#dünya insan hakları günü
Explore tagged Tumblr posts
Text
CNN INTERNATIONAL FOTOĞRAFI YAYINLADI, DÜNYA DEHŞETE DÜŞTÜ
Gazze Şeridi'ndeki kara işgali birinci yılını doldururken, 2,3 milyon Filistinlinin yaşadığı bölgeyi neredeyse haritadan silen İsrail ordusu ilan ettiği hedeflerin çoğuna ulaşamadı.
7 Ekim baskınında rehin alınan İsraillilerin kurtarılamadığı işgalde Hamas lideri Yahya Sinvar öldürülse de Filistinli direniş grubu işgal güçlerine karşı koymaya devam ediyor. İsrail ordusu, biri subay dört askerinin Gazze'nin kuzeyindeki Cibaliye'deki çatışmalarda öldürüldüğünü dün (29 Ekim Salı günü) açıkladı.
Gazze'nin kuzeyine yoğun saldırılar düzenleyen ve bölgeyi tekrar kuşatan İsrail ordusu, Cibaliye'de dünyayı bir kez daha şoka sürükledi.
Amerikan CNN International televizyonu, Cibaliye'de yaklaşık 200 kadar kişinin enkazlar arasında yarı çıplak bekletildiği bir fotoğrafı yayınladı. Fotoğraftakilerin çoğu erkek, aralarında yaşlılar ve en az bir çocuk var. Dahası, bazıları gözle görülür bir şekilde yaralı.
Görgü tanıkları, kalabalıktaki kişilerin Cibaliye mülteci kampındaki evlerinden kaçmayı denerken İsrail işgal askerleri tarafından gözaltına alındığını aktardı. İşgal birlikleri yaklaşık 200 kişiye soyunmaları emrini verdi ve fotoğraftakileri soğuk havada saatlerce bekletti.
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı karenin 25 Ekim Cuma günü çekildiği bilgisini veren CNN International, fotoğrafın ilk olarak bir İsrail Telegram kanalı tarafından yayınlandığı bilgisini verdi.
CNN International televizyonu, İsrail işgal askerleri tarafından çekildiği tahmin edilen fotoğraftaki beş kişiyle konuştu. Beş kişiden biri olan Muhannah Halef, eşi ve çocuklarıyla Cibaliye'deki vahşetten kaçmaya çalışırken İsrail birlikleri tarafından durdurulduklarını söyledi.
"Hepimizi bir yere topladılar; erkekler, kadınlar, yaşlılar ve çocuklar. Yerel saatle 11.00 sularıydı. Beş saat sonra, 16.00 sularında kadınlar ve çocuklardan hareket edip tüm çantalarımızı taşımalarını istediler" diyen Muhannah Halef, kalanlara soyunma emri verildiğini ve soğuk havada beklerken kendilerine İsrail askerlerinin hakaretler yağdırdığını ekledi.
İşgal askerlerinin gülerek fotoğraflarını çektiğini de belirten Filistinli Halef, daha sonra kalabalıktan beşer kişinin sırayla öne çıkması yönünde bir emir verildiğini anlattı. Halef, 200 kişiden bazılarının tutuklanıp götürüldüğünü aktardı.
Fotoğraftaki küçük kız çocuğunun kimliği ise, Curi el Vard. Üç buçuk yaşındaki Curi bisikletine bindi ve babasıyla birlikte Gazze şehrine gitmeye çalışırken gözaltına alındı. ��ocuğun babası Muhammed Ebu Vard, CNN'e iç çamaşırına kadar soyunmaya zorlandığını ve bu halde sekiz saat boyunca kızının yanında tutulduğunu söyledi.
İsrail ordusunun Cibaliye'yi üç hafta önce kuşattığını ve yeni bir kara operasyonu başlattığını bildiren CNN International, Gazze'nin kuzeyi için defalarca tahliye emri verildiğini hatırlatıyor.
İsrail işgal ordusunun fotoğraf için yorum yapmayı reddettiğini ancak çıplak arama yaptığını kabul ettiğini belirten uluslararası televizyon, söz konusu uygulamanın Cenevre Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini ve Birleşmiş Milletler'den Kızılhaç'a, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Uluslararası Af Örgütü'ne birçok kurum tarafından eleştirildiğini yazdı.
ÜÇ GÜN ÖNCESİ
CNN International, hafta sonu da Beyt Lahiya'daki Kemal Advan Hastanesi'ni basan İsrail işgal askerlerinin hasta yakınları ve doktorları bir alana topladığını ve soyunma emri verdiğini bildirdi.
Toplama kamplarını aratmayan görüntülerde, elleri bağlı bir grup Filistinli erkek İsrail tankının önünde yarı çıplak halde bekliyordu.
İsrail, Gazze Şeridi'ni tamamen boşaltıp Filistinlileri göçe zorlama planı uyguluyor.
İsrail işgal ordusu, hastanenin bulunduğu Beyt Lahiya'daki beş katlı bir binayı Salı günü vurdu ve en az 93 Filistinli yaşamını yitirdi.
Kayanak : Milliyet
61 notes
·
View notes
Text
4 Ekim Cuma günü 18.30’da Küçükçekmece Kitap Günleri’ndeki söyleşi ve imza günüme bekliyorum.
O gün Dünya Hayvanları Koruma Günü ve ben “21. Yüzyılda Hayvan Hakları ve Türkiye” başlıklı sunumumda elbette katliam yasasından da söz edeceğim ama hayvan haklarını sadece belli türlerle sınırlamadan tüm insan dışı hayvanlar açısından ele alacağım.
Anlamlı bir etkinlik olacağını düşünüyorum. İlgilenen herkesi beklerim.
2 notes
·
View notes
Text
7.000 KİŞİYE TEK MEZAR TAŞI
Lafı çok uzatmayacağım, bu katliamın unutulması uluslararası menfaatlerimize uygun geldi ve adını anmamaya yemin ettik sanki.
Boraltan Köprüsünü hikayesini duymuşsunuzdur, peki Drava'yı (veya Drau'yu) duydunuz mu?
gün 28 Mayıs.
Sadece 74 yıl önce bu gün insan hakları savunucusu, medeniyetin mimarı kesilen İngilizler, 28 Mayıs 1945 günü kendilerine sığınmış Türk ve Çerkeslerden oluşan 7.000 kadın, çoluk, çocuk Kafkasyalı'yı 2. Dünya savaşında İtalya- Avusturya sınırı Drava'da, Ruslara teslim ettiler. Ruslar 28 Mayıs'tan, 1 Haziran'a kadar kendilerine teslim edilen 7.000 Kafkasyalı'yı, sınıra 200 metre mesafede kurşuna dizdiler.
Adige, Kumuk, Karaçay - Malkar, 7.000 kişi katledildi.
Toplu mezarları mı yok, mezar taşları mı, oda yok.
O korkunç katliamın şahitlerinden Dellah kasabasının yerlisi çiftçi Martin Nagale: “… Hemen hemen tamamı kadın ve çocuklardı. Çok korkunçtu. Kadınlar teslim edilmemeleri için yalvarırlarken, her yeri gözyaşları ile yıkıyorlardı. Bu yalvarmaların boşuna olduğunu görenler ise bir biri ardına çocuklarıyla Drau’nun azgın sularına kendilerini bırakıyorlardı. ” şeklinde gördüklerini anlatırken, başka bir şahidi olan Mrs. Maria Tiffling “Bir ailenin bütün fertlerinin Drau’da yok oluşlarını hiç unutamam. Anne bir yavruyu sırtına bindirmiş diğer ikicisinin de ellerinden tutuyordu. Üçüncüsü ve en küçük çocuk da babasının kollarındaydı. Hepsi de kendilerini Drau’nun hırçın sularına korkunç çığlıklarla attılar” diyerek bu korkunç katliamın belgesi olacak tanıklıklarını yaptılar.
Drau'yu bilen, anan, anlatan, sahip çıkan kimse kalmadı.
Bir gün Avusturya’nın Oberdrauburg bölgesine bağlı Irschen köyüne yolunuz düşerse, katledilen o zavallı Müslüman mültecilerin anısına, Mayıs 1960'ta, Avrupa İslam Cemiyetinin diktiği anıtta, Almanca olarak: “Burada 1945 yılının 28 Mayısında 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet’e olan sadakatleri ile Kafkasya’nın İstiklali idealine kurban gittiler” yazısını göreceksiniz.
7.000 kişiye dikilmiş bir mezar taşı gibi, küçük bir anıt..Çerkesler...
Si ADİGE..
#28mayis1945drau
#21may1864
#adige #adiga #circassian #circassia
8 notes
·
View notes
Text
Yoksunluk Meseli
Yoksunlaştırma bir çıkarım hali olmaktan ötede hayatlarımızın yegane ortak bileşenini bu sahnede imliyor. Muktedirin zorbalığı aşan pratiği, hayatın her gün biraz daha yoksunluk ile bütünleşik suretini var ediyor. Kimseler artık sıradan insanların derdine yanmıyor iş bu cenahta. Öylesine afaki, o kadar lalettayin bir yıkıcılık ekseni, sureti temsil ediliyor ki hiç ama hiçbir biçimde normatif ne hallere konulmuş düşünülmüyor. Bencileyin, kötülüğü ta ortasından var eden, katran karanlığına demirlemiş bir ülkede asgari müştereklerin alenen tarumar olunmasına devam olunuyor. Hiçbir yere ilerlemeyen bir ülkenin var edebileceği o katran karanlığının bir ilerleme, dönüşüm için elzem bir istikamet / ivme kazandırıcılığı üstüne sözler sarf edilirken cürüm konuşulmasın isteniyor. Tümüyle bozgunculuk, hemen her anlamda yağmacılık, her türden ama her anlamda çürümenin ortasında dımdızlak bir hale terk ediliyor sıradan insanın hayatı. Hayatlarımız çepeçevre kuşatılırken yoksunluğu da aralıksız var edilmiş olan devletli argümanlarının eyleme dönüşmesi neticesinde birer hakikat olarak karşımızda, yanı başımızda buluruz. Tümü birden en ince detayına kadar hesaplanmış olagelen o yoksunluk hallerinin refakatinde bir memleketteki yaşam halinin her nasıl çürümeye terk edildiği de ortaya çıkar.
Yoksunluğu lafta değil doğrudan var edilmiş bir eylem sonucu olarak suna gelir devletli. O yeni yüzyıl şablonu zikredilirken, bir asırlık gelenekselleşmiş kılınan öcü / korkutucu olagelen tüm bileşenlerin gözetiminde yoksunluk kısıtlamalarla birlikte var edilir. Sıradan insanın hayatına konulan gözün, geleceksizliği bir laf değil sonuç olarak var eden cürüm hemhal memleketin tahayyülü artık ulu ortadadır. Ekonomik yoksunluğun biçarelik dolu sahnesinde nefes alın buyrulur. Günlerdir sulandırılan, bir gün şöyle yükselecek bir gün de böyle yükseltilecek, halkımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz, yedirmeyeceğiz lafzının bir sakız gibi çiğnendiği o asgari ücret zammının belirsizliği içerisinde misal yoksunluk ortak paydaya dönüştürülür. İnsanların umutlarının yerle bir edildiği, buna çabalanan bir yerde o iki gıdım maaş artışının dahi çok görülmesi mesel edilmesin istenir. Zaten başlı başına en kestirmeden devletlinin kendi kendisine var ettiği yeniden değerlendirme oranı ve benzeri olagelen vergilendirme / tahsilat / yenileme vakalarındaki artışla bir başına konulup, cebine ortak olunan insanlara iki gıdım nefes alma hakkı dahi çok görülür. Her durumda yüzde otuz, kırk, elli gibi rakamlar telaffuz olunurken ele geçmeden o paranın bir biçimde hiç edilmesinin zemini çoktan kotarılır. Daha rakam telaffuzuna girişilmeden bir kere daha karavana vuracak olan sıradan insanlara umut pazarlanır. Sonuç daimi bir hal ile hüsran! Sonuç her zamanki gibi martaval okunurken, canı daha da fazla yakılacak biraz daha yoksun / yoksul kılınacak bir halk.
Genel geçer değil hayatlarımızın tam da ortasından geçen bu asgari ücret tahayyülünün her ne olacağının belirsiz bir geleceği işaret etmesinin yanında bir de sosyal / politik ola gelen tahayyüllerin yekunda müştereklerimizi eksiltmesi söz konusudur. Aleni bir halde kuşatmanın lafta değil doğrudan imalinin yamacında hayatın her ne şekilsiz hallere terki diyar edildiği meseledir. Gündelik şartların zora koşulduğu, kimsenin yarınına dair kısa, kesin bir ifadeyle umudunun kalmadığı / bırakılmadığı bir zeminde yoksunluk sadece ve sadece maddi değildir. BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi'nde 'Dünya İnsan Hakları Günü İnsanlığın Yüzü Programı'nda konuştu. Konuşmasının büyük kısmında yine İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamlardan bahseden Erdoğan, kendi iktidarında Türkiye'nin insan hakları alanında ciddi aşama kaydettiğini iddia ederken yerel seçimlere yönelik mesajlar da verdi.
Konuşmasında İsrail'in Gazze'deki katliamları üzerinden Batı'ya yüklenen Erdoğan, Batı'nın üzerine medeniyet inşa ettiği 5 değerin 4'ünün Batı ile ilgisi olmadığını öne sürdü. "Batı'nın barbarlık vasfının örneklerini doğrudan yaptığı ve dolaylı olarak destek verdiği olaylarda daha sık görmeye başladık" diyen Erdoğan, Batı'daki nefret suçlarının da arttığını söyledi.
Erdoğan, Batı ülekelrinde gelişen protestoların önemine de değindi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Gazze'de çiğnendiğini ifade eden Erdoğan, "Gazze halkının her türlü hakkı işgalci israil güçleri tarafından pervasızca yok edilmektedir. 18 bini aşkın Gazzeli kardeşimiz şehit oldu" diye konuştu.
Abd Nasıl Sahip Çıkacak?
İsrail'e verdiği destek üzerinden ABD'yi eleştiren Erdoğan, "ABD, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne nasıl sahip çıkacak?" diye sordu.
70'den fazla basın mensubunun Gazze'de öldürüldüğünü vurgulayan Erdoğan, BMGK'nin İsrail'i koruma ve kollama konseyine dönüştüğünü söyledi. BM Genel Sekreteri Guterres'in çabalarının yeterli olmadığını söyleyen Erdoğan, ABD'nin veto etmesi nedeniyle Gazze'de ateşkesin yürürlüğe konamamasından hareketle "Dünya 5'ten büyüktür" sözünü tekrarladı.
"Adil Bir Dünya Abd İle Mümkün Değil"
"Bu BMGK ile insanlığın bir yere varması mümkün değil. Adil bir dünya mümkün ama Amerika’yla değil" diyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"BM'nin aciz ve işlevsiz yapısının tüm dünyada sorgulanacağına inanıyorum. Gazze'den sonra hiçbir şey 'eski tas eski hamam' zihniyetiyle devam edemez. Gazze kasapları uluslararası mahkemelerde insanlığa karşı suç teşkil eden eylemlerinin hesabını vermelidir. Bu meselenin takipçisi olacağız."
"Kimsenin Ötekileştirilmesini Kabul Etmedik"
Türkiye'nin insani değerleri öncelediğini iddia eden Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hiç kimsenin kıyafeti, etnik kökeni veya dini inancı nedeniyle ötekileştirilmesini kabul etmediklerini öne sürdü.
Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"Türk demokrasisi dünyada örnek gösterilen bir seviyeye ulaşmıştır. Tek parti döneminde cumhurla cumhurbaşkanı arasında örülen duvarları yıkıp milli iradeye vurulan zincirleri parçaladık. Bazı süreçler vakit alsa da her meseleyi hallediyoruz."
Yerel Seçim Mesajı
Yerel seçimlere ilişkin de mesaj veren Erdoğan, "31 Mart için 'Yeniden İstanbul', 'Yeniden Ankara' diyoruz yola devam ediyoruz" diye konuştu.”
Yoksunluk kavramının kesintisiz erkan-ı muktedir elinde nasıl yeniden biçimlendirildiği meselesini görebilmek için tek örnek yeterlidir. Dümdüz bir yasak savma hikayesi olarak o ağza sakız edilmiş olagelen tek parti rejiminin tüm hatları, eylediği haltları yeniden ve yine yeniden üstlenirken bir cerahat erki insanlık mefhumuna dair nutuk çekebilmektedir. İnsan Hakları Gününde, yozluğun, zorbalığı, kesintisiz bir kuşatma pratiğinin ortasındaki menzilde olmakta olanı görünmez addetmek zaten baş efendinin en büyük hobilerinden birisini oluşturur. Bir tahakküm bataklığı haline gelmiş modern zamanlarda yönetimi var eden katmanların kendi sınırlarının içinde her türlü zorbalığı yapıp dışarıya akıl satmalarının şeceresini bir kere daha yeniden bina eder baş efendi. Kurgu değil hakikatte o çemkirip duruyor görünen malum İsrail devletiyle ticaretin halen devam olunduğu silah parçalarından, askeri giyim malzemesine, gıdadan tekstile her şeyin gemi gemi yollandığı bir zeminde, Gazze sınırlarında / Batı Şeria’da ve tüm sahada var edilen yıkımın önemine vakıf olunmadığı açıktır. Yoksunluk bunları kapsar, yoksul kılınanın, hayatına gölgelerin eksiksiz düşürülmüş insanların karşısına hamasi nutukları çıkartırken kendi bildiğini eylemeye devamlılıkla sanki her şeyi mükemmel bir ülkede yaşıyormuşuz savına tutunulur. Böyle bildirilir, oysa kepazelikler içinde kalakalmış bir yerdeyizdir. Halimiz her anlamda perişan.
BirGün Gazetesinden aktaramaya devam edelim: “Bugün Dünya İnsan Hakları günü. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün üzerinden 75 yıl geçti. Ancak ülkede temel hak ve özgürlükleri budayan AKP’nin insan hakları sicili utanç verici. ‘Dünya İnsan Hakları Günü İnsanlığın Yüzü Programı’nda konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, ayrımcılık olmadığını ve ‘Türkiye demokrasisinin örnek gösterildiğini’ öne sürdü.
Erdoğan’ın bu iddialarının yanında gerçek başka. Ülke bugün baskı sansür, hak ihlali ve adaletsizliğin gölgesinde.
Ülkedeki hak ihlalleri şöyle:
• 6 Şubat depremlerinde 50 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
• “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “hükümeti aşağılama” suçlamasıyla 2022’de 16 bin 753 kişi hâkim karşısına çıktı. 1872 kişi tutuklandı.
• Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan bireysel başvuru sayısı 2023’ün ilk 9 ayında 80 bin 218.
• Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 2022’deki başvuruların oranı yüzde 26,9.
• Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararları hâlâ uygulanmadı.
• Can Atalay’ın tutukluluğuna ilişkin AYM kararı uygulanmadı.
• Dezenformasyon Yasası hâlâ yürürlükte.
• İktidarı, Erdoğan’ı ve ailesini konu alan 1770 habere erişim engellendi.
• Freedom House’un raporuna göre Türkiye 32 puanla “özgür olmayan ülke” oldu.
• Düşünceyi ifade nedeniyle 6’sı çocuk 86 kişi tutuklandı.
• Umut Vakfı’nın verilerine göre 2022’de 3 bin 984 silahlı şiddet olayında 2 bin 278 kişi öldürüldü.
Öte yandan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun raporuna göre 31’i çocuk en az 3 bin 301 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi.
İzmir Barosu’ndan yapılan açıklamada ise insan haklarının enkaz altında kaldığına aktarıldı. Açıklamada konuşan Avukat Ayşe Kaymak şunları söyledi: "Depremde yardım eşit dağıtılmadı. Mülteci depremzedelere yardım edilmeyeceğine dair talimatlarla ayrımcılık yasağı ihlal edildi."
Yoksunluk hallerinin her nasıl bile isteye, muktedir eliyle örneklendiğini yeniden imal edile geldiğini gösteren bir utanç tablosudur şu yukarıdaki. Yukarıdaki listeye sebepsiz bir biçimde uzun tutukluluğa maruz bırakılan Gültan Kışanak eklenebilir. Hakkındaki iddialar için tek bir elle tutulur kanıt bulunamayan eski HDP eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş eklenebilir. Yüksekdağ, Tuncel gibi yüzlerce siyasetçi eklenebilir. Hastalıkları yaşam / ölüm çizgisinin arasını muğlak kılmış, buna rağmen tutsak edilmelerine devam olunan binlerce insandan bahis açılabilir. Gün aşırı var edilen ötekileştirmenin Filistin’de cereyan eden olayları öne sürüp sunulagelen Yahudi nefreti eklenebilir. Sokağa taşa duran ve ne hikmetse asırdır çözülememiş Noel ile Yılbaşını birbirinden ayıramayan bir zevatın elinde hedef kılınan Hristiyan azınlıkların durumu eklenebilir. Ötesi berisi uzunu kısacası yok her şekilde kendisinden saymadığı kim varsa buna karşı bir nefreti / hiddeti / lincin ta kendisini sürekli imal eden, bununla gününü geçirip, bir geleceği şimdiden hiç etmeye ant içen bir yerde yoksunluk laf değildir. Müştereğimiz kılınan bir tahayyül olarak her çaba sonrası karşımızda yükseltilen bir cerahat meselidir. Bu kadar...
Yönelimini, güncesini zordan / betten yana kuran bir yerde hayatın biricikliğinden hemen hiç bahis açılamıyor artık. Muktedir olagelen yönetimin sunduğu her şey bütünüyle aleni bir halde eksiltmeyi / yoksun kılmayı süreğen hale getiriyor. Yolun, yordamın, anlamla bir ve beraberce bir ülkedeki hayat gailesinin hem ekonomik hem sosyopolitik hem de güncel / gündelik sınırlarının yerle bir edilmesine devam olunuyor. Yirmi bir yıllık bir iktidar pratiğinin enikonu var ettiği şeyin artık adı dahi doğru düzgün bildirilemiyor. Ol özgürlükler ülkesinde tiratlar, söylevler çekilip durulurken bağnazlığa esir edilmiş, suspus kılınmış olan geniş kitlelere bunlara da alışırsınız denilerek bir kere daha teslimiyetçilik vaaz ediliyor. Tümden nobran, afaki bir biçimde yıldırı / kör şiddet / hayat memat halini alaşağı eden bir bakışımla sanki her şey normalmiş gibi davranılması isteniyor. Yaralarla, berelerle, bir dolu yük edilmiş olagelen elem ve kederle birlikte bir yaşam tahayyülü açık bir biçimde mahvediliyor. Yoksun, eksik, yarım yamalak hale terk edilmiş olanın içinden de bir hikaye kalmasın diye her gün yeniden var ediliyor o yoksunluk. Gelişim, ilerleme ve yenilenme denilirken cerahatin kollarında geçmişinin karanlığından zerre ayrışmamış olagelen yerde bir hayat tecrübe ettiriliyor. Adına hayat denilebilirse şayet. İtiraz edilmesi bir yana sessizliği bir kenara terk etmedikçe, sorgulanmadıkça, hak aranmadıkça daha da güçlü bir biçimde var edilecek bir cehennemî tahayyüle esaret devam olunuyor. İyi midir böyle... sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Ruminations By Robert Rauschenberg – Asheville Art Museum
#güncel#cutup#miksaj#yazılama#ses#anlam#biyopolitika#türkiye#başka türkiye vardır#yol nereye?#demokrasi#adalet#hakkaniyet#asgari ücret#müştereklerimiz#ekonomi#sosyopolitik#dert#meram#anlık#yaralar#hayat#devlet nedir?#insan hakları#baş efendi#kötülük#karanlık çağ#laf
2 notes
·
View notes
Text
Keşan Devlet Hastanesi Başhekimi Vural'dan ���Hasta Hakları Günü” açıklaması
https://pazaryerigundem.com/haber/190281/kesan-devlet-hastanesi-bashekimi-vuraldan-hasta-haklari-gunu-aciklamasi/
Keşan Devlet Hastanesi Başhekimi Vural'dan “Hasta Hakları Günü” açıklaması
Keşan Devlet Hastanesi Başhekimi Vural “Hasta Hakları Günü” nedeniyle açıklama yaptı
Erdoğan DEMİR / EDİRNE (İGFA) – Keşan Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Recep Vural, “Hasta Hakları Günü” nedeniyle yaptığı açıklamada, Hasta Hakları Yönetmeliği hakkında bilgi verdi.
Vural, Hasta Hakları Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada “Hasta Hakları, sağlık hizmeti alanında yapılacak insan hak ve değerlerine yakışır bir şekilde hizmet görmesini, hastanın saygınlığının korunması, teşhis ve tedavinin her aşamasında hastanın aktif katılımı sağlanarak, hastaların kaliteli sağlık hizmeti almasını, sağlık hizmetleri sırasında haklarının korunmasını ve sağlık hizmetlerini güçlenmesini sağlayan ilkelerdir.” dedi.
“SAĞLIK ÇALIŞANLARINA HASTA HAKLARINI KORUMA VE SAVUNMA İLE İLGİLİ EĞİTİMLER VERMEKTEYİZ”
Türkiye’de Hasta Hakları Yönetmeliği ile güvence altına alınan bu hakların; Hizmetten genel olarak faydalanma hakkı, bilgilendirme hakkı, mahremiyet ve gizlilik hakkı, tedaviyi durdurma ve reddetme hakkı, güvenli ortamda hizmet alma hakkı, sağlık kuruluşunu ve personelini, seçme ve değiştirme hakkı, saygınlık görme hakkı, dini vecibelerini yerine getirme hakkı, ziyaret ve refakat hakkı, şikâyet /görüş ve öneri bildirme hakkı olduğunun altını çizen RecepVural, “Hasta hakları; sağlık çalışanlarının bakış açısından önemli bir çerçeve sunar ve hasta ile sağlık personeli arasında karşılıklı saygı, güven ve anlayışa dayalı bir ilişki kurmasını sağlar. Sağlık çalışanlarının, hasta haklarına saygı gösterirken, aynı zamanda kendi haklarının korunması ve dengeli bir hizmet sunma sorumlulukları bulunuyor. Bu özel gün kapsamında hastanemiz bünyesinde hasta hakları konusunda farkındalığı arttırmak amacıyla yatan veya ayaktan tedavi olan hastaların ve yakınlarının hasta hakları ve hasta sorumlulukları hakkında bilgi edinmelerinin sağlamak için ziyaret edip; sağlık çalışanlarına hasta haklarını koruma ve savunma ile ilgili eğitimler vermekteyiz. Hasta hakları uygulamaları ile hastalar ve sağlık çalışanlarımız arasındaki iletişimi güçlendirip, verimli ve kaliteli hizmet verilmesi desteklemekteyiz. Bu vesileyle personellerimize üstün gayretlerinden dolayı teşekkür eder, hastalarımızın 26 Ekim Dünya Hasta Hakları Günü’nü kutlarız.” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Hayvanların Olmadığı Bir Dünyada Yaşadığımı Düşünemiyorum Bile!
✍🏻 Prof. Dr. Murat Türkeş
https://www.gundemarsivi.com/hayvanlarin-olmadigi-bir-dunyada-yasadigimi-dusunemiyorum-bile/
30 Temmuz 2024 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren, sokak hayvanlarının, özellikle köpeklerin katlinin önünü açan yasal düzenlemeden sonra (Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun; Kanun No. 7527; Kabul Tarihi 30.7.2024), 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü için anlamlı bir şey yazmak çok zor aslında. Çünkü insanımızı, kadınları, kız ve erkek çocuklarını hatta bebeklerimizi koruyamadığımız gibi onları da koruyamıyoruz, bundan sonra bu çok daha zora girmiş durumda. Ama onların hakları ve refahı için, her koşulda, yaygın bir deyişle ‘inadına’ yazmalı, anlatmalı ve mücadele etmeliyiz.
Bu yasa çıktıktan sonra Türkiye’nin çeşitli il ve ilçe belediyelerinde gerçekleştirilen hayvan özellikle köpek katliamlarını duyup gördükten sonra (bir saniye bile bakmak istemedim ama yine de ne olduğunu anlamaya çalıştığım için hiç görmek istemediğim halde o insanlık dışı katliamları da görmüş oldum ne yazık ki!), köpeğimiz Maya’dan hemen her gün “Maya kızım sizi koruyamadığımız için senden ve tüm hayvanlardan özür diliyorum” diyerek özür diledim. Anımsadığıma göre, Maya’yı 1 aylık bir bebek iken şehirdeki küçük sanayi çöplüğünden kızım Ayça kurtarmış ve bakmıştı, başka bir ülkede yaşadıkları için 5 yıldır ona ben bakıyorum.
Dünya Hayvanları Koruma Günü‘nün tarihi, Alman editör, yazar ve bir hayvanları koruma aktivisti olan Heinrich Zimmermann’ın (1887 – 1942) Berlin’de ilk kutlamayı düzenlediği 1925 yılına kadar uzanıyor. Aynı zamanda Alman hayvan severler dergisi İnsan ve Köpek’in (Man and Dog) yayıncısı da olan Zimmermann, farkındalığı artırmak ve hayvanların refahını artırmak amacıyla bu etkinliği başlattı. 4 Ekim tarihi aynı zamanda hayvanların koruyucu azizi olan Assisili Aziz Francis’in bayram günü olarak da bilinir. Tüm Katolikler arasında sevilen Aziz Francis, hayvanlarla ve tüm canlılarla olan olağanüstü ilişkisiyle ünlüydü. Aziz Francis aynı zamanda Kutsal Dalai Papa Francis için de seçilen papalık adıdır. Bazı Katolik kiliselerinin, Aziz Francis’in hayvanlar için yaptığı her şeyin onuruna bugünde evcil hayvanlara kutsama teklif ettiği bile söyleniyor.
Bu kapsamda, gerçekte 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü yalnızca tüm hayvan severlerin onlara şefkat gösterme zamanı değildir, aynı zamanda onların hakları, huzuru, refahı ve sağlığı için mücadele etmenin gerekliliğini vurgulama ve Dünya ölçeğinde ve her ülkede büyük bir ses çıkarma günü olmalıdır.
Hayvanlar, insanların birbirleriyle iletişim kurduğu geleneksel şekilde konuşamazlar. Ancak kendi adlarına konuşamayan hayvanlara hepimizin ses verebileceği bir gündür 4 Ekim! Bugün, 4 Ekim 2024’te Dünya’nın her köşesinde insanlar Dünya Hayvanları Koruma Günü‘nü kutlamak için bir araya geldi. Gezegenin herhangi bir coğrafyasında, hangi ülkeyi ziyaret ederseniz edin, hayvanların bölgenin kültürü, ekosistem ve biyoçeşitliliği üzerinde sürekli ve güçlü bir etkiye sahip olduğunu görürsünüz. Örneğin Afrika savanlarında, aslanlar, çita ve leoparlar, mandalar, su aygırları, timsahlar, çeşitli maymun türleri, goriller, ceylan ve antilop türleri, yaban köpekleri ve sırtlanlar, akbabalar, kartallar, çaylak ve atmacalar; Güney Amerika’nın dağlık ekocoğrafyalarında dağ aslanları (pumalar), lamalar, dev akbabalar; Antarktika ve çevresindeki denizlerde, imparator ve diğer penguen türler, dev albatros kuşları, çeşitli fok ve balina türleri, orkalar, balık, plankton ve kabuklu çeşitliğinin çok zengin olduğu kıyı ve deniz ekosistemleri, vb.
Dünya Hayvanları Koruma Günü zamanla çevre, doğa ve yaşam bilimcilerin, ekolog ve hayvan hakları savunucularının nesli tükenmekte olan türlerle ilgili sorunları (biyoçeşitlilik kaybı ve yok oluş) tartıştığı bir platforma dönüştü. İngiltere merkezli bir yardım kuruluşu olan Naturewatch Vakfı, 2003 yılından başlayarak etkinliğe sponsor oldu ve dünyanın her yerindeki hayvan severlerin katılıp hayvan dostlarımıza destek amacıyla seslerini duyurabilecekleri etkinlik ve eylemler düzenledi.
Dünya Hayvanları Koruma Günü, yalnızca evcilleştirilmiş hayvanlar için değil, vahşi hayvanlar, nesli tükenmekte olan türler, çevresel bozulma ve iklim değişikliği ya da koruma eksikliği nedeniyle nesli tehdit altında olan canlılar için de geçerlidir. Bu yüzden, bugün, yalnızca evimizdeki hayvanları sevmenin değil, aynı zamanda canlı kürenin, biyocoğrafyanın ve ekosistemin ayrılmaz bir parçası olan tüm canlılara değer vermenin ve onlara saygı duymanın bir hatırlatıcısıdır.
Son değil belki ama kısa bir söz: “4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü’nde en öncelikli görev, küresel, ülkesel ve yerel düzeyde, yasalara ve etik kurallarına da dayanarak (ve bunları güçlendirerek) hayvan haklarının korunmasını güvence altına almak ve hayvan refahını artırmak olmalıdır”.
4 Ekim 2024, Çanakkale
#4EkimDünyaHayvanlarıKorumaGünü#toplum#deneme#adalet#yasayadurde#köpekleruyutulmasın#köpekler. ekoloji#sevgi
1 note
·
View note
Text
Ağustos Ayı Önemli Günler ve Dijital Pazarlama Takvimi
Ağustos ayı, yazın son demlerini yaşarken dijital pazarlama dünyası için de yeni fırsatlar sunuyor. Ağustos ayı önemli günler takvimi, tatil sezonunun başlangıcı ve değişen tüketici davranışları, markaların hedef kitleleriyle etkileşim kurması için eşsiz fırsatlar yaratıyor. Dijital Pazarlama Stratejinizi Güçlendirecek Ağustos Ayı Önemli Günler Takvimi ve Pazarlama İpuçları 1 Ağustos - Dünya Emzirme Haftası (1-7 Ağustos): Fırsat: Anne ve bebek sağlığına odaklanan markalar için değerli bir fırsat. Pazarlama İpucu: Anneleri destekleyici içerikler paylaşın, emzirme ile ilgili bilgilendirme kampanyaları düzenleyin, özel indirimler sunabilirsiniz. 6 Ağustos - Hiroşima Barış Anma Günü: Fırsat: Barış ve insan hakları konularında farkındalık yaratmak isteyen markalar için önemli bir gün. Pazarlama İpucu: Barış ve hoşgörü mesajları paylaşın, sosyal sorumluluk projelerine destek verebilirsiniz. 12 Ağustos - Uluslararası Gençlik Günü: Fırsat: Gençlere yönelik ürün ve hizmetleri olan markalar için ideal bir zaman. Pazarlama İpucu: Gençlerin ilgi alanlarına yönelik içerikler oluşturun, genç yetenekleri destekleyen kampanyalar düzenleyin, sosyal medyada gençlerle etkileşim kurun. 19 Ağustos - Dünya İnsani Yardım Günü: Fırsat: Toplumsal fayda sağlayan markalar için önemli bir gün. Pazarlama İpucu: İnsani yardım kuruluşlarına destek kampanyaları düzenleyin, sosyal medyada farkındalık yaratın, çalışanlarınızı gönüllü çalışmalara teşvik edin. 23 Ağustos - Uluslararası Köleliğin Kaldırılması Günü: Fırsat: İnsan hakları ve eşitlik konularında duyarlı olan markalar için değerli bir gün. Pazarlama İpucu: Eşitlik ve özgürlük mesajları paylaşın, ayrımcılıkla mücadele eden kuruluşlara destek verin. 30 Ağustos - Zafer Bayramı: Fırsat: Milli duyguları harekete geçiren kampanyalar için uygun bir zaman. Pazarlama İpucu: Zafer Bayramı temalı özel indirimler ve kampanyalar düzenleyin, sosyal medyada milli değerleri vurgulayan içerikler paylaşın. Bonus İpuçları: Yaz Sonu İndirimleri: Ağustos ayı, yaz sezonunun son indirimleri için ideal bir zaman. Özel kampanyalar ve indirimlerle müşterilerinizi cezbedin. Geri Dönüş Kampanyaları: Tatilden dönenleri hedefleyen özel kampanyalarla satışlarınızı artırın. Sosyal Medya Yarışmaları: Ağustos ayına özel sosyal medya yarışmaları düzenleyerek marka bilinirliğinizi artırın ve etkileşimi teşvik edin. AYZ Dijital ile Ağustos Ayında Fark Yaratın! Ağustos ayı, dijital pazarlama stratejinizi güçlendirmek ve markanızı öne çıkarmak için birçok fırsat sunuyor. AYZ Dijital olarak, deneyimli ekibimizle size özel çözümler sunarak bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirmenize yardımcı oluyoruz. Hedef kitlenize ulaşmanızı, marka bilinirliğinizi artırmanızı ve dönüşüm oranlarınızı yükseltmenizi sağlıyoruz. Ağustos ayında dijital pazarlama hedeflerinize ulaşmak için hemen bizimle iletişime geçin! Read the full article
0 notes
Text
2050’da 2 Milyar Yaşlı İnsan Olacak
Dünya Yaşlı İstismarı Farkındalık Günü’nde dikkatler acil durumlardaki yaşlı insanlar üzerinde yoğunlaştı. Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Yaşlı İstismarı Farkındalık Günü hakkında bir açıklama yayımladı. 2050’da 2 Milyar Yaşlı İnsan Olacak Yaşlı insanlar sıklıkla hareket etme sorunlarıyla, kronik sağlık sorunlarıyla veya sosyal izolasyonla karşı karşıya kalıyor; bu faktörlerden bazıları, onların yardıma erişmelerini, güvenli bir şekilde tahliye etmelerini veya zamanında tıbbi bakım ve destek hizmetleri almalarını engelleyebiliyor. Acil durumların yarattığı kaos ve stres, bu tür koşulları daha da kötüleştirerek yaşlı istismarı riskini artırabilir. Nüfus hızla yaşlanıyor; dünya çapında 60 yaş ve üzeri insan sayısının 2015’te 900 milyondan 2050’de yaklaşık 2 milyara çıkması bekleniyor. Bu nedenle yaşlı istismarının da artacağı tahmin ediliyor. Bu çerçevede, yaşlılara saygı ve bakımın asla ihlal edilmemesi gereken insan hakları olduğunu vurgulamak giderek daha hayati hale geliyor. Yaşlılara Yönelik İstismar Yaşlılara yönelik istismar, tek ya da tekrarlanan bir eylem ya da yaşlı bir kişiye zarar veren ya da sıkıntıya neden olan uygun eylemin eksikliği olabilir. Yaşlılara yönelik istismar; fiziksel, cinsel, psikolojik veya duygusal istismar dahil olmak üzere birçok biçimde olabilir. Mali veya maddi istismar; terk edilme; ihmal etmek; ya da ciddi onur ve saygı kaybı da yaşlı istismarının bir türüdür. Diğer şiddet türleri gibi, yaşlılara yönelik istismar oranları da COVID-19 salgını sırasında arttı. Pandemi, doğal afetler veya çatışmalar gibi acil durumlar, mevcut kırılganlıkları daha da kötüleştirerek yaşlıları orantısız bir şekilde etkiliyor. Acil durum planlaması ve müdahalesi yaşlı nüfusun özel ihtiyaçlarına yönelik olmalıdır. Yaşlı İstismarı Dünya Çapında Giderek Büyüyen Bir Sağlık Sorunudur Yaşlı istismarı dünya çapında giderek büyüyen bir sağlık sorunudur. 2021’de 60 yaş ve üzeri her 6 kişiden yaklaşık 1’i topluluk ortamlarında bir tür istismara maruz kaldı. Özellikle insani krizlerin ülkelerinin ve bölgelerinin yarısını etkilemesi nedeniyle Doğu Akdeniz Bölgesi de bir istisna değildir. Yaşlı istismarı güven beklentisinin olduğu ilişkilerde ve ortamlarda gerçekleşmektedir. Huzurevleri ve uzun süreli bakım tesisleri gibi kurumlarda yaşlı istismarı oranları yüksektir. Şaşırtıcı bir şekilde, 2021’de bu tür tesislerin her 3 çalışanından 2’si yaşlılara istismarda bulunduğunu bildirdi. Yaşlılara yönelik şiddet eylemleri ciddi fiziksel yaralanmalara ve uzun vadeli psikolojik etkilere yol açabilmektedir. Bu yılki Dünya Yaşlı İstismarı Farkındalık Günü kampanyası, kriz sırasında yaşlıları istismardan korumanın acil ihtiyacını vurguluyor. Hükümetlere, acil durumlarda yaşlılar için daha kapsayıcı ve koruyucu bir ortam yaratma çağrısında bulunuyor. Kampanya aynı zamanda krizlerde yaşlıların göz ardı edilmemesini sağlayacak kapsayıcı politikaların geliştirilmesini de teşvik ediyor. Kampanya, politika yapıcılara, uluslararası bağışçılara, kuruluşlara ve topluluklara, acil durumlara hazırlık ve müdahale stratejilerinde yaşlıların güvenliğine ve refahına öncelik verme çağrısında bulunuyor. Bir diğer odak noktası ise acil müdahale görevlilerini, bakıcıları ve halkı, yaşlı insanların onurlarını güvence altına alacak şekilde nasıl destekleyebilecekleri konusunda eğitmek ve yetiştirmektir. 2024 Dünya Yaşlı İstismarı Farkındalık Günü’nde, kriz zamanları da dahil olmak üzere her zaman yaşlıların haklarına saygı duyma ve bunları koruma kararlılığımızı yenileyelim. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
Text
Dünya Kadınlar Günü Doğu Türkistan'da nasıl geçiyor?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dünyanın dört bir yanında kutlanıyor. Çin işgalindeki Doğu Türkistanlı kadınlar ise bu günü zulüm ve baskı altında geçiriyor. Kaynak: QAH Haber Merkezi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanması gayesiyle dört bir yanında kutlanıyor. Çin Komünist…
View On WordPress
0 notes
Text
Milliyetçilik, Kürt karşıtlığı ve sol
Fikret Soydan
Filistin direnişi, İsrail’in soykırımı saldırıları, bir yandan Ortadoğu’daki durumu bir bütün olarak, yeniden gündemin ön sıralarına çıkardı. Diğer yandan da, egemene karşı, bir halkın direnişini yeniden gündeme taşıdı.
Konu İsrail olunca, İsrail’i soykırım ile suçlamak, hemen bir medya kampanyası ile düşman ilan edilmek anlamına da geliyor. Ama bu arada İsrail basını, İsrail muhalefeti, tüm bunlara tezat olacak şekilde, tüm İsrail savunularını yerle bir edecek şekilde, durumu ortaya koyuyor.
Hamas’ın saldırısının daha ilk günü ya da ertesi günü, İsrail’in ünlü gazetesi Haaretz, tereddüt etmeden, Hamas’ın saldırılarının gerçek suçlusu Netanyahu hükümetidir anlamına gelen başlıklar attı.
Doğrusu, İsrail basınında Haaretz, sol basından sayılmaz. Komünistlerin ortaya koyduğu tutum gibi tutumları da almaz. Ama işte bu İsrail gazetesi, durumu ortaya koyarken, cesur davranabildi.
Dünya tekelci medya ağları, Hamas’ın kadınları çıplak hâle getirip teşhir ettiği, çocukları öldürdüğü, hatta 40 çocuğun boğazını kestiği görüntüleri yayınlıyordu. Ve İsrail gazetesi, tüm bunların yalan olduğunu ortaya koydu. Netanyahu’nun savaş naralarını beslemek için bu yalanların ortaya konduğunu ifade etti.
O zaman da biz sormuştuk: İçişleri Bakanlığına Kürt gerillalarca gerçekleştirilen saldırı, üstelik hiçbir sivil kaybı da yokken, mesela değil burjuva basın, “muhalif basın” tarafından bile, “bu saldırının gerçek suçlusu Kürtlere kimyasal silahlarla saldıranlardır” diyemediler. Oysa, bir burjuva demokrat bile, kimyasal silahlarla, kendi haklarını talep eden bir halka, bir grup ya da topluluğa saldırıyı lanetleyebilir. Bizim “muhalif basın” kendine şunu sormalıdır: Aslında bu İsrail basını Marksist değil, buna rağmen neden bu gerçeği açıklıyor? Bu soruya bulacakları yanıt, kendilerinin ne kadar “muhalif” olmaktan uzak olduklarını da ortaya koyacaktır.
AK Parti diktatörlüğü, tek adam diktatörlüğü, İslamo-faşizm, tek adam yönetimi, patrimonyal sultanlık vb. adlarla andıkları bugünkü devlet örgütlenmesinin her “kötü” uygulamasına karşı, gidip Atatürk’e sığınıyorlar. Oysa, bizzat kendilerinin fikirleri olmalı ve gerektiğinde bu fikirlerini, bir “dokunulmaz” isme başvurmadan savunabiliyor olmaları beklenirdi. Olması gereken budur.
Eminim, bu eleştiriyi, çok yersiz bulacaklardır. Bu nedenle, belirtmeliyim ki yalnız değiller. Mesela, Barolar Birliği, farklı baroların kurulmasını öngören yasalar hazırlanırken, Ankara’ya yürüme kararı aldılar. Ankara’ya vardıklarında, o da ne, “Anıtkabir”e yöneldiler. Saray Rejimi’ni, Atatürk’e şikâyet ettiler.
Bu, bizim “muhalif”lerimize özgüdür: Bir şey yapacaklarsa, mutlaka, Atatürk’ten destek istiyorlar. Ve emin olun, işler ters gidince de, hemen “bu halktan bir şey olmaz” diyorlar. Oysa, Mustafa Kemal’in daha samimi takipçileri olsalardı, mesela “bu halktan bir şey olmaz” diyerek kendi korkularını örtmeye çalışmazlardı.
Sanırım kabulü zor olmasa gerek: Bu ülkede burjuva demokrat anlamda bir ciddi muhalefet yoktur.
Demiş ya ozan; bilirim, yaranın ucu derinde.
Biz, İsrail katliamlarını onaylamayan İsrail basınının tavrını, neden bizim muhalif basınımızın göstermediğini merak ediyoruz.
Eğer devlet, mesela Roboski’ye saldırırsa, bu saldırıya karşı çıkan herkese, hep birlikte, “sen önce terörü kına” deniyor. İyi ama, devlet terörünü kınamayan bir kişi, bu soruyu saldırganca soruyor diye, biz, “TC devleti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” tekerlemesini mi sakız gibi çiğnemeliyiz? Bu mudur, o ünlü “insan hakları” savunusu, o ünlü “hümanizm”iniz?
Buyurun, İçişleri Bakanlığına bir saldırı var ve sivil ölümü de yok. Buyurun, sivil ölümleri olmadan ortaya konulan bu eylemi, hadi övmeyin, ama anlamaya, arkasında yatanı ortaya çıkartmaya çalışın.
TC devleti, 2015 yılından beri, eski savaş politikalarına dönerek, Kürt halkına karşı saldırı ve savaş politikalarını devreye soktu. Buna karşı çıkana, bizzat Saray Rejimi, sizin sözlerinizle, mesela tek adam diktatörlüğü, Erdoğan diktatörlüğü, İslamo-faşizm, “terörist” diyor. Diyor ki, siz barışı savunursanız, siz Kürtlerin haklarını savunursanız, demek ki teröristsiniz, demek ki ülkenin bölünmesini savunuyorsunuz. Bunu söyleyen, sizin “kötü” sözlerle anmak için kıvrandığınız Saray Rejimi’dir ve siz, onların ağzı ile, terörist ve bölücü demeyi sürdürmeyi daha güvenli buluyorsunuz.
Oysa Saray Rejimi, 2015’ten bu yana, savaşı kuralsız bir savaşa çevirmiştir ve tüm dünyada, en çok da sizin hayranlık duyduğunuz Avrupa’da, kimyasal silah kullanımına ilişkin o kadar çok belge ortaya konulmuştur ki, rahatlıkla siz de cesaretinizi toplayıp, buna karşı ses çıkartabilirsiniz. Ama nerede!
Kürtlerin haklarını savunmak için, Kürt olmanız gerekmez. Sadece insan olmanız, burjuva demokrat olmanız bile yeterlidir. İsrail’in saldırılarına nasıl karşı çıkabiliyorsanız, öyle yapmanız, en azından bir adım demektir.
Mesela sorabilirsiniz: 2019’da, 70 kişiye indiği devlet tarafından söylenen “terörist” sayısı, nasıl oluyor da, binlerce “terörist” daha öldüğü hâlde, hâlâ var olmaya devam ediyor? Bunu sorabilirsiniz. Sorabilirsiniz; bu savaş politikalarından yüksek kârlar edinenler var mı, kimlerdir bunlar? Sorabilirsiniz; neden “barış talebi” dile getirildiğinde, Saray Rejimi hemen kükrüyor?
Bunları söylerken, hayır sizin, PKK’yi eleştirmekten vazgeçmenizi istemiyoruz. İstediğiniz eleştirileri yapabilirsiniz. İyi ama, nasıl ki asgarî ücreti devletten bekliyorsunuz ve bu konuda onu eleştiriyorsunuz, nasıl ki bir gazeteci içeri alındığında haklı olarak eleştiriyorsunuz, işte bu da öyle, siz devleti bir “iyi” merkez olarak kabul ediyorsanız, buyurun ondan barış için adım atmasını talep edin.
2023 yılının son günlerinde, TC devleti, Saray Rejimi, 12 askerin öldüğünü açıkladı. Bu sayının doğru olup olmadığı elbette bir sorudur. Her alanda yalan söyleyen TC devleti, burada da yalan söylüyordur. Normalde, bir burjuva demokrat, lütfen dikkat edilsin solcu bile demiyoruz, bir burjuva demokrat, şu soruyu sorar: Neden sürekli askerler ölüyor? Biraz daha insan olan birisi, bu askerler ne için, kimin için ölüyor diye sorar. Oysa tekmili birden tüm partiler, tüm “muhalifler” -içlerine son dönemde UluSol da eklendi-, hep birlikte “terörü lanetleme” gösterisi yapıyorlar. Üstelik bu askerler, sınırların dışında ölüyor.
TC devleti, Saray Rejimi, Suriye sınırında ve Irak Kürdistanı’nda, PKK’ye karşı operasyonlar yaptığını, bunlara çeşitli adlar vererek ilan ediyor. Bu bir aylık bir iş de değildir. Irak toprağı olarak TC tarafından resmî olarak tanınan topraklarda, Saray Rejimi, NATO desteği ile, sayıları 50’den fazla olan karakol-üs organize etmektedir. Ve bu yıl, bu bölgelerden kış aylarında da çekilmeyeceklerini ilan etmişlerdir.
Mesela gelen cenazelerin ardından, hiçbir “muhalif”in, kalkıp da bu gerçekleri ortaya koymaması ilginç değil mi?
Tüm bu noktalarda, kendileri için “kötü”, “fena” ilan edilmiş olan AK Parti yönetimini, Erdoğan diktatörlüğünü vb. eleştirmezler. Mesela RTÜK kararları nedeni ile “Türkiye laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir” tekerlemesini tekrarlıyorlar. Mesela bir imam aracılığı ile dinî bir saldırı ortaya koyduklarında, “Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” tekerlemesini tekrarlıyorlar. Ve bu tarz muhalefeti devreye soktuklarında, hemen Atatürk’e sığınıyorlar. Oysa, ne “laik”liği savunmak için, ne “demokrasi”yi savunmak için, ne “insan haklarını” savunmak için buna ihtiyaç yoktur.
İşte devletin de kullandığı budur. Devletin, yani Saray Rejimi’nin.
Saray Rejimi, bizzat devletin olağanüstü örgütlenmesidir. Devletler, bir gün “İslamo-faşizm”, bir gün “patrimonyal sultanlık”, bir gün “tek adam diktatörlüğü” olmazlar. Hayır, devlet, olağan yöntemlerle yönetemediği zaman, olağanüstü devlet örgütlenmesini devreye sokarlar. Bu nedenle Saray Rejimi, TC devletinin olağanüstü örgütlenmesidir.
İşte bu devlet, Kürt devrimine karşı, bir milliyetçi duvar örgütleyip, bölücülük propagandası ile devletin beka meselesini gündeme getiriyor. Bu yolla, tüm burjuva “muhalefeti”, kendi yanlarında tutum almaya, bu yolla da, halkları milliyetçilikle zehirlemeye devam etmek istiyorlar.
Egemenler, kendi aralarında ne denli çatışma olursa olsun, mesele Kürt meselesi olunca, hemen bir “birlik” havası yaratmaya çalışıyorlar. “Milletin birliği” dedikleri yerde, bir yoksul ailenin genci yaşamını yitirirken, bir zengin ailenin çocuğu da “pudra” şekeri çekmektedir. Bir aile varını yoğunu kaybederken, bir başkası da parasına para katıyor. Bir annenin gözyaşları sel olurken, bir başka yerde “anne”, yüz binlerce liralık çantalar almaya çalışıyor. Bir aile cenazede gözyaşı dökerken, bir başkası camide tekbir diye bağırarak “vatanın birliği”ni sloganlara döküyor.
Ve bizim Kemalist solcularımız, devlete karşı “Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diyerek imanlarını tazeliyorlar.
Sartre, Cezayir savaşı sırasında, kendi devletine karşı tutum alırken, bir halkı sömürgeleştiren, ezen bir başka halkın özgür olamayacağı ilkesini dile getirmekten geri durmuyordu.
Aradan yıllar geçti. Zamanın bu konuda olumlu tutumu yaygınlaştırması gerekirken, konu Türkiye olunca, tersi ortaya çıkıyor.
Konu Kürt halkının direnişi olunca, nasıl ki egemenler hemen “boğa görmüş” gibi birleşiyorsa, aynı şekilde burjuva “muhalifler”, hemen onlara katılıyorlar. Devletin hiçbir saldırısını kınamak konusunda bir hamle yapmak için kollarını kıpırdatmayanlar, karşıdan gelen her saldırı karşısında, “terörü” lanetleme ayinine katılıyorlar. Oysa İsrail basını, tekrar söyleyelim değil Marksist, solcu bile değildir, bu konuda farklı bir duyarlılık gösterebiliyor.
Bir solcunun, kendine has bir tutumu vardır ve Kürt hareketini eleştirmekten geri durmayabilir. Ama bu konudaki hassasiyetinin, devlete karşı tutum almakta da ortaya çıkması gerekmez mi?
Bu politika, kimseyi demokrat, kimseyi anti-emperyalist, kimseyi insan hakları savunucusu, kimseyi solcu yapmaz. Yapmaz çünkü, Kürtlere karşı sürdürülen bu savaş, TC devletinin, Saray Rejimi’nin, içeride ve dışarıda savaş politikasının bir parçasıdır. Suriye’deki işgalci tutumun nedeni budur. Libya’da askerî operasyonlara ABD adına katılmak, bu tutumun gereğidir. Bu tutum, Kafkaslarda alınan tutumun kendisidir. Bu tutum, soykırım ve katliam politikalarının kendisidir. Ankara Garı’nda patlayan bombalar, bu tutumun sonucudur. Suruç katliamı, bu sürecin bir parçasıdır. Tıpkı dün, Roboski, dün Sivas, dün Maraş, dün Çorum, dün 1 Mayıs katliamlarında olduğu gibi. TC devleti budur.
15-16 Haziran ve Gezi Direnişi, tam da bu devletin karşısındadır. İşçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve gençlerin direnişi, TC devletine karşı bir direniştir. Ve bu aslında iki sınıfın, hem ülkemizde hem de dünyadaki çatışmasının bir parçasıdır. Bu iki karşıt uçtan birinde yer almak mümkündür. Yani, her iki tarafta birden yer almak mümkün değildir. Egemene karşı Filistin direnişinden yana olmak ne demek ise, dünyanın her yerinde, bizim ülkemizde de egemene karşı tutum almak budur.
Savaşa karşı tutum almak, egemene karşı tutum almaktır. Savaşa karşı tutum almak adına, vatan millet edebiyatı çerçevesinde milliyetçiliğe destek vermek, adı ne olursa olsun, sonuçta egemeni desteklemektir. Kemalizme sarılarak bugünkü rejimle, bugünkü devletle mücadeleye tutuşmak mümkün değildir. Emperyalist savaşa ve işgale karşı, savaşın ateşleri içinde gelişen ve hem işgalciye hem de Saray’a karşı anti-işgalci karakterde başlayan direnişten öğrenecek çok şey vardır. En başta da, burjuvazinin gelişmiş sınıf bilincinin, bu anti-işgalci hareketi nasıl kontrol altına aldığını öğrenmek gerekir. Orada da sınıf savaşımını görmezden gelmek, solun büyük hatasıdır.
Saray Rejimi, son seçimlerden bu yana, kendini daha da sağlamlaştırmak istemektedir. Güçlendirilmiş Saray Rejimi hedefi için ortaya konmuş olan saldırı, hem dinci hem de milliyetçi tarzda, yani Türk-İslam sentezinin yeni yoğrulmuş hâli ile bir ideolojik yenilenme içerisindedir. Bu yeni milliyetçilik için, egemen, yeni bir alan açmak istemektedir. Bu milliyetçilik ile UluSol yaratılmak istenmektedir. Bu yolla, Saray Rejimi, tüm işçi ve emekçi muhalefetini kontrol altına almaya çalışmaktadır.
Laiklik konusundaki pratikler, solun hiçbir zaman laik olmamış devleti savunması için bir yol hâline getirilmek istenmektedir. Hiçbir zaman demokratik olmamış bir devleti savunmak için zemin hazırlanmaktadır. Para babalarını daha da zenginleştiren uygulamalarla, hiçbir zaman var olmayan “sosyal devleti” savunma hattı yapmak istemektedir. Böylece, AK Parti öncesini savunmak, büyük bir hedef hâline getirilmektedir. Ve elbette, barikatı buraya kurmak, aslında devletin oyun alanına girmekten başka sonuç vermez. Kürt karşıtlığı ise, solun oldum olası içine düştüğü bir tuzaktır. Ya da buraya düşmekte o kadar gönüllüdür ki sol, adeta kendini kaybetmektedir.
Devletin saldırıları, Saray Rejimi’nin saldırıları tam da bu amaca dönüktür. İşçi ve emekçilerin, barikatı en geriye kurmak diye bir seçeneği yoktur. Seçim öncesinde, “evde kal”, “sokaklar karışmasın”, “provokasyona gelmeyin” teraneleri, tam da bu amaca hizmet etmiştir.
Saray Rejimi’nin, devlet değil de, gelip geçici bir iktidar, bir Erdoğan diktatörlüğü olduğunu düşünmek, devletin bu olmadığını sanmak, büyük ölçüde hamlıktır. Bu nedenle, seçimlerle ya da sadece ve sadece seçimlerle, iktidarın düşeceğini sanmak, bu hamlığın ürünüdür, yanılsamadır.
Dün, burjuva muhalefet, Saray Rejimi’nin bir parçası olarak, Saray Rejimi ile birlikte bir müsamere ortaya koymuştur. Böylece toplumsal muhalefeti, burjuva partilerin, en çok da CHP’nin kuyruğuna takarak devlete bağlamıştır.
Bugün, sol, yeni bir tarz milliyetçilik ile, aynı yolda yürümektedir.
Bugün, hemen herkes diyor ki “iktidarı taklit ederek muhalefet yapılmaz.” Onların bir muhalefet olma hedefleri bile yoktu. Ama bunu bir yana bırakalım. Öyle ise, bunu daha da ileriye götürelim, devletin milliyetçiliğinin içinde bir “olumlu”, “Kemalist” milliyetçilik arayarak, bir sol tutum alınamaz. Olsa olsa bu yolla, işçi sınıfının iktidar mücadelesine, toplumsal kurtuluş mücadelesine ihanet edilebilir, engel olunabilir.
İki sınıfın, burjuvazi ve işçi sınıfının tarihsel çarpışmasıdır bu. Bunu egemen hangi örtü ile örtmek isterse istesin, gerçek budur. Burada, işçi sınıfının devrim ve sosyalizm cephesinde, net bir tutumla yer almadan, işçi sınıfından yana, egemene karşı olunamaz.
0 notes
Text
TİHEK Türkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu Taraklı'da Dikkat çeket etkinlik düzenledi. TİHEK 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, tüm ülke genelinde il ve ilçe insan hakları kurulları tarafından gerçekleştirilen çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam ediyor. En dikkat çeken etkinliği TARAKLI Meydanında ağaçlar üzerinden verilen etkinlik oldu. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/tihek-turkiye-insan-haklari-esitlik-kurumu-taraklida-dikkat-ceket-etkinlik-duzenledi-10127.html
#İnsanHakları #HumanRights #İnsanHaklarıKurulları #HREIT #NHRI #FısıltıHaberleri #Fısıltı #Gündem #Taraklı #TİHEK #Sondakika #Haber #Medya #Magazin #İnsanHakları #İnsan #Yaşam #Dava
0 notes
Link
Bahşılı Tarım ve Orman İlçe Müdürlüğü personellerinden Mustafa Erdal'ın ağabeyi MKE camiasının sevilen isimlerinden Haydar Erdal geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes
Text
Oral’dan İnsan Hakları kutlaması
Altınova Belediye Başkanı Dr. Metin Oral, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Başkan Oral yaptığı açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı’nda kabul edildiğini ve bu tarihten itibaren 10 Aralık’ın tüm çağdaş ülkelerle birlikte Türkiye’de de insan Hakları Günü olarak kutlandığını…
View On WordPress
0 notes
Text
Sınama
Makbul bulunan ötesinden bir sınama halinin her güne içkin kılındığı bir dünyanın bizzat kendisine rehin kılınıyoruz. Yeni dünya düzeni diye çıkagelen yönelim / tahayyül pratiği ve eylem sahanlığının sunduğu her şey bu sınama halini her günün başat ögesi kılıyor her an. Toplumu biteviye bir sarma, kuşatma halinin orta yerinde yaşam derdest olunuyor. Ne başı, ne dibi belirgin olagelen bir bütün cerahatten beslenen, yön gösteren bir karanlığın güncesi bina olunuyor. Makul addedilenler yaşam pratiğinin her anlamda zorlandığı tüm o sınırlarının da alt üst edildiği bir zeminde, terör, tehdit ve tahakküm üçlüsü filizleniyor devletçe. Bir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Tümüyle, belirgin bir biçimde yerli ve milli diye anılanın suna geldiği her şey daraltılmış bir saha, keskin hatları olan bir zorbalık rejimini işaret ediyor. Coğrafyanın sunduğu yıkıcılığın en önemli aktörlerinden biri olan bir devletin yaşamı sınama halin mütemadiyen güncellene geliyor. Sanılanın ötesinde bir hızla her gün aynı tarumar ediliyor. Bu sınama halinin var ettiği her yıkım yepyeni yarınları bina ediyor. Girift, katran karası ve sonu belirsizliklerin kılınmış bir yarın.
Sınama hali her günü bambaşka veçhelerle dönüştürürken olmakta olan kalıcı bir kırılma halinin mütemadiyen güncellenmesidir. Baş efendi ve şürekasının, sermaye kodamanları ve asalakları ve yancıları olagelenlerin elinde bir ülkenin kaderi, mavi kürenin kalanında olduğu gibi zehirlenir. Coğrafya kederdir aynı zamanda da insafsızca tahakkümün esareti altına alınabilen hayatların sahnesidir. Vurgusu, iması, yönelimi her daim sıradan insanlar için tersine işleyen bir güncelliği Batı’da yükselen ırkçılık gibi baskın kılan bir faşist çatı, zümreyle beraber kurumsallaştıran devletin sıradana vereceği yegane şey daha kalıcı ve kati azaptır. Ekonomik cenderenin yükü günbegün ağırlaştırılmış olagelen bir sınama hali ve istemini barındırırken, asgari ücret ve bir katıyla yaşamaya çalışan milyonlarca insana o halin sorumlusu olaraktan göçmenlerin gösterilmesi misal bir örnektir. Tehdidin birisi var edilmeden bir başkasını güncelleyenler eliyle, bırakalım ötekisini, bu toprağın kendisi içinden olagelen insana dahi tahayyül olunamadığını gördüğümüz bir karşılık var edilir. Her punt bulunduğu vakit başka şeyler üstünde bir cerahat imal edilir. Kötülüğün varlığı, arşıalaya çıktığı bir zeminde muteber olagelen nefretten mülhem bir çıkarsama denilerek kısadan kestirilir. Oysa sınama o mülteci / göçmen için de, buralı olan gayrimüslim ve ol Alevi için de ya da Kürt halkı için de benzeştir. Bir türlü Türk sayılmayanlar, onlarda ya da devri sabık iktidarın onayını bulamayan herkes için zorluk hayatın kuşatıldığı, evden o sokağa adım atıldığı dakika başlayan bir mefhumdur. Makbul olanın tersinde yürüyen bir ülkenin vahametle entegre olmuş suretinin nesi yenidir ki, yüz koca yıldan uzunca zaman aynı / bir örnek yabancılaştırma haline devam olunurken, düşünüyor musunuz?
Bu sınama hallerinin yekunu bir yeni dünya düzeni gerekliliği olarak işlevsellik kazanır. Ol muktedir ve avenesinin güdümündeki medyadan, fikir sahnesine, gündelik yaşam hal ve isteminin çepeçevre kuşatılmasında hedef hep başkası olarak zikredilir. Sorumluların o sorumluklarına dair en ufak bir teşebbüse dahi zemin bırakmadan kendilerini akladıklarını sandıkları zemindir Türkiye’nin yenisi. Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi, son dönemlerde HÜDA-PAR’lı grupların kentteki saldırılarına dair adliye önünde açıklama yaptı. Açıklamaya, İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin, Hüseyin Küçükbalaban, sivil toplum örgütleri temsilcileri ile çok sayıda kişi katıldı.
Yetkilileri göreve çağırdı
Açıklamada konuşan İHD Eş Genel Başkanı Küçükbalaban, 90’lı yıllarda Kurdistan’da işlenen faili meçhul cinayetlerin merkezinin Amed ve Êlih (Batman) olduğunu belirterek, kentte son dönemde artan saldırılara dikkati çekti.
Hem dans okulundakilere, hem bir sitede havuza giren kadınlara yönelik saldırılar hem de kamuoyuna yansıyan diğer videoların topluma korku salmaya yönelik olduğunu dile getiren Küçükbalabani “‘Sizin ağa babalarınızı öldürmüşüz daha mezarları belli değil, siz kimle konuşuyorsunuz’ gibi kullanılan bu dilin devlet tarafından dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Daha dün kayıp yakınlarının 803’üncü eylemine katıldık. Devletin bu söylemlerde bulunanları gözaltına alıp ‘Hangisini öldürdünüz?’, ‘Kim öldürdü, bunları biliyor musunuz?’ diye sorması gerekmez mi? Buradan bütün yetkilileri, İçişleri Bakanını ve Adalet Bakanını göreve çağırıyoruz” diye belirtti.
‘Devlet korumasında ortaya çıktılar’
Dini inanç ve inançsızlığın kişinin kendisiyle bağlantılı olduğunu belirten İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Herkes inanmak ve inanmamak konusunda özgür olmalı, ama 90’larda birçok insanımızı katleden bir zihniyetin yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Bugün başka bir yöntemle devlet korumasında ortaya çıktılar. Burger dükkanlarını bastılar, dans eden insanlara saldırdılar yaraladılar. Havuza girmeye çalışan özellikle kadınları engellemeye çalıştılar. Bunlar bize tabiri caizse sökmez. Herkesin inancı doğrultusunda özgürce yaşamasını savunan bir örgütüz. Devlete sesleniyoruz: Yapmayın, çok acı çektik daha fazla çekmek istemiyoruz.”
‘Cinayetleri tekrarlamakla tehdit eden yaklaşım kabul edilemez‘
Daha sonra açıklamayı okuyan İHD Amed Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz, artan saldırıların toplumsal barışa ve kentteki ortak yaşam kültürüne zarar verdiğini söyledi. Yılmaz, yaptıkları sağduyu çağrısına rağmen saldırıların durmadığını ifade ederek; 90’lı yıllarda çok sayıda Kürt aydını, insan hakları savunucusu, siyasetçi ve sivil insanların gözaltında kaybedildiğini veya faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gittiğini hatırlattı.
Yılmaz, “Yakınlarını kaybeden Cumartesi İnsanları ve kayıp yakınları, yıllardır alanlara çıkarak yakınlarının akıbetlerini sormakta, faillerin tespit edilip cezalandırılmalarını talep etmektedirler. Katledilen veya zorla kaybedilen insanlar; sadece kendi aileleri açısında değil, bütün Kürtler için, vicdan sahibi bütün insanlar için büyük bir acıyı, tutulamayan bir yası sembolize etmektedirler. Bu sebeple, 90’lı yılların karanlığını hatırlatan, insanları bu cinayetleri tekrarlamakla tehdit eden bu yaklaşım hiçbir şekilde kabul edilemez” ifadelerini kullandı.
‘Barış mücadelemiz sürecek’
Yılmaz, faillerin tutuklanmasını, açılan soruşturmanın etkin bir biçimde yürütülmesini istedi.
Artan saldırıların özgürlüklere açık müdahale olarak gördüklerini söyleyen Yılmaz, toplumsal barışın sağlanması, bir arada yaşama kültürünün geliştirilmesi, farklı etnik, inanç ve siyasi grupların barış içinde ortak yaşamı inşa edebilmeleri için mücadelelerini sürdüreceklerini sözlerine ekledi.”
Makbul bulunan ötesinden bir sınama halinin her güne içkin kılındığı bir dünyanın bizzat kendisine rehin kılınıyoruz. Türkiye’de ise Amed / Dikranagert / Diyarbekir özelinde olduğu gibi her günün başat ögesi olan sınamaların nasıl punt bulundu mu yeniden var edildiğini görebiliyoruz. Makbul bulunan, sınırları çoktan çizilmiş olandan en ufak bir sapmanın varacağı eşik, o dans etmek isteyen gençlere saldırı, hamburger yiyenlere saldırı, bir havuzu kullanmak isteyenlere, ağa babalarınızı nasıl vurduysak sizi de vururuz tehdidiyle çıkagelir. Düzenin yeni ülkesi kimseyi kimseye hedef kılmadığını zikrederken bizatihi Kürdistan sahnesinden başlayarak bir ülkeyi çoktan ayrıştırmanın ortasına terk eder, etmiştir. Tümüyle nobran, artık bendine sığmayan bir kötülükle birlikte bir yurdun, yaşatan yer olmaktan alıkonulmasına son sürat devam olunmaktadır. Ortaya çıkan imge, o sınama halinin her nasıl var edildiğini de göstere gelir, iyi de nereye kadar?
Bir açmaz sarmalının ortasında her günü apayrı cehennem kılmaya ant içenlerin elinde ne kalacaktı ki ülke diye bu var edilen tortul toplamdan gayri. Yinelemeye hacet kalmaksızın insani erdemin tükenişine şahitlik ediyoruz. Bir gün önce dost bilinenler bir gün sonrasına düşman olarak çıkartılıyor. İktidarda kalmak için el verilen, sessiz sedasız anlaşılan ol dinci, yobaz güruhlardan bir kesim yurdun bir yerini babalarının bostanı zannedip, ahkam diye linç çağrılarını var edebiliyor. Üstüne saldırılar aralıksız çeşitlendiriliyor. Bir başka ülkenin zulmüne dair göndermeler yapılırken kendi yurttaşının hayat hakkını hiçe saymak konusunda onun eline su dahi dökemeyecek bir tevatür gerçekliğine yollanıyor menzil. Bir cerahat sarmalına dönüştürülen yerde, hayatın ehven olandan kopartılması bu kadar da afaki bir biçimlendirmeyle şekillendiriliyor. Sınama hali herkesi kapsayan bir kör katran karanlığı olarak dört bir yanı sarmalamaya devam ediyor. Böyle bir tahayyül / hal toplamına itiraz şimdi var edilemeyecekse ne zaman söz konusu edilecektir, hangi zaman!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Illustration – Nate KITCH – Associaton Of Illustrators
Meramda Paylaşılan Haber
Keskin: 90’larda İnsanları Katleden Zihniyet Yeniden Ortaya Çıktı - Yeni Yaşam Gazetesi
#meram#arzizhal#günce#dert#tasa#yara#yıkım#siyasa#pragmatizm#mavi küre#başka türkiye vardır#demokrasi#eşitlik#adalet#hakkaniyet#amed#diyarbekir#insan hakları#devlet101#siyasal şiddet#dövlet#mana#siyaset#ankara#cerahat#hayat nereye?
0 notes
Text
CHP Bursa'dan İsrail'e kınama!
https://pazaryerigundem.com/haber/174143/chp-bursadan-israile-kinama/
CHP Bursa'dan İsrail'e kınama!
CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, İsrail’in Gazze Şeridi’nin güneyinde yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı Refah kentindeki kampa İsrail’in düzenlediği hava saldırısını kınadı.
BURSA (İGFA) – Refah’ta 45 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş açıklama yaptı.
Başkan Yeşiltaş, İsrail’in saldırılarıyla ilgili yaptığı açıklamada, tüm dünyadan yükselen tepkiye ve soykırımı durdurma çağrılarına rağmen Hamas ile savaşını 1.4 milyon insanın sığındığı Refah’a taşıyan İsrail’in, pazar günü Birleşmiş Milletler’e göre daha önce güvenli bölge ilan ettiği alana düzenlediği saldırıda çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan en az 45 kişi hayatını kaybettiğini belirterek, “Ne yazık ki Birleşmiş Milletler’den gelen açıklamalara göre can kaybının çok daha yüksek olduğu; aralarında kadınların ve çocukların bulunduğu 200’den fazla kişinin öldürüldüğü ve sayısız kişi de yaralandı. Refah’a askeri operasyondan vazgeçmeyen katil İsrail, yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı çadır kampını acımasızca ve gözü dönmüş bir biçimde bombalayarak masum bebeklerin, çocukların, kadınların yanarak can vermesine sebep oldu. Dünya kamuoyunun ateşkes çağrılarına kulağını tıkayan bebek katili Netanyahu ise katliamı “trajik bir hata” olarak niteledi. Bu açıklamaya rağmen Refah çadır kampı tekrar İsrail uçaklarınca bombalandı. Masum sivillerin üzerine ölüm yağdı” dedi.
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları 235 gündür devam ederken, hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 36 bin 96’ya, yaralananların sayısı 81 bin 136’ya yükseldiğini ifade eden Yeşiltaş, Gazze’de her yerde ölüm, gözyaşı ve acı olduğunu ifade ederek, “Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail Refah ve Gazze’nin geri kalanındaki operasyonlarını durdurması talimatını vermesinin ardından dünyanın gözü önünde gerçekleşen son saldırı bizlere bir kez daha İsrail’in acımasız yüzünü gösterdi” dedi.
İsrail’in saldırıları insani değerlerden yoksunluğu ve barbarlığı temsil ettiğini belirten Yeşiltaş, mesajında, “İnsanlık artık bu barbarlığı durdurma sorumluluğunu taşıyor! Dünya artık İsrail’in barbarlığına sessiz kalmıyor. Çünkü bu katliamlar ya durdurulacak ya da işlenen savaş suçlarına ortak olunacak! Filistin halkının haklı davasında, adalet ve insan hakları mücadelesinde yanında olduğumuzu bir kez daha duyuruyoruz. Filistin’de yaşananlar, tüm dünya için bir vicdan testidir. Bizler, adaletten yana olanlar, Filistin’in özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadelemizi sürdüreceğiz. Kardeşliğe ve barış içinde bir arada yaşama olan inancımızla, Filistin halkının özgürlük mücadelesine omuz veriyoruz. Birlikte mücadele ederek, Filistin’i özgürlüğüne kavuşturacağız.” ifadelerini kullandı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
10 Aralık “Dünya insan hakları günü”, 12 – 18 Aralık “Yerli Mallar Haftası”, 21 Aralık “Dünya Kooperatifçilik Günü”, 27 Aralık Mustafa Kemal’in Ankara’ya Gelişi…
✍🏻 Orhan Ayber
https://www.gundemarsivi.com/10-aralik-dunya-insan-haklari-gunu-12-18-aralik-yerli-mallar-haftasi-21-aralik-dunya-kooperatifcilik-gunu-27-aralik-mustafa-kemalin-ankaraya-gel/?amp=1
10 Aralık “Dünya insan hakları günü”
İnsan hakları bildirgesi BM genel kurulu tarafından kabul edildi, Türkiye ise 1949’da imzalayarak üye oldu. BM bu kararı büyük acılar yaşanan İkinci Dünya Savaşı sonucunda almıştır. Bu savaşta en çok yaşamını kaybedenler sivil halk olmuştur; özellikle çocuk ve kadınlar!!!
Almanya’nın Nazi katliamı sonucu en çok yaşamını kaybedenler Yahudiler olmuştu; yaklaşık 6 milyon Yahudi acımasızca soykırıma uğradı. Ancak şu tarihin cilvesine bakın o gün soykırıma uğrayanlar bugün Gazze’de başta; çocukları ve kadınları on binlerce sivili öldürebiliyorlar yani ABD desteği ile orada yaşayan Filistinlere soykırım uyguluyorlar!!! 10 Aralık insan hakları bildirisi bu koşullarda anlamını yitirmiştir.
BM genel sekreteri Guttares’in İsrail devletine bu haksız ve orantısız güç savaşına son vermesi uyarısına karşı İsrail başbakanı Netanyahu “Siz barışa hizmet etmiyorsunuz” diyerek bir ölçüde hem BM’yi ve İnsan Hakları Beyannamesini tanımadığını ilan ediyor. Benim düşüncem ABD’den destek alan hiçbir ülke insan haklarına saygı gösteremez.
12 – 18 Aralık “Yerli Mallar Haftası
“Bir zamanlar ülkemizde kutlanırdı” tutum, yatırım ve Türk malları haftası o günlerin sloganı ise “Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı.” Bu gün benim yaşımda olanlar o heyecanlı günleri hatırlarlar. Şimdi çok genç kuşaklara biraz o günlerden (ve şimdi ne duruma düştüğümüzü) anlatmaya gayret edeceğim…
Yer Manisa, okuduğum okul Murat Germen İlkokulu. Her yıl 12 – 18 Aralık yerli malı haftasını kutluyoruz. Hepimiz evlerimizden getirdiğimiz yiyecekleri masalara koyar ve bir birimize ikram ederdik. Gerçi Manisa üzüm bölgesi olduğundan ikramların çoğu üzüm çeşitlerinden oluşurdu, yine de karşılıklı paylaşır büyük zevk alırdık. O dönemler hepimiz üretici ailelerdik yazlarımız ovalarda geçerdi. Bu günlerde ne yazık ki tüm ürünleri ithal eden bir ülkeye döndük bunun uzun bir hikâyesi var…
21 Aralık “Dünya Kooperatifçilik Günü”
Kooperatifçilik İngiltere kökenli olduğu bilinse de aslında ilk ortaya çıkışı Türkiye’dir. Mithat Paşa‘nın 1863 yılında kurduğu “Memleket Sandıkları” ile başlar. Memleket sandıkları daha sonra Ziraat Bankası’na dönüşmüştür.
Büyük Önderimiz Mustafa Kemal kooperatifleri fazlası ile önemsedi ve pek çok kooperatif üyeliğine öncülük etmiştir. Ancak daha sonraki dönemlerde kooperatifçiliğe gerekli destek verilmemiş sonuç; ülkemiz üretimden uzaklaşmış ve gıda ihtiyacını yurt dışından karşılamaya başlamıştır.
Bu da ülkeyi ekonomik bir krize sürüklemektedir. Şu anda halen bazı kooperatifler direnmektedir. Önümüzdeki günlerde gerek iklim değişikliği gerekse küresel gıda krizi nedeni ile ülkemiz kooperatifçiliğe ve üretim devrimine gereksinim duyacaktır…
27 Aralık Mustafa Kemal’in Ankara’ya Gelişi
Büyük önderimiz Mustafa Kemal kurtuluş savaşını yönetmek için en uygun koşulların Ankara olduğunu düşünerek bu şehre gelir ve şehre girişinde büyük bir coşku ile karşılanır. Daha sonra 13 Ekim 1923 yılında TBMM’nin kararı ile Ankara başkent oldu.
O günlerde ülkemizde ki pek çok kimse Ankara’nın başkent oluşunu içlerine sindirememişlerdi. Hatta ünlü şairlerimizden birisi; kendisine “Ankara’nın neyini seviyorsun?“ diye sorduklarında, “İstanbul’a dönüşünü.” diye yanıtlar.
Gerçi yabancı ülkeler de Ankara’nın Başkent oluşunu kabullenmezler. Ancak ATATÜRK büyük bir direnç gösterir ve daha sonraları bütün yabancı ülkeler büyükelçiliklerini Ankara’ya taşırlar ve Ankara küçük bir kasaba görüntüsünden dünyanın en modern şehirlerinden biri olur!!!
Aradan yıllar geçer, ülkemizi yönetenler tarafından İstanbul ekonomi başkenti yapılmak gibi tarihi bir hata yapılır (bazı kafalara göre ise İstanbul İslam merkezi olacakmış) ve bütün bankaları şimdi Ankara’dan İstanbul’a taşıyorlar. Bu uygulamanın bedelini ülkemiz çok ağır ödeyecektir…
Bugünkü yazılarımın uzaması nedeni ile üç önemli konuyu bir sonraki yazıma bırakıyorum:
Bu hafta bitecek olan COP 28 ilgili görüşlerim, AB Türkiye ile ilgili raporları ve uluslararası gelişmeler konuları bir sonraki yazımda yer alacak.
Orhan Ayber
0 notes