Tumgik
#2020 şiirleri
damladanummana · 25 days
Text
Yorgun Adam
Yorgun Adamİnsan o kadar zaman güçlü olmaya, güçlü durmaya çalışır, her şeye ve her kese karşı güçlü durmak için o kadar çok çalışır ki bu çalışma, çabalama ziyadesiyle yorar ve yıpratır onu.Bir gün, bir yerde, ufacık bir şey bu yılların verdiği yorgunluğu deşifre eder ve bu zamana kadar hiç göz yaşı dökmemiş insan, oturur hüngür hüngür ağlar, bir çağlayan gibi gürül gürül ağlar. İşte bu Sevgili…
youtube
View On WordPress
0 notes
mavigibisiir · 1 year
Text
Canıma değen güzele
Bu belki son mektubumdur ya da belki son kez okuyorsundur. 17 Mayıs 2010'da başlayan hikayenin sonudur belki. Bir çocuğun, gönlünün uçurumundan atlayışıdır belki.
Hiçbir şey olmamış gibi ya da bir ömür gibi. Ömrümün yarısı seni içimde taşıyarak geçti, bugün sana veda vakti. Her zaman kapında bekleyen çocuğun gitme vakti. Geçen 13 senenin kapısı kapanıyor, bu dünyadan bir çocuk daha eksiliyor.
Bana kattıkların için teşekkür ediyorum. Her ne kadar bilmesen de manevi anlamda bana çok şey kattın. Bazı zamanlar cehennemin içinden çıkardın. Bana çok fazla kişi "bu kız sana hiçbir zaman bakmaz" demişti, inanmamıştım. Haklı çıktılar. Umudumu da inadımı da bırakıyorum, gönlümün uçurumundan atlıyorum.
Hep güzel anılar yok, büyük yaralar da var. Mesela bir keresinde 14 yaş doğum gününe davet etmiştin ve orda eski sevgilinle dans etmiştin. Daha çocuktuk ama bende çok büyük yara olmuştu. Hediyemi kendim veremeyip çıkmıştım, bir başkasıyla göndermiştim. Neyse, ben güzel anmaya devam edeceğim. Geçmişin yaralarına gülümseyeceğim.
Seninle son konuştuğumuzda sene 2020'ydi. Kısa bir süre konuşmuştuk. Bana kurabiye fotoğrafı yollamıştın çikolata parçacıklı, ocağın başından kaşarlı köfte fotoğrafı da yollamıştın hala galerimde duruyor o fotoğraflar. Oturduğum evin fotoğrafını çekmiştin o da duruyor. Ses kaydı yollamıştın ara sıra dinlerdim. Eski konuşmalarımız hala duruyor silememiştim. Yeni farkettim, sen veda mesajını 17 Mayıs günü yollamışsın. Tesadüf mü? Gerçi ne önemi var ki?
Benim 13 yılıma kimse takıntı diyemez. Kimse gönlümü bilemez. Sevmek nedir bilmez. Kimin ne dediği umrumda da değil gerçi. 2020'den bugüne 3 yıl geçti. Bir sürü şiir yazdım, mektup yazdım, besteler yaptım. Bunu nasıl yaptım biliyor musun? Sen buraya her girdiğinde görüyordum.. Mecazi anlamda değil gerçekten görüyordum. Hala daha görüyorum. Burada google analytics var ve buraya kimin uğradığını görüyorum. İlk zamanlar her gün çokça giriyordun. Uzun bir süre günde bir uğruyordun. Ben de bunu gördükçe daha fazla yazıyordum. Daha sonra zamanla haftada bire falan düşmüştü, telefonunu değiştirmiştin ve hatta bir ara uzun süre girmemiştin, korkmuştum. Yakın zamanda çokça uğradığını gördüğümde bir şeyler olduğunu anlamıştım. Ama bunu beklemiyordum. İnan beklemiyordum, şok oldum. Buraya girip ne yapıyordun? Madem birisiyle görüşüyordun ne diye sana yazdığım şiirleri okuyordun? Kimi zaman gece yarısında girip okuyordun, ne diye okuyordun? Benim yazdığım şiirleri o yazmış gibi bir şey ya da daha farklı kafada okuyorduysan eğer sana hakkımı helal etmem. Şiirlerimi kimseye yedirtmem. Kalbinde bir yere sahip olduğumu düşünüyordum, sense çok farklı bir yerdeymişsin. Utandım. Yaşadığımdan utandım. Gönlüne girdim sanmıştım. Bir zamanlar bir hayal kurmuştum ve sen hayalimde, sevdiğin şiirleri seçip el yazınla deftere ya da günlüğüne yazıyordun. Ben sanırım epey safmışım.. Sen bu mektubu eğer okursan bundan da haberim olacak. Zaten daha da bir şey yazmam gibime geliyor, sen de gelmezsin muhtemelen. Doğru bilgi verdiğinden emin olamadığım bir metrik var o da giriş yaptığın şehirler. Geçenlerde üç farklı şehirden girmiştin, garip gelmişti. Ama muhtemelen Ankara doğruydu. Bilmiyorum oraya mı taşınıyorsun? Kim bu? Keşke anlatsan ben de bilsem. Hani ne vardı da, ne kadar sevdin de henüz yirmi altında evlenme kararı aldın? Hayretler içinde boğuluyorum. Acımdan mı zevk alıyorsun ki benim feryatlarımı bu kadar merak ediyorsun? Evlenecek seviyeye gelmişken, seni çocukluğundan beri seven adamın sana yazdıklarını okuyorsun? Beni madem hiç sevmedin, neden yıllardır sana yazdıklarımı okuyorsun? Aklıma saçma sapan şeyler geliyor, keşke bir açıklama yapsan. Ben seni yine de güzel hatırlayıp, güzel anacağım. Sen hep bir yerlerde kalacaksın, güzel kalacaksın.
Hoşçakal, yarın sabah güneşim karanlık doğacak. Zamanla aydınlanacak ama bir önemi yok.
Hoşçakal, güzel duygularımın müsebbibi.
Bir sen vardın dünyada güzel bildiğim, yarından artık ne beklerim?...
...
-seni her koşulda, her anda daima seven Mehmet
14 notes · View notes
turkeytraveltours · 6 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/asik-veyselsiz-51-yil.html
Aşık Veysel'siz 51 yıl...
Tumblr media
Aşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olan ve soyu Horasan Türkmenlerine dayanan Aşık Veysel, Gülizar ve Ahmet Şatıroğlu çiftinin çocuğu olarak 25 Ekim 1894‘te Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Sanatçı, hayatının büyük bölümünü Sivrialan’da, zorlu yaşam koşullarında geçirdi.
İki kız kardeşi çiçek hastalığına yakalanarak yaşamını yitiren Aşık Veysel, aynı hastalık nedeniyle 7 yaşında sol gözünü kaybetti. Bir gün, inek sağan babasının yanına giden halk ozanı, ters bir hareketten ürken öküzün boynuzunun sağ gözüne girmesiyle tamamen görme engelli oldu. Geçimini güçlükle sağlayan ailesi, Aşık Veysel’in gözlerini tedavi ettiremedi.
Halk ozanları ve aşıklık geleneğiyle tanınan Emlek yöresindeki Sivrialan’a sık sık aşıklar gelir, sohbet, muhabbet ve cem yapardı. Henüz çocukken bu toplantılara katılan Şatıroğlu, aşıklardan deyişler dinleyip, onların paylaştığı bilgilerden faydalandı.
Tumblr media
BABASI, ÇOCUKKEN AŞIK VEYSEL’E ÖZEL BİR BAĞLAMA YAPTIRDI
Oğlunun şiire, saza ve söze merakını fark eden Ahmet Şatıroğlu, Aşık Veysel‘e özel bir bağlama yaptırdı. Aşık Veysel, babasının da teşvikiyle ilk saz derslerini köyün saz ustalarından Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin’den aldı. Gittikçe daha iyi bağlama çalan sanatçı, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre ve Aşık Agahi gibi birçok usta ismin eserlerini yorumladı.
İlk evliliğini 1919’da Esma Hanım ile yapan Aşık Veysel’in bu evlilikten bir kızı, bir de oğlu oldu. Oğlu henüz 10 günlükken, kızı da 2 yaşındayken hayatını kaybetti. Usta sanatçı, kızı henüz 6 aylıkken, eşi Esma Hanım tarafından terk edildi. Aşık Veysel’in annesi Gülizar Hanım 1921’in şubatında, babası ise annesinden 8 ay sonra yaşamını yitirdi.
Unutulmaz halk ozanı, bir dönem Sivas Zara çevresindeki köylerde 3 ay kadar kaldı. O süreçte Hafik ilçesinin Karayaprak köyündeki Yalıncak Baba Tekkesi‘ne uğrayan Şatıroğlu, tekkenin temizliğini yapan Gülizar Hanım‘la 1928’de evlendi.
Usta ozanın bu evlilikten de Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarını verdiği 7 çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybetti. Ozanın büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu, 2018’de 84 yaşındayken, büyük kızı Zöhre Başer 2020’de 85 yaşında, Bahri Şatıroğlu ise 2021’de yaşama veda etti.
HALK ŞAİRLERİ BAYRAMI’NDA BİRİNCİ OLDU
Sivas’ta öğretmenlik ve Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulunan şair ve oyun yazarı Ahmet Kutsi Tecer’in 1931’de organize ettiği Sivas Halk Şairleri Bayramı’na katılan Aşık Veysel, etkinlikte gerçekleşen yarışmada birinci geldi.
Aşık Veysel 1933’e kadar usta ozanların şiirlerini seslendirdi, bu dönemden sonra ise kaleme aldığı şiirleri besteleyerek, müzikseverlerin beğenisine sundu.
Ömrü yoksulluk ve mücadeleyle geçen Aşık Veysel, Cumhuriyet’in 10. yılı için yazdığı destanın yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramı’ndaki başarısı ile dikkati çekti. “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası/Kurtardı vatanı düşmanımızdan” dizeleriyle başlayan şiiri Atatürk’e okumak amacıyla bir arkadaşıyla 3 ay yürüyerek Ankara’ya ulaştı ve Hakimiyeti Milliye gazetesine gitti.
Gazeteciler, Aşık Veysel’in yazdığı şiiri not etti ve şiir 2-5 Nisan 1934’te Hakimiyeti Milliye gazetesinde 3 gün yayınlandı. Ancak Veysel, Atatürk’e ulaşamadı.
Tumblr media
Aşık Veysel, Sivrialan köyündeki elma bahçesinde kızkardeşi ve torunuyla.
SAZIYLA TÜRKİYE’Yİ DOLAŞTI
Geçimini saz ile sağlayan Aşık Veysel, 1933’ten itibaren Cört İbrahim’le Türkiye’yi dolaşmaya başladı. Bu süreç 1940’a kadar devam etti ve Cört İbrahim’in yerini oğlu küçük Veysel aldı. Bir süre sonra İstanbul’a gidip plak da dolduran Veysel, radyo konserleri verdi. Usta ozan, oğlu Hüseyin’in vefatından sonra diğer oğlu Ahmet’le önce Erzurum’u, ardından Erzincan, Malatya, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Ankara’yı dolaştı.
Ankara’da Ülkü mecmuasını çıkaran Ahmet Kutsi Tecer’le görüşen Veysel’e burada İsmail Hakkı Tonguç ve Ferit Oğuz Bayır tarafından köy enstitülerinde ders vermesi teklif edildi. Aşık Veysel hiç düşünmeden teklifi kabul etti. Halk ozanı, 1941’de Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü, 1943’te Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, 1944’te Kastamonu Gölköy Enstitüsü, 1945’te Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü, 1946’da ise Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde çalıştı.
Şatıroğlu, “Toprak” adlı unutulmaz eserini, Çifteler Köy Enstitüsü’ndeyken kaleme aldı ve türkü olarak besteledi.
Balıkesir, Erzurum, Malatya, Kırklareli ve Adana’da da köy enstitülerinde konserler veren sanatçı, böylece binlerce gence bağlama dinletti.
Çiftçiliğin yanında bahçe işleriyle de uğraşan Aşık Veysel, köydeki ilk meyve ağaçlarını yetiştirerek, köylülere de örnek oldu. 1950’den sonra ünü tüm Türkiye’ye yayılan usta ozan için 13 Mayıs 1952’de bir jübile yapıldı. Halkın salonu tıklım tıklım doldurduğu jübilede Ahmet Kutsi Tencer, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eflatun Cem Güney ve Behçet Kemal Çağlar birer konuşma yaptı.
Aşık Veysel Şatıroğlu, 1950’de senaryosunu Eyüboğlu’nun yazdığı, Metin Erksan’ın yönettiği “Karanlık Dünya” adlı filmin son bölümünde rol aldı.
Tumblr media
SON KONSERİNİ 1971’DE VERDİ
Sivas’ta 30 Ekim 1964’te 2. Sivas Aşıklar Bayramı’na yarışmacı olarak katılan Şatıroğlu, 28-30 Ekim 1967’de gerçekleşen 2. Konya Aşıklar Bayramı’nda da jüri üyesi oldu. Uzun yıllar çeşitli vesilelerle düzenlenen programlara katılan Aşık Veysel, son konserini 1971’de Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde gerçekleştirdi.
“Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin, dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın”, “Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i/ Hep Adem’in oğlu, kızı/ Beraberce şehit, gazi/ Yanlış var mı ve neresi” dizeleriyle birlik ve beraberliğe vurgu yapan ünlü halk ozanı, şiirlerinde yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu işledi.
Yunus Emre’den etkilenen ozan, Türk edebiyatının ve saz şiiri geleneğinin büyük ustalarından biri olarak hafızalara kazındı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, anadil ve milli birliğe yaptığı hizmetlerden ötürü 1965’te özel bir kanunla halk ozanına 500 lira aylık bağladı.
Aşık Veysel, akciğer kanseri nedeniyle 21 Mart 1973’te Sivrialan’da hayatını kaybetti, vasiyeti üzerine köyüne defnedildi. Sanatçının evi Kültür ve Turizm Bakanlığınca müze olarak düzenlendi.
UNUTULMAZ ESERLERİ MİRAS BIRAKTI
Çocukken iki gözünü de kaybetmesine rağmen şiirlerine yansıttığı vatanseverlik, hoşgörü, yaşama sevinci, sevgi, birlik ve beraberlik mesajlarıyla hem kendi dünyasını aydınlatan hem de bugünlere ışık tutan halk ozanı, hafızalara kazınan eserler bıraktı.
Eserlerinde “Veysel”, “Sefil Veysel” ve “Veysel Şatır” gibi mahlaslar kullanan Aşık Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle aktardı. “Sazımdan Sesler” ile “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı şiir kitapları bulunan ozanın tüm eserleri, 1984’te “Bütün Şiirleri” adlı kitapla okuyucuya sunuldu.
“Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Dostlar Beni Hatırlasın”, “Güzelliğin On Par Etmez”, “Atatürk’e Ağıt”, “Beni Hor Görme”, “Beş Günlük Dünya”, “Derdimi Dökersem Derin Dereye”, “Kahpe Felek” ve “Kara Toprak” adlı eserlere imza atan sanatçı, Türkçeyi yalın kullanımıyla dikkati çekti.
Ozanın eserleri pek çok sanatçı tarafından tekrar yorumlanırken birçok yabancı sanatçının da dikkatini çekti. ABD’li elektrogitar virtüözü Joe Satriani, 2008’de çıkardığı albümde “Aşık Veysel” isimli, kendi bestelediği enstrümantal bir esere yer verdi.
Aşık Veysel, 2022’de “vefa” kategorisinde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne’ne layık görüldü. Aralık 2022’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı genelgesi ile vefatının 50. yılı nedeniyle 2023 yılı Türkiye’de “Aşık Veysel Yılı” olarak kutlandı.
0 notes
gallipoliguide · 6 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/asik-veyselsiz-51-yil.html
Aşık Veysel'siz 51 yıl...
Tumblr media
Aşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olan ve soyu Horasan Türkmenlerine dayanan Aşık Veysel, Gülizar ve Ahmet Şatıroğlu çiftinin çocuğu olarak 25 Ekim 1894‘te Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Sanatçı, hayatının büyük bölümünü Sivrialan’da, zorlu yaşam koşullarında geçirdi.
İki kız kardeşi çiçek hastalığına yakalanarak yaşamını yitiren Aşık Veysel, aynı hastalık nedeniyle 7 yaşında sol gözünü kaybetti. Bir gün, inek sağan babasının yanına giden halk ozanı, ters bir hareketten ürken öküzün boynuzunun sağ gözüne girmesiyle tamamen görme engelli oldu. Geçimini güçlükle sağlayan ailesi, Aşık Veysel’in gözlerini tedavi ettiremedi.
Halk ozanları ve aşıklık geleneğiyle tanınan Emlek yöresindeki Sivrialan’a sık sık aşıklar gelir, sohbet, muhabbet ve cem yapardı. Henüz çocukken bu toplantılara katılan Şatıroğlu, aşıklardan deyişler dinleyip, onların paylaştığı bilgilerden faydalandı.
Tumblr media
BABASI, ÇOCUKKEN AŞIK VEYSEL’E ÖZEL BİR BAĞLAMA YAPTIRDI
Oğlunun şiire, saza ve söze merakını fark eden Ahmet Şatıroğlu, Aşık Veysel‘e özel bir bağlama yaptırdı. Aşık Veysel, babasının da teşvikiyle ilk saz derslerini köyün saz ustalarından Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin’den aldı. Gittikçe daha iyi bağlama çalan sanatçı, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre ve Aşık Agahi gibi birçok usta ismin eserlerini yorumladı.
İlk evliliğini 1919’da Esma Hanım ile yapan Aşık Veysel’in bu evlilikten bir kızı, bir de oğlu oldu. Oğlu henüz 10 günlükken, kızı da 2 yaşındayken hayatını kaybetti. Usta sanatçı, kızı henüz 6 aylıkken, eşi Esma Hanım tarafından terk edildi. Aşık Veysel’in annesi Gülizar Hanım 1921’in şubatında, babası ise annesinden 8 ay sonra yaşamını yitirdi.
Unutulmaz halk ozanı, bir dönem Sivas Zara çevresindeki köylerde 3 ay kadar kaldı. O süreçte Hafik ilçesinin Karayaprak köyündeki Yalıncak Baba Tekkesi‘ne uğrayan Şatıroğlu, tekkenin temizliğini yapan Gülizar Hanım‘la 1928’de evlendi.
Usta ozanın bu evlilikten de Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarını verdiği 7 çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybetti. Ozanın büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu, 2018’de 84 yaşındayken, büyük kızı Zöhre Başer 2020’de 85 yaşında, Bahri Şatıroğlu ise 2021’de yaşama veda etti.
HALK ŞAİRLERİ BAYRAMI’NDA BİRİNCİ OLDU
Sivas’ta öğretmenlik ve Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulunan şair ve oyun yazarı Ahmet Kutsi Tecer’in 1931’de organize ettiği Sivas Halk Şairleri Bayramı’na katılan Aşık Veysel, etkinlikte gerçekleşen yarışmada birinci geldi.
Aşık Veysel 1933’e kadar usta ozanların şiirlerini seslendirdi, bu dönemden sonra ise kaleme aldığı şiirleri besteleyerek, müzikseverlerin beğenisine sundu.
Ömrü yoksulluk ve mücadeleyle geçen Aşık Veysel, Cumhuriyet’in 10. yılı için yazdığı destanın yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramı’ndaki başarısı ile dikkati çekti. “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası/Kurtardı vatanı düşmanımızdan” dizeleriyle başlayan şiiri Atatürk’e okumak amacıyla bir arkadaşıyla 3 ay yürüyerek Ankara’ya ulaştı ve Hakimiyeti Milliye gazetesine gitti.
Gazeteciler, Aşık Veysel’in yazdığı şiiri not etti ve şiir 2-5 Nisan 1934’te Hakimiyeti Milliye gazetesinde 3 gün yayınlandı. Ancak Veysel, Atatürk’e ulaşamadı.
Tumblr media
Aşık Veysel, Sivrialan köyündeki elma bahçesinde kızkardeşi ve torunuyla.
SAZIYLA TÜRKİYE’Yİ DOLAŞTI
Geçimini saz ile sağlayan Aşık Veysel, 1933’ten itibaren Cört İbrahim’le Türkiye’yi dolaşmaya başladı. Bu süreç 1940’a kadar devam etti ve Cört İbrahim’in yerini oğlu küçük Veysel aldı. Bir süre sonra İstanbul’a gidip plak da dolduran Veysel, radyo konserleri verdi. Usta ozan, oğlu Hüseyin’in vefatından sonra diğer oğlu Ahmet’le önce Erzurum’u, ardından Erzincan, Malatya, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Ankara’yı dolaştı.
Ankara’da Ülkü mecmuasını çıkaran Ahmet Kutsi Tecer’le görüşen Veysel’e burada İsmail Hakkı Tonguç ve Ferit Oğuz Bayır tarafından köy enstitülerinde ders vermesi teklif edildi. Aşık Veysel hiç düşünmeden teklifi kabul etti. Halk ozanı, 1941’de Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü, 1943’te Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, 1944’te Kastamonu Gölköy Enstitüsü, 1945’te Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü, 1946’da ise Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde çalıştı.
Şatıroğlu, “Toprak” adlı unutulmaz eserini, Çifteler Köy Enstitüsü’ndeyken kaleme aldı ve türkü olarak besteledi.
Balıkesir, Erzurum, Malatya, Kırklareli ve Adana’da da köy enstitülerinde konserler veren sanatçı, böylece binlerce gence bağlama dinletti.
Çiftçiliğin yanında bahçe işleriyle de uğraşan Aşık Veysel, köydeki ilk meyve ağaçlarını yetiştirerek, köylülere de örnek oldu. 1950’den sonra ünü tüm Türkiye’ye yayılan usta ozan için 13 Mayıs 1952’de bir jübile yapıldı. Halkın salonu tıklım tıklım doldurduğu jübilede Ahmet Kutsi Tencer, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eflatun Cem Güney ve Behçet Kemal Çağlar birer konuşma yaptı.
Aşık Veysel Şatıroğlu, 1950’de senaryosunu Eyüboğlu’nun yazdığı, Metin Erksan’ın yönettiği “Karanlık Dünya” adlı filmin son bölümünde rol aldı.
Tumblr media
SON KONSERİNİ 1971’DE VERDİ
Sivas’ta 30 Ekim 1964’te 2. Sivas Aşıklar Bayramı’na yarışmacı olarak katılan Şatıroğlu, 28-30 Ekim 1967’de gerçekleşen 2. Konya Aşıklar Bayramı’nda da jüri üyesi oldu. Uzun yıllar çeşitli vesilelerle düzenlenen programlara katılan Aşık Veysel, son konserini 1971’de Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde gerçekleştirdi.
“Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin, dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın”, “Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i/ Hep Adem’in oğlu, kızı/ Beraberce şehit, gazi/ Yanlış var mı ve neresi” dizeleriyle birlik ve beraberliğe vurgu yapan ünlü halk ozanı, şiirlerinde yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu işledi.
Yunus Emre’den etkilenen ozan, Türk edebiyatının ve saz şiiri geleneğinin büyük ustalarından biri olarak hafızalara kazındı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, anadil ve milli birliğe yaptığı hizmetlerden ötürü 1965’te özel bir kanunla halk ozanına 500 lira aylık bağladı.
Aşık Veysel, akciğer kanseri nedeniyle 21 Mart 1973’te Sivrialan’da hayatını kaybetti, vasiyeti üzerine köyüne defnedildi. Sanatçının evi Kültür ve Turizm Bakanlığınca müze olarak düzenlendi.
UNUTULMAZ ESERLERİ MİRAS BIRAKTI
Çocukken iki gözünü de kaybetmesine rağmen şiirlerine yansıttığı vatanseverlik, hoşgörü, yaşama sevinci, sevgi, birlik ve beraberlik mesajlarıyla hem kendi dünyasını aydınlatan hem de bugünlere ışık tutan halk ozanı, hafızalara kazınan eserler bıraktı.
Eserlerinde “Veysel”, “Sefil Veysel” ve “Veysel Şatır” gibi mahlaslar kullanan Aşık Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle aktardı. “Sazımdan Sesler” ile “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı şiir kitapları bulunan ozanın tüm eserleri, 1984’te “Bütün Şiirleri” adlı kitapla okuyucuya sunuldu.
“Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Dostlar Beni Hatırlasın”, “Güzelliğin On Par Etmez”, “Atatürk’e Ağıt”, “Beni Hor Görme”, “Beş Günlük Dünya”, “Derdimi Dökersem Derin Dereye”, “Kahpe Felek” ve “Kara Toprak” adlı eserlere imza atan sanatçı, Türkçeyi yalın kullanımıyla dikkati çekti.
Ozanın eserleri pek çok sanatçı tarafından tekrar yorumlanırken birçok yabancı sanatçının da dikkatini çekti. ABD’li elektrogitar virtüözü Joe Satriani, 2008’de çıkardığı albümde “Aşık Veysel” isimli, kendi bestelediği enstrümantal bir esere yer verdi.
Aşık Veysel, 2022’de “vefa” kategorisinde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne’ne layık görüldü. Aralık 2022’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı genelgesi ile vefatının 50. yılı nedeniyle 2023 yılı Türkiye’de “Aşık Veysel Yılı” olarak kutlandı.
0 notes
traveltourstrips · 6 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/asik-veyselsiz-51-yil.html
Aşık Veysel'siz 51 yıl...
Tumblr media
Aşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olan ve soyu Horasan Türkmenlerine dayanan Aşık Veysel, Gülizar ve Ahmet Şatıroğlu çiftinin çocuğu olarak 25 Ekim 1894‘te Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Sanatçı, hayatının büyük bölümünü Sivrialan’da, zorlu yaşam koşullarında geçirdi.
İki kız kardeşi çiçek hastalığına yakalanarak yaşamını yitiren Aşık Veysel, aynı hastalık nedeniyle 7 yaşında sol gözünü kaybetti. Bir gün, inek sağan babasının yanına giden halk ozanı, ters bir hareketten ürken öküzün boynuzunun sağ gözüne girmesiyle tamamen görme engelli oldu. Geçimini güçlükle sağlayan ailesi, Aşık Veysel’in gözlerini tedavi ettiremedi.
Halk ozanları ve aşıklık geleneğiyle tanınan Emlek yöresindeki Sivrialan’a sık sık aşıklar gelir, sohbet, muhabbet ve cem yapardı. Henüz çocukken bu toplantılara katılan Şatıroğlu, aşıklardan deyişler dinleyip, onların paylaştığı bilgilerden faydalandı.
Tumblr media
BABASI, ÇOCUKKEN AŞIK VEYSEL’E ÖZEL BİR BAĞLAMA YAPTIRDI
Oğlunun şiire, saza ve söze merakını fark eden Ahmet Şatıroğlu, Aşık Veysel‘e özel bir bağlama yaptırdı. Aşık Veysel, babasının da teşvikiyle ilk saz derslerini köyün saz ustalarından Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin’den aldı. Gittikçe daha iyi bağlama çalan sanatçı, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre ve Aşık Agahi gibi birçok usta ismin eserlerini yorumladı.
İlk evliliğini 1919’da Esma Hanım ile yapan Aşık Veysel’in bu evlilikten bir kızı, bir de oğlu oldu. Oğlu henüz 10 günlükken, kızı da 2 yaşındayken hayatını kaybetti. Usta sanatçı, kızı henüz 6 aylıkken, eşi Esma Hanım tarafından terk edildi. Aşık Veysel’in annesi Gülizar Hanım 1921’in şubatında, babası ise annesinden 8 ay sonra yaşamını yitirdi.
Unutulmaz halk ozanı, bir dönem Sivas Zara çevresindeki köylerde 3 ay kadar kaldı. O süreçte Hafik ilçesinin Karayaprak köyündeki Yalıncak Baba Tekkesi‘ne uğrayan Şatıroğlu, tekkenin temizliğini yapan Gülizar Hanım‘la 1928’de evlendi.
Usta ozanın bu evlilikten de Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarını verdiği 7 çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybetti. Ozanın büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu, 2018’de 84 yaşındayken, büyük kızı Zöhre Başer 2020’de 85 yaşında, Bahri Şatıroğlu ise 2021’de yaşama veda etti.
HALK ŞAİRLERİ BAYRAMI’NDA BİRİNCİ OLDU
Sivas’ta öğretmenlik ve Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulunan şair ve oyun yazarı Ahmet Kutsi Tecer’in 1931’de organize ettiği Sivas Halk Şairleri Bayramı’na katılan Aşık Veysel, etkinlikte gerçekleşen yarışmada birinci geldi.
Aşık Veysel 1933’e kadar usta ozanların şiirlerini seslendirdi, bu dönemden sonra ise kaleme aldığı şiirleri besteleyerek, müzikseverlerin beğenisine sundu.
Ömrü yoksulluk ve mücadeleyle geçen Aşık Veysel, Cumhuriyet’in 10. yılı için yazdığı destanın yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramı’ndaki başarısı ile dikkati çekti. “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası/Kurtardı vatanı düşmanımızdan” dizeleriyle başlayan şiiri Atatürk’e okumak amacıyla bir arkadaşıyla 3 ay yürüyerek Ankara’ya ulaştı ve Hakimiyeti Milliye gazetesine gitti.
Gazeteciler, Aşık Veysel’in yazdığı şiiri not etti ve şiir 2-5 Nisan 1934’te Hakimiyeti Milliye gazetesinde 3 gün yayınlandı. Ancak Veysel, Atatürk’e ulaşamadı.
Tumblr media
Aşık Veysel, Sivrialan köyündeki elma bahçesinde kızkardeşi ve torunuyla.
SAZIYLA TÜRKİYE’Yİ DOLAŞTI
Geçimini saz ile sağlayan Aşık Veysel, 1933’ten itibaren Cört İbrahim’le Türkiye’yi dolaşmaya başladı. Bu süreç 1940’a kadar devam etti ve Cört İbrahim’in yerini oğlu küçük Veysel aldı. Bir süre sonra İstanbul’a gidip plak da dolduran Veysel, radyo konserleri verdi. Usta ozan, oğlu Hüseyin’in vefatından sonra diğer oğlu Ahmet’le önce Erzurum’u, ardından Erzincan, Malatya, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Ankara’yı dolaştı.
Ankara’da Ülkü mecmuasını çıkaran Ahmet Kutsi Tecer’le görüşen Veysel’e burada İsmail Hakkı Tonguç ve Ferit Oğuz Bayır tarafından köy enstitülerinde ders vermesi teklif edildi. Aşık Veysel hiç düşünmeden teklifi kabul etti. Halk ozanı, 1941’de Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü, 1943’te Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, 1944’te Kastamonu Gölköy Enstitüsü, 1945’te Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü, 1946’da ise Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde çalıştı.
Şatıroğlu, “Toprak” adlı unutulmaz eserini, Çifteler Köy Enstitüsü’ndeyken kaleme aldı ve türkü olarak besteledi.
Balıkesir, Erzurum, Malatya, Kırklareli ve Adana’da da köy enstitülerinde konserler veren sanatçı, böylece binlerce gence bağlama dinletti.
Çiftçiliğin yanında bahçe işleriyle de uğraşan Aşık Veysel, köydeki ilk meyve ağaçlarını yetiştirerek, köylülere de örnek oldu. 1950’den sonra ünü tüm Türkiye’ye yayılan usta ozan için 13 Mayıs 1952’de bir jübile yapıldı. Halkın salonu tıklım tıklım doldurduğu jübilede Ahmet Kutsi Tencer, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eflatun Cem Güney ve Behçet Kemal Çağlar birer konuşma yaptı.
Aşık Veysel Şatıroğlu, 1950’de senaryosunu Eyüboğlu’nun yazdığı, Metin Erksan’ın yönettiği “Karanlık Dünya” adlı filmin son bölümünde rol aldı.
Tumblr media
SON KONSERİNİ 1971’DE VERDİ
Sivas’ta 30 Ekim 1964’te 2. Sivas Aşıklar Bayramı’na yarışmacı olarak katılan Şatıroğlu, 28-30 Ekim 1967’de gerçekleşen 2. Konya Aşıklar Bayramı’nda da jüri üyesi oldu. Uzun yıllar çeşitli vesilelerle düzenlenen programlara katılan Aşık Veysel, son konserini 1971’de Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde gerçekleştirdi.
“Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin, dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın”, “Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i/ Hep Adem’in oğlu, kızı/ Beraberce şehit, gazi/ Yanlış var mı ve neresi” dizeleriyle birlik ve beraberliğe vurgu yapan ünlü halk ozanı, şiirlerinde yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu işledi.
Yunus Emre’den etkilenen ozan, Türk edebiyatının ve saz şiiri geleneğinin büyük ustalarından biri olarak hafızalara kazındı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, anadil ve milli birliğe yaptığı hizmetlerden ötürü 1965’te özel bir kanunla halk ozanına 500 lira aylık bağladı.
Aşık Veysel, akciğer kanseri nedeniyle 21 Mart 1973’te Sivrialan’da hayatını kaybetti, vasiyeti üzerine köyüne defnedildi. Sanatçının evi Kültür ve Turizm Bakanlığınca müze olarak düzenlendi.
UNUTULMAZ ESERLERİ MİRAS BIRAKTI
Çocukken iki gözünü de kaybetmesine rağmen şiirlerine yansıttığı vatanseverlik, hoşgörü, yaşama sevinci, sevgi, birlik ve beraberlik mesajlarıyla hem kendi dünyasını aydınlatan hem de bugünlere ışık tutan halk ozanı, hafızalara kazınan eserler bıraktı.
Eserlerinde “Veysel”, “Sefil Veysel” ve “Veysel Şatır” gibi mahlaslar kullanan Aşık Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle aktardı. “Sazımdan Sesler” ile “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı şiir kitapları bulunan ozanın tüm eserleri, 1984’te “Bütün Şiirleri” adlı kitapla okuyucuya sunuldu.
“Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Dostlar Beni Hatırlasın”, “Güzelliğin On Par Etmez”, “Atatürk’e Ağıt”, “Beni Hor Görme”, “Beş Günlük Dünya”, “Derdimi Dökersem Derin Dereye”, “Kahpe Felek” ve “Kara Toprak” adlı eserlere imza atan sanatçı, Türkçeyi yalın kullanımıyla dikkati çekti.
Ozanın eserleri pek çok sanatçı tarafından tekrar yorumlanırken birçok yabancı sanatçının da dikkatini çekti. ABD’li elektrogitar virtüözü Joe Satriani, 2008’de çıkardığı albümde “Aşık Veysel” isimli, kendi bestelediği enstrümantal bir esere yer verdi.
Aşık Veysel, 2022’de “vefa” kategorisinde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne’ne layık görüldü. Aralık 2022’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı genelgesi ile vefatının 50. yılı nedeniyle 2023 yılı Türkiye’de “Aşık Veysel Yılı” olarak kutlandı.
1 note · View note
gallipolidaytours · 6 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/asik-veyselsiz-51-yil.html
Aşık Veysel'siz 51 yıl...
Tumblr media
Aşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olan ve soyu Horasan Türkmenlerine dayanan Aşık Veysel, Gülizar ve Ahmet Şatıroğlu çiftinin çocuğu olarak 25 Ekim 1894‘te Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Sanatçı, hayatının büyük bölümünü Sivrialan’da, zorlu yaşam koşullarında geçirdi.
İki kız kardeşi çiçek hastalığına yakalanarak yaşamını yitiren Aşık Veysel, aynı hastalık nedeniyle 7 yaşında sol gözünü kaybetti. Bir gün, inek sağan babasının yanına giden halk ozanı, ters bir hareketten ürken öküzün boynuzunun sağ gözüne girmesiyle tamamen görme engelli oldu. Geçimini güçlükle sağlayan ailesi, Aşık Veysel’in gözlerini tedavi ettiremedi.
Halk ozanları ve aşıklık geleneğiyle tanınan Emlek yöresindeki Sivrialan’a sık sık aşıklar gelir, sohbet, muhabbet ve cem yapardı. Henüz çocukken bu toplantılara katılan Şatıroğlu, aşıklardan deyişler dinleyip, onların paylaştığı bilgilerden faydalandı.
Tumblr media
BABASI, ÇOCUKKEN AŞIK VEYSEL’E ÖZEL BİR BAĞLAMA YAPTIRDI
Oğlunun şiire, saza ve söze merakını fark eden Ahmet Şatıroğlu, Aşık Veysel‘e özel bir bağlama yaptırdı. Aşık Veysel, babasının da teşvikiyle ilk saz derslerini köyün saz ustalarından Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin’den aldı. Gittikçe daha iyi bağlama çalan sanatçı, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre ve Aşık Agahi gibi birçok usta ismin eserlerini yorumladı.
İlk evliliğini 1919’da Esma Hanım ile yapan Aşık Veysel’in bu evlilikten bir kızı, bir de oğlu oldu. Oğlu henüz 10 günlükken, kızı da 2 yaşındayken hayatını kaybetti. Usta sanatçı, kızı henüz 6 aylıkken, eşi Esma Hanım tarafından terk edildi. Aşık Veysel’in annesi Gülizar Hanım 1921’in şubatında, babası ise annesinden 8 ay sonra yaşamını yitirdi.
Unutulmaz halk ozanı, bir dönem Sivas Zara çevresindeki köylerde 3 ay kadar kaldı. O süreçte Hafik ilçesinin Karayaprak köyündeki Yalıncak Baba Tekkesi‘ne uğrayan Şatıroğlu, tekkenin temizliğini yapan Gülizar Hanım‘la 1928’de evlendi.
Usta ozanın bu evlilikten de Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarını verdiği 7 çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybetti. Ozanın büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu, 2018’de 84 yaşındayken, büyük kızı Zöhre Başer 2020’de 85 yaşında, Bahri Şatıroğlu ise 2021’de yaşama veda etti.
HALK ŞAİRLERİ BAYRAMI’NDA BİRİNCİ OLDU
Sivas’ta öğretmenlik ve Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulunan şair ve oyun yazarı Ahmet Kutsi Tecer’in 1931’de organize ettiği Sivas Halk Şairleri Bayramı’na katılan Aşık Veysel, etkinlikte gerçekleşen yarışmada birinci geldi.
Aşık Veysel 1933’e kadar usta ozanların şiirlerini seslendirdi, bu dönemden sonra ise kaleme aldığı şiirleri besteleyerek, müzikseverlerin beğenisine sundu.
Ömrü yoksulluk ve mücadeleyle geçen Aşık Veysel, Cumhuriyet’in 10. yılı için yazdığı destanın yayınlanması ve Sivas Aşıklar Bayramı’ndaki başarısı ile dikkati çekti. “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası/Kurtardı vatanı düşmanımızdan” dizeleriyle başlayan şiiri Atatürk’e okumak amacıyla bir arkadaşıyla 3 ay yürüyerek Ankara’ya ulaştı ve Hakimiyeti Milliye gazetesine gitti.
Gazeteciler, Aşık Veysel’in yazdığı şiiri not etti ve şiir 2-5 Nisan 1934’te Hakimiyeti Milliye gazetesinde 3 gün yayınlandı. Ancak Veysel, Atatürk’e ulaşamadı.
Tumblr media
Aşık Veysel, Sivrialan köyündeki elma bahçesinde kızkardeşi ve torunuyla.
SAZIYLA TÜRKİYE’Yİ DOLAŞTI
Geçimini saz ile sağlayan Aşık Veysel, 1933’ten itibaren Cört İbrahim’le Türkiye’yi dolaşmaya başladı. Bu süreç 1940’a kadar devam etti ve Cört İbrahim’in yerini oğlu küçük Veysel aldı. Bir süre sonra İstanbul’a gidip plak da dolduran Veysel, radyo konserleri verdi. Usta ozan, oğlu Hüseyin’in vefatından sonra diğer oğlu Ahmet’le önce Erzurum’u, ardından Erzincan, Malatya, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Ankara’yı dolaştı.
Ankara’da Ülkü mecmuasını çıkaran Ahmet Kutsi Tecer’le görüşen Veysel’e burada İsmail Hakkı Tonguç ve Ferit Oğuz Bayır tarafından köy enstitülerinde ders vermesi teklif edildi. Aşık Veysel hiç düşünmeden teklifi kabul etti. Halk ozanı, 1941’de Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü, 1943’te Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, 1944’te Kastamonu Gölköy Enstitüsü, 1945’te Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü, 1946’da ise Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde çalıştı.
Şatıroğlu, “Toprak” adlı unutulmaz eserini, Çifteler Köy Enstitüsü’ndeyken kaleme aldı ve türkü olarak besteledi.
Balıkesir, Erzurum, Malatya, Kırklareli ve Adana’da da köy enstitülerinde konserler veren sanatçı, böylece binlerce gence bağlama dinletti.
Çiftçiliğin yanında bahçe işleriyle de uğraşan Aşık Veysel, köydeki ilk meyve ağaçlarını yetiştirerek, köylülere de örnek oldu. 1950’den sonra ünü tüm Türkiye’ye yayılan usta ozan için 13 Mayıs 1952’de bir jübile yapıldı. Halkın salonu tıklım tıklım doldurduğu jübilede Ahmet Kutsi Tencer, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eflatun Cem Güney ve Behçet Kemal Çağlar birer konuşma yaptı.
Aşık Veysel Şatıroğlu, 1950’de senaryosunu Eyüboğlu’nun yazdığı, Metin Erksan’ın yönettiği “Karanlık Dünya” adlı filmin son bölümünde rol aldı.
Tumblr media
SON KONSERİNİ 1971’DE VERDİ
Sivas’ta 30 Ekim 1964’te 2. Sivas Aşıklar Bayramı’na yarışmacı olarak katılan Şatıroğlu, 28-30 Ekim 1967’de gerçekleşen 2. Konya Aşıklar Bayramı’nda da jüri üyesi oldu. Uzun yıllar çeşitli vesilelerle düzenlenen programlara katılan Aşık Veysel, son konserini 1971’de Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde gerçekleştirdi.
“Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin, dirliğiniz, düzeniniz bozulmasın”, “Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i/ Hep Adem’in oğlu, kızı/ Beraberce şehit, gazi/ Yanlış var mı ve neresi” dizeleriyle birlik ve beraberliğe vurgu yapan ünlü halk ozanı, şiirlerinde yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu işledi.
Yunus Emre’den etkilenen ozan, Türk edebiyatının ve saz şiiri geleneğinin büyük ustalarından biri olarak hafızalara kazındı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, anadil ve milli birliğe yaptığı hizmetlerden ötürü 1965’te özel bir kanunla halk ozanına 500 lira aylık bağladı.
Aşık Veysel, akciğer kanseri nedeniyle 21 Mart 1973’te Sivrialan’da hayatını kaybetti, vasiyeti üzerine köyüne defnedildi. Sanatçının evi Kültür ve Turizm Bakanlığınca müze olarak düzenlendi.
UNUTULMAZ ESERLERİ MİRAS BIRAKTI
Çocukken iki gözünü de kaybetmesine rağmen şiirlerine yansıttığı vatanseverlik, hoşgörü, yaşama sevinci, sevgi, birlik ve beraberlik mesajlarıyla hem kendi dünyasını aydınlatan hem de bugünlere ışık tutan halk ozanı, hafızalara kazınan eserler bıraktı.
Eserlerinde “Veysel”, “Sefil Veysel” ve “Veysel Şatır” gibi mahlaslar kullanan Aşık Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle aktardı. “Sazımdan Sesler” ile “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı şiir kitapları bulunan ozanın tüm eserleri, 1984’te “Bütün Şiirleri” adlı kitapla okuyucuya sunuldu.
“Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Dostlar Beni Hatırlasın”, “Güzelliğin On Par Etmez”, “Atatürk’e Ağıt”, “Beni Hor Görme”, “Beş Günlük Dünya”, “Derdimi Dökersem Derin Dereye”, “Kahpe Felek” ve “Kara Toprak” adlı eserlere imza atan sanatçı, Türkçeyi yalın kullanımıyla dikkati çekti.
Ozanın eserleri pek çok sanatçı tarafından tekrar yorumlanırken birçok yabancı sanatçının da dikkatini çekti. ABD’li elektrogitar virtüözü Joe Satriani, 2008’de çıkardığı albümde “Aşık Veysel” isimli, kendi bestelediği enstrümantal bir esere yer verdi.
Aşık Veysel, 2022’de “vefa” kategorisinde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne’ne layık görüldü. Aralık 2022’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı genelgesi ile vefatının 50. yılı nedeniyle 2023 yılı Türkiye’de “Aşık Veysel Yılı” olarak kutlandı.
0 notes
barkoturktv · 6 months
Link
0 notes
eserozetlerim · 2 years
Text
Nurullah Genç Şiirleri
New Post has been published on https://eserozetleri.com/nurullah-genc-siirleri/
Nurullah Genç Şiirleri
Nurullah Genç şiirleri ile ilgili olarak bir değerlendirme yapmak gerekirse bu şairin divan edebiyatından son derece büyük ölçüde etkilenmiş olduğundan söz etmek mümkün olacaktır. Genel olarak divan edebiyatı şairlerinin kullanmış olduğu temaları, şiirlerinde ana tema olarak barındıran Nurullah Genç, aynı zamanda divan edebiyatının ölçülerini ve ahenk biçimini de şiirlerine son derece başarılı bir şekilde yansıtmayı başarmıştır.
youtube
Nurullah Genç Şiirleri Nelerdir?
Nurullah Genç şiirleri nelerdir? Diye soracak olursanız, sizin için Nurullah Genç adlı şairimizin seçme şiirlerini sıraladık;
Adın Senin
Beni Anlamayışına
Siyah Gözlerine Beni De Götür
Benim Şiirim
Bana Özlemin Kaldı
Hayal Bekçisi
Ayrılık Şarkısı
Başka Bir Özlem
Rüveyda
Gözlerin Çağırıyor Beni
Ay Anam
Yaklaş
Seni Çağırdım Boşuna Değil
Aya
İlacımı Özün Say
Karanfil
Pişmanlık Ve Hüzün
Nurullah Genç Kimdir?
Nurullah Genç kimdir? Nurullah Genç, 1960 yılının 9 Eylül günü Erzurum’un Horasan ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1983 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde işletme bölümünü okumuştur. Yine Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Daha sonra akademik olarak eğitimine devam etmiş olan Nurullah Genç, profesör unvanını almıştır.
Günümüzde İstanbul Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi’nde dersler vermektedir. Nurullah Genç, şair olarak da son derece başarılı bir çizgide ilerlemiş ve pek çok farklı yerden bu alanda ödül almıştır. Şair olmasının yanı sıra edebiyatın roman dalıyla da ilgilenmiştir. Nurullah Genç’in hem şiir hem de roman türünde pek çok eseri vardır. Ancak daha çok şair kişiliği ile tanınmıştır. Edebiyat eserlerinin yanı sıra da mesleki anlamda da bir takım kitaplar kaleme almıştır.
Nurullah Genç Şiirleri
Nurullah Genç Şiir Kitapları
Nurullah Genç şiir kitapları;
Aşk Ölümcül Bir Hülyadır
Çiçekler üşümesin
Yağmur
Denizin Son Martıları
Gül ve Ben
Yanılgı Saatleri
Birkaç Deli Güvercin
Müpteladır Gemiler Benim Denizlerime
Ateş Semazenleri
Hüznün Lalesidir Dünya
Rüveyda Yıldırım
Siyah Gözlerine Beni De Götür
Sensiz Kalan Bu Şehri Yakmayı Çok İstedim
Ölüm Noktürnü
Çanakkale; Her Şey Yanıp Gül Oldu
Yürüyelim Seninle İstanbul’da
Yankı ve Hüzün
Harflerin Simyası
Nurullah Genç, adlı şairimiz; yukarıda sözü edilen şiir kitapları ile ödüller almış bir şair olup, günümüzde divan edebiyatının temalarını ve biçimini yaşatmaya devam eden bir şair olarak öne çıkar. Söz konusu olan şiir kitaplarının pek çoğu ödül almıştır.
Nurullah Genç Romanları
Nurullah Genç romanları şiir kitapları kadar tanınmamıştır. Daha çok şiir türünde yazmaya eğilim gösteren bu şairimizin romanlarından da söz edecek olursak; Tutkular Keder Oldu ve Yollar Dönüşe Gider gibi romanlarından söz edebiliriz. Bunların yanı sıra da 25 Ekim 2020 tarihinde kendi hayatını kaleme almış olduğu; Omuzlarımda Dünya adlı bir otobiyografi türünde eseri de vardır.
0 notes
semihgr · 4 years
Photo
Tumblr media
Uzun şiirin kısası Şimdi bütün geceler sessiz bir şiirAdını fısıldar durur bahçedeki çiçek dahiSabah olmasını bekleyen kanımTün vaktinde direnir aşkına....
0 notes
damladanummana · 1 year
Text
Gölge
Bu gün günlerden Ahde vefa. Bu gün paylaşacağım şiir’e esin veren paylaşım idil idilce  isimli sayfa dostumuzun “Psikosempatik” isimli yazısı. Aşağıda linkini paylaşıyorum, kendisine teşekkür ediyor , gönül dolusu sevgi ve selam ediyorum… https://namastetoprak22.wordpress.com/2020/07/01/psikosempatik/
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
nesrin-c · 4 years
Text
YILMAZ ÖZDİL: Belgesel
29 Ekim'de dünyaya geldi.
Cumhuriyet Bayramı'nda.
Hırka-i Şerif'de oturuyorlardı.
Ezan başladığında adeta evin içinde okunuyor gibi olurdu.
Çocukluk günlerinin en unutulmaz hatırasıydı.
Oturma odasının duvarında bir resim vardı.
Beş vakit namaz kılan annesi, seccadesini sererken mutlaka yanına çağırır, her defasında o duvardaki resmi gösterirdi.
“Bu ezan sesi var ya, okunmasını işte bu adama borçluyuz” derdi.
O resimdeki adam, Atatürk'tü.
Böyle başlıyor…
Kim olduğunu, Yıldız Kenter anlatıyor, Türkan Şoray anlatıyor.
Türkiye için neler yaptığını, Levent Kırca anlatıyor, Perran Kutman anlatıyor.
Sanat camiası için ne anlama geldiğini, Emel Sayın anlatıyor, Cüneyt Arkın anlatıyor, Ayşen Gruda anlatıyor, Demet Akbağ anlatıyor.
Bu memleketin kültürüne yaptığı karşılıksız katkılarını, Savaş Dinçel, Kandemir Konduk, Yasemin Yalçın, Sadun Aksüt, Mustafa Alabora, Temel Gürsu, Erkan Can anlatıyor.
Genç sanatçılar için ne fedakarlıklarda bulunduğunu, bizzat yetiştirdiği birbirinden pırıltılı genç sanatçılarımız, Ezgi Mola, Şevket Çoruh, İlker Ayrık, Şebnem Bozoklu, Alper Kul, Çağlar Çorumlu, Dolunay Soysert, Günay Karacaoğlu anlatıyor.
Karakterini, hayata karşı duruşunu, dostluğunu, yüreğini… İlker Başbuğ anlatıyor, Uğur Dündar anlatıyor, Halit Kıvanç, Celal Ülgen, Emre Kongar, Tınaz Titiz anlatıyor.
Zeki Müren, Müzeyyen Senar, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Kartal Tibet, Kemal Sunal, İbrahim Tatlıses gibi efsanelerden hatıralar var.
Olmazsa olmazları, köpekleri, kedileri, kuşları, kaplumbağaları var.
Müjdat Gezen belgeseli bu.
Profesyonel yaşamının “60'ıncı Sanat Yılı” vesilesiyle hazırlandı.
1960.
2020.
Dile kolay.
İnsanları, hayvanları, doğayı mutlu etmek için, topluma vakfedilen bir ömür anlatılıyor.
Belgeselin yönetmenliğini, genç kuşağın gurur duyduğumuz gazetecilerinden Gökmen Ulu yaptı.
Bir yıl çalıştı… 20 kişilik ekiple, özgün müziklerle, hatta çizgi filmle, kelimenin tam manasıyla “sanat eseri” ortaya çıkardı.
Kendi adını taşıyan “tiyatrosu” anlatılıyor.
Dünyanın ilk ve tek ücretsiz eğitim verilen “konservatuarı” anlatılıyor.
Kendisine ait tapulu mallarını öğrencilerinin üstüne yaparak, öğrenci yetiştirmek üzere öğrencilerine devrettiği “sanat merkezi” anlatılıyor.
Kendi adını taşıyan “ormanı” anlatılıyor.
Ömrünün son demlerinde dara düşen sanat emekçilerine ücretsiz barınma ve bakım sağladığı “huzurevi” anlatılıyor.
Rol aldığı 100'den fazla film, 100'den fazla tiyatro anlatılıyor.
Bazılarını yazıp yönettiği, oynadığı 1000'den fazla televizyon dizisi ve televizyon skeci anlatılıyor.
56 kitap yazdı, anlatılıyor.
Şiirleri anlatılıyor.
Ödülleri anlatılıyor.
Birleşmiş Milletler UNICEF İyiniyet Elçisi olduğu anlatılıyor.
12 Eylül darbesinde, cunta tarafından, k��rek mahkumları gibi ayağına pranga vurulup, hapse atıldığı anlatılıyor.
Aydınlanma mücadelesi verilen Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin, haysiyet cellatlarının iftira ve linç kampanyaları neticesinde, benzin bidonuyla gelen yobaz tarafından kundaklanması anlatılıyor.
Sırf biat etmediği için, sırf karakteri bağımsızlık olduğu için, sırf gerçek manada “sanatçı” olduğu için… Sabahın köründe evinden gözaltına alınması, anayasal düzene karşı suç işlediği gerekçesiyle tutuklanmak üzere mahkemeye çıkarılması, yurtdışı yasağı konulması, yurtdışına kaçmayacağına dair her hafta karakola giderek imza vermek zorunda bırakılması, anlatılıyor.
Ve, ilk kez şu anda duyduğunuz bu belgeselin galası, tiyatro sahnesine ilk çıktığı günün yıldönümünde, 16 Mart'ta yapılacaktı.
İstanbul, Ankara ve İzmir'deki galalarından sonra, Adana Altın Koza Film Festivali'nde gösterilecekti.
Koronavirüs salgını nedeniyle mecburen yaz sonrasına ertelendi.
Her şerde hayır var misali, aslında iyi ki ertelenmiş oldu.
Çünkü…
Müjdat Gezen'in hayatı vesilesiyle, aslında sanattan kültüre, siyasetten medyaya, Türkiye'nin son 60 yılında yaşanan bütün toplumsal olaylar, adeta bir tiyatro sahnesi gibi aktarılırken, günümüzün “demokrasi ve hukuk” boyutu eksik kalmış olacaktı.
Varlığıyla onur duyduğumuz, duayen sanatçılarımız Müjdat Gezen ve Metin Akpınar'a ayrı ayrı 4 yıl 8 ay hapis istemiyle dava açıldı.
İşte şimdi…
Akp Türkiyesi'nde gerçek bir sanatçı olmanın ne anlama geldiğini gelecek kuşaklara aktarmak üzere, dört dörtlük belgesel oldu!
67 notes · View notes
saireyn · 4 years
Text
Kitap Önerisi | Hazlar ve Günler
Tumblr media
“Karşılıksız aşk mutluluğu imkansız kıldığından mutluluğun boşluğunu keşfetmemizi de önler.”
Marcel Proust 20.yy’ın başlarında yaşamış, eserleri dünya çapında bilinen değerli yazarlardan biridir. En tanınmış eseri 1913-1927 yılları arasında yayımlanmış olan ve edebiyat dünyasının en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen 7 ciltlik Kayıp Zamanın İzinde romanıdır. 1
Proust astım hastası olduğu için yıllarca evinde izole bir hayat yaşamak zorunda kalmış ve bu durum da onu çok iyi bir gözlemci yapmıştır. Eserlerini okumaya başladığınızda ne kadar incelikli ve naif betimlemeleri olduğunu görebilir, adeta o anı yaşıyor gibi hissedebilirsiniz.
Proust’un 20’li yaşlarda kaleme aldığı ve ilk çalışması olan Hazlar ve Günler’de tek bir olay örgüsü yoktur. Aşk, mutluluk, hüzün, sosyete vb. birçok konu Proust’un deneme türündeki bu eserinde yer alır.  Hazlar ve Günler kitabı size yazarın üslûbu hakkında bilgi verecek, oldukça uzun soluklu olan Kayıp Zamanın İzinde eserini okuyabilmenize yardımcı olacaktır.
Proust, o dönemler ilk çalışmasında başarılı olmaz. Kitap okuyuculardan ve yazın dünyasından beklediği takdiri görmez. Proust’un bu denemesiyle zengin bir amatör olarak kaldığı belirtilmiştir. Proust’un bu ilk çalışmasındaki şiirleri başarılı olmasa da düzyazıları efsane eseri olan Kayıp Zamanın İzinde’nin habercisi olmuştur. 2
Yazarın Kayıp Zamanın İzinde romanını okumaya başladığımda tarzını oldukça farklı ve ağır bulmuştum. Daha önce bu tarzda ve uzunlukta bir kitaba başladığım için henüz ilk ciltte ümidimi kaybetmeye başlamıştım. Hazlar ve Günler yazarın az bilinen bir eseri olduğu için ilk cildi bitirdikten sonra kitabı alıp okumaya başlayabildim. Bu şekilde Proust’un tarzını daha iyi anlamış ve Kayıp Zamanın İzinde’den de kopmamış oldum.
Prous’u okumak uzun ve bilgece bir yolculuğa çıkmak gibi. Birkaç eserini okuduktan sonra gözlem yeteneğimin daha da pekiştiğini ve kendi iç yolculuğuma dair yol katettiğimi fark ettim. Kayıp Zamanın İzinde kitabına hazırlık için mutlaka okunmasını tavsiye ettiğim “Hazlar ve Günler” sizin de iyi bir gözlemciye ve anı yaşayabilen insanlara dönüşmenize yardımcı olabilir. İyi okumalar dilerim.
Yıldız TOKMAK
https://labohemedergisi.com/2020/09/hazlar-ve-gunler-marcel-proust/
Kaynakça
https://tr.wikipedia.org/wiki/Marcel_Proust Vikipedi, 2020. Erişim: 22 Eylül 2020
http://www.marcel-proust.fr/les-plaisirs-et-les-jours-principal-recueil-de-poemes-de-proust/ Erişim: 22 Eylül 2020
28 notes · View notes
yazarhkaratas · 4 years
Photo
Tumblr media
Sizleri yeni #şiir #kitabı m ile tanıştırayım. #BirUmutİşte çok yakında okuyucuları ile buluşuyor. İçeriğinde ne var diye merak ediyorsanız Bir Umut İşte 2018 yılı ile 2020 yılı arasında yazmış olduğum şiirleri derlediğim bir şiir kitabı. Kısa, uzun bir çok şiir bir arada. Mutlaka sizlere de hitap eden bir şiir çıkacaktır karşınıza. (Hasan Karataş) https://www.instagram.com/p/CMprRoJnWL_/?igshid=zgv5eoekknpj
1 note · View note
Text
Bugün... 27 Ekim 2020.
Bundan çok az bi zaman önce bir 27 ekimde ruhumun ve kollarımın yaralandığını biliyorum. Kollarımda simsiyah izler. Ruhumdaki izlerden daha az koyuydu. Ayakkabılarımın bağlarına basıp düştüğüm için birdaha bağcıklı ayakkabı hiç giymedim. Gördüklerimi gözlerimden akan yaşlarla silmeyi becerdim ama hafızamdakileri silmeyi uzun müddet beceremedim. Yolu kaybettim. Nerdeyim.. unuttuğum ilk gündü. Bir bankı hatırlıyorum sadece. Hemen yanında çiçek ve şire döken bir ağaç. Ellerim ve eteklerim şire. Ellerim şire oldu diye ağladığım ama içimi tam döküp kurtulamadığım birgün. O gün o yolları o kollarım ve o ayakkabılarla nasıl yürüdüğümü dizlerim biliyor. Düştüm. Sanki kalbimin kanı dizlerimden akmıştı. Bir teyze beni durdurmasa daha çok yürürdüm. Verdiği mendille tam olarak nereyi? Gözümü mü dizlerimi mi sileceğimi bilememiştim. Kahırlandığım son ama çok kuvvetli bir sondu o 27 ekim. Hakikati görmek mi buruşturulup atılmaktan son dakika sıyrılabilmiş olmanın iç çekmesi mi bilmem ama o 27 ekimi yaşadım ben. Ve kollarım... ve dizlerim... ve gülüşüm....
Bugün 27 Ekim 2020.
Kollarımda bembeyaz tüyler var. Canım benim!
Dizlerimde başka bir dizin dibine oturup dinlenme hallleri... Canım benim!
Kalbimden akan kan değil aşk şarabı. Canım benim!
Dudakları tüm güzel kelimeleri ezber etmiş ve buse buse konduruyor kulağıma şiirleri. Canım benim!
Bugün yaşadığım en güzel 27 ekim. Allah.... Allah çok büyük.
2 notes · View notes
yurekbali · 5 years
Text
Tumblr media
O ŞİİR OKUNMAYACAK Ahmet Muhip Dıranas’ı anma etkinliğinde mekânın ısınma düzeneği iyi olmayınca içeri oldukça soğuktu. Etkinliğin özel konuğu Dıranas’ın eşi Münire Hanım yürümekte güçlük çektiğinden koluna giren iki kişinin yardımıyla gelebilmişti. Ünlü şairi ve şiirini anlatan konuşmalardan sonra sıra şiirlerinden örnekler okumaya gelip tam da Dıranas’ın neredeyse adıyla özdeşleşen Fahriye Abla şiiri okunacakken Münire Hanım bastonuna dayanarak ayağa kalktı. Oldukça sinirli bir şekilde bastonunun ucunu yere vurarak olanca sesiyle haykırdı: -Hayır, öyle biri yok, Fahriye de kim! O şiir okunmayacak! Muhip sadece bana âşıktı! Ve son sözünü söyleyip yerine oturdu: -O şiir okunacak olursa salonu terk ederim! Ve o gün o salonda Fahriye Abla şiiri okunmadı. ZEYNEP İki şair, bir kafede duvardaki Cemal Süreya fotoğrafının hemen altındaki masada Cemal Süreya şiiri üzerine derin bir söyleşiye dalmıştı. O anda üç genç kız, arkalardaki bir masadan kalkıp dışarı çıkacaklarken içlerinden biri durdu ve Cemal Süreya’dan söz eden iki şairin yanında dikilerek saygılı sordu: -Cemal Süreya’dan söz ediyorsunuz değil mi? -Evet, dedi iki şair aynı anda. -Yanınıza oturup dinleyebilir miyim? -Elbette, buyurun oturun, dediler. Onunla birlikte diğer iki genç kız da oturdu. Şairler, kaldıkları yerden Cemal Süreya ile ilgili konuşmalarını sürdürdüler. O an genç kızın önce gözleri yaşarmaya, sonra da ağlamaya başladı. Onlar anlattıkça genç kız ağladı, genç kız ağladıkça onlar anlattı. Bu şekilde yarım saate yakın bir zaman geçti. Genç kızın gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Diğer kızlardan büyük olanının açıklamasına göre ne zaman, nerede Cemal Süreya şiirlerinden söz edildiğini duysa ağlarmış. Bir ara ağlayan kızın teyzesi olduğunu söyleyen kızın telefonu çaldı. Açtı ve konuştu: -Şu an bir kafedeyiz. Tam çıkmak üzereyken Zeynep yine Cemal Süreya adını duydu, yine ağlıyor, biz yine gecikebiliriz. Ve o an Cemal Süreya sevincinden, duvarda asılı duran resminden atlayıp Zeynep’e sarılabilirdi. ÇÜNKÜ ŞAİRLER BİLİR Ahmed Arif’i anma etkinliğinde, salonda oturan dinleyiciler kadar da ayakta dinleyici vardı. Diyarbakır’dan gelen konuşmacı Ahmed Arif’in hemşerisiydi. Genelden şairle ilgili anılarından söz ediyordu. Anlatıcı şair değildi, lakin Ahmed Arif’in çocukluğunda yaşadığı mahallede oturduğundan anlattığı anılar ilgiyle dinlendi. Ancak yüzü aşkın dinleyicinin bulunduğu salonda bulunan şair sayısı bir elin parmak sayısını geçmezdi. Kentte yaşayan şairlerin çoğunu tanıyan dinleyicilerden biri, yanındaki şaire neden böyle olduğunu, kentte yaşayan şairlerin neden gelmediğini sordu. Şair gülümseyerek, -Çünkü şairlerin Ahmed Arif’le ilgili bilmedikleri tek bir söz, tek bir dize yoktur da ondan... ŞİİR SADECE Sedat Umran’ın şiirlerine tutkun olan şair, etkinlikte onun şiirlerinden söz ediyordu. Umran’ın şiire bakışını şöyle tanımladı: -Sedat Umran’ın saptamasına göre şair eğer ‘ben’inden acı çekerse bireysel şiiri, ‘dünyadan’ acı çekerse toplumcu şiiri, ‘zamandan’ acı çekerse geçmişin özlemini dile getiren şiiri yazar. Salondan bir soru geldi: -Şair ya ikisinden hatta üçünden birden acı çekerse, o zaman hangi şiiri yazar? Daha o soru yanıtlanmadan bir soru daha geldi: -Şiir sadece acı çekince mi yazılır? Sorular sürdü gitti... Konuşmacı işin altından kalkamayacağını anlayınca: -Şimdi de Sedat Umran’dan şiirler okuyalım, diyerek şairin iki şiirini daha okudu. KAFEDE Genç şair, sanatçıların sıkça uğradığı sokaktaki kafeye girer girmez çantasını açtı. Turgut Uyar’ı, Lorca’yı, Sohrab’ı, Füruğ’u, son şiir dosyasını, kitaplarını, hüzünlerini, sevinçlerini, kurşun kalemini, tükenmez kalemini çıkarıp masanın üzerine koydu. Ancak bir an, duvardaki ‘model bisiklet’ başıma düşer mi diye düşünüp orada oturmaktan vazgeçti. Çıkardıklarının hepsini tekrar çantasına koydu. Az ilerdeki duvarda Turgut Uyar’ın fotoğrafının altındaki masaya geçti. Zaten onun genelde oturduğu masa orasıydı, masanın o anda boşalmasına sevindi. Nasıl olsa hep bu sokakta oluyorum, bu sokakta bir daire mi kiralasam, diye söylendi. Yeni şiir dosyasını açtı, ilk dizeyi üst üste üç kez okudu. Bir an Turgut Uyar fotoğraftan kendine bakıyor sandı. -Keşke ‘Büyük Saat’i yanımda getirseydim, şair sevinirdi, sözünü kendi kendine sesli olarak söyledi. ŞAİRİN YAŞ MESELESİ Şair, etkinlikteki konuşmasının bir yerinde, Cemal Süreya’nın “kırk yaşına kadar şair olamadıysanız boşuna uğraşmayın, o yaştan sonra bir yere varamazsınız” gibilerden bir sözü olduğunu söyleyince, arka sıralardan her hâliyle ellili yaşlara dayandığı belli olan bir kadın şair, işin bir tarafını da şakaya getirerek söz aldı. -Efendim, bu yaş sınırını biraz daha yukarılara çekmek mümkün mü acaba, hani hiç değilse kırk beş, elli gibi... Şair ödün vermedi: -Hayır, ne yazık ki bu mümkün değil. Zaten bu benim elimdeki bir şey de değil. Hem bana niye söylüyorsunuz ki, gidin bu sözü baştan söyleyene söyleyin diyeceğim ama sözün sahibi de artık yok ki... FOTOĞRAF İkinci Yeni şiirine bir türlü ısınamadığını söyleyen şair, bunu arkadaşına şöyle açıkladı: -Ne zaman İkinci Yeni şiirinden söz açılsa bende hep aynı duygular oluşuyor, ayakları yere basmayan bir şiir düşlüyor, amaçsız havalarda geziniyorum. Sandalyelerini masaya doğru daha bir çektiler. Diğeri düşüncesini onu destekleyen bir örnekle açıkladı: -Ben de Edip Cansever’in şiirlerini okurken, birazcık şeker tadı almak için avuç avuç keçiboynuzu yemiş gibi oluyorum. Oturdukları masanın hemen yakınındaki duvarda Edip Cansever’in fotoğrafının altında bir şiiri vardı. Gözleri oraya takılınca bir an gelip masalarına oturacak sandılar. TÖRE Aynı zamanda akademisyen olan genç yazar, yayımlanan ilk öykü kitabının söyleşi ve imza gününde oldukça heyecanlıydı. Etkinliğe gelenlerin büyük bir çoğunluğu genç yazarın tanıdığı, eşi, dostu, öğrencisiydi. Belki de çoğu ilk kez bir kitap imzalatacaktı. Genç yazar daha etkinlik başlamadan kitaplarını imzalamaya başlayınca, önceden belirlenen etkinlik saati geçmesine rağmen söyleşi başlamadı. Orada bulunan yaşlı bir şair bu duruma uyan şöyle bir olay anlattı: -70’li yıllarda Ankara’da Fahrünnisa Kadıbeşegil’in çıkardığı edebiyat dergisini ilk zamanlarda yöneten derginin künyesinde ismi yazmasa da Cemal Süreya idi. O sıralar Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı Türk Dili Dergisi’nin sorumlu yönetmeni olan Cahit Külebi, Oluşum’a her sayı bir şiir verirdi. Arada bir sayı şiir vermeyince Cemal Süreya konuyu hemen edebiyat gündemine taşıdı: “Şiir yayımlamak bir töredir, Külebi Oluşum’a bir sayı şiir vermedi, bu töreyi bozmuş oldu” dedi. Sonra bu örneğe dayanarak ekledi: -İmzanın söyleşiden sonra olması bir töredir. Genç yazar arkadaşımız imzayı söyleşiden önce başlattı ve bu töreyi bozmuş oldu. MASA Şair, kafedeki her zaman oturduğu masasına oturdu. Gözlüğünü, sigarasını, çakmağını, telefonunu çıkarıp masanın üzerine koydu. Sonra bozulan sağlık durumunu, emekli maaşının yetmeyişini, kitaplarını yayımlatamayışını, evdeki gürültü patırtıyı da koydu. Daha önceden sözleştiği şair arkadaşını yeniden aradı, gelmek üzere olduğunu öğrenince onunla ilgili düşüncelerini de masanın üzerine koydu. Bir çay söyledi, çaya şeker atacaktı, vazgeçti. Tam sigarasını yakıyordu ki az önce telefonla aradığı şair arkadaşı geldi. Daha oturmasını beklemeden ona Edip Cansever’in ezberden bildiği ‘masa da masaymış ha’ şiirinin ilk dizelerini okudu. “Adam yaşama sevinci içinde / Masaya anahtarlarını koydu / Bakır kâseye çiçekleri koydu / Sütünü yumurtasını koydu / Pencereden gelen ışığı koydu / Bisiklet sesini çıkrık sesini / Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu...” Arkadaşı gülümseyerek: -Adamın masaya koyduklarının yanında seninkiler de duruyor, dedi. ZAMANI GEÇMEDEN Heyecanla parayla kitap basan bir mekâna girdi. Elindeki dosya ve cdyi masanın üzerine bırakarak: -Bu dosyadaki şiirleri hemen kitaplaştırmak istiyorum, on beş gün içerisinde hallolması gerek! Mekânın sahibi ve içerde bulunan üç kişi ilk kez gördükleri adama dikkatle baktılar. Adam sözünü sürdürdü: -Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’ne katılacağım. Ödülü yeni öğrendim. Kitap on beş gün içerisinde çıkmalı ki zamanı geçmeden katılabileyim. Mekân sahibi: -Tamam, yetiştirmeye çalışırız, buyurun oturun, dedi. On beş güne kadar mutlaka yetişmesi gerektiğini yineledi. -On beş güne kadar çıkmalı ki ödüle katılabileyim. Yoksa kitabın çıkmasının ne önemi var. Parasını hiç sorun etmeyin... HAYIFLANMAK Emekli ilköğretim müfettişi, çayevinde yazar arkadaşıyla Cengiz Aytmatov’un romanları üzerine söyleşirken hayıflanıyordu. -Ben de görevimin ilk yıllarında beş yıl ilkokul öğretmenliği yapmıştım. Benim ilk görev yaptığım köy de Öğretmen Duyşen’in görev yaptığı köy gibi olanaksızlıklar içinde bir köydü. Ben de aynı güçlüklerle karşılaşmıştım. Ne yazık ki benim Altınay gibi yükselen bir öğrencim olmadı... Arkadaşı gülümsedi. -Ama o Öğretmen Duyşen’di. Koca bir romanın kahramanı. - Ramazan Teknikel, Konur Bir Şenliktir (Akatalpa, Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi, Ocak 2020, Sayı: 241) - Görsel: Ahmet Muhip Dıranas, Cemal Süreya, Ahmed Arif, Sedat Umran, Turgut Uyar, Federico García Lorca, Sohrab Sepehri, Füruğ Ferruhzad, Edip Cansever, Cahit Külebi, Melih Cevdet Anday, Cengiz Aytmatov
29 notes · View notes
epifizz · 4 years
Note
ha evet yeni platonik düşünceyi çok iyi anlamak gerek, ama tasavvuf çıkış noktasında da -özünde- bir takım farklılaşmış uzuvları olmakla beraber sünni, hatta daha sonraları sünnilikle arasındaki makas açılıp, bir dönem tekrar sünni şeyhlerin boyunduruğuna girmiş
Nev-Eflatuni olduğunu kabul etmiş olman güzel ancak tasavvufun çıkış noktası sünnilik falan değil. Örneğin Ebussuud Efendi (dönemin şeyhülislamı), Yunus Emre’yi küfür ile suçlamış ve katlini vacip kılmıştır.
“Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri İsteyene ver sen onu bana seni gerek seni
deyip evza-ı garibe ile tevhid ederlerken, kelime-i tevhidi tağyir edip ‘gah dil-i men, dah can-ı men diyenler’ ve buna razı olanlar ZEyd, yanş onların şeyhleri hakkında küfürle hümedilir; bu beyitlerde de Cennet hakkındaki söz küfr-i sarihtir; bunların katlı mubahtır.” (Gölpınarlı, 2020, s.270)
Yunus Emre’nin şiirleri de kesitte gördüğün üzere fazlasıyla eleştireldir. Vahdet-i Vücut öğretisinin tevhit anlayışı sünnilikle uyuşmamaktadır çünkü esas olan kitap değil iç yaşantıdır. Sonrasında sünnileştirilme ile tasavvufun sünni şeyhlerin boyunduruğuna girdiği pekala doğrudur ancak köken görüşü doğru değildir. Anadolu kökenli olması bakımından bile Tasavvuf sünnilikten ayrı köklere sahip olduğunu gösterir.
1 note · View note