#adalet ne halde
Explore tagged Tumblr posts
Text
Karanlığın Esiri...
Belirsiz değil handiyse her durumda, hemen her şekilde hesaplı ve kitaplı bir yönelim var ediliyor. Müştereklerimiz bahsinin bir istikametteki varlığı, etkisi, güncelliği, gerçekliği o hesaplı kitaplı yollardan geçilirken un ufak ediliyor. Cerahat hayatı kuşatıp dururken, erk, muktedir kendi bekası adına yarınların talan olunması gerçekliğini var ediyor. Bir bunun yolunda ilerliyor. Onca kabus var edilirken bütün bunlar bir hülya gibi davranılıyor. Oysa gerçeklik ile anlatılanlar arasındaki uçurum kalıcı kılınıyor. Oysa gerçek pejmürde, saklı tutmaya hacet görülmeden yoksunluk, yoksulluk ve yarınsız kılmaktır. Vizyon denilerek çıkartıla gelen her hamlenin sunduğu bir benzersiz yıkım imgesi kılınıyor bu raddede. Tümden ve doğrudan muktedir tahayyülü olagelen pratikleri bu yıkımı daimi bir mesele kılıyor. Doymak nedir bilmeyen oburlukları, gözü dönmüşlük haliyle hayatın hemen her günü o yıkım bahsinin esiri kılınıyor. Müştereklerimiz olagelen idelerin, düşünce ve hali eylem örgülerinin, hak kavramı bahsinin yıkımı o aralıkta güncelleniyor.
Doğrudan güncellenen her tahakküm veçhesiyle birlikte belirsiz değil doğrudan hesap ve kitaplı bir yönelim herkese takdim ediliyor. Cerahat ekseni yeniden biçimlendirilirken ol masalların kıyısında hiçbir hakikatin görünür kılınmayacağı bildiriliyor. Geleceksizliğini bir motif kılarak, her zamanki gibi seçim sathı mahallinin yetmiş günlük süreci sakız gibi sündürülerek bir demokrasi deneyiminden bahis açılmaya çalışılıyor. Gerçeklikte ise o tek adamın savunduğu, bildiği ve kimselerden esirgemediği bir iktidar pratiğinin aralıksız ve muğlak olmayan boyunduruğunu var etmek tahayyülü işleniyor. Kaybedilmiş İstanbul ve Ankara özelinden iktidar pratiklerinin her nasıl akçeli işlerdeki aksamayı var ettiği hiç kesintisiz bildirilirken bunların müşterek bir yaşam idesinin iyileştirilmesi için değil de ol muktedirin bekası adına savunulduğu göz ardı olunuyor. Bay İmamoğlu mesel olarak dahi görülmüyor. Bile isteye erkanı muktedirin seçim propagandası şehirde canı / pestili çıka gelenleri değil o devletli kademesinin nasıl akçelerden uzak kılındığına ah vah edilen hal ve tavırları bildiriyor. Yaygın medyanın da işareti almasıyla birlikte İstanbul ve Ankara’yı birlikte geri almanın keyfi üstüne meseller çizilip duruyor. Oysa yalın gerçek dediğimiz gibi bir kere daha sıradan için fecaati önleme, yaraları sarma değildir. Kangrenleşmiş olan sorunlarıyla bir başına kim hayatta kalırsa onunla yola devam olunabilecek bir ülkenin var edilmesidir. Kesintisiz kılınan her hamleyle bu pratik yirmi iki yıldır bu ülkenin hem içinden geçti, hem geleceğini un ufak etti. Sorun eden var mıdır ola?
Birkan Bulut’un Evrensel Gazetesindeki haberidir: “Genel seçimlerden sonra daha “akılcı” diyerek düşük faiz politikasını terk eden ve emekçiler için daha acı reçeteye başvuran Erdoğan yönetimi, yerel seçimler yaklaşırken kesenin ağzını açıp açmamak arasında kaldı. Prof. Dr. Murat Birdal’a göre Erdoğan sandıkta kendisini göremezse söylem değiştirebilir.
Genel seçimlere faiz indirimi ve yüksek kur politikasıyla giderek büyüme rakamlarını önceleyen Erdoğan yönetimi, seçim ekonomisini devreye sokmuştu. Zenginin daha da zenginleştiği bir servet aktarımına dönüşen enflasyon artışının bedeli ise halka hayat pahalığı olarak fatura edildi.
Seçimler bitince, ekonomi yönetiminde yapılan değişiklikle “rasyonal politika”nın devreye sokulduğu ilan edildi. Gözünü yurt dışı yatırımlara çevirerek ülke ülke kaynak arayışına giren Erdoğan yönetimi, daha önce söylediklerinin tam aksine yüksek faiz ve kemer sıkma politikalarını uygulaması için Hazine ve Maliye Bakanı atadığı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a tam destek mesajları verdi. Erkan’ın Türkiye’ye gelince ailesinin yanına taşındığını söylemesi, Şimşek’in kamu kurumlarında kalem kağıtta bile tasarruf edilmesini istemesi aslında düşük ücret, azalan kamu harcamaları ve artan vergiler konusunda “Biz de kemer sıkıyoruz” mesajları olarak kayda geçti.
Ancak yerel seçimler yaklaştıkça beklenen oldu. Seçimlerde kamu kaynaklarının daha fazla kullanılması ve ekonomik vaatlerde bulunulmasını isteyen AKP’deki birçok isim, mevcut ekonomi politikalarında gevşeme bekliyor. Basına da yansıyan tartışmalar, bugüne kadar seçim ekonomisinden beslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat Bakan Şimşek’e “Seçime kadar kesenin ağzını aç” dediği iddialarına kadar vardı.
Şimşek: Seçim Ekonomisi Olmayacak
Emeklilere zam tartışması içerideki tartışmaları daha da görünür kıldı. Bakan Mehmet Şimşek, sonunda sosyal medya hesabından açıklama yaparak, “Seçim ekonomisi iddiaları gerçeği yansıtmıyor. 2024 yılında bütçe hedeflerimizi tutturmakta kararlıyız. Sayın Cumhurbaşkanımızın güçlü destekleriyle program hedeflerimize ulaşmak için gerekli politikaları kararlılıkla uyguluyoruz” dedi.
Kısa Vadede Piyasa Güveni Sağlanamadı
Süreci değerlendiren İktisatçı Prof. Dr. Murat Birdal, ekonomideki göstergelerin iktidar açısından yerel seçimlerin zor geçeceğine işaret ettiğini kaydetti. Para politikalarının gevşetilmesine dair taleplerin öne çıkacağının öngörüldüğünü belirten Birdal, seçim yaklaşırken parti içinden de itirazlar olmasının beklendiğini söyledi.
Enflasyon ve kur istikrarında iktidarın zor durumda olduğunu belirten Birdal, “Bazı adımlar atması lazım, çünkü sermaye girişi sağlanamıyor. Seçimden sonra kısa vadede piyasadan istediği güveni sağlayamadılar. Yabancı sermaye çevreleri de beklentilerinin asıl olarak seçimden sonra devreye sokulacağı inancındaydı. Bundan dolayı işlevsiz kaldı vaatler. Seçim öncesi keskin bir adım olamaz ama seçimden sonra vatandaş ekonomik açıdan daha fazla zorlanacak” dedi.
Muhalefet cephesindeki dağınıklığın iktidarın lehine olduğunu ifade eden Birdal, seçimleri kazanacağını düşünürse Erdoğan’ın çok geri adım atmayacağını ama sıkıştığını görürse kesenin ağzını açacağını dile getirdi.
Politika Değişirse Günah Keçisi İlan Edilir
Mehmet Şimşek’in daha önce de partide böyle bir ayrışma yaşadığını hatırlatan Birdal, “Şimşek bir ekonomi politikası için Türkiye’ye getirildi. Bundan bir sapma yaşanacaksa Şimşek’e ihtiyaç yok. Daha önce de parti içinde suçlanmıştı. Benzer bir değişimde yine günah keçisi ilan edilir ve yoksullaştırmanın sorumlusu Şimşek olduğu ilan edilir” dedi.”
Hesaplı kitaplı bir yönelim olarak yoksun kılma, yoksullaştırma düşünsel bir eylem olmaktan ötede hayatın hakikatine dönüştürülüyor. Duraksamadan imal olunan her hamle bir yönetim anlayışının suna geldiği her tahayyül bu kadar sıradan olanın gündelik dertleri ya da yaralarını çözmek bir yana onları kalıcılaştıran, ümitsizliği aralıksız gerçek kılan bir paylaşıma dönüştürülüyor. Şimşek ve ekibinin radikal dönüşümü var etmek bir yana tüm o sermayenin / iktidar çevrelerinin tahayyülleri doğrultusunda eyledikleri hamlelerin bariz bir biçimde sıradan hayatı için her şeyin tepetakla edildiği bir güncelliği var etmesi arasız, fasılasız bir gerçekliğe dönüşür. Onca zamandır güncellenen her hamleyle, bariz bir halde o yoksunluk paydaş kılınırken, siyasetin başındaki temsilin müdahaleleriyle birlikte yalın, gerçekten gerçek bir cürmün sahnesi bina olunandır. Müşterek bir yaşam idesinin kurgusu ve gerçekliği artık aleni tarumar ediliyor. Bundan da zerre-i miskal gocunulmuyor. Aleni bir halde süreğen kılınmış olan ekonomi politiğin giderek daha belirgin bir halde sadaka kılınmış asgari ücretle bir hayatta var olma gayretini sürdürdüğü açığa düşüyor. Ne olur ki bu hallerle! Tümüyle bir nobranlık, zengini çok daha zengin kılan bir düzlemde hakiki bir eşitliği var etmek bir yana ele tutuşturulan üç otuz kuruşla yaşayın buyurması devamı sağlanan bir şeyken ne olur ki hayat, nasıl olur ki!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, AİHM’in Demirtaş, Kavala ve Atalay kararlarına siyasi baktığını, Yargıtay kararlarının da AYM kararları kadar bağlayıcı olduğunu savundu.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, katıldığı bir programda Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, iş insanı Osman Kavala ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tutukluluklarına dair konuştu. Tunç, AİHM’in bu davalara (Kavala-Demirtaş davası) siyasi yaklaştığını savunarak, “Kararı ortaya çıkaran deliller hukuki açıdan değerlendirmiyor. Türk yargımız bu davalardaki kararlar Yargıtay’dan geçmiş olan kararlar” dedi.
‘Bir takım sorunlar ortaya çıktı’
Bakan Tunç, şunları söyledi: “Anayasamızda yüksek mahkemelerimiz var. AYM de yüksek mahkemeler kısmında sayılıyor. Hepsinin görev alanları belli. AYM-Yargıtay arasındaki görüş farkı sebebi anayasamızın bazı maddelerinin son değişikliklerle bireysel başvuru ile birtakım sorunlar ortaya çıktı. Kanun koyucu sorun çıkmasın diye hükümler de koymuştu. Anayasada vekillerin tutukluluğu konusunda suçüstü olan ağır cezalık suçlar hariç deniyor. Atalay’ınki seçimden önce başlayan bir dava. Anayasal düzene karşı suçlar Atalay’ınki. Bu suçlar kanunla düzenlenmiş. Terör suçları şu şu maddelerdir deniyor. AYM diyor ki Anayasa’nın 14. maddesindeki suçlar belirsiz diyor, Yargıtay da bu suçlar düzenlenmiştir diyor. Daha önce de uygulamaları var zaten diyor. 83 ve 14. maddesini uygulanmaz hale getiriyorsunuz diyor.”
‘Kararları farklı yorumluyorlar’
İki mahkemenin de yıpratılmaması gerektiğini kaydeden Tunç, AYM kararları kadar Yargıtay kararlarının da bağlayıcı olduğunu savundu. Tunç, “Verilen bir karar noktasında iki mahkememiz anayasa maddelerini farklı yorumluyor. Sorunun kaynağı anayasa. 184 kez değişiklik yapıldı. AYM’nin yapısında adliye mahkemelerinde verilen kararların da gitmesini sağlarsanız süper bir uygulama olur. AYM’ye gelen bireysel başvuruları Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyeler incelesin diye bir hüküm olabilir” dedi.
Belirsiz değil handiyse her durumda, hemen her şekilde hesaplı ve kitaplı bir yönelim var ediliyor. Tümüyle iktidar pratiğinin sunduğu şeylerle bir kere daha dönüşüm var edilmeye çalışılıyor. Eğri, eğrelti, eksik gedik kılınan demokrasi pratiği, ekonomi tahayyülü gibi ol adaletin de yarım, sonucu etkisiz kılınmasının hallerinde bir kere daha hesaplı kitaplı bir istikamet devşiriliyor. Darbeci Kenan efendinin tahayyülü olarak, mutabık kalındığı ileri sürülen bir yamalı bohça anayasanın geçerliliği hala söz konusuyken onun güncel bir siyasi düşün üstündeki etkisinin iktidarın şablonuna göre dönüşümü var edilmek isteniyor bir kere daha. Baş Amirin aralıksız bir biçimde hedef kılmaktan çekinmediği iş insanı Osman Kavala, Türkiye İşçi Partisi Hatay vekili Can Atalay, eksi Halkların Demokratik Partisi eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş gibi toplumsal dinamiklerin peşi sıra sözü ve eylemleriyle bu ülkedeki demokrasi pratiğine bir adım olsun yaklaşılsın diye çaba sarf eden insanların esareti sorgulanmasın isteniyor. Tümden madun siyasetin, başat temsilcisi olagelen bu sığ, sağcı, siyasal islami yapının diskuru, kapsadıkları dışında kalan herkesi bir anlamda terörist / terörize ederek hak kavramı yerle yeksan edilmeye çalışılıyor. Duru durağı olmayan bir yıkıcılık, kuşatma haline devam diyor, yenilenmiş olduğu zikredilen şu ülke!
Müştereklerimiz mefhumunun yerle yeksan olunduğu bir zeminde hakkaniyet kavramının da miadı doldurulur. Her şey bağlamından kopartılıp çürümenin esiri kılınırken belirsiz değil doğrudan hesaplı kitaplı bir mahvetme hali güncelleniyor. Demokrasi, eşitlik, adalet kavramlarının kökünden talan olunduğu, gündelik zorbalık diline haiz iktidar pratiklerinin her şekilde, pragmatist bir döngüyü yeniden var ettiği ülke gerçekliği karşımıza çıkartılır. Kabus her anlamda hülya gibi pazarlanmaya devam olunuyor. Cumhuriyet idesini, yüzüncü yılında bir sivil düşün temsilini var edemeyen aklın, onca nobran tantanası arasında çıkagelen her şey bu mutlak / kati olan hesaplı kitaplı yıkımı imlemeye devam ediyor. Bildiğimiz, gördüğümüz nihayetinde bir ülke titrinin iyice altının oyulmasıdır. Her hesaplı hamle, ister sosyopolitik, ister ekonomik, isterse de hakkaniyet bahislerinden olsun bu kadar yalın bir çürümenin, sosyal çökertmenin yolunu açar. Memleket memleket olmaktan alıkonulurken geriye koca bir cüruf kalır. Ortalık kesif, keskin bir karanlığın esiridir, bilin yani, öyle!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Uriel Sinai – Getty Images – CNN
#mesel#meram#anlam#ülke#gerçek#tahayyül#biyopolitik#sosyal#sosyopolitik#hayat meseli#cürüm#karanlık çağ#demokrasi101#adalet#hukuk#ceza hukuku#terör#yorgun#demokrasi ne halde?#cumhuriyet#yüzüncü yıl#aidiyet#anlamak#türkiye gerçeği#başka ülke#ustalık eseri#cüruf#karanlık
1 note
·
View note
Text
"Adalet mi o ne mesela. 1 hafta da sadece 3 kadın katledildi 1 genç kız 2 pislik tarafından sokak ortasında iğrenç şeylere maruz kaldı. O 2 pislik serbest bırakıldı insanların tepkilerinden sonra geri içeri alındı neden mesela ila başka şeyler mi yapması gerekiyor içeri alınması için. Bunları yapan insanların hepsinin sabıka kaydı var. İla bu ülkede bu pisliklerin içeri girmesi için kadınların çocukların katledilmesi mi gerekiyor. Bizim bildiklerimizden hariç kim bilir daha kaç kadın kaç çocuk vardır bu durumları yaşayan. Siz bu pislikleri sabıkası olduğu halde dışarda elini kolunu salayarak gezmesine izin verdiğiniz için bunlar oluyor. Artık yetmez mi ne zaman durucak bunlar. Siz bunlar olurken gelip de halen bizlere adaletten bahsetmeyin."
81 notes
·
View notes
Text
...
Bolu'da imam nikahıyla evlendirilen 11 yaşındaki kız çocuğunun sekiz aylık hamile olduğu ortaya çıktı. Samsun'da otomobil çarptı diye koma halinde hastaneye getirilen 14 yaşındaki kız çocuğunun, imam nikahlı eşi tarafından odunla dövüldüğü, sonra da kaza süsü vermek için motosikletle üzerinden geçildiği anlaşıldı. Ordu'da 13 yaşındayken para karşılığında evlendirilen kız çocuğu, sürekli dayak yediği 40 yaşındaki herifin evi terketmesi üzerine, kendi ailesi tarafından kabul edilmedi, henüz 17 yaşındayken üç çocuğuyla ortada kaldı. Gaziantep'te özel hastanede 18 yaşında birinin kimliğiyle doğum yaptırılan kız çocuğunun, aslında 12 yaşında olduğu tespit edildi. Adana'da 13 yaşındaki kız çocuğuna düğün yapıldı. Sakarya'da kuzeniyle evlendirilen 15 yaşındaki kız çocuğu, evden kaçıp polise sığındı. Tekirdağ'da bir noterin, 14 yaşındaki kızlarını evlendirmek isteyen ana-babaya muvafakatname verdiği belirlendi. Tokat'ta evlendirilen 12 yaşındaki kız çocuğunun dört aylık hamile olduğu anlaşıldı. Ağrı'da 16 yaşında evlendirilen kız çocuğu, işkence yapılmış, tuvalette eli kolu bağlanmış halde bulundu. İzmir'de 12 yaşında evlendirilen kız çocuğu, sezaryenle doğum yaptı. Adana'da imam nikahıyla evlendirilen 16 yaşındaki kız çocuğu, trenin önüne atladı. Korunması Gereken Çocuklar Sempozyumu'nda konuşan Gümüşhane Üniversitesi öğretim üyesi, bizzat yaşadığı hadiseyi anlattı, “yol kenarında bir kız çocuğunu kucağında bebeğiyle ağlarken gördüm, 16 yaşındayken evlendirilmiş, anne olmuş, bebeğinin eli yanmış, ne yapacağını bilmiyor, bebeğiyle birlikte ağlıyordu, aslında orada bir anne ağlamıyordu, iki çocuk ağlıyordu” dedi. Kayseri'de para karşılığında evlendirildiği herif tarafından sokağa atılan, kamyonet kasasında yaşayan 15 yaşındaki kız çocuğu, av tüfeğiyle canına kıydı. Konya'da 16 yaşındayken evlendirilen kız çocuğu, inşaatın yedinci katından atladı. Siirt'te dünyaya geldi, ismi Kader'di, 12 yaşında evlendirildi, 13 yaşında anne oldu, 14 yaşında canına kıydı, adı üstünde kaderi böyleymiş denildi, geçildi. 12 yaşındayken iki bilezik karşılığında 40 yaşındaki evli herife kuma verildiği ortaya çıkan kız çocuğu “yanına yatmaya korkardım, bana oyuncak almayınca ağlardım” dedi. 11 yaşındayken 40 yaşındaki herifle evlendirilen kız çocuğu “çocuk doğuramıyor diye dövüldüğünü, üç dört sene kaynanasının koynunda yattığını” söyledi. 30 yaşında biriyle evlendirilen 13 yaşındaki kız çocuğu, seneler sonra gazete röportajında anlattı: “İlk gece beni tek başıma odaya soktular, korkudan bayıldım, kolonya verdiler, evlendirildiğim kişi odaya geldi, ‘hadi gel seninle evcilik oyunu oynayalım' dedi, bu cümleyi hayatım boyunca unutmayacağım…” 12 yaşındayken okulundan alınıp, başlık parası karşılığında 50 yaşındaki herifin koynuna sokulduğu anlaşılan kız çocuğu “derslerim çok iyiydi, rüyamda sürekli mezun olduğumu, diploma aldığımı görüyorum” dedi. Henüz 14 yaşındayken 10 bin lira karşılığında, beş çocuk, dokuz torun sahibi 70 yaşındaki herife verilen kız çocuğu, seneler sonra bu konuda araştırma yapan üniversite ekibine anlattı, “annemi asla affetmeyeceğim, hayatımı değiştirme imkanım olsaydı, en önce babamı değiştirirdim” dedi.
*
Akp hükümeti, işte bu sapıklara af kanunu çıkarmaya çalışıyor.
*
Geceyarısı sessiz sedasız meclisten geçirirken muhalefet partilerine yakalanan Adalet bakanımız “bunlar tecavüzcü değil, cinsel istismar suçunu zorla işlemiş kişiler değil, tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” diyor… Adalet bakanımızın “küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dediği işler, işte bu işler!
*
Ve bu işler… Sadece ahlaksız babalar, utanmaz dünürler, sapık damatlarla yapılmıyor. İmamlarla yapılıyor.
*
İmamlar nikah kıyıyor.
İmamlar onaylıyor.
Babalar istedikleri kadar ahlaksız olsun, dünürler istedikleri kadar utanmaz olsun… İmamlar rıza göstermese, bu insanlık suçu işlenebilir mi?
İmamlar, nikahını kıy diye kendilerine getirilen kız çocuklarını polise, jandarmaya, savcıya bildirse, bu talihsiz kız çocukları, babaları hatta dedeleri yaşındaki sapıkların yatağına sokulabilir mi?
*
İmamlar, bu işlerin olmazsa olmazıdır.
25 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
206. BÖLÜM - İki basit cümle - Hayalet Kral Savaş Ruhunu Körüklüyor
“Peki onlar tuzağa düştükten sonra ne olacak?” Shi Qing Xuan sordu.
Hua Cheng ve Xie Lian çoktan insan çemberinin ortasında yerlerini almışlardı. “Bundan sonrasını bize bırakın. Onları yavaş yavaş halletmek için buranın içinde olacağız, sakın bir tanesinin bile kaçmasına izin vermeyin. Tek ihtiyacımız zaman. Şu an en önemli şey dağılmamalarını sağlamak. Beş yüz kişi olamadığımız için tehlikeli olduğunu söyledim, bu yüzden çemberin dayanıp dayanamayacağını veya yaratıkların kaçıp kaçamayacaklarını söylemek zor.”
Birisi sertçe yutkundu ve sordu; “Çemberden dışarı kaçarlarsa ne olacak?”
“Hiç hoş olmaz.” Xie Lian cevapladı. “Kederli ruhlar sizi ele geçirip vebayı bulaştırır…”
“Eğer, sadece soruyorum ama, biri bırakıp kaçarsa ne olur?”
“Eğer çember parçalanırsa o zaman belki kederli ruhlar sizi de etkiler.” Diye cevapladı Xie Lian.
“Yani iki türlü de ruhlar insanları etkileyecek.”
Daha akıllı olanlar anladı ve şöyle dedi: “Hayır bu farklı, ilkine göre on ruhtan onu da seni ele geçirip veba bulaştıracak, ikincisine göre ‘belki’nin anlamı, eğer bırakıp kaçarsan hâlâ hayatta kalma şansın olabilir.”
“Kesinlikle.” Dedi Xie Lian. “Şimdi, bırakmak isteyen var mı? Bundan sonra kesin olarak başlayacağız ve asla kaçamazsınız ama başlamadan önce kim giderse gitsin fark etmez. Umarım kimse geri adım atanlara laf söylemez çünkü bu görev cidden zorlu.”
Bunların konuşulması gerekiyordu, aksi halde gerekli olan iki şeye, cesaret ve kararlılığa sahip olamazlardı. Biraz zaman sonra bir düzine insan birbiri ardına başları eğik ve aceleci şekilde çekilmeye başladı, böylece çember biraz daha küçüldü. Xie Lian derin bir nefes aldı ve rahatladı, “Tanrıya şükür.”
“Neye teşekk��r ediyorsun?” Shi Qing Xuan sordu. “Daha da azaldık şimdi.”
Xie Lian gülümsedi, “Şu an bile oldukça insan var, tahmin ettiğimden daha iyi.” Başlangıçta sayının yarısı ayrılırsa ne yapılması gerektiğini ciddi bir şekilde düşünmüştü, ama sadece bir düzine insan gitti ve bu da şaşırtıcıydı. Tam o sıra aniden uzaktan bir ses geldi, “Durun, bu insanların kim olduğunu biliyor musunuz? Öylece güvenemezsin, dikkat etmezse seni kandırabilirler.”
Xie Lian baktığında cennetin gözü ve ekibinin olduğunu gördü. Shi Qing Xuan hemen söylenmeye başladı, “Eee, peki sen kimsin o zaman? Yardım etmeyeceksen boşuna iş çıkartma. Buradakiler bir ruhu bile incitmeyecek güven bana.”
Tabii ki bu ruhsal büyücüler saçı başı dağınık bu dilencinin lafını dinlemezlerdi. “Ya sen kimsin? Sözlerin kaç kuruş eder?”
Shi Qing Xuan başkalarının ona takıldığını duyunca öfkesi tavan yaptı ve kendi yüzünü işaret ederek, “HAH? GELMİŞ BENİM ÖNÜMDE PARADAN MI BAHSEDİYORSUN? İDDİAYA GİRERİM Kİ KİMİNLE KONUŞTUĞUNA DAİR EN UFAK BİR FİKRİN YOK, EMİNİM BUNDAN ÖNCE HEPİMİZ ÖNÜMDE SECDE BİLE ETMİŞTİNİZ, öhöm öhöm…” Bu kadar çok şey söyledikten sonra boğazını temizledi ve geri çekildi. Ruhsal büyücüler onun daha fazla blöf yapamayacağını o yüzden de geri çekildiğini düşündüklerinden umursamadılar ve onun yerine, “Hiçbiriniz o ikisinin ne yapmayı planladığını bilmiyorsunuz, küçük bir parça yemek için hayatınızı kaybedebilirsiniz.”
Xie Lian onların bir parça yemek için değil arkadaşlık ve adalet amacıyla orada bulunduklarını açıklamak üzereydi ki Hua Cheng onları umursamazca konuştu, “Yanlış, onlar yemek için değil dünyayı kurtarmak için buradalar.”
Xie Lian biraz şaşırmıştı, neden Hua Cheng bunu söylüyordu ki? Ancak diğer grup cıklamaya başlamıştı. “Ne? Dünyayı kurtarmak mı? Neden körü körüne sallıyorsun? Sadece kendi hayatınızı kurtarmaya odaklanın, bu yeterli!”
“Evet, dilencilerin bu işe katılmasına gerek yok, evinize gidin, daha fazla sorun yaratmayı bırakın.”
Hua Cheng tembelce cevap verdi: "Ah? Yani demek istiyorsun ki, dilenciler dünyayı kurtaramaz. Bunu yapabilecek yeteneklere sahip olmadıkları için mi, yoksa layık olmadıkları için mi?”
Bu sözleri duyduklarında dilenciler kabadayılanmaya ve hoşnutsuz olmaya başladılar. Cennetin gözü kızgınca konuştu, “Ben öyle demedim.”
Shi Qing Xuan hemen kafasını tekrar dışarı doğru çıkarttı ve ona işaret etti, “HEY HEY HEY!!! BEN ÖYLE DUYDUM AMA!!!” Sözlerinle kastettiğin tam olarak bu değil mi? Sözlerin de açıkça küçümseme ve aşağılama doluydu. DEĞİL Mİ MİLLET???”
“EVET! O ZAMAN NE KASTETTİN? BİZ LAYIK DEĞİL MİYİZ?”
“BİZ GELSEK DE GELMESEK DE BİZE YEMEK VERECEKLER, CİDDEN SADECE YEMEK İÇİN Mİ GELDİK SANDIN? İNSANLARA TEPEDEN BAKMAYI BIRAK!”
Xie Lian Hua Cheng'e döndü, Hua Cheng kaşlarını hafifçe çattı, sanki ‘çantada keklik’ der gibiydi. Geride kalan pek çok kişi olmasına rağmen cidden tam olarak kararlı değillerdi, bu yüzden cennetin gözü ve ekibi bilmeden onları küçümsedi ve Hua Cheng de buna karşılık olarak ‘Sizin gibi pislik dilencilerin böyle şeylere dahil olmasına gerek yok’ gibi bir cümleyle kelime oyunu yaparak onları yüceltti. Böylece o dilencilerin kalplerindeki isyanı heyecanlandırdı; yapamayacağımızı mı düşünüyorsun? O zaman size ne olursa olsun ne gerekiyorsa yapabileceğimizi göstereceğiz.
Böylece savaş ruhları dalgalar halinde arttı. İki tarafda birbirine laf atıyordu. Xie Lian cennetin gözü ve ekibine dönerek, “Eğer cidden endişelendiysen orada dur ve izle. Eğer cidden birilerine zararlı bir şeyler yaparsak bizi durdurmak için geç kalmazsın.”
Yanında Hua Cheng gülümsedi ve ekledi: “Ama yolumuza çıkmazsan senin için daha iyi olur.”
“…”
Ruhsal büyücüler ve grubu tüm yol boyunca Xie Lian ve Hua Cheng’i takip etmişti, artık dayanamayıp tüm cesaretleriyle üstlerine atlayacaklardı ki Hua Cheng’in onlara bakıp attığı korkutucu sahte gülümsemesiyle korkup geri çekildiler. Hua Cheng Xie Lian’a dönerek, “Gege, gökyüzüne bak.”
Beraber gökyüzüne baktılar. Dolunayın etrafında uçuşan kara bulutlar artık daha belirgin sanki daha da yakınlaşmış gibiydiler. Onlar gönüllü yardımcılar ararken kim bilir kaç gün kaç gece geçmişti ve bu yaratıklar da neredeyse artık içeri gireceklerdi.
Xie Lian'ın kalbi yalpaladı; olamaz, daha fazla insan bulacak zaman kalmadı. Tabii bunu yüzüne yansıtmadı ve haykırdı; “MİLLET, POZİSYON ALIN. SIKICA TUTUNUN!”
Shi Qing Xuan zaten ilgiyle ayakta duruyordu, “Ekselans… Ol’ Xie, yeterince varız, kolayca içeri giremezler değil mi?”
Sonuçta burası ölümlülerin diyarıydı, rastgele çığlıklar yanlış anlamalara ve gereksiz sorunlara neden olurdu. Xie Lain yanıtladı, “Ben burayı koruyacağım ve hepinizi sürekli kontrol edeceğim ve bir yer kırılmak üzere olduğunda rünü düzeltmek için yukarı çıkacağım. Bu şekilde süreyi uzatabileceğiz.” Yani açılabilecek delikleri sürekli olarak kapatacaktı. Shi Qing Xuan cevapladı, “Hı-hı, pekala o zaman, bizim hayatlarımız senin ellerinde, benimki de dahil ekselan… Ol’ Xie. Çok çalışmalısın tamam mı? Çok çalış. Ben de ölümlüyüm artık!”
“Pekala Ol’ Feng, tüm gücümü vereceğim!”
Herkesin avuç içi terlemiş yüzleri gergindi. Hemen sonrasında hepsi birbirinin ellerinin sıkıca tutmuştu ki birdenbire, yukarıdaki sessiz gecenin gökyüzünden çığlık atan bir ağlama sesleri geldi. Gittikçe daha yakın ve gittikçe daha hızlı.
Geliyorlardı.
Doğru zamanlamayı yakalamak için Xie Lian talimatını verdi: "Millet, ileri doğru hava üfleyin!”
İnsanlar nedenini anlamadı ama emirleri takip yanaklarını doldurup var güçleriyle hava üflemeye başladılar. Bir kış gecesinin ortasında nefesler çok da uzağa gidemezken büyük bir kalabalığın Yang'ın aurasıyla karışan sıcak, beyaz bir hava üflemesini sağlamak çok şaşırtıcıydı. Ayrıca Hua Cheng yaratıkların neler olup bittiğini görmelerini engelleyen bir kamuflaj büyüsü de eklemişti. Aslında dağılıp haydutluk yapacak olan o kederli ruhlar, özellikle sıcaklığın ve yaşayanların aurasının yoğun olduğu çok canlı bir alan hissettiler. Doğal olarak bunun saldırı hedefi olduğuna inanarak heyecanla oraya koşarak öfkeli bir siyah sütun oluşturdular!
O anda, Xie Lian'ın tüm görüşü neredeyse karanlığa gömüldü, haykırdı; “Herkes dikkatli olsun, tutuşunuzu gevşetmeyin. Kafese girdiler!”
Tam o sırada, Hua Cheng'in arkasından binlerce gümüş kelebek ortaya çıktı ve yayıldı.
Unutulmaz güzellikte gümüş ışıklar parladı ve Xie Lian'ın gözlerinin önündeki siyah sis anında dağıldı. Xie Lian, Hua Cheng'in ona doğru bir el uzattığını gördü, "Gege, yanıma gel."
Xie Lian hafifçe irkildi ve hemen sıkıca elini tuttu. Hua Cheng, Xie Lian'ı kenara çekmeden önce sadece hafifçe çekti. Bir elini Xie Lian’ın beline sararak bakışlarıyla etrafı sakin bir şekilde taradı. O kederli ruhlar iki bin yıldır ocağın içinde kilitli kalmalarına ve hapsedilmekten akıllarını yitirmiş olmalarına rağmen, yine de yaklaşmaya cesaret edemediler ve ikisinin bir metre yarıçapında tek bir karanlık aura bile yoktu.
Ancak o zaman neşeyle çemberin içine düşen küskün ruhlar bir şeylerin ters gittiğini fark etti; etrafı yırtıp parçalıyorlardı ama nasıl oluyordu da yaşayanlardan hiçbirini parçalamıyor, onun yerine birbirlerini parçalıyorlardı? Dokunamadıkları iki kişi daha vardı ve o gümüş kelebekler onlar için keskin bıçaklar ve ok yağmurları gibiydi, kanatlarını çırpıp saldırıyor, çığlıkları gökyüzüne yükselirken onları öldürüyorlardı!
Kederli ruhlar sonunda kapana kısıldıklarını fark ettiler. Ateşten bir kafese kapatılmış vahşi hayvanlar gibiydiler ama o iki yüz küsur insan bu demir kafesin dışındaki oyuncular değil, kafesin demir parmaklıklarının ta kendisiydi!
Bunu fark eden kederli ruhlar öfkenin de ötesine geçerek, el ele önlerini kesen dilencilere şiddetle ve vahşice bağırmaya başladılar; ağızları sanki kafalarını yiyecekmiş gibi sonuna kadar açıktı, tüyleri öfkeyle diken dikendi, yüzleri ve bedenleri acınası bir şekilde buruşmuş ve bükülmüştü. Bazıları korkudan birkaç adım geri çekildi, ancak kısa süre sonra yanlarındakiler tarafından durduruldular, "Kıpırdamayın!"
Aynı zamanda Xie Lian da seslendi: “HAREKET ETME! RÜN SAĞLAM OLDUĞU SÜRECE SİZE ZARAR VEREMEZLER!”
Bunu duyan kalabalık bir nebze olsun rahatlamıştı. Çığlık atan kederli ruhlara çılgınca tüküren dilenciler bile vardı, tükürürken bağırıyorlardı: "TÜÜ TÜÜ TÜÜ! KİRLETECEĞİM SENİ, KİRLETECEĞİM SENİ! DEFOL BURADAN!" Bunun nedeni muhtemelen hayaletlerin pis şeylerden korktuğunu bir yerlerde duymuş olmalarıydı.
Xie Lian gülse mi ağlasa mı bilemedi, "Bunu da yapmana gerek yok! Korkmayacaklar!"
Tam o sırada, aniden insan dizisinin bir yerinin parçalanmak üzere olduğunu, bir deliğin sızmak üzere olduğunu fark etti ve aceleyle oraya baktı. Gözleri şişkin ve odaklanmamış, nefes alışverişi sert, sanki çok gerginmiş de kasılmak üzereymiş gibi cılız, küçük bir dilenci gördü!
Birçok kederli ruh da bu adamın ruhunun zayıfladığını fark etti ve hepsi ona doğru üşüştü. Xie Lian koşup kırbaçladı, kederli ruhlar kırbaçlanırken uludular, Xie Lian hızla adamı geri çekip sağındakilere ve solundakilere bağlanmalarını emretti. Rahat bir nefes almasına fırsat kalmadan, yaklaşık altı metre ötede güneybatıda yeni bir sızıntı daha belirdi. Xie Lian tam oraya koşmak üzereyken, çok daha uzakta, Shi Qing Xuan'ın hemen yanındaki kişiden bir sızıntı daha olduğunu fark etti!
Ne de olsa küskün ruhların sayısı çok fazlaydı. Bu sadece ilk dalgaydı, sonrasında durmaksızın daha fazlası gelecekti!
O bunu zamanında başaramayacaktı, Xie Lian bağırdı, “SAN LANG!”
Ancak Hua Cheng hareket etmedi, “Gege, endişelenme.”
Xie Lian, Hua Cheng'in fark etmediğine, bazı şeyleri görmezden geleceğine inanmayı reddetti ama bu boşluk küskün ruhlar tarafından kullanılacaktı!
Ancak tam bu kritik anda, sarı bir tılsım uçarak geldi ve Shi Qing Xuan'ın hemen yanında patladı!
Bu tılsım hiçbir kederli ruhu havaya uçurmamış olsa da yine de telaşla geri çekilmelerine ve başlarını geri çekmelerine neden oldu. Meğer bunca zamandır röntgenleyen ruhsal büyücüler grubu koşarak gelmiş: "SİZE KARIŞMAYIN DEMİŞTİM, AMA ŞİMDİ KARIŞTIĞINIZA GÖRE SONUNA KADAR SAHADA KALIN! EĞER KALAMAZSANIZ, YOKSA SADECE SORUNA SORUN KATARSINIZ!!!"
Hua Cheng Xie Lian'a döndü, "Gördün mü, sana endişelenmemeni söylemiştim.”
Sonsuza kadar rahat edecekti. Xie Lian cevap verdi, "En!"
Cennetin Gözü ve diğer ustalar sonunda yerlerinde duramadılar ve kendileri de koşarak geldiler. Hızlı ve çevik hareket eden profesyonel dövüş sanatçıları oldukları kesindi ve her biri iki kişinin elini tutarak onları ayırdı ve kendilerini içeri aldı. Onlarca yeni gelen anında çemberin içinde asimile oldu ve insan dizisini genişletti. Cennetin Gözü seslendi, "DOST MESLEKTAŞLARIM! ÇABUK ÇABUK ÇABUK, BURADA BAŞKENTTE OKULLARI VE ÖĞRENCİLERİ OLANLARA ÇABUK GELMELERİNİ SÖYLEYİN!!!"
“Koş koş koş!”
“BEN DE KENDİ ÖĞRENCİLERİMİ ÇAĞIRACAĞIM!”
Kısa bir süre sonra, yüz kadar insan caddeden aşağı doğru akın akın geldi.
Hepsi de keşiş, efsuncu ve büyücü olan bu yüz kadar insan gerçekten etkileyiciydi! Her biri tam teçhizatlıydı, tek bir adımda iki adım atıyorlardı, formları kahramanca ve canlandırıcıydı.
Xie Lian kafasının içinde yüksek sesle tezahürat yaparken, dilencilerin hepsi geniş gözler ve açık ağızlarla bakıyordu. Bu yeni insan dalgası, öfkeli bir tuhaf aura sütununun olağanüstü görüntüsünü gördüklerinde hepsi afalladı ve kısa süre sonra aceleyle onlara katıldılar. Asimile olduklarında çember daha da genişledi; kraliyet başkentinin tüm ana caddesinde yer kalmayacaktı. Yeni gelenlerin cesareti bir yana, hepsi de her türlü ruhani aletle donatılmıştı ve şüphesiz bu diziyi tutma süresini büyük ölçüde uzatabileceklerdi.
Bunu gören Xie Lian artık kendinden en az dokuz kat emindi ve kendinden emin bir şekilde sakince seslendi, "KİMSE KORKMASIN, ÇEMBER DÖNÜYOR. BİZİM TARAFIMIZDA ARTIK DAHA FAZLA İNSAN VAR, RÜNÜ SIKI BİR ŞEKİLDE TUTTUĞUMUZ SÜRECE ONLARI YOK ETMEK AN MESELESİ OLACAK!"
Kalabalık da durumun kendi lehlerine gittiğini görebiliyordu. Artık işin içine umut girdiği için her şey daha kolaydı ve bir anda herkesin içi güvenle doldu ve coşkuyla karşılık verdiler: "ONLARI YOK EDİN!"
Diğer taraftan Cennetin Gözü, "Bizim tarafımızda yüz altmış sekiz kişi var! Siz kaç kişisiniz? Ne kadar dayanabileceğimizi düşünüyorsunuz?"
Bu tarafta, dilencilerin başı Shi Qing Xuan da birkaç kez saydı ve yüksek sesle cevap verdi, "Burada ründe kalan yüz kırk sekiz kişi var!"
"Toplamda üç yüz on altı kişi var." Xie Lian, "Sadece bulmamız gereken..." dedi.
Ancak Hua Cheng konuştu: "Bu doğru değil."
Xie Lian ona döndü, "Doğru olmayan ne?" Hua Cheng'in bakışları geri döndü ve ciddiyetle ona baktı, "Sayım doğru değil. Şu anda burada üç yüz on yedi kişi var."
13 notes
·
View notes
Text
Laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun sahibi olduğu ulusa ihanet edenler..
Bir yazı dizisiz için uzun bir başlık olabilir.
Adın isterseniz siz verin ama şeyh said, saidi nursi, vahdettin, batılıların desteklediği nurcular ve alt yapıları ve de pkk, hizbullah, taliban, işid vs gibi özellikle amerikanın desteklediği terör örgütlerini anlatacağım ve tabi ki de içimizdeki bopçu hainleri.. Bu hainlerin içinde milyon dolarlık zırhlı araçlar gezen tarikat ve cemaat ceo'ları da var. Adı menzil olsıun, ismailağa olsun, süleymancı olsun, veya diğerleri.. HEPSİ HAİNDİR!.. Bunlar ve bunları destekleyen hangi siyasetçi varsa HAİNDİR!... Fetöşün çocukları ile O.Ç. (operasyon çocukları) olan ortakları hiç irtibatlarını koparmamış anlaşılan; koparmış olsalardı eski fetö bankasının müdürü devletin önemli finans kurumlarının başına getirlir miydi? Olan cahil fetöcülere oldu, hak ettiler. Sırada adalet, bürokrasi ve en önemlisi ise siyasilerde.. Dün fetö vardı bugün mencizciler, süleymancılar, ismailağacılar vs vs ve alt fraksioyonları var. Ülkemizin ulus devlet olarak her bireyinin eşit olduğu bir hukuk devleti ferdi olup, haklarını kullanabileceği bir ülke için en büyük beka sorunu bop eşbaşkanıdır. Çakma dindarlar ve onların milliyetçiyim diyen köpekleri giderse ülkemiz en geç 10 yılda kendine gelebilir (Yıpranmışlığı ve yoldan çıkmış bir devletin durumunu siz düşünün!)
Amerika dünya için en büyük sorunlardan biri çünkü 70li yıllarda başlayan enperyalist amerikan şirketleri gördüler ki "ulus" devletler yayılma ve sömürgecilikte en byük engeldi. Atatürk'ün kurduğu demokrasiyle yönetilen Türkiye en büyük sorun idi. Onlar da arap yarım adasındaki feodaliteyle yönetilen ülkere gözlerini diktiler, başardılar. Yılbaşına bir kaç gün kaldı, Filistin'de Natenyahu soykırım yaparken, araplar "Noel" kutlaması yapıyor!
Filistin diye g..tünü yırtan çakma müslümanlar İsrail'e gemilerle malzeme gönderip arapların noel kutlamalarını göremiyor! Sorun bu değil aslın, asıl sorun bu riyakarlığı, sahtekarlığı, iki yüzlülüğü göremeyen halkımızda aramak lazım.
Ey cahil sürüsü, Noel ile yılbaşı aynı değildir. Batılıların kültürü yalan ve hırsızlık üzerine kurulmuştur. Noel bile onlara ait değil! Yılbaşını Hıristiyanlık dahil bir dine bağlayarak yorum yapan, fiili bir işe kalkışanlar, gerçeği bildikleri halde manipülasyon yapanlar CAHİL YOBAZDIR. Ya da BİRİLERİNİN MAŞASIDIR.
Geçen yıl bu günlerde çatıya çıkan taliban vari bir sakallı vardı, noel babasını bekliyormuş!? 😄😄😄 Yorumum: "Ne kadar inanıyorsa noel babası için çatıya kadar çıkmış'" oldu... Beyaz tv başta olmak üzere bütün yandaş tvler bu kadar tasmalarını tutanların reklamını yaparsa olacak şey böyle gerçekleşir..
Ve siz de cahillere prim veriyorsunuz. Ülkenin bu halde olmasının en büyük nedeni muhalefet partileridir. Onca SKANDAL'a rağmen hükümet el değiştirmedi. Benim siysete ve siyasetçilere güvenim SIFIR.
Uyanacak olanlar sizlersiniz. Bu devletin, ülkenin, toprakların, hastanelerin, limanların, üniversitelerin, fabrikaların vs vs hepsinin sahibi sizsiniz. Tapusu size ait olan tek şey oturduğunuz ev değil, en önemli tapu Cumhuriyettir ve sizindir o tapu. Büyük tapunuza sahip çıkmazsanız o büyük tapunun sınırları içindeki küçük tapunuz da (şahsi eviniz) bir gün hain vahdettinciler tarafından alınacak.
Keşke Yunan kazansaydı diyen deli Kadir'i ziyaret eden Diyanet Başkanını ve Fransız sever Halil Konakçı imamı aklımızda. Unutulacak kişiler değilller bunlar, Kubilay'ı şehit eden hainlerle bunların hiçbir farkı yok; HEPSİ HAİN.. Bunlar her iftiralarından sonra ÖDÜLLENDİRENLER "EN BÜYÜK HAİNDİR."
Dün çok ünlü yurtdışı istihbarat gazeteciliği yapan bir değerli insanı kaybettik. Avrupalı bir fikir öncüsü adamla olan ropörtajıı okudum. Adam "Biz Avrupalı'ların kadim düşmanı Türk'lerdir." diyor ve sebebini de açıklıyor: Korku.. Bu yüzden Avrupa'da ilerlemenin tetikçisi oldunuz diyor. Ve bizden çok şey öğrendiklerini de itiraf ediyor (en başta mühendislik ve savaş teknikleri).
Biraz toparlayayım bu yazıyı;
12 şehit verdik. Tek sorumlusu ve her türlü desteği veren Amerika'dır. Onları devlet politikaları açısından İngilizler haricinde hiçbir ülke sevmiyor. Kuklanız Menderes ile başladığınız ama 61 müdahalesiyle sekteye uğrayan ve sonra 70 li yıllardaki çomaklarınız ve Kenan Evren gibi sizin askerlerinizle tekrar devam eden, cia ajanınız Fuller ile "Siyasal İslam" ucubenizi Özal ile yerleştirip teyyo ile temellerini güçlendirdiğiniz bu yoz ve İslamiyeti değiştirme çabanız (Adnan Oktar, Menzilciler, Nurcular, İsmailağacılar, Süleymancılar ve diğerleri) son bulmak üzere. Devlet bürokrasisindeki zayıf karakterli kişileri bir takım bop saltanatına yakın vakıflarca cebren ve hile ile kendi tarafınıza çekmiş olabilirsiniz. Merak etmeyin, önce onlar konuşacak, sonra siz...
Özgürlüğün bedeli vardır, yine öderiz. Peki siz hazır mısınız?
"Yurtta sulh, cihanda sulh"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜK
11 notes
·
View notes
Text
ÖNCELİK VE "TANRI FİKRİ" HAKKINDA BİR DEĞİNİ:
Her insan "deist" olsa ne olacak? Bir insanın kafasının içinde bir ur gibi tanrı fikiri yine kutsal olarak kalacaktır. Dinin uzun yıllar ayakta kalmasının nedenlerinden biriside budur. Önce Bireyin zihninde kutsalın yıkılması esastı. Buda Tanrı fikri denilen bu kurguyu anlatıp işi temelinden söküp atmaktır. Yaşar Nuri Öztürk ve Ülkemizde Arif Tekin, Turan Dursun, İlhan Arsel, Gibi Yazar ve düşünürler bunu dini islamı kuranı kitaplarında hep eleştirmişlerdir. Ancak bana göre dinlerin özünü ve temeli teşkil eden "Tanrı fikrini" yıkmadıkca bu işi bir tık ileri taşımak imkansızdır. Anlatılan eleştiriler doğrudur ancak "Metod" yanlıştır. Tanrısız din eleştirisi hep eksik kalacaktır. Zira zihinde bir kutsal birakmak tekrar o inancın filizlenmesine yol acaktı. Zira Tanrı fikri içinde taşıyan her bireyin muhakeme yetisi olmayacaktı. O kutsal Tanrı inancı doğru düşünmesine engel olacaktır. Bilim insanları örnek gösterenler mutlaka bu konularda da araştırma yapmaları gerekmez mi? Atatürk'ü İkide bir dillendiren islam eleştirmenleri niçin Jean Meslier'in Sağduyu" Kitabını okumazlar onu tanıtmazlar? Neden niçin? İşlerine mi gelmiyor yoksa gözden mi kaçıyor o kadar kitap tanıt o kadar kitap oku ama Atatürk'ün çevirtmiş olduğu kitabı es geç olmaz bu samimiyet olmaz. Eğer gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsalar bu arkadaşlar mutlak her şeyi açık seçik ortaya dökmek zorundadırlar aksi halde İnsanların zihninde bir "Deistlik" bir "Ağnostiklik" sürüp gidecek. Bu netice vermiyecek bir boşa kürek çekmektir inanları yine dinin içinde bir inançın içinde tutmaktan öte geçmeyecek bir tekrar olacaktır. Ağacın kökü ve gövdesi dururken dalları ile uğraşılmaz.
Şu kafa nedir? Ben Allah'ın kitabını kabul etmiyorum, ama Allah'ı kabul ediyorum... bu nedir? Deistlik" Kafada bir kutsal birakma fikri onu bütün yönleriyle ortaya koymamaktır. Tanrı mutlaka ele alınmalı bilim insanları bu konuda ne demişler. Gelmiş geçmiş ne kadar tanrı vardı? Sanki hiç araştırma yokmuş gibi davranmak ciddiyetten uzaktır. * Tanrı bir varsayımdır! Friedrich Nietzsche * Stephen Hawking Fizikçi ve kozmolog / Bu konuda ne demiş? "Bilimi anlamaya başlamadan önce, Tanrı'nın evreni yarattığına inanmamız doğaldı. Fakat artık, bilim çok daha ikna edici bir açıklama sunuyor." "Kainatı kimse yaratmadı; Kimse kaderimizi çizmiyor." "Bilim, tanrıyı gereksiz kılıyor." "Tanrı'ya bir ihtiyaç yoktur. "Stephen Hawking * "Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenenlerden çok daha fazladır. Erica Jong * Tanrı fikri insanın mantığını ve muhakeme yetisini yok eder. Mihail Bakunin Muhakeme yeteneğini yok eden hastalık din belası mıdır yoksa Tanrı belasımıdır? * "Eğer gökyüzünde bir şeye saldıracak isen, tanrıyı hedef almalısın. "Vicdan, insanın içindeki tanrıdır. Victor Hugo * Tanrı kavramının kaynağı, insanın duyduğu acıda, korkuda ve tedirginliktedir. Baron d'Holbach * "Tanrı fikri, insandaki adalet isteğini ortadan kaldırır ve insan özgürlüğü önündeki ciddi bir engeldir. "En başta, ilahiyatın ilahi zorbalığına, tanrı’nın hayaline başkaldırmak gerekir. "Tanrı fikri insanın mantığını ve muhakeme yetisini yok eder. Mihail Bakunin * Zihninde bir tanrı fikri olan insana, din eleştirisi yapılmaz. Bu yanlış insana, doğruları anlatmaktır. Ve metot yanlıştır! * İnsanlar Tanrı'ya inanırlar çünkü öyle şartlandırılmışlardır. Aldous Huxley * Çoğu insanın Tanrıya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir. Bertrand Russell * "Tanrı'ya inanmak otomatik bir çocukluk alışkanlığıdır. "Tanrı'nın varlığı kanıtlanmamıştır. "Tanrı bir ruhtur demek, hiçbir şey söylememek, hiçbir anlam ifade etmemektir. Jean Meslier * "İnsanlık Allahı yarattı. Nihayet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah’tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler." Mustafa Kemal Atatürk EsenKalın.
7 notes
·
View notes
Text
Sn Erdoğan daha üç gün önce dedi ki, ezan yoksa, Cami yoksa, Kur'an yoksa, iman yoksa, Türkiye'de yoktur, o köyde ezan da vardı, Camide vardı, kuran kursuda vardı, ne yoktu, ahlak yoktu, adalet anlayışı yoktu, insanlık yoktu, merhamet hiç yoktu.
8 yaşındaki Narin, 21 Ağustos 2024 tarihinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesine bağlı kırsal Tavşantepe Mahallesi'nden Kur'an kursuna gitti ancak bir daha geri dönmedi, dönemedi.Narin Güran, 21 Ağustos'tan bu yana kayıptı ve maalesef 19 gün sonra cansız bedeni bulundu, ablası gibi oda melek oldu gitti.
Ey masumiyete kıyanlar, hangi iğrenç motivasyonla Narin'i öldürdünüz? bu minik yavruya neden kıydınız, Minik yavrunun cesedini üzerindeki giysilerle bir çuvala nasıl koydunuz? Acaba amca mı yaptı bu vahşi eylemi? Aileden başkaları da karıştı mı vahşete? Elbirliğiyle mi taşıdılar o çuvalı dere kenarına? Çuvalın üzerini kaç kişi taşlarla kapattı? Bu dünya yansın, ama katiller de bulunsun. Ailenin, sülalenin, mezranın kahrolası sessizliği dağıtılsın, en başından en sonuna kadar bu vahşete karışanlar ve susanlar da mütesellisen hesap versin ve biliyorum, yine soğumayacak yüreklerimiz. lakin en azından o büyük yangına bir iki kova su dökülmüş olsun.
Çuval içine sıkıştırılıp, ağzı sıkıca bağlanıp kuytu yerlere atılan bir kişinin cesedini günlerce aradık. Bu adil olmayan düzende, cezaların caydırıcı olmadığı ve infaz sisteminin verilen cezaları hafiflettiği görülmektedir.
Toplum vicdanı artık bu sistemi kabul etmemektedir. Ahlakı ve adaleti düzeltmek zorundayız. Devlet, hiç kimsenin bu vahşete cesaret edemeyeceği bir sistem kurmalıdır. İdam cezası ve hadım cezası acilen geri gelmelidir. Kısasa kısas uygulanmalıdır.
Bir ülkenin gerçek yüzünü görmek istiyorsanız, o ülkedeki insanların nasıl yaşadığına ve öldüğüne bakın.der "Albert Camus", Mustafa Kemal ise vatanı korumak çocukları korumakla başlar diyor.
Türkiye'de insan hayatı çok değersiz hale geldi. Kadınlar ve çocuklar ise bu durumdan en çok etkilenenler. Kadınlar yaşamın zorluklarını çekerken, çocuklar bunun bedelini ödüyor. Aksi halde çocuklarımız neden kendi ülkelerini terk edip başka yerlere gitmeyi düşünsün?
Böyle kötülüklerin gerçek hayatta yaşanması çok korkunç, hatta inanılmaz. Eğer bu tür olaylar bir filmde olsaydı, "seyirciyi çekmek için böyle kötü karakterler koymuşlar" diyebilirdik.
Ancak maalesef bu yaşadıklarımız gerçek. Lanet olsun böyle sakat bir zihniyete, sekiz yaşındaki bir çocuğun mezarına önlük koyulur, oyuncak konulur, ancak duvak konulmaz. ne diyeyim, Allah kahretsin sizi!
Narin Güran olayı, yalnızca bir kişinin ölümü değil, aynı zamanda bu toplumun üstü kapatılmaya çalışılan derin sorunlarını ortaya çıkaran bir olaydır. Bu trajik olayın unutulmaması ve benzer olayların yaşanmaması için farkındalık oluşturmak ve adaleti sağlamak büyük önem taşımaktadır.
Ahmet ATAM
2 notes
·
View notes
Text
akşam haberlerde kameralara yakalanan, ülkenin adaletinden sorumlu bakan yardımcısının telefonda kendisinden istenilen ve onun resmi kişilerden istediği dönüt torpil mesajlarına verdiği olumlu yanıtları görünce ortanca kızımın polislik mülakatı sırasında göz göre göre hakkının apaçık yendiği, içerde kendini parçalayarak açıklama yaptığı halde nasıl mülakat dışı tutulduğu ve biz onu dışarda "kesin geçti" gözüyle beklerken, ki tüm şartlar elverişli ve uygundu çocuğumun ağlaya ağlaya hayal kırıklığı ve hakkının bariz çiğnendiği düşüncesiyle mülakattan perişan çıkışını hatırladım. ülke torpiller, akbabalar ülkesine dönmüş, hak ve hukuk kalmamış, mülakat gereken tüm meslek alımlarında o mesleği icra edebilecek nitelik ve özellikleri taşıması gereken insanların yerine torpil gereği kişilerin getirilmesiyle polislik ve bunun benzeri ciddi meziyet gerektiren mesleklerin imajı, kalitesi maalesef düşürülmüştür. adam kayırmayı üç sene önce ankara'da polislik mülakatları sırasında kızımı dışarda beklerken kendi gözlerimle gördüm. ne boy ne de nitelik bakımından mesleğe uygun olmayan bir çok genç mülakattan mutlu ayrılırken kızım gibi her yönüyle uygun gençlerin bahaneler sürülerek hakkı yendi. şimdi bu adalet bakanı yardımcısı hâlâ görevinin başında durup bu ülkenin adaletine katkı sağlaması mı beklenecek yoksa görevden mi alınacak? izleyelim bakalım
yazıklar olsun
11 notes
·
View notes
Text
🎯 Sinekler Pisliğin Etrafında Toplanır 🎯
Kötülüğü dile getirmiş olmayı iyilik adına bir direniş yerine onlara muhalefet yapıyoruz sanıyorlar.
Oysa dünyada iyilik hakim olsaydı iyiliğe karşı neden muhalefet yapalım ki!
Kötülüğe karşı muhalif olması gerekenler bu görevlerini yapmıyorlar ki!
Bugün ki tüm muhalifler birazda biz kötülük yapalım yarışı içine girmişler.
Biz onlara karşı da birlikte iyilik adına direniyoruz.
Bu tutumumuzdan dolayı kötülüğün düzeni bozulur diye hep birlikte rahatsız oluyorlar.
Kötülük farklı örgütler adı altında hep birlikte hareket ederken iyiliğin bir örgütü olmadığı ve gücü dağınık olduğu için ve bu durum kötülüğün işine geliyor ve bunu tepe tepe kullanıyorlar.
Oysa yaşamda ölümsüz duruşu bir tek iyiler gösterebilmektedir.
Yalanın, hilenin ve talanın üzerine kurulu hiçbir bina sonsuza kadar ayakta bugüne kadar duramadı güçsüz olmasına rağmen sevgi dolu iyilik adına direnişin yalnız mücadelesi karşısında kötülük bundan sonra da duramayacaktır.
Karanlığı kalabalıklar, aydınlığı her zaman yalnızlar temsil eder.
Kalabalıklar çıkarcı topluluklardır.
Hakkı, adalet ve eşitliği savunan yalnızlar çıkarcılık yerine herkesin hakkını eşit savundukları için ve insanlar iki yüzlü olmayı çok sevdikleri için şahsi çıkarlarına kendilerini sattıkları halde satmıyormuş gibi davrandıkları için yalnız direnenler maddi güçsüz ve özel menfaat sağlamadıkları için etraflarında sinek toplayamıyor kimseye ilgi çekici gelmiyorlar.
Sinekler pisliğin etrafında toplanırlar.
Kalabalık olmalarının sebebi bundandır.
Yalnızlar bataklığı kurutmayı savunurlar. Kötülüğün neferi sinekler bataklık olmazsa nerede toplanırız diye kendilerine mutlaka yeni bir sinek toplanma yeri bularak kötülüğü yaşatıyorlar.
Bu sebeple dünyada ne kadar örgütlü mücadele varsa hepsi kötülüğün örgütleridir. Bugün ki dünya düzeni her örgütün içine sızmış ve onu kendine hizmet ettirmenin bir yolunu bulmuştur.
Ülkemizde siyasi partiler neden Türk ulusunun yararına örgütlü yapılar değildir sorusunun yanıtı kendi içindedir.
12 Eylül askeri darbesinin ardından siyasi partiler yasası ile her siyasi parti bir kişiye teslim edilmiştir. Genel başkan kimse parti onundur. Bu tür yapılardan toplum yararına bir yönetim anlayışı çıkar mı? Çıkmaz. Çıkmıyor zaten. Diyelim iyi bir insan bir siyasi partinin başına geçti. Bu sürdürülebilir değildir. İnsan ölümlü bir varlıktır iyi insanın yerini doldurmak isteyen sayısızca uyanık sırada beklemektedir. Siyasi partiler aracılığıyla devlet yönetmek ve topluma hizmet anlayışı bu sebeple yara almış ve tartışma konusu olmuştur. Partisiz ve örgütsüz yönetim anlayışı her gün çok daha geçerli bir yönetim anlayışı olarak yaşamın içinde yerini alacaktır.
Bugün bunun farkına varmış olmak kötülüğün sonunun geldiğinin ilk işareti olarak görmek gerekir.
İnsanlık acı bir tecrübe ile bir bilinçlenme sürecinden geçmektedir.
Bu bilinçlenme süreci kötülük için bir tehdit olarak görülmektedir.
Bu sürecin en ilginç yanı budur.
Kötülük biter şahsi çıkarları kesilir diye endişeye kapılanların gücü kötülüğü yaşatmaya ilk kez yetmez hale gelmiştir.
Oysa herkes hakkını ve çıkarını eşit bir şekilde korursa orada huzurun yaşanabileceğini bilmiyor insanlar.
Kendini şahsi çıkara satmanın bir cinsiyeti yoktur ve yaşamın en büyük orospuluğu kendini genelin yararı aleyhine satmaktır.
Hak çalanın yasal hak çalma yetkisinin elinden alınmasına, herkesle eşit düzeye getirilmiş olmasına, kimsenin midesinin ve cebinin kimseden büyük olmaması gerektiğinin hatırlatılmasına ve herkes yararına zengin olması gereken tek yerin devlet olması gerektiği bilinci etrafında toplanılmasına DEVRİM denir.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#iyi#kötü#kalabalıklar#örgütlü kötülükler#sinekler#pislik#toplanmak#orospuluk#kendini satmak
2 notes
·
View notes
Text
ADALET, NEDEN MÜLKÜN TEMELİDİR! ?
1750 yılında, Alman Prusya Kralı Büyük II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Potsdam Ormanları'nda gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur.
Manzara güzel, hava nasıl ferahtır.
- Yazlık sarayımı burada yapalım! der, sessiz ve sakin kapanıp okumayı çok seven, kütüphanesiyle ünlü kral..
- Değirmeni satın alıp yıkın, yerine saray yapın! der adamlarına..
Adamları değirmenciye gider ve kralın bu isteğini iletirler.
Değirmenci malını satmak istemez.
Kral değirmenciyi huzuruna çağırtır;
- Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaça satarsınız? diye sorar.
- Yanlış anlamadım efendim.
Adamlarınıza da söyledim.
Değirmenim satılık değil! der değirmenci.
- Beyefendi inat etmeyin! Paranızı fazlasıyla vereceğim, diye ısrar eder Kral..
Değirmenci direnir;
- Sen koskoca kralsın, paran çok.
Git Almanya’nın istediğin yerinde saray yap!
Burayı benden önce babam işletiyordu.
O'na da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım.
Değirmenin bahçesinde dedemin, babamın mezarları var.
Ben de ölünce yanlarına gömüleceğim.
Burası bizim aile ocağımız. Satılık değil!
Sabrı tükenen ve sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler;
- Sen benim Prusya Kralı Friedrick olduğumu bilmiyor musun yoksa?
Değirmenci;
- Senin kral olduğunu biliyorum ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim.
Kral öfkeden deli olur;
- Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın.
Bakalım o zaman ne yapacaksın?
Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü lafını söyler;
- SEN KRALSIN AMA.. BERLİN'DE DE HAKİMLER VAR!.
Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler;
- Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir!
Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.” Kral II. Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve sarayını hemen onun altına inşa ettirir.
Değirmencinin ismini, Sarayının da adı yapar..
“SANS - SOUCI SARAYI”
Saray ve değirmen günümüzde hala bir “Adalet Simgesi” olarak o tepede arka arkaya duruyorlar.
Ne güzel bir adalet ki.. Kralın arka bahçesinde bir değirmenci olabiliyor.
Ne güzel bir adalet ki, bir kralla, bir değirmenciyi komşu ve dost yapıyor..
Belki de sabahları Prusya Kralı II. Frederick, arka bahçeye çıktığında, değirmenci O'na seslenirdi;
- Hey Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi?
Belki, Prusya Kralı II. Frederick anlatırdı;
- Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi..
Yıllar sonra genç bir Osmanlı subayı, bir yılbaşı gecesi Berlin’de bir davete katılır.
Arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatır ve teklif eder;
- Haydi gidelim ve bu sarayı görelim!
Değirmen de hala duruyormuş, sarayın arkasında..
Kimse yılbaşı balosunu bırakıp o soğukta dışarı çıkmak istemez.
Genç subay kararlıdır.
Tek başına çıkar gider.
Tek başına bu eşsiz anıta bakar..
O genç subay, Mustafa Kemal’dir.
Ve Kurucu Lider Mustafa Kemal ATATÜRK, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm mahkeme salonlarında, yargıçların arkasındaki duvara asılacak sözü yazdırır;
ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR!
Sunay AKIN
2 notes
·
View notes
Text
Bir kuryeyi elli kez bıçaklayan bir şerefsizin güzelim ülkemde soluması haramken, hapiste bizim vergilerimizle yaşamaya devam etmesi. Nasıl bir adalet bu. O bıçaklanma videosunu gencin ailesi, sevdikleri görünce ne halde olurlar Allah bilir.
İnsanlarla tartışmayın. He deyin geçin. Karşımızda ki insanın böylesi cani olmayacagini bilemeyiz. Allah'a emanet yaşıyoruz zaten..
5 notes
·
View notes
Text
Eveeet 30 milyon gündür doğum günümü kutluyorum. Ve verdiği his mükkeeemmmelllll. ‘Eh ama bitmedi bu doğum günü storysi’ diyen herkese bundan daha güzellerini diliyorum. İnş kalbiniz bu kadar ‘kötü’ olmayı bırakır.
İnsan şu yaşına gelince böyle oluyor ,bu yaşına gelince şöyle oluyor klişesini bir kenara bırakalım ve her yaş bir öncekinden daha bok gibi oluyor önce bunu kabul edelim.Tecrübe yaşamaktan,acıdan ve üzüntüden ‘bu da bir dersti’ diyerek yol almaktan bıktım. Her bunu dediğimde evrenin minik süprizleri ile varımı yoğumu kaybedip,tekrar ayağa kalkabildim.
32 yaş bana ;
•kimseye güvenmemeyi;
•hayatın toz pembe olmadığını
•asla gitmez dediğim insanların arkasından mal bir suratla el sallamayı
•acımasız olmayı
•tek-duble, tekduble arası kavramlarını
•gözyaşının ne olduğunu
•yeteeeeeer diye isyan etmeyi
•-bilmemkaçta banka hesabını
•arkamdan çıkam dedikodulara kahkaha ile gülmeyi
•aldığım telefonun kaçak çıkma olasılığının olabileceğini
•bir hayalin bile olmadan bombooooş bir zaman diliminde boşlukta savrulmanın nasıl bir his olduğunu
•evsiz yurtsuz sokakta kalmayı.
•depremi ve göçük altında insanların yok olmasını izlemeyi
•insanlara ve sözlerine asla güvenilmemesi gerektiğini
•dolandırılmayı
•beynimin götümden değersiz olduğunu
•sosyo kültürel yapımın,donananım ve hayat görüşümün asla değer görmediği gerçeğiyle yüzleşmeyi
•tüm bunlar olurken ‘sevgiye ve arkadaşlığa’ olan inancımla devam etmeyi
•mahalle yanarken saçımı taramayı
•1 günde yıkılan hayatı 1 günde inşa etmeyi
•özsaygı ve değerimi herşeye rağmen korumayı
•inandığım bu yolda çenemin asla susmamasını
•çenemin asla ama asla susmamasını
•eğlenmekten kusmayı
•sevmeyi bilmeyen insanlarla vakit harcamamayı
•herşeye rağmen ‘dürüst’ olmayı
•her seferinde daha yüksek sesle kahkaha atmayı
•hakkımı yiyen,hak etmediğim halde arkamdan konuşan,hak etmediğim halde kalbimi kıran herkesin ilahi adalet ile süründüklerine şahit olmayı
•elleriyle doğum günü pastamı yapan arkadaşlara sahip olduğumu farketmemi
•içimden geldiği gibi doğum günümü kutlamama olanak sağlayan bir ortama sahip olduğumu
•’deneriz. Olmadı, bir daha deneriz’ dediğim de beni destekleyen arkadaşlara sahip olduğumu
•aylarca dertlerimi,ağlamalarımı ve üzüntümü(en çokta susmayan çenemi) dinleyen mükemmmel arkadaşlara ve mükemmel bir aileye sahip olduğumu
Ve daha nicesini farkettiğim bir sene geçirdim. Bana katlanan,büyüme ve olgunlaşma yolculuğumda bana destek olan herkese çok teşekkür ediyorum. Bu kadar komik,eğlenceli ve deli olduğum için kendime teşekkür ediyorum. Zor günüm de maddi manevi yanımda olan herkese çoook teşekkür ederim. İyi ki vardınız. İyi ki varsınız. Yeni yaşımda yanımda olan bana katlanan herkesin bu hayatta her dilediğinin olmasını,mutlu ama en çokta ‘memnun’ olmasını diliyorum. Mumları üflerken dilediğim tek şey bu. Çünkü zaten dilenmesi gereken herşeye sahibim. Sahipmişim. Anlamam zaman almış. İyi ki ! ❤️
2 notes
·
View notes
Text
Yarın İhtimali Kalır Mı?
Zembereğinden boşalırcasına – kötülük temsili ile kuşatılıyor ülke. Erk, muktedir, iktidar siyasal istemi, figürünün tamamlayıcısı olagelen şiddet dozu günbegün arttırılırken nefret edimine kol kanat geren, ırkçı kümelenmesiyle birlikte bir kötülük temsili farazi değil ol marazi ülke gerçekliğini imliyor artık. Ekonomik, sosyal politik, güncel hayata doğrudan ve kesintisiz bir çökertme haline denek edilmiş insanların, o yoksunluk hallerinde bir de bütünüyle kimlikleri / inançlarına yönelik ayrımcılık ile kuşatılıyor olmasıdır meselesidir bu kötülük temsili. Genel geçer değil basbayağı tertipli bir düzen / nizam halinin içinde ol muktedirin aştık dediği ayrım, bir iktidar pratiğini somutlaştıran diğer kliklerin katkısıyla birlikte süreğen bir gerçekliğe / hakikate dönüştürülür. Cerahat nüfusu arttırıldıkça yıkımı peyderpey var edildikçe kötülük bir normatif kılınır. Tüm bu memleket profili yeniden ve yılmadan biçimlendirilirken kötülük bir sabit, nefret bir olgu, ayrımcılık merkez sağcılık için elzem bir tavra dönüştürülür. Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız salgın güncesinden bu yana sürgit yeniden denenen bir pratik toplamında bu ülkenin ötekileri için hayat zindan kılınmaya çalışılır. Biyopolitik bir mezbaha haline dönüştürülen yerde öteki değil ol halk toplamının sahibi / vatanın gerçek sahibi olduğu söylenen kesimler de dahil hedefe açık bir halde konulur. Ne ki kimseler farkına varmaz.
Tümüyle kötülük sahiplenilirken ayrımcılığın kimleri nasıl kapsayacağından bahis hiç açılmaz. Lakin günbegün yaratılan iklimde bir gün o Türk, ertesi gün Suriyeli mülteci, bir başka gün Ermeni, beri gün Yahudi muhakkak ki o yıkıcı / kör karanlığı sabitleyici olan o nefrete yem edilir. Bunu iktidar söylemlerinin cafcaflı hallerindeki aştık / bitti bahsinin de tam da kıyısında biriken, faşist partinin pratikleriyle görebilmek zaten mümkündür. Hepsi bir, hep birden var edilen nefret söylemi o kötülük halini duraksamadan bir başkasına açık ve aleni ayrımcılığı imgeler. Aralıksız bir biçimde süre giden o hedefleme halinin başta ve kalıcı bir yıkıma önayak olmasının içler acısı pratikleriyle yaşam kuşatılır. Duraksama nedir bilinmeden imal edilen ayrımcılık hallerinin takvim yaprakları acıya çıkan bir ülke sınırlarında her günü nasıl da mahvettiği artık az çok belirginken halen bu inat, bu kör kör karanlıklara devam diyebilme cüretinin sorgulanması ne zamandır hangi zaman? Bitimsiz olagelen ayrıştırma, mamafih yenilenen ve sürgit devamlılığına çabalanan ötekileştirme hal ve istikametinde kime nasıl bir yer, nasıl bir yurt vaat edilebilir. Böyle bir sahnenin ol yurt olma ihtimali hala var mıdır?
Agos Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Sarıyer Büyükdere'deki Santa Maria Kilisesi'ne pazar ayinine maskeli 2 saldırgan tarafından silahlı saldırı düzenlendi.
Saldırıdan hemen sonra ajanslara yansıyan bilgilere göre maskeli iki kişi ayin sırasında kiliseye girerek ateş açtı. Kilisede bulunanlar, kendilerini korumak içini kendini yere attı.
Saldırıda ayine katılanlar arasında bulunan C.T. adlı kişi hayatını kaybetti.
Bölgeye çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi.
Emniyet güçleri, saldırganları yakalamak için çalışma başlattı.
Saldırı anına ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şu açıklamayı yaptı:
"Bugün Saat 11.40 sıralarında Sarıyer Büyükdere Mahallesinde bulunan Santa Maria Kilisesindeki ayin sırasında, ayine katılanlar içinde bulunan C.T. maskeli 2 kişi tarafından silahlı saldırıya uğramış ve maalesef hayatını kaybetmiştir.
Konuyla ilgi geniş çaplı soruşturma ve saldırganları yakalamak için çalışmalar başlatılmıştır.
Bu alçak saldırıyı şiddetle kınıyoruz."
Saldırıyı gerçekleştirdiği düşünülen kişilerin kameri görüntüler de basınla paylaşıldı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, saldırıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığını belirterek "Olayın aydınlatılması için bir başsavcı vekili ve iki cumhuriyet savcısı görevlendirilmiştir" açıklamasında bulundu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, sosyal medya hesabından "Ayin sırasında bir vatandaşımıza yönelik silahlı saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Güvenlik güçlerimiz konuyla ilgili geniş çaplı bir soruşturma yürütmektedir. Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğine kast edenler, asla emellerine ulaşamayacaktır. " açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, "İstanbul Sarıyer’de Santa Maria Kilisesinde ayin sırasında bir şahsa yapılan silahlı saldırıyı en güçlü şekilde kınıyor, hayatını kaybeden şahsın ailesine başsağlığı diliyoruz. Güvenlik güçlerimiz olayın aydınlatılması ve faillerin adalet önünde hesap vermesi için geniş çaplı bir soruşturma yürütmektedir." dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu "Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi'nde yapılan pazar ayinine yönelik silahlı saldırıyı kınıyorum. Şehrimizin inanç mekanlarına saldırarak birliğimizi ve huzurumuzu bozmaya çalışanlara asla izin vermeyeceğiz" dedi.
İstanbul Valisi Davut Gül ise "Saldırı tek kişiye oldu, yaralanan yok" açıklamasında bulundu.
Davut Gül, "Hepimizin başı sağ olsun. 52 yaşında bir vatandaşımız hayatını kaybetti. Polisimizin savcılığımızın araştırması devam ediyor. Yaralı yok, tek bir kişiye saldırı olmuş. İçeri girilmiş ve vefat eden kişiye saldırıda bulunulmuş. İçişleri Bakanlığımızın açıklaması olayın çerçevesini çiziyor. Paylaşılan diğer bilgilere itibar etmeyelim. Olay çok yeni. Herkes görevini yapıyor. Failler yakalanıp yargılanacak. Cumhurbaşkanımız olayı takip ediyor." açıklamasında bulundu.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırıyla ilgili Sarıyer Kaymakamı Ömer Kalaylı, Santa Maria İtalyan Kilisesi Rahibi Anton Bulai ve Polonya’nın İstanbul Başkonsolosu Witold Lesniak ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Tüm cemaate başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerini ileten Erdoğan, faillerin en kısa sürede yakalanması için gereken adımların atılmakta olduğunu ifade etti.
İstanbul Valisi Davut Gül "Saldırı tek kişiye oldu, yaralanan yok" dedi.
Saldırı anına ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
Ölen Tuncer Murat Cihan’in yeğeni Çağın Cihan, Gazete Duvar'dan Ferhat Yaşar'a konuştu. Cihan “Kendisi amcam olur. Sadece oraya ziyarete geldi ve tesadüfen ona denk geldi. Sade masum biriydi ve kesinlikle masum bir kurbandı. Emekliydi, hafif zihinsel engelliydi. Son iki aydır da pazarları kiliseye gidip geliyordu" dedi.
Saldırıda ölen Cihan’ın dayısı Kazım Aydemir ise “Benimle birlikte kiliseye geliyordu. Cemaat tarafından çok sevilen biriydi. Boşu boşuna öldürdüler. Çok fazla üzgünüz” dedi”
Daha önce Bakırköy, Kuzguncuk Ermeni Kiliseleri’nde yaşatılanlarda olduğu gibi daha önce Gevriye Eğo’nun Merdin’de, Şimuni ve Hürmüz Diril’in kayıp / eksikli kılınan ol cinayetleri ve sonrasındaki muğlaklıktan haberdar olduğumuz bir tedirginlik haline yine esir edilir ülkedeki bir avuç Hristiyan yurttaş. Kötülüğü bir normatif kılanların aralıksız olarak nefreti yaygınlaştırma gayretine düşen, yazsak en az on parti, söylesek en azından milyonlarca insan tarafından desteklenen / yönlendirilen ocaklar, dernekler, siyasi denile gelirken bildiğiniz çeteleşmiş ari ırk sevdalısı zümreler vesaireler vesaireler etraflıca bu karanlığı yenilerken kim Tuncer Murat Cihan’ın hesabını verecektir sahi ama sahiden de! Düzeni var eden temsilin, bir yandan olayı gizlilik örtüsü ile kapatmaya teşne olması bir yandan da o salyalar saçarak nefretini kusmaya devam diyen yapıların üstün körü olayı, cinayeti (adı üstünde) geçiştirmeye çalıştığı zeminde kim güvende olabilir sahi ama sahi. Kolay lokma olarak tanımlanan, nasılsa kuşatıldıkları vakit teslim olacaklarına dair bir algı / olgu ekseninde hayatları gözetim ve denetime tabi kılınan insanların hakikatleri her ne olacaktır? İki zanlının kamu önüne alelacele çıkartılması sonrasında birliğimiz asla ve kata bozamayacaklar şablonu yeniden sakız edilirken o cinayetin faillerinin sırtları sahi ama sahiden de sıvazlanıp durulmamıştır diyebilir miyiz? Kolluk kuvvetinin bir var hep yok addedildiği bir sahneleme sonrasında kim nasıl güvende hissedebilir ki? Soruların ardılı sıra geldiği bir cinayet / tahakküm / yıkım girdabının ardından geriye kocaman bir boşluk kalıyor. İnsanların kimliklerinin, aidiyet ve inançlarının halen mesel teşkil edildiği bir yerde, hayatların biricikliği söz konusu edilmesin isteniyor. Kötülük temsili her yanı, her günü kuşatırken bunlar dert edilmesin isteniyor. Lafta değil doğrudan / sahiden bir yerin yaşamla bağları kopartılırken yarın her neyi getirecektir. Tümüyle bu girdap halinin içerisinde bir yarın ihtimali kalır mı? Bırakılmış mıdır.... Bir avuç kalakalan azınlıkların bu günlerdeki en büyük meselesi budur, bu kadardır. Bir yarın ihtimali söz konusu mudur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Santa Maria Latin Katolik Kilisesi’nden – Dilara ŞENKAYA – Reuters
#meram#mesele#söz hakkı#yara#santa maria katolik kilisesi#sarıyer#büyükdere#azınlıklar#ışid#saldırı#tahakküm#devlet nedir?#barış#sulh#sözcükler#hristiyanlık#arzihal#hristiyan#yok etme#derdest etme#biyopolitik#tehdit#savaşım#nefes almak#başka türkiye vardır#şans#türkiye'de yaşamak#insanlık#hakikat
2 notes
·
View notes
Text
"Gitme, seni bakan yapacağım “ dedi.
“ Ne bakanı? “
“ A... Adalet bakanı! “
“ Ama burada yargılayacak hiç kimse yok ki!
“ O halde sen de kendini yargılarsın “ diye yanıtladı kral. “Kendini yargılamak diğer insanları yargılamaktan çok daha zordur. Kendini gerektiği gibi yargılayabilirsen, çok adilsin demektir.”
Küçük Prens
#spotify#music#siyahkadarsonsuz#siyahkiriksigara#cem adrian#gece ve müzik#kitapkokusu#maça kızı 8#müzik sözleri#siyah#küçük prens#kitap alintilari#kitaplar#kitap sözü#kitapokumak#kitapönerisi#kitap
7 notes
·
View notes
Text
Aydınlanma felsefesinin kurucu düşünürlerinden David Hume 1751 yılında yazdığı Ahlak İlkelerine Dair Soruşturma eserinde ahlak felsefesini hâlen güncelliğini koruyan şu sorular üzerinden kurmaya çalışır:
“Ahlak ilkeleri, akıldan mı duygudan mı türemektedir? Ahlak ilkeleri hakkındaki bilgiyi bir kanıt ve tümevarım zinciriyle mi yoksa dolaysız bir hissediş ve daha ince içsel bir duyu yoluyla mı kazanırız? Doğruluğun ve yanlışlığın bütün sağlam yargıları gibi, her akıl sahibi zeki varlık için aynı mı olmalıdır yoksa güzellik ve çirkinlik algısı gibi tamamıyla insan türünün tikel doğa ve yapısının üzerine mi temellendirilmelidir?”
“Bir gemi kazası sonrasında, mülkiyetin önceki sınırlamaları göz önüne alınmadan, herhangi bir güvenlik vasıtasını zapt etmek bir suç teşkil eder mi? Yahut eğer kuşatılmış bir şehir açlıktan ölmeye maruz kaldıysa, insanların, başka durumlarda hakkaniyet ve adalet kuralları olacak kurallara karşı titiz davranarak, muhafaza edilen tüm yiyecekleri, kendilerine tercih edeceğini ve hayatlarını kaybedeceklerini düşünebilir miyiz? … Kanunların veya hukuk mahkemelerinin bağlayıcılığı olmadan herhangi bir sayıda insan bir arada toplanabilir miydi? Bir kıtlık sırasında ekmeğin eşit bölünmesi, güç ve hatta şiddet ile yapılsa bile, suç veya haksızlık olarak addedilebilir miydi?”
Hume bir empiristtir, ( Bunu john locke'den devralmıştır) dolayısıyla onun için öncelikli olan deneyim bilgisidir. Ahlakı da bu sebeple deneyim üzerine kurmayı amaçlamaktadır. Ahlakın kaynağında haz ve acı duyumlarıyla birlikte fayda ilkesi vardır. Erdemli eylem bize haz verirken, erdemsiz eylem acı vermektedir. Erdemli olan aynı zamanda faydalıdır da. Hume erdemleri doğal ve yapay erdemler olmak üzere ikiye ayırır. Yapay erdemler insan yapıntılarıdır. Örneğin adalet. İnsan neden adaleti icat etmiştir? Hume'a göre herkes her şeye yeteri kadar sahip olsa adalet kavramına ihtiyaç kalmazdı. Düşünün havayı istediğimiz şekilde kullanabiliyoruz. Kimse havayı fazla soluduğu için adaletsiz olmaz. Çünkü bir mülk haline getirilmemiştir. Her durum ve koşul bu şekilde yapılandırılsaydı adalet yararsız bir şey olurdu. Ancak her şey eşit olsa bile insanların sanat, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bu eşitlik bozulacaktır. Burada da mülk kavramı ortaya çıkmaktadır. Hume'a gmre mülk 'kullanmak üzere, tek başına onun için olan ve onun için yasal olan herhangi bir şeydir.' Ayrıca adalet dönemin koşullarına ve gelişen olaylara göre yasa bazlı değişiklik gösterebilir. Adalet toplumun yararı içindir. "Yararlılık hoştur ve onayımızı alır. Bu, günlük gözlemce doğrulanan, olgusal bir şeydir. Gelgelelim, yararlı? Ne içindir? Elbette, bazılarının çıkarı içindir. O halde, kimin çıkarı? Sadece bizim değil: Onamamız için her zaman daha da genişler.
‘‘ ....itiraf edilmelidir ki hak ve mülkiyete yönelik tüm kabuller, en hantal ve en kaba batıl inanç kadar tamamen temelsiz görünmektedir. ‘‘
AHLAK İLKELERİ ÜZERİNE - DAVİD HUME
9 notes
·
View notes
Text
🔹 *LATİF BİR HİKAYE*🔹
Bir dosttan geldi, ben de siz dostlara gönderiyorum
*SÂHİ SİZ, O'MUSUNUZ ?..*
(Kıssa'dan Hisse)
Eski tarihlerde bir medresede eğitim gören çok samîmi üç arkadaş medreseden mezun olduktan sonra birbirlerinden ayrılmaları çok zor olmuş. Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu üç samîmî arkadaş;
Nerede, hangi işte ve hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile;
-İrtibatı asla kesmeyeceklerine,
-Doğru Yol’dan,
-Adalet ve Hakkâniyetten ayrılmayacaklarına,
Dine ve vatana hizmet dâvasından hiçbir zaman geri kalmayacaklarına" dair söz vermişler.
Aradan yıllar geçmiş birbirleri ile irtibat kuramamışlar. Çünkü o dönemde iletişim araçları sınırlı imiş.
Bunu bilen arkadaşlar zaman hepimizi yıpratır, yaşlanırız, şeklimiz şemâlimiz değişir, ileride karşılaştığımızda birbirlerimizi tanımakta zorluk çekebiliriz onun için aramızda bir şifre belirleyelim oradan birbirimizi tanırız diye şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar.
O da:
*“BEN O' YUM !”...* olmuş.
Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş:
- Biri Müderris (hoca),
- Diğeri sayılır bir tüccar,
- Bir diğeri de Mutasarrıf (vali) olmuş.
Tüccar olan şehir şehir dolaşırken, bir şehirde arkadaşının o şehrin mutasarrıfı (valisi) olduğunu öğrenir.
Hemen kadim dostu ve dâva arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek ister.
Kapıya varır görüşmek ister fakat güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmaz.
Görevlilere kendini tanıtıp, vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını, anlatmışsa da fayda etmez, sırasını beklemek zorunda kalır.
Vakit geçmiş, lâkin kendisine bir türlü sıra gelmemiş…
Nice sonra bizim tüccarın aklına mezuniyet günündeki belirledikleri şifre gelmiş.
Derhal küçük bir kâğıt parçasına:
*“BEN O’ YUM”*
diye yazmış ve görevliye uzatarak bunu, vali beye iletmesini istirham etmiş…
Onun bu ricasını isteksizce yerine getiren görevli az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış…
Bizimki şaşırmış… Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşamış.
Kağıdın arkasında:
*“SEN O' OLABİLİRSİN AMMA BEN O' DEĞİLİM!”* yazmaz mı!
Bu kıssa, günümüz insanlarını ne kadar da güzel anlatmıyor mu?
Hakikat şu ki, nice arkadaşlar makamla, parayla, şöhretle tanışıp her imkâna sahip olunca, âdeta "Tanınmaz" hâle geliyorlar ve: *"Ben O değilim"* çizgisine savruluyorlar.
Çünkü bu kişiler, ulvi ideallerle yola çıktıkları halde amaca ulaşmak için:
Yolda bulduklarını, yola çıktıklarına değişen ve amacına ulaşmak için her yolu mübah gören zayıf insanlardır...
Kıssamıza uygun bu gün:
“Ben O’yum!” diyebilen kaç gerçek dost ve arkadaş var ?
Öte yandan;
“BEN O' DEGİLIM !
diyenler dünyaya sultan olsa ne yazar?
🔹Gerçek dostlarınızın çoğalması temennisiyle, hayırlı ve huzurlu günler dilerim. Selam ve Dua ile... 👍 *Ben hâlâ "O'YUM"*👍
4 notes
·
View notes