Tumgik
#adalet ne halde
seslimeram · 5 months
Text
Karanlığın Esiri...
Tumblr media
Belirsiz değil handiyse her durumda, hemen her şekilde hesaplı ve kitaplı bir yönelim var ediliyor. Müştereklerimiz bahsinin bir istikametteki varlığı, etkisi, güncelliği, gerçekliği o hesaplı kitaplı yollardan geçilirken un ufak ediliyor. Cerahat hayatı kuşatıp dururken, erk, muktedir kendi bekası adına yarınların talan olunması gerçekliğini var ediyor. Bir bunun yolunda ilerliyor. Onca kabus var edilirken bütün bunlar bir hülya gibi davranılıyor. Oysa gerçeklik ile anlatılanlar arasındaki uçurum kalıcı kılınıyor. Oysa gerçek pejmürde, saklı tutmaya hacet görülmeden yoksunluk, yoksulluk ve yarınsız kılmaktır. Vizyon denilerek çıkartıla gelen her hamlenin sunduğu bir benzersiz yıkım imgesi kılınıyor bu raddede. Tümden ve doğrudan muktedir tahayyülü olagelen pratikleri bu yıkımı daimi bir mesele kılıyor. Doymak nedir bilmeyen oburlukları, gözü dönmüşlük haliyle hayatın hemen her günü o yıkım bahsinin esiri kılınıyor. Müştereklerimiz olagelen idelerin, düşünce ve hali eylem örgülerinin, hak kavramı bahsinin yıkımı o aralıkta güncelleniyor.
Doğrudan güncellenen her tahakküm veçhesiyle birlikte belirsiz değil doğrudan hesap ve kitaplı bir yönelim herkese takdim ediliyor. Cerahat ekseni yeniden biçimlendirilirken ol masalların kıyısında hiçbir hakikatin görünür kılınmayacağı bildiriliyor. Geleceksizliğini bir motif kılarak, her zamanki gibi seçim sathı mahallinin yetmiş günlük süreci sakız gibi sündürülerek bir demokrasi deneyiminden bahis açılmaya çalışılıyor. Gerçeklikte ise o tek adamın savunduğu, bildiği ve kimselerden esirgemediği bir iktidar pratiğinin aralıksız ve muğlak olmayan boyunduruğunu var etmek tahayyülü işleniyor. Kaybedilmiş İstanbul ve Ankara özelinden iktidar pratiklerinin her nasıl akçeli işlerdeki aksamayı var ettiği hiç kesintisiz bildirilirken bunların müşterek bir yaşam idesinin iyileştirilmesi için değil de ol muktedirin bekası adına savunulduğu göz ardı olunuyor. Bay İmamoğlu mesel olarak dahi görülmüyor. Bile isteye erkanı muktedirin seçim propagandası şehirde canı / pestili çıka gelenleri değil o devletli kademesinin nasıl akçelerden uzak kılındığına ah vah edilen hal ve tavırları bildiriyor. Yaygın medyanın da işareti almasıyla birlikte İstanbul ve Ankara’yı birlikte geri almanın keyfi üstüne meseller çizilip duruyor. Oysa yalın gerçek dediğimiz gibi bir kere daha sıradan için fecaati önleme, yaraları sarma değildir. Kangrenleşmiş olan sorunlarıyla bir başına kim hayatta kalırsa onunla yola devam olunabilecek bir ülkenin var edilmesidir. Kesintisiz kılınan her hamleyle bu pratik yirmi iki yıldır bu ülkenin hem içinden geçti, hem geleceğini un ufak etti. Sorun eden var mıdır ola?
Birkan Bulut’un Evrensel Gazetesindeki haberidir: “Genel seçimlerden sonra daha “akılcı” diyerek düşük faiz politikasını terk eden ve emekçiler için daha acı reçeteye başvuran Erdoğan yönetimi, yerel seçimler yaklaşırken kesenin ağzını açıp açmamak arasında kaldı. Prof. Dr. Murat Birdal’a göre Erdoğan sandıkta kendisini göremezse söylem değiştirebilir.
Genel seçimlere faiz indirimi ve yüksek kur politikasıyla giderek büyüme rakamlarını önceleyen Erdoğan yönetimi, seçim ekonomisini devreye sokmuştu. Zenginin daha da zenginleştiği bir servet aktarımına dönüşen enflasyon artışının bedeli ise halka hayat pahalığı olarak fatura edildi.
Seçimler bitince, ekonomi yönetiminde yapılan değişiklikle “rasyonal politika”nın devreye sokulduğu ilan edildi. Gözünü yurt dışı yatırımlara çevirerek ülke ülke kaynak arayışına giren Erdoğan yönetimi, daha önce söylediklerinin tam aksine yüksek faiz ve kemer sıkma politikalarını uygulaması için Hazine ve Maliye Bakanı atadığı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a tam destek mesajları verdi. Erkan’ın Türkiye’ye gelince ailesinin yanına taşındığını söylemesi, Şimşek’in kamu kurumlarında kalem kağıtta bile tasarruf edilmesini istemesi aslında düşük ücret, azalan kamu harcamaları ve artan vergiler konusunda “Biz de kemer sıkıyoruz” mesajları olarak kayda geçti.
Ancak yerel seçimler yaklaştıkça beklenen oldu. Seçimlerde kamu kaynaklarının daha fazla kullanılması ve ekonomik vaatlerde bulunulmasını isteyen AKP’deki birçok isim, mevcut ekonomi politikalarında gevşeme bekliyor. Basına da yansıyan tartışmalar, bugüne kadar seçim ekonomisinden beslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat Bakan Şimşek’e “Seçime kadar kesenin ağzını aç” dediği iddialarına kadar vardı.
Şimşek: Seçim Ekonomisi Olmayacak
Emeklilere zam tartışması içerideki tartışmaları daha da görünür kıldı. Bakan Mehmet Şimşek, sonunda sosyal medya hesabından açıklama yaparak, “Seçim ekonomisi iddiaları gerçeği yansıtmıyor. 2024 yılında bütçe hedeflerimizi tutturmakta kararlıyız. Sayın Cumhurbaşkanımızın güçlü destekleriyle program hedeflerimize ulaşmak için gerekli politikaları kararlılıkla uyguluyoruz” dedi.
Kısa Vadede Piyasa Güveni Sağlanamadı
Süreci değerlendiren İktisatçı Prof. Dr. Murat Birdal, ekonomideki göstergelerin iktidar açısından yerel seçimlerin zor geçeceğine işaret ettiğini kaydetti. Para politikalarının gevşetilmesine dair taleplerin öne çıkacağının öngörüldüğünü belirten Birdal, seçim yaklaşırken parti içinden de itirazlar olmasının beklendiğini söyledi.
Enflasyon ve kur istikrarında iktidarın zor durumda olduğunu belirten Birdal, “Bazı adımlar atması lazım, çünkü sermaye girişi sağlanamıyor. Seçimden sonra kısa vadede piyasadan istediği güveni sağlayamadılar. Yabancı sermaye çevreleri de beklentilerinin asıl olarak seçimden sonra devreye sokulacağı inancındaydı. Bundan dolayı işlevsiz kaldı vaatler. Seçim öncesi keskin bir adım olamaz ama seçimden sonra vatandaş ekonomik açıdan daha fazla zorlanacak” dedi.
Muhalefet cephesindeki dağınıklığın iktidarın lehine olduğunu ifade eden Birdal, seçimleri kazanacağını düşünürse Erdoğan’ın çok geri adım atmayacağını ama sıkıştığını görürse kesenin ağzını açacağını dile getirdi.
Politika Değişirse Günah Keçisi İlan Edilir
Mehmet Şimşek’in daha önce de partide böyle bir ayrışma yaşadığını hatırlatan Birdal, “Şimşek bir ekonomi politikası için Türkiye’ye getirildi. Bundan bir sapma yaşanacaksa Şimşek’e ihtiyaç yok. Daha önce de parti içinde suçlanmıştı. Benzer bir değişimde yine günah keçisi ilan edilir ve yoksullaştırmanın sorumlusu Şimşek olduğu ilan edilir” dedi.”
Hesaplı kitaplı bir yönelim olarak yoksun kılma, yoksullaştırma düşünsel bir eylem olmaktan ötede hayatın hakikatine dönüştürülüyor. Duraksamadan imal olunan her hamle bir yönetim anlayışının suna geldiği her tahayyül bu kadar sıradan olanın gündelik dertleri ya da yaralarını çözmek bir yana onları kalıcılaştıran, ümitsizliği aralıksız gerçek kılan bir paylaşıma dönüştürülüyor. Şimşek ve ekibinin radikal dönüşümü var etmek bir yana tüm o sermayenin / iktidar çevrelerinin tahayyülleri doğrultusunda eyledikleri hamlelerin bariz bir biçimde sıradan hayatı için her şeyin tepetakla edildiği bir güncelliği var etmesi arasız, fasılasız bir gerçekliğe dönüşür. Onca zamandır güncellenen her hamleyle, bariz bir halde o yoksunluk paydaş kılınırken, siyasetin başındaki temsilin müdahaleleriyle birlikte yalın, gerçekten gerçek bir cürmün sahnesi bina olunandır. Müşterek bir yaşam idesinin kurgusu ve gerçekliği artık aleni tarumar ediliyor. Bundan da zerre-i miskal gocunulmuyor. Aleni bir halde süreğen kılınmış olan ekonomi politiğin giderek daha belirgin bir halde sadaka kılınmış asgari ücretle bir hayatta var olma gayretini sürdürdüğü açığa düşüyor. Ne olur ki bu hallerle! Tümüyle bir nobranlık, zengini çok daha zengin kılan bir düzlemde hakiki bir eşitliği var etmek bir yana ele tutuşturulan üç otuz kuruşla yaşayın buyurması devamı sağlanan bir şeyken ne olur ki hayat, nasıl olur ki!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, AİHM’in Demirtaş, Kavala ve Atalay kararlarına siyasi baktığını, Yargıtay kararlarının da AYM kararları kadar bağlayıcı olduğunu savundu.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, katıldığı bir programda Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, iş insanı Osman Kavala ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tutukluluklarına dair konuştu. Tunç, AİHM’in bu davalara (Kavala-Demirtaş davası) siyasi yaklaştığını savunarak, “Kararı ortaya çıkaran deliller hukuki açıdan değerlendirmiyor. Türk yargımız bu davalardaki kararlar Yargıtay’dan geçmiş olan kararlar” dedi.
‘Bir takım sorunlar ortaya çıktı’
Bakan Tunç, şunları söyledi: “Anayasamızda yüksek mahkemelerimiz var. AYM de yüksek mahkemeler kısmında sayılıyor. Hepsinin görev alanları belli. AYM-Yargıtay arasındaki görüş farkı sebebi anayasamızın bazı maddelerinin son değişikliklerle bireysel başvuru ile birtakım sorunlar ortaya çıktı. Kanun koyucu sorun çıkmasın diye hükümler de koymuştu. Anayasada vekillerin tutukluluğu konusunda suçüstü olan ağır cezalık suçlar hariç deniyor. Atalay’ınki seçimden önce başlayan bir dava. Anayasal düzene karşı suçlar Atalay’ınki. Bu suçlar kanunla düzenlenmiş. Terör suçları şu şu maddelerdir deniyor. AYM diyor ki Anayasa’nın 14. maddesindeki suçlar belirsiz diyor, Yargıtay da bu suçlar düzenlenmiştir diyor. Daha önce de uygulamaları var zaten diyor. 83 ve 14. maddesini uygulanmaz hale getiriyorsunuz diyor.”
‘Kararları farklı yorumluyorlar’
İki mahkemenin de yıpratılmaması gerektiğini kaydeden Tunç, AYM kararları kadar Yargıtay kararlarının da bağlayıcı olduğunu savundu. Tunç, “Verilen bir karar noktasında iki mahkememiz anayasa maddelerini farklı yorumluyor. Sorunun kaynağı anayasa. 184 kez değişiklik yapıldı. AYM’nin yapısında adliye mahkemelerinde verilen kararların da gitmesini sağlarsanız süper bir uygulama olur. AYM’ye gelen bireysel başvuruları Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyeler incelesin diye bir hüküm olabilir” dedi.
Belirsiz değil handiyse her durumda, hemen her şekilde hesaplı ve kitaplı bir yönelim var ediliyor. Tümüyle iktidar pratiğinin sunduğu şeylerle bir kere daha dönüşüm var edilmeye çalışılıyor. Eğri, eğrelti, eksik gedik kılınan demokrasi pratiği, ekonomi tahayyülü gibi ol adaletin de yarım, sonucu etkisiz kılınmasının hallerinde bir kere daha hesaplı kitaplı bir istikamet devşiriliyor. Darbeci Kenan efendinin tahayyülü olarak, mutabık kalındığı ileri sürülen bir yamalı bohça anayasanın geçerliliği hala söz konusuyken onun güncel bir siyasi düşün üstündeki etkisinin iktidarın şablonuna göre dönüşümü var edilmek isteniyor bir kere daha. Baş Amirin aralıksız bir biçimde hedef kılmaktan çekinmediği iş insanı Osman Kavala, Türkiye İşçi Partisi Hatay vekili Can Atalay, eksi Halkların Demokratik Partisi eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş gibi toplumsal dinamiklerin peşi sıra sözü ve eylemleriyle bu ülkedeki demokrasi pratiğine bir adım olsun yaklaşılsın diye çaba sarf eden insanların esareti sorgulanmasın isteniyor. Tümden madun siyasetin, başat temsilcisi olagelen bu sığ, sağcı, siyasal islami yapının diskuru, kapsadıkları dışında kalan herkesi bir anlamda terörist / terörize ederek hak kavramı yerle yeksan edilmeye çalışılıyor. Duru durağı olmayan bir yıkıcılık, kuşatma haline devam diyor, yenilenmiş olduğu zikredilen şu ülke!
Müştereklerimiz mefhumunun yerle yeksan olunduğu bir zeminde hakkaniyet kavramının da miadı doldurulur. Her şey bağlamından kopartılıp çürümenin esiri kılınırken belirsiz değil doğrudan hesaplı kitaplı bir mahvetme hali güncelleniyor. Demokrasi, eşitlik, adalet kavramlarının kökünden talan olunduğu, gündelik zorbalık diline haiz iktidar pratiklerinin her şekilde, pragmatist bir döngüyü yeniden var ettiği ülke gerçekliği karşımıza çıkartılır. Kabus her anlamda hülya gibi pazarlanmaya devam olunuyor. Cumhuriyet idesini, yüzüncü yılında bir sivil düşün temsilini var edemeyen aklın, onca nobran tantanası arasında çıkagelen her şey bu mutlak / kati olan hesaplı kitaplı yıkımı imlemeye devam ediyor. Bildiğimiz, gördüğümüz nihayetinde bir ülke titrinin iyice altının oyulmasıdır. Her hesaplı hamle, ister sosyopolitik, ister ekonomik, isterse de hakkaniyet bahislerinden olsun bu kadar yalın bir çürümenin, sosyal çökertmenin yolunu açar. Memleket memleket olmaktan alıkonulurken geriye koca bir cüruf kalır. Ortalık kesif, keskin bir karanlığın esiridir, bilin yani, öyle!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Uriel Sinai – Getty Images – CNN
1 note · View note
judasizm1 · 6 months
Text
Laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun sahibi olduğu ulusa ihanet edenler..
Bir yazı dizisiz için uzun bir başlık olabilir.
Adın isterseniz siz verin ama şeyh said, saidi nursi, vahdettin, batılıların desteklediği nurcular ve alt yapıları ve de pkk, hizbullah, taliban, işid vs gibi özellikle amerikanın desteklediği terör örgütlerini anlatacağım ve tabi ki de içimizdeki bopçu hainleri.. Bu hainlerin içinde milyon dolarlık zırhlı araçlar gezen tarikat ve cemaat ceo'ları da var. Adı menzil olsıun, ismailağa olsun, süleymancı olsun, veya diğerleri.. HEPSİ HAİNDİR!.. Bunlar ve bunları destekleyen hangi siyasetçi varsa HAİNDİR!... Fetöşün çocukları ile O.Ç. (operasyon çocukları) olan ortakları hiç irtibatlarını koparmamış anlaşılan; koparmış olsalardı eski fetö bankasının müdürü devletin önemli finans kurumlarının başına getirlir miydi? Olan cahil fetöcülere oldu, hak ettiler. Sırada adalet, bürokrasi ve en önemlisi ise siyasilerde.. Dün fetö vardı bugün mencizciler, süleymancılar, ismailağacılar vs vs ve alt fraksioyonları var. Ülkemizin ulus devlet olarak her bireyinin eşit olduğu bir hukuk devleti ferdi olup, haklarını kullanabileceği bir ülke için en büyük beka sorunu bop eşbaşkanıdır. Çakma dindarlar ve onların milliyetçiyim diyen köpekleri giderse ülkemiz en geç 10 yılda kendine gelebilir (Yıpranmışlığı ve yoldan çıkmış bir devletin durumunu siz düşünün!)
Amerika dünya için en büyük sorunlardan biri çünkü 70li yıllarda başlayan enperyalist amerikan şirketleri gördüler ki "ulus" devletler yayılma ve sömürgecilikte en byük engeldi. Atatürk'ün kurduğu demokrasiyle yönetilen Türkiye en büyük sorun idi. Onlar da arap yarım adasındaki feodaliteyle yönetilen ülkere gözlerini diktiler, başardılar. Yılbaşına bir kaç gün kaldı, Filistin'de Natenyahu soykırım yaparken, araplar "Noel" kutlaması yapıyor!
Filistin diye g..tünü yırtan çakma müslümanlar İsrail'e gemilerle malzeme gönderip arapların noel kutlamalarını göremiyor! Sorun bu değil aslın, asıl sorun bu riyakarlığı, sahtekarlığı, iki yüzlülüğü göremeyen halkımızda aramak lazım.
Ey cahil sürüsü, Noel ile yılbaşı aynı değildir. Batılıların kültürü yalan ve hırsızlık üzerine kurulmuştur. Noel bile onlara ait değil! Yılbaşını Hıristiyanlık dahil bir dine bağlayarak yorum yapan, fiili bir işe kalkışanlar, gerçeği bildikleri halde manipülasyon yapanlar CAHİL YOBAZDIR. Ya da BİRİLERİNİN MAŞASIDIR.
Geçen yıl bu günlerde çatıya çıkan taliban vari bir sakallı vardı, noel babasını bekliyormuş!? 😄😄😄 Yorumum: "Ne kadar inanıyorsa noel babası için çatıya kadar çıkmış'" oldu... Beyaz tv başta olmak üzere bütün yandaş tvler bu kadar tasmalarını tutanların reklamını yaparsa olacak şey böyle gerçekleşir..
Ve siz de cahillere prim veriyorsunuz. Ülkenin bu halde olmasının en büyük nedeni muhalefet partileridir. Onca SKANDAL'a rağmen hükümet el değiştirmedi. Benim siysete ve siyasetçilere güvenim SIFIR.
Uyanacak olanlar sizlersiniz. Bu devletin, ülkenin, toprakların, hastanelerin, limanların, üniversitelerin, fabrikaların vs vs hepsinin sahibi sizsiniz. Tapusu size ait olan tek şey oturduğunuz ev değil, en önemli tapu Cumhuriyettir ve sizindir o tapu. Büyük tapunuza sahip çıkmazsanız o büyük tapunun sınırları içindeki küçük tapunuz da (şahsi eviniz) bir gün hain vahdettinciler tarafından alınacak.
Keşke Yunan kazansaydı diyen deli Kadir'i ziyaret eden Diyanet Başkanını ve Fransız sever Halil Konakçı imamı aklımızda. Unutulacak kişiler değilller bunlar, Kubilay'ı şehit eden hainlerle bunların hiçbir farkı yok; HEPSİ HAİN.. Bunlar her iftiralarından sonra ÖDÜLLENDİRENLER "EN BÜYÜK HAİNDİR."
Dün çok ünlü yurtdışı istihbarat gazeteciliği yapan bir değerli insanı kaybettik. Avrupalı bir fikir öncüsü adamla olan ropörtajıı okudum. Adam "Biz Avrupalı'ların kadim düşmanı Türk'lerdir." diyor ve sebebini de açıklıyor: Korku.. Bu yüzden Avrupa'da ilerlemenin tetikçisi oldunuz diyor. Ve bizden çok şey öğrendiklerini de itiraf ediyor (en başta mühendislik ve savaş teknikleri).
Biraz toparlayayım bu yazıyı;
12 şehit verdik. Tek sorumlusu ve her türlü desteği veren Amerika'dır. Onları devlet politikaları açısından İngilizler haricinde hiçbir ülke sevmiyor. Kuklanız Menderes ile başladığınız ama 61 müdahalesiyle sekteye uğrayan ve sonra 70 li yıllardaki çomaklarınız ve Kenan Evren gibi sizin askerlerinizle tekrar devam eden, cia ajanınız Fuller ile "Siyasal İslam" ucubenizi Özal ile yerleştirip teyyo ile temellerini güçlendirdiğiniz bu yoz ve İslamiyeti değiştirme çabanız (Adnan Oktar, Menzilciler, Nurcular, İsmailağacılar, Süleymancılar ve diğerleri) son bulmak üzere. Devlet bürokrasisindeki zayıf karakterli kişileri bir takım bop saltanatına yakın vakıflarca cebren ve hile ile kendi tarafınıza çekmiş olabilirsiniz. Merak etmeyin, önce onlar konuşacak, sonra siz...
Özgürlüğün bedeli vardır, yine öderiz. Peki siz hazır mısınız?
"Yurtta sulh, cihanda sulh"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜK
11 notes · View notes
olumsuzsozler · 4 months
Text
Tumblr media
ÖNCELİK VE "TANRI FİKRİ" HAKKINDA BİR DEĞİNİ:
Her insan "deist" olsa ne olacak? Bir insanın kafasının içinde bir ur gibi tanrı fikiri yine kutsal olarak kalacaktır. Dinin uzun yıllar ayakta kalmasının nedenlerinden biriside budur. Önce Bireyin zihninde kutsalın yıkılması esastı. Buda Tanrı fikri denilen bu kurguyu anlatıp işi temelinden söküp atmaktır. Yaşar Nuri Öztürk ve Ülkemizde Arif Tekin, Turan Dursun, İlhan Arsel, Gibi Yazar ve düşünürler bunu dini islamı kuranı kitaplarında hep eleştirmişlerdir. Ancak bana göre dinlerin özünü ve temeli teşkil eden "Tanrı fikrini" yıkmadıkca bu işi bir tık ileri taşımak imkansızdır. Anlatılan eleştiriler doğrudur ancak "Metod" yanlıştır. Tanrısız din eleştirisi hep eksik kalacaktır. Zira zihinde bir kutsal birakmak tekrar o inancın filizlenmesine yol acaktı. Zira Tanrı fikri içinde taşıyan her bireyin muhakeme yetisi olmayacaktı. O kutsal Tanrı inancı doğru düşünmesine engel olacaktır. Bilim insanları örnek gösterenler mutlaka bu konularda da araştırma yapmaları gerekmez mi? Atatürk'ü İkide bir dillendiren islam eleştirmenleri niçin Jean Meslier'in Sağduyu" Kitabını okumazlar onu tanıtmazlar? Neden niçin? İşlerine mi gelmiyor yoksa gözden mi kaçıyor o kadar kitap tanıt o kadar kitap oku ama Atatürk'ün çevirtmiş olduğu kitabı es geç olmaz bu samimiyet olmaz. Eğer gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsalar bu arkadaşlar mutlak her şeyi açık seçik ortaya dökmek zorundadırlar aksi halde İnsanların zihninde bir "Deistlik" bir "Ağnostiklik" sürüp gidecek. Bu netice vermiyecek bir boşa kürek çekmektir inanları yine dinin içinde bir inançın içinde tutmaktan öte geçmeyecek bir tekrar olacaktır. Ağacın kökü ve gövdesi dururken dalları ile uğraşılmaz.
Şu kafa nedir? Ben Allah'ın kitabını kabul etmiyorum, ama Allah'ı kabul ediyorum... bu nedir? Deistlik" Kafada bir kutsal birakma fikri onu bütün yönleriyle ortaya koymamaktır. Tanrı mutlaka ele alınmalı bilim insanları bu konuda ne demişler. Gelmiş geçmiş ne kadar tanrı vardı? Sanki hiç araştırma yokmuş gibi davranmak ciddiyetten uzaktır. * Tanrı bir varsayımdır! Friedrich Nietzsche * Stephen Hawking Fizikçi ve kozmolog / Bu konuda ne demiş? "Bilimi anlamaya başlamadan önce, Tanrı'nın evreni yarattığına inanmamız doğaldı. Fakat artık, bilim çok daha ikna edici bir açıklama sunuyor." "Kainatı kimse yaratmadı; Kimse kaderimizi çizmiyor." "Bilim, tanrıyı gereksiz kılıyor." "Tanrı'ya bir ihtiyaç yoktur. "Stephen Hawking * "Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenenlerden çok daha fazladır. Erica Jong * Tanrı fikri insanın mantığını ve muhakeme yetisini yok eder. Mihail Bakunin Muhakeme yeteneğini yok eden hastalık din belası mıdır yoksa Tanrı belasımıdır? * "Eğer gökyüzünde bir şeye saldıracak isen, tanrıyı hedef almalısın. "Vicdan, insanın içindeki tanrıdır. Victor Hugo * Tanrı kavramının kaynağı, insanın duyduğu acıda, korkuda ve tedirginliktedir. Baron d'Holbach * "Tanrı fikri, insandaki adalet isteğini ortadan kaldırır ve insan özgürlüğü önündeki ciddi bir engeldir. "En başta, ilahiyatın ilahi zorbalığına, tanrı’nın hayaline başkaldırmak gerekir. "Tanrı fikri insanın mantığını ve muhakeme yetisini yok eder. Mihail Bakunin * Zihninde bir tanrı fikri olan insana, din eleştirisi yapılmaz. Bu yanlış insana, doğruları anlatmaktır. Ve metot yanlıştır! * İnsanlar Tanrı'ya inanırlar çünkü öyle şartlandırılmışlardır. Aldous Huxley * Çoğu insanın Tanrıya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir. Bertrand Russell * "Tanrı'ya inanmak otomatik bir çocukluk alışkanlığıdır. "Tanrı'nın varlığı kanıtlanmamıştır. "Tanrı bir ruhtur demek, hiçbir şey söylememek, hiçbir anlam ifade etmemektir. Jean Meslier * "İnsanlık Allahı yarattı. Nihayet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah’tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler." Mustafa Kemal Atatürk EsenKalın.
7 notes · View notes
musfika-hanim · 6 months
Text
akşam haberlerde kameralara yakalanan, ülkenin adaletinden sorumlu bakan yardımcısının telefonda kendisinden istenilen ve onun resmi kişilerden istediği dönüt torpil mesajlarına verdiği olumlu yanıtları görünce ortanca kızımın polislik mülakatı sırasında göz göre göre hakkının apaçık yendiği, içerde kendini parçalayarak açıklama yaptığı halde nasıl mülakat dışı tutulduğu ve biz onu dışarda "kesin geçti" gözüyle beklerken, ki tüm şartlar elverişli ve uygundu çocuğumun ağlaya ağlaya hayal kırıklığı ve hakkının bariz çiğnendiği düşüncesiyle mülakattan perişan çıkışını hatırladım. ülke torpiller, akbabalar ülkesine dönmüş, hak ve hukuk kalmamış, mülakat gereken tüm meslek alımlarında o mesleği icra edebilecek nitelik ve özellikleri taşıması gereken insanların yerine torpil gereği kişilerin getirilmesiyle polislik ve bunun benzeri ciddi meziyet gerektiren mesleklerin imajı, kalitesi maalesef düşürülmüştür. adam kayırmayı üç sene önce ankara'da polislik mülakatları sırasında kızımı dışarda beklerken kendi gözlerimle gördüm. ne boy ne de nitelik bakımından mesleğe uygun olmayan bir çok genç mülakattan mutlu ayrılırken kızım gibi her yönüyle uygun gençlerin bahaneler sürülerek hakkı yendi. şimdi bu adalet bakanı yardımcısı hâlâ görevinin başında durup bu ülkenin adaletine katkı sağlaması mı beklenecek yoksa görevden mi alınacak? izleyelim bakalım
yazıklar olsun
11 notes · View notes
baybaykus · 5 days
Text
ADALET, NEDEN MÜLKÜN TEMELİDİR! ?
1750 yılında, Alman Prusya Kralı Büyük II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Potsdam Ormanları'nda gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur.
Manzara güzel, hava nasıl ferahtır.
- Yazlık sarayımı burada yapalım! der, sessiz ve sakin kapanıp okumayı çok seven, kütüphanesiyle ünlü kral..
- Değirmeni satın alıp yıkın, yerine saray yapın! der adamlarına..
Adamları değirmenciye gider ve kralın bu isteğini iletirler.
Değirmenci malını satmak istemez.
Kral değirmenciyi huzuruna çağırtır;
- Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaça satarsınız? diye sorar.
- Yanlış anlamadım efendim.
Adamlarınıza da söyledim.
Değirmenim satılık değil! der değirmenci.
- Beyefendi inat etmeyin! Paranızı fazlasıyla vereceğim, diye ısrar eder Kral..
Değirmenci direnir;
- Sen koskoca kralsın, paran çok.
Git Almanya’nın istediğin yerinde saray yap!
Burayı benden önce babam işletiyordu.
O'na da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım.
Değirmenin bahçesinde dedemin, babamın mezarları var.
Ben de ölünce yanlarına gömüleceğim.
Burası bizim aile ocağımız. Satılık değil!
Sabrı tükenen ve sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler;
- Sen benim Prusya Kralı Friedrick olduğumu bilmiyor musun yoksa?
Değirmenci;
- Senin kral olduğunu biliyorum ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim.
Kral öfkeden deli olur;
- Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın.
Bakalım o zaman ne yapacaksın?
Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü lafını söyler;
- SEN KRALSIN AMA.. BERLİN'DE DE HAKİMLER VAR!.
Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler;
- Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir!
Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.” Kral II. Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve sarayını hemen onun altına inşa ettirir.
Değirmencinin ismini, Sarayının da adı yapar..
“SANS - SOUCI SARAYI”
Saray ve değirmen günümüzde hala bir “Adalet Simgesi” olarak o tepede arka arkaya duruyorlar.
Ne güzel bir adalet ki.. Kralın arka bahçesinde bir değirmenci olabiliyor.
Ne güzel bir adalet ki, bir kralla, bir değirmenciyi komşu ve dost yapıyor..
Belki de sabahları Prusya Kralı II. Frederick, arka bahçeye çıktığında, değirmenci O'na seslenirdi;
- Hey Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi?
Belki, Prusya Kralı II. Frederick anlatırdı;
- Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi..
Yıllar sonra genç bir Osmanlı subayı, bir yılbaşı gecesi Berlin’de bir davete katılır.
Arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatır ve teklif eder;
- Haydi gidelim ve bu sarayı görelim!
Değirmen de hala duruyormuş, sarayın arkasında..
Kimse yılbaşı balosunu bırakıp o soğukta dışarı çıkmak istemez.
Genç subay kararlıdır.
Tek başına çıkar gider.
Tek başına bu eşsiz anıta bakar..
O genç subay, Mustafa Kemal’dir.
Ve Kurucu Lider Mustafa Kemal ATATÜRK, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm mahkeme salonlarında, yargıçların arkasındaki duvara asılacak sözü yazdırır;
ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR!
Sunay AKIN
2 notes · View notes
aliiylmazbirhayaldee · 2 months
Text
Bir kuryeyi elli kez bıçaklayan bir şerefsizin güzelim ülkemde soluması haramken, hapiste bizim vergilerimizle yaşamaya devam etmesi. Nasıl bir adalet bu. O bıçaklanma videosunu gencin ailesi, sevdikleri görünce ne halde olurlar Allah bilir.
İnsanlarla tartışmayın. He deyin geçin. Karşımızda ki insanın böylesi cani olmayacagini bilemeyiz. Allah'a emanet yaşıyoruz zaten..
5 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Kuklalar Kim? Kuklacı Kim?
Kuklalar iplerinin oynatıldığı kadar hareket edebilirler.
Kukla yaratanlar ve kukla oynatanlar farkını anlatacağım.
Bizden ve çok tanıdık bir konu hiç yabancı değiliz.
Yeni kukla çeşitleri çıktı, haberi olmayanlar, anlamayanlar olabilir.
Çünkü itina ile renk vermeden çalışıyorlar.
Sık sık milli irade panayırı düzenler, hak, hukuk, adalet, demokrasi ve sizin işinize yarayacak kendi işlerine asla gelmeyen slogan ve vaadler ile işi götürürler.
Bol bol sorumluluk gerektirmeyen SÖZ verirler.
Hukukun adaleti genelin yararına hesaplaşarak sağlamak olduğunu gizlerler.
Çünkü onların hukukunun ayrıcalıklı olanların hukuku olduğunu mağdur edilenler asla anlayamazlar.
Gelelim yeni kukla çeşitlerine;
✓ Rol çalan kukla,
✓ Rol kaptıran kukla,
✓ Ödül kukla,
✓ Kulağına fısıldanan neyse onu oynayan kukla,
✓ Stepne olarak kullanılan kukla,
✓ Naz yapan kukla...
Say say bitmiyor.
Şimdilik bu kadarını gördük, bakalım bu potansiyel ileride ne tür kuklalar daha üretecek.
Birde kukla destekçileri var.Dün başka bir medyada başka bir kukla umut diye alkış tutuyorlardı, bugün başka bir kuklayı başka bir meydanda yine umut diye alkışa boğuyorlar.
Sömürge edilmiş toplumlarda bu manzara hiç değişmez.
Adına da demokrasi tecelli etti diyorlar.
Kendini muhtaç bırakacak, bir yerlere müşteri yaparak soyduracak kuklaları çok seviyor bunlar.
Adeta kukla yaratıcısı gibiler!
Aynı zamanda kukla boğucu bunlar, birini öldürüp birini onun yerine yaratıyorlar.
Boğulacak olanın kendileri olacağını idrak edemeyecek kadar idrak kanalları televizyon kanalları ve yazılı medya ile tıkanmış kitleler bunlar.
Bir kukladan kurtulamadan diğerini hazır ediyorlar, kukla sıkıntısı çekilmesin biri arıza çıkartır ise yedeği olsun diye çok sıkı çalışıyorlar.
Stepne kukla çok neticede!
Kukla olmak için takla atanlar sıraya girmişler, partiler halinde kullanılma sıralarını bekliyorlar!
Kukla tedarik zinciri çok başarılı çalışıyor.
Ülkeye demokrasi, huzur, hak, hukuk, adalet, para, yatırım başka türlü nasıl gelir?
Kuklası bol bir toplumun haliyle kuklacısı da güçlü oluyor.
Temiz para yatırıyor daha fazlasını almak için.
Haliyle hiçbir kuklacının sırtı yere gelmiyor.
Bir asır önce kuklacıların kuklaları ile birlikte sırtını yere getiren kahramana bugün düşmanlık yapılıyor.
Kuklalar genelin yararına hesaplaşma yerine helalleşmeye yatkın eğitilir, pazarlık günü ne yapmaları gerektiğini bilmeleri için.
Çünkü bir önceki kullanılan kuklanın yaptıklarını da toplumdan gizlemek gibi ayrı bir görevleri daha var.
Kendilerinden sonrasını da düşünürler!
Al gülüm, ver gülüm kuklaları bunlar.
Gül'ün ömrü az olur yalnız yeni gül yetiştirme konusunda çok ileri düzeyde tecrübeli bunlar.
Uzak erimli uşak yetiştiren kukla okulları bile var.
Bulur, eğitir zamanı gelince medya sunumu ile kahraman yapar ve hadi koçum göreyim seni diye sahaya sürülür kuklalar.
Onlarda ceketi çıkartır, kolları sıvar, göreve koyulurlar.Daha ne istiyorsunuz?
Sizin için kendini parçalayan biri var, ne duruyorsunuz kenetlenin etrafında.
Biz bugüne kadar böyle bir kahramanı nasıl bulup çıkartamadık içimizden diye ah vah ederek kenetlenir o kuklayı başlarına bela ederler.
Kukla yaratan kendileri olduğu halde yine de yaratana kuklacı memnuniyeti duasını eksik etmezler.
Kendilerini kuklasız bırakmıyor diye yaratan başımızdan sizi eksik etmesin diye duayı eksik etmezler.
Her kukla aynı zamanda yaratanın yeryüzünde ki gölgesi değil mi?
Toplumlar işte böyle hastalıklı yapılardır, toplumlar toplum mühendisliği ile hasta edilir.
Bu bir sağaltım değil, hasar tespit raporu öncesi durum görüntüsüdür.
Herkes sözle resim çekemez. Çekmek istemez. Gerisini düşünen ve sorgulayan insanlar tahmin edebilir.
Bunun sesi uzun yıllar sonra çıkacak eğer ömrümüz yeter ise onu da yazarız.
Son sözü bir gerçeklik tesbiti ile bitirelim.
Kukla yapanlar ile kukla oynatanlar aynı kişiler de olsa farklı kişilerde olsa bu durum kukla için değişmez sonuçta oynatılan hep odur.
Sümer atasözü der ki,
✓ Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması koyunların kaderini değiştirmez.
Bir köyde sürünün çobanı değişecekse koyunlar değil köylüler karar vermelidir.
Yoksa kukla oynatanın üstesinden gelemeyeceği sayıda kukla üretilir ki, o zaman başka oynatıcılar gelir ve kendi senaryolarını sergiler.
Kukla tiyatrosu seyredenler bilir. Kuklaları oynatanı kimse göremez.
Günümüzde kukla tiyatrosu siyasette oynanıyor.
Kuklalara bel bağlayan bir toplum o kuklaları oynatanları fark edebilir mi?
Kuklalar, kendilerine inananlara faydalı bir iş yapma sözü verebilir mi?
Kuklaların kendilerine ait bir iradeleri olmadığını bilmeyen bir toplum onları oynatan kuklacıları nereden bilsin?
Bilinci din eğitimi ile dondurulmuş bir toplum değişebilir mi?
Kuklanın kimin adına kukla olduğunu bilmeyen bir topluma peşinden gittiği ve kendini temsil yetkisi verdiği iradenin bir kuklacı tarafından aleyhine kullanıldığı nasıl anlatılabilir ki?
Her oy pusulası kuklacıları değil, kuklalara kananı vurur.
Kısaca;
Holding demokrasilerinde her oy sahibini vurur.
Umarım kuklacının kim olduğunu anlatabildim.
Kuklaların kim olduğunu koşulsuz verdiğiniz destek dolayısıyla biliyorsunuz zaten.
] Önder KARAÇAY [
11 notes · View notes
gecedekisiyah · 1 year
Text
"Gitme, seni bakan yapacağım “ dedi.
“ Ne bakanı? “
“ A... Adalet bakanı! “
“ Ama burada yargılayacak hiç kimse yok ki!
“ O halde sen de kendini yargılarsın “ diye yanıtladı kral. “Kendini yargılamak diğer insanları yargılamaktan çok daha zordur. Kendini gerektiği gibi yargılayabilirsen, çok adilsin demektir.”
Küçük Prens
7 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Aydınlanma felsefesinin kurucu düşünürlerinden David Hume 1751 yılında yazdığı Ahlak İlkelerine Dair Soruşturma eserinde ahlak felsefesini hâlen güncelliğini koruyan şu sorular üzerinden kurmaya çalışır: 
“Ahlak ilkeleri, akıldan mı duygudan mı türemektedir? Ahlak ilkeleri hakkındaki bilgiyi bir kanıt ve tümevarım zinciriyle mi yoksa dolaysız bir hissediş ve daha ince içsel bir duyu yoluyla mı kazanırız? Doğruluğun ve yanlışlığın bütün sağlam yargıları gibi, her akıl sahibi zeki varlık için aynı mı olmalıdır yoksa güzellik ve çirkinlik algısı gibi tamamıyla insan türünün tikel doğa ve yapısının üzerine mi temellendirilmelidir?” 
 “Bir gemi kazası sonrasında, mülkiyetin önceki sınırlamaları göz önüne alınmadan, herhangi bir güvenlik vasıtasını zapt etmek bir suç teşkil eder mi? Yahut eğer kuşatılmış bir şehir açlıktan ölmeye maruz kaldıysa, insanların, başka durumlarda hakkaniyet ve adalet kuralları olacak kurallara karşı titiz davranarak, muhafaza edilen tüm yiyecekleri, kendilerine tercih edeceğini ve hayatlarını kaybedeceklerini düşünebilir miyiz? … Kanunların veya hukuk mahkemelerinin bağlayıcılığı olmadan herhangi bir sayıda insan bir arada toplanabilir miydi? Bir kıtlık sırasında ekmeğin eşit bölünmesi, güç ve hatta şiddet ile yapılsa bile, suç veya haksızlık olarak addedilebilir miydi?”
Hume bir empiristtir, ( Bunu john locke'den devralmıştır)  dolayısıyla onun için öncelikli olan deneyim bilgisidir. Ahlakı da bu sebeple deneyim üzerine kurmayı amaçlamaktadır. Ahlakın kaynağında haz ve acı duyumlarıyla birlikte fayda ilkesi vardır. Erdemli eylem bize haz verirken, erdemsiz eylem acı vermektedir. Erdemli olan aynı zamanda faydalıdır da. Hume erdemleri doğal ve yapay erdemler olmak üzere ikiye ayırır. Yapay erdemler insan yapıntılarıdır. Örneğin adalet. İnsan neden adaleti icat etmiştir? Hume'a göre herkes her şeye yeteri kadar sahip olsa adalet kavramına ihtiyaç kalmazdı. Düşünün havayı istediğimiz şekilde kullanabiliyoruz. Kimse havayı fazla soluduğu için adaletsiz olmaz. Çünkü bir mülk haline getirilmemiştir. Her durum ve koşul bu şekilde yapılandırılsaydı adalet yararsız bir şey olurdu. Ancak her şey eşit olsa bile insanların sanat, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bu eşitlik bozulacaktır. Burada da mülk kavramı ortaya çıkmaktadır. Hume'a gmre mülk 'kullanmak üzere, tek başına onun için olan ve onun için yasal olan herhangi bir şeydir.' Ayrıca adalet dönemin koşullarına ve gelişen olaylara göre yasa bazlı değişiklik gösterebilir. Adalet toplumun yararı içindir. "Yararlılık hoştur ve onayımızı alır. Bu, günlük gözlemce doğrulanan, olgusal bir şeydir. Gelgelelim, yararlı? Ne içindir? Elbette, bazılarının çıkarı içindir. O halde, kimin çıkarı? Sadece bizim değil: Onamamız için her zaman daha da genişler.
‘‘ ....itiraf edilmelidir ki hak ve mülkiyete yönelik tüm kabuller, en hantal ve en kaba batıl inanç kadar tamamen temelsiz görünmektedir. ‘‘
AHLAK İLKELERİ ÜZERİNE - DAVİD HUME 
8 notes · View notes
zeyneptgrl · 5 months
Text
Eveeet 30 milyon gündür doğum günümü kutluyorum. Ve verdiği his mükkeeemmmelllll. ‘Eh ama bitmedi bu doğum günü storysi’ diyen herkese bundan daha güzellerini diliyorum. İnş kalbiniz bu kadar ‘kötü’ olmayı bırakır.
İnsan şu yaşına gelince böyle oluyor ,bu yaşına gelince şöyle oluyor klişesini bir kenara bırakalım ve her yaş bir öncekinden daha bok gibi oluyor önce bunu kabul edelim.Tecrübe yaşamaktan,acıdan ve üzüntüden ‘bu da bir dersti’ diyerek yol almaktan bıktım. Her bunu dediğimde evrenin minik süprizleri ile varımı yoğumu kaybedip,tekrar ayağa kalkabildim.
32 yaş bana ;
•kimseye güvenmemeyi;
•hayatın toz pembe olmadığını
•asla gitmez dediğim insanların arkasından mal bir suratla el sallamayı
•acımasız olmayı
•tek-duble, tekduble arası kavramlarını
•gözyaşının ne olduğunu
•yeteeeeeer diye isyan etmeyi
•-bilmemkaçta banka hesabını
•arkamdan çıkam dedikodulara kahkaha ile gülmeyi
•aldığım telefonun kaçak çıkma olasılığının olabileceğini
•bir hayalin bile olmadan bombooooş bir zaman diliminde boşlukta savrulmanın nasıl bir his olduğunu
•evsiz yurtsuz sokakta kalmayı.
•depremi ve göçük altında insanların yok olmasını izlemeyi
•insanlara ve sözlerine asla güvenilmemesi gerektiğini
•dolandırılmayı
•beynimin götümden değersiz olduğunu
•sosyo kültürel yapımın,donananım ve hayat görüşümün asla değer görmediği gerçeğiyle yüzleşmeyi
•tüm bunlar olurken ‘sevgiye ve arkadaşlığa’ olan inancımla devam etmeyi
•mahalle yanarken saçımı taramayı
•1 günde yıkılan hayatı 1 günde inşa etmeyi
•özsaygı ve değerimi herşeye rağmen korumayı
•inandığım bu yolda çenemin asla susmamasını
•çenemin asla ama asla susmamasını
•eğlenmekten kusmayı
•sevmeyi bilmeyen insanlarla vakit harcamamayı
•herşeye rağmen ‘dürüst’ olmayı
•her seferinde daha yüksek sesle kahkaha atmayı
•hakkımı yiyen,hak etmediğim halde arkamdan konuşan,hak etmediğim halde kalbimi kıran herkesin ilahi adalet ile süründüklerine şahit olmayı
•elleriyle doğum günü pastamı yapan arkadaşlara sahip olduğumu farketmemi
•içimden geldiği gibi doğum günümü kutlamama olanak sağlayan bir ortama sahip olduğumu
•’deneriz. Olmadı, bir daha deneriz’ dediğim de beni destekleyen arkadaşlara sahip olduğumu
•aylarca dertlerimi,ağlamalarımı ve üzüntümü(en çokta susmayan çenemi) dinleyen mükemmmel arkadaşlara ve mükemmel bir aileye sahip olduğumu
Ve daha nicesini farkettiğim bir sene geçirdim. Bana katlanan,büyüme ve olgunlaşma yolculuğumda bana destek olan herkese çok teşekkür ediyorum. Bu kadar komik,eğlenceli ve deli olduğum için kendime teşekkür ediyorum. Zor günüm de maddi manevi yanımda olan herkese çoook teşekkür ederim. İyi ki vardınız. İyi ki varsınız. Yeni yaşımda yanımda olan bana katlanan herkesin bu hayatta her dilediğinin olmasını,mutlu ama en çokta ‘memnun’ olmasını diliyorum. Mumları üflerken dilediğim tek şey bu. Çünkü zaten dilenmesi gereken herşeye sahibim. Sahipmişim. Anlamam zaman almış. İyi ki ! ❤️
1 note · View note
seslimeram · 5 months
Text
Yarın İhtimali Kalır Mı?
Tumblr media
Zembereğinden boşalırcasına – kötülük temsili ile kuşatılıyor ülke. Erk, muktedir, iktidar siyasal istemi, figürünün tamamlayıcısı olagelen şiddet dozu günbegün arttırılırken nefret edimine kol kanat geren, ırkçı kümelenmesiyle birlikte bir kötülük temsili farazi değil ol marazi ülke gerçekliğini imliyor artık. Ekonomik, sosyal politik, güncel hayata doğrudan ve kesintisiz bir çökertme haline denek edilmiş insanların, o yoksunluk hallerinde bir de bütünüyle kimlikleri / inançlarına yönelik ayrımcılık ile kuşatılıyor olmasıdır meselesidir bu kötülük temsili. Genel geçer değil basbayağı tertipli bir düzen / nizam halinin içinde ol muktedirin aştık dediği ayrım, bir iktidar pratiğini somutlaştıran diğer kliklerin katkısıyla birlikte süreğen bir gerçekliğe / hakikate dönüştürülür. Cerahat nüfusu arttırıldıkça yıkımı peyderpey var edildikçe kötülük bir normatif kılınır. Tüm bu memleket profili yeniden ve yılmadan biçimlendirilirken kötülük bir sabit, nefret bir olgu, ayrımcılık merkez sağcılık için elzem bir tavra dönüştürülür. Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız salgın güncesinden bu yana sürgit yeniden denenen bir pratik toplamında bu ülkenin ötekileri için hayat zindan kılınmaya çalışılır. Biyopolitik bir mezbaha haline dönüştürülen yerde öteki değil ol halk toplamının sahibi / vatanın gerçek sahibi olduğu söylenen kesimler de dahil hedefe açık bir halde konulur. Ne ki kimseler farkına varmaz.
Tümüyle kötülük sahiplenilirken ayrımcılığın kimleri nasıl kapsayacağından bahis hiç açılmaz. Lakin günbegün yaratılan iklimde bir gün o Türk, ertesi gün Suriyeli mülteci, bir başka gün Ermeni, beri gün Yahudi muhakkak ki o yıkıcı / kör karanlığı sabitleyici olan o nefrete yem edilir. Bunu iktidar söylemlerinin cafcaflı hallerindeki aştık / bitti bahsinin de tam da kıyısında biriken, faşist partinin pratikleriyle görebilmek zaten mümkündür. Hepsi bir, hep birden var edilen nefret söylemi o kötülük halini duraksamadan bir başkasına açık ve aleni ayrımcılığı imgeler. Aralıksız bir biçimde süre giden o hedefleme halinin başta ve kalıcı bir yıkıma önayak olmasının içler acısı pratikleriyle yaşam kuşatılır. Duraksama nedir bilinmeden imal edilen ayrımcılık hallerinin takvim yaprakları acıya çıkan bir ülke sınırlarında her günü nasıl da mahvettiği artık az çok belirginken halen bu inat, bu kör kör karanlıklara devam diyebilme cüretinin sorgulanması ne zamandır hangi zaman? Bitimsiz olagelen ayrıştırma, mamafih yenilenen ve sürgit devamlılığına çabalanan ötekileştirme hal ve istikametinde kime nasıl bir yer, nasıl bir yurt vaat edilebilir. Böyle bir sahnenin ol yurt olma ihtimali hala var mıdır?
Agos Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Sarıyer Büyükdere'deki Santa Maria Kilisesi'ne pazar ayinine maskeli 2 saldırgan tarafından silahlı saldırı düzenlendi.
Saldırıdan hemen sonra ajanslara yansıyan bilgilere göre maskeli iki kişi ayin sırasında kiliseye girerek ateş açtı. Kilisede bulunanlar, kendilerini korumak içini kendini yere attı.
Saldırıda ayine katılanlar arasında bulunan C.T. adlı kişi hayatını kaybetti.
Bölgeye çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi.
Emniyet güçleri, saldırganları yakalamak için çalışma başlattı.
Saldırı anına ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şu açıklamayı yaptı:
"Bugün Saat 11.40 sıralarında Sarıyer Büyükdere Mahallesinde bulunan Santa Maria Kilisesindeki ayin sırasında, ayine katılanlar içinde bulunan C.T. maskeli 2 kişi tarafından silahlı saldırıya uğramış ve maalesef hayatını kaybetmiştir.
Konuyla ilgi geniş çaplı soruşturma ve saldırganları yakalamak için çalışmalar başlatılmıştır.
Bu alçak saldırıyı şiddetle kınıyoruz."
Saldırıyı gerçekleştirdiği düşünülen kişilerin kameri görüntüler de basınla paylaşıldı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, saldırıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığını belirterek "Olayın aydınlatılması için bir başsavcı vekili ve iki cumhuriyet savcısı görevlendirilmiştir" açıklamasında bulundu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, sosyal medya hesabından "Ayin sırasında bir vatandaşımıza yönelik silahlı saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Güvenlik güçlerimiz konuyla ilgili geniş çaplı bir soruşturma yürütmektedir. Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğine kast edenler, asla emellerine ulaşamayacaktır. " açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, "İstanbul Sarıyer’de Santa Maria Kilisesinde ayin sırasında bir şahsa yapılan silahlı saldırıyı en güçlü şekilde kınıyor, hayatını kaybeden şahsın ailesine başsağlığı diliyoruz. Güvenlik güçlerimiz olayın aydınlatılması ve faillerin adalet önünde hesap vermesi için geniş çaplı bir soruşturma yürütmektedir." dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu "Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi'nde yapılan pazar ayinine yönelik silahlı saldırıyı kınıyorum. Şehrimizin inanç mekanlarına saldırarak birliğimizi ve huzurumuzu bozmaya çalışanlara asla izin vermeyeceğiz" dedi.
İstanbul Valisi Davut Gül ise "Saldırı tek kişiye oldu, yaralanan yok" açıklamasında bulundu.
Davut Gül, "Hepimizin başı sağ olsun. 52 yaşında bir vatandaşımız hayatını kaybetti. Polisimizin savcılığımızın araştırması devam ediyor. Yaralı yok, tek bir kişiye saldırı olmuş. İçeri girilmiş ve vefat eden kişiye saldırıda bulunulmuş. İçişleri Bakanlığımızın açıklaması olayın çerçevesini çiziyor. Paylaşılan diğer bilgilere itibar etmeyelim. Olay çok yeni. Herkes görevini yapıyor. Failler yakalanıp yargılanacak. Cumhurbaşkanımız olayı takip ediyor." açıklamasında bulundu.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırıyla ilgili Sarıyer Kaymakamı Ömer Kalaylı, Santa Maria İtalyan Kilisesi Rahibi Anton Bulai ve Polonya’nın İstanbul Başkonsolosu Witold Lesniak ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Tüm cemaate başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerini ileten Erdoğan, faillerin en kısa sürede yakalanması için gereken adımların atılmakta olduğunu ifade etti.
İstanbul Valisi Davut Gül "Saldırı tek kişiye oldu, yaralanan yok" dedi.
Saldırı anına ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
Ölen Tuncer Murat Cihan’in yeğeni Çağın Cihan, Gazete Duvar'dan Ferhat Yaşar'a konuştu. Cihan “Kendisi amcam olur. Sadece oraya ziyarete geldi ve tesadüfen ona denk geldi. Sade masum biriydi ve kesinlikle masum bir kurbandı. Emekliydi, hafif zihinsel engelliydi. Son iki aydır da pazarları kiliseye gidip geliyordu" dedi.
Saldırıda ölen Cihan’ın dayısı Kazım Aydemir ise “Benimle birlikte kiliseye geliyordu. Cemaat tarafından çok sevilen biriydi. Boşu boşuna öldürdüler. Çok fazla üzgünüz” dedi”
Daha önce Bakırköy, Kuzguncuk Ermeni Kiliseleri’nde yaşatılanlarda olduğu gibi daha önce Gevriye Eğo’nun Merdin’de, Şimuni ve Hürmüz Diril’in kayıp / eksikli kılınan ol cinayetleri ve sonrasındaki muğlaklıktan haberdar olduğumuz bir tedirginlik haline yine esir edilir ülkedeki bir avuç Hristiyan yurttaş. Kötülüğü bir normatif kılanların aralıksız olarak nefreti yaygınlaştırma gayretine düşen, yazsak en az on parti, söylesek en azından milyonlarca insan tarafından desteklenen / yönlendirilen ocaklar, dernekler, siyasi denile gelirken bildiğiniz çeteleşmiş ari ırk sevdalısı zümreler vesaireler vesaireler etraflıca bu karanlığı yenilerken kim Tuncer Murat Cihan’ın hesabını verecektir sahi ama sahiden de! Düzeni var eden temsilin, bir yandan olayı gizlilik örtüsü ile kapatmaya teşne olması bir yandan da o salyalar saçarak nefretini kusmaya devam diyen yapıların üstün körü olayı, cinayeti (adı üstünde) geçiştirmeye çalıştığı zeminde kim güvende olabilir sahi ama sahi. Kolay lokma olarak tanımlanan, nasılsa kuşatıldıkları vakit teslim olacaklarına dair bir algı / olgu ekseninde hayatları gözetim ve denetime tabi kılınan insanların hakikatleri her ne olacaktır? İki zanlının kamu önüne alelacele çıkartılması sonrasında birliğimiz asla ve kata bozamayacaklar şablonu yeniden sakız edilirken o cinayetin faillerinin sırtları sahi ama sahiden de sıvazlanıp durulmamıştır diyebilir miyiz? Kolluk kuvvetinin bir var hep yok addedildiği bir sahneleme sonrasında kim nasıl güvende hissedebilir ki? Soruların ardılı sıra geldiği bir cinayet / tahakküm / yıkım girdabının ardından geriye kocaman bir boşluk kalıyor. İnsanların kimliklerinin, aidiyet ve inançlarının halen mesel teşkil edildiği bir yerde, hayatların biricikliği söz konusu edilmesin isteniyor. Kötülük temsili her yanı, her günü kuşatırken bunlar dert edilmesin isteniyor. Lafta değil doğrudan / sahiden bir yerin yaşamla bağları kopartılırken yarın her neyi getirecektir. Tümüyle bu girdap halinin içerisinde bir yarın ihtimali kalır mı? Bırakılmış mıdır.... Bir avuç kalakalan azınlıkların bu günlerdeki en büyük meselesi budur, bu kadardır. Bir yarın ihtimali söz konusu mudur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Santa Maria Latin Katolik Kilisesi’nden – Dilara ŞENKAYA – Reuters
2 notes · View notes
harfzen · 1 year
Text
dalga 45
Politik olmak zorunda değilim. Apolitik hakeza. Taraf olmak zorunda değilim. Bitaraf olmak hakeza. Bitaraf olanın bertaraf olacağını söylerdin eskiden. Bazen, belki de çok defa erkenden bertaraf olmak, savaşı sürdürmeye çalışıp, sonunda yine kaybetmekten, yanlış tarafta bulunup sürünmekten evla olabilir. Bu seçim sürecinde en çok rahatsız olduğum muhalefetin ajitasyondan başka bir şey söylemiyor olmasıydı. İktidar şu kötülükleri yaptı, vah ne kadar kötülük yaptı, tüh ne kadar kötülük yaptı. Etkili bir propaganda aracı olduğu aşikar. Hepimizde etkili oluyor. Bununla beraber ajitasyona başvurmak zorunda kalmak aslında dünya hakkında, ülke hakkında söyleyecek bir şeyiniz olmadığını gösteriyor. KHK'lılara kötülükler yapıldı diyor mesela. Doğrudur, benim etrafımda Fetö iltisakından dolayı keşke daha çok kötülük yapılsaydı dediğim bir iki kişi dışında zarar gören olmadı ama bu memleketin adalet mekanizmalarının nasıl çalıştığına şahit olmuş biri olarak kurunun yanında yaşın da çokça ateşe atıldığını kabul edebilirim. Yine de bunu seçim meselesi haline getirdiğinde, söyleyeceğin şey KHK'lılara af olamaz mesela. Falanca kişi zarar gördü, filanca yanlışlıkla hapse atıldı, o halde oylar Kılıçdaroğlu'na diye propaganda yapıldığında bütün Fetö gerçeğini görmezden geldiğiniz, bu yolla kazanılacak üç beş oy uğruna bunlara yeniden örgütlenme gücü kazandıracağınız düşünülür. Ben öyle düşünürüm. Fetö'den hala nefret eden milyonlar da öyle düşünür. Herhangi bir tekil hikaye okuduğumda, Soma işçileri veya maktul kadınlar veya bebeğiyle hapse atılan KHK'lı gibi hikayeler okuduğumda, bunların etrafındaki, gelmiş geçmiş hikayeyi, dosyanın tamamını görmediğimi düşünüyorum. Hikayenin yarısını dinleyerek neden gaza geleyim? Daha kötüsü de bu insan beni neden bu hikayelerle gaza getirmek istiyor? Yargıyı bağımsızlaştıracak mısın? Bunu partini bir Alevi partisi haline getirdiğin gibi mi yapacaksın mesela? O düzenin bugünkü kimsenin güvenmediği yargı düzeninden ne farkı olacak? Hakimler karar verirken, suça değil, sanıkların kim olduğuna bakmayı bırakacaklar mı? Bu ajitasyon yaparak oy toplamaktan daha zor. Bugünkü politik sistemde neredeyse imkansız. Yargıç dediğin adam da ailesi, çevresi, statüsü olan, aynı ekonomik düzende yaşadığın bir adam. Yargı dünyanın hiçbir yerinde bağımsız değil. Çünkü bağımsızlık ancak güçle mümkün. Güç dediğimiz de dünyanın her yerinde yürütme erkinin elinde. Arada trafik cezası yazılan bakan haberi okuduğumuz ülkelerde de asıl mesele o başbakanın sınıfsal güveni. Yargıya güveniyoruz, çünkü o da bizden. Yargı erkini bürokratik lüzumsuzluktan kurtarıp, gerçekten adalet dağıtan, iyiyi kötüyü birbirinden ayıran bir yere götürmek sadece kanun çıkarmakla, parlamenter sisteme dönmekle veya şu olaydan sonra atanan hakimleri derdest etmekle mümkün değil. Burada erkin tabiatına dair bir mesele var. Türkiye'nin rüşvet düzenini nasıl değiştireceksin mesela? Bunun en temel sebebi devletin ekonomideki yeri ve gücü. Bu gücün kırılması için devletin hemen her konuda en büyük müşteri olmadığı bir düzen kurman gerek. Bunu kurmak da popülizmin tam tersine yapmanı ve birden fazla ekonomik güç odağına izin vermeni gerektirir. Giderek korporatizme evrilen ekonomik sistemimizde, popülizm dozunu azaltarak nasıl seçim kazanacaksın? Bunlar fukaralık ajitasyonu yaparak çözülemeyecek meseleler. Muhalefetin bunları düşünecek zamanı da yok değil ama maksatları yeni bir şey söylemek veya olan düzeni daha iyisiyle değiştirmek olmadığı, sadece bu düzenden daha fazla pay kapmak için muhalefet ettikleri için konuşmak istemeyecekleri şeyler. Zamansız Mektuplar https://ift.tt/ebiyA9m
2 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years
Text
Tumblr media
ZULÜM TARLALARI
İnsan denen canlı türü tarafından sürekli hakarete uğrayan ve ölümcül yaralar alan yeryüzünden az da olsa uzaklaşmak ve düştüğüm yalnızlık çukurlarından çıkabilmek için çeşitli yöntemler deniyorum. Diplerde dolaşmanın yöntemleri… Yeni sözcükler, yeni düşüşler ve yeni başlangıçlar bulmaya çalışıyorum. Olmuyor. Tek çıkış yolum olan kitaplara gömülüyorum. Ama gömülmek, pek hoş bir kelime değil, ölümü çağrıştırıyor. Dikkatimi toplayamıyorum. Gençliğimde okuyup gerektiği gibi idrak edemediğim, sonra yeniden okumak için sıraya koyduğum, kitaplığımda toz içinde kalmış Lenin’nin “Devlet ve Devrim” kitabıyla bakışıyoruz. Birbirimize işaretler yolluyoruz. Bana gücenmiş olduğunu biliyorum.
“Demiştim bütün bunları ben geçen yüz yıl, demiştim tek yol devrim diye, anlamadınız!” diyor orak çekiç şeklini almış kaşlarına yüklenerek.
Bakışlarımı kaçırıyorum ondan. O an elimde başka bir kitap var. Fante’nin “Toza Zor” kitabı. John Fante, Bukowski ‘nin o benim tanrım dediği yazar. Yaz kış hiç kurumayan, üzerine “Hes” kurulmayan dereler gibi akıcı bir kitap… Gözlerim kızarmaya başladığı için Toza Sor’u on ikinci bölümde yalnız bırakarak balkona geçiyorum. Zaman Ağustos. Hava; ateşten günler. Dalıyorum bir an. Dalmak, fena bir kelime değil ama kısa sürüyor. Yine o çözümsüz duygular etrafımı sarıyor. Düşünüyorum; o kadar çok kötülük vardı ki ve haykırmaktan başka elimden bir şeyin gelmemesi inanılmaz bir yenilmişlik duygusu… Karamsarlık bulutlarının gölgesi düşüyor masama. Birden şu sözler çıkıveriyor ağzımdan, kendiliğinden:
Adalet… Ne çok özledik… Kim bilir nerelerde, eli cebinde Tek başına dolaşıyordur Aç ve susuz, perişan, bitik bir halde Belki o da bizi özlemiştir Belki kalacak bir yeri bile yoktur ve ihtiyacı vardır onun da bize AH, düşlerden kovulmuş zavallı adalet!
Adalete el sallıyorum uzaktan, onu gördüğümden değil, hayali bir el sallama bu, hüzünlü bir el sallama… Onu varmış veya bir gün dönecekmiş gibi düşünmeye çalışıyorum. Sonra tekrar kendime ve burnundan kıl aldırmayan gerçekliğe dönüyorum. İyi hissettirecek bir detay bulmaya çalışıyorum bu koskocaman hissizlik kalesinde. Oturduğum evin tam karşısında çok sevimli bir park var. Genellikle günün her saatinde ve neredeyse gece yarısına kadar hiç boş kalmaz. Oyun oynayan çocuklar, gençler, kadınlar, kediler, köpekler… Bu arada benim de Diablo adında bir köpeğim var. İki yıldır yoldaşlık yapıyor bana. Daha öncesinde hamster besliyordum. O da bana en fazla bir yıl dayandı. Evden kaçtı. Neyse parka dönelim. Parkın içinde onlarca çeşit çeşit ağaç muhteşem bir görsellik sunuyor. Gündüz kavurucu sıcaklardaki gölgesiyle, akşamları da esintisiyle… O ağaçların içinde adını bilmediğim (bilmemek kötü, araştırıp bulmalıyım) ve pembe çiçekleriyle adeta resitaller sunan özel bir ağaç var. Kimse farkında değildir onun, gölgesinden yararlanırlar, yanından geçerler, tutunurlar, altında çaylar içilir, orada olduğunu bilirler ama ona bir kere bakmamışlardır. Kavurucu sıcaklarda bile dallarından çiçeklerini eksik etmeyen bu özel ağaç ile zaman zaman selamlaşıp söyleştiğimiz de oluyor. Fotoğrafını çekmek istediğimde poz bile veriyor. Polenleriyle anlatıyor o anlatmak istediklerini. Polence bir dil var çünkü. Çiçeklerin ve ağaçların dili. Yapraklarında hüzün taşıdığını hissediyorum ve harikulade çiçeklerinin de insanların içindeki kederi alıp yok ettiğini. Ama insan denen canlı hiçbir zaman bir ağaç kadar asil olmamıştır. “İnsan yeryüzünün kanseridir” demiş ya Cioran, az bile demiş.
Gözaltı haberleri geliyor. Ekranda kendini tanrı zanneden bir adam: “Al bunu!” diye bağırıyor.
Konuşan, baskıyı reddeden, gericiliğe ve haksızlığa karşı direnen herkes gözaltındadır. Sesten korkuyorlar, müzikten, notalardan, sevgiden korkuyorlar, kadından, çocuktan, özgürlükten, insanlık için güzel şeyler yapanların gözlerinden korkuyorlar. Öğretmenden korkuyorlar, onların iradesinden. Sanattan korkuyorlar. Kitaplardan, tiyatrodan, sinemadan… Onların tek sanatı ise barbarlığın sözcülüğünü yaparak “Al Bunu” diye emir yağdırmak. Bu öz zavallılık çamuruna bulanmışların yüzlerine bakın, göreceğiniz tek şey: kötülüğün itaatkârlığıdır.
Sonsuz zulüm tarlaları var onların, bereketli ürünler veren. Hasılatı paylaşırken gördüm onları, en küçük piyonlarına kadar.
Her yerden duyuyorum attıkları korkunç kahkahayı. Kulaklarım parçalanıyor. Yarıştan çekilmiş bir düşün kapısını çalıyorum. Açmıyor. Böyle zamanlarda yaptığım son şey olan Amok Koşucusu gibi fırlayıp koşmaya başlıyorum. Biriktirdiğim bütün resimler bir bir dökülüyor üzerimden koşarken. Perdeleri çekilmiş bir kentin meydanında, oğlunun kemiklerini torbanın içinde devletten teslim alan bir babayla karşılaşıyorum. Yüzüm donuyor. Hislerim donuyor. Ayaklarım yürürlükten kalkıyor. İbrahim Kaypakkaya’yı hatırlıyorum. Onun da kemiklerini böyle teslim etmişlerdi babasına. Ve o eskimeyen sözcük, devletin vazgeçemediği en eski alışkanlığı olan sözcük, Nefret, smokiniyle bütün meydanı kaplıyor. En iyi yaptığı şeyi yapıyor. Kocaman ağzıyla emir veriyor yanındakilere: Alın Bunu!
Gözlerimi kapatıyorum, kapatıyorum, çizgi haline gelene kadar iyice kapatıyorum. Birden her yer kamaşmış sözcükler denizi ve nefes almak için yalnızlık çukurlarından çıkıp parktaki pembe çiçekli ağaca geri dönüyorum, bir süreliğine.
8 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
🔹 *LATİF BİR HİKAYE*🔹
Bir dosttan geldi, ben de siz dostlara gönderiyorum
*SÂHİ SİZ, O'MUSUNUZ ?..*
(Kıssa'dan Hisse)
Eski tarihlerde bir medresede eğitim gören çok samîmi üç arkadaş medreseden mezun olduktan sonra birbirlerinden ayrılmaları çok zor olmuş. Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu üç samîmî arkadaş;
Nerede, hangi işte ve hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile;
-İrtibatı asla kesmeyeceklerine,
-Doğru Yol’dan,
-Adalet ve Hakkâniyetten ayrılmayacaklarına,
Dine ve vatana hizmet dâvasından hiçbir zaman geri kalmayacaklarına" dair söz vermişler.
Aradan yıllar geçmiş birbirleri ile irtibat kuramamışlar. Çünkü o dönemde iletişim araçları sınırlı imiş.
Bunu bilen arkadaşlar zaman hepimizi yıpratır, yaşlanırız, şeklimiz şemâlimiz değişir, ileride karşılaştığımızda birbirlerimizi tanımakta zorluk çekebiliriz onun için aramızda bir şifre belirleyelim oradan birbirimizi tanırız diye şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar.
O da:
*“BEN O' YUM !”...* olmuş.
Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş:
- Biri Müderris (hoca),
- Diğeri sayılır bir tüccar,
- Bir diğeri de Mutasarrıf (vali) olmuş.
Tüccar olan şehir şehir dolaşırken, bir şehirde arkadaşının o şehrin mutasarrıfı (valisi) olduğunu öğrenir.
Hemen kadim dostu ve dâva arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek ister.
Kapıya varır görüşmek ister fakat güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmaz.
Görevlilere kendini tanıtıp, vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını, anlatmışsa da fayda etmez, sırasını beklemek zorunda kalır.
Vakit geçmiş, lâkin kendisine bir türlü sıra gelmemiş…
Nice sonra bizim tüccarın aklına mezuniyet günündeki belirledikleri şifre gelmiş.
Derhal küçük bir kâğıt parçasına:
*“BEN O’ YUM”*
diye yazmış ve görevliye uzatarak bunu, vali beye iletmesini istirham etmiş…
Onun bu ricasını isteksizce yerine getiren görevli az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış…
Bizimki şaşırmış… Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşamış.
Kağıdın arkasında:
*“SEN O' OLABİLİRSİN AMMA BEN O' DEĞİLİM!”* yazmaz mı!
Bu kıssa, günümüz insanlarını ne kadar da güzel anlatmıyor mu?
Hakikat şu ki, nice arkadaşlar makamla, parayla, şöhretle tanışıp her imkâna sahip olunca, âdeta "Tanınmaz" hâle geliyorlar ve: *"Ben O değilim"* çizgisine savruluyorlar.
Çünkü bu kişiler, ulvi ideallerle yola çıktıkları halde amaca ulaşmak için:
Yolda bulduklarını, yola çıktıklarına değişen ve amacına ulaşmak için her yolu mübah gören zayıf insanlardır...
Kıssamıza uygun bu gün:
“Ben O’yum!” diyebilen kaç gerçek dost ve arkadaş var ?
Öte yandan;
“BEN O' DEGİLIM !
diyenler dünyaya sultan olsa ne yazar?
🔹Gerçek dostlarınızın çoğalması temennisiyle, hayırlı ve huzurlu günler dilerim. Selam ve Dua ile... 👍 *Ben hâlâ "O'YUM"*👍
4 notes · View notes
uzunburakefendi · 2 years
Photo
Tumblr media
. "Başkaldıran insan, adaletsiz otorite veya durumlara "hayır" diyerek sınır çizen, bir sınır çizgisi çeken kişidir; Camus'nün belirttiği gibi, her isyan bir adalet anlayışı/hissi gerektirir: Daha ileri gitmeye hakkın yok. İsyan bu bakımdan var olan değerlerin değerini sorgulayarak başlar." syf.39 . "Eşitsizlik daima var olduğuna göre, her zaman bir isyan sebebi de vardır. O halde eşitlik siyasetin nihayetinde ulaşmak istediği bir amaçtan ziyade "bir çıkış noktası, her koşulda bulunulabilecek bir varsayımdır. Öyleyse Spartaküs eşit olmak için değil, zaten eşit olduğu için isyan etmiştir. Okuma yazma bilmemesi bu açıdan ayrıca anlamlıdır; eşitlikçi düstur düz anlamıyla ele alınmalıdır: Başkalarının yaptıklarını, anladıklarını her insan anlayabilir ve öğrenebilir; bunu ona öğretmesi için bir hocaya / efendiye ihtiyacı yoktur. Dışlananları isyana iten şey, ne onları ezen sosyo-ekonomik mekanizmaları bilmeleri, ne de dışlandıklarının bilincine varmalarıdır. "Erişimlerinin yasaklandığı daha iyi bir dünya", yani hâkim sınıfların dünyası ile "günbegün karşılaşmalaradır." syf.85 . "Devrim ile ateş arasında ilginç bir mecazi ilişki vardır. Örneğin Fransız Devrimi, "püsküren yanardağ gibi bir şey" olarak nitelendirilmiştir. Buna karşılık devrim korkusu da ateşe başvurarak ifade edilir. Mesela Dostoyevski’nin Ecinniler'inin sonuna doğru, Bakunin’in anarşist arkadaşı Neçayev üzerine bina edilen terörist/şeytan karakter Verhovenski "toplumu ve toplumun temelindeki tüm ilkeleri sistematik biçimde imha etmek" amacıyla bütün kasabayı ateşe verir. Modem tarih boyunca, bu ateş korkusunun yanı sıra bir korku daha vardır hep: kalabalık korkusu. Canetti'ye göre "kitlenin nasıl da... yangın niteliğine büründüğünü görmek ilginçtir". Fransız Devrimi'ne yönelik ilk tepkilerden biri, Edmund Burke'ün "domuz gibi yığınlardan" korktuğunu dillendirmesidir. Yangın gibi kalabalık da etkileyici bir imha aracıdır; yayılıp büyür, düşman bellediği her şeyi yok eder, "geri dönüş yoktur" - kalabalıklardan sonra hiçbir şey eskisi gibi değildir." syf.99 #bülentdiken #isyandevrimeleştiri #toplumparadoksu #metiskitap #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #isyan #devrim #eleşti #toplum https://www.instagram.com/p/CmKTBzHtZJI/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes
ahmet-34 · 2 years
Text
Ahde Vefa"
Bazen düşünüyorum da, ahit nedir, vefa ne demektir, bu kelimeler ne anlama gelir, ne mana ifade eder, kelimelerin #ontolojik ve #epistemolojik altyapıları nasıl izah edilebilir şeklinde sorsak insanlara, sanki bundan 20-30 sene önce, doğru düzgün cevap verebilecek olanlar çoğunlukta iken, şimdi azınlıktalar gibi geliyor bana.
Bu kelimelerin altları öyle boşaldı, öyle boşaltıldı ki, kimsenin hiç umurunda değil gibi ne ayrı ayrı ahit ve vefa, ne de beraber ahde vefa.
Tekraren belirtmekte fayda var ki, bu kelimelerin ne mana ifade ettiğini bilmeyen insanlar bile artık sayıca çok gibi geliyor bana.
Oysaki en temel insani hasletlerin başında gelir #AhdeVefa!
İnsanın insanlığının bir ölçüsü varsa eğer, o ölçü birimlerinin en önemlilerinden biridir.
#Ahit iki ya da daha fazla insan arasında yapılan anlaşma, sözleşme olabileceği gibi, bir insanın başka bir insan ya da insanlara verdiği tek taraflı bir söz de olabilir.
Hukuki bağlayıcılığı, kanunlar karşısında anlamı, önemi bir tarafa, ağızdan çıkan sözün kıymeti, tüm hukuksal zeminden ya da çatıdan çok daha kıymetlidir esasen.
İnsanlar aralarındaki ahitleşmeleri yazarlarsa tabii ki evladır.
Ancak her #söz de illa yazılarak kayıt altına alınamaz ki.
İnsanın insana güvenini oluşturan da, yok eden de ahde vefa hususudur.
Hep yazarım oldum olası.
Vefayı sadece meşhur bir boza markası ya da #İstanbul'un eski bir semti veya o semtte tarihi bir okul olarak nitelendirenler oldukça fazlalaştı son yıllarda.
Ağızdan çıkan sözlerin bir manasının kalmamasına en çok da sesli ve görüntülü kayıtlar şahit keza.
Eskiden teknoloji bu kadar yaygın ve her hareketimiz videoya çekilmez iken, yani #sözler, #vaatler, #taahhütler kayıt altına hiç alınmazken sözünün arkasında duranlar çoğunluk idi.
Şimdi neredeyse tuvalette bile kendini sesli ya da görüntülü kayıt altına alıp bunu sosyal medyada yayınlamak popüler iken, yani her söz ve eylem kayıt altında ve geriye doğru sürekli ulaşılabilir iken bile, "Dün dündür, bugün bugündür!" gevşekliği tüm toplumları kuşatmış vaziyette.
Dün birbirine kamuoyu önünde sövenler el ele, kol kola, birbirlerine kalp emojileri gönderip, dün söylediklerini hiç söylememiş gibi pişmiş kelle şeklinde poz verenler her geçen gün artarken, ne sözün ne de aktin bir kıymeti var artık!
Yazdım, elimde #senet, #anlaşma, #sözleşme var diye de güvenmeyin ha sakın.
#Adalet tecelli etse bile, ettiği tarih itibari ile genelde iş işten geçmiş olmakta.
O halde en iyisi hazır kış da gelmişken hadi hepimiz birer bardak buz gibi, bol tarçınlı #boza içelim.
#Vefa olması da gerekmez, keza o bile artık eski kalitesinde, lezzetinde, tadında değil laf aramızda.
#VefaBozası'nın bile tadı kaçtı anlayacağınız!
Ahde vefayı varın siz hesap edin!
Not: Hayli azınlıkta da kalsalar, nesli tükenen kel aynaklar gibi de olsalar, sözüne sadık, aktine bağlı, ahdine vefalı insanlar da yok değil. Onlar bu yazının konusu da değil, muhattabı da.
#TerzininOğlu, #GününSözü, 31 #Ekim 2022, #Pazartesi, #Ankara
Tumblr media
3 notes · View notes