#Savaş Kölelik ve Devlet
Explore tagged Tumblr posts
dipnotski · 1 year ago
Text
David McNally – Kan ve Para (2023)
Marx, ünlü eseri ‘Kapital’de, paranın, “bir yanağında doğuştan bir kan lekesiyle” dünyaya geldiğini söylemişti. David McNally, ‘Kan ve Para’da, Marx’ın izinden giderek paranın tarih boyunca kat ettiği kanlı yolculuğu anlatıyor. İktisat kitapları tarihte üç para biçimi görüldüğünü anlatır: kıymetli metalden üretilen sikkeler, kıymetli metal karşılığı olan temsilî kâğıt para ve karşılığı olmayan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
korayaker · 2 years ago
Text
SİYASET Lenin Sol komünizm Lenin Nisan tezleri Lenin Proleter devrim dönek kuattscki Lenin devlet ve devrim Lenin Emperyalizm Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü Lenin Ne yapmalı Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri Lenin Din Üzerine Lenin Ssosyalizm ve Savaş Marx Engels Komünist manifesto Yahudi Sorunu Alman İdeolojisi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Ücretli Emek ve Sermaye Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Konut Sorunu Mao Zedong Çelişki Üzerine Uzatmalı Savaş Üzerine Seçme Eserler -ı-ıı-ııı Kızıl Kitap Josef Stalin Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Marksizm, Ulusal Sorun Leninizmin İlkeleri Anarşizmi mi Sosyalizm mi Bolşevik parti Tarihi Muhalefet Üzerine Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe Leo huberman Sosyalizmin alfabesi Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri Politzer Felsefenin Temel İlkeleri Nikitin Ekonomi politik Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak Paul lafargue Tembellik hakkı A.Şnurov Türkiye proleteryası John Reed Dünyayı Sarsan On Gün Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış İbrahim kaypakkaya Seçme eserler Mahir çayan Bütün Yazıları Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi Kropotkin- Ekmeğin Fethi Ivan Illich'in Okulsuz Toplum Hüseyin Can Sosvyetler ve Kürtler A.Kollontai Komünizm ve Aile N. kruspkaya Halk eğitimi Platon Socratesin Savunması Arthur Schopenhauer- Eristik Diyalektik
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine – Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki Ricardo Coler Kadın Krallığı Elisabeth Badinter Biri Ötekidir Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği Diana Gittins Aile Sorgulanıyor Simon de beauvoir ikinci cins Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti Judith Butler- Cinsiyet Belası
PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu Sigmund Freud Düşlerin Yorumu Joel Kovel Tarih ve Tin Michel Foucault Deliliğin Tarihi Jean Twenge Ben nesli Rollo May Kendini Arayan İnsan Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon Erich Fromm Sevme Sanatı Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği  POSTMODERN FELSEFE john zerzan- Gelecekteki ilkel Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon Jean Baudrillard Tüketim Toplumu Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine Jean Baudrillard Neden herşey hala yok olup gitmedi Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi - Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair Zygmunt Bauman  Akışkan Modernite Jean François Lyotard Postmodern Durum Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar Michel Foucault Cinselliğin Tarihi Karakter Aşınması - Richard Sennett Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet Guy Debort- Gösteri toplumu
VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı Terry Eagleton Hayatın anlamı Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk Jean Paul Sartre Bunaltı Cesare Pavese Yaşama Uğraşı Franz Kafka Dönüşüm Samuel Beckett Godot'yu Beklerken Hermann Hesse Siddhartha Dostoyevski Yeraltından Notlar Dostoyevski Suç Ve ceza Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche Ecce homo Nietzsche Decal Candide - Voltaire Albert CamusYabancı Jhon fante toza zor Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana Maksim Gorki Benim üniversitelerim Dimitır Dimov Tütün Kropotkin Ekmeğin Fethi Jack London’ Demir ökçe John Steinbeck Fareler ve İnsanlar Harper Lee Bülbülü Öldürmek Victor Hugo Sefiller Goethe Genç Werther'in Acıları Balzac vadideki zambak Dostoyevski Suç ve Ceza Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski Budala Dostoyevski Ev sahibem Dostoyevski Yeraltından notlar Stefan Zweig Satranç Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında Lev Tolstoy Anna Karenina Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut Amin Maalouf Doğunun Limanları Harper Lee Bülbülü Öldürmek George Orwel Hayvan Çiftliği Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar
Türk Edebiyatı
Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü Yaşar kemal İnce memed Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Mehmet Rauf Eylül Peyami Safa Yanlızız Peyami Safa Fatih-Harbiye Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu Peyami Safa Bir teredüdün Romanı Namık Kemal İntibah Orhan Pamuk Orhan pamuk kırmızı saçlı kadın Yusuf atılgan Aylak adam Ahmet Ümit İstanbul Hatırası Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya 1984 - George Orwell Ursula K. Le Guin Mülksüzler Damızlık Kızın Öyküsü
Din Tarih ve Antropoloji
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong
Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Lewis Henry Morgan-Eski toplum Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi Freud totem ve tabu Claude Levi – Strauss  Yapısal Antropoloji Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu Darwin Türlerin kökeni Turan Dursun Din bu Dine Karşı Din - Ali Şerati Ataların Hikayesi Richard Dawkins Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar Lenin Din Üzerine Karl -Marx Yahudilik Üzerine Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari Deccal - Friedrich Nietzsche Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış
Martin Van Bruinessen Kürtlük Türklük Alevilik
Nuri Dersimi Kürdistan Tarihinde Dersim
Erdoğan Çınar Kayıp Bir Alevi efsanesi
Erdoğan Çınar Aleviliğin Kayıp Bin yılı
Ahmet Taşağıgil Gök Tengrinin Çocukları
Jena Paul Roux. Türklerin Tarihi
Tori Bir Kürt Düşüncesi Yezidilik
İrene Melikoff Uyur idik uyardılar
Hamza Aksüt Aleviler
Jean Hamilton Aanadoluda Heretik Hareketler
Faik Bulut Dersim Raporları
Mehmet Bayrak Dersim Koçgiri
Mehmet Bayrak Alevilik Kürdoloji Türkoloji Belge.
Hakkı Naşit Uluğ Dersim Medeniyete Açılıyor
4 notes · View notes
pazaryerigundem · 6 months ago
Text
CHP Bursa'dan yeni müfredat tepkisi!
https://pazaryerigundem.com/haber/171003/chp-bursadan-yeni-mufredat-tepkisi/
CHP Bursa'dan yeni müfredat tepkisi!
Tumblr media
CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) açıkladığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne tepki gösterdi.
BURSA (İGFA) – CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, Türkiye’nin eğitim sistemindeki ideolojik yaklaşımların çocukların geleceğini tehdit ettiğini belirtti.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) açıkladığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne tepki gösteren CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, eğitim sisteminin Mustafa Kemal Atatürk’ün “Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder” sözlerinden uzaklaştığını ifade ederek, AK Parti’nin 22 yıllık iktidarı boyunca eğitimde yaptığı değişikliklerin öğrencileri mutsuzluğa, halkı ise yoksulluğa mahkum ettiğini belirtti.
Başkan Yeşiltaş, eğitim sisteminin temelini oluşturan öğrenci, öğretmen ve müfredatın ciddi zararlar gördüğünü belirterek, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana 9 farklı Milli Eğitim Bakanı’nın görev yaptığını ve sık sık değiştirilen lise ve üniversite sınav sistemleri ile müfredatların eğitim sistemini istikrarsızlaştırdığını ifade etti. Yeşiltaş ayrıca, ÇEDES ve MESEM projeleriyle çocukların tarikat abilerine ve ablalarına emanet edildiğini ve çocuk işçiliğinin devlet eliyle desteklendiğini kaydetti.
1921 yılında savaş meydanından gelip açılışını yaptığı Maarif Kongresi ile eğitim sistemini “ortak akıl” ile oluşturan Atatürk Türkiyesi’nin, Cumhuriyet’in 100. yılında, ilgili paydaşlar ve sivil toplum kuruluşlarına danışılmadan hazırlanan ve Cumhuriyet değerlerinin yok sayıldığı yeni müfredatı eleştiren Yeşiltaş açıklamasında, CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş’ın “Bu haliyle, Türkiye’nin geleceğine hizmet eden bir eğitim programı değil, dindar ve kindar nesiller yetiştirme hedefinden bir gün bile vazgeçmeyen Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının çağ dışı eğitim manifestosudur” sözlerine yer verdi. Yeşiltaş, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in eğitim sistemini “değerler” adı altında radikal bir benlik üzerine inşa etmeye çalıştığını vurguladı.
“SORGULAYAN” NESİL YERİNE “BİAT EDEN” NESİL
Başkan Yeşiltaş, 22 yıllık iktidar boyunca laik ve demokratik eğitim sisteminden bilinçli bir şekilde uzaklaşıldığın��, “bilim” yerine “ilim” temelli ve “sorgulayan” nesil yerine “biat eden” bir nesil yetiştirilmeye çalışıldığını ifade ederek, “Seçim öncesi bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen kamuda mülakatın kaldırılacağı sözü AKP’in diğer birçok sözü gibi seçim vaadi olarak tozlu raflarda kalmıştır. Hatta seçimlerden sonra tam tersi bir söylem geliştirilerek, yüzde 50 sınav sonucu, yüzde 50 mülakat uygulamasının ülkemizin bekası açısından zorunlu olduğu söylenmiştir. Buradan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sormak istiyoruz. ‘Kamuda mülakat yapmak zorunda olmak gerçekten ülkemiz için bir beka sorunu mudur, yoksa çocuklarımızı kendi ideolojinize hizmet edecek şekilde eğitecek kadroları kamuya yerleştirmek adına AKP’nin bir beka sorunu mudur?”’ açıklamasında bulundu.
Eğitimde başarıyı sağlayan temel faktörün öğretmenler olduğunu vurgulayan Yeşiltaş, atama bekleyen 600 binden fazla öğretmen olduğunu ve Milli Eğitim Bakanı’nın 68 bin öğretmene ihtiyaç olduğunu söylemesine rağmen sadece 20 bin öğretmen ataması yapıldığını belirtti.
Başkan Yeşiltaş, İstanbul’da, yabancı uyruklu bir öğrencinin silahından çıkan kurşunlar sonucu hayatını kaybeden öğretmen İbrahim Oktugan’a atıfta bulunarak, şiddetin artık eğitime de sirayet ettiğini ifade etti. Yeşiltaş, “Ülke kamuoyumuz bu atamaların yetersizliğini tartışırken, mevcut AKP hükümetinin artık öğretmenlerimizin can güvenliğini dahi sağlayamadığı İstanbul’da yaşanan çok acı bir olay ile gün yüzüne çıktı. Yıllarını eğitime ve çocukların gelişimine adamış olan İbrahim Oktugan öğretmenimiz, yabancı uyruklu bir öğrencinin silahından çıkan kurşunlar sonucu aramızdan ayrıldı. Değerli hocamıza yönelik şiddet; hem eğitim camiamız hem de ülkemiz açısından endişe vericidir” diye konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
epifizz · 4 years ago
Note
Savaş barıştır
Özgürlük köleliktir
Cahillik güçtür
Bu terimler tam olarak bize neyi anlatmak istiyor?
Orwell bize bir devlet olarak ütopya sunuyor, bu öyle bir ütopya ki totaliter olan devlet hayatı mutlak şekilde sarmış bir durumda. Bu noktada ilgili totaliter güç kendi bakışını hayata yediriyor ve genel olarak yaptığı gibi kelimeleri kendi anlamında sunuyor.
Savaş kendi bakışında bir barış sağlıyor çünkü ekonomiyi daha sert bir şekilde kontrol edebiliyor üretimin sınırlarını zorlarken maddi kesintiler sağlayabiliyor ve bu yolla görünürde dar olan bu boğazda kendine bir refah ortamı inşa ediyor. 46-64 neslinin ekonomik bolluğunu iki dünya savaşından bağımsız düşünemeyiz en nihayetinde.
Özgürlük de bir kölelik olarak burada yer alıyor çünkü özgürlük hareketleri kendi merkezi konumunu halkın denetimine açması anlamına geliyor. Ayrıca burada bir özgürlük ideali arkasında hareket eden insanlar sanırsam bir kör takipçiler statüsüne indirgeniyor.
Cahilliğin gücü de bilgiyi elinde tutanların nezdinde anlaşılır oluyor. Bilgiye sahip kesim cahillerin üzerinden, onların aracılığı ile onları yönlendirmenin ve arkasına katmanın gücünü elde ediyor. Yani bu terimler kendisinin de esasında yabancılaştırıcı bir kurum olan totaliter devletin insanlıkla ters düşen bakışına vurgu yapıyor, ve bu yapı hayata kendisinin dışında yer bırakmadığı gibi zihin üzerinde de mutlak bir otorite inşa etme kaygısındaymış gibi gözüküyor. Çünkü Bion’un da ifade ettiği gibi bir yalan iktidarının karşısında en tehlikeli şey içeride değil gerçeği bulabilecek zihinlerde yatıyor ve ilkin savaşını ve hakimiyetini bu tarz iktidarların zihinlerde vermesi gerekiyor. Orwell en azından kendi kodladığı tasarımlar üzerinden bu açıklığı ve mücadeleyi vurgulamak adına bunları temel propaganda sayıyor ve var olan karşıtlığı absürtçe belirginleştiriyor.
1 note · View note
hbkultursanat · 5 years ago
Text
Tumblr media
KRALIN ÖNÜNDE ‘SÖMÜRGECİLİK’ İFŞASI PATRİCE LUMUMBA!
- KAVEL ALPASLAN -
Kongo'nun Belçika'dan kazandığı bağımsızlığın ardından ülkenin ilk başbakanı olarak seçilen Patrice Lumumba: Tarih bir gün sözünü söyleyecek. Brüksel, Paris, Washington veya Birleşmiş Milletler'in öğrettiği tarih değil; bizim sömürgecilik ve kukla hükümdarlarından kurtulmuş, özgürleşmiş ülkelerimizde öğretilecek tarih...
Afrika hakkında bildiklerimiz, kıtanın ‘kötü bir durumda’ olduğuyla sınırlı. Antarktika için nasıl aklımıza ‘soğuk’ geliyorsa, burası için de ‘iç savaş’, ‘açlık’, ‘sömürü’ gibi tonla korkunç olayı anımsıyoruz. Haksız değiliz, ama ne tarihini kurcalıyoruz, ne de ülke isimleri bizim için bir şey ifade ediyor. İlgisizliğimizin kaçınılmaz nedenleri var kuşkusuz, ama kabul edelim bireysel olarak da beylik birkaç sözle yetiniyoruz. Yer yer haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz ülkeleri küçümseyerek haklarında aşağılayıcı şakalar yapıyoruz. Belli ki bu alanda ‘olgunlaşmaya’ ihtiyaç var! ‘Medeniyet’ bayrağı altında yüzyıllarca yeryüzünün görüp görebileceği en barbarca katliamları yaşayan gerçek Afrika’yı tanımak ve hak ettiği saygıyı göstermek için, kıtanın başı dik çocuklarının hayatları bize yardımcı olabilir.
“(…) Tüm gücüyle güneş bizim için parlayacak, / gözümüzün yaşını, suratımızdaki tükürükleri kurutarak, / zinciri kopardığın an, koca zinciri, / kötülüklerin, işkencelerin köküne kibrit suyu, / hür ve şen bir Kongo doğacak kara topraktan, / Hür ve şen bir Kongo – kara çiçek, kara tohumdan!”
Afrika’nın bağımsızlıkçı siyah liderlerinin pek çoğunda ‘şairliğe’ rastlıyoruz. Kimisi profesyonel, kimisi daha amatör… Bu dizelerin sahibi Kongo’nun Belçika’dan kazandığı bağımsızlığın ardından ülkenin ilk başbakanı olarak seçilen Patrice Lumumba. Şiirin estetik açıdan yorumu takdirinize kalmış. Ancak yaşamını okuduktan sonra Kongolu Lumumba’nın kaleminden çıkan bu satırlara bambaşka bir gözle bakacağınıza şüphe yok. Birkaç aylık görev süresinde bağımsızlığı gerçek bir bağımsızlık anlamında ele alır, buna göre konuşur, adım atar. Çok geçmeden Belçika, CIA ve diğer Batılı m��ttefiklerce ‘komünist’ ilan edilir. Tutuklamaları işkenceler, işkenceleri aşağılamalar ve aşağılamaları da sülfürik asitte bedeninin yok edilişi izler. Bugün başkent Kinşasa’da metrelerce uzunlukta heykeli bulunan Lumumba’ya ‘saf bir hayalci’ ya da ‘komünist şeytan’ diyenler var; bir de ‘samimi bir yurtsever’ diyenler. Peki gerçekten kimdi Lumumba?
‘TANRI BEYAZDIR’
Bu nedenle söze Kongo’dan bahsederek başlayalım. Kaderi Belçikalı sömürgecilerce çizilen bölge Afrika’nın tam anlamıyla ‘kalbinde’ yer alıyor. Başta basit madenler ve stratejik konumuyla sömürgecilerin ilgisini çeken Kongo, ileriki dönemde başta uranyum olmak üzere yeni keşfedilen yeraltı zenginlikleriyle dikkatleri üzerine toplayan bir bölgedir. Çeşitli Batılı devletlerin paylaşım planlarının ardından bir dönem Kongo topraklarının yarısı Belçika Kralı’na verilir. Diğer yarısıysa özel şirketlere tahsis edilir. Fazla tarihe boğulmadan şimdilik sadece bölgenin Belçika ile olan kanlı geçmişini ve sömürgecilerin çeşitli açılardan önemsediği bir bölge olduğunu bilmekle yetinelim.
Lumumba’nın hayatını okuduğumuzda aklımızda kalan kimi soru işaretlerinin yanıtlandığını göreceğiz. Örneğin Afrikalı liderin eğitim hayatı oldukça ilginç. Lumumba 1925 yılında Kasai bölgesinde, Katoka-Komba’da doğar. Ülkede de eğitim tekelini elinde bulunduran misyoner okullarında eğitim görür. 13 yaşında Protestan misyoner okulunda bir rahibin ‘Tanrının beyaz olduğunu’ söylemesiyle birlikte yaşadığı tartışmanın ardından okuldan atılır. Bu okulların temel hedefi, eğitim verdiği siyahlara dağıttığı broşürlerde yer alan “yerlinin gerçek kişiliğine (…) dokunmak, zihniyetini dönüştürmek, onu kendi vicdanında yeni toplumsal düzene yaklaştırmak” ifadelerinden anlaşıyor. Ülkede 1954 yılında ‘vatandaşlık’ statüsü alma hakkı ortaya çıkar. Ancak bu hak öyle her Kongolunun erişebileceği bir ‘hak’ değildir. ‘Medenileşen’ Kongolulara tanınan bu ‘ayrıcalığa’ sahip olan Kongoluların sayısı 1958 itibariyle 217’dir. Lumumba da bu statüye sahip olarak nüfusun çok küçük bir kısmına mensup olur.
‘GERÇEK’ BAĞIMSIZLIK DÜŞÜNCESİ
İş hayatı boyunca bira fabrikasından posta ofisine pek çok yerde çalışır. Belçika Liberal Partisi’ne katılır ve Belçika’da kısa bir eğitim hayatı olur. Burada kronolojik detaylardansa Lumumba’nın siyasi düşüncesinde yaşanan evrimden bahsederek devam edebiliriz. Bu dönemde Lumumba’nın tam anlamıyla gerçek bir bağımsızlık ve pan Afrika düşüncesinden uzakta olduğunu söyleyebiliriz. Belçika ve Kongolular arasında olması gereken eşitlikçi bir uyumun yeterli olacağını düşünür. Ancak fikirleri değişir. Siyasi geçmişinde sendikacılık da bulunan Lumumba diğer partilerin kabileci anlayışını kabul etmeyen Mouvement National Congolais’nin (Kongo Ulusal Hareketi–MNC) kuruluşuna katılır ve kısa süre içinde partinin lideri konumuna gelir. MNC’den 4 yıl önce 1954’de kurulan ve liderliğini ünlü bir aile önderi Joseph Kasavubu’nun yaptığı Alliance des Ba-Kongo’yu (Kongo-Bakogo İttifakı–ABAKO) kabileci anlayıştan kopamayan partilerin başındadır. Öyle ki MNC’ye göre kabilecilik bağımsızlık önünde bir engeldir. Bağımsızlık demişken Lumumba’nın hayatındaki belki en büyük dönüm noktası olan Gana’da düzenlenen Akra Pan-Afrika Konferansı’ndan söz etmeliyiz. Lumumba ’emperyalizm’ ve onurlu, gerçek bir bağımsızlık düşüncesiyle böylece tanışır.
Akra’ya gelen Lumumba, Cezayirli Frantz Fanon, Ganalı Kwame Nkrumah gibi bağımsızcılık ve Pan Afrika düşüncesinin önemli isimleriyle tanışır. Konferansta kabilecilik ve sömürgecileri destekleyen ideolojilere net bir çizgi çekilir. Bu çizgi sadece konferans belgeleriyle sınırlı kalmaz, Lumumba’nın hayatına da çekilir: Onun için barışın olmazsa olmaz koşulu artık bağımsızlıktır. Ülkesinde fikirlerini bu çerçeveye oturttuğunda sürekli ‘komünist’ olmakla suçlanır. Bu ‘suçlama’ ömrü hayatı boyunca peşinden gelecektir. Dolaylı yoldan Marksist düşünceye dokunan Lumumba kendisine yakıştırılan bu sözler hakkında şöyle diyor: “Afrika’da ilerlemeci olan, ilerleme eğiliminde olan herkes komünist olmakla, yıkıcı olmakla niteleniyor. Sömürgecilerin önünde eğilmeniz ve size sunduğu her şeyi kabul etmeniz gerek. O zaman sizi övecekler. Biz namuslu insanlarız, kimseyi aldatmayız. Tek bir amacımız var: ülkemizi kurtarmak, özgür ve bağımsız bir ulus kurmak.” Lumumba Afrika tarihinde bu ‘savunmayı’ yapan ilk ve tek kişi değildir. Kimi içten içe, kimi gerçekten komünist olan; kimiyse sadece ‘ülkesini kurtarmak, özgür, bağımsız bir ulus kurma’ amacında olan nice Afrikalı devrimci, benzer sözleri sarf eder.
KRALIN ÖNÜNDE SÖMÜRGECİLİĞİN İFŞASI
Kongo’da Lumumba’nın ekonomik bağımsızlığı ve Afrikalıların birliğini anlatan gösterileri hem kitlelerin hem de sömürgecilerin dikkatini çeker. Bağımsızlığa giden süreç ‘müstakbel’ ülke için oldukça çetindir. ABAKO’nun yasaklanan mitingine yapılan saldırıda resmi rakamlara göre 42 kişi, yerli partilerin rakamlarına göre 710 kişi hayatını kaybeder, Kasavubu tutuklanır. Daha sonra Lumumba da patlak veren başka bir olaydan dolayı ‘halkı kışkırtmak’ suçundan tutuklanır. Belçika, fırsattan istifade ederek hoşnutsuzluğu ufak kayıplarla atlatmaya çalışır ve Kongolu siyasi liderleri Brüksel’e çağırır. Belçika Lumumba’nın yokluğunda yapacakları toplantıdan alınacak verime güvense de diğer parti liderinin çoğu Lumumba’sız görüşmelere başlamayacaklarını belirtir. Nitekim Belçika bu baskıya boyun eğer ve Lumumba serbest bırakılır, hapisten çıkar çıkmaz Brüksel’e hareket eder. Toplantıda tartışılan iki temel hat vardır. Belçikalı sömürgecilerin ayan beyan maşası CONAKAT partisinin lideri Çombe’nin savunduğu ‘yarı özerk eyaletler konfederasyonu’ ile Lumumba’nın savunduğu ‘bağımsız güçlü bir merkezi devlet’ ��nerisi. Sonuç olarak bağımsızlık tarihi olarak 30 Haziran 1960 belirlenir. Yaklaşık bir ay önce yapılan seçimlerdeyse MNC en yakın rakibinin yaklaşık 10 puan önünde oyların yüzde 23’ünü alarak birinci parti olur. Üçüncü sıradaki Kasavubu ile koalisyon anlaşması yapılır ve aradaki farka rağmen Lumumba başbakan, Kasavubu cumhurbaşkanı olur. Küçük bir hatırlatma: CONAKAT oyların sadece yüzde 4.7’sini alarak 6’ncı parti olur.
Seçimlerin sonrasında düzenlenen bağımsızlık töreni, belki bağımsızlığın çok daha ötesinde bir anlam taşıyor. Töreni sıra dışı kılansa Lumumba’dan başkası değildir. Sözü ilk alan Kral Baudouin olur. “Kongo’nun bağımsızlığı, dahi kral II. Leopold tarafından düşünülen bir görevin sonucudur” ifadeleriyle sözlerine başlar ve tüm konuşma boyunca Kongo’nun bağımsızlığını bir lütuf olarak görür. Bir sömürgeci Belçika Kralı’na yakışan bir şekilde konuşmasını bitirdikten sonra kürsüye Kasavubu geçer. O da bağımsızlıkla birlikte Belçika’yı yüzüstü bırakmayacaklarına değinir, sömürgecilere minnetlerini defalarca belirtir. Ardından sıra Lumumba’nındır, onun konuşması kimilerine göre en cesur kimilerine göreyse en safça ve en hazırlıksız bağımsızlık konuşmasıdır:
“Kongolu kadınlar ve erkekler, bugün zafer kazanmış olan bağımsızlık savaşçıları, sizi Kongo Hükümeti adına selamlıyorum. Biz mücadelede ne güçlerimizi, elimizdeki avucumuzdakileri, ne acımızı ne de kanımızı esirgedik. Gözyaşıyla ve kanla yapılan bu mücadeleyle sonuna kadar gurur duyuyoruz, çünkü bu mücadele soylu ve haklı bir mücadele oldu, gücün bize dayattığı kölelik utancına son vermek için kaçınılmaz bir mücadele oldu. Bu bizim seksen yıllık sömürge sisteminden çıkışımız oldu. Yaralarımız çok taze ve hâlâ belleğimizden çıkaramayacağımız kadar acıyor. Ne beslenmemize, ne giyinmemize ne de doğru dürüst barınmamıza, ne de çocuklarımızı insan gibi yetiştirmemize olanak veren ücretlerle yok edici çalışmalara zorlandık. Zenci olduğumuz için sabah akşam alay, aşağılanma ve fiziksel şiddetle karşı karşıya kaldık. (…) Topraklarımız, yalnızca daha güçlü olanın hukukunu tanıyan sözde legal yasa metinleriyle gasp edildi. Yasaların beyaz ya da siyah için hiçbir zaman aynı olmadığını gördük. (…)”
SARTRE: HEM KAYBININ HEM BÜYÜKLÜĞÜNÜN NEDENİ
Bu tarihi konuşma emperyalistlere karşı Afrika halklarının birliği savunusuyla sürerken Belçika Kralı’nın huzursuzluğu ve yanındaki Kasavubu’ya eğilip söyledikleri kameralara yansır. Öte yandan Lumumba sözlerini tamamladığında salondaki siyahların büyük bir çoğunluğu -Kasavubu’nun konuşmasının aksine- başbakanı ayakta alkışlar. Sokaktaki yankıya dairse Patrice Lumumba’nın gazeteci kızı Juliana Lumumba samimiyet vurgusu yapıyor. Ona göre babası kendi söylediklerine yürekten inanıyordu ve insanlar ilk kez seçim odaklı olmayan, söylenmeyen ortak gerçekleri, dertleri içeren bir konuşmaya tanıklık ediyordu. Tabii bu konuşmanın rahatsız ettiği kiliseden sömürgecilere güç odaklarını hatırlatıyor. Karşı cepheden birini dinleyecek olursak o günlerde Binbaşı olarak görev alan Belçikalı François Vanderstraeten’i dinleyebiliriz: “Bazı şeylerin ters gittiğini ilk kez fark ettiğim an, Kinşasa’da Başbakan Lumumba’nın öğle vakti yaptığı konuşmayı dinlediğim andı. Sözlerini duyduğumda dedim ki burada bizim duymak istediğimizle alakalı hiçbir şey yok.”
Yeni bağımsızlığını kazanmış bir Afrika ülkesinin Belçika Kralı’nın yanı başında oynadığı bu kart hakkında sosyolog ve insan hakları savunucusu Said Boumama ‘Afrika Devriminin Figürleri (Çev: Şule Ünsaldı – Nota Bene) kitabında şöyle diyor ve Jean Paul Sartre’ın Lumumba hakkında bir yorumunu paylaşıyor: “Birkaç ay önce Kongo ulusalcılığının simgesel figürü olarak, sözlerinin ve davranışlarının sonuçlarını hesaplamıyordu. Sömürge çerçevesinde ırksal bir eşitlik olasılığından sonra, çok fazla gürültü, entrika, ihanet ve komplo olmadan gerçek bir bağımsızlığa kavuşmak olasılığından söz etmesinde aynı saflık vardı. Jean Paul Sartre, Frantz Fanon’la girdiği bir tartışmayı hatırlatarak, onun Lumumba’nın saflığı konusundaki görüşlerinden söz eder: (…) Onda kılık değiştirmiş emperyalizmin tüm restorasyonlarıyla uzlaşmaz bir muhaliflik görüyordu. Onu yanlızca kendi kaybının hem de kendi büyüklüğünün nedeni olan insana duyduğu bu sarsılmaz güvenle suçluyordu (kuşkusuz büyük bir sevecenlikle). Fanon bana şunları söyledi: ‘Ona bakanlardan birinin kendisine ihanet etmekte olduğunun kanıtları verilmişti. Bakanı çağırdı, belgeleri gösterdi ve şöyle dedi: Sen bir hain misin? Gözlerime bak ve yanıt ver. Adam onun gözlerine bakarak suçlamayı reddetti. Tamam, dedi Lumumba, sana inanıyorum.’”
SSCB’DEN YARDIM İSTEĞİ VE İNFAZ
Bağımsızlık ilanı Lumumba’nın konuşmasından sonra coşkuyla karşılanırken Belçikalı bir generalin başlattığı isyan gelecek kanlı günlerin habercisi olur. Generalin hamlesini Çombe’nin Katanga’da bağımsızlık ilan edip Kongo güçlerine savaş açması izler. Bu sırada Belçika, Çombe’nin yanına önce 300 komando, ardından 9 bin asker sevk eder. Birleşmiş Milletler’den talep edilen Barış Gücü hem geçip hem de çatışmaları engelleme adına fazla rol almayınca Lumumba çok ses getirecek bir hamlede bulunur: Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu’yu Kongo’ya çağırır. Zaten yaşananların önemli bir parçası olan ABD de bu davet üzerine Lumumba’yı doğrudan hedef alır. CIA, bölgedeki casuslarına ne olursa olsun ilk hedefin Lumumba olduğu emrini verir. Lumumba’nın başbakanlık görevi bunun üzerine Kasavubu tarafından elinden alınır. Bir süre çift liderli yönetim devam eder ancak 14 Eylül’de ABD destekli Albay Mobutu yönetimi darbe yapar ve Lumumba’yı ele geçirir. Halk tarafından sevilen bir lider olan Lumumba başta infaz edilemez; ev hapsi cezası verilir. Ancak isyanı örgütlemek üzere kaçıp Mobutu’nun eline düşünce Çombe’ye teslim edilir. Yakalanma anına ait görüntülerde fiziksel işkencenin yanı sıra en dikkat çeken detay, daha önce yaptığı konuşmasının yazılı olduğu kağıdın, işbirlikçiler tarafından Lumumba’ya yedirilmeye çalışılmasıdır.
Mobutu, Kasavubu -ve dolayısıyla ABD- Lumumba’yı infaz etmek istese de yine popülaritesinden çekilerek cellatlık görevini Çombe’ye verir. Ocak 1961 yılında teslim edilen Lumumba burada akla hayale gelmeyecek işkenceler görür. İnfazından sonra cesedi parçalara ayrılır ve Belçikalı bir asker tarafından sülfürik asitte yok edilir. Bu hareket, Lumumba’nın ‘varlığının’ ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor.
‘AFRİKA KENDİ TARİHİNİ YAZACAK’
Eşine yazdığı son mektubun sonunda şöyle diyor Lumumba: “Hiçbir barbarlık, hiçbir acı, hiçbir işkence beni merhamet dilemeye zorlamadı. Başım dik olarak, sarsılmamış bir inanç ve ülkemin kaderine dair derin bir güvenle ölmeyi, kutsal ilkelerimizin küçümsenmesini izleyerek yaşamaya tercih ederim. Tarih bir gün sözünü söyleyecek. Brüksel, Paris, Washington veya Birleşmiş Milletler’in öğrettiği tarih değil; bizim sömürgecilik ve kukla hükümdarlarından kurtulmuş, özgürleşmiş ülkelerimizde öğretilecek tarih. Afrika kendi tarihini yazacak, Sahara’nın kuzeyinde ve güneyinde, bu zafer ve saygınlığın tarihi olacak. Ağlama sevgilim; biliyorum ki benim çok acı çekmiş ülkem kendi bağımsızlık ve özgürlüğünü savunacak. Yaşasın Kongo! Yaşasın Afrika!”
Lumumba’nın ölümünün sonrasında ülke çeşitli kanlı mücadelelere tanık olur. Onu katledenler ölümünden kısa süre sonra tepkilerden dolayı Lumumba’ya kahramanlık unvanı verseler de, ülkede Lumumba yanlıları var olsa da bugün Kongo için hiç de parlak şeyler söyleyemiyoruz. Öyleyse Lumumba tarihin neresinde duruyordu? Her şeyden önce ‘cesur’ hali de ‘saf’ hali de kendisinden sonra gelecek siyah kurtuluş hareketlerine sömürgecilerin samimi ve tam olarak bir yerden ayrılmayacağını en çıplak bir biçimde öğretti. Yüzlerce yıldır gözle görülen ya da görülmeyen zincirlere vurulan bir kıtanın onurlu geleceği için attığı adımlar siyaseten işine yaramamış olabilir. Ama bu sözlerin sömürgecilerin yüzüne yüzüne telaffuz edilirken ki onurlu duruşun bir Afrikalı için hissettirdiklerini anlayabilmek de pek kolay olmasa gerek.
(Patrice Lumumba'nın katledilişinin yıldönümü anısına Kavel Alpaslan'ın 2 Mart 2019 tarihli yazısını seçtik)
(GAZETE DUVAR)
POLİTİKA'NIN NOTU.
1960 yılında kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği başkenti Moskova'daki "Halkların Dostluğu Üniversitesi", Patrice Lumumba'nın katledilmesinin ardından 22 Şubat 1961 tarihinde "Patrice Lumumba - Halkların Dostluğu Üniversitesi" adını almıştır ve özellikle ulusal kurtuluş savaşı veren birçok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinin liderleri ve yönetici kadroları bu üniversitede yetiştirilmiştir. Rusya Federasyonu Hükümeti'nin 5 Şubat 1992 tarihli kararıyla üniversitenin adı "Rusya Halkların Dostluğu Üniversitesi" olarak değiştirilmiştir.
2 notes · View notes
seslimeram · 5 years ago
Text
Hayat / Yıkım
Tumblr media
Zıvanadan çıkmış hallerle kuşatıldığımız bir sahada soluk alabilmenin derdindeyiz. Tuhaf zamanlardayız. Bütünün, bütün bir sahanın, bir sahnenin her yanının, her anının, hemen her bir dönemecinin bariz ve kesintisiz bir zalimlikle kuşatıldığı sahada hayatın ederinin her ne olduğunun peşindeyiz. Cerahat mütemadiyen yinelenirken, yaşamsallık çürümeye terk edilirken, var edilmiş tüm / bütün fecaatlerin sofrasında hayat ne olacak bunun derdi ve tasasındayız. Zıvanadan çıkmış bir tahakküm hamlesi güncel kılınırken, cerahat hemen her yeri kuşatırken yaşamın abecesi tarumar olunandır. Bu kadar afaki bir o kadar arasız, fasılasız, daimi olarak cürümlerle hemhal kılınmış memleket bir laf değil hakikatten de ol çürümenin kılınır.
Çür��menin görünürlüğü, kokusu, yaygınlığı, anlamı artık dört bir yanda fark edilesidir. Erk, muktedir, iktidar kendisine doğru olanları kurarken, yenilenirken o müştereklerimiz olanı tarumar edendir. Hayatın orta yerinin biçimsiz, sonsuz ardı hiçbir zaman kesilmez bir hiddet, şiddet döngüsüne rehineliği mesele değil midir, hala değil midir? Bunca bariz, bir o kadar kati, kesintisiz olan şey zıvanadan çıkmış bir tahakküm, eksiksiz bir işkence yeri, hayatın berhava olunmasında her gün yeni bir eşikken yol yön her nereyedir sahiden de? Biçimlendirilen, var edilenin ağır bir yıkım hali olduğu ortadayken, çürüme her kimi, kimleri kapsamayacaktır, nasıl? Bu kadar lalettayin bir yıkımın olduğu yerde her şeyin üstü örtbas olunurken, yakıcılık, yağmanın ta kendisi sıradana hayat bırakmazken ne olur, kimler bu tufanda ayrı tutulur, her nasıl?
Biyopolitik bir menzilin dönüşüm hamlesi on sekizinci yılındaki Akp iktidarında güncel bir haldedir. Dıştan içe, içten öze, en üstten en alta her kesimi kuşatarak hiddet, linç ve bir tabii ki şiddeti gündelik kılarak demokrasinin tarumar edilmesi daimi kılınır, hal midir, hak mıdır, reva mıdır? Biçem, olgu ve yönelimin sıradana karşıt kılındığı yerde bu varlığı tescillenen fasit döngü bitimsiz bir yara olgusunu güncelleyendir. Yara bere içerisindeki bir yerin kime ne faydası olur. Yara bereler içerisinde kalmış bir yerde, hayatın ederi, anlamı çürümeye terk olunurken, gidilen yol mudur, hiçbir izahatı var mıdır?
Genel geçer değil doğrudan ve sabık bir tahayyülle hayatın nobran bir mesele mahkum kılınması var edilir. Yeter ki kimseler ama özellikle sıradan olanlar birbirlerini duymasın, sorgulamasınlar. Yeter ki, öteki olarak bilinenler birbirlerinin meramına ermesinler. Bir uzamda belirli bir hatta buluşmasınlar. Biyopolitik şiddet bir metafor değil, her günün başat yönelimi kılınırken muktedir eliyle sıradanın susturulması devreye konulur. Tüm o birbirini duyma hadisesine engel olmak tek gaile kılınır. Birbiri ardına güncellenen, tüm yıkım hamleleri, tahakküm evreleri, bunun tamamlayıcısı olan devletlinin yergileri, hınç dolu hamleleri, son dakika kararları ile bir zıvanadan çıkmışlık dahilinde hayat kuşatılan bir süreklilikle boğulur.
Bu halle, bu durumla her nasıl soluk alınabilir hiç sorguluyor musunuz? Bütünün yerle yeksan olunduğu bir sahada hayatın ederi hiç kılınırken soluğunuzdan emin misiniz hiç, son kararınız mı? Sıradanın hayatının heder ettirilmesi, laf ola beri gele bir mesele değil tam da herkesin gözleri önünde vuku bulan, alenen tanıklığına yazıldığımız bir gayretin ta kendisidir. Devletin gölgesinin her nereye düştüğü afaki kılınır iş bu raddede. Hayatın bir hiçliğe mahkum edilmesinin büsbütün sancılı süreçleri bu sahnenin dört bir yanında tüm o madun siyasetin aktörleri eliyle daimi bir mesele olarak biçimlendirilir.
Hayatlarımızın her nasıl pamuk ipliğine rehin kılındığı, sesin ve sözün her nasıl örselenip, alt edilmeye çalışıldığı bugün afaki bir biçimde örneklenendir. Denek kılınan hayatların tam da ortasında bir düzlemin ne huzuru ne güncesi ne şimdisi ne de berisi vardır. Varlığı tescillenmiş olan harap viranlık, kesintisiz deneylerle oluşturulan karanlığın şu sahayı bir biçimde dönüştürmesi utanç vesikasıdır. Bir asırda varılan sahne tüm o gelenek halinin ne olduğu bahsinin karşılığı bir kez daha yüz kızartıcıdır. Kendi doğrusunu zayi etmiş, aleni olarak zıvanadan çıkmış bir kırım ve kıtalle, yol ve yön aranmaya çalışılan yerde hayat da pamuk ipliğine bağlı bir mesel kılınır.
Gelenek, görenek ve yüz kızartıcı bir tahayyülün ortasında var edilmiş devlet aklının tüm  işlevselliğini barındır bu yeni yeni yepyeni denilip durulan ülke. Yol nereyedir sorgusuna yanıt verilmeyen, bir türlü buldurulmayandır. Ekonomik darboğaz halinden, asgari olan ol yaşam hakkının talanına, hakların sınırlandırılmasından çalışanların kölelik düzeninde ye, iç ve sonuna kadar tükete rehin bilindiği bir sahada, menzili afaki ayrımcılığının kadından ve çocuklara kadar gerçekleştirilen taciz, tecavüz ve kırımlara o menzilin belagatli sureti karşımıza çıkartılır. Zıvanadan çıkmış bir yerin var ettiği tek şey kabustur. Zıvanadan çıkmış bir yok edicilikle hiçbir yere benzemeyen, her yerde var edilmiş kötülüğün bütün, bariz tekrarlarıyla bir menzilin hali ve ahvali perişan kılınır. Zıvanadan çıkmış olan şu yerin adı yenidir, gerisi bayat bir hikaye!
Bir zaman aralığında, belirli bir sürede değil daimi bir biçimde zuhur eden, devletli hamle ve çabalarının bu tümden zıvanadan çıkmış olan menzilin yönünü toptan çürümeye açıkça kestirdiği afakidir. Halen yıkım tek istikamet olarak görülür. Böylesi bir yerde soluk alma hali ne kadar mümkündür! Bu kadar afaki bir biçimde sahnesinde sesin, sözün birlikteliğini / öncelikli halini unutmamak nasıl söz konusudur. Her nasıl insan kaybedilen ve zayi olunan o soluğu geri kazanır, her nasıl! Birbirinden bağımsız görünen şu aşağıdaki haberlerin ortaya çıkarttığı gerçek karşımızda yükselirken nedir yani, her nasıl ve her ne şekilde kaybedilen geri bulunur, telafisi mümkün olur.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide başarı hikayesinin yazıldığını anlattığı saatlerde krize, yoksulluğa karşı Bakırköy’de bir araya gelen 4 bine yakın kişi, asgari ücretin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesi, vergi adaletsizliğinin son bulması, iş cinayetlerinin ve sömürünün son bulması ile kadın cinayetlerinin durdurulması talepleriyle sokağa çıktı. Mitinge DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Emek Partisi, Emek Gençliği, Türkiye İşçi Partisi, Halkevleri, HDP, EYT Derneği, KHK ile kamu görevinden ihraç edilenler, Kaldıraç, SYKP başta olmak üzere çok sayıda kurum katıldı.
Miting öncesi Bakırköy Dikilitaş Meydanı’nda bir araya gelen emekçiler sloganlarla pazar alanına yürüdü. İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri adına ortak açıklamayı Özlem Tolu okudu.
Son iki yılda elektrik fiyatının %72, doğalgaz fiyatının %60 oranında arttığı hatırlatan Tolu, “Çarşı, pazar el yakıyor. Nüfusun %1’lik kesimi ulusal servetin %54’ünü elinde tutuyor, gelir vergisinin ise %92’sini emekçiler ödüyor” dedi.
Asgari ücret görüşmelerini hatırlatan Tolu, “Bizi gene ‘açlık ücreti’ne mahkum etmek istiyorlar. 2020 bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. Emekçilerin payına gene yoksulluk ve sefalet düştü. Kasım 2019 itibarıyla 7 milyon 305 bin insanımız işsiz, 2 milyon kadın işsiz, 3.5 milyon genç ne eğitimde ne de istihdamda. Eğitimde kalitesizlik, gençliğe geleceksizlik devam ediyor”diye konuştu.
Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı: Hız kesmeden devam eden konkordatolar, iflaslar, küçülme kararları ile binlerce işçi ve ailesi açlığa mahkum. Art arda gelen zamlar, büyüyen vergiler, küçülen maaşlar ve işsizlikle borç batağında çırpınan milyonlarca emekçi açlığa mahkum. Bir gece hiçbir yargı kararına dayanmadan çıkartılan haksız, hukuksuz KHK'lerle ihraç edilen kamu emekçileri ve aileleri açlığa mahkum. Emeğiyle geçinen geniş halk kesimleri için hayat her geçen gün zorlaşıyor, insanlarımız geçim zorluğu nedeniyle evine ekmek götüremiyor. İktidarda olanlar ise hayali ‘Yeni Ekonomik Program’lar açıklıyor, hiçbir zaman tutmayacak enflasyon, büyüme hedefleri rakamlarına inanmamızı bekliyorlar. Yarattıkları siyasi ve ekonomik krizlere bahaneler uyduruyor, 'darbe girişimi var’ diyorlar, ‘savaş var’ diyorlar, Kürt sorununa barışçıl çözüm isteyenlerin seslerini susturuyorlar, savaş ve barış sözcüklerini dahi yasaklıyorlar. Seçme, seçilme hakkını, seçmen iradesini yok sayıyorlar. Sandıkta kaybettikleri seçimleri YSK darbesiyle kazanmaya çalışıyorlar. Halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıyorlar, yerlerine kendi memurlarını kayyum olarak atıyorlar.
“Onlar bir avuç, biz milyonlarız” denilen açıklamada, “Bizim gücümüz birliğimizdedir. Bunun için İstanbul’daki sendikalar, emek, meslek örgütleri, emekten yana siyasi partiler, kitle örgütleri, İstanbul Emek Barış Demokrasi Güçleri olarak yan yana geldik, omuz omuza verdik, el ele yürüyoruz” ifadeleri kullanıldı.”
“Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Soğukpınar köyüne 6 Aralık günü sabah saatlerinde jandarma ve polis tarafından operasyon yapılmış ve çatışma çıkmıştı. Aynı gün İçişleri Bakanlığı tarafından operasyonla ilgili yapılan açıklamada, köyde 4 “PKK”linin öldürüldüğü belirtmişti.  Operasyon sonrası onlarca köylü gözaltına alınmıştı.
İfadelerin işkence altında alındığı  söylenirken Jandarma Komutanlığı’na giden avukatlar ise zorla dışarı çıkarılıp içeri alınmıyor. Gözaltındakilerin durumuna ilişkin ise haber alınamıyor. Öldürülen Murat Kaya'nın eşi Zozan Kaya da hala gözaltında tutulurken, 3 aylık bebeğinin emzirilmesine ise izin verilmiyor.
Ulaştığımız köylülerden aldığımız bilgilere göre gözaltında bulunanların isimleri şöyle: “Hanım Aksoy, Gönül Aksoy, Birgül Çetin, Zozan Kaya, Cemal Aksoy, Ahmet Aksoy, Kemal Aksoy, Sıddık Çetin.”
Cemal Aksoy'a ise işkence edildiği ve Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinde askerlerin gözetiminde tedavi gördüğü iddia ediliyor.”
“Şilili feminist kolektif Las Tesis’in, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle Kadın ve Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı’nın önünde gerçekleştirdiği dans performansı, dünyanın farklı ülkelerinden kadınları harekete geçirdi.
Kadın Meclisleri de bu performansın bir benzerini sergilemek üzere Kadıköy’e çağrı yaptı. Performansın sergilenmesini engelleyen polis, kadınlara müdahale etti. Müdahale sırasında gözaltına alınan kadınlar, “Kadınları değil katilleri durdurun!” sloganları attı. Eylem müdahaleye rağmen Kadıköy’ün ara sokaklarında devam etti.”
Tumblr media
Medyanın eski simsarlarında Aydın Doğan’a övgüler düzülürken, çıkarların birleştiği bir Şehir Üniversitesi için yıllar sonra rant kavgası dillendirilirken, emek mücadelesine ağır yaralar verilirken, daha yeni birkaç gün önce katledilen bir kadının katilinin hapishanesini seçme özgürlüğü gibi kadük bir hamlenin altında imzası olan devletin var ettiği şeyin ol sokaklarda kadınların haklarını arama çabasına darpla, işkenceyle mukabele etmesidir. Ağrı’da köylüleri derdest edip alıkoyarken, vekillerin oraya ulaşmasını engellemekle çıkagelendir, zıvanadan çıkmak.
“İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle yazılı açıklama yayınladı. Açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. Yılında bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamadığına çekildi.
Açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: “Şili’den Lübnan’a, İran’dan Hong Kong’a dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltiyor. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde oluyor. Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz hali maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile hissediliyor.  Belirsizlik rejimi sadece bir hukuki öngörülemezlik hali değil, kişilerin kendi belirlenimlerinin de sürekli tehdit altında olduğu bir korku iklimidir. Bu tür bir iklim, bir yandan toplumun üyeleri arasındaki ‘güvensiz’ bir ilişkiye yol açtığı için müşterek bağların çözülmesine neden olmuş, diğer yandan da bireylerin idare edenlerle ilişkisini beklentisel itaat olarak adlandırabileceğimiz bir uyma, hatta emredenin neyi emredeceğini düşünerek ona göre eyleme pratiğine dönüştürmüştür. Ayrıca belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir.”
İHD ve TİHV’nın açıklamasında, Türkiye’de yaşanan insan hak ihlallerine dair bir çok başlıkta tespitler yapıldı. Öne çıkan tespit ve öneriler şöyle:
OHAL’in ağır sonuç ve etkileri her geçen gün giderek artan biçimde toplumsal yaşam üzerinde hissedilmektedir. Yaklaşık yüz kırk bine yakın insanı etkileyen OHAL karar ve işlemlerini incelemek üzere kurulan komisyonun ağır işleyişi ve aldığı yetersiz kararlar ile OHAL sonuçlarının kalıcı etkisi daha da artmaktadır. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun 25 Ekim 2019 tarihinde yaptığı duyuru ile OHAL kapsamında yayımlanan KHK’lar ile 125 bin 678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131 bin 922 işlem gerçekleştirildiğini belirtmektedir. Bu işlemlerden 2 bin 761’i kurum/kuruluş kapatma işlemidir. Komisyona yapılan başvuru sayısı 126 bin 200’dür. Komisyon 8 bin 100’ü kabul, 83 bin 900’ü ret olmak toplam 92 bin 000 başvuru hakkında karara varmıştır.
Öte yandan OHAL döneminde çıkarılan 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin (d) bendi ile tutukluların avukatları ile görüşmelerine Cumhuriyet Savcısı’nın kararıyla kısıtlama getirilebileceği düzenlemesi yapılmıştı. OHAL kalktıktan sonra da bu tür kısıtlayıcı uygulamalara devam edildi. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 29 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 24.07.2019 tarihli 2018/73 E, 2019/65 K sayılı kararı ile bu tür düzenlemelerden olan 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 59. maddesinin (5) ve (10) numaralı fıkralarında düzenlenen, “Görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesi, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli bulundurulması, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulması” hükümleri iptal edilmiştir.
İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılının ilk 11 ayında;
* Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 10 kişi yaşamını yitirmiş, 4 kişi de yaralanmıştır.
* Silahlı çatışmalar nedeniyle en az 97 güvenlik görevlisi (88 asker, 7 polis, 2 korucu), 362 militan, 30 sivil olmak üzere toplam 489 yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde en az 154 asker, 13 polis ve 7 korucu, 38 sivil olmak üzere toplam 212 kişi ise yaralanmıştır.
* Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu en az 2 kişi yaşamını yitirmiş, 2 kişi de yaralanmıştır.
* Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 3 kişi yaşamını yitirmiş, 3 kişi de yaralanmıştır.
* Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet vb. çeşitli gerekçelerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiş, 5 kişi de yaralanmıştır.
* Zorunlu ya da muvazzaf olarak askerlik görevini yaparken en az 17 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş, 6 kişi de yaralanmıştır.
* İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre iş kazaları/cinayetleri sonucu Türkiye’de 2019 yılının ilk 11 ayında en az 1606 işçi yaşamını yitirmiştir.
* 2019 yılının ilk 11 ayında ise en az 305 kadın erkek şiddeti sonucu öldürülmüştür.
Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılında, Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusuna yönelik başlattığı askeri harekat sırasında, sınır hattında bulunan ilçelere havan mermisi vb. patlayıcıların isabet etmesi sonucu en az 19 sivil yaşamını yitirmiş, 132 sivil de yaralanmıştır. Bu süreçte en az 17 asker yaşamını yitirmiş, 33 asker de yaralanmıştır. Askeri harekat nedeniyle Suriye’de kaç silahlı militanın ve Türkiye’nin desteklediği paramiliter gruplardan kaç kişinin yaşamını yitirdiği konusunda sağlıklı veriler bulunmamaktadır.
Suriye tarafında ise Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Uluslararası Af Örgütü (AI) gibi örgütlerin tespitine göre aralarında Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Khalaf ile 2 gazetecinin de bulunduğu onlarca sivil öldürülmüş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Özellikle paramiliter grupların sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırıları devam etmekte olup en son Tel Rifat bölgesinde bulunan bir yerleşim yerine yapılan havanlı saldırıda 8’i çocuk 10 sivil yaşamını yitirmiş, 20’nin üzerinde kişi de yaralanmıştır.
* Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2019 yılının ilk 11 ayında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 840 kişi başvurmuştur. Başvuranların 422‘si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
* İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre ise 2019 yılının ilk 11 ayında gözaltında ve gözaltı dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muameleye uğradığını iddia eden kişi sayısı 830’dur.
* İHD verilerine göre 2019 yılında 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2886 kişi bu müdahalelerde kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.
* 2019 yılında 7 zorla kaçırma vakası tespit edilmiş ve bunlardan 6’sının ailesi İHD’ye başvuru almıştır. Bu başvurulardan 5’i Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na yapılan başvuruları takiben bulunmuşlardır. Diğer kişinin akıbeti ise halen bilinmemektedir. Bulunan kişilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları anlaşılmıştır.”
Zıvanadan çıkmış bir tahakküm hamlesi güncel kılınırken, cerahat hemen her yeri kuşatırken yaşamın abecesi tarumar olunandır. Bu kadar afaki bir o kadar arasız, fasılasız, daimi olarak cürümlerle hemhal kılınmış memleket bir laf değil hakikatten de çürümenin kılınır. Bir koca yılın özetinden artakalan şey bunca afaki bir çürümedir. Çürüttükçe, daha da fenasına yol / yön kıran bir yerin varlığı bugünün meselesidir. İnsan hakları konusunda mimli siciline her sene yapılan ilavelerle bu ülkenin zıvanadan çıkmış hali artık mübalağa değildir. Yaşatmaktan bunca kopuşun var edildiği bir yerin hayatla ilintisi her ne olacaktır sahiden de düşünüyor musunuz? Yaşamın kökünün kurutulduğu yerde onca şatafatlı cümle, sahnelerden verilen yeni ülke reçetelerinin neye faydası vardır. İnsanlık bunca açık çürümeye terk edilirken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Street Photography Japan – Matsu – Behancé
2 notes · View notes
ardor-mohr · 7 years ago
Text
“Kader kendinin bilincinde olmaktır, ama bir düşman olarak kendinin...” diyor Hegel. Burada “düşmanlık” kavramı kişinin kendiyle gerçek bir savaş halinde olmasını değil, fakat bir savaşım halinde olduğunu ima ediyor. Bunu James Baldwin’in “ABD’de siyah olmak” ile ilgili söylediği şu sözle birlikte düşünelim: “Bu ülkede bir zenci [negro] olmak ve az çok bunun farkında olmak neredeyse her zaman öfkeli olmaktır.” Siyah olmak onun benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır, verili bir gerçeklik olarak benliğine içkindir, onun kendisidir ama o kişinin varlığına rağmen bir şekilde işleyen, karşısına bir düşman olarak çıkan, maruz kaldığı bir benliktir bu. Yine, Ahed Tamimi, belli bir zamanda (bugün), belli bir yerde (Filistin’de) yaşadığı için kendini bildi bileli bir direniş halinde ve şu anda, 16 yaşında, cezaevinde. Bir Filistinli olarak Filistin’de olması, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren İsrail devlet terörüne maruz kalmasına yeter nedendir.
Felsefece söyleyecek olursak, zaman ve mekân varlığın sınır kavramlarıdır, dolayısıyla benliğin de... (Yunanca “yasa” anlamına gelen nomos’un bir diğer anlamı da “sınır”dır.) Savaş halinde açık bir arazide olmak, tek başına, öldürülmeniz için yeterli bir neden olabilir; oysa barış halinde o aynı arazi, tek başına, size yaşama sevinci veren, sizi yaşama bağlayan bir manzara olabilir. Eskiler “ev alma, komşu al” derken mekânın, yani çevrenin benlik üzerindeki bu yazgısal etkisine işaret ediyordu. Bir bina olarak o ev ne kadar güzel olursa olsun huzurlu bir hayat sürmenizi sağlamayabilir, ama muhabbetli insanlar arasında yaşamak kesinlikle sağlar.
Peki, insanın kendisinin, yani kurduğu toplumsal ilişkilerin (insanlık durumu içinde, insanın hayvanlarla ve doğayla kurduğu ilişkiler de toplumsaldır; “sokak kedisi” doğal değil, toplumsal bir kategoridir, insan eli değmiş doğa da “toplumsallamış doğa”dır) ve sürdürdüğü hayatın onun karşısına bir “kader” olarak dikilmesi nasıl işliyor: insanın en ayırıcı yanlarından biri olan alışkanlık (rutin) biçiminde... Bilindiği gibi, insan adaptasyon yeteneği en yüksek olan canlıdır. Bir villada da yaşamaya alışabilir, bir gecekonduda da, hatta zindanda bile... Kısa bir sürede, en lüks yaşam da ona normal (norm, nomos) gelebilir, kölelik de... İnsanın aklının ona ettiği oyunu hiçbir akıl edemez, dikkat et kendi eline düşme, derken böyle bir şeyi ima ediyordum. Aklın yadırgayıcı, olumsuzlayıcı yanı bastırıldığında her şey kişinin gözüne normal görünür, her şey hayatın o şekilde sürdürülmesini olumlayan, bu rutine kan taşıyan bir işleve bürünür. Farklı olana, ötekine yer yoktur orada, dolayısıyla yeniliğe de... (Çünkü öteki, Derrida’nın dediği gibi, “beni tekrar etmekten alıkoyandır.”) Böylece, önceden alnımıza yazılmış bir şey gibi yaşar gideriz o hayatı.
Ancak, ne kendi içinde (çünkü “ben’in karşısına dikilen ben” olarak etkinlik halindedir) ne de dışsal bir müdahaleyle “değiştirilemez” anlamında statiktir bu kader. Bu noktaya da başka bir sefer değineyim.
12 notes · View notes
mimzedall · 5 years ago
Text
Tepetaklak [Eduardo Galeano]
Tumblr media
Eduardo Galeano'nun Tepetaklak kitabını okurken o kadar çok yerin altını çizmişim ki, buraya aktarabileceğim limitin çok üzerinde olduğumu fark ettim bir saatten sonra. Dolayısı ile aktaracaklarım özetin de özeti artık.
Tumblr media
Kitapta birçok yeri işaretlememin sebebi yazarla aynı fikirde olmam. Yazarın düşünceleri ile düşüncelerim yüzde yüz olmasa da neredeyse tamamen örtüşüyor. Okurken bunun şaşkınlığını da yaşadım. Benimle aynı şekilde düşünen bir yazar gelip geçmiş dünyadan. Dünyanın bir başka köşesinden, bir başka yarım küresinden fakat aynı vicdan çığlıklarını dinlemişiz, aynı hüzünle bakmışız dünyanın geldiği duruma, aynı sıkıntıları hissetmişiz. Galeano üç sene önce göçüp gitmiş dünyadan. Ben bu dünyanın yok edilişini izlemeye devam ediyorum. Tepetaklak, adındaki tersine dönmüşlüğü dünyanın birçok yerindeki birçok uygulamada görüp, gözler önüne seriyor. Mesela: En büyük sahtekar ve yalancılar başarılı politikacılar olarak yaşamlarını sürdürürken küçük sahtekar ve yalancılar hapsi boyluyor. Dünyaya en fazla zarar verenler asla ceza görmez. Ahlak kuralları adaletsizliği mahkum etmiyor, bunun yerine başarısızlığı mahkum ediyor. Başarı uğruna her türlü adaletsizlik ve ahlaksızlık mubah artık. Egemen ülkeler, diğer ülkelere askeri diktatörlük ya da itaatkar hükümetler dayatabiliyor. Irkçılık, her türlü karşıt söyleme rağmen her zaman egemendir ve egemen kalacaktır. İşkence, her türlü karşıt söyleme rağmen her zaman yapılmaktadır ve yapılacaktır. İktidarlar yoksulluk üretirler, kendi ürettikleri yoksulluğun neticesinde ortaya çıkan yoksullara karşı da savaş açarlar. Yasalar, küçük suçlular için vardır. Yeterince büyükseniz, her türlü suçu işlemekte özgürsünüz. Hapishaneler suçluyu rehabilite etmeyi değil, izole etmeyi amaçlıyor. Kitle iletişim araçları dünyanın herhangi bir yerindeki adaletsizlikten bahsediyorsa, Amerika'dan ya da diğer vampirlerden silah satın almayan (ya da menfaatlerine uygun hareket etmeyen( bir hükümet var diyebilirsiniz. Yoksa bu zulüm açığa asla çıkmazdı. BM örgütünün genel kurulu tavsiyeler sunar, güvenlik konseyi karar verir. Tamamen bir tiyatrodur bu. Veto hakkı olan beş tane ülke istediklerini yaparlar. Dünyadaki nükleer silahların yarısı Amerika'da yarısı Rusya'da. Hasbelkader başkası yapacak olsa tepesine çökerler. Ellerindeki silahlar dünyayı yok edebilir. Uyuşturucu kullanıcı mahkum edilir, onu kimyasal avuntuya teşvik eden, kaygı-keder ve yalnızlığı artıran tüketim kültürü mahkum edilmez. Seçimlerde seçtikleriniz en iyi rol yapanlardır. Başka bir şey ümit etmeyin. ABD dünyanın en borçlu ülkesidir fakat hiçbir şey ödemez. Kapitalizmin Doktor Frankenstein'ı kendi hesabına yürüyen bir canavar yarattı ve onu durduracak kimse yok. Bütün devletlerin üstünde bir devlet türü, kimse tarafından seçilmese bile herkese hükmeden görünmez bir iktidar. Bu dünyada fazlasıyla sefaletin yanı sıra fazlasıyla para da var ve zenginlik bu parayla ne yapacağını bilmiyor. Dünyada sürekli ücretler düşüyor, mesailer artıyor, makinelerin alanı genişliyor. Kölelik çağı yeniden başladı -ya da hiç bitmedi-. İşini kaybetme korkusu bütün dünyadaki en büyük korku. Sermaye, ucuz işgücü aradıkça insanlık yok oluyor. Sermaye gidip Hindistan'da fabrika açıyor, günde bir doların altında işçi çalıştırıyor, bu işçiler kısa sürede hayata veda ediyorlar hayat yaşamadan. Sonra borsa yatırımları, sonra finans, spekülasyon. Her türlü hırsızlık. Çevre kirliliği o boyutlara ulaştı ki, dünya hızla yok oluyor. Dünyayı yok edenler ise yüksek paralar harcayarak reklam filmleri çekip çevreye duyarlılık mesajları veriyorlar. Biz de yiyoruz. Sistemin dokunulmazlığının besin kaynaklarından birisi de kadercilik. Otomobiller hem insanı öldürüyor hem tabiatı. Eşyalara sahip olmak için borçlanan büyük çoğunluğun elinde, yeni borçlar yaratan borçlarını ödemek için yaptığı borçlardan başka bir şey kalmıyor ve tek tüketebildiği, bazen suç işleyerek somutlaştırdığı fantezileri oluyor. Zorunlu tekbiçimlilik diktatörlüğü herhangi bir tek parti diktatörlüğünden çok daha yok edici: Bütün dünyada insan evlatlarını örnek tüketici fotokopileri olarak yeniden üreten bir yaşam biçimini dayatıyor. Örnek tüketici otomobilinden yalnızca çalışmak ve televizyon izlemek için iniyor. Her gün dört saatini küçük ekranın karşısında oturup plastik yiyecekler yiyerek geçiriyor. Endüstriyel yiyecekler, yiyecek kılığına girmiş çöplerdir. Alabildiklerim bunlar. 35O sayfaya yaklaşan bu kitabın tamamının okunması gerekiyor (Sel Yayınları basmış). Yazarın bu kitabı 1900'lerin sonunda yazdığını da eklemeliyim. O günlerden sonra çok şeyler değişti dünyada, yıkım daha da hızlandı, yoksulluk daha da arttı. Daha fazla insan savaşlarda öldü, açlıkla yüzleşti. Daha fazla çocuk ölümü oldu, adaletsizlik giderek arttı. Kitabın sonunda yine de ümitsizlikten değil de ümitten yana olduğunu söylüyor Galeano. Bu dünyadan, ümidiyle ilgili bir ışık görmeden geçip gitmiş olsa bile insanlık yine de ümitten yana olmalı. Meşale bir yazardan bir ozana geçmeli ve yanmaya devam etmeli. Selam olsun Galeano gibi yaşamış ve yaşayan, namuslu bir vicdan, temiz bir kalp sahibi olan herkese. Read the full article
0 notes
hanargelisim · 5 years ago
Photo
Tumblr media
5.4. TOPLUMUN KÖTÜ TARAFI BENİM KÖTÜ TARAFIMDAN NE İSTER . . VIEW POINTS. İSTEMEK. 5.00 . . BİREYDEN ✓ KENDİ BEDENİNDEN, AİT OLDUĞUM TOPLUMDAN KOPMAK BİR EBEVEYNDEN √ ÇOCUKLARI EZİYET VE ŞİDDET İLE TERBİYE ETMEK BİR KADINDAN √ FUHUŞ BİR ERKEKTEN ✓ MADDE BAĞIMLILIĞI BİR ÇOCUKTAN ✓ KÖLELİK BİLİNCİ 1. SOSYOEKONOMİK SINIF BİREYİNDEN ✓ SAVAŞ İÇİN ONAY 2. SOSYOEKONOMİK SINIF BİREYİNDEN ✓ SAVAŞ İÇİN DESTEK 3. SOSYOEKONOMİK SINIF BİREYİNDEN ✓ SAVAŞI ÖRGÜTLEME VE ŞİDDETE KATILIM GÖSTERMEK 4. SOSYOEKONOMİK SINIF BİREYİNDEN ✓ SAVAŞMAK VE ÖLMEK YAŞ HİYERARŞİSİNDE İHTİYARDAN ✓ SAVAŞ VE TALANI DESTEKLEYİCİ VAAZLAR YAŞ HİYERARŞİSİNDE ORTA YAŞTAN ✓ YALAN BULUTU OLUŞTURUP İNSANLARI YABANCILAŞTIRMAK YAŞ HİYERARŞİSİNDE GENÇTEN ✓ MAGANDALIK, TERÖR ESTİRMEK, ŞİDDETİ KUTSAMAK, YALAN SÖYLEMENİN GÜÇ BELİRTİSİ OLDUĞUNU SANMASI! SİYASİ KARAKTERDEN ✓ BOŞ VAATLERLE HALKI OYALAYIP TÜM KAZANIMLARI BU TARAFA AKTARMAK DEVLET GÖREVLİSİNDEN ✓ USULSÜZ İŞLEMLER MUHAFAZAKARDAN ✓ HURAFELERE İNANCI MEŞRU KILAN SÖYLEMLERİ GELİŞTİRMEK DEVRİMCİDEN ✓ KÖSTEBEK OLMAK VE ONLARCA YIL BOYUNCA DEVRİMCİYİM DİYE ORTALIKTA DOLAŞIP SONUÇTA KENDİ TABANINI MANDACILIĞA BAĞLAMAK . . HaNAR DEVELOPMENT . . #thehanardevelopnent #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #physcology #религия #final #future #theroad #architecture #birey #kişiselanayasadenemeleri #kişiselanayasa #hukuk #humanbeings #final #future #philosophy #science #God #now #newworld #naturel #bakışaçısı #10000questions #dive #time #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира (Samandağ Deniz Sahil) https://www.instagram.com/p/B0GeFmXAmSO/?igshid=10wioln90ce17
0 notes
sin-u-san · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Radikal demokrasi: Faşizme karşı ön cephe Dilar Dirik Eğer bütün sömürgelerin en eskisi olan kadınların köleleştirilmesi başarılamasaydı; faşizm de mümkün olamazdı. Bütün baskı gören ve zulme uğrayan gruplar içinde kadınlar kurumsallaşmış şiddetin en eski biçimlerine maruz kalmıştır. Kadınların savaş ganimeti, erkeklerin hizmetinde birer araç, cinsel tatmin nesnesi ve nihai güç iddiası odağı olarak görülmesi her faşist bildiride ısrarla vurgulanmaktadır. Devletin ortaya çıkışı ve özel mülkiyetin fetişleştirilmesi her şeyden çok kadınların teslim alınmasıyla mümkün kılınabilmiştir. ROAR Magazine Çeviri: Ulaş Dewres 2014 yılı sonbaharıydı; IŞİD’in Irak ve Suriye’de muazzam büyüklükteki alanları ele geçirmesinden ve işlediği soykırım ve kadınkırımlarından sadece aylar sonra, çok az bilinen Kobanê kasabasının ufkundan güçlü bir devrimci umut ışığı yükseldi. 2013’ten beri Suriye içindeki çok geniş alanların yanı sıra Irak’ta Musul, Tel Afer ve Şengal’i istila etmiş olan IŞİD Kürtler tarafından Rojava olarak tanınan Kuzey Suriye’ye bir saldırı başlatmaya hazırdı. Kobanê’de karşılaşmayı beklemediği şey ise kendisini her halükârda cesaretle savunmaya hazır örgütlü bir politik topluluktu; bu IŞİD’in ölüm ideolojisiyle taban tabana zıt dünya görüşüne sahip, farklı türden bir düşmandı. IŞİD faşizminin mağlup edilemezliği mitini parçalayan Kobanê zaferinin simgesi ise genç, devrimci, özgür bir Kürt kadın olacaktı: Arîn Mîrkan. Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) savaşçısı olarak Arîn Mîrkan, 2014 Ekim’inde stratejik açıdan kritik öneme sahip Mîştenur Tepesi yakınlarında yoldaşlarını kurtarmak ve IŞİD mevziini ele geçirmek amacıyla kendisini havaya uçurdu. Neticede bu olay muharebenin yönünün Halk Savunma Birlikleri (YPG), Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) ve diğer ortak silahlı grupların lehine dönmesini ve IŞİD’in savunmaya itilmesini sağladı. ABD öncülüğündeki koalisyonun en sonunda havadan askeri destek vermek zorunda kaldığı, yorulmak nedir bilmez şekilde aylarca süren bu savaşımın ardından Kobanê özgürleştirilmişti. Neredeyse her gün IŞİD boyunduruğundan kurtulan insanların dans ettiği, uzunca bir zaman sonra ilk kez sigara içebildiği, erkeklerin mutluluk gözyaşlarıyla sakallarını kestiği, kadınların üstlerine geçirilmiş kara çarşafları çıkarıp yaktığı ve özgürlüğün çığlığını zılgıtlarla seslendirdikleri videolar ortaya çıkıyor. Savaşçıların ve bölgedeki örgütlü toplumun gözlerinde bu destansı savaş etnik ya da dinsel bir çatışma değil; bir yanda IŞİD’in tecavüz çetelerinde vücut bulan erkek egemenlikçi, devletçi kapitalist modernitenin yoğunlaşmış musibeti ile diğer yanda özgürleşen kadın mücadelesinde cisimleşen özgür yaşam seçeneği arasındaki tarihsel bir muharebedir. Devrimci Kobanê’nin zaferi, IŞİD’e karşı savaşın yalnızca silahtan ibaret olmadığını; faşizmden ve onun varoluşunu mümkün kılan dayandığı esaslardan ancak radikal bir kopuşla olabileceğini pratik olarak göstermektedir. Bu sırasıyla radikal demokratik ve özerk toplumsal, politik, ekonomik kurumların ve özellikle de kadın örgütlenmelerinin doğrudan sınıf, hiyerarşi ve egemenlik esaslarındaki devlet sistemine doğrudan karşıtlığını gerektirmektedir. Toplumu IŞİD benzeri zihniyet ve sistemden özgürleştirmek için antifaşist özsavunmanın aileden eğitime ve ekonomiye kadar toplumsal yaşamın tüm alanlarına temayüz etmesi gerekmektedir. KAPİTALİST MODERNİTENİN BİR ÜRÜNÜ Özellikle de örgütün yöntemlerinin vahşiliği sebebiyle, IŞİD fenomenini ve binlerce genci saflarına katmasını sağlayan cazibesini açıklamaya yönelik çok sayıda girişimde bulunuldu. Pek çokları, IŞİD’in egemenliği altında yaşamak zorunda kalanların, bunun ekonomik getirileri sebebiyle veya korku yüzünden IŞİD’e hizmet etmeye başladıkları sonucuna vardılar. Fakat dünyanın farklı yerlerinden binlerce insanın en düşünülemez kötülükleri işlemeleri olasılığına rağmen değil; tam da bu sebeple bu zalim gruba katıldığı açıktır. Öyle görünüyor ki IŞİD’e insanları yerkürenin farklı yerlerinden çeken sebep din değil fakat -ölümü pahasına bile olsa- zalim ve merhametsiz bir güç algısıdır. Tek faktörlü teoriler, IŞİD gibi yaşam karşıtı doktrine sahip bir grubun büyümesine yol açan bölgesel ve uluslararası politik, ekonomik ve toplumsal bağlamları göz önüne alma noktasında genellikle başarısız olmaktadır. IŞİD’in uyuşturucu etkisindeki, tecavüzcü, soykırımcı ajandasını haklı çıkarmaksızın ve insanlığa karşı bu suçları işleyen bireylerin failliklerini ve hesap vermeleri gerekliliğini yok saymaksızın, IŞİD’in kendine yeterli ve saygın bireyler olma şansından mahrum bırakılmış genç erkekleri büyülediği gerçeğini görmeliyiz. Yaşamı anlamsız, boş ve umutsuz kılan ataerkil kapitalizmin egemenliğindeki kanserli toplumda IŞİD’in otoriter güç, para, seks biçiminde beliren anlık mükafatlar önermesini gerçek bağlamında ele almak hayati değerdedir. IŞİD’in cazibesini, iktidar ve şiddet kurumlarının birbirleri ile etkileşim içinde otoriter sistemler üretmesi gibi daha geniş bir bağlama yerleştirmek yerine sözde “teröre karşı savaş” arka planında patolojikleştirmek, Almanya’daki “iyi çocuklar”ın Ortadoğu’ya seyahate çıkıp kasap olmalarına yol açan şeyi anlamamızı sağlamaz. IŞİD, kıyamet alameti gibi görünen bir küresel eğilimin yalnızca en aşırı temsilidir. Dünya çapında sağcı otoriter politikalara doğru yönelimin arttığı mevcut koşullarda -insan toplumundan sonsuza dek yasaklandığını düşünegeldiğimiz- tek bir sözcük gündelik yaşamlarımıza ve politik lügatimize yeniden giriş yapmıştır: faşizm. Çeşitli faşist hareketlerin bağlamları, özellikleri ve yöntemleri arasında uçsuz bucaksız farklılıklar bulunduğu açıktır. Ama sıra hiyerarşik örgütlenmeye, otoriter düşünce sürecine, aşırı cinsiyetçiliğe, popülist terminolojiye ve kırılgan toplumsal gruplar içindeki hissedilen ihtiyaç, korku ve arzu algılarını istismar etmeye dayanan zekice asker toplama yöntemlerine geldiğinde, IŞİD uluslararası emsallerini pek çok açıdan aynen yansıtmaktadır. Pekâlâ faşizmi, kapitalist dünya sisteminin tepesinde yerleşik olan ve politik kurumları aracılığıyla kendi otoritesini, ekonomi politikalarını, silah ticaretini, medya ve kültürel hegemonyasını yeniden üreten araçlara sahip devletlerden bir spektrum gibi de düşünebiliriz; aralarından bazıları gelişigüzel, aşırı şiddet gibi faşizmin daha “ilkel” biçimlerini esas almaktadır. Verili tüm örneklerde faşistlerin devletin güçlü elini daha da kuvvetlendirmek için nasıl da paranoya, güvensizlik ve korku rejimini esas aldığının açık benzerleri bulunmaktadır. Faşistler, kendilerine karşı koyan düşmanlarını “terörist” ya da “tanrının düşmanları” olarak tanımlamakta, böylece onları yok etmeye yönelik her tür eylemi meşru kılmaya çalışmaktadır. Faşizm, geniş topluluklar içinde kararlı öznelerin bulunmamasını hedefler. Bu; toplumun doğrudan eylemini ortaya koyma, yaratıcılığını ifade etme ve kendi seçeneklerini üretme gibi doğal yeteneklerinden yoksun bırakılmasıyla sağlanmaktadır. Herhangi bir dayanışma biçimi de, devlet dışındaki herhangi bir şey ya da kişiye yönelik bağlılık da sistematik olarak kökünden sökülmekte; bu sayede de yalıtılmış ve bireyselleşmiş yurttaşlar devlete ve onun politika üreten kurumları ile bilgi sistemlerine bağımlı hale getirilmektedir. Bir ekonomik sistem, ideoloji ve toplumsal etkileşim biçimi olarak kapitalizmin faşizmin en önemli sacayaklarından biri olması bu sebepledir. Kapitalist modernitenin değerler sisteminde insan ilişkilerinin kazanç ve karla hesap edilebilir, ölçülebilir olması; yalnızca ekonomik etkileşimlere indirgenmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Kapitalizmin daha büyük kâr hırsıyla hayatı tüketme kabiliyeti; tecavüz, yağma ve katliamdan ibaret sahte halifeliği uğruna insan yaşamlarını yok eden IŞİD’le paralel yarışmaktadır. BÜTÜN SÖMÜRGELERİN EN ESKİSİ Eğer bütün sömürgelerin en eskisi olan kadınların köleleştirilmesi başarılamasaydı; faşizm de mümkün olamazdı. Bütün baskı gören ve zulme uğrayan gruplar içinde kadınlar kurumsallaşmış şiddetin en eski biçimlerine maruz kalmıştır. Kadınların savaş ganimeti, erkeklerin hizmetinde birer araç, cinsel tatmin nesnesi ve nihai güç iddiası odağı olarak görülmesi her faşist bildiride ısrarla vurgulanmaktadır. Devletin ortaya çıkışı ve özel mülkiyetin fetişleştirilmesi her şeyden çok kadınların teslim alınmasıyla mümkün kılınabilmiştir. Eğer erkek egemen tarih yazımı, teori üretimi, anlam verme pratikleri, ekonomik ve politik idare aracılığıyla geliştirilen kadınların sömürülmesi ve değersizleştirilmesi gerçekleşmeseydi halkın bütünü üzerinde de denetimin sağlanması ya da derinlemesine toplumsal ayrımlar yaratılması mümkün olamazdı. Devlet kuruluşundan beri ataerkil aileyi model almıştır ya da tam tersi olmuş ve aile devleti model almıştır. Toplumsal egemenliğin bütün biçimleri; en kapsamlı, sıkı, doğrudan ve yıkıcı kölelik biçimi olarak hayatın bütün alanlarında; kadınların cinsel olarak boyun eğdirilmesinin şu ya da bu düzeyde kopyalanarak çoğaltılmasından başka bir şey değildir. Şiddet ve hiyerarşinin -kapitalizm ve ataerkillik gibi- farklı yapı ve kurumları birbirinden farklı özelliklere sahiptir fakat faşizm bunlar arasında yoğunlaşmış, birbiriyle ilişkili, sistematik işbirliğini teşkil etmektedir. İşte tam da burası, faşizm ve kapitalizmin; insan egemenliğinin en erken biçimi -ataerkillik- ile bir arada modern ulus devletin en tekelci ve sistematik ifadelerini bulduğu yerdir. Tarihin akışı boyunca görülen tüm geçmiş rejimler despotik karakterlere sahiptir ancak her zaman kendilerini tebaalarının gözünde meşrulaştıracak ahlaki ilkelere, dinsel teolojilere, ilahi ya da ruhani kurumlara dayanmaktaydılar. Kapitalist modernitenin özgün yanı ise ahlaka dair tüm gereklilik ve iddiaları kanun ve düzen adına savuşturması ve tiksindirici derecede yıkıcı sistemlerini devlet uğruna öne koymasıdır. Zoru, ekonomiyi, ideolojiyi, bilgiyi ve kültürü tekeline alan hiyerarşik ve hegemonik doğası ve medyadan yatak odasına hayatın bütün alanlarına temayüz eden her yerde hazır ve nazır güvenlik aygıtları ile tanrının yeryüzündeki disipline edici eli olan devlet olmaksızın hiçbir sömürü ve şiddet sistemi yaşayamaz. IŞİD hiyerarşi ve şiddetin en eski modellerinin olduğu kadar; özgün zihniyeti, ekonomi ve kültürüyle de kapitalist modernitenin doğrudan bir ürünüdür. Özelde IŞİD’i, genelde ise faşizmi anlamak; aslında ataerkillik, kapitalizm ve devlet arasındaki ilişkiyi anlamaktır. TOTALİTER AŞIRICILIĞA KARŞI RADİKAL DEMOKRASİ Eğer faşist düşman yöntem ve pratiklerinde ataerkillik, kapitalizm, milliyetçilik, mezhepçilik ve otoriter devletçiliği birleştiriyorsa; gerçekten anlamlı bir antifaşist mücadelenin şiddet sistemlerinin bu sacayaklarına kökten karşı çıkan bir zihniyete ve etiğe sahip olması gerektiği açıktır. İşte Rojava’nın özsavunma güçlerinin girişimi bunu gerçekleştirmektedir. Kobanê’nin özgürleştirilmesinden beri YPG/YPJ gerek nitelik, gerekse de nicelik açısından güçlendirilmiş ve üç kantondan ikisi Cizîre ve Kobanê bu sayede birleştirilebilmiştir. Savaşın başlarında özsavunma güçlerinin çoğunluğunu açık ara Kürtler oluşturmasına rağmen etnik bileşim zaman içerisinde kayda değer biçimde değişmiştir. Ekim 2015’te YPG/YPJ çok sayıda yerel güçle birlikte çokuluslu bir koalisyonun kuruluşuna katıldı. Yeni kurulmuş olan ve laik, demokratik, federal bir Suriye’ye kendisini adayan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Kürtler, Araplar, Asuriler, Süryaniler, Çeçenler, Türkmenler, Çerkesler ve Ermenileri içermekte olup; ne Beşar Esad diktatörlüğünü, ne de dış güçlerin güdümündeki antidemokratik muhalefet oluşumlarını kabul etmektedir. IŞİD ve diğer cihatçı gruplar, Suriye ordusu, Özgür Suriye Ordusu ve Türk devleti gibi birbirinden farklı düşmanlar tarafından düzenli şekilde saldırıya uğramasına rağmen; SDG Minbic ve Şeddadi gibi önemli IŞİD kalelerini özgürleştirmeyi başarmış, bugün ise IŞİD’in sözde başkenti Rakka şehri ve çevresinin özgürleştirilmesi için süregiden operasyona öncülük etmektedir. Rakka uzun bir süre boyunca Türkiye sınırlarının güneyinde boylu boyunca uzanan ve bizzat Türkiye tarafından lojistik, mühimmat, finans ve insan gücü esasında düzenli bir ana tedarik yolunun uzandığı IŞİD işgal bölgelerinin ana kontrol merkezi olmuştu. Türkiye o zamandan beri kendisiyle ilişkili Türkmenler başta olmak üzere Sünni güçlerin eğitilip donatılması amacına yoğunlaşmıştır. ABD ordusu ise SDG’ye yönelik desteğinin yalnızca SDG içindeki Arap askeri gruplarına yönelik olduğunu sürekli şekilde vurgulamaktadır. Aynı zamanda Mesud Barzani liderliğindeki PDK’ye yakın ENKS’ye bağlı Kürt gruplar ise kendi hayali Kürt ordularını kurma girişiminde bulunmaktadır. Nitekim SDG’nin çok kültürlü yapısı yalnızca Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına karşı düşmanlık güdenleri değil, aynı zamanda sığ ve dar Kürt milliyetçi projelerinin sahiplerini de kızdırmaktadır. SDG bir yandan çeşitli faşist düşmanlara karşı mücadele yürütürken, diğer yandan da devletçi, kapitalist, ataerkil düzene karşı toplumun fiziksel öz savunması şeklinde daha geniş bir projeyi teşkil etmektedir. Rojava devrimi; 2012’den bu yana bölgedeki farklı topluluk ve grupların anlamlı bir arada yaşamını güvence altına alacak gerçekçi ve uygulanabilir bir seçeneğin yaratılmasına yönelik büyük bir emekle inşa edilmektedir. Kuzey Suriye’deki demokratik konfederalizm sistemi bölgedeki tüm etnik ve dinsel topluluklardan, geniş halk yığınları tarafından kabul edilmiş olup halkın sokak ve mahalle komünlerinden başlayarak tabandan gelişen radikal demokratik yapılarda harekete geçtiği seküler, demokratik, cinsiyet eşitlikçi, federal bir Suriye modelini önermektedir. Abdullah Öcalan tarafından sunulan “demokratik özerklik” modeli demokratik konfederalizm sistemi içinde bir doğrudan eylem pratiği olarak Rojava’daki gündelik yaşamda tüm yurttaşların hayatla ilişki biçimi olarak politikanın dönüşümünü örgütlenmektedir. Özerk kadın ve gençlik örgütleri tarafından himaye edilen doğrudan öz yönetim ve dayanışma gibi alternatif toplumsal örgütlenme biçimlerinin yaratılması sayesinde binlerce insan kendi kaderini kendisi tayin edebilen aktif öznelere dönüşmüştür. Kapitalizmin kendi kar eksenli ajandası temelinde toplumsal ilişkileri saldırgan bir şekilde kopararak bireyselleşmiş bencil kişiler üretmeye çalıştığı toplumdaki dayanışma bağlarını radikal demokrasi böyle güçlendirmektedir. Hayatın tüm alanlarında devletçi olmayan, özerk yapılarda örgütlenen yurttaşlar doğrudan ve komünal katılım aracılığıyla demokrasi ile kimlik arasındaki bağları bireysel olduğu kadar toplumsal bilince de çıkarmaktadır. Faşizmin esas aldığı milliyetçi mitlerin soyut kavrayışlarından ziyade demokratik ve ahlaki değerlerin referans noktaları haline dönüştürülen kimlik ve aidiyet kavrayışları ile radikal demokrasi arasında özgün bir bağ vardır. Rojava devriminin baş kahramanları; devlet milliyetçiliğinin panzehiri olan demokratik ulus paradigmasıyla birlikte; kimliği etnisiteden ziyade ilkeler etrafında formüle eden bir teşebbüse girişmiştir. Bu durum aidiyetin yeni bir birim olarak demokrasiyi çeşitlendiren ve güçlendiren doğası esasında yeni farklı kimliklere yer açmaktadır. Abdullah Öcalan’ın ahlak ve politika ilkeleri temelindeki sözleriyle güçlü varlık gösterebilecek yegâne topluluklar milliyetçi kimliklerin anlamsız kavrayışındakiler değil ahlaki ve politik toplum özelliğine sahip olanlardır; ki ancak bu topluluklar kendilerini faşist düşmanın psikolojik ve fiziksel saldırılarına karşı koruyabilir. Radikal demokrasi, bütün kimliklere kendilerini demokratikleştirme, örgütleme alan ve imkanları sunması dolayısıyla enternasyonalist bir bakış açısına sahiptir. Bölgenin bütün bileşenlerinin özsavunması temelinde SDG’nin yaratılması fikri; ulus devletin zamanının sona erdiği ve özgür yaşamın bütün bu dökülen kanın temel nedenlerinden biri olan milliyetçi zihniyetler tarafından inşa edilemeyeceği gerçeğinden hareketle ortaya çıkmıştır. Ayrıca bütün bu militarist ve ataerkil şiddet denizinin ortasında -erkek egemenliğinin temsiliyetlerinin hiçbirini umursamadan kadın özgürleşmesini vaat eden- özerk kadın ordulaşması Rojava’daki en özgürlükçü, antikapitalist ve antifaşist öğeyi oluşturmaktadır. Muhafazakâr ve ataerkil bir toplumun içinde ezilen bir kadını adil ve güzel bir dünyanın kurulmasının militanı olmaya harekete geçiren ilkelerin yanı sıra muazzam ruhsal, duygusal ve fiziksel emek gereklidir. Aslında nerede olursa olsun erkeğin egemenlik simgesinin elinden çekilip alınması ataerkilliğin ezilmesi açısından oldukça önemlidir. Fakat bu hamleye daha geniş bir toplumsal devrim eşlik etmelidir. Kadınlar kooperatifler, komünler, meclisler ve akademilerde örgütlenerek Rojava’daki en enerjik devrimci güç ve özgürlüğün asli güvencesi olmayı başarmıştır. Erkek egemenliği henüz alt edilebilmiş olmasa da, kadınlar artık ataerkilliği normalleştirmeyen ve kayıtsız şartsız kadınların kendi özerk karar alma mekanizmalarının kabul edildiği bir genel politik kültürü şimdiden oluşturabilmiş durumdadır. YPJ kapitalist modernitenin, yeşil faşizmin, devletçiliğin ve otoriteryanizmin tüm biçimlerini ezmenin ve alaşağı etmenin en doğrudan yolunun kadınların özgürlüğü olduğu fikrini pekiştirmektedir. IŞİD’in hala elindeki binlerce kadını seks kölesi olarak esir tuttuğu Rakka’yı özgürleştirmeyi hedefleyen Fırat’ın Gazabı operasyonu da bir erkek tarafından değil bizzat Rojda Felat adlı bir Kürt kadın tarafından yönetilmektedir. Yıllardır IŞİD boyunduruğunda yaşamak zorunda kalmış kadınların YPJ savaşçılarını kucaklama ve öpmesi görüntüleri Ortadoğu’nun 21. yüzyıl tarihini yeniden tanımlamaktadır. ANTİFAŞİZM ENTERNASYONALİZMDİR Kobanê’nin özgürleştirilmesi sonrasında Rojava silahlı güçlerinin toplumsal imgelemi sol seksiyonların gözünde aniden yer değiştirmiştir. Bu tarihi muharebe inkâr edilemez şekilde örgütlü halk ve özgür kadınların öz gücüyle kazanılmışsa da karada savaşan birliklere ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından sunulan hava desteğinin görüntüsü geniş ölçekli sempatide kırılmalara yol açmıştır. Ortadoğu’da emperyalizmin en ağır kurbanlarından olan Kürtler ve komşularının, “imparatorluğun musibetleri” hakkında daha fazla aydınlatılmaya ihtiyacı bulunmamaktadır. Emperyalist güçlerin yerel işbirlikçileri tarafından bizzat kendilerini hedef alan soykırım ve katliamlar halihazırda zaten hafızalarında yer tutmuştur. Dogmatik, iki dünyacı görüşler ve dar kafalı bağnaz eleştiriler ise sahada hayatları pahasına savaşan insanlar için uygulanabilir seçenekler sunmamaktadır. Daha da önemlisi hayatlarını kurtarmaya da yetmemektedir. Batılı solcuların devrimci saflığın romantik nosyonu adına savunageldikleri ABD askeri yardımlarının reddedilmesi fikri; aileleri IŞİD tarafından katledilenler için en ufak ifadeyle akıl almazdır. Koşulsuz şartsız antiemperyalizm taraftarlığı adeta gerçek insan varlığından ve onun somut gerçekliğinden bağımsızlaşmış ve savaşın yarattığı travmaların satın alabileceğinden ötede bir lüks tüketim maddesine dönüştürülmektedir. Araçsallaştırılmanın tehlikelerinin tümüyle farkında; üstelik bunun ABD ve Rusya gibi büyük güçler tarafından her an yüzüstü bırakılmayla sonuçlanabileceğinin ayırdında olsa da aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık arasında sıkışmış gibi görünen SDG’nin asıl önceliği her şeyden önce denetimi altındaki muazzam büyüklükteki bölgede yaşayan yüzbinlerce insanın varlığına yönelik acil tehditlerin bertaraf edilmesi ve varlığını sürdürmesiydi, ki bu öncelik asli önemini hala korumaktadır. Batıda yaşayanlardan bazıları; karşıtlıklar içinde çalışmanın neler gerektirebileceğini, sahadaki farklı boyutların farkında ve gerçekçi bir tutumla SDG ile ilkeli bir dayanışmayı kabul ederken; diğer bazıları sözüm ona “emperyalizmin işbirlikçiliği” bahanesiyle Rojava devriminin bütün bu savaş ve kaos bağlamında sunduğu tüm olumlu öğeleri kategorik olarak reddetmektedir. Elbette ki geçmiş yüzyıllarda sorumluluk alan hiçbir devrimci de bütünüyle saf veya mükemmel değildi. Üstelik de SDG’nin yalnızca muharebede savaşan bir güç olmanın yanı sıra Suriye savaşındaki tüm diğer silahlı güçlerin ötesinde durduğu yüksek ahlaki zemin de SDG’nin savaşı idaresi açısından önemli bir onay işaretidir. Fakat genelde Suriye sorunu konusunda, özelde ise Rojava hakkında batı solunun bir kısmı içinde kendine hayat bulan sekter dogmatizm bize sahadaki antifaşist mücadelenin hakiki gerçeklerinden daha çok batı solunun mevcut durumundaki bozukluklar hakkında fikir vermektedir. Devrimcilerin erişemeyeceği kadar uzak olduğunda egemenliğin ve gücün her tür biçimini reddetmek çok kolaydır. Fakat milyonları korumak söz konusu olduğunda devrimci gücü ve elbette egemenliği bile kavramsallaştırmak kaçınılmazdır. Otoriterleşmenin tuzaklarına düşmeden özgürlükçü bir sistemi inşa etme girişiminde bulunmak cesaret ve risk almayı gerektirmektedir. Devrimci sorumluluk sahipleri ise; otoriterleşmenin kendi bahçelerinde büyümesi tehlikesini, emperyalist ayak oyunlarını ve ihaneti, hiyerarşik zihniyetleri, yozlaşma ve gücü kötüye kullanma olasılıklarını elemedikleri sürece başarılı olacaktır. Bugün IŞİD’e karşı savaşa katılan hükümetler aslında bizzat kendi politikaları, savaş ve silah satışlarıyla kaosa katkıda bulunmuştur ve eninde sonunda IŞİD’e can veren zihniyetle benzer zihniyete sahiptirler. Dolayısıyla IŞİD’i gerçekten bozguna uğratan asla bunlar olamaz. IŞİD’in gerçek düşmanları kesinlikle bu zihniyetten radikal bir şekilde kopuşu temsil eden ve yaşamı farklı bir şekilde kavrayanlardır. Otoriter aşırıcılığı bozguna uğratmak ancak radikal demokrasi ve kadın özgürlüğü ile mümkün olabilir. Bu bağlamda SDG günümüzdeki en önemli antifaşist mücadelelerinden birisidir. Desteklenmelidir. Arîn Mîrkan’ın kahramanca ölümü aslında yaşamın, özgürlüğün, kadın kurtuluşunun ilahisidir. Kendisinin çıkar gözetmeyen, diğerkam eylemi kendi halkını ve özelde de kadın özgürlüğünü savunmanın ötesinde; yalnızca IŞİD’e değil, aynı zamanda da oldukça benzeri küresel kapitalizmin kâr fetişizmi bireyciliğinin payandalarına vurulan sağlam bir darbedir. Kadını cinsel bir obje haline getiren bir dünyada Arîn Mîrkan bedenini faşizme karşı son savunma hattında kullanmıştır. Kobanê muharebesi dünya çapında insanların yaratıcı hayal güçlerini de harekete geçirmiştir. Politik, bilinçli, örgütlü toplumun -sınırlı güçlere sahip olsa bile- en ağır silahları, en karanlık ideolojileri ve en korkulan düşmanları bile bozguna uğratabileceğini göstermiştir. Bugün antifaşistlerin görevi devletçi ve otoriter kurumlara direnişte asla teslim olmadan, topluluklarını koruma ve örgütleme iddiasını geri kazanmaktır. Arîn Mîrkan gibi kahraman devrimcileri onurlandırmak için antifaşist mücadele hayatın bütün alanlarında harekete geçmeli ve haykırmalıdır: Êdî bes e — ya basta — artık yeter! Yeni Özgür Politika
6 notes · View notes
haberoldu-blog · 6 years ago
Text
En özel 10 Kasım Atatürk'ü Anma şiirleri! 2, 4, 6 kıtalık şiirler ekranı
https://haberoldu.com/en-ozel-10-kasim-ataturku-anma-siirleri-2-4-6-kitalik-siirler-ekrani
En özel 10 Kasım Atatürk'ü Anma şiirleri! 2, 4, 6 kıtalık şiirler ekranı
Her yıl olduğu gibi bu yıl da okullardaki öğrenciler tarafından Cumhuriyetimizi ilan eden Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa uğurlanmasının yıl dönümü niteliğindeki 10 Kasım Atatürk’ü Anma şiirleri sorgulaması ağırlıklı bir şekilde sürdürülmeye başlandı. 10 Kasım Atatürk’ü anma şiirlerini gerek Mustafa Kemal Atatürk için ülkemizin dört bir tarafında gerçekleştirilecek anma törenleri, etkinlikleri, gösterileri ve okul ödevlerinde faydalanabilme imkanı elde edebileceğiniz gibi bu özel günün anısına şükran ve miet duygularınızı mesaj aracılığıyla da birbirinize sosyal plattformlar üzerinden ve mesaj aracılığıyla iletebilme fırsatı yakalayabilirsiniz. Anlamlı, etkili, duygu yüklü ve milli duyguları kabartan 10 Kasım şiirleri sayesinde günün anlamını ve önemini birlik ve beraberlik içerisinde idrak edebilir, hafızalarınızı güçlü bir şekilde tazeleyebilirsiniz. İşte, öğrencilerin sıklıkla araştırma konusu haline getirdiği önemli günler arasında yer alan 1 kıtalık, 2 kıtalık, 3 kıtalık ve 4 kıtalık 10 Kasım şiirlerine haberimiz üzerinden erişebilme olanağı sağlayabilirsiniz. 
10 Kasım Okullar tatil mi? Hangi güne denk geliyor? MEB açıkladı…
1 KITALIK 10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA ŞİİRİ
  19 Mayıs günü,
Doğmuş büyük ATAMIZ.
Masmavi gözleriyle,
Eritmiş düşmanları.
Gençlere etmiş hediye,
Bu en büyük bayramı.
Hep birlikte el ele,
Koruyalım vatanı.
***
Yıl 1919 Mayıs’ın on dokuzu. Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını Yeryüzüne can veren, Cana heyecan veren Al yüzlü Oğan güneş. Takanın burnu nasıl Karadeniz’i yırtar ? Siz de bir an öyle yırtınız uykunuzu. Uyanın Samsunlular! Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını Al yüzlü Oğan güneş. Bugün Çaltıburnu’ndan gülerek doğan güneş.
***
Coşuyor Karadeniz, Çarpıyor yüreğimiz, Açıldı Türk’ün önü, Bekliyor Ata’yı 19 Mayıs günü. Ata’m Samsun’a çıktı, Yumruklarını sıktı, Kurtuluşa hız oldu. Savaştı içte, dışta, Dünyaya yıldız oldu.
2 KITALIK 10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA ŞİİRİ
Coşuyor Karadeniz, Çarpıyor yüreğimiz, Açıldı Türk’ün önü, Bekliyor Ata’yı 19 Mayıs günü
Ata’m Samsun’a çıktı, Yumruklarını sıktı, Kurtuluşa hız oldu Savaştı içte, dışta, Dünyaya yıldız oldu
Ali ERTAN
***
En büyük gündür bugün, Türklüğe ündür bugün, Çakan süngüdür bugün. Yaşasın Cumhuriyet.
Coştukça gönlüm coşar, Taştıkça sevgim taşar, Sevdikçe elbet yaşar, Yaşasın Cumhuriyet
***
On kasım geldiğinde Yerler gökler üşüyor Öyle soğuk ki zinde Yeşil yaprak düşüyor
Her gün Kocatepe’den Yola çıkar Atatürk En yüce mertebeden Bize bakar Atatürk…
3 KITALIK 10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA ŞİİRİ
Düşmana savaş açan, Vatan için çarpışan, Ölümü hiçe sayan, Atatürk’ün gençleriyiz.
Destana destan katan, Yurdumuzu kurtaran, Modern bir ülke kuran, Atatürk’ün gençleriyiz.
Onsuz O’nu yaşayan, İzinden ayrılmayan, 10 Kasım hüznü duyan, Atatürk’ün gençleriyiz.
***
Düşmanların elinden,
Sen kurtardın vatanı.
En yükseklere diktin,
Şanlı Türk bayrağını.
  Adını ve şanını,
Bütün dünya biliyor.
Masum olan milletler,
Hep izinden gidiyor.
  Sen, Türk için her zaman,
En büyük kahramansın.
Damarlarımızda akan,
Eşsiz, asil bir kansın.
4 KITALIK 10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA ŞİİRİ
Atatürk’ün sesi Bazen Erzurum Kongresi Bazen Sivas Bazen Anadolu’da sert bir rüzgar
Atatürk’ün sesi Bazen Ankara’da ilk Millet Meclisi Bazen Orta Anadolu’da kartal Bazen Akdeniz’de tatlı bir rüzgar
Atatürk’ün sesi Gökyüzünde ak bir bulut Bazen önünde İzmir’e ordular akar Bazen Akdeniz’de bir kartal
Atatürk’ün sesi Bazen devrimlerin alfabesi Bazen Cumhuriyetin gür sesi Bazen Menemen’de deli bir rüzgar
***
Ulu rüzgâr esmedikçe  Yaşamak uyumak gibi.  Kişi ne zaman dinç;  Dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.   Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?  Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik.  Ekmek olmak için önce  Buğday olmak gibi. Silinir sözcüklerden sen hatıra geldikçe  Cılız sözler: Uzanmak, yorulmak, durmak gibi.  Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene  Her ışık-kaynak gibi.   En yakınlar zamanla yüzyıllarca uzak gibi, Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz,  Daha da yakınsın, daha da sıcak Bıraktığın toprak gibi.   Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz,  Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi, Ancak senin havanda sağlıklar esenlikler: Olmaya devlet cihanda Atatürk’ü duymak gibi.
5 KITALIK 10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA ŞİİRİ
Mustafa Kemal’i düşünüyorum; Yeleleri alevden al bir ata binmiş Aşıyor yüce dağları, engin denizleri, Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda, Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri…
Mustafa Kemal’i düşünüyorum; Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında Destanlar yaratıyor cihanın görmediği Arkasından dağ dağ ordular geliyor Her askeri Mustafa Kemal gibi.
Mustafa Kemal’i düşünüyorum; Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere. Al bir ata binmiş yalın kılıç Koşuyorlar zaferden zafere…
Mustafa Kemal’i düşünüyorum; Ölmemiş bir Kasım sabahı! Yine bizimle beraber her yerde. Yaşıyor dört köşesinde vatanın Yaşıyor damar damar yüreklerde.
Mustafa Kemal’i düşünüyorum: Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda, Mavi gözleri ışıl ışıl görüyorum. Uykularıma giriyor her gece. Elllerinden öpüyorum.
Ü. Yaşar Oğuzcan
***
Yurdu sarmıştı düşman, Olmuştu gözler birer kanlı pınar, 19 Mayıs’ta Bembeyaz bir gemi, Usulca Samsun’a geldi.
Doğmuştu güneş o an. Açıldı gökyüzü,kalmadı duman. 19 Mayıs olmuş gençlere bayram, Atatürk’üm unutulmazsın sen Paşam.
23 Nisan dedin,çoçuk bayramı ettin. 19 Mayıs’ı gençlere hediyeledin. 10 Kasım deme bana… Ağlattın gidişinle ana,baba.
Al bayrak göklerde, Tören yapılır her yerde, İsmin ise dillerde, Kutlarız Samsun’a gelişini Ata’m.
Görmeden duyarak sevdik, Zaferlerinle hep övündük, Bir bayramında daha hepberaberdik, Şanını birkez daha dillendirdik, Sayfalarca yazsam seni anlatamam Ata’m.
***
Bir Tutkudur Mustafa Kemal;  Nice sevdalara değişilmeyen.  Yitirilmiş Kasımlarda açan umuttur,  Bir baştır, vazgeçilmeyen…
Bir Türküdür Mustafa Kemal;  Suskun ağızlarda söyleşir, durur.  Çaltıburnu’nda gözetir denizi.  Köroğlu’nda bağdaş kurup oturur…
Bir İnançtır Mustafa Kemal;  Yurdun dört yönünde, bir çağdır yaşayan.  Sarmış kollarıyla, çepçevre ulusu.  Sakarya boylarından Akdeniz’e taşıyan…
Bir Anlamdır Mustafa Kemal;  Belkahve’den dürbünüyle seyrediyor İzmir’i.  Özgürlük diyor, al atının üstünde,  Kırıyor kılıcıyla, tutsak eden zinciri…
Bir Bayraktır Mustafa Kemal;  Çekilmiş kalelere, rüzgârda dalgalanan.  Bozkırın bağrında yol alan kağnılara,  Işık tutan, güç veren, yol bulan… 
6 KITALIK ATATÜRKÜ ANMA ŞİİRİ
Yıl 1919 Mayıs’ın ondokuzu İşgal altında ülkem dağıtılmış ordusu. Anadolu perişan şimdi gözler yollarda, Bandırma vapuruyla Atam azgın sularda.
Karadeniz hırçın kız Karadeniz dalgalı Bir yürek çırpınıyor vatanına sevdalı. O yürekle değişti milletimin kaderi. Kölelik olamazdı yaşamanın bedeli.
Bir güneş doğuyor bak Samsun ufuklarından! Bir ışık yükseliyor o kapkara sulardan. Öyle muhteşem bir nur ki ulaşıyor semaya, Yeniden hayat verdi o nur Anadolu’ya.
Samsun’da atan yürek Erzurum’dan duyulur. Bebelerin sütüyle Türk ordusu kurulur. Havza,Erzurum, Sivas kurtuluşu müjdeler. Vahdettin, Damat ferit hani şimdi nerdeler?
Milletin iradesi Ankara’da buluştu. Bu ne güzel bir haber bu ne muhteşem muştu. Artık zafer yakındır yakındır güzel günler. Sakarya, Kocatepe top sesleriyle inler.
İzmir’in kurtuluşu düşmanın sonu oldu. Yurduma göz koyanlar kanlarında boğuldu. Şimdi anıyor millet ecdadını şükranla. Gerekirse tarihi yazarız yine kanla
SİNAN ORHAN
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
korayaker · 2 years ago
Text
SİYASET-FELSEFE
Lenin Sol komünizm Lenin Nisan tezleri Lenin Proleter devrim dönek  kautsky Lenin devlet ve devrim Lenin Emperyalizm Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü Lenin Ne yapmalı Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri Lenin Din Üzerine Lenin Sosyalizm ve Savaş Marx Engels Komünist manifesto Yahudi Sorunu Alman İdeolojisi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Ücretli Emek ve Sermaye Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Mao Zedong Çelişki Üzerine Uzatmalı Savaş Üzerine Seçme Eserler -ı-ıı-ııı Kızıl Kitap Josef Stalin Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Marksizm, Ulusal Sorun Leninizmin İlkeleri Anarşizmi mi Sosyalizm mi Bolşevik parti Tarihi Muhalefet Üzerine Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe Leo huberman Sosyalizmin alfabesi Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri Politzer Felsefenin Temel İlkeleri Nikitin Ekonomi politik Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak Paul lafargue Tembellik hakkı A.Şnurov Türkiye proleteryası John Reed Dünyayı Sarsan On Gün Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış İbrahim kaypakkaya Seçme eserler Mahir çayan Bütün Yazıları Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi Kropotkin- Ekmeğin Fethi Ivan Illich'in Okulsuz Toplum Hüseyin Can Sovyetler ve Kürtler A.Kollontai Komünizm ve Aile N. kruspkaya Halk eğitimi Platon Socratesin Savunması
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine – Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki Ricardo Coler Kadın Krallığı Elisabeth Badinter Biri Ötekidir Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği Diana Gittins Aile Sorgulanıyor Simon de beauvoir ikinci cins Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti Judith Butler- Cinsiyet Belası İnsan Sonrası - Rosi Braidotti | Aşk paradoksu pascal bruckner camila pagtlia-Cinsel Kimlikler
PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu Sigmund Freud Düşlerin Yorumu Joel Kovel Tarih ve Tin Michel Foucault Deliliğin Tarihi Jean Twenge Ben nesli Rollo May Kendini Arayan İnsan Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon Erich Fromm Sevme Sanatı Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış Sahip Olmak ya da Olmak, Erich Fromm Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği Ben ve Biz - Postmodern İnsanın Psikanalizi, Rainer Funk ..
  POSTMODERN FELSEFE
john zerzan- Gelecekteki ilkel Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon Jean Baudrillard Tüketim Toplumu Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi - Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair Zygmunt Bauman  Akışkan Modernite Yaşam Sanatı, Zygmunt Bauman Jean François Lyotard Postmodern Durum Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar Michel Foucault Cinselliğin Tarihi Karakter Aşınması - Richard Sennett Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet Guy Debort- Gösteri toplumu Byung-Chul Han-Psikopolitika
VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı Terry Eagleton Hayatın anlamı Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk Jean Paul Sartre Bunaltı Cesare Pavese Yaşama Uğraşı Franz Kafka Dönüşüm Samuel Beckett Godot'yu Beklerken Hermann Hesse Siddhartha Dostoyevski Yeraltından Notlar Dostoyevski Suç Ve ceza Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche Ecce homo Nietzsche Decal Candide - Voltaire Albert CamusYabancı Jhon fante toza zor Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana Maksim Gorki Benim üniversitelerim Dimitrov  Dimov Tütün Kropotkin Ekmeğin Fethi Jack London’ Demir ökçe John Steinbeck Fareler ve İnsanlar Harper Lee Bülbülü Öldürmek Victor Hugo Sefiller Goethe Genç Werther'in Acıları Balzac vadideki zambak Dostoyevski Suç ve Ceza Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski Budala Dostoyevski Ev sahibem Dostoyevski Yeraltından notlar Stefan Zweig Satranç Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında Lev Tolstoy Anna Karenina Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut Amin Maalouf Doğunun Limanları Harper Lee Bülbülü Öldürmek George Orwel Hayvan Çiftliği Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar Bir Çöküşün Öyküsü, Stefan Zweig
TÜRK EDEBİYATI
Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü Yaşar kemal İnce memed Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Mehmet Rauf Eylül Peyami Safa Yanlızız Peyami Safa Fatih-Harbiye Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu Peyami Safa Bir teredüdün Romanı Namık Kemal İntibah Orhan Pamuk kırmızı saçlı kadın Yusuf atılgan Aylak adam Ahmet Ümit İstanbul Hatırası Sodom ve Gomore, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak Kadri Karaosmanoğlu Alemdağda var bir yılan, Sait Faik Abasıyanık Kemal Tahir- Körduman Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya 1984 - George Orwell Hayvan çitfliği  George Orwell Ursula K. Le Guin Mülksüzler Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood
Din Tarih ve Antropoloji-Siyaset
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Lewis Henry Morgan-Eski toplum Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi Freud totem ve tabu Claude Levi – Strauss  Yapısal Antropoloji Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu Darwin Türlerin kökeni Turan Dursun Din bu Dine Karşı Din - Ali Şerati Ataların Hikayesi Richard Dawkins Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar Lenin Din Üzerine Karl -Marx Yahudilik Üzerine Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari Deccal - Friedrich Nietzsche Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış İsa'nın Çarmıhtaki Yedi Sözü, İhsan Özbek Martin Van Bruinessen Kürtlük Türklük Alevilik
Nuri Dersimi Kürdistan Tarihinde Dersim
Erdoğan Çınar Kayıp Bir Alevi efsanesi
Erdoğan Çınar Aleviliğin Kayıp Bin yılı
Ahmet Taşağıgil Gök Tengrinin Çocukları
Jena Paul Roux. Türklerin Tarihi
Tori Bir Kürt Düşüncesi Yezidilik
İrene Melikoff Uyur idik uyardılar
Hamza Aksüt Aleviler
Jenet Hamilton Aanadoluda Heretik Hareketler
Faik Bulut Dersim Raporları
Mehmet Bayrak Dersim Koçgiri
Mehmet Bayrak Alevilik Kürdoloji Türkoloji Belge.
Sean Martin Katharlar
Yalçın Küçük-Tekelistan
31 notes · View notes
yenicagkibris · 6 years ago
Text
Mücadele zeminini değiştirmek! - Fikret Başkaya
https://wp.me/pXsHy-Kao Sosyal eşitsizlik ve sömürüye dayalı bir egemenlik sistemi, sadece kaba kuvvete, çıplak şiddete dayanarak varlığını sürdüremez, kendini yeniden üretemez. Zira, şiddetin ve çatışmanın kural olduğu, süreklilik arz ettiği bir sosyal ortam, bizzat egemenlik sisteminin de 'istikrarsızlığı' anlamına gelecektir. Bu yüzden kaba kuvvet, çıplak şiddet baki kalmak ve son kertede devreye sokulmak kaydıyla, insanların verili durumu kabullenmelerini sağlayan bir "rıza, bir "kabullenme" yaratma yoluna gidiliyor. Başka türlü söylersek, egemenlerin egemenliği, ideolojik kölelik, gönüllü kulluk sayesinde mümkün oluyor ve süreklilik kazanıyor... Son derecede önemli olsa da, bu kısa yazıda söz konusu 'rızanın' kimler tarafından, nasıl üretildiği sorusu üzerinde durmayacağım. Egemen ideoloji, gerçekte var olmayanı varmış gibi gösterebilmektir. Sıradan insanların "şeylere, olaylara, toplumsal süreçlere" kendilerini ezen-sömüren-aşağılayan egemen sınıfların gözüyle bakmalarıdır... Bu yüzden boşuna, "iktidar gizlemesini bilenindir" denmemiştir. Bütün mesele gerçeğin üstünü örtmek,  'görünmez kılmakla' ilgilidir. Dolayısıyla gerçek dünyada var olmayan onca şey, egemen ideoloji sayesinde varmış gibi gösterilebiliyor ve ideolojik kölelik ve gönüllü kulluk sayesinde de kabullendiriliyor, dayatılıyor... Böylece insanlarda bir yanılsama yaratmak mümkün oluyor... Mesela siyasi partilerin ve seçimlerin demokrasinin gerçekleşmesi olarak görülmesi gibi. Aslında siyasi partiler, seçimler, parlamento [Meclis] demokrasiyi gerçekleştirmenin değil engellemenin araçlarıdır. Başka türlü söylersek, egemen sınıfların, nasıl yöneteceğiz? sorusuyla ilgilidir... Bu dünyada yaklaşık 250 yıldır bir "temsilî demokrasi" oyunu sergileniyor ama oynanan bu sefil oyununun demokrasiyle ilgisi görüntüden ibarettir sadece... Zira ortada bir 'temsil' yok, dolayısıyla kullanılan oyun da reel bir karşılığı yok... Seçimler iktidar olan partiyi değiştirebilir, bir düzen partisinin yerine diğerini iktidara taşıyabilir ama asla şeylerin seyrini değiştiremez! Eğer demokrasiden halkın kendi kendini yönetmesi, kendi iradesinin tecelli etmesi anlaşılıyorsa, 'temsilî' demokrasi tam da halk iradesinin engellemek üzere peydahlanmıştır... Uzağa  gitmeye gerek yok. Türkiye'de askeri ve 'sivil' darbelerle kesintiye uğrasa da, 70 yıldır 'temsilî demokrasi' oyunu oynanıyor. Bu zaman zarfında kim demokrasinin gerçekleştiğinden söz edebilir? Mülk sahibi egemenlerin 'nasıl yöneteceğiz' sorusunun karşılığı demokrasi olabilir mi? Daha baştan ve bizzat siyasi partilerin kendileri antidemokratiktir. Egemenler cephesi tarafından kurulurlar veya kurdurulurlar. Halka, ezilen-sömürülen sınıflara ya parti kurma izni verilmez ve eğer verilirse de yaşama şansı tanınmaz. Ancak "zararsız hale" geldiklerinde, sömürü düzeninin bir parçası haline geldiklerinde, sistem için tehlike olmaktan çıktıklarında tolere edilirler... O öyle bir Meclistir ki, oraya her gireni kendine benzetir... Geride kalan dönemde yaşananlar bu s��ylediğimi fazlasıyla doğruluyor... Ve düzen partileri arasındaki fark esasa ait değildir... Kitleleri aldatmaya, oyalamaya yetecek kadar bir farktır... Bir düzen partisinin yerine diğeri iktidara taşındığında, aslında değişen bir şey olmaz... Mesela ABD'deki iki partili sistem aslında "ikili tek parti sistemidir"... Bir insan, birbirlerine benzeyen düzen partilerinden, burjuva partilerinden birine oy verdiğinde şunu demiş olur: "Sana oyumu veriyorum. Artık dört-beş yıl boyunca egemen sınıfların ülkenin varını yoğunu sömürmesi, yağmalaması-talan etmesi için gerekeni yaparsın. Tabii bal tutanın parmağını yalaması da işin doğası gereğidir... Egemen sınıfların sömürüsü, yağma ve talanı güvence altına alınırken, siyasetçi de kendini ve çevresini zenginleştirme imkânına kavuşur... Tabii her zaman ve her yerde olduğu gibi, bunun istisnaları da vardır. Gerçekten, siyasetçiler arasında samimiyetle kamu yararını gözetenler olabilir ama "istisnalar kuralı doğrulamak içindir" denmiştir... Bu arada ülkenin yüksek çıkarlarından, demokrasiden, özgürlükten, adaletten, refahtan, 'birlik ve beraberlikten', nurlu ufuklardan, "muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmaktan da da çokça söz edilir... Tabii "muasır medeniyet' denilenin kapitalizm-emperyalizm-kolonyalizm demek olduğu hiç bir zaman akla gelmez, getirilmez... Aslında insanlar oy kullandıklarında kendilerine karşı oy kullanmış, oyuna gelmiş oluyorlar... Sefil bir oyunun figüranları olduklarından habersizdirler... Durum böyleyken bin yıl oy kullansalar, şeylerin seyri değişir miydi? Batı demokrasisi de denilen temsilî demokrasi mülk sahibi sınıfların yegane yönetme [egemenlik] biçimi değildir. "Normal zamanlarda" tercih edilen bir yönetme biçimidir. Kapitalizmin "yapısal krize" girdiği dönemlerde faşizm, asker-polis diktatörlüğü, Bonapartizm'den biri veya duruma göre bunların farklı 'renkleri' gündeme gelir... Kapitalizmin son defa yükselişe geçtiği İkinci Emperyalist Savaş sonrası yaklaşık 30 yılda 'sosyal demokrasi' geçerli oldu ama kapitalizmin 'yapısal krize' girmesiyle artık esamesi okunmuyor. O bir istisna idi ve o sayfa kapandı... Şimdilerde kapitalizmin nihai krizi yaşanıyor. Geri dönüşü olmayan eşik aşılmış bulunuyor... Artık çöküş dönemine girilmiş bulunuyor. Şimdilerde her yerde temsili demokrasinin bol gelmesinin nedeni bu... Yönetenlerin hiç bir yerde sınırlı demokrasi koşullarında bile yönetebilmeleri artık mümkün değil... Dikta rejimlerinin değişik renklerini dayatmak isteyecekleridir... Başka türlü söylersek, artık sahte 'temsili demokrasi' oyunu bile oynanabilir değil... Baskıyı, şiddeti, dikta rejimlerinin değişik versiyonlarını dayatmaktan başka ellerinde bir koz yok, velhasıl başka türlü yapmaları mümkün değil... Yönetenlerin yönetmekte zorlandığı dönem gelip çattı...  250 yıllık aldatma-aldatılmadan sonra hala seçim ve temsil yalanına inanmanın da bir alemi yok... Fakat burjuva siyasetinden kurtulmak için bir önemli neden daha var, üstelik aciliyet de arz ediyor: Kapitalizm dünyayı yok ediyor. Sadece sosyal kötülükleri azdırmakla kalmıyor, ekolojik yıkımı da derinleştiriyor ki, bu yaşamın temelinin aşınması demektir... Ve bu kadarını da dar bir oligarşiyi zengin etmek için yapıyor.   İnsanlık ve uygarlık böyle kritik bir kavşağa girmişken, hala sahte demokrasi oyununun  figüranı olmanın ne alemi var? Hiç bir kıymet-i harbiyesi olmayan temsil oyununa bel bağlamak, kapitalizmin reforme edilebilir olduğunu sanmaktır. Oysa, kapitalizmi reforme etmek mümkün olmadığı gibi, burjuva devlet de 'ehlileştirilebilir' değildir. Zaten kapitalizm ve burjuva devlet bir ve aynı şeydir. Bunlar madalyonun iki yüzüdür... Kölelik düzeni reforme edilebilir miydi? "Daha iyi kölelik, daha az kötü kölelik olabilir miydi? Feodalizmin iyisi olur muydu? Bir tek kapitalizm mi istisnadır? Kapitalizm reforme edilemez ama bal gibi yıkılabilir. Aynı kendinden önceki egemenlik sistemleri gibi... O halde bu durumdan çıkmak için yapılacak ilk şey, kapitalizm dahilinde insanlığın bir geleceği olmadığı gerçeğini ikircikli olmayan bir tarzda kabul etmek ve onu yeniden üreten tüm yollardan çıkmak, tüm sahte oyunlara son vermek, burjuva demokrasisi denilenden medet ummamak, aldatılma, oyalanma, aşağılanma durumuna son vermektir... Bilincimizi özgürleştirmek, dünyanın gerçekliğine küresel oligarşinin ve yerli egemenlerin gözüyle değil, kendi gözümüzle bakmak ve başka şey yapmaya cüret etmek! Mücadele zeminini değiştirmek gerekiyor ama ondan önce düşünce tarzımızın değiştirilmeye ihtiyacı var...
0 notes
bursagundem-blog · 7 years ago
Text
Liberal sosyal kontratın ölümü
Tumblr media
BİRÇOK ülkede rejim değişikliği planlarının yapıldığı Washington’da, bugün Amerika’da yaşanmakta olan radikal rejim değişikliğinin paniği var. Amerika’yı uzun süredir cenderesine almış olan liberal sosyal kontratın ölümüne şahit oluyoruz. Bu liberal sosyal kontratın yerine ırkçı/ faşist bir sosyal kontrat getirilmek isteniyor. Amerika için hayırlı olmayacağı gibi dünya için de hayırlı olmayacağı kesin olan bu değişimi anlamak zorundayız. Geçmişte ne vardı, şimdi ne oluyor? Olan bitenin anlamı ne? Amerika ve dünya nereye gidiyor? Devlet içindekilerden sıradan insanına kadar bugün Amerika’da herkes olan bitene anlam vermeye çalışıyor. Liberal sosyal kontrat döneminde merkez basınıyla, görsel ana medyasıyla, hâkim popüler kültürüyle ve saygınlık onayı almış sosyal hareketleriyle topluma bir “siyaseten doğrucu” (politically correct) davranma baskısı yapılıyordu. O düzende tüm insanlar davranışlarını, ne konuştuklarını, hatta nasıl düşündüklerini bile hep kontrol altında tutmak, dikkatli olmak zorundaydı. Eğer ağzınızdan siyaseten doğru olmayan bir laf çıkarsa veya küçük bir “yanlış” hareketiniz olursa sosyal açıdan sizi mahvedebiliyorlardı. O toplumsal kontratta zenciler koruma altındaydılar. Amerika, kölelik tarihinin utancını kendisinden mazoşist biçimde çıkarıyordu. Bir zenciye, zenci demek bile yasaktı, o artık Afrikalı Amerikalıydı. Eğer bir beyaz, bir zenciye gündelik yaşam içinde kaba davransaydı hemen ırkçı damgasını yiyebiliyordu. Meşhur üniversitelerde zencilere giriş kolaylıkları tanınıyor ve pozitif ayrımcılık yapılıyordu. Siyaseten doğruculuğun ideologları bu baskıcı davranış taleplerini sadece zenciler için değil baskı altında olduklarına inandıkları her grup (göçmenler, kadınlar, eşcinseller) için talep ediyorlardı. Bu yaratılan da bir tür faşizmdi aslında, ama bu sistem tarafından onaylanmış, sosyal açıdan kabul görmüş bir baskıcı düzendi. Sonuçta beyaz insan, kendi yapmadığı tarihsel olayların suçunu üstlenmek ve hayatının her alanında hep suçluymuş gibi alttan alarak konuşup davranmak zorunda kaldı. Bunun üzerine bir de ekonomik krizler, işsizlik baskıları eklendi. Şimdi ortaya çıkan tüm faşistlerin böyle oluştuğunu söylemiyorum, ama ideolojik olarak faşist olmasa da kendini bu nedenlerden dolayı baskı altında hisseden büyük bir nüfus da var. Zaten Trump’ın sürpriz seçilişi de bu kitle sayesindedir. Hillary Clinton ise liberal sosyal kesimin temsilcisiydi. Trump da yeni yükselen faşizmle bezenmiş popülizmin temsilcisi. Üstelik Trump’lar kalıcı; çünkü seçmen kitlesi sanıldığından daha büyük ve güçlü. Siyaseten doğrucu liberal sosyal kontrattan bıkmış insanlar, faşist olmasalar bile Trump’ta bir kurtuluş umudu görebiliyorlar. KADROLU FAŞİSTLER Trump, Beyaz Saray’daki kadrolu faşistlerin kontrolünden çıkamıyor. Ona büyük destek veren medya baronu Rupert Murdoch’un aylardır, “Şunu bir an önce at” dediği başstratejist Steve Bannon’u yanından uzaklaştıramıyor. Çünkü “alt-right” hareketinin ideoloğundan korkuyor Trump; eğer kovarsa kendi aleyhine döner diye onu Beyaz Saray’da tutmayı sürdürüyor. Trump ile Steve Bannon’un anlaştıkları kesin, ama Beyaz Saray’da Özel Kalem Müdürü John Kelly ve Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster gibi onu uzaklaştırmak isteyenler de var. Steve Bannon, başında olduğu Breitbart News “alt-right” medyasında McMaster’a yalan haberlerle savaş açtı. Özel Kalem Müdürü John Kelly ise Trump’ın kavga çıkardığı son basın toplantısında sürekli pabuçlarına bakarak durmak zorunda kaldı. Çok yakında şehirlerde yeni olayların yaşanması kesin gibi. Virginia’da olanlar sadece bir başlangıç ateşiydi.   Habertürk - Serdar Turgut Click to Post
0 notes
korayaker · 4 years ago
Text
SİYASET-FELSEFE
Lenin Sol komünizm Lenin Nisan tezleri Lenin Proleter devrim dönek  kautsky Lenin devlet ve devrim Lenin Emperyalizm Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü Lenin Ne yapmalı Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri Lenin Din Üzerine Lenin Sosyalizm ve Savaş Marx Engels Komünist manifesto Yahudi Sorunu Alman İdeolojisi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Ücretli Emek ve Sermaye Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Mao Zedong Çelişki Üzerine Uzatmalı Savaş Üzerine Seçme Eserler -ı-ıı-ııı Kızıl Kitap Josef Stalin Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Marksizm, Ulusal Sorun Leninizmin İlkeleri Anarşizmi mi Sosyalizm mi Bolşevik parti Tarihi Muhalefet Üzerine  Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe Leo huberman Sosyalizmin alfabesi Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri Politzer Felsefenin Temel İlkeleri Nikitin Ekonomi politik Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak Paul lafargue Tembellik hakkı A.Şnurov Türkiye proleteryası John Reed Dünyayı Sarsan On Gün Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış İbrahim kaypakkaya Seçme eserler Mahir çayan Bütün Yazıları Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi Kropotkin- Ekmeğin Fethi Ivan Illich'in Okulsuz Toplum Hüseyin Can Sovyetler ve Kürtler A.Kollontai Komünizm ve Aile N. kruspkaya Halk eğitimi Platon Socratesin Savunması
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine – Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki Ricardo Coler Kadın Krallığı Elisabeth Badinter Biri Ötekidir Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği Diana Gittins Aile Sorgulanıyor Simon de beauvoir ikinci cins Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti Judith Butler- Cinsiyet Belası İnsan Sonrası - Rosi Braidotti | Aşk paradoksu pascal bruckner
PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu Sigmund Freud Düşlerin Yorumu Joel Kovel Tarih ve Tin Michel Foucault Deliliğin Tarihi Jean Twenge Ben nesli Rollo May Kendini Arayan İnsan Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon Erich Fromm Sevme Sanatı Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış Sahip Olmak ya da Olmak, Erich Fromm Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği Ben ve Biz - Postmodern İnsanın Psikanalizi, Rainer Funk ..
   POSTMODERN FELSEFE
john zerzan- Gelecekteki ilkel Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon Jean Baudrillard Tüketim Toplumu Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi - Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair Zygmunt Bauman  Akışkan Modernite Yaşam Sanatı, Zygmunt Bauman Jean François Lyotard Postmodern Durum Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar Michel Foucault Cinselliğin Tarihi Karakter Aşınması - Richard Sennett Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet Guy Debort- Gösteri toplumu
 VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı Terry Eagleton Hayatın anlamı Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk Jean Paul Sartre Bunaltı Cesare Pavese Yaşama Uğraşı Franz Kafka Dönüşüm Samuel Beckett Godot'yu Beklerken Hermann Hesse Siddhartha Dostoyevski Yeraltından Notlar Dostoyevski Suç Ve ceza Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche Ecce homo Nietzsche Decal Candide - Voltaire Albert CamusYabancı Jhon fante toza zor Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
 ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana Maksim Gorki Benim üniversitelerim Dimitrov  Dimov Tütün Kropotkin Ekmeğin Fethi Jack London’ Demir ökçe John Steinbeck Fareler ve İnsanlar Harper Lee Bülbülü Öldürmek Victor Hugo Sefiller Goethe Genç Werther'in Acıları Balzac vadideki zambak Dostoyevski Suç ve Ceza Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski Budala Dostoyevski Ev sahibem Dostoyevski Yeraltından notlar Stefan Zweig Satranç Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında Lev Tolstoy Anna Karenina Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut Amin Maalouf Doğunun Limanları Harper Lee Bülbülü Öldürmek George Orwel Hayvan Çiftliği Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar Bir Çöküşün Öyküsü, Stefan Zweig
TÜRK EDEBİYATI
Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü Yaşar kemal İnce memed Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Mehmet Rauf Eylül Peyami Safa Yanlızız Peyami Safa Fatih-Harbiye Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu Peyami Safa Bir teredüdün Romanı Namık Kemal İntibah Orhan Pamuk kırmızı saçlı kadın Yusuf atılgan Aylak adam Ahmet Ümit İstanbul Hatırası  Sodom ve Gomore, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak Kadri Karaosmanoğlu Alemdağda var bir yılan, Sait Faik Abasıyanık Kemal Tahir- Körduman Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
 Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya 1984 - George Orwell Hayvan çitfliği  George Orwell Ursula K. Le Guin Mülksüzler Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood
 Din Tarih ve Antropoloji
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Lewis Henry Morgan-Eski toplum Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi Freud totem ve tabu Claude Levi – Strauss  Yapısal Antropoloji Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu Darwin Türlerin kökeni Turan Dursun Din bu Dine Karşı Din - Ali Şerati Ataların Hikayesi Richard Dawkins Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar Lenin Din Üzerine Karl -Marx Yahudilik Üzerine Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari Deccal - Friedrich Nietzsche Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun  Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış İsa'nın Çarmıhtaki Yedi Sözü, İhsan Özbek Martin Van Bruinessen Kürtlük Türklük Alevilik
Nuri Dersimi Kürdistan Tarihinde Dersim
Erdoğan Çınar Kayıp Bir Alevi efsanesi
Erdoğan Çınar Aleviliğin Kayıp Bin yılı
Ahmet Taşağıgil Gök Tengrinin Çocukları
Jena Paul Roux. Türklerin Tarihi
Tori Bir Kürt Düşüncesi Yezidilik
İrene Melikoff Uyur idik uyardılar
Hamza Aksüt Aleviler
Jenet Hamilton Aanadoluda Heretik Hareketler
Faik Bulut Dersim Raporları
Mehmet Bayrak Dersim Koçgiri
Mehmet Bayrak Alevilik Kürdoloji Türkoloji Belge.
Sean Martin Katharlar
70 notes · View notes
korayaker · 5 years ago
Text
SİYASET-FELSEFE
Lenin Sol komünizm Lenin Nisan tezleri Lenin Proleter devrim dönek  kautsky Lenin devlet ve devrim Lenin Emperyalizm Lenin Burjuva demokrasisi ve proleterya diktatörlüğü Lenin Ne yapmalı Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm Lenin Bir Adim Ileri Iki Adim Geri
Lenin Din Üzerine
Lenin Sosyalizm ve Savaş
Marx Engels Komünist manifesto
Yahudi Sorunu
Alman İdeolojisi Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Ücretli Emek ve Sermaye Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni
Mao Zedong Çelişki Üzerine Uzatmalı Savaş Üzerine Seçme Eserler -ı-ıı-ııı
Kızıl Kitap
Josef Stalin Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm
Marksizm, Ulusal Sorun Leninizmin İlkeleri
Anarşizmi mi Sosyalizm mi
Bolşevik parti Tarihi
Muhalefet Üzerine
 Georgi Dimitrov Faşizme Karşı Birleşik Cephe Leo huberman Sosyalizmin alfabesi Politzer Felsefenin başlangıç ilkeleri Politzer Felsefenin Temel İlkeleri Nikitin Ekonomi politik Maksim Gorki Küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi Kalinin Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak Che Guevara Ekonomi ce sosyalist ahlak Paul lafargue Tembellik hakkı A.Şnurov Türkiye proleteryası John Reed Dünyayı Sarsan On Gün Ellen Meiksins Wood Sınıftan Kaçış İbrahim kaypakkaya Seçme eserler Mahir çayan Bütün Yazıları Hikmet kıvılcımlı Türkiyede kapitalizmin gelişimi Emrah cilasun - Mustafa suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü Kapitalizm, Arzu ve Kölelik, Frederic Lordon Yeryüzünün Lanetlileri - Frantz Fanon Terry Eagleton Marx Neden Haklıydı Jhon Zerzan Gelecekteki ilkel Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi Kropotkin- Ekmeğin Fethi Ivan Illich'in Okulsuz Toplum
Hüseyin Can Sovyetler ve Kürtler
A.Kollontai Komünizm ve Aile
N. kruspkaya Halk eğitimi
Platon Socratesin Savunması
TOPLUMSAL CİNSİYET
Friedrich EngelsAilenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Clara Zetkin Kadın Sorunun Üzerine –
Clara Zetkin Lenin'in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyetleri
Auguste Bebel Kadın ve Sosyalizm Alexandra Kollontai Marksizm ve Cinsel Devrim Alexandra Kollontai Komünizm ve Aile Alexandra Kollontai Bir çok hayat yaşadım Sibel Özbudun Marksizm ve Kadın Emek, Aşk, Aile Sibel Özbudun Küreselleşme , Kadın ve Yeni - Ataerki Ricardo Coler Kadın Krallığı Elisabeth Badinter Biri Ötekidir Shulamith Firestone Cinselliğin Diyalektiği Diana Gittins Aile Sorgulanıyor Simon de beauvoir ikinci cins Valeri solanes -Erkek doğrama cemiyeti
Judith Butler- Cinsiyet Belası
 PSİKOLOJİ
Sigmund Freud Totem ve tabu Sigmund Freud uygarlığın huzursuzluğu Sigmund Freud Düşlerin Yorumu Joel Kovel Tarih ve Tin Michel Foucault Deliliğin Tarihi Jean Twenge Ben nesli Rollo May Kendini Arayan İnsan Pascale Chapaux-Morelli İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon Erich Fromm Sevme Sanatı Eric Fromm- Özgürlükten Kaçış Caren Horney Çağın Nevrotik kişiliği
Ben ve Biz - Postmodern İnsanın Psikanalizi, Rainer Funk ..
  POSTMODERN FELSEFE
john zerzan- Gelecekteki ilkel Terry Eagleton Postmodernizmin Yanılsamaları Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon Jean Baudrillard Tüketim Toplumu Jean Baudrillard Kötülüğün Şeffaflığı Jean Baudrillard baştan çıkarma üzerine Rainer Funk Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi - Zygmunt Bauman Akışkan Aşk / İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair Zygmunt Bauman  Akışkan Modernite Jean François Lyotard Postmodern Durum Michel Foucault Özne ve İktidar / Seçme Yazılar Michel Foucault Cinselliğin Tarihi Karakter Aşınması - Richard Sennett Kamusal insanın Çöküşü Richart Sennet Guy Debort- Gösteri toplumu
 VAROLUŞÇU FELSEFE
Arthur Schopenhauer Cinsel Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer ,Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasarım Olarak Dünya Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı Terry Eagleton Hayatın anlamı Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı Ferdinand celine gecenin sonuna yolculuk Jean Paul Sartre Bunaltı Cesare Pavese Yaşama Uğraşı Franz Kafka Dönüşüm Samuel Beckett Godot'yu Beklerken Hermann Hesse Siddhartha Dostoyevski Yeraltından Notlar Dostoyevski Suç Ve ceza Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche Ecce homo Nietzsche Decal Candide - Voltaire Albert CamusYabancı Jhon fante toza zor Terry Eagleton Kötülük Üzerine Bir Deneme
 ROMAN VE KLASİKLER
Maksim Gorki Ana Maksim Gorki Benim üniversitelerim Dimitrov  Dimov Tütün
Kropotkin Ekmeğin Fethi Jack London’ Demir ökçe John Steinbeck Fareler ve İnsanlar Harper Lee Bülbülü Öldürmek Victor Hugo Sefiller Goethe Genç Werther'in Acıları Balzac vadideki zambak Dostoyevski Suç ve Ceza Dostoyevski Kumarbaz Dostoyevski Budala
Dostoyevski Ev sahibem
Dostoyevski Yeraltından notlar Stefan Zweig Satranç Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Irvin D. Yalom Nietzsche Ağladığında Lev Tolstoy Anna Karenina Vladimir Bartol Fedailerin Kalesi Alamut Amin Maalouf Doğunun Limanları
Harper Lee Bülbülü Öldürmek
George Orwel Hayvan Çiftliği
Jhon Steinbeck Fareler ve İnsanlar
  Türk Edebiyatı Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali Kuyucaklı yusuf Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri ayarlama enstitüsü Yaşar kemal İnce memed Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Mehmet Rauf Eylül Peyami Safa Yanlızız Peyami Safa Fatih-Harbiye
Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye koğuşu
Peyami Safa Bir teredüdün Romanı Namık Kemal İntibah Orhan Pamuk kırmızı saçlı kadın Yusuf atılgan Aylak adam
Ahmet Ümit İstanbul Hatırası
 Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban
 Distopya-Ütopya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya 1984 - George Orwell Ursula K. Le Guin Mülksüzler Damızlık Kızın Öyküsü
 Din Tarih ve Antropoloji
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong Ludwig Feuerbach-Hristiyanlığın Özü Marx Engels- Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni Lewis Henry Morgan-Eski toplum Wilhelm Reich- Cinsel ahlakın boy göstermesi Freud totem ve tabu Claude Levi – Strauss  Yapısal Antropoloji
Samuel NoahbKramer Tarih Sümerlerle Başlar
Samuel noah Kramer Sümer mitolojisi M. İlin-İnsan Nasıl İnsan Oldu Darwin Türlerin kökeni Turan Dursun Din bu Dine Karşı Din - Ali Şerati Ataların Hikayesi Richard Dawkins Sibel özbudun -Antropoloji: Kuramlar, Kuramcilar Lenin Din Üzerine Karl -Marx Yahudilik Üzerine Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens , Yuval Noah Harari Deccal - Friedrich Nietzsche Ahlakın Soykütüğü- Friedrich Nietzsche
Peter Hopkirk İstanbulun Doğusunda Bitmeyen oyun
 Hans Lukaks kieser- Iskalanmış Barış
Martin Van Bruinessen Kürtlük Türklük Alevilik
Nuri Dersimi Kürdistan Tarihinde Dersim
Erdoğan Çınar Kayıp Bir Alevi efsanesi
Erdoğan Çınar Aleviliğin Kayıp Bin yılı
Ahmet Taşağıgil Gök Tengrinin Çocukları
Jena Paul Roux. Türklerin Tarihi
Tori Bir Kürt Düşüncesi Yezidilik
İrene Melikoff Uyur idik uyardılar
Hamza Aksüt Aleviler
Jenet Hamilton Aanadoluda Heretik Hareketler
Faik Bulut Dersim Raporları
Mehmet Bayrak Dersim Koçgiri
Mehmet Bayrak Alevilik Kürdoloji Türkoloji Belge.
Sean Martin Katharlar
180 notes · View notes