#Yapı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Giza Piramitleri Mimari İnceleme ve Sırları
View On WordPress
#antik#arkeoloji#astronomi#efsane#Eski#esrarengiz#firavun#geometri#gizem#keşif#Mimari#Mısır#piramit#sırlar#tapınak#tarih#turizm#yapı#yapısal#ziyaret
3 notes
·
View notes
Text
i feel like people don’t talk about it enough but it’s the fact that having adhd isn’t this cute quirky thing
i literally don’t have the motivation for anything except my my special interests (film and music)
this includes laundry, cleaning my room/house, brushing my teeth, showering, and so so much more
it’s not cute, fun, or WHATEVER
it’s emotionally, mentally, and sometimes physically draining
or maybe i’m just dramatic. that’s another likely case lol
#actually adhd#adhd#mental health#professional yapper#yapping#yapyapyap#yapay zeka#yapı#just yappin#lil yap sesh#nuerodivergent#nuerodiversity
6 notes
·
View notes
Text
İnşaat Yapı Dekorasyon firması için etkili ve profesyonel bir "Hakkımızda" yazısı şu şekilde olabilir:
Hakkımızda
İnşaat Yapı Dekorasyon yapı dekorasyon alanında yılların verdiği tecrübe ile hizmet veren, müşteri memnuniyetini odak noktasına alan bir firmadır. Kuruluşumuzdan bu yana, sektördeki gelişmeleri ve yenilikleri yakından takip ederek, her projede modern çözümler sunmaya özen gösteriyoruz. Kaliteli malzeme kullanımı ve uzman ekibimizle, güvenilir ve estetik yaşam alanları inşa etmekteyiz.
Hizmetlerimiz arasında iç ve dış dekorasyon, tadilat, anahtar teslim projeler, yapı renovasyonu gibi birçok farklı alan bulunmaktadır. Müşterilerimizin ihtiyaçlarına uygun, yaratıcı ve işlevsel çözümler sunarak, hayal ettikleri mekanları gerçeğe dönüştürüyoruz. Amacımız, uzun yıllar dayanıklı, estetik ve kullanışlı yapılar oluşturmak ve sektörde kalıcı bir iz bırakmaktır.
Her projede, müşteri memnuniyeti ve güvenini ön planda tutarak, sektördeki başarılarımızı artırmaya devam ediyoruz. Bizimle çalışan herkes, kaliteli işçilik, zamanında teslim ve profesyonel yaklaşımla karşılanır. İnşaat Yapı Dekorasyon ailesi olarak, en küçük ayrıntıya dahi özen gösteriyor, her projeyi bir sanat eseri titizliği ile ele alıyoruz.
Siz de hayalinizdeki yaşam alanlarını gerçeğe dönüştürmek için bizimle çalışabilir, deneyimimizden ve uzmanlığımızdan yararlanabilirsiniz.
Bu yazı, firmanızın güvenilirliğini, profesyonel yaklaşımını ve müşteri odaklı hizmet anlayışını vurgulamak için tasarlanmıştır.
1 note
·
View note
Text
Başkan Bozbey, “Devasa kesintiler bizleri ve Bursa halkını zor duruma düşürmektedir”
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, depremlerin her an yaşanabileceğinin konuşulduğu, belediyelerin afete hazırlık için bütçe oluşturmaya çalıştığı ortamda, SGK ve vergi borçlarının ödeneklerden kesilmesinin belediyeleri zor durumda bıraktığını söyledi. Başkan Bozbey, “Yaklaşık 1 milyar 18 milyon civarındaki gelirimizden toplam 517 milyon lira kesildi. Bu oran yaklaşık olarak…
0 notes
Text
Komünizm Felsefesinde "Özne Sorunu" ve Althusser Üzerine Değinmeler
20. Yüzyılda proletaryanın sosyalizmde “özne olamayacağına” dair kuşkuların ve şüphelerin artmasında belirleyici olan etkenlerin başını hiç kuşkusuz Sovyet proletaryan sosyalizm deneyimlerinin yarattığı hayal kırıklığı çekerken; diğer yandan benzer bir zaman aralığı içinde yaşamış olan Gramsci, Althusser, Adorno vs. gibi önde gelen Marksist yazarların “proletaryanın sosyalizmde özne olamama” sorununu farklı boyutlarda sorgulamış olması da, bu şüphe ve kuşkuyu güçlendiren diğer bir etken olmuştur. Elbette ki birey olarak bu isimlerin etkisi tarihsel-toplumsal şartların ve emeğin yapısal dönüşümünün neden olduğu etkilerden daha fazla da değildir. Bu bireylerin etkisi daha çok sorunun “bilince çıkarılması” ve gündeme taşınması noktasında göreli bir bilimsel-ideolojik etkiye sahip olmuştur.
Proletaryanın sosyalizmde öncü bir misyon oynayamayacağına dair gerçekler Sovyet deneyimi ile birlikte daha da net bir şekilde ortaya çıkınca, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyadaki marksistler ve leninistler arasında bu konu hem teorik hem de yazınsal alanda mercek altına alınmaya başlanmıştır. Althusser bu durumu en yüksek perdeden ifade eden Marksistlerden biri olmuştur. Lakin Althusser’in kendisi Fransız Komünist Partisi (PCF) üyesi olduğu için, kendi partisini pek çok konuda içerden de eleştiren bir isim olduğu için, Althusser “özne sorununa” dair eleştirilerini ekseriyetle dönemin politik dengelerini de göz ardı etmeden dile getirmiştir. Hatta Althusser geleneksel marksist ekollerden gelecek eleştirilerinde bilincinde olduğu için, ilk başlarda yakın dostlarının bile anlamakta güçlük çektiği özgün bir dil ve üslup yoluyla meramını anlatmaya çalışmış, bu sebeple de şabloncu bakış açısının gözünde “post-marksist” damgası yemekten de kurtulamamıştır.
Proletaryanın sosyalizme özne olamayacağı tezi, her ne kadar doğru olsa da (Elbette ki Althusser’in ortaya koyduğu sınırlı teorik-politik çerçeve ile değil), bu durumun alternatifi olan yeni bir sosyalist tez emekoloji bilimi doğana kadar da ortaya çıkmamıştır.
Bilindiği gibi Marx “Fransız ütopik sosyalizmini” (hatta o dönemin D-2 proletaryasını savunanları da) eleştiriye tabi tutmuştu. Marx D-2 proletaryasını savunanları “alt yapısız/ekonomi-politik birikimden muaf” bir proletarya savunusu yapmakla (subjektif bir proletarya savunusu) yapmakla eleştiriyordu. Fransız ütopizminin bir avuç subjektif proletarya savunucusu hariç, Fransız ütopizmi genelde komünizme subjektif bir iddia üzerinden “öznesiz” bir komünalizm ile gidilebileceğini iddia ediyordu. Marx eleştirilerini daha çok bu ideolojik hat üzerine yöneltmişti. Marx Ricardo’nın emek-değer kuramının bir bölümünü kabul ederken, kabul etmediği kısma ise “artı-emek-zaman üzerinden artı-emek-değer teorisi” eleştirisini getirmişti. Başka bir deyişle, Marx Ricardo’nun kuramının yanlış bölümlerini devre dışı bırakarak ve bu kuramı yeniden soyutlayarak kendi artı-değer teorisini ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan, Marx hem Fransız ütopik proletaryalistlerini hem de öznesiz-nesnesiz komünalist ütopistleri eleştiriye tabi tutarak, kendi döneminde komünizm felsefesinde yeni bir çığır açmıştır.
Erken kapitalizm çağında Marx, proletaryanın sanayi-artı-değerini bilimsel standartlarda ortaya koymak suretiyle, emeğin o tarihsel geçiş sürecindeki en ileri sınıf biçimine dayanan bir komünizm politikasının temellerini de oluşturmuş oldu. Başka bir deyişle, emeğin o tarihsel kesitteki güncel komünizminin geçici, dönemsel ve konjektürel ilkeleri bu dönemde Marx tarafından (ve Engels’in katkılarıyla) oluşturuldu.
Sosyalizmin kurucu sınıfı olan protekyanın (teknik/elektronik emekçiler sınıfının) ortaya çıkmadığı koşullarda proletaryanın (sanayi emekçilerinin) sosyalizmin öznesi olması fikri, tarihsel ve toplumsal olarak zorunlu bir görev idi. Zira bu görev burjuvazi (sömürücü sınıflar) tarafından yapılamayacağına göre, Marx için geçici, dönemsel ve konjektürel tek seçecek olarak geriye proletarya seçeneği kalıyordu. Marx’ın oluşturduğu geçici, dönemsel ve konjektürel komünist programın taktik ve stratejik özü buydu; yoksa bu programının özünü oluşturan şey proletaryanist dogmatizm değildi! Ya da bu programının özü proletarya adına proletaryaya rağmen proletarya için proletaryalist devletlü memur kastlarının “sosyalizminin” yüceltilmesi de değildi!
Dünyanın hala büyük oranda feodal olduğu bir evrede (zira bu dönemde kapitalizm bile bir avuç “adacıktan” oluşuyordu) Marx’ın bu tutumu son derece anlaşılabilir bir tutumdur. Bu nedenledir ki; Marx’ın geçici, dönemsel ve konjektürel bir ilke olarak proletaryayı belirli bir tarihsel kesitte “kurucu özne” olarak tarif etmesi komünizm felsefesinin zorunlu bir aşamasına tekabül etmektedir. Lakin bu durumun zaman, mekan ve koşul ilişkisinden bağımsız olarak “evrensel ve değişmez bir ilke” haline getirilmesi ise Marx sonrası Marksistlerin bir yanılsaması ola gelmiştir. Gramsci, Althusser, Adorno gibi marksist düşünürlerin bu sorunu tespit etmeleri fakat sorunun çözümüne dair tutarlı bir yol ve yöntem önerememiş olmaları, ta ki emekoloji biliminin doğuşuna kadar devam etmiştir.
Bilindiği üzere Marx, Paris Komünü devriminden sonra, komünistler arasında savunula gelmiş olan “proletarya diktatörlüğü” tezini geliştirerek, kapitalizmin o günkü koşullarında komünizme geçebilecek olan yegane gücün proletarya diktatörlüğü olduğu tespitini yapmıştır. Bu konuda geleceğe yönelik çok dikkatli konuşan Marx, gelecekle ilgili tavsiyelerini de özenle seçerek yazmaya gayret etmiştir. Dolayısıyla, proletarya diktatörlüğü konusunda çok fazla materyal bulunmaması da bu ihtiyatlı Marx tavrından kaynaklanmıştır. Kuşkusuz Marx’ın bu tavrının önemi proletaryan sosyalizm deneyimleri sonrasında ortaya çıkan olumsuz tablo açısından da doğrulanmış olan bir tavırdır. Başka bir deyişle, Marx yaşadığı çağda sosyalist toplumun gelecekte neye benzeyeceğine dair kimi ön tespitler yapmış olsa da, sanayi emeğinin ve sanayi emek araçlarının nesnel tarihsel ve toplumsal bilincinin (ve dahası proletaryanın kendinde kullanıcı-sınıf bilincinin) sosyalizmin inşası için yeterli olmadığının da kısmen farkında olması nedeniyle, bu konuya ilişkin ihtiyatlı bir tavır sergilemeyi tercih etmiştir. [1]
Bilindiği üzere Blankist modelden etkilenen Lenin, öncü-parti modeliyle proletarya diktatörlüğüne geçişi hem pratikte hem de teoride geliştirerek Marksizm’e katkı yapmayı başarmıştır. Lakin Sovyet deneyimi sonrasında ortaya çıkan tablonun da ortaya koyduğu gibi, Sovyetlerden (emekçi kitlelerden) arındırılmış “Leninci” devlet modeli zamanla proletaryaya dahi yabancılaşan ayrıksı bir özne olmaktan da kurtulamamıştır. Bu da proletaryayı temsil ettiği varsayılan proletaryanist devletlü memur kastlarının icraatlarının uzun yıllar boyunca sosyalizmin ya da komünizmin inşası olarak algılanması sonucunu doğurmuştur. Ha burjuvayan-kapitalizm ha proletaryan-kapitalizm; ikisi de özü itibariyle memuriyetist-temsiliyetizmin devlet eliyle yukardan aşağıya doğru kurduğu ve kitleleri dışta tuttuğu toplumsal ve politik sistemler olarak kalmışlardır. Tıpkı burjuva sistemlerde olduğu gibi proletaryalist sistemlerde de yetki gücü çoktan aza doğru darala darala önce parti sonrasında ise devlet eliyle bir avuç memur kastına ve ayrıcalıklı bir zümrenin eline geçmiştir. Ne yazık ki Sovyet deneyimi bu açmaza somut bir çözüm üretemediği içinde yenilmekten kurtulamamıştır. [2]
Başka bir deyişle, Lenin’in “Urganları getirin önce devrim adına bizi asın!” diye uyarı yapmasının arkasındaki gerçek, kendisinin de bürokratizme karşı ne teorik ne de pratik çözüm önerisinin olmamasından kaynaklı olarak sosyalizm ile proletaryanizmin uyuşmadığının bilakis kendi ağzından da itiraf edilmiş olmasıdır. Burada aktaramayacağımız kadar tespit özellikle Lenin’in son dönem yazılarında kendisini somut bir biçimde göstermektedir. Düşünün ki aynı Lenin başında olduğu devlet için “dejenere işçi devleti” demekten de geri durmamıştır. Kuşkusuz Sovyet deneyiminin başarısızlığı tek başına Lenin’e yüklenemez. Zira Lenin kendi deneyiminin deney öncesi teorik derslerini doğru bir şekilde tespit edebildiği için 1917 öncesinde başarılı olabilmişken, aynı Lenin kendi deneyiminin deney sonrası deneysel bilgisinin teorik derslerini ise test edebilme fırsatını da bulamamıştır. Ne yazık ki Lenin’in ömrü bunu yapmaya yetmemiştir. Dolayısıyla, bugün toplumsal denetimist felsefenin ortaya koymuş olduğu pek çok görüş ve eleştiri muazzam Sovyet deneyiminin teorik ve pratik deneylerinden çıkan acı derslerinin de bir sonucudur.
Savaş komünizmi (iç savaş) döneminde Sovyetlerin de facto ortadan kalkmasıyla birlikte, proletarya diktatörlüğünün parti diktatörlüğüne, parti diktatörlüğünün de temsiliyetist-memuriyetist parti kliklerinin diktatörlüğüne dönüşmesi neticesinde, sosyalizme ilerleyebilmek için gerekli olan 4 bacaklı denetim devleti ve denetlenebilir bir bürokrasi modeli de inşa edilememiştir. Proletarya adına proletaryan efendiler diktasına dönüşen proletaryan sosyalizm modeli, son çözümlemede kapitalizmi yeniden üreten kapitalizmin devletlü bir türevinden başka da bir şey olamamıştır. Bu durumun dünya bilimsel-komünist hareketi üzerinde yaratmış olduğu yıkıcı etkiye ve sonuçlarına ise burada girmeye bile gerek yok. Bu tartışmalar günümüzde de hala canlı ve can yakıcı sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir.
Gramsci, Althusser, Adorno vs. ismini burada sayamayacağımız kadar Marksist ve Marksizm’den etkilenmiş olan düşünür dünyanın dört bir tarafında proletaryanizmin reel sosyalizm deneyimlerini haklı olarak birçok açıdan eleştiriye tabi tutmuştur. Ne yazık ki bu eleştiriler geleneksel Marksist akımlar tarafından yüzeysel bir biçimde genellikle “reformizm”, “revizyonizm”, “ihanet” vb. kavramlar etrafında indirgemeci bir biçimde reddedildiğinden dolayı, eleştirilerin özüne dair bilimsel ve yöntemli bir bakış açısı geliştirilememiş, bu eleştiriler ya toptan Marksizm dışı ilan edilmiş ya da toptan görmezden gelinmiştir. Bu eleştirilere ilişkin sapla saman, doğru ile yanlış birbirinden ayrıştırılamadığı için Marksizm’in ve Leninizm’in “temel dokusunun” korunması adı altında proletaryanizmin reel sosyalizm pratiği içindeki yanılgılarına da bilerek ya da bilmeyerek de olsa kol kanat gerilmiştir. Bu da beklenenin aksine devrimci ve geliştirici değil, tasfiyeci ve ideolojik çözülmeyi tetikleyici bir süreci de beraberinde getirmiştir.
Althusser “dolaylı cümleler” ile yazmış olsa da, o da sosyalizm için proletaryanın bir özne olmadığının farkındaydı. Ne yazık ki Althusser’in takipçisi olduğunu iddia eden Marksist ekoller bile Althusser’in bu tespitini hasıraltı etmeyi yeğlemişlerdir. Althusser ise özne olarak görülen proletarya yerine “yapıyı” geçirmeye çalışarak “öznesiz ve ereksiz bir komünalizm” savunusu inşa etmeye çalışmıştır. Althusser kendi otobiyografisin de bu durumu “kitlelerin etkin katılımına dayanmayan bir sosyalizm inşası başarılı olamaz” diyerek formüle ediyordu. Althusser’in proletaryanın sosyalizmin öznesi olamayacağına dair tespiti ile “yapısalcı bir tarih okuması” tespiti kısımdan doğru tespitler olsa da, Althusser kendi deyimiyle ne “tarihsel yapıları” oluşturan emek türlerini ve bunların arasındaki iş bölümü diyalektiğini, ne de sosyalizmin asıl öznesi olan protekyayı ve bu sınıfın iktisadi-sosyal alt yapısını açıklayan bir bilimsel yöntem geliştirememiştir. Başka bir deyişle, Althusser’in çalışmaları kendi dönemine göre Marksizm içinde tarihsel bir kırılma yaratmış olsa da, bu çalışmalar asla tarihsel bir dönüm noktasına da dönüşememiştir. Ayrıca, bu durum uzun vadede Althusserci ekol içindeki kafa karışıklığının derinleşmesine, soyut ve amorf temelli felsefi ve politik argümanlara dayalı absürt bölünmelerinde artmasına neden olmuştur.
Tarihte ilk defa emekoloji; emek araçları karşısındaki konumlanışlarına göre emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiğini ve ilişkilerini belirleyebilmekte, Marx’ın artı-emek-zamana endeksli artı-değer kuramının üzerine tarihsel ve toplumsal artı-zamanla bağlantılı tarihsel ve toplumsal artı-değer kuramının geliştirilmesi suretiyle de, sanayi-artı-değer ile tekno-artı-değer arasındaki sömürü biçim ve farklarını açıklayarak protekya sınıfının artı-değer türevlerini de izah edebilecek bir düzeye ve olgunluk seviyesine hem teorik hem de pratik açıdan ulaşabilmiştir. Emekoloji, protekya ve tekno-tüketim-değer-yasası ile bağlantılı yazıların tamamında bu konular tüm boyutlarıyla da ele alınmaya çalışılmıştır. Kuşkusuz bu çalışmalar yetersiz olsa da önemli miktarda emekolojik bir külliyat da oluşmuş bulunmaktadır.
Emekoloji; emek türlerinin birleşik diyalektiğinin “yapısal bir tarih öznesi” olduğunu iddia ederken, gerçekte Althusser’in yıllarca arayıp da ulaşamadığı sonuçlara ulaşmıştır. Althusser her ne kadar “yapısalcı marksist” olarak değerlendirilse de, emekoloji’nin emek türlerine dayanan yapısalcı tarih okumasının yanında Althusser’in yapısalcılığı yapısalcılık bile sayılamaz hale gelmiştir.
Başka bir deyişle, Althusser yapı (“Tarihsel kıtalar”) tespitinde haklı olsa da, bu yapısalcı tespitinin altını bilimsel olarak dolduramadığı için, o proletaryan Marksizm’den uzaklaşarak, geleneksel Fransız ütopizmine sarılarak “öznesiz ve ereksiz bir komünalizm süreci” tasarlamaya çalışmıştır. Althusser’in proletaryanın sosyalizme özne olamayacağına dair tespitleri son derece doğru olsa da, onun “öznesiz ve ereksiz komünalizmi” bilimsel olmayan ve anti-marksist argümanlardan ibarettir. Entelektüel yaşamının son yıllarında bir miktar kafa karışıklığından da olsa gerek, kendisini sık sık “sosyal bir anarşist” olarak tanımlama gayretleri de, zihninde tasarımını yapmaya çalıştığı “öznesiz ve ereksiz komünalizm” ütopyasının ve imgesinin bir tezahüründen başka da bir şey değildir. Dahası, Althusser’in siyasi söylemlerinde yer yer sosyal anarşizme “yan kapı açma” gayretleri ve kitlelerin “kendiliğinden” öznesiz ve nesnesiz hareketine mavi bocuk dağıtması da yine aynı ideolojik-psikolojik bunalımın bir sonucudur.
Her ne kadar bilimsel çözüm ve yöntemden uzak olsa da, Althusser’in yapmış olduğu tespitler komünizm felsefesini geliştirici radikal “sapmalar” olarak değerlendirilmelidir. Keza Bernstein ve Kautsky gibi çürütücü komünizm sapmalarına kıyasla “Althussercilik” daha tercih edilebilir bir sapma olarak tarihe geçmiştir. Keza çürütücü komünizmin aksine Althusserci komünizm teorik ve bilimsel çıtayı düşürmek bir yana, tersine o çıtayı ve komünist ufku daima ileriye doğru taşımaya çalışmıştır. Althusser tüm hayatı boyunca bu hedefin peşinde koşmuştur. Belki de Athusser’in popüler tabirle “delirmesindeki” ya da ruh sağlının bozulmasının da ki başlıca etkenlerden birinin içine düştüğü “kuramsal-psikanalitik bunalım” olduğunu söylemek pekte abartılı olmayacaktır. Ki bu kişilik özelliği tarih boyunca pek çok filozofun ve düşünürün de ortak sorunu ola gelmiştir.
Althusser’in “ideolojik-kopuş”, “ontolojik-kopuş” ve “tarihsel kıtalar” olarak kavramsallaştırdığı ama altını dolduramadığı yol ve yöntem sorununda, emekoloji ilk defa; tarihsel emek biçimlerinin “birleşik tarih kıtlarının” toplumsal sistemlerde ve toplumsal sınıflarda oynadığı role ilişkin hem ideolojik hem de ontolojik kopuş sağlayan protekyanın oynadığı hem özne hem de nesne rolüne dikkat çekerek, tam da Althusser’in hep arzuladığı ama hiçbir zaman dolduramadığı boşluğu da bilimsel olarak doldurmuştur. İdeolojik-kopuş ve ontolojik-kopuş protekya sınıfı üzerinden bir komünizm okuması olarak gerçekleşmiştir. Aynı zamanda bu kopuş süreci toplumsal denetimist felsefenin gelişmesine de katkı sunmuştur. Ne yazık ki Althusser’in ömrü bu gerçekleri görmeye de yetmemiştir.
Emek türlerinin “tarihsel kıtaları”, toplumsal alt emek türlerini belirledikçe, emeğin bilim emek evresi olan komünizm ereğine ulaşılıncaya kadar, emek araçlarındaki bireysel icatçılık toplumsal kullanıcılık içerisinde, toplumsal kullanıcılık da toplumsal icatçılık içerisinde sönümlenmedikçe, komünizm çağının başlamayacağına olan düşüncemiz de tamdır!
Dipnotlar
[1] “Ücretli emek köleliğinin” ortadan kalkması ancak temsiliyetist-memuriyetist devletlü kast düzeninin ortadan kalması ile mümkündür. Keza pazar ilişkilerinden, vergi kanunlarından tutunda tekellerin karına kadar üst yapıyı belirleyen asıl etken devlettir. Pazar üzerinde devlet rol oynuyorsa; meta üzerinde de, artı-değer sömürüsü üzerinde de, devlet sürekli rol oynuyor demektir. Tek tek kapitalistler devleti yönetmemekte, kapitalistler için devleti, devletlü memur kastları yönetmektedir. Geleneksel Marksizm’de bu var mı? Yok! İnanmak istemeyenler Marx’ı mezarından çıkarıp kendisine sorabilirler. 2 asır önceki dünyada bunu görememiş ve tespit edememiş olması Marx’ın da kabahati değildir. Marx ve Engels döneminde modern kapitalist devlet analizi de son derece zayıf idi. Zira baskın olan devlet biçimi hala monarşist ve yarı-parlamentocu feodal bir devletti. Feodalizm tüm dünyada baskın olan ana emek biçimiydi. Ön-burjuva devlet ve kurumları üzerine çalışma ve araştırma yapma fırsatları da pek olmadı. Haliyle bu konuda bütünlüklü bir kuramda geliştiremediler. Onlar (C5/C6 x D2/D3 tarım/sanayi iş bölümü ilişkilerini) görebildikleri ve tespit edebildikleri oranda var olanı yorumlamakla yetindiler. Bu yorumlarda o döneme göre en ileri yorumlardı. Fakat bu yorumlar modern temsiliyetist-memuriyetist devletin ve devletlü kastların bilimsel ve devrimci bir eleştirisine de dönüşemedi, dönüşmezdi de. Çünkü onlarda kendi çağlarının ve somut verili koşullarının ürünleri idi. Şayet devletlü memur kastlarının ve devletin sınıfları yarattığı gerçeğinin modern anlamda denetimist bir eleştirisi yapılabilmiş olsaydı; Marksizm 20. Yüzyılda özellikle de devlet sorununda bu derece çuvallamazdı! Dahası, devlet sorunuyla da bağlantılı olarak Marksizm; temsiliyetizm, memuriyetizm ve bürokratizm sorunlarında da bu derece duvara toslamazdı! Ortada bir çözüm projesi olmadığı için sadece Bolşevikler de değil, tüm marksistler kapitalizm karşısında gerilemekten ve git gide kapitalizmin türevi olan sistemlere teslim olmaktan da kurtulamamışlardır. Gerçekte olan bu iken, hakikati olduğu gibi söylememenin kendisi de asla “marksist” bir yaklaşım ve yöntem olamaz.
[2] Yaygın ön kabullerde de görüldüğü gibi; devlet “sınıflar üstü” ya da “sınıflar altı” diye tanımlanamaz. Peki bu nasıl mümkün olabilir? Bilakis devletin kendisi bir sınıflılıktır. Devlet toplumsal bir organizasyondur. Devlet kendi dokusuna uygun sınıfları ve toplumu üretir. Devleti modern anlamda memur sınıfları yönetir. Sınıf mı diyorsunuz? Sınıfı da devlet yaratıyor. Örneğin; devletlü memur kastları değil mi, şirketlerin, burjuvaların, vergi borçlarını silen! En büyük fabrika devlettir. Devlet sermaye yaratıyor. Devlet kar yaratıyor. Devlet burjuva sınıfı yaratıyor. İşte proletaryan sosyalizm deneyiminde olduğu gibi sözde proletarya adına hareket ettiğini söyleyen bir devlette (proletaryan efendiler sınıfı da) bal gibi de kapitalizm yaratıyor! Yalnızca Sovyetler Birliği deneyiminin varlığı bile bunun en somut kanıtıdır. “Devlet nasıl sınıf yaratır” diyorsanız ve hala bunun mümkün olmadığına inanmak istiyorsanız öncelikli olarak Sovyet deneyiminin derslerini iyi analiz etmenizi tavsiye ederiz. Althusser kendisi ile yapılan röportajda “Marx devletten anlamaz” derken laf olsun diye konuşmuyordu. Althusser bunun söylerken, Marx’ın devletin tarihsel ve toplumsal dokusuna dair hiçbir şey bilmediğini de söylemek istemiyordu. Althusser teorik olarak ulaşmak istediği sonuca ulaşamamış olsa da, o da sezgisel bir biçimde “tarihsel kıtalarla” bağlantılı olan temsil/kurban ritüeli ve temsiliyetizm türlerinin tarihsel emek/devlet biçimleri ile olan ilişkilerini de çok zayıfta olsa görebiliyordu. Yoksa Althusser pek çok Marksist için bile “gereksiz okumalar” sınıfına giren Machiavelli okumalarını neden yapsın! Machievelli kim? Machiavelli, temsil, devlet, güç, iktidar, egemenlik vs. mekanizmaları üzerine en fazla kafa yoran ön-burjuva düşünürlerden biridir. Kuşkusuz Machiavelli bu bilgileri hakim sınıfın temsilcilerine bir nevi “hizmet” olarak sunuyordu. Çünkü Gramsci’nin de vurguladığı gibi, o da egemen sınıfın “organik bir aydını” konumundaydı. Althusser üzerine o kadar çok yorum yapılabilir ki, bunun için ayrı bir yazı yazmak gerekir. Belki ilerde böylesi bir çalışma da yapılabilir.
9.2.2024
Serhat Nigiz
1980 yılının Nisan ayında İtalya’nın başkenti Roma’da Louis Althusser yapılmış bir mülakat:
youtube
#emek#emekoloji#proletarya#sosyalizm#bilim#ideoloji#marksizm#teori#komünizm#ütopya#felsefe#karl marx#friedrich engels#protekya#gramsci#althusser#adorno#lenin#sscb#burjuvazi#bürokrasi#temsiliyetizm#memuriyetizm#diktatörlük#yapı#emekaraçları#emekzaman#emekdeğer#diyalektik#özne
1 note
·
View note
Text
Tuzla'da göçük yaşandı, 2 işçi yaşamını kaybetti
Tuzla, Tepeören Mahallesi'nde bir villanın alt yapı çalışmaları sırasında yaşanan göçükte, 2 işçi göçük altında kalarak hayatını kaybetti. Tuzla'da göçük Olayla ilgili İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, "Yapılan incelemelerde, Villa inşaatında kanal döşemesi için kazı yapıldığı sırada C.Ö. ve S.İ. isimli işçilerin kanal borusu temizliği yapmak için 5 ile 6 metre yüksekliğindeki alana indikleri sırada toprak kayması meydana gelerek göçük altında kaldıkları anlaşılmıştır. E.U. ve Ö.K. isimli kepçe operatörleri, S.A. ve K.A isimli kırıcı operatörleri olay sonrasında gözaltına alınmış, müteahhit olan şüpheli M.Z.V. isimli şahsın ise Muğla ilinde yakalama çalışmaları devam etmektedir" denildi. Gözaltına alınan 4 kişinin yarın adliyeye sevk edilmesi bekleniyor. BAKANLIK MÜFETTİŞ GÖREVLENDİRDİ Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İstanbul'un Tuzla ilçesinde 2 işçinin hayatını kaybettiği iş kazasıyla ilgili araştırma yapmak üzere müfettiş görevlendirdi. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, konunun yakından takip edildiği vurgulanarak, şu ifadelere yer verildi: "Tuzla'da bir şantiye alanında yaşanan iş kazası nedeniyle iki işçimizin hayatını kaybettiğini üzülerek öğrendik. Bakanlığımız tarafından olayla ilgili inceleme yapmak üzere müfettiş görevlendirilmiştir."
İstanbul iş güvenliği raporu İstanbul'da yaşanan iş kazaları ve meslek hastalıkları İstanbul ve çevresinde resmi iş sağlığı ve güvenliği kayıtlara göre 2013’den bu yana 870.356 iş kazası, 2.513 iş cinayeti yaşanmış, 1675 kişiye meslek hastalığı tanısı konmuştur. 2022 yılında iş kazası geçiren kişi sayısı 130.814 olmuş, kayıp gün sayısı ise 815.280 olarak kayıtlara girmiştir. Bununla birlikte 2022 yılında 5’i kadın 246 kişi iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirmiştir. Yine 2022 yılında 238 kişiye meslek hastalığı tanısı konmuştur. Read the full article
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/afrikanin-kuzeydeki-kapisi.html
Afrika’nın Kuzeydeki Kapısı
Resmi adı Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti. Sıradanlıktan uzak, katalog gezi güzergâhlarıyla alakasız, tarihi, kültürü ve kimliği farklı bir ülke Cezayir. Dünyanın 16’ncı petrol, 10’uncu en fazla doğalgaz çıkarılan ülkesi. Para birimi Cezayir dinarı (DZD). 1 lira yaklaşık 5 DZD. Benzinin litresi yaklaşık 9 lira ve suyun 10 lira olduğunu düşünürseniz gerçekten sudan ucuz. Ekonomi iyi, ülke varlıklı sayılabilir ama bireylerin çoğu fakir. Fakat bu durum onların güler yüzünü hiç etkilemiyor. İyimserliğin ulusal bir özellik olarak kabul edildiği Cezayir’de halk misafirperverliğe aşırı önem veriyor. Milli içecekleri nane çayı. Bir misafirliğe gittiğinizde çay ve hurma ikramı ‘hoşgeldiniz’ demek. Hatta misafirden en az 3 bardak çay içmesi bekleniyor. Bu arada bir evde yemek yediğinizde, yemeğin bir kısmını tabakta bırakmalısınız; bu, ev sahibinin sizi yeterince doyurduğunu gösterirmiş.
Bu kadar pozitif ve yardımsever olmaları ara sıra ‘acaba bir iş mi gelecek başımıza’ dedirtmiyor değil! Sürekli ikram ve ısrarla yardım etme çabalarının yanında, nakit yardımı önerecek kadar cömert insanları görünce ne kadar da önyargılıymışız diye utandığımızı itiraf etmeliyim.
Mağrip’in kalbindeki ülkeyle aynı adı taşıyan başkent Cezayir’i gezmek için 3 gün yeterli. 267 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek minaresi ve Afrika’nın en uzun yapısı Djamaa el Djazaïr ile başlayın tura. Burası bir camiden fazlası. Yapımı 1 milyar dolardan fazlaya mal olmuş, ibadet yerinin yanısıra, müze, kütüphane, tiyatro, otel, AVM ve eğlence parkı bile var.
Fazla gezmiyoruz burada; modern binaları görmek için değil, gerçek Mağrip ruhunu hissetmek için en çok vakti Kasbah’a ayırdık. Kasbah; geleneksel mimarinin etrafında köklü bir topluluk duygusuyla varlığını sürdüren kentsel yapı demek… 1500’lerde Osmanlılarca etrafı surlarla çevrilen, dar sokakların otantik evleri birbirinden ayırdığı, ortak kullanım alanlarına sahip bir yer Kasbah. İç içe geçmiş her bina birbirinden güzel ayrıntılara sahip. Surların sağlam olduğu dönemde Kasbah’a girmek için 5 ya da 6 farklı kapı kullanılır ve her gece biri açık tutulurmuş. İçeride yaşayanlar o kapıyı bilir, farklı bir kapı deneyen kişilerse öldürülürmüş. Kasbah Fransa��ya verilen bağımsızlık mücadelesinin ana üssü olmuş; ayrıca UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde.
Kasbah’tan sonra misyonerlik döneminden kalan ve siyahi tasvir edilen İsa figürüyle farklı bir önemi olan Notre Dame d’Afrique Kilisesi’ni gezin. Buradan da fayans duvarları, ahşap oyma işçiliğinin nadide örnekleri ve harikulade mermerleriyle Osmanlı izleri taşıyan 1576’da yapılmış görkemli saray Palais des Rais’e geçebilirsiniz. Her yerini fotoğraflamak isteyeceksiniz. Yakınında yine UNESCO tescilli müthiş bir tarihi eser olan Keçiova Camisi var.
Gezerken kentin her yerinden görülen 90 metrelik üç tane palmiye yaprağı anıtı dikkatinizi çekecek. Bağımsızlık mücadelesinde ölen Cezayirliler anısına dikilmiş. Sömürgecilik tarihinde yaşananların gözler önüne serildiği Ulusal Mücahit Müzesi bu anıtın altında. Ziyaret ederken hassaslaşmamak mümkün değil.
Cezayir yazları aşırı sıcak bir ülke. Bu nedenle ekimden mayıs ayına dek plan yapmak için çok uygun.
KİRAZ VE HURMA ÜLKESİ
Müze geziniz biter bitmez El Hamma Botanik Bahçesi’ne geçin ve belki de Fransızların bu ülkeye yaptığı tek iyilik olan bu cennet bahçesinde ruhunuzu sakinleştirin. Yemyeşil ağaçlar, yürüyüş yolları, çeşmeler ve müzelerin olduğu 54 hektarlık dev bir bahçe. Büyük ölçüde çöl olan ülkede böylesine büyük yeşil alan görmek gerçekten şaşırtıcı. Aslında şaşırtıcı olan Cezayir’in ilginç coğrafyası; bir yanı Akdeniz’e dayanan ülkenin bir kısmı neredeyse hiç yağmur almazken bazı bölgelerde Londra’dan daha fazla yağış var. Hatta bu durumdan ötürü Cezayir’e ‘kiraz ve hurma ülkesi’ diyorlar. Bu arada ülkeye has ‘deglet nour’ dünyanın en iyi hurması, dönerken bol bol getirin.
Ülkenin bambaşka yüzü Sahra Çölü’nü ve orada yaşayan Berberi halkları, turizm cenneti Oran’ı, köprüleriyle ünlü Konstantin’i ve M’zab Vadisi’ni görmeden buralardan ayrılmayın. Cezayir, Afrika’nın ne kadar kuzeyinde olursa olsun yazları aşırı sıcak bir ülke. Bu nedenle ekim ayından mayısa dek, yani bugünlerde plan yapmak için çok uygun. Birçoğunuzun listesinde olmayan bir ülke Cezayir, bizim de öyleydi ama gördüklerimiz, dinlediklerimiz ve hissettirdikleriyle iyi ki gitmişiz dedirtti…
‘BALIKLARIN ECELİYLE ÖLDÜĞÜ TEK YER’
– Tarım olanakları kısıtlı, bolca yetişen iki ürün bakla ve incir.
– 1.200 kilometre kıyısı olmasına rağmen balıkçılık yaygın değil. Bu nedenle de “Akdeniz’de balıkların eceliyle öldüğü tek ülke Cezayir’dir” diyorlar…
– Restoranlarında alkol servisi yasak. Oteller bu kapsamın dışında.
– Ülkede iki resmi dil var; Arapça ve Berberice. Herkes Fransızca konuşuyor. Dünyadaki en büyük 2’nci Frankofon ulus. Resmi dil olmamasına rağmen dergiler, gazeteler ve pek çok televizyon kanalı Fransızca yayın yapıyor.
– Cezayirli hâkimlerin yüzde 60’ı, avukatların yüzde 70’i, ülkedeki öğrenci nüfusunun yüzde 60’ından fazlası kadın.
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/afrikanin-kuzeydeki-kapisi.html
Afrika’nın Kuzeydeki Kapısı
Resmi adı Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti. Sıradanlıktan uzak, katalog gezi güzergâhlarıyla alakasız, tarihi, kültürü ve kimliği farklı bir ülke Cezayir. Dünyanın 16’ncı petrol, 10’uncu en fazla doğalgaz çıkarılan ülkesi. Para birimi Cezayir dinarı (DZD). 1 lira yaklaşık 5 DZD. Benzinin litresi yaklaşık 9 lira ve suyun 10 lira olduğunu düşünürseniz gerçekten sudan ucuz. Ekonomi iyi, ülke varlıklı sayılabilir ama bireylerin çoğu fakir. Fakat bu durum onların güler yüzünü hiç etkilemiyor. İyimserliğin ulusal bir özellik olarak kabul edildiği Cezayir’de halk misafirperverliğe aşırı önem veriyor. Milli içecekleri nane çayı. Bir misafirliğe gittiğinizde çay ve hurma ikramı ‘hoşgeldiniz’ demek. Hatta misafirden en az 3 bardak çay içmesi bekleniyor. Bu arada bir evde yemek yediğinizde, yemeğin bir kısmını tabakta bırakmalısınız; bu, ev sahibinin sizi yeterince doyurduğunu gösterirmiş.
Bu kadar pozitif ve yardımsever olmaları ara sıra ‘acaba bir iş mi gelecek başımıza’ dedirtmiyor değil! Sürekli ikram ve ısrarla yardım etme çabalarının yanında, nakit yardımı önerecek kadar cömert insanları görünce ne kadar da önyargılıymışız diye utandığımızı itiraf etmeliyim.
Mağrip’in kalbindeki ülkeyle aynı adı taşıyan başkent Cezayir’i gezmek için 3 gün yeterli. 267 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek minaresi ve Afrika’nın en uzun yapısı Djamaa el Djazaïr ile başlayın tura. Burası bir camiden fazlası. Yapımı 1 milyar dolardan fazlaya mal olmuş, ibadet yerinin yanısıra, müze, kütüphane, tiyatro, otel, AVM ve eğlence parkı bile var.
Fazla gezmiyoruz burada; modern binaları görmek için değil, gerçek Mağrip ruhunu hissetmek için en çok vakti Kasbah’a ayırdık. Kasbah; geleneksel mimarinin etrafında köklü bir topluluk duygusuyla varlığını sürdüren kentsel yapı demek… 1500’lerde Osmanlılarca etrafı surlarla çevrilen, dar sokakların otantik evleri birbirinden ayırdığı, ortak kullanım alanlarına sahip bir yer Kasbah. İç içe geçmiş her bina birbirinden güzel ayrıntılara sahip. Surların sağlam olduğu dönemde Kasbah’a girmek için 5 ya da 6 farklı kapı kullanılır ve her gece biri açık tutulurmuş. İçeride yaşayanlar o kapıyı bilir, farklı bir kapı deneyen kişilerse öldürülürmüş. Kasbah Fransa’ya verilen bağımsızlık mücadelesinin ana üssü olmuş; ayrıca UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde.
Kasbah’tan sonra misyonerlik döneminden kalan ve siyahi tasvir edilen İsa figürüyle farklı bir önemi olan Notre Dame d’Afrique Kilisesi’ni gezin. Buradan da fayans duvarları, ahşap oyma işçiliğinin nadide örnekleri ve harikulade mermerleriyle Osmanlı izleri taşıyan 1576’da yapılmış görkemli saray Palais des Rais’e geçebilirsiniz. Her yerini fotoğraflamak isteyeceksiniz. Yakınında yine UNESCO tescilli müthiş bir tarihi eser olan Keçiova Camisi var.
Gezerken kentin her yerinden görülen 90 metrelik üç tane palmiye yaprağı anıtı dikkatinizi çekecek. Bağımsızlık mücadelesinde ölen Cezayirliler anısına dikilmiş. Sömürgecilik tarihinde yaşananların gözler önüne serildiği Ulusal Mücahit Müzesi bu anıtın altında. Ziyaret ederken hassaslaşmamak mümkün değil.
Cezayir yazları aşırı sıcak bir ülke. Bu nedenle ekimden mayıs ayına dek plan yapmak için çok uygun.
KİRAZ VE HURMA ÜLKESİ
Müze geziniz biter bitmez El Hamma Botanik Bahçesi’ne geçin ve belki de Fransızların bu ülkeye yaptığı tek iyilik olan bu cennet bahçesinde ruhunuzu sakinleştirin. Yemyeşil ağaçlar, yürüyüş yolları, çeşmeler ve müzelerin olduğu 54 hektarlık dev bir bahçe. Büyük ölçüde çöl olan ülkede böylesine büyük yeşil alan görmek gerçekten şaşırtıcı. Aslında şaşırtıcı olan Cezayir’in ilginç coğrafyası; bir yanı Akdeniz’e dayanan ülkenin bir kısmı neredeyse hiç yağmur almazken bazı bölgelerde Londra’dan daha fazla yağış var. Hatta bu durumdan ötürü Cezayir’e ‘kiraz ve hurma ülkesi’ diyorlar. Bu arada ülkeye has ‘deglet nour’ dünyanın en iyi hurması, dönerken bol bol getirin.
Ülkenin bambaşka yüzü Sahra Çölü’nü ve orada yaşayan Berberi halkları, turizm cenneti Oran’ı, köprüleriyle ünlü Konstantin’i ve M’zab Vadisi’ni görmeden buralardan ayrılmayın. Cezayir, Afrika’nın ne kadar kuzeyinde olursa olsun yazları aşırı sıcak bir ülke. Bu nedenle ekim ayından mayısa dek, yani bugünlerde plan yapmak için çok uygun. Birçoğunuzun listesinde olmayan bir ülke Cezayir, bizim de öyleydi ama gördüklerimiz, dinlediklerimiz ve hissettirdikleriyle iyi ki gitmişiz dedirtti…
‘BALIKLARIN ECELİYLE ÖLDÜĞÜ TEK YER’
– Tarım olanakları kısıtlı, bolca yetişen iki ürün bakla ve incir.
– 1.200 kilometre kıyısı olmasına rağmen balıkçılık yaygın değil. Bu nedenle de “Akdeniz’de balıkların eceliyle öldüğü tek ülke Cezayir’dir” diyorlar…
– Restoranlarında alkol servisi yasak. Oteller bu kapsamın dışında.
– Ülkede iki resmi dil var; Arapça ve Berberice. Herkes Fransızca konuşuyor. Dünyadaki en büyük 2’nci Frankofon ulus. Resmi dil olmamasına rağmen dergiler, gazeteler ve pek çok televizyon kanalı Fransızca yayın yapıyor.
– Cezayirli hâkimlerin yüzde 60’ı, avukatların yüzde 70’i, ülkedeki öğrenci nüfusunun yüzde 60’ından fazlası kadın.
0 notes
Text
Dubai – Palmiye Adaları İnşaat Yapım Süreci (Belgesel)
Bugün izlediğim Mega Yapılar serisinde yer alan Palmiye Adaları yapım aşamalarını ve 2000 Yılında yapımına başlanılan benzeri diğer 3 ada hakkında çıkan "Palmiye Adaları Denize mi Gömülüyor?" sorularına yanıt alacağız.
0 notes
Text
IndoBuildTech Expo
23.IndoBuildTech Expo, Endonezya'daki En Büyük Yapı Malzemesi, Mimari ve İç Mekan Fuarıdır.
2003 yılındaki lansmanından bu yana IndoBuildTech, dünya standartlarında yapı malzemeleri, mimari ve iç mekan markalarının Evi'ne dönüşüyor. Dünyanın dört bir yanından gelen önemli alıcıları, üreticileri ve ziyaretçileri ağırlıyor.
Katılmak için tıklayınız
#yapı#yurtdışı#fuar organizasyon#turkey#keşfet#constraction#endonezya#jakarta#IndoBuildTech Expo#senexpo
0 notes
Text
Yerebatan Sarnıcı -Batık Tarih
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un gizemli ve büyüleyici yapılarından biri olarak tarihte kendine özgü bir yer edinmiştir. İşte bu mistik atmosferde, su altında gizlenen sütunlar arasında dolaşırken, insanı tarih ve sanatın derinliklerine çeken bir yolculuğa çıkılır. Bu antik yapı, sadece İstanbul'un değil, aynı zamanda dünya tarihinin bir parçasıdır ve ziyaretçilere binlerce yıllık geçmişiyle yüzleşme fırsatı sunar. Yerebatan Sarnıcı'nın etkileyici atmosferi, sadece mimari bir yapı olarak değil, aynı zamanda sanat ve tarih arasındaki ilişkiyi de ele almamıza olanak sağlar. Benzer şekilde, Asmund Havsteen-Mikkelsen'ın Villa Savoye modelini batırma eylemi gibi, Yerebatan Sarnıcı da modern sanatın ve düşüncenin derinliklerine inmemize neden olur. Bu antik yapı, sadece bir mekân değil, aynı zamanda insanın varoluşu ve geçmişi üzerine düşünmesine yol açan bir sembol haline gelir. Gelin, Yerebatan Sarnıcı'nın bu gizemli atmosferinde, antik ve modern arasındaki dengeyi bulmaya çalışalım. Yapı sadece tarih ve mimari açısından değil, aynı zamanda insanın kolektif belleği ve kimliği üzerine de derinlemesine bir düşünce yolculuğu sunmaktadır.
Yerebatan Sarnıcı / Dök Mimarlık Öne Çıkanlar: - Yerebatan Sarnıcı, dünyanın en büyük şehir altı su kaynağı sistemlerinden biridir. - Mimari yapısı ve benzersiz detaylarıyla Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un tarihi mirasının önemli bir parçasıdır. - Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'da turistler için popüler bir ziyaret noktasıdır ve etkileyici atmosferi ile büyüler. - İçerisinde bulunan su sistemi ve restorasyon çalışmaları, Yerebatan Sarnıcı'nın tarihini ve önemini anlamamıza yardımcı olur. - Ziyaretçiler, Yerebatan Sarnıcı'nın tarihini ve kültürel önemini keşfetmek için şaşırtıcı detayları içeren bir yolculuğa çıkabilirler.
Yerebatan Sarnıcı Özellikleri
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul, Türkiye'deki bir Bizans yeraltı su deposudur. İngilizce'de "Basilica Cistern" olarak da bilinen Yerebatan Sarnıcı, şehrin tarihi yarımadadaki Sultanahmet Meydanı yakınında yer almaktadır. Bu antik su deposu, 6. yüzyılda Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından yaptırılmıştır. Büyüklüğü ve kompleks yapısıyla dikkat çeken Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un en önemli tarihi ve turistik mekanlarından biridir. Sarnıcın içinde 336 sütun bulunur ve bu sütunlar üzerinde birçok farklı stil ve desende başlıklar yer alır. En ünlü sütunlar, Medusa başlıklarıdır. Bu başlıkların gizemi ve etkileyici duruşu, ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.
Yerebatan Sarnıcı, sadece su deposu değil, aynı zamanda tarihin derinliklerine yolculuk yapabileceğimiz mistik bir mekandır. İhtişamlı ve büyüleyici atmosferiyle ziyaretçileri etkilemeyi başarıyor. Yerebatan Sarnıcı'nın mimarisinde dikkat çeken noktalardan biri de detaylı bir su sistemi olmasıdır. Su deposu, İstanbul'un yeraltı su kaynaklarından beslenir ve tarih boyunca şehrin su ihtiyacını karşılamıştır. Yerebatan Sarnıcı, tarih ve mimari sevenler için vazgeçilmez bir durak olduğu kadar, film ve dizi yapımcıları için de popüler bir mekandır. Birçok ünlü yapım, bu büyüleyici yapıyı çekim mekanı olarak kullanmıştır. Yerebatan Sarnıcı'nı ziyaret etmek, İstanbul'un zengin tarihini keşfetmek ve etkileyici atmosferinde kendinizi kaybetmek için muhteşem bir fırsattır. Yerebatan Sarnıcı Yapı Karnesi: - Başlıca İsim: Yerebatan Sarnıcı - Yapım Tarihi: 6. yüzyıl - Yapı Malzemeleri: Mermer, tuğla - Sütun Sayısı: 336 - Sütun Başlıkları: Medusa başlıkları
Yerebatan Sarnıcı'nın Konumu
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un tam kalbinde bulunmaktadır. Sarayburnu'nun güneybatısında, Sultanahmet Meydanı'nın hemen altında yer almaktadır. Bu konumu, sarnıcın tarihi ve kültürel önemini daha da artırmaktadır. Yerebatan Sarnıcı, Bizans İmparatoru I. Justinianus Dönemi'nde inşa edilmiştir. İstanbul'un merkezi bir noktasında yer alması, saray ve çevresindeki su temini için stratejik bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. Bu muhteşem yeraltı yapısı, geçmişin bu önemli dönemine büyüleyici bir yolculuk sunmaktadır. Ziyaretçiler, sarnıcın mistik atmosferinde dolaşarak, İstanbul'un tarihine bir soluk alabilirler. Yerebatan Sarnıcı'nın Konumu MesafeYer0.2 kmSultanahmet Camii0.4 kmAyasofya Müzesi0.8 kmTopkapı Sarayı1.2 kmGalata Kulesi
Yerebatan Sarnıcı'nın Tarihçesi
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un tarihi yapılarından biridir. İnşa edildiği tarih ve bu dönemdeki önemi ile ilgili araştırmalar yapılmıştır. Biz de bu bölümde, Yerebatan Sarnıcı'nın tarihçesini detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'u yöneten Bizans İmparatoru I. Justinianus döneminde inşa edilmiştir. İnşa tarihi olarak 6. yüzyılın başları gösterilmektedir. O dönemde su temini büyük önem taşıyordu ve sarnıç, şehri susuzluktan kurtarmak için yapılmıştır. Sarnıcın mimarı ise Aetius ve Anthemius olduğu düşünülmektedir. İnşa edilirken Roma döneminden kalan sütunlar ve payeler kullanılmıştır. Bu da sarnıcın mimari açıdan zengin bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
"Yerebatan Sarnıcı, Bizans İmparatorluğu döneminde İstanbul'un su temini için büyük bir öneme sahipti. İnşa edildiği dönemde İstanbul, su kaynaklarına sahip olmadığı için sıcak yaz aylarında susuzluk çekmekteydi." Yerebatan Sarnıcı, uzun yıllar boyunca unutulmuş bir şekilde yaşamıştır. Ancak 16. yüzyılda dünyaca ünlü seyyah Petrus Gyllius tarafından keşfedilmiş ve kaydedilmiştir. Bu keşifle birlikte Yerebatan Sarnıcı'nın tarihi ve mimari önemi tekrar gündeme gelmeye başlamıştır. Yerebatan Sarnıcı, günümüzde İstanbul'un turistik bölgelerinden biri haline gelmiştir. Yapının geçmişi ve mimarisi, ziyaretçiler tarafından büyük bir ilgi görmektedir. Ayrıca sarnıcı ziyaret edenler, geçmişteki yaşamın izlerini sürme fırsatı bulmaktadır.
Yerebatan Sarnıcı'nın Mimarisi
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un eşsiz tarihi yapılardan biri olan Bizans dönemine ait bir yeraltı su deposudur. Bu sarnıcın mimarisi, dönemin geleneksel Bizans stilini yansıtmaktadır. Mimarisi, ziyaretçileri etkileyen gizemli ve büyüleyici bir atmosfere sahiptir. Sarnıcın mimarisinde dikkat çeken en önemli özelliklerden biri, yüzlerce sütunla desteklenen devasa bir iskele sistemiyle inşa edilmiş olmasıdır. Bu sütunlar, sarnıcın tavanını desteklerken aynı zamanda da etkileyici bir görsel şölen sunmaktadır. Sarnıcın büyük bir kısmı suyla doludur ve bu görüntü, ziyaretçilere adeta sarnıcın bir su altı sarayına dönüştüğü hissini vermektedir. "Yerebatan Sarnıcı'nın mimarisi, büyüleyici atmosferi ile ziyaretçileri derin bir hayranlıkla karşılamaktadır." Sarnıcın mimari detayları da dikkat çekicidir. Sarnıcın sütunlarının üzerindeki oymalar, geometrik desenler ve bitki motifleri ile süslenmiştir. Bu detaylar, sarnıcın kadim ve mistik ruhunu yansıtmaktadır. Sarnıcın iç mekanı, yüksek tavanları, kemerli geçitleri ve ışık oyunlarıyla da benzersiz bir atmosfer yaratmaktadır. Yerebatan Sarnıcı'nın mimari yapısı, ziyaretçilere tarih ve sanatın birleştiği bir deneyim sunmaktadır. Sarnıcın gizemli atmosferi ve etkileyici mimarisi, İstanbul'un kültürel mirasının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Yerebatan Sarnıcı'nın İçi
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un en etkileyici yapılarından biri olarak ön plana çıkar. Bu bölümde, sarnıcın içine girerek keşfedilebilecek önemli detaylara odaklanacağız. 1. Su Sütunları Sarnıcın içinde dolaşırken, dikkatinizi çekecek olan şey su sütunları olacaktır. 336 adet granit sütun, sarnıcın tavanını desteklemektedir. Bu sütunlar üzerindeki oymalar ve desenler, sarnıcın estetik değerini arttırırken, ziyaretçilere büyüleyici bir atmosfer sunar. 2. Medusa Başları Sarnıcın en ilginç detaylarından biri de Medusa başlarıdır. Bazı sütunların başlarında bulunan bu taş heykeller, Bizans döneminden kalma eserlerdir. Medusa'nın yüzü, sarnıcın mimarisini süsleyen gizemli ve etkileyici bir unsurdur.
Medusa Başları / Dök Mimarlık 3. Aydınlatma Sarnıcın içinde olanca gizemini korurken, aydınlatma da önemli bir rol oynar. Tavan arasındaki yarıklardan sızan ışık, sarnıcın atmosferini daha etkileyici hale getirir. Özellikle gün ışığıyla birleştiğinde, su sütunları üzerinde yansımalar oluşur ve büyüleyici bir manzara ortaya çıkar. "Yerebatan Sarnıcı'nın içi, zamanın izlerini taşıyor ve ziyaretçileri büyülü bir yolculuğa davet ediyor."
Ali Abayoğlu'ın Denizanası adlı eseri
Ozan Ünal'ın Zambaklı Lavi adlı eseri
Ozan Ünal'ın Anksiyöz Bilgeler adlı eseri
Jennifer Steinkamp'in Mars’a Uçuş 9 adlı video yerleştirme eseri Yerebatan Sarnıcı'nın içinde keşfedilecek daha birçok detay bulunmaktadır. Sarnıcın atmosferi ve tarihi dokusu, ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim sunar. Siz de Yerebatan Sarnıcı'nı ziyaret ederek bu büyülü yapıyı keşfedebilirsiniz.
Yerebatan Sarnıcı'nın Su Sistemi
Yerebatan Sarnıcı, etkileyici su sistemiyle dikkat çeken bir yapıdır. Bu sistem, İstanbul'un su temini ve depolaması için önemli bir role sahiptir. Sarnıcın içindeki su sistemi, dönemin m��hendislik ve su mimarisi becerilerini gözler önüne sermektedir. Yerebatan Sarnıcı'nın su sistemi nasıl çalışır? Yerebatan Sarnıcı'nın su sistemi bir dizi su kanalı ve sarnıçlardan oluşur. İstanbul'a su sağlayan Valens Su Kemeri'nden gelen su, bu kanallar aracılığıyla sarnıçlara ulaşır. Sarnıçların içindeki su, çeşitli tesisatlardan geçerek şehre dağıtılır. Bu sistem, döneminde şehirde su temini ve depolaması için oldukça gelişmiş bir altyapı olarak kabul edilirdi.
"Yerebatan Sarnıcı'nın su sistemi, İstanbul'un su temini ve depolaması için gelişmiş bir altyapı örneği olarak kabul edilir." Yerebatan Sarnıcı'nın su sistemi, tarihi bir başarı örneğidir. İstanbul'un su ihtiyacını karşılayan bu sistem, o dönemdeki mühendislik ve su yönetimi becerilerini yansıtır. Bu sistem, günümüzde turistlerin büyük ilgisini çeken ve İstanbul'un tarihi mirasının önemli bir parçası olan Yerebatan Sarnıcı'nı keşfetmek isteyenler için büyüleyici bir deneyim sunar.
Yerebatan Sarnıcı'nın Restorasyonu
Yerebatan Sarnıcı, tarihi ve kültürel değerlerinin korunması amacıyla birçok restorasyon sürecinden geçti. Bu restorasyon çalışmaları sayesinde, Yerebatan Sarnıcı'nın özgün yapısının korunması ve gelecek nesillere aktarılması hedeflendi. Restorasyon süreci, ilk kez 1985 yılında başladı ve büyük bir titizlikle yürütüldü. Kalıcı çözümler üretmek ve yapıyı orijinal haline en yakın şekilde restore etmek için uzmanlar ve arkeologlar iş birliği yaptı. "Yerebatan Sarnıcı'nın restorasyonu, büyük bir özen ve sorumluluk gerektiriyor. Amacımız, bu benzersiz yapıyı geleceğe taşırken, tarihin izlerini korumak ve ziyaretçilere eşsiz bir deneyim sunmaktır." Restorasyon sürecinde, sarnıcın yapısının sağlamlaştırılması, nem ve su problemlerinin giderilmesi, duvarların ve sütunların tamiri gibi çalışmalar gerçekleştirildi. Ayrıca, aydınlatma sistemi ve güvenlik önlemleri de yenilendi. Bu restorasyon süreçleri, Yerebatan Sarnıcı'nın özgünlüğünü korumak ve ziyaretçilere güvenli bir ortam sunmak için yönetilen uzun vadeli projelerdir. Bugün, Yerebatan Sarnıcı, restorasyon çalışmalarının bir örneği olarak ziyaretçilere açıktır ve büyüleyici atmosferiyle İstanbul'un turistik cazibe merkezlerinden biridir. Restorasyon AşamalarıYılFizibilite Çalışmaları1985-1986Restorasyon1987-1991Aydınlatma Sisteminin Yenilenmesi2004Güvenlik İyileştirmeleri2016 Yerebatan Sarnıcı'nın restorasyon çalışmaları, yapıya olan ilgiyi artırmış ve İstanbul'un önemli tarihi miraslarından biri olarak korunmasını sağlamıştır.
Yerebatan Sarnıcı'nın Ziyaretçilere Açıklığı
Yerebatan Sarnıcı, ziyaretçileri ağırlamak ve tarihi değerlerini paylaşmak için kapılarını açmaktadır. İstanbul'un en önemli turistik mekanlarından biri olan bu antik su sarnıcı, ziyaretçilere benzersiz bir deneyim sunmaktadır. Sahip olduğu büyüleyici atmosfer ve etkileyici mimarisiyle Yerebatan Sarnıcı, ziyaretçilerini tarihin derinliklerinde bir yolculuğa çıkarmaktadır. Büyük sütunlar ve göz alıcı kemerler, sarnıcın büyüklüğünü ve görkemini vurgulamaktadır. Sarnıcın içinde dolaşırken, suya gömülü hissiyatınızı hissedecek ve geçmişin mistik havasına kapılacaksınız. Yerebatan Sarnıcı, her yıl binlerce ziyaretçiyi ağırlamaktadır. Turistler ve yerli halk, burayı gezip keşfetmek için buraya akın etmektedir. Sarnıcın ziyaret saati ve giriş ücreti gibi bilgiler, ziyaretçilere kolaylık sağlamak için önceden paylaşılmaktadır.
Yerebatan Sarnıcı'nı ziyaret etmek isteyen gezginler, önceden biletlerini satın alarak sıra beklemeden içeri girebilirler. Sarnıcın içindeki sessizliği ve gizemi hissetmek için erken saatlerde gelmek tavsiye edilir. Sarnıca yapılan restorasyon çalışmaları sayesinde, ziyaretçiler mekanın tarihini ve kültürel değerini daha iyi anlamaktadır. Rehberli turlar, ziyaretçilere Sarnıca ve su sisteminin işleyişi hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Ayrıca, ziyaretçilerin sarnıcın derinliklerinde geçmişe dönük bir yolculuk yaparken fotoğraf çekebilmesi için özel izinler verilmektedir. Yerebatan Sarnıcı, ziyaretçilere kapılarını açarak İstanbul'un tarihi ve kültürel mirasının önemli bir parçasını keşfetme fırsatı sunmaktadır. Bu etkileyici yapıyı ziyaret etmek, İstanbul seyahatinizin unutulmaz anılarından biri olacak. Ziyaretçi İstatistikleri: YılYıllık Ziyaretçi Sayısı2015250,0002016300,0002017350,0002018400,0002019450,0002020350,000 Yerebatan Sarnıcı'nın yıllık ziyaretçi sayısı, geçmiş yıllarda sürekli artış göstermiştir. Bu, sarnıcın popülerliğinin ve öneminin her geçen yıl daha fazla kişi tarafından fark edildiğini göstermektedir. Siz de Yerebatan Sarnıcı'nı ziyaret ederek, İstanbul'un tarihi ve kültürel dokusunu keşfedebilir ve büyüleyici atmosferin keyfini çıkarabilirsiniz.
Yerebatan Sarnıcı'nın Kültürel Önemi
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un kültürel mirasının önemli bir parçasıdır. Sarnıç, tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve şehrin sosyo-kültürel dokusunu şekillendirmiştir. Türkiye'nin en eski su yapılarından biri olan Yerebatan Sarnıcı, hem mimarisi hem de tarihi değeriyle ziyaretçilerini etkilemektedir. Sarnıcın kültürel önemi, İstanbul'un geçmişine ve zengin kültür mozaiğine olan vurgusunda yatmaktadır. İnsanların su kaynaklarını kullanma, depolama ve yönetme ihtiyacı, bu yapıların inşasına yol açmıştır. Yerebatan Sarnıcı da Bizans İmparatorluğu döneminde su temin etmek amacıyla inşa edilmiştir.
Sarnıcın mimarisi ve estetiği, Bizans İmparatorluğu'nun döneminin güzellik anlayışını yansıtmaktadır. İçerisinde bulunan sütunlar, başlıklar ve işlemeler, dönemin mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Sütunlar arasında dolaşırken, tarihle iç içe olduğunuzu hissedersiniz. Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan birçok tarihi ve kültürel yapıya komşuluk yapmaktadır. Ayasofya, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii gibi önemli yapılarla aynı bölgede bulunması, buradaki kültürel turizmi canlandırmaktadır. Read the full article
#arkeoloji#Bizans#dönem#geçmiş#gizem#inceleme#İstanbul#medusa#Mimari#sarnıcı#su#suikast#sütun#tarih#tarihi#tünel#turizm#yapı#yapısal#yeraltı#Yerebatan
2 notes
·
View notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/iznik-roma-tiyatrosu.html
İznik Roma Tiyatrosu
BURSA (İGFA) – Makedonya Kralı Büyük İskender‘in kumandanlarından Antigonius Monophthalmos tarafından M.Ö. 316’da kurulan, Bithynia, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin izlerini bugün bile hala belirgin olarak taşıyan Bursa’nın İznik ilçesinin her köşesinden tarih fışkırıyor.
2015 yılından bu yana Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda kazı çalışmalarının sürdüğü İznik tiyatrosu da Roma dönemine ait Anadolu’nun ayakta kalan en görkemli eserlerinden biri konumunda. Düz bir alana inşa edilerek tonozlarla yükseltilmesi sebebiyle mimari açıdan Türkiye’deki tek örnek olan tiyatro, MS. 2’nci yüzyılda Roma İmparatoru Trajan tarafından Bithynia Valisi olan tarihçi ve yazar Plinius’a yaptırıldı. Bir dönem gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapan tiyatro, Hristiyanlığın ardından tiyatronun yasaklanmasıyla birlikte dini alan olarak kullanıldı. 358, 362 ve 368 yıllarındaki büyük depremlerde zarar görüp onarılan tiyatro, İznik’in savunulması için feda edilirken, tiyatrodan sökülen parçalar surların güçlendirilmesinde kullanıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle ilk olarak 1980 yılında kazı çalışmalarının başladığı Roma Tiyatrosu’ndaki kazılar, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin devreye girmesiyle 2015 yılından itibaren Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün başkanlığındaki bir ekip tarafından sürdürülüyor.
Öte yandan İznik‘te yapımına Bitinya döneminde M.Ö. 4’üncü yüzyılda başlanan ve antik yazarlardan Strabon‘un verdiği bilgiye göre 2,5 kilometre uzunluğunda olan İznik Surları, Kuzey Avrupa’da yaşayan barbar kavimlerden Gotların 258 yılındaki saldırıları sonrasında güçlendirilip, uzatılarak bugünkü hali olan 4 ana ve 12 tali kapı ile 4970 metre uzunluğa ulaşmış. Tarih boyunca yaşanan kuşatmalar ve büyük depremlere rağmen günümüze kadar ulaşmayı başaran tarihi surlar ile İstanbul Kapı ve Yenişehir Kapı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile İznik Müzesi Başkanlığında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ediliyor.
Tarihi bölgedeki restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından İznik Roma Tiyatrosu, İstanbul Kapı ve Yenişehir Kapı, düzenlenen törenle tekrar ziyarete açıldı. Tören öncesinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Bursa Milletvekilleri Mustafa Varank ve Refik Özen, Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, İl Kültür Turizm Müdürü Kamil Özer, İznik Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta tarihi Roma Tiyatrosu’nu gezdi. İznik Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan kazılara başkanlık eden Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aygün Ekin Meriç tarafından çalışmalar hakkında bilgilendirilen protokol üyeleri, tarihi yapıyı yakından inceledi.
“GÜZEL ORGANİZASYONLARA EV SAHİPLİĞİ YAPACAĞIZ”
Törende konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, tarihimize ışık tutan önemli eserlerin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla tekrar ziyarete açıldığını söyledi. İznik’in tarihî dokusu, doğal güzelliklerinin yanında Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemini yansıtan eserleriyle göz kamaştıran bir zenginliğe sahip olduğunu belirten Başkan Aktaş, geçmişe açılan camiler, göz kamaştırıcı mozaiklerle süslü kiliseler, muhteşem tarihî eserler ve sur duvarlarıyla çevrili antik şehrin her bir taşının altında binlerce senenin hikâyesinin yattığını ifade etti. Sokakları dolaşırken atılan adımların tarihin izleriyle birleştiğini dile getiren Başkan Aktaş, “Selçuklu başkenti İznik ilçemiz sadece Bursa için değil, ülkemiz hatta dünya için de önemli yerlerden biridir. Maalesef özellikleri çok fazla ortaya çıkaramıyordu. İlçemiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın çalışmalarıyla 2014 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yerini aldı. 80’lerden beri bölgede çalışmalar yapılıyordu ama işin yüzde 5’ini tutmayacak çalışmalardı. 2017’ten itibaren Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak çalışmaları daha ciddi noktalara getirdik. Bugün de İznik’in Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmesi için yaptığımız önemli çalışmaları görüyoruz ve bunun gururunu yaşıyoruz. Bahar aylarından itibaren buralarda çok güzel organizasyonlara ev sahipliği yapacağız. Yabancı sanatçıları getirerek farklı programlar düzenleyerek burayı tanıtmak istiyoruz. Bu da İznik’in her bir köşesine yansıyan unsur haline dönüşecek. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı da güzel bir Çevre yolu yapıyor. Hızlı tren çalışmaları da yakın zamanda bitecek. Ulaşım, bu işin önemli kısmıdır. Başka kazı ekibine ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Tarihi yapıların açılışları hayırlı olsun” dedi.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Türkiye’yi tarif ederken en değerli arazi yapısı olarak Bursa’yı gösterdiğini belirtti.
İpek Yolu’ndan modern ulaşım yollarına kadar tüm ulaşım koridorlarının geçtiği merkez olarak tanımlayan Bakan Uraloğlu, “Bu tarihi yapılar da bu kıymetin yapı taşlarıdır. Tarihi tiyatroyu yakından görme fırsatı bulduğum için çok mutlu oldum. Tarihi bölgelerde emek harcayan başta kazı ekibi olmak üzere herkesi tebrik ediyorum. İnşaat mühendisi olarak bu tür yapıları fırsat buldukça geziyorum. Buradaki iç içe giren kemerlerin nasıl kesiştiğini ve düz bir arazide nasıl tonozlarla bir yapının yükseltildiğini gördüm. Çok mutlu oldum. Bu eser bir gayretin neticesinde ortaya çıkarıldı. Biz ülkemizin tarihine sahip çıkıyoruz. Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, 2017’den bu yana sadece insana dokunmamış, tarihe de dokunmuş. Bu eserin gün yüzüne çıkmasına büyük katkı sunduğu için Başkanımız Alinur Aktaş’a da teşekkür ediyorum. Bunlar insanlık tarihinin eseridir. Korumak da bize yakışır. Cumhurbaşkanımız da bu tür çalışmalara önem veriyor. Bizler de bu şiarla çalışıyoruz. Hayırlı uğurlu olsun” diye konuştu.
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/iznik-roma-tiyatrosu.html
İznik Roma Tiyatrosu
BURSA (İGFA) – Makedonya Kralı Büyük İskender‘in kumandanlarından Antigonius Monophthalmos tarafından M.Ö. 316’da kurulan, Bithynia, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin izlerini bugün bile hala belirgin olarak taşıyan Bursa’nın İznik ilçesinin her köşesinden tarih fışkırıyor.
2015 yılından bu yana Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda kazı çalışmalarının sürdüğü İznik tiyatrosu da Roma dönemine ait Anadolu’nun ayakta kalan en görkemli eserlerinden biri konumunda. Düz bir alana inşa edilerek tonozlarla yükseltilmesi sebebiyle mimari açıdan Türkiye’deki tek örnek olan tiyatro, MS. 2’nci yüzyılda Roma İmparatoru Trajan tarafından Bithynia Valisi olan tarihçi ve yazar Plinius’a yaptırıldı. Bir dönem gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapan tiyatro, Hristiyanlığın ardından tiyatronun yasaklanmasıyla birlikte dini alan olarak kullanıldı. 358, 362 ve 368 yıllarındaki büyük depremlerde zarar görüp onarılan tiyatro, İznik’in savunulması için feda edilirken, tiyatrodan sökülen parçalar surların güçlendirilmesinde kullanıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle ilk olarak 1980 yılında kazı çalışmalarının başladığı Roma Tiyatrosu’ndaki kazılar, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin devreye girmesiyle 2015 yılından itibaren Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün başkanlığındaki bir ekip tarafından sürdürülüyor.
Öte yandan İznik‘te yapımına Bitinya döneminde M.Ö. 4’üncü yüzyılda başlanan ve antik yazarlardan Strabon‘un verdiği bilgiye göre 2,5 kilometre uzunluğunda olan İznik Surları, Kuzey Avrupa’da yaşayan barbar kavimlerden Gotların 258 yılındaki saldırıları sonrasında güçlendirilip, uzatılarak bugünkü hali olan 4 ana ve 12 tali kapı ile 4970 metre uzunluğa ulaşmış. Tarih boyunca yaşanan kuşatmalar ve büyük depremlere rağmen günümüze kadar ulaşmayı başaran tarihi surlar ile İstanbul Kapı ve Yenişehir Kapı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile İznik Müzesi Başkanlığında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ediliyor.
Tarihi bölgedeki restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından İznik Roma Tiyatrosu, İstanbul Kapı ve Yenişehir Kapı, düzenlenen törenle tekrar ziyarete açıldı. Tören öncesinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Bursa Milletvekilleri Mustafa Varank ve Refik Özen, Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, İl Kültür Turizm Müdürü Kamil Özer, İznik Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta tarihi Roma Tiyatrosu’nu gezdi. İznik Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan kazılara başkanlık eden Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aygün Ekin Meriç tarafından çalışmalar hakkında bilgilendirilen protokol üyeleri, tarihi yapıyı yakından inceledi.
“GÜZEL ORGANİZASYONLARA EV SAHİPLİĞİ YAPACAĞIZ”
Törende konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, tarihimize ışık tutan önemli eserlerin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla tekrar ziyarete açıldığını söyledi. İznik’in tarihî dokusu, doğal güzelliklerinin yanında Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemini yansıtan eserleriyle göz kamaştıran bir zenginliğe sahip olduğunu belirten Başkan Aktaş, geçmişe açılan camiler, göz kamaştırıcı mozaiklerle süslü kiliseler, muhteşem tarihî eserler ve sur duvarlarıyla çevrili antik şehrin her bir taşının altında binlerce senenin hikâyesinin yattığını ifade etti. Sokakları dolaşırken atılan adımların tarihin izleriyle birleştiğini dile getiren Başkan Aktaş, “Selçuklu başkenti İznik ilçemiz sadece Bursa için değil, ülkemiz hatta dünya için de önemli yerlerden biridir. Maalesef özellikleri çok fazla ortaya çıkaramıyordu. İlçemiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın çalışmalarıyla 2014 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yerini aldı. 80’lerden beri bölgede çalışmalar yapılıyordu ama işin yüzde 5’ini tutmayacak çalışmalardı. 2017’ten itibaren Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak çalışmaları daha ciddi noktalara getirdik. Bugün de İznik’in Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmesi için yaptığımız önemli çalışmaları görüyoruz ve bunun gururunu yaşıyoruz. Bahar aylarından itibaren buralarda çok güzel organizasyonlara ev sahipliği yapacağız. Yabancı sanatçıları getirerek farklı programlar düzenleyerek burayı tanıtmak istiyoruz. Bu da İznik’in her bir köşesine yansıyan unsur haline dönüşecek. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı da güzel bir Çevre yolu yapıyor. Hızlı tren çalışmaları da yakın zamanda bitecek. Ulaşım, bu işin önemli kısmıdır. Başka kazı ekibine ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Tarihi yapıların açılışları hayırlı olsun” dedi.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Türkiye’yi tarif ederken en değerli arazi yapısı olarak Bursa’yı gösterdiğini belirtti.
İpek Yolu’ndan modern ulaşım yollarına kadar tüm ulaşım koridorlarının geçtiği merkez olarak tanımlayan Bakan Uraloğlu, “Bu tarihi yapılar da bu kıymetin yapı taşlarıdır. Tarihi tiyatroyu yakından görme fırsatı bulduğum için çok mutlu oldum. Tarihi bölgelerde emek harcayan başta kazı ekibi olmak üzere herkesi tebrik ediyorum. İnşaat mühendisi olarak bu tür yapıları fırsat buldukça geziyorum. Buradaki iç içe giren kemerlerin nasıl kesiştiğini ve düz bir arazide nasıl tonozlarla bir yapının yükseltildiğini gördüm. Çok mutlu oldum. Bu eser bir gayretin neticesinde ortaya çıkarıldı. Biz ülkemizin tarihine sahip çıkıyoruz. Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, 2017’den bu yana sadece insana dokunmamış, tarihe de dokunmuş. Bu eserin gün yüzüne çıkmasına büyük katkı sunduğu için Başkanımız Alinur Aktaş’a da teşekkür ediyorum. Bunlar insanlık tarihinin eseridir. Korumak da bize yakışır. Cumhurbaşkanımız da bu tür çalışmalara önem veriyor. Bizler de bu şiarla çalışıyoruz. Hayırlı uğurlu olsun” diye konuştu.
0 notes
Text
İznik Roma Tiyatrosu - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/iznik-roma-tiyatrosu.html
İznik Roma Tiyatrosu
BURSA (İGFA) – Makedonya Kralı Büyük İskender‘in kumandanlarından Antigonius Monophthalmos tarafından M.Ö. 316’da kurulan, Bithynia, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin izlerini bugün bile hala belirgin olarak taşıyan Bursa’nın İznik ilçesinin her köşesinden tarih fışkırıyor.
2015 yılından bu yana Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda kazı çalışmalarının sürdüğü İznik tiyatrosu da Roma dönemine ait Anadolu’nun ayakta kalan en görkemli eserlerinden biri konumunda. Düz bir alana inşa edilerek tonozlarla yükseltilmesi sebebiyle mimari açıdan Türkiye’deki tek örnek olan tiyatro, MS. 2’nci yüzyılda Roma İmparatoru Trajan tarafından Bithynia Valisi olan tarihçi ve yazar Plinius’a yaptırıldı. Bir dönem gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapan tiyatro, Hristiyanlığın ardından tiyatronun yasaklanmasıyla birlikte dini alan olarak kullanıldı. 358, 362 ve 368 yıllarındaki büyük depremlerde zarar görüp onarılan tiyatro, İznik’in savunulması için feda edilirken, tiyatrodan sökülen parçalar surların güçlendirilmesinde kullanıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle ilk olarak 1980 yılında kazı çalışmalarının başladığı Roma Tiyatrosu’ndaki kazılar, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin devreye girmesiyle 2015 yılından itibaren Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün başkanlığındaki bir ekip tarafından sürdürülüyor.
Öte yandan İznik‘te yapımına Bitinya döneminde M.Ö. 4’üncü yüzyılda başlanan ve antik yazarlardan Strabon‘un verdiği bilgiye göre 2,5 kilometre uzunluğunda olan İznik Surları, Kuzey Avrupa’da yaşayan barbar kavimlerden Gotların 258 yılındaki saldırıları sonrasında güçlendirilip, uzatılarak bugünkü hali olan 4 ana ve 12 tali kapı ile 4970 metre uzunluğa ulaşmış. Tarih boyunca yaşanan kuşatmalar ve büyük depremlere rağmen günümüze kadar ulaşmayı başaran tarihi surlar ile İstanbul Kapı ve Yenişehir Kapı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile İznik Müzesi Başkanlığında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ediliyor.
Tarihi bölgedeki restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından İznik Roma Tiyatrosu, İstanbul Kapı ve Yenişehir Kapı, düzenlenen törenle tekrar ziyarete açıldı. Tören öncesinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Bursa Milletvekilleri Mustafa Varank ve Refik Özen, Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, İl Kültür Turizm Müdürü Kamil Özer, İznik Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta tarihi Roma Tiyatrosu’nu gezdi. İznik Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan kazılara başkanlık eden Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aygün Ekin Meriç tarafından çalışmalar hakkında bilgilendirilen protokol üyeleri, tarihi yapıyı yakından inceledi.
“GÜZEL ORGANİZASYONLARA EV SAHİPLİĞİ YAPACAĞIZ”
Törende konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, tarihimize ışık tutan önemli eserlerin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla tekrar ziyarete açıldığını söyledi. İznik’in tarihî dokusu, doğal güzelliklerinin yanında Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemini yansıtan eserleriyle göz kamaştıran bir zenginliğe sahip olduğunu belirten Başkan Aktaş, geçmişe açılan camiler, göz kamaştırıcı mozaiklerle süslü kiliseler, muhteşem tarihî eserler ve sur duvarlarıyla çevrili antik şehrin her bir taşının altında binlerce senenin hikâyesinin yattığını ifade etti. Sokakları dolaşırken atılan adımların tarihin izleriyle birleştiğini dile getiren Başkan Aktaş, “Selçuklu başkenti İznik ilçemiz sadece Bursa için değil, ülkemiz hatta dünya için de önemli yerlerden biridir. Maalesef özellikleri çok fazla ortaya çıkaramıyordu. İlçemiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın çalışmalarıyla 2014 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yerini aldı. 80’lerden beri bölgede çalışmalar yapılıyordu ama işin yüzde 5’ini tutmayacak çalışmalardı. 2017’ten itibaren Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak çalışmaları daha ciddi noktalara getirdik. Bugün de İznik’in Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmesi için yaptığımız önemli çalışmaları görüyoruz ve bunun gururunu yaşıyoruz. Bahar aylarından itibaren buralarda çok güzel organizasyonlara ev sahipliği yapacağız. Yabancı sanatçıları getirerek farklı programlar düzenleyerek burayı tanıtmak istiyoruz. Bu da İznik’in her bir köşesine yansıyan unsur haline dönüşecek. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı da güzel bir Çevre yolu yapıyor. Hızlı tren çalışmaları da yakın zamanda bitecek. Ulaşım, bu işin önemli kısmıdır. Başka kazı ekibine ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Tarihi yapıların açılışları hayırlı olsun” dedi.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Türkiye’yi tarif ederken en değerli arazi yapısı olarak Bursa’yı gösterdiğini belirtti.
İpek Yolu’ndan modern ulaşım yollarına kadar tüm ulaşım koridorlarının geçtiği merkez olarak tanımlayan Bakan Uraloğlu, “Bu tarihi yapılar da bu kıymetin yapı taşlarıdır. Tarihi tiyatroyu yakından görme fırsatı bulduğum için çok mutlu oldum. Tarihi bölgelerde emek harcayan başta kazı ekibi olmak üzere herkesi tebrik ediyorum. İnşaat mühendisi olarak bu tür yapıları fırsat buldukça geziyorum. Buradaki iç içe giren kemerlerin nasıl kesiştiğini ve düz bir arazide nasıl tonozlarla bir yapının yükseltildiğini gördüm. Çok mutlu oldum. Bu eser bir gayretin neticesinde ortaya çıkarıldı. Biz ülkemizin tarihine sahip çıkıyoruz. Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, 2017’den bu yana sadece insana dokunmamış, tarihe de dokunmuş. Bu eserin gün yüzüne çıkmasına büyük katkı sunduğu için Başkanımız Alinur Aktaş’a da teşekkür ediyorum. Bunlar insanlık tarihinin eseridir. Korumak da bize yakışır. Cumhurbaşkanımız da bu tür çalışmalara önem veriyor. Bizler de bu şiarla çalışıyoruz. Hayırlı uğurlu olsun” diye konuştu.
0 notes
Text
Uluslararası Rusya Metal Sanayi Fuarı
#Rusya’nın en büyük metal sanayi fuarında, Pazar Payınızı Genişletin!
Katılmak için tıklayınız
1 note
·
View note
Text
0 notes