#Atilla Dirim
Explore tagged Tumblr posts
dipnotski · 4 months ago
Text
Leonie Lutz, Anika Osthoff – Dijital Dünyada Çocuklara Destek ve Rehberlik (2024)
“Çocuğum tableti elinden bırakmıyor.” “İmdat, oğlum oyun bağımlısı oldu!” “Ergen kızım kendi YouTube kanalını açmak istiyor, ne yapmalıyım?” Bu ve benzer endişeler, bugün anne babaların başlıca dert ve sıkıntı kaynakları arasında. Öte yandan dijital dünya artık geri dönüşsüz bir şekilde yerleşik ve vazgeçilmez bir olgu olarak hayatımızda. O halde endişelerimizi nasıl yönetmeli ve çocuklarımızın…
0 notes
aybarskagan · 1 year ago
Text
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu olmaz!
‘Türkiye destekli Azerbaycan Ermenistan’a saldırmış, etnik temizlik ve soykırım tehlikesi varmış’ diye Uluslararası örgütlere ‘kurtarın’ çağrısı yapan 128 ‘hak savunucusu’ çıktı!Emperyalizm uşağısınız anladık da, kaç paralık adamsınız onu söyleyin!
Aha liste de burada: A. Serdar Koçman, Abdullah Demirbaş, Adil Okay, Adnan Cangüder, Ahmet Hulusi Kırım, Ahmet Konuk, Akın Birdal, Akın Atauz, Akup Alakuş, Ali Ekber Kaypakkaya, Ali Gökkaya,  Anjel Dikme, Ari Günter, Aris Nalcı, Armen Korkmaz,  Atilla Dirim,  Attila Tuygan, Ayşe Hür, Aziz Tunç, Baskın Oran, Burak Demir, Cengiz Aktar, Cengiz Gültekin, Demir Sönmez, Denis Dreisbusch, Dilek Ak, Dinç Dinç, Doğan Özgüden, Emre Uslu, Enver Enli, Eren Keskin, Faruk Mızrak,  Fatime Akalın, Fatin Kanat, Fatma Gök,  Ferhat Umruk, Ferit Barut, Feyyaz Kerimo, Fikret Başkaya, Garo Kaprielyan, Gülseren Yoleri, Gün Zileli, Güngör Şenkal, Hacı Orman, Hakan Tahmaz, Haldun Açıksözlü, Halil Savda, Hanife Elmadağ, Haydar Doğan,  Hosrof Köletavitoğlu, Hovsep Hayreni, Hrant Kasparyan, Huriye Şahin, Hüseyin Habib Taşkın, Hüseyin Karakuş, Hüseyin Şenol, Hüsnü Öndül,  İlyas Danyeli, İnan Gedik, İnci Tuğsavul, İshak Kocabıyık, Jan Beth-Sawoce, Kasım Ergün, Kayuş Çalıkman G., Kazım Gündoğan, Kemal Bilget, Kenan Yenice, Kuvvet Lordoğlu, Leman Stehn, Lerna Ekmekçioğlu, Mahinur Şaşmaz, Mahmut Konuk, Mahmut Uzun, Mazlum Çetinkaya, Mehmet Ali Orğun, Mehmet Onur Yılmaz, Mehmet Tursun, Mehmet Uluışık, Memik Horuz, Mihail Vasiliadis, Miran Afşar, Murad Karakaş, Murad Mıhçı, Murat Polat, Necati Abay, Nedim Durmuş, Nevzat Onaran, Nuran Yüce, Nurten Kırmızıgül, Ohannis Conkar, Onur Hamzaoğlu, Osman Tiftikçi, Pınar Ömeroğlu, Ramazan Gezgin, Recep Maraşlı, Sait Çetinoğlu, Sarkis Adam, Selahattin Esmer, Selay Ertem, Sibel Perçinel, Sinan Canlı, Süleyman Eryılmaz, Şaban İba, Şanar Yurdatapan, Şenol Karakaş, Şiar Rişvanoğlu, Şükriye Ercan, Şükrü Hamarat, Taner Akçam, Tufan Sisli, Tuncay Yılmaz, Ufuk Güneş, Ülkü Çevik, Veysi Sarısözen, Yalçın Ergündoğan, Yasemin Balıkçı, Yasemin Çongar, Yıldız Aydın, Zehra Kabasakal Arat, Zeki Kahraman, Zeliha İkizer, Ziya Özder…
2 notes · View notes
hetesiya · 3 years ago
Text
Ankara nasıl başkent oldu | Altüst Dergisi
Ankara nasıl başkent oldu
Atilla Dirim
“Cumhuriyet Müesseseleri” Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi tarafından 1932 yılında İstanbul’da yayınlanan Hayat Ansiklopedisi’nin Ankara maddesi, başkentin Anadolu’ya taşınmasının nedeni ve bunun kimin fikri olduğuna dair şu bilgiyi verir: “Cihan harbini müteakip Osmanlı saltanatının yıkılması ve İstanbul’un müstevliler tarafından işgali üzerine, yeni neslin idealistlerini, çalışabilecek faziletli unsurlarını Anadolu yaylalarının açık havasına çıkarmak ve burada yeni devletin temellerini atmak lüzumunu hisseden, tatbik eden ve tahakkuk ettiren Büyük Reisimiz olmuştur.”
Bu bilgi Türkiye’de okula gitmiş olan hiç kimseye yabancı değildir. Daha ilkokuldan başlayarak Ankara’nın başkent yapılmasının sadece ve sadece Mustafa Kemal’in eseri olduğu, üstelik sadece Ankara’nın başkent yapılmasının değil, “yedi düvele” karşı verilen savaştan sonra “bağımsız Türk devletinin” kurulmasının tümüyle onun yetenekleri ve kararları sayesinde gerçekleştiği, bugün sahip olduğumuz her şeyi ona borçlu olduğumuz bıkıp usanmadan tekrar tekrar anlatılır.
Kemalist tek parti rejiminin bilhassa 1930 yılından sonra kurgulamaya başladığı ulusal kurtuluş mitolojisinin merkezinde Mustafa Kemal bulunmaktadır. Mustafa Kemal her şeyi tek başına başarmış bir deha, bir büyük önder, kahraman bir savaşçı, kendisini iyiliğe ve güzelliğe adamış bir ilerlemecidir. Zaten Nutuk‘ta “1919 senesi Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım” sözleriyle kendisi de bunun altını çizmektedir. O, tek olandır, bir şeyler başarmak sadece ona mahsustur. Diğer tarihsel figürler, güçlerini ve ışığını ondan alan figüranlardır. Bu bağlamda Ankara’yı başkent yapma fikri de elbette sadece ona aittir.
Almanların düşünceleri
Oysa gerçek tam olarak öyle değildi. Başkent’in İstanbul’dan Anadolu’ya kaydırılması fikri, 1800’lü yılların sonlarından itibaren yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Osmanlı ordusunda yapılması planlanan reform kapsamında II. Abdülhamid tarafından Prusya’dan istenilen ve 1882’de gelen askerî heyetin komutanı Otto von Kähler’in ölümü üzerine, 1885 yılında bu heyetin başına getirilen Wilhelm Colmar von der Goltz, ya da bilinen ismiyle Goltz Paşa, başkentin Asya’ya taşınması konusunda görüş bildiren isimlerden biriydi. Goltz Paşa, 1895 yılına kadar askerî okullar müfettişliği vazifesinde bulundu. Seferberlik, ordu harekâtı, harekât planları ve askerî haritalar konusunda çalıştı. Alman harp okulları örneğinde ders programları hazırladı ve Berlin Harp Akademisi’ni örnek aldı. Sonraki yıllarda bazı kısımları bizzat kendi kaleminden çıkan ve toplam 4000 sayfaya ulaşan ders kitapları hazırladı. Ayrıca hizmet, sağlık, yemek vakitleri ve doğru beslenme, dayak yasağı alanlarında düzenlemelere girişti.
Goltz Paşa, tüm bunları yaparken ordunun silâh alımlarında Almanya’nın tercih edilmesinde etkili oldu. Bin adet ağır topun Krupp şirketine sipariş edilmesine, yüz binlerce mavzerin satın alınmasına, Boğazlar’ın savunması için Schichau Tersanesi’nde bir torpido gemisinin yapımına önayak oldu. Aynı zamanda konunun siyasî ayağına da el atarak, 1895 yılında yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Güçlü ve Zayıf Yönleri” başlıklı makalesinde Asya’da kalan topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’nun çekirdeğini teşkil ettiği, bu bölgelerin daha fazla ihmal edilmemesi ve başkentin İstanbul’dan Asya’ya nakledilmesi gerektiği görüşünü ortaya koydu.
Daha sonra, 1913 yılında Neue Freie Presse gazetesinde yayınlanan bir makalesinde bu görüşlerini tekrarladı: “Osmanlı başkentinin taşınması gerektiğini sık sık söylerim. Tabii ve siyasî durum onu gerektiriyor. Hükümet, İstanbul’da kaldığı sürece gözlerini hep Avrupa’ya çevirecektir. İstanbul, azimle ve gayretle çalışmaya elverişli bir yer değildir. Ilıman iklimi, olağanüstü doğal güzelliği ve Boğaz’ın iki yakasıyla körfeze [Haliç’e] serilmiş durumu ile insanları gevşetir. İnsanları egemenliği altına alır. Oysa hükümet, çevresine ve kendisine egemen olmak durumundadır. Merkezi İstanbul’da bulunan hiçbir hükümet uzun süre sağlıklı ve g��çlü kalamadı. Aklıselim tarihçiler, Türk ihtişamının yıkılışının gizli başlangıcını Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da kalmaya karar verdiği zamana götürüyor. Taşınmak gerçekten çok zor. Yöneticiler, büyükler, tacirler, diplomatlar ve parlamentonun büyük çoğunluğu ‘yeryüzünün cennetini’ terk etmemek, Halep ve Şam’a taşınmamak için direnebilir.”
Almanya’nın Türkiye büyükelçisi Wangenheim ise Goltz Paşa ile aynı görüşte değildi. Ona göre İstanbul bir Avrupa şehri olarak başkent sıfatını korumalı, ancak Asya’da ikinci bir merkez teşkil edilmeliydi: “İstanbul hâlâ bir Avrupa şehridir ve günümüzde Avrupa’nın dev siyasî ve ticarî hayatına telgraflar, demiryolları ve vapur bağlantılarıyla sımsıkı bağlıdır. Başkentin Asya kıtasına kaydırılması, Türkiye’ye olan ilgiyi derhal önemli ölçüde azaltacaktır ve İran, Fas seviyesine düşürecektir… İstanbul, imparatorluğun merkezi olarak kalmalı. Şüphesiz vatandaşlarına daha yakın olabilmek için Sultan’ın ara sıra gidebileceği, Asya’da ikinci bir merkez (başkent) oluşturulmalı. Buna, ilk anda Arap dünyasını etki alanına alabilmek için konumu müsait bulunan Halep aday görülebilir.”
Osmanlı cenahı
Osmanlı cenahında ise genel olarak başkentin İstanbul olarak kalması görüşü hakimdi. A. Ziver isminde bir yazar 1913 yılında Payitahtın Nakli Meselesi, En Can Alacak Nokta adlı bir kitap yayınladı. Ziver’in naklettiğine göre, İstanbul’da Ermenice yayınlanan Jamanak gazetesinde Goltz Paşa’nın başkentin İstanbul’dan taşınması konusunda söylediklerine şöyle cevap veriliyordu: “İstanbul başkent yapılmakla Osmanlı Devleti zayıflamamış, tersine güçlenmiştir. Bir ülkenin ucundan ziyade ortasından daha iyi yönetileceği düşüncesi sakat bir görüştür. Çünkü Avrupa’nın pek çok başkenti ülkelerin ortasından daha uzaklara kurulmuşlardır.”
Ancak sonradan Ankara Hükümeti’nde bakanlık da yapacak olan Ahmet Ferit (Tek) Bey gibi bazı isimler, yeni bir başkentin gerekli olduğunu söylüyordu. Ahmet Ferit Bey, İfham gazetesinde yayınlanan “Konstantiniye’den Osmaniye’ye” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Payitahtın İstanbul gibi bir şehirden uzaklaştırılması güç bir meseledir. Hisse, ananeye aykırı bir te��ebbüs, fakat ne yapalım? Eğer bu nakil millet ve memleket selameti için lüzumlu ise. Payitahtın vatanın merkezine, milletin kalbine kurulması, yerleşmesi lazımdır. Payitaht bir devletin başı demektir. Düşmana baş uzatılmaz, baş saklanır, kollarla ayak onu müdafaa eder. Hudut bu kadar yaklaştıktan sonra İstanbul’da rahat oturmanın imkânı yoktur; idare merkezi bu gibi tehlikelerden masum olmak icap eder. Şimdiye kadar İstanbul’da tehlike yalnız Boğazlar cihetinden idi. Şimdi buna bir de karadan bir tehdit ilave olundu. Üç taraftan tehlikeye maruz bir noktada payitaht kurulamaz…”
Ahmet Ferit Bey, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra ortaya çıkan millî ülkenin; uçları Hopa, Kerkük, Rodos ve İstanbul’dan oluşacak dörtgenden kurulacağını söylüyordu. Yeni ülkenin başkentinin de bu dörtgenin ortasında Kayseri yakınlarında Osmaniye adıyla yeni kurulacak şehir olması gerektiğini söylüyordu.
İttihat ve Terakki
Osmanlı İmparatorluğu’nu 1914 yılında Almanya saflarında savaşa sokan İttihat ve Terakki Cemiyeti, olası bir yenilgi durumunda neler yapılacağına dair planlar da yapıyordu. Bu işle Teşkilat-ı Mahsusa görevlendirilmişti. Başta Kuşçubaşı Eşref Bey’in Salihli’deki çiftliği olmak üzere, çeşitli merkezlere silah ve para depolanıyordu. İstanbul’un işgal edilmesi durumunda başkentin Ankara, Sivas, Konya veya Kayseri’ye nakli öngörülüyordu, hatta padişahın bile kaçırılarak Ankara’ya getirilmesi ve direnişin buradan sürdürülmesi hesaplanıyordu. Bu maksatla İstanbul’dan Ankara’ya silah ve insan kaçıracak birimler oluşturulur, ayrıca haberleşmenin sağlanması için İstanbul- Ankara arasında “Kuşçu Telgraf Hattı” olarak bilinen gizli bir telgraf hattı kurulur.
Ankara’da 1915 yılının savaş koşullarında yapımına başlanan İttihat ve Terakki Kulüp Binası da, bu planın bir parçası olarak kabul edilebilir. Bina, Enver Paşa’nın emriyle Evkaf (Vakıflar İdaresi) mimarı Salim Bey tarafından projelendirilmiş ve projeyi yürütme görevi, dönemin İttihat ve Terakki Fırkası Ankara temsilcisi Memduh Şevket (Esendal) Bey’e, proje yapım işi ise Kolorduda görevli olan askerî mimar Hasip Bey’e verilmişti. Enver Paşa temel atma törenine bizzat katılmıştı:
“Tanin gazetesinin özel muhabiri Mehmet Muhsin’in bildirdiğine göre Ankaralılar, Paşayı taşıyan özel trenin gelmesine daha üç saat varken Hükümet Konağı ile İstasyon arasındaki geniş alanı doldurmuşlardı. İstasyon önü o kadar kalabalıktı ki, muhabirin ifadesiyle ‘adeta şehirde insan kalmamış denecek kadar emsali gayr-ı meşhûd bir izdiham ile muhât idi’.
Karşılamada halkın yanı sıra şehirdeki askerî ve mülkî erkân, eşraf, memleketin muteberleri, ulema, dinî ve ruhanî reislerle birlikte bir bölük asker, polis, jandarma efradı, Mekteb-i Sultani, Darülmuallimin ve Ziraat Mektepleri talebeleri yer alıyordu. Bu arada Vali Bey, Paşa’yı Ankaralılardan önce karşılamak üzere Sincan’a gitmiş ve orada trene binerek Enver Paşa’ya ‘hoşgeldiniz’ demişti.
Törenden sonra istasyon dışına çıkan Paşa, ilk önce talimgâhı ziyaret etmek istemişti. Bu yüzden kendisi için hazırlanan özel ata binerek ve çevrede birikmiş halkı selamlayarak atının üzerinde hareket etti. Talimgâhın denetlenmesinden sonra vali ile birlikte hükümet konağına geçen paşaya ‘vazife-i hoş-amedî’ etmek üzere vilayetin önde gelen adlî, idarî, askerî, dinî görevliler ile eşraf da konağa geçmişlerdi.
Hükümet konağındaki törenden sonra Enver Paşa, Vali Mazhar Bey’in bağ konağına birlikte gittiler. Sonrasında ise aynı gün Kırşehir’e gitmek üzere hareket etmiştir.” (Tanin, 29 Nisan 1330, s. 3.)
Tam olarak bitirilemeyen İttihat ve Terakki Kulüp Binası’nın inşaatı Ankara Hükümeti tarafından tamamlandı ve bina 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi, yani Birinci Meclis olarak kullanılmaya başlandı.
Anadolu Hükümeti
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkmasından sonra, Mustafa Kemal önderliğinde Ankara’da yeni bir örgütlenmeye gidildi. Bu çabaların daha önce yapılan planlara uygun şekilde yürütüldüğü düşünülebilir. İstanbul ise işgal edilmişti ve özellikle İngiliz tarafı, İstanbul’un artık başkent olarak kalamayacağını ve başkentin Anadolu’ya taşınması gerektiğini ifade ediyordu.
Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal, bu duruma tepki göstererek, 8 Ocak 1920 günü Ankara’dan Üçüncü Kolordu Komutanlığı’na şu şifreli telgrafı gönderdi: “İngiltere Hükümeti Başbakanı Lloyd George’un, İstanbul ve Boğazlar’ın milletlerarası hâle getirileceği, Türk Hükümeti’nin yeni merkezinin Anadolu’da olacağı ve İstanbul’un yalnız halifelik merkezi ve dinî bir başkent olarak kalacağı yolunda barış konferansına teklifte bulunacağı gazetelerde görüldü. Millî geleneklerimize ve dinimize aykırı olan böyle bir kararın milletimizce asla kabul edilmeyeceği doğaldır. Yabancı temsilcilere bu yolda sert protestolarda bulunulması ve gönderilecek protestoların bir örneğinin de bilgi için Heyeti Temsiliye’ye tellenmesi rica olunur”.
Ancak 1921 yılından itibaren Büyük Millet Meclisi’nde başkentin taşınmasıyla ilgili tartışmalar yaşanmaya başlamıştı. 31 Ocak tarihinde hükümet, Meclis’e bir başkent komisyonu kurulması önerisinde bulundu ve İstanbul’un artık siyasî başkent olarak düşünülmediği anlamına gelen bir kararname sundu. Kararname oy çokluğuyla reddedilince, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda başkent ile ilgili bir hüküm yer almadı.
Yine aynı günlerde Ankara’ya gelen Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit, Mustafa Kemal ile yaptığı mülakatta başkent tartışmaları hakkında da sorular sormuştu. Daha çok kısa bir süre öncesine kadar başkentin taşınmasını “millî geleneklere ve dine aykırı” gören Mustafa Kemal’in cevabı, bu defa farklı olmuştu: “İstanbul bizim geleneksel başkentimizdir ve öyle kalmalıdır. Ama dünya savaşı bize bir ders verdi ve tecrübe kazandırdı; saltanat ve halifelik İstanbul’da kalacaksa da gerçek hükümetin, millî hükümetin merkezi Anadolu’da olacak; yani İstanbul’dan daha iyi korunan yurdun orta yerinde bulunacaktır. Meclis elbette zaman zaman İstanbul’a gidebilir. Ama sürekli hükümet merkezi İstanbul’da olmayacaktır. Henüz kesin karar verilmiş değildir, konu görüşülmektedir. Başkent olabilecek yerler arasında Kayseri, Sivas ve Yozgat aklımızdan geçiyor. Başkentimizi kurmak amacıyla bir komisyon bu merkezî bölgeyi inceleyecektir. Başkent olarak seçilecek yerin ormanı, akarsuyu, kısacası doğal güzelliği olacaktır.”
Yeni başkent: Ankara
Gelişen olaylarla birlikte Lozan Antlaşması’nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra, İstanbul 23 Eylül 1923’ten itibaren tahliye edilmeye başlandı. 6 Ekim 1923’te İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından boşaltılması tamamlandı. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan ayrılması, hükümet merkezinin neresi olacağı konusunun daha da alevlenmesine neden oldu. Nihayetinde İsmet Paşa (İnönü) hükümet üyesi olmakla beraber, Ankara’nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923’te on dört arkadaşı ile birlikte, Malatya Milletvekili olarak Meclis’e sundu. Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, 13 Ekim’de tek maddelik kanun teklifi kabul edildi: Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.
Görüldüğü üzere, başkentin Anadolu’ya taşınması ihtiyacını hisseden, kabul ettiren ve uygulayan tek başına Mustafa Kemal değildir. Mesele on yıllar boyunca sert bir şekilde tartışıldıktan sonra karara bağlanmış ve güçlü bir muhalefete rağmen Ankara yeni devletin başkenti olmuştur.
0 notes
gozel · 4 years ago
Photo
Tumblr media
1916 yılının Eylül ayında çıkan yangında ise şehrin Ermeni ve Rum   mahalleleri tümüyle yanıp kül olmuştu. Yangın Ermeni mahallesinde   başlamış, Refik Halit Karay “sokaklardaki eşyaların üzerine sanki   gazyağı dökülmüş, benzin serpilmiş gibi alevlendiğini” yazmıştı. Zaten   bu mahallelerde pek az insan yaşıyordu; tehcirden kurtulmayı başaranlar bu yangınla kovulmuş, evlerdeki eşyalar sokaklarda yakılarak geriye   Hıristiyanlardan en küçük bir iz bile kalmaması sağlanmıştı.  
https://hyetert.org/2019/07/07/ankarada-bir-fabrika-maalesef-hristiyan-elinde/?
Ankara`da bir fabrika: “Maalesef Hristiyan elinde” 2019-07-07
Atilla Dirim
Atilla Dirim, “millî iktisat” politikasının bir uzantısı olarak Ankara Mensucat Fabrikası’nı ve fabrikanın Hristiyanların yok edilmesi ile ilgisini tartışıyor.
“Ankara’da çıkan bir takım örmeler var, bir takım güzel şeyler yapılıyor. Fakat bunların hepsi maalesef Hristiyan elindedir. (…) Bu, Ankara için zuldür ve ayıptır.”
Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında çok çarpıcı pasajlar vardır. Bunların belki de en etkileyicilerinden biri şudur: “Rum halk köklerine kadar sökülüp atılmakta idi. Onlarla beraber İzmir’in, bütün batı Anadolu’nun her türlü ekonomisini de köklerinden söküp atıyorduk. Bir merkezde kasabalılar bize gelmişler: ‘Arabamızı tamir ettiremiyoruz, giden Hristiyanlardan sanat sahibi olanları geri göndertseniz…’ demişlerdi. Yanmamış yerlerde çarşılar kapalı idi. Ticaret ve iyi tarım onların elinde olduğundan, Türkler alışmadıkları bir hayat tarzını yeni baştan kurmaya mahkûm idiler. Bu yeni hayat, yangın yerlerinde külden ve sıfırdan, ateş görmiyen yerlerde kapalı ve boş dükkânın açılmasından başlıyacaktı.”
Evet, ticaret, tarım ve sanatta ağırlık Hristiyanların elindeydi. 1908 Devrimi sonrasında siyasal iktidarı hızla eline geçirmiş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli politikalarından biri, “millî iktisat” anlayışı çerçevesinde Anadolu’da Müslüman bir burjuvazinin oluşturulmasıydı. İttihat Terakki bunun için çeşitli tedbirler almış, Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkatı çıkarılmış, kooperatifçilik özendirilmiş, ulusal bir bankanın kuruluşu sağlanmıştı. Ancak tedbirler sadece bunlarla sınırlı değildi; Anadolu’nun Hristiyan halklarının imhası da detaylı bir şekilde planlanmış, Ermeni halkı neredeyse son ferdine kadar yok edilmiş, Rum, Pontus, Süryani, Nasturî halkları ağır bir soykırıma tâbi tutulmuş, bunlardan ele geçirilen taşınır ve taşınmaz servetler Müslümanlara aktarılarak “millî burjuvazinin” oluşturulması desteklenmişti.
Millî bir şirket: Ankara Mensucat
Bu politikaların bir sonucu olarak Anadolu’nun pek çok yöresinde anonim şirketler kurulmuştu. Bunlardan biri de Ankara Millî Mensucat Anonim Şirketi’ydi. Bu şirket, 1916 yılında tiftik, yün, pamuk gibi dokumaya elverişli hammaddelerin işlenmesi, hazırlanması ve ticaretinin yapılması amacıyla kurulmuş, faaliyetlerine 1917 yılında başlamıştı. Bu son derece manidar bir tarihti, çünkü Ankara ve civarında yaşayan Ermeniler 1915-16 yıllarında tehcire tabi tutularak, büyük ölçüde imha edilmişti. 1916 yılının Eylül ayında çıkan yangında ise şehrin Ermeni ve Rum mahalleleri tümüyle yanıp kül olmuştu. Yangın Ermeni mahallesinde başlamış, Refik Halit Karay “sokaklardaki eşyaların üzerine sanki gazyağı dökülmüş, benzin serpilmiş gibi alevlendiğini” yazmıştı. Zaten bu mahallelerde pek az insan yaşıyordu; tehcirden kurtulmayı başaranlar bu yangınla kovulmuş, evlerdeki eşyalar sokaklarda yakılarak geriye Hristiyanlardan en küçük bir iz bile kalmaması sağlanmıştı.
Böylece Ankara’da, başta sof olmak üzere, üretim ve ticarete büyük bir darbe vurulmuştu. Sof adı verilen kumaş, tiftiğin dokunmasıyla elde ediliyordu. Ankara keçisinin kıllarından elde edilen tiftik üretimi de Ermenilerin elindeydi. Sof üretiminin esas merkezi, Ankara yakınlarındaki İstanos [Zir/Yenikent] kasabasıydı. Burası 4 bin nüfuslu bir Ermeni kasabasıydı ve halkının büyük kısmı tehcir esnasında yok edilmişti.
Ankara’da millî burjuvazi oluşturulması yolunda girişimler 1913 yılında başlatılmış, Ankara Vilayet Genel Meclisi’ne sunulan ve Dersaadet Ticaret Odası Gazetesi’nin 3 Ağustos 1329 [16 Ağustos 1913] tarihli nüshasında yayımlanan bir takrirde; ulusların gerçek kuvvetlerinin iktisadiyat ile ölçülebileceği belirtilmiş ve Ankara’da bir iplik fabrikasının kurulması için gereken desteğin verilmesi istenmişti. Bu takrire verilen yanıt yine aynı tarihli gazetede yayımlanmıştı.
Vilayet Genel Meclisi Nafıa Encümeni’nin mazbatasına göre Ankara’da sadece İstanos nahiyesinde gerçekleştirilen tiftik ipliği üretimi giderek yok olmaktaydı. El emeği ile üretilen ürünler, maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle Avrupa ürünleri ile rekabet edememekteydi. Rekabetin sağlanabilmesi için “fabrikasyon”a gidilmesi zorunluydu ve “bu çerçevede, …vilayetteki yün ve tiftik ipliği yapacak fabrika tesisi için on beş, yirmi bin liralık bir sermayenin tüccarân cânibinden vaz’ile bir anonim şirketi teşkil ettirilmesi veyahut bir münâsib tedbirin ittihazı esbâb ve vesâilinin istikmali [tamamlanması] hususunda hükümet-i seniyyeden istirham ve temenni olunması…” doğru olacaktı.
Ankara’nın Ermeni ve Rum sakinlerinin yok edilmesiyle birlikte, bu fabrikanın kurulmasının önü açılmıştı. Fabrikanın (tümü Müslüman olan) 29 kurucusunun on biri Beypazarı, ikisi Ayaş, ikisi Mihalıççık, birer tanesi de Urunkuş, Karagedik ve Eskişehir gibi Ankara’nın yakın çevresinden olan “girişimcilerden” oluşmaktaydı. Nizamnamesine göre merkezi Ankara olan şirketin sermayesi 50.000 liraydı.
Ah bu Hristiyanlar!
Fabrika kurulmuştu kurulmasına, ama işler iyi gitmiyordu. Üretim kalitesi son derece düşüktü, istenilen kalite bir türlü yakalanamıyordu ve bu konuda şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Fabrikada çalışan ustabaşlarının önemli bir kısmının İstanoslu Ermeniler olduğu anlaşılmaktaydı; tehcirden muaf tutulan bu ustaların çalışması bile kaliteyi artırmaya yeterli gelmediği gibi, fabrikada Hristiyanların çalışması da ayrıca şikâyet konusu oluyordu.
Büyük Millet Meclisi’nin 1 Ocak 1337 [1921] tarihli oturumunda subay ve memurların elbiselerinin yerli kumaştan dikilmesi hususunda verilen kanun teklifinin görüşülmesi sırasında söz alan Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri [Çantay] şunları söylemişti: “Bilhassa mensucat şirketlerini daha fazla himaye etmeliyiz. Meselâ Ankara’da da bir millî mensucat şirketi vardır ki, topallıktan hâlâ kurtulamıyor. Geçenlerde ziyarete gittim. Bakdım ki, tezgâh başında bulunan ustaların hepsi hiristiyandır. Ankara’da çıkan bir takım örmeler var, bir takım güzel şeyler yapılıyor. Fakat bunların hepsi maalesef hiristiyan elindedir. Müslümanlar şimdiye kadar Ankara’nın kıymetini daha ziyade artıran, mesela ‘sof’ işleri vardır ki; bu işlerde bile müslümanlar kendi haklarını, kendi kârlarını hiristiyanlara kaptırmışlardır. Softan sonra diğer iş ve işlemelerden hiristiyanlar müslümanlara nispeten çok fazla temettü ile para kazanıyorlar. Bu, Ankara için zuldür ve ayıptır. Kanun yapmaktan ziyade bilhassa memleket münevveranının millî cemiyetler ve millî şirketler ile mensucat ve mamulâtı dahiliyemizin terakkisine çalışması lâzımdır” (TBMM, 1337, s. 106).
Kötü şirket, kötü üretim
Amasya mebusu ve Nafia Vekili Ömer Lütfi [Yasan] Bey, ihtiyaç duyulan maddelerin daha pahalı olsa bile yurt içinden teminini desteklediğini, ancak belirli bir kaliteyi tutturmanın da önemli olduğunu vurgulamıştı. Örnek olarak Ankara Millî Mensucat Şirketi’nin ürünlerini göstermişti: “Bendeniz … pahalı olsun, dahilden alınsın prensibini tamamen takip etmek istedim, çünkü Avrupa’dan, İstanbul’dan vesair yerlerden lazım olan şeyleri alıp alamıyacağımıza ve bunun devam edip edemiyeceğine emin değildim. İlk evvela gözümün önüne Ankara Millî Mensucat Şirketi çarptı. Bunları gördüm, sof yapıyordu. Bunlarla görüştüm, ‘yün kumaş yapabiliriz’ dediler. Bir nümune getirdiler. Pazarlık ettik, münâkasa [eksiltme] falan yapmadan. Çünkü karşımızda rakip falan yoktu. Müdafaai Millîye Vekili’nin yanında münâkasa yapıldı, almağa başladık. İlk çıkardığı kumaşlar nümuneye katiyen gayri muvafık. Bakınız günahlarımızı arzediyorum size: Hattâ alınırken ambarda bulundum. Parmağımı kumaşa soktum, kumaştan çıktı. Malûmu âliniz ipi sağlam fakat dingi [dokumada atkının sıkıştırılması] yapılmadığı için seyrektir…. Fakat biz meyus olmadık efendiler. Şirkete lâzım olan ihtaratı yapmakla beraber kumaş almağa devam ettik ve askerimize geydirdik” (TBMM, 1337, s. 109).
Ancak fabrikada işler bir türlü yoluna girmiyordu. İstenilen kalite yakalanamadığı için şirket 1925 yılında iflas etme noktasına gelmiş; bu tarihte Ankara’da ileri gelen siyasîlerin ve bürokratların girişimleriyle sermaye artırımına gidilerek, yeni bir yönetim tesis edilmişti. Ancak hisseler özel şahıslara satılamadığı için 1927’de yeni bir malî kriz kapıya dayanmış, bu kriz Sanayi ve Maadin Bankası’nın şirkete ortak olmasıyla atlatılmaya çalışılmıştı. Ancak şirket 1928’de iflas ederek kapanmış, fabrika 1930’da İş Bankası tarafından satın alınarak “Ankara Mensucat Fabrikası TAŞ (Yünİş)” adıyla işletilmeye başlanmıştı. İş Bankası’nın esas görevi de zaten buydu; banka Mustafa Kemal tarafından “en kısa zamanda Türk zenginleri yetiştirip onları koruyarak millî burjuva kadrosunun temellerini atmak” amacıyla kurdurulmuştu.
Hal-î pür-melalimiz
Anadolu’da Hristiyanların ortadan kaldırılması, üretim ve pazarlama zincirine ağır bir darbe vurdu. Hammadde, işleme ve satış arasındaki halkalar koparak yok oldu, ekonomi pek çok yerde çökme noktasına geldi. İttihat Terakki’nin ve ardılı olan Kemalistlerin saksıda burjuvazi yetiştirme girişimleri büyük bir başarısızlıkla duvara tosladı, etkisi bugüne kadar süren bir yoksulluk ve sefalet Anadolu’ya damgasını vurdu. Daha da kötüsü, yok edilen Hristiyanlar bütün bu felaketin sorumlusu olarak gösterildi.
Türk zenginleri yetiştirip korumakla görevli banka ne mi yapıyor? Faaliyetine aynı şekilde devam ediyor, hepsi bu.
-
Kaynakça
Murat Koraltürk, Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları – Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Tek Parti Dönemi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007.
H. M. Özer, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Milli Tüccar Oluşturma Çabalarında İş Bankası’nın Rolü”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 69 (2), 2014.
Zafer Toprak, Türkiye’de “Millî İktisat” (1908-1918), Yurt Yayınları, 1982.
B. M. Varlık, “Ankara Milli Mensucat (Türk) Anonim Şirketi (1916-1930)”, Ankara Araştırmaları Dergisi, 2(1), 2014.
http://www.bolsohays.com/haber-144803/ankarada-bir-fabrika-maalesef-hristiyan-elinde.html
#--
0 notes
ontoloji · 7 years ago
Text
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Ontoloji Tartışmaları 2: Değişim: Hareket, Zaman, Mekân (29-30 Kasım 2017)
29 Kasım Çarşamba
I. Oturum / Oturum Başkanı: Dr. Egemen Kuşçu
[10:00-10:25] Derya Önder: Parmenides’in Zaman Anlayışı [10:25-10:50] Dr. Engin Koca: Bitmeyen Kavga: Akıl ile Hareket - Aristoteles, Descartes ve Newton Açısından Bir İnceleme [10:50-11:15] Prof. Dr. Cengiz Çakmak: İlk Filozoflarda Değişim ve Zaman [11:15-11:45] Soru-Cevap
II. Oturum / Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Vedat Kamer
[13:30-13:55] Prof. Dr. A. Kadir Çüçen: Heidegger’de ve Descartes’ta Zaman ve Varlık [13:55-14:20] Doç. Dr. A. Ayhan Çitil: Uzayın Üç Boyutluluğunun ve Sürekliliğinin Düşünsel Zemini [14:20-14:45] Prof. Dr. Şafak Ural: Tekil'in Ontolojisi [14:45-15:15] Soru-Cevap
[15:15-15:30] Ara
III. Oturum / Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Murad Omay
[15:30-15:55] Yrd. Doç. Dr. Cahid Şenel: Yeni-Platoncularda Hareket ve Zaman [15:55-16:20] Dr. Didem Çoban Sarı: Thomas Aquinas’ta Zaman ve Varoluş [16:20-16:40] Soru-Cevap
30 Kasım Perşembe
I. Oturum / Oturum Başkanı: Doç. Dr. Mehmet Günenç
[10:00-10:25] Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu: Mekân’ın Onto-geometrisi: İbn Heysem’in Mekân Tasavvuru Üzerine Bir Giriş [10:25-10:50] Dr. Egemen Kuşçu: Cambridge Değişimi: Neden Tüm Özellikler Aynı Değildir? [10:50-11:15] Doç. Dr. Özgüç Güven: Einstein ve Görelilik: Kant’ın Vedası mı, Geri Dönüşü mü? [11:15-11:45] Soru-Cevap
II. Oturum  / Oturum Başkanı: Dr. Esma Kayar
[13:30-13:55] Ömer Osman Sarı: Marx’ta Toplum: Değişim Dünyasında Düzenliliğin Yeniden Üretimi [13:55-14:20] Doç. Dr. Mehmet Günenç: Üç Farklı İlim İçindeki Üç Farklı Zaman [14:20-14:45] Prof. Dr. Teoman Duralı: Dirim ve Kültür Evrimlerinde Değişim [14:45-15:15] Soru-Cevap
[15:15-15:30] Ara
III. Oturum / Oturum Başkanı: Doç. Dr. Nazlı İnönü
[15:30-15:55] Yrd. Doç. Dr. Ali Suat Gözcü: Süredurum ve Değişim [15:55-16:20] Prof. Dr. Atilla Erdemli: Yaşama Sorunu Bakımından “Oluş” [16:20-16:40] Soru-Cevap
2 notes · View notes
pdfindiroku-blog · 7 years ago
Text
Altüst Dergisi, Sayı 20 PDF
Altüst Dergisi, Sayı 20 PDF
Altüst Dergisi, Sayı 20 Derginin 20. sayısı Temmuz ayında yayınlanıyor. Türk, Kürt, Ermeni ve Yahudi sosyalistlerin birlikte çıkarttıkları enternasyonalist dergi ALTÜST‘te, birçok konu ve dosyaya yer veriliyor. Yayın politikası “Ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, militarist, islamafobik ve cinsiyetçi olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, pekiştirmek” olarak belirlenen derginin 20. sayısı yine dosyalarla ve teorik-tartışma yazılarıyla dopdolu.   Bu sayıda yer alan “İstanbul’un Fethi ve AKP” dosyasında Mehmet Ö. Alkan, Ahmet Ersoy ve Canan Ertufanlıolu’nun yazıları, Fatma Akdokur’un “İslamcılık ve Kadın”, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “Laiklik ve Dindar Anayasa”, Roni Margulies’in “Unutturulan…”, Murat Belge’nin “Bir Afişin Düşündürdükleri” yazıları yer alıyor. Ve Turgut Tarhanlı, Işıl Demirel, Atilla Aytimur, Sinan Özbek, Atilla Dirim, Can Irmak Özinanır ve Ahmet Eken dahil daha pek çok yazar, pek çok yazı var.
Altüst Dergisi, Sayı 20 PDF
0 notes
kitabinipdfindir-blog · 7 years ago
Text
Altüst Dergisi, Sayı 20
Altüst Dergisi, Sayı 20 Derginin 20. sayısı Temmuz ayında yayınlanıyor. Türk, Kürt, Ermeni ve Yahudi sosyalistlerin birlikte çıkarttıkları enternasyonalist dergi ALTÜST‘te, birçok konu ve dosyaya yer veriliyor. Yayın politikası “Ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, militarist, islamafobik ve cinsiyetçi olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, pekiştirmek” olarak belirlenen derginin 20. sayısı yine dosyalarla ve teorik-tartışma yazılarıyla dopdolu.   Bu sayıda yer alan “İstanbul’un Fethi ve AKP” dosyasında Mehmet Ö. Alkan, Ahmet Ersoy ve Canan Ertufanlıolu’nun yazıları, Fatma Akdokur’un “İslamcılık ve Kadın”, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “Laiklik ve Dindar Anayasa”, Roni Margulies’in “Unutturulan…”, Murat Belge’nin “Bir Afişin Düşündürdükleri” yazıları yer alıyor. Ve Turgut Tarhanlı, Işıl Demirel, Atilla Aytimur, Sinan Özbek, Atilla Dirim, Can Irmak Özinanır ve Ahmet Eken dahil daha pek çok yazar, pek çok yazı var.
Altüst Dergisi, Sayı 20
0 notes
ebookindiroku-blog · 7 years ago
Text
Altüst Dergisi, Sayı 20 Ebook
Altüst Dergisi, Sayı 20 Derginin 20. sayısı Temmuz ayında yayınlanıyor. Türk, Kürt, Ermeni ve Yahudi sosyalistlerin birlikte çıkarttıkları enternasyonalist dergi ALTÜST‘te, birçok konu ve dosyaya yer veriliyor. Yayın politikası “Ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, militarist, islamafobik ve cinsiyetçi olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, pekiştirmek” olarak belirlenen derginin 20. sayısı yine dosyalarla ve teorik-tartışma yazılarıyla dopdolu.   Bu sayıda yer alan “İstanbul’un Fethi ve AKP” dosyasında Mehmet Ö. Alkan, Ahmet Ersoy ve Canan Ertufanlıolu’nun yazıları, Fatma Akdokur’un “İslamcılık ve Kadın”, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “Laiklik ve Dindar Anayasa”, Roni Margulies’in “Unutturulan…”, Murat Belge’nin “Bir Afişin Düşündürdükleri” yazıları yer alıyor. Ve Turgut Tarhanlı, Işıl Demirel, Atilla Aytimur, Sinan Özbek, Atilla Dirim, Can Irmak Özinanır ve Ahmet Eken dahil daha pek çok yazar, pek çok yazı var.
Altüst Dergisi, Sayı 20 Ebook
0 notes
guncelpdfindir-blog · 7 years ago
Text
Altüst Dergisi, Sayı 20
Altüst Dergisi, Sayı 20 Derginin 20. sayısı Temmuz ayında yayınlanıyor. Türk, Kürt, Ermeni ve Yahudi sosyalistlerin birlikte çıkarttıkları enternasyonalist dergi ALTÜST‘te, birçok konu ve dosyaya yer veriliyor. Yayın politikası “Ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, militarist, islamafobik ve cinsiyetçi olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, pekiştirmek” olarak belirlenen derginin 20. sayısı yine dosyalarla ve teorik-tartışma yazılarıyla dopdolu.   Bu sayıda yer alan “İstanbul’un Fethi ve AKP” dosyasında Mehmet Ö. Alkan, Ahmet Ersoy ve Canan Ertufanlıolu’nun yazıları, Fatma Akdokur’un “İslamcılık ve Kadın”, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “Laiklik ve Dindar Anayasa”, Roni Margulies’in “Unutturulan…”, Murat Belge’nin “Bir Afişin Düşündürdükleri” yazıları yer alıyor. Ve Turgut Tarhanlı, Işıl Demirel, Atilla Aytimur, Sinan Özbek, Atilla Dirim, Can Irmak Özinanır ve Ahmet Eken dahil daha pek çok yazar, pek çok yazı var.
Altüst Dergisi, Sayı 20
0 notes
dipnotski · 1 year ago
Text
Bastian Hain – SS (2023)
Bugün SS kısaltması tüm dünyada kötülükle eşanlamlıdır. SS mensuplarının Avrupalı Yahudilerin ortadan kaldırılmasında oynadıkları rol hafızalara kazınmıştır. Peki, bu “Kara Tarikat” nasıl ortaya çıktı ve ideolojisi aslında neye dayanıyordu? Bastian Hain bu kitabında en son araştırmalara dayanarak Üçüncü Reich’ın Staatsschutzkorps’larının tarihini anlatıyor, örgütün kökenlerini, kültünü ve…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pasulya · 9 years ago
Text
Fethiye Çetin: Dink cinayeti bir takım çatışmaların aracı kılındı
Pasulya sevenler pasulya.com yine makale paylaştı. Makalemizin başlığı: Fethiye Çetin: Dink cinayeti bir takım çatışmaların aracı kılındı makalemizin içeri��i:
Makale Kategorisi: Güncel Makale URL: http://www.haberlero.com/fethiye-cetin-dink-cinayeti-bir-takim-catismalarin-araci-kilindi-haberi-7141.html Google'dan gelen aramalar: ali fuat yılmazer, atilla dirim, buda, bülent, cetin, dink, fatma, fethiye, fethiye çetin, fethiye çetin hrant dink avukatı, Hrant Dink, ohannes kılıçdağı, ramazan akyürek, savcı, tahir, tahir elçi, yargılanacak, yıldız önen Yazar: Hüseyin Kürklü :D
0 notes
hetesiya · 3 years ago
Text
Atilla Dirim Atilla den
Kalemine sağlık..
Yine bir 19 Mayıs geldi çattı. Bugün yine milyonlarca insan samimi olarak kendilerini emperyalizm canavarından kurtardığına inandığı Mustafa Kemal'e şükürlerini sunacak, Türk olduğu için gurur duyacak, bayraklarını mağrur bir şekilde taşıyacak, onu ne kadar özlediklerini söylemek ve gelip kendilerini bir kez daha kurtarmasını istemek için Anıtkabir'e akın edecek. Benim de aralarında bulunduğum az sayıdaki insan ise Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılan olayın emperyalizme karşı verilmiş bir savaş olmadığını, emperyalist devletlerin kendi ülkelerinde devrimler olacak korkusuyla çekip gittiğini, bu savaşın aslında Küçük Asya'yı, Pontos'u, Batı Ermenistan'ı, Kürdistan'ı Hıristiyanlardan tamamen arındırarak, Müslüman/Sünni/Türk/Erkek esasına dayanan bir ulus devlet kurma çabasının son hamlelerinden biri olduğunu anlatacak. Sesimiz fazla uzaklara yayılmayacak.
19 Mayıs'ı kurtuluş olarak gören milyonlar bugün mutlu mu? Kesinlikle değiller. Bir yandan yaratılan bu efsaneyle avunmaya çalışıyor, öte yandan daha iyi bir hayatın önkoşulu olan demokratikleşmeyle ilgili olabilecek her türlü hareketten korkuyla uzak duruyorlar, çünkü kendilerine şu öğretilmiştir: Siz zaten kurtarıldınız, bir daha kurtarılmanıza gerek yoktur, bu devlet artık sizindir, sizin kurtuluşunuzun teminatıdır ve her ne surette olursa olsun bu devlete eleştiri getirenler, - o eski düşman - emperyalizmin maşasıdır ve amaçları size kötülük etmektir.
Hal böyleyken ne yapmalı? Kuşkusuz elimizde her şeyi bir anda değiştirecek bir sihirli değnek yok, ancak demokratikleşme için atılacak her adım, kazanılacak en küçük bir demokratik mevzii, soykırımlarla yüzleşmenin kapısını biraz daha aralayacaktır.
Pontos soykırımında katledilen yüz binlerin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
0 notes
akademikitap-blog · 12 years ago
Text
New Post has been published on Akademik Kitaplar
New Post has been published on http://www.akademikitap.com/iskalanmis-baris-hans-lukas-kieser-atilla-dirim.htm
Iskalanmış Barış Hans Lukas Kieser Atilla Dirim
Iskalanmış Barış isimli kitabın yazarı Hans Lukas Kieser çevirmeni Atilla Dirim olarak belirtilmiştir. Iskalanmış Barış, Tanzimattan başlayarak İkinci Dünya Savaşt arifesine uzanan süreçte Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve Süryani etnik toplulukların kimlik inşa macerasını anlatıyor. Bölgedeki Protestan misyonlarının -giderek Batılı devletlerin politikalarından özerkleşen- etkinliklerinin bu maceradaki özel etkisine eğilerek…
Iskalanmış Barış kitabının sayfa miktarı : 864 Iskalanmış Barış kitabı Türkçe olarak yazılmıştır.
0 notes
kampusten-blog · 12 years ago
Text
Türkiye, Yahudiler ve Holokost Corry Guttstadt Atilla Dirim
Türkiye, Yahudiler ve Holokost Corry Guttstadt Atilla Dirim
Türkiye, Yahudiler ve Holokost isimli kitabın yazarı Corry Guttstadt çevirmeni Atilla Dirim olarak belirtilmiştir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Yahudi soykırımıyla ilgili nasıl bir politika izledi? Bu konudaki yaygın ve popüler anlatıya göre, Avrupadaki bazı Türk diplomatlarının girişimleri, binlerce Yahudinin soykırımdan kurtulmasını sağlamıştı. Elinizdeki kitap, bu korumacı-kurtarmacı tutumun istisnai, münferit olduğunu ortaya koyuyor. Corry Guttstadt, olağanüstü ayrıntılı incelemesinde, İkinci Dünya Savaşı döneminde Türkiyenin izlediği resmî politikanın Yahudileri vatandaşlıktan çıkartarak kaderlerine terk etmek olduğunu gösteriyor bize. Birçok Avrupa ülkesinde yaşayan binlerce Yahudi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kaybetmeleriyle beraber, kaderlerine yani Nazilerin soykırım aygıtının eline terk edilmiş. Hem Türkiye devletinin ve resmî/milliyetçi ideolojinin azınlıklarına bakışına dair, hem de Türkiye ile Nazi Almanyası arasındaki ilişkilere dair bilgilerimizi derinleştiren bir çalışma. Ayrıca, Nazilerin soykırımı örgütlemekteki dehşet verici titizlik ve kararlılıklarını da gösteriyor. Tarihin karanlık bir sayfasındaki, şimdiye kadar hiç göz atılmamış bir paragrafı aydınlatan bir kitap.
Türkiye, Yahudiler ve Holokost Corry Guttstadt Atilla Dirim
Akademik Kitaplar , Kültür Sanat Kitapları
0 notes
pdfindiroku-blog · 7 years ago
Text
Altüst Dergisi, Sayı 20
Altüst Dergisi, Sayı 20
Altüst Dergisi, Sayı 20 Derginin 20. sayısı Temmuz ayında yayınlanıyor. Türk, Kürt, Ermeni ve Yahudi sosyalistlerin birlikte çıkarttıkları enternasyonalist dergi ALTÜST‘te, birçok konu ve dosyaya yer veriliyor. Yayın politikası “Ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, militarist, islamafobik ve cinsiyetçi olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, pekiştirmek” olarak belirlenen derginin 20. sayısı yine dosyalarla ve teorik-tartışma yazılarıyla dopdolu.   Bu sayıda yer alan “İstanbul’un Fethi ve AKP” dosyasında Mehmet Ö. Alkan, Ahmet Ersoy ve Canan Ertufanlıolu’nun yazıları, Fatma Akdokur’un “İslamcılık ve Kadın”, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “Laiklik ve Dindar Anayasa”, Roni Margulies’in “Unutturulan…”, Murat Belge’nin “Bir Afişin Düşündürdükleri” yazıları yer alıyor. Ve Turgut Tarhanlı, Işıl Demirel, Atilla Aytimur, Sinan Özbek, Atilla Dirim, Can Irmak Özinanır ve Ahmet Eken dahil daha pek çok yazar, pek çok yazı var.
Altüst Dergisi, Sayı 20
0 notes
kitabinipdfindir-blog · 7 years ago
Text
Altüst Dergisi Sayı:18 2016
Altüst Dergisi Sayı:18 2016 Derginin 18. sayısı Ocak ayında yayınlanıyor. Türk, Kürt, Ermeni ve Yahudi sosyalistlerin birlikte çıkarttıkları enternasyonalist dergi ALTÜST‘te, birçok konu ve dosyaya yer veriliyor. Yayın politikası “Ulusalcı, Kemalist, milliyetçi, militarist, islamafobik ve cinsiyetçi olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, pekiştirmek” olarak belirlenen derginin 18. sayısı yine dosyalarla ve teorik-tartışma yazılarıyla dopdolu. Bu sayıda yer alan “Konut, TOKİ, Rant” dosyasında İhsan Bilgin ile söyleşi ve Esra Akbalık, Emel Cantürk, Hale Sinirlioğlu, Pınar Erginsoy ve Ayşe Çavdar’ın yazıları, “İstanbul’da Opera” dosyasında Ahmet Kutsi Tecer, Günay Akarsu ve Ahmet Turan Köksal’ın yazıları yer alıyor. Ve Roni Margulies, Bülent Bilmez, Sevag Değirmenciyan, Ekrem Özden, Atilla Dirim dahil daha pek çok yazar, pek çok yazı var
Altüst Dergisi Sayı:18 2016
0 notes