindir limanlar. Söz eylenirken, edilgen tavırlardan sıyrılıp bir şeylere tenezzül etmenin hiç de korkulacak bir şey olmadığı ortaya bir kere daha çıkarken, bozuk plak gibi kendini yineleyenin, her dem ezberden okuduğu yıkımla fecaatin övgüsüne karşı meram belki aksettirilmeyenleri, önemsenmeyenleri fark ettirecektir.
Ötekileştirilme vesilesiyle toplum katmanlarını kestirmeden soyutlanmaya ve düşünmemeye sevk eden erk karşısında halklar için Haziran Direnişi’nden bu yana geçen süre dahilinde pek çok farklı detay önümüze serildi. Kah apar topar örtbas etmeler gerçekleştirilirken kah aba altından sopalar sallanıp durulurken, kah anayasal haklarımız söz konusu bile edilmezken müsamaha / tolere değil hak olan birçok şey iptal edilirken, gasp edilirken, kıyılırken bir şeylere ayabilmek ve fark edebilmek mümkün olmuştur. Liman olarak atfetmeye çalıştığımız yapım yahut ta mesken bütün bu denk getirilenleri tartışabileceğimiz, sonuca ulaşabileceğimiz bir mahalin adıdır. Tek anlatmaya çalıştığımız budur.
İddialı vecizlerin, dolu dolu görünen cümlelerin birbiri ardına paslandığı, içeriğinin tam da nail olduğumuz, tecrübe ettiğimiz karanlığı görünür kılan bir sonuca evirildiği bir zaman diliminde sözü yeniden kotarmak, yola çıkabilmek elzem olandır. Tüm yalınlığıyla ve olanca gerçekliğiyle beraber. Dün olan bitenin geçip gitmiş olarak değerlendirilenlerin bir bakarsınız sekiz sütuna manşet edildiği yerde ertesi gün hiçbir esamesinin okunmamasıdır ezcümle paylaştığımız.
Hayatın bunca abluka altına alındığı, dijital gözetleyiciler ile kolaçan edildiği, kolluk kuvvetine olur olmadık akla zarar ne kadar hak varsa tahsis edildiği bir yerde, bu ülkede bir çok şeyin henüz başlangıcında olduğumuz bahsinin özetidir. Gördüğümüz, bildiğimiz ve artık nail olduğumuz yaşadığımız yerde hiçbir şekilde farklı bir bakışımın, sözü savunmanın mümkünatının zayıflatılmasıdır. Muhalif olmanın, bir yerlerde sözü yeniden kotarmanın, dile getirdiklerinden bilmediğimizi varsaydığımız nice yeni şeyi öğrenebilmenin bütün bunları üst üste koyarak farklı bir tecrübeyi tanımlandırmanın, oluşturmanın kırmızı çizgilere dokunmak olarak bir şekilde duyurulduğu yerde vahametten kurtulma çabasına daha kaç vardır.
Her gün başka bir şekilde başlanan yollar kat edilen, aşıldığı söylenen şeylerden sonra karşılaştığımız gri duvarları, ağır laf ebeliklerinde tecrübe ettirilenleri ve anlaşılmazlığı ne yana koymalıdır hangi yana? Al bir kaya.. düzeylerinde her günü meteor yağmuruna tutup duran erk-muktedir-iktidarın görece hakaretlerinin, had bildiriminden çok azarlarının ve paralelinde ortaya çıkan hiddeti daha fazla yüceltiminin mabadında suskunluk elzem midir? Nedir, nicedir. Hakkın tanziminden çok yerle yeksan edilerek, hiçleştirilerek daha fazla tahakküme zeminin arandığı bir yerde adaletin varlığından dem vurabilir miyiz? Levinas’dan yaptığımız alıntıda bahsedildiği üzere bir şeylerin ayırtına varabilmek, onun ne kadar körü körüne sahip çıkıldığını ifşaa ederek, kıyasıya eleştirerek söz konusu edilebilir bir mefhumken daha kaç gün her şeyi en başından anlatmamız gerekmektedir. Dilleri çatallaştıkça, had bildirimlerinden, laf salatalarından alenen uluorta eylenen kıyımlara, had bildirimlerine alkış tutmalara, zemin hazırlamalara, bilakis göz yumma hallerine varan bir düzlemde demokrasi hangi paketle gelecektir?”
Kesintisiz kılınanın cerahatli temsilini anlatmaya bu satırlar yeterli gelmeyecektir belki de. Gezi Direnişi sonrasında her günü yeniden bir esir alma, tehdit etme, tahakküme tam ve eksiksiz riayet sarmalı olarak biçimlendiren bir iktidar pratiğinin hedef kıldığı her şey hayatın aleniyetteki savunusunun da imkansızlığa aleni rehin edilmesini göstere gelir. Bu mudur, bu hallerle midir, yepyeni anayasa çalışmasını gerçekleştirecek ülke! Gezi Parkını muhafaza etmeyi ancak ve kata planlarına bağlı kalarak var edebilmiş, binbir tehdidi yine yeniden sunabilmiş olagelen bir aklın eyleyeceği herhangi bir şey sıradan için doğrudan bir umudu var edebilir mi? Demokrasi sahiden neydi ki? Gezi Parkından, Akbelen Ormanlarına, İkizdere, Kaz Dağları, Bergama'dan Kozak'a, Dersim'den Artvin'e ve Turgutlu'ya pek çok sahnede, Hidroelektrik Santrali projesinden, altın madenciliğine, toprağın alt üst edilip, doğanın geri dönülemeyecek talanlara rehin edilmesine, süreğen kılınan cendere halini var ederek mi yenilenir ülke? On bir koca yıl sonra varılan merhalenin utanç verici sureti de mi bir şeyleri aksettirmez, halen dank ettirmez!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Gezi eylemlerinin üzerinden 11 yıl geçti. Türkiye’nin birçok yerinde anmalar düzenlenirken eylemler sırasında öldürülen ailelerin de adalet arayışı sürüyor. Bu ailelerden biri de Okmeydanı'nda polisin sıktığı gaz fişeğiyle vurulan ve tedavi gördüğü hastanede 269 günün ardından 15 yaşındayken ölen Berkin Elvan’ın ailesi.
Berkin Elvan’ın öldürülmesi Türkiye’yi yasa boğarken anne Gülsüm Elvan acısı ve oğlu için yürüttüğü adalet mücadelesi adeta akıllara kazındı. Gülsüm Elvan’la 11 yıllık Gezi eylemlerini, Gezi’de yakınlarını kaybeden ailelerle olan bağlarını, hukuk mücadelelerinde dosya avukatlarından seçilmiş ve vekilliği hukuka aykırı bir şekilde düşürülmüş tutuklu Can Atalay’ı ve elbette Mart ayında ölümünün 10’uncu yılına giren Berkin’i konuştuk. Anne Gülsüm Elvan’a sorduğumuz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle oldu:
Gezi eylemlerinin üzerinden 11 yıl geçti. Bu 11 yıl içerisinde adalete erişiminizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin için ne anlam ifade ediyor bunca zaman?
Avukatımızın çabasıyla hukuk mücadelemizi bir yere kadar getirdik. Biliyorsunuz başlarda katili ortaya çıkarmadılar. Biz görüntülere ulaştık ve katili kanıtladık. Mahkeme heyeti kararın görülmesine iki duruşma kala değişti. Süreç zor ilerledi. Kasten adam öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet alması gerekirken 16 yıl 8 ay bir ceza aldı. Yeterli mi? Hayır, çünkü katil hâlâ dışarıda. Bu benim canımı çok yakıyor. Can Atalay ile bu mücadeleyi vermiştik ama Can hala içerde."
Gezi davasından tutuklanan ve hakkında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği iki ayrı hak ihlali kararı olan Can Atalay’ın tahliye edilmemesine karşın vekilliği Meclis kararıyla düşürüldü. Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı olan Osman Kavala ve onlarca insan hala Gezi davasından kaynaklı tutuklu. Toplumun bir kısmı uygulanmayan AYM ve AİHM kararlarını tartışıyor. Siz genel tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Gezi’de binlerce insan yer aldı. Ama içlerinden onlar seçildi. Osman Kavala sadece Gezi’ye destek verdi, başka bir şey yamadı. Ahmet Atakan hakkında bir soruşturma açılmazken Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet aldı. Bakın Ali İsmail’in (Korkmaz) katillerinin tamamı ceza almazken Çiğdem Mater gibi isimlere 18 yıl ceza verildi. Katiller içeride değil. Hepsi dışarıda. Bütün bunların yanında sekiz tane çocuk öldürüldü.
Bu insanlar neden içeride bilmiyorum. Adalet bakanı, meclis başkanı çıkıp açıklamalar yapıyor bunlar tatmin edici değil. Bahsi geçen kişiler neden içeride? Ellerinde silah yoktu. Çiğdem çekemediği belgesel için tutuklandı. Can avukat. Mine aynı şekilde mahkemelerine girip çıkıyordu. Bu haksızlık işte. Bir gerekçe yok. Canımız çok acıyor. Katiller dışarda benim oğlumun ölümünün üzerinden 10 yıl geçti. Ben çocuğumun mezarına gidemiyorum. Çünkü gidip diyemiyorum ki, “Oğlum, adaleti yerine getirdim, hesabını sordum diyemiyorum.” Ama Gezi bu ülkenin en değerli direnişiydi. Yapacakları AVM’ye herkes gidemezdi ama o parka herkes gidebilir. Gezi ak bir direnişti."
Berkin’in avukatlığını üstlenen Can Atalay ile yollarınız nasıl kesişti?
"Berkin hastanedeyken Can Atalay sürekli gidip geliyordu. Ben tabii o zamanlar pek kendimde değildim. Düşünün tam 269 gün boyunca aklım sadece bir yerdeydi. Ardından Gezi’nin 1’inci yıl dönümü geldi çattı. Ben Can Atalay’ı o gün avukat olduğunu öğrendim. O günden sonra da hiç kopamadık. Bizim için sadece bir avukat olmadı. Kızlarıma ağabey oldu, bazen onları alıp dışarıya çıkarıyordu. Aileden biri oldu bizim için çok değerli."
Berkin’den bahsetmek ister misin?
"Ben daha yeni yeni çocuğumun iyi halini hatırlıyorum. Hep yoğun bakımdaki hallerini hatırlıyordum. Koşmalarını iyi hallerini yeni yeni hatırlıyorum. 14 yaşında bir çocuktu. Oğluma mezuniyet töreni için kıyafet almıştım giyemedi çocuğum. Hala orada duruyor. Berkin’in bardağı, bir tabak yemeği, sandalyesi var ama kendisi yok. Onun yaşındaki çocuklara bakıyorum. Acaba diyorum nasıl olacaktı, bunun gibi mi olacaktı diye düşünüyorum hep. Ben hayal kuramıyorum artık. Her şeyimizi yok ettiler. Berkin neşemdi. Erken aldılar çocuğumu. Acımı bile yaşatmadılar. Şu anda ben yargılanıyorum. Ben çocuklarımla her gün çıkıyordum Gezi’ye, hakkımızı, ülkemizi, çocuklarımızın geleceğini savunmak için."
Gezi’de yakınlarını kaybeden ailelerle ilişkiniz nasıl, iletişiminiz sürüyor mu?
"İlk başlarda olduğu gibi sürekli iletişim halindeyiz. Her bir aile farklı şehirlerde. Çok sık yan yana gelmesek bile biz çok büyük güçlü bir aileyiz. Şartlar ne olsun. Her gün de araşır konuşuruz."
On bir yıl sonra, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Hasan Fırat Gedik, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım ve Berkin Elvan. Derin, kalıcı bir boşluk, isimlerin, hikayelerin orta yerinde kalakalan cevapsız sorular, hiç ama hiçbir türlü gelemeyen / tutulamayan yaslar. Adalet zaten, birkaç sene evvel yazdığımız gibi, ne siz sorun ne onlar anlatsınlar! “Katilleri günlük yaşamlarına devam ederlerken, katiller faili meşhurlar cumhuriyetinde kollanmaya devam edilirken işgüzarlık olarak değerlendirilir çünkü bir çocuğun hakkını savunmak. On dokuz yaşında sopalarla, tekmelerle, hiç bitmeyen bir öfkeyle saldıranların vesikası ayan beyan ortadayken susun denilmektedir. Susun ve biat edin!. Kentin sokakları Ali İsmail Korkmaz diye çınlarsa birilerinin makamlarında neden buna müsaade ettiklerinin hesabı sorulacaktır çünkü. İki arada bir derede çemkirdikleri Gezi Direnişi’nde buluşan, birbirlerini gören, tanıyan, dilini önemseyen, çözüm geliştiren, tartışan ve yitirilenlerin adaletini aramaktan hiçbir zaman vazgeçmeyecek insanlara olağanüstü hal ile karşılıktır çünkü bu ileri demokrasi. Her şeyi dört dörtlük yapmayı çok iyi bilenlerin ellerinden gelen; bu hırsızları katilleri arsız ve uğursuzları korumaktır çünkü yegane becerileri halka karşıtlıklarıdır.”
Gezi Direnişinin üstünde on bir yıl geçti. Tahakküm, tehdit, tahayyül edilenin ötesindeki bir rehin alma faktörü artık olağan sabitimiz kılındı. Yepyeni ülke şiarı dillendirilirken ol Gezi’yi var eden isyana meramın karşılığının çok da güzel alındığını!!, daha beter bir ülke için duraksamadan yola devam olunduğu, en son yerel seçimler sonrasında ortaya çıkan o normalleşme / yumuşama bahsinin hemen ertesinde Kürd özgürlük hareketine / siyasetine karşıtlıktan görmek mümkündür. Genel geçer değil, ezel ebet bir halde, devletin milletine, yurttaşına karşı sorumluluklarını göz ardı ettiği bir yerdeyiz. Ne hak hak, ne hukuk hukuk kılınıyor. 2013 yılından bu zamana geçen süre içerisinde bırakalım bir hak tanımını, özgür irade mefhumunu, adil, eşit bir ülkeyi her gün bir başka sapağa / çıkmaza yollanan bir ülke gerçek kılınıyor. Bunca cerahatin ortasında hayatı, belki de uzun zaman sonrasında ilk defa hayatı geri kazanan bir halkın karşısında, zorbalık rejimi kendini belki de en güncel haliyle çıkarta geliyor. Adaletin tükenişine sahne kılınan bir yerde hayatın ederi, anlamı, yansısı eksik kılınır. Bunca zaman sonrasında eldeki ümidi de çarçur etmeye devam diyen bir muktedirin var ettiği her açmaz, en başta da o adaleti çalarak suna geldiği ülke denilen sahne bir cehennemdir. Ayırtına varıyor musunuz. Direniyor, itiraz ediyor musunuz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Afişet - Kofti Anarşist
1 note · View note
seslimeram · 1 year ago
Text
Kırılgan Demokrasi - Geleceksiz Ülke
Tumblr media
Kötürüm kılınmış olagelen demokrasi mefhumunun eksiltildiği her geçen gün daha bariz kılınıyor. Yeni bir yüzyılın kapısının açıldığı zikredilen bir zeminde demokrasinin geçmiş olana ait bir edime indirgenmesi her günü açmazlara çıkartıyor. Bedene, akla ve eylem ve yaşama istemine yönelik, en başta sıradan olanın hiçe sayıldığı bir devinim hali içerisinde o açmazlar daha belirgin kılınıyor artık. Yeni ülke eskinin sınırlarından ilerlerken, onun var ettiği her fecaati yeniden sahiplenirken, oradan çıkagelen acıyı oarmak bir yana yine yeniden imal etmeye girişen bir denkliği bildirir. Demokrasi sıradan insanın elinden açık bir biçimde çalınır. Erk, muktedir, iktidar elinde bir zorbalık pratiği, bütün o yıkım halin güzelleyen bir paratoner olarak kullanılır. Cerahat hemen her yerdedir. Cürümler sahicidir ve gerçekliğimiz olarak bina edilendir. Ceberut olagelen devlet aklı hayatı kuşatandır iş bu raddede. Demokrasi tüm bu pratiklerle birlikte, ismi yeni denilen sahnede kenar süsü kılınmaya devam olunur. Eksiksiz kılınmış olagelen her hamlede bu dönüşüm nüvesi bir kere daha karanlığın sınırlarıyla buluşturulmak istenir. Kötürüm kılınmış demokrasi edimi bir hakikatken yol / yordam / anlam çaba ve sair her şey boşa düşürülür. Bir cerahat halini tertipleyen / istifleyen akımın ortasına demirler ülke. Yönetim katının sunduğu hemen her pratikte / yönelimde bu döngü kalıcılaştırılır. Demokrasi kötürüm bir mefhum kılınırken yaşamsal idenin çürütülmesi / sınırlanması beşeri insanın gününü / geleceğini kapkaranlık kılar. Yirmi iki yıllık iktidar pratiğiyle ak parti ister tek isterse de şu anki gibi ırkçı / dinci olagelen koalisyon suretiyle birlikte bu hali bina etmeye devam ediyor.
Demokrasi mefhumu pratikte hayattan alınırken, yerine ikame edilenlerle tastamam derin, kalıcı bir otokrat bir rejimin binası sürgit devam olunandır. Despotluk sınırlarına varmış o aklın sunduğu şeylerle birlikte bu tahakküm hali dört bir yanda, yedi düvele düşmanlıkla, en başta da kendi içinde sesini itirazını yükseltenlere düşmanlıkla birlikte işlevselleştirilir. Bununla, tüm bu öngörüsünü yıkıcılık / nefret, ayrım ve şiddete dönüştürme istemiyle bir ve beraberce yineleyen menzilde demokrasi basit bir biçimde devre dışına taşınır. Kah bir biçimde Artsakh, Nagorno Karabakh’daki Ermeni nüfusun bir an önce tehcir edilmesinde, saldırdı Ermeniler yalanını vurgulayarak, üsteleyip bir de suç halini bile isteye var ederek Azeri devletinin pis işlerinin arkasını toplayarak bu habis tahakküm hali sahiplenir. Uzun uzadıya bir kere daha yazmaya hacet kalmamış bir biçimde 120 bin insanın hayatlarının ilelebet değişmesini, Xocalı’nın bedelini ödettik diye sevine duran bir baş amirin varlığı karşısında zaten hiçbir ilave söze hacet yoktur. Demokratik olmayı, kafasından topyekun silmiş olagelen bir akımın insanların haklarını / yer / yurt dediklerini muhafaza etmelerine dair seslenişlerine kayıtsızlıkları o zorbaların elinde bir kere daha acıya dönüştürülür. Bu ülkedeki baş efendinin, emir erlerinden iletişim işleri başkanı fahrettin efendinin var ettiği yalan haberler, sürekli ivmesi artan Ermeni nefretini yaygınlaştırma prensipleriyle zaten o yıkım buradaki Ermeni’ye bir sınav, Türk içinse var olmayan bir demokrasinin yaşatmak yerine ona mani olma hevesini görünür kılar. Bir kere daha sınav verememiş bir toplumun bir kere daha bir kez olsun yaratılan cehenneme karşı sesini yükseltmemiş, çoğu zaman ol yavşak medya söylemlerindeki iletişim başkanlığının dozunu ayarladığı nefrete iman ede duranların elinde Türk (hepsi) ile Ermeni arasındaki bağ da kopup gider. Ulaşılan merhale bunun en net örneğidir. Yayında yapımda emeği geçenler kına yakabilirler artık. Geçemiyor olsak da geçelim bir kere daha... Onca acı, elem / kötülük nasıl aşılabilirse...
Demokrasi idesinin nüfuz ettiği bir sahne olmaktan alıkonulan menzilde var edilmiş her eylem biraz daha derin açmazlara yollanan ülkeyi de göstere gelir. Tümüyle başka yerlere dair konuşmalar var edilirken dönülüp de sınırın içinden bakıldığında hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin yerli yerinde olmadığı / kalmadığı görünür. Müşterek bir ide olagelen hakkın da hukukun da birleştiği demokrasi edimi, eylemi topyekun naçar kılınır. İzi vardır kendisi seksen darbesinin mimarı evren zırtapozu elinde oyuncak kılınmış kes yapıştır bir anayasa metninin içerisinde un ufak edilmiş olandır. Bugünün ülkesinin istikametinin her nasıl bir biçimsizliği var ettiği orada temelleri atılandan belirgindir. Bir kısacık haber bile olan / yönlendirilen ülke gerçekliğine dair yetkin bir kanıt olacaktır. Bianet’ten aktaralım: “Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi Parkı davasında, Osman Kavala'nın müebbet, TİP Milletvekili, avukat Can Atalay, TMMOB yöneticisi şehir plancısı Tayfun Kahraman, film yapımcısı Çiğdem Mater ve sinemacı Mine Özerden'in 18'er yıl ağır hapis cezalarını onadı.
Daire, Yiğit Ekmekçi, mimar Mücella Yapıcı ile Açık Toplum Vakfı yöneticisi Hakan Altınay'ın mahkumiyet hükümlerini bozdu ve adli kontrol hükümleri uygulanarak tahliyelerini kararlaştırdı.
Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Daire, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 25 Nisan 2022'de verdiği karara ilişkin temyiz incelemesini tamamladı ve Türk Ceza Kanunu'nun 312/1 maddesi gereğince, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılan Kavala hakkındaki mahkumiyet hükmünü onadı.
Daire, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" suçundan 18'er yıl hapis cezası verilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin de onanmasına karar verdi.
Daire Atalay ve Kahraman'ın "bir plan ve organizasyon dahilinde gerçekleştirilen Gezi Parkı olaylarının başlaması ve tüm ülke sathına yayılarak derinleştirilmesi kapsamında" eylemlerinin bulunduğuna hükmetti.
AA'nın aktardığı kararına göre, Daire, "Atalay ve Kahraman'ın, "Gezi Parkı eylemlerinin gerçekleştirilmesindeki organizasyonda baş aktör olan ve bu eylemleri finanse eden diğer sanık Mehmet Osman Kavala ile de irtibatlı olarak birlikte hareket ettikleri[nin anlaşıldığına]" karar verdi. Daire daha da ileri giderek Atalay ve Kahraman'ın eylemlerinin "TCK'nın 312/1. ve 37/1. maddeleri kapsamında hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu halde, delillerin takdir ve değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan mahkumiyetlerine karar veril[diğini]" ancak "aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılma[dığını]" ileri sürdü.
Daha basit bir ifadeyle Daire Atalay ve Kahraman'ın da esasında Kavala gibi "müebbet ağır hapisle cezalandırılmaları gerekirken 18 yılla kaldıkları" yargısını ileri sürdü.
Bozma kararları
Yargıtay 3. Ceza Dairesi Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi ve Ayşe Mücella Yapıcı hakkındaki 18'er yıl hapis cezalarını bozdu.
Daire sanıkların eylemlerinin, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" kapsamında olmadığına, bu üç sanığın eylemlerinin, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet" kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine hükmetti.
Daire, mahkumiyet hükümlerini bozduğu sanıklar Yapıcı ile Altınay'ın adli kontrol hükümleri uygulanarak tahliyesini kararlaştırdı.
Arka plan
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu sanık Osman Kavala'yı, TCK'nin 312/1 maddesi gereğince, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırmış, "siyasal veya askeri casusluk" suçundan ise beraatine hükmetmişti.
Heyet, sanıklar Can Atalay, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Ayşe Mücella Yapıcı ve Yiğit Ali Ekmekçi'nin "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" suçundan 18'er yıl hapisle cezalandırılmalarına ve bu suçtan tutuklanmalarına karar vermişti.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, yerel mahkemenin kararını hukuka uygun bulmuştu.
Sanıklardan Can Atalay, 14 Mayıs'taki 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde TİP'ten Hatay milletvekili seçilmiş, bunun üzerine avukatları yargılamanın durması ve tahliyesine yönelik Yargıtaya başvuru yapmıştı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise talebin reddine hükmetmişti.”
İstemsiz değil yok yere hiç değil bariz bir biçimde demokrasi ediminin boşa düşürülmesi için o Gezi direnişi sırasında ortaya çıkan iradenin ilelebet sönümlenmesi için elindeki tüm imkanları kullana gelen ak partinin var ettiği yargı bunca açık bir infazla çıka gelir. Tümüyle baş amirin direktifleri doğrultusunda insanların eyledikleri itiraz haklarını tüm o kurulmuş düzen diye var edilmiş, çeteleşmiş, yoz, kendisinden saymadıklarına hayatı açık bir biçimde zindan eden anlayışa karşı sürgit yinelenen dönüşüm çağrılarına yanıtı alenen, kestirmeden mahpus kılarak bildiren bir anlayış ortaya çıkar. Bununla bir yönelim ya da bir gelecek pratiğinin söz konusu edilemeyeceği muhakkaktır. Gel gelelim burası Türkiye olduğu için iyiliği, desteklenmiş bir imece / kolektif isyanı fonlamak gibi garip, akıl dışı bir yaftalama / iddianame diye rol kesen abuklama hallerinde Kavala gibi bir insan müebbet hapse mahkum edilir. Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’in on sekiz yıl tutsak edileceği tescillenir. Hayat idesi bunca alenen un ufak edilirken bir ihtimali, sorgulayarak, yaşanabilir bir ülkeye varma umudunun da çer çöp haline indirgenmesinin utancı da ilavesidir. Tümüyle nobran bir tahayyülle birlikte bir kere daha devletlinin hiddeti diye var edilen şey / şekilsiz bir sınırlama halinin ta kendisini bildirir. Kimselere hayat hakkı tanımayan bir cerahat erkinin elinde her gün biri ya da birilerinin hedefe kılınması kesintisizdir. Düşman aramaya hacet kalmaksızın, her bir bireyin sınandığı bir mezalim sahnesi kalıcılaştırılır, gerisi lafı güzaf!
Demokrasinin eksiltildiği bir güncelliği idame ediyor şu ülke, bu mavi küre. Artık baskın bir despotizm, kesintisiz kılına gelen bir tahakküm ve tehditler aralıksız şok doktrinlerinin ortasına terk edilen sıradan insanların hayat hakları alt üst ediliyor. Düzen denilegelen şey bir biçimde başkası / öteki sandığına hayatı dar ederek yolunu açmayı tercih edenlerin hal ve meseli kılınıyor. Tümüyle darmaduman edilmiş bir hakkaniyetin karşısında aralıksız bir halde yenilenme denilerek çürüme var ediliyor. Memleket memleket değil, gidişat hiç gidişat değil, söz söz değil, eylem zaten sizlere ömür kılınmışken hem nalına hem mıhına bir tahakküm tezgahta işlenmeye devam olunuyor. Kötürüm kılınan demokrasi çeperinin her gün biraz daha arttırıldığı bir zeminde hayatın mahvına zemin / geleceğine ipotek / tümden yok oluşuna ihtimal var edilmeye devam olunuyor. Umursuyor musunuz bütün bu fecaatler sarmalını, şu ülkenin yönetim katının ettiklerini, ektiği nefretin var edeceği fırtına biçmeyi... sahiden... sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: İstiklal Caddesi Gezi Parkı Protestolarından ::: Güzelbirdünya ::: Vikipedi
1 note · View note