#soranın
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yorgun Adam
Yorgun Adamİnsan o kadar zaman güçlü olmaya, güçlü durmaya çalışır, her şeye ve her kese karşı güçlü durmak için o kadar çok çalışır ki bu çalışma, çabalama ziyadesiyle yorar ve yıpratır onu.Bir gün, bir yerde, ufacık bir şey bu yılların verdiği yorgunluğu deşifre eder ve bu zamana kadar hiç göz yaşı dökmemiş insan, oturur hüngür hüngür ağlar, bir çağlayan gibi gürül gürül ağlar. İşte bu Sevgili…
youtube
View On WordPress
#2020 şiirleri#Adam#altında#Arayanın#ülkesinde#bilenin#Bir#Dalgaların#Dalgındı#Deniz#dinliyordu#Duman#Durgundu#fısıldadıklarını#gözleri#Geçmişin#gecenin#Hayat#içinde#Mustafa Murat Güngör#olmadığı#omuzlarında#Poem#Poema#Poems#Poerty#Poesia#Poet#Poeta#soranın
0 notes
Text
"Nasılsın?
sorusuna alınan cevabın %89.2 si iyiyimdir.
Bu cevabın %61 yalandır ve bu durum, o soruyu soranın %99'unun umrunda bile değildir...”
...
40 notes
·
View notes
Text
Kazak Abdal'ın " Kazak Abdal söz söyledi.Cümle halkı dahleyledi. Sorarlarsa kim söyledi. Soranın da avradını" demesi gibi insana bir gerginlik çöküyor
23 notes
·
View notes
Text
Bir At Masalı — Akıllı Hans Etkisi
1900'lerin başında,Alman William von Osten atı Hans’ı “Zeki Hans” olarak kamuoyuna takdim etti. İddia ettiği şey Hans’ın soruları ayaklarını yere vurarak cevapladığıydı.Sayılar ve alfabeyi kodlayarak cevap verdiğini iddia ediyordu William von Osten,tıpkı Mors alfabesi gibi.
Akıllı At Hans ve William von Osten
Von Osten hayvanlar ve insanların zeka seviyelerinin eşit olduğuna inanıyordu.
Bunu kanıtlamak için hayvanları eğitmeye başladı.Kediler,köpekler,ayılar ve daha nicelerine basit hesaplamalar yapmayı öğretmeye çalıştı. Fakat bu yeteneğe sahip olan tek hayvan Hans’tı.
Hans’ın yetenekleri sadece basit hesaplamalar yapmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda insanları adlandırabiliyor,zamanı tanımlayabiliyor ve müzikal aralıkları belirleyebiliyordu.
Sonralarda,Hans karekök hesaplamaları gibi daha karmaşık işlemleri de yapabilir duruma geldi. Elbette Hans her zaman doğru cevaplar vermiyordu fakat doğru cevapların sıklığı bunun bir tesadüften öte olduğunu kanıtlıyor ve soruşturulmasını gerektiriyordu.
Hans bir sürü insan tarafından test edildi,hatta birisi Hans’ın 14 yaşındaki bir çocukla aynı zeka seviyesinde olduğunu iddia etti. Fakat Hans üzerinde yapılan ilk bilimsel test Profesör Carl Stumpf tarafından 1904 yılında yapıldı.
Stumpf, Hans’ın yeteneğinde bir hile veya aldatmaca olduğuna dair bir kanıt aradı fakat hiçbir şey bulamadı. Sonrasında da Stumpf Hans’ın gerçekten yetenekli olduğuna karar verdi.
Bu bilimsel onayın ardından Hans halk arasında büyük sansasyon yarattı ve insanlar onun bu yeteneğini izlemek için akın etmeye başladılar.
Buna rağmen,diğer bilim insanları Hans konusuna hala şüpheyle yaklaşıyorlardı.
1907 yılında Oskar Pfungst,Carl Stumpf ile birlikte Hans’ı klasik bir psikoloji vakasında yeniden test etti. 13 bilimadamı “Hans Komisyonu” adı altında bir araya geldi ve araştırmalara başladılar.
Hans’ın bir yeteneği olduğu aşikardı ve psikologlar bu yeteneğin ne olduğunu bulabilmek için deneyler tasarlıyordu.
Yaşanan olaya dair bir cevap bulmuşlardı fakat aldatmaca veya bir kandırmaca olduğuna dair ortada hiçbir kanıt yoktu.
Hans,büyük bir çadırın içinde izleyiciler ve başka dikkat dağıtıcı unsurların olmadığı bir alanda test edidi.
Testler aşağıdaki şekilde tasarlanmıştı:
-Şans faktörünü ortadan kaldırmak için çok sayıda soru soruldu.
-Hans’ın Bay Von Osten’dan herhangi bir etkileşim almasına karşın farklı kişiler tarafından sorular soruldu.
-Sorulan soruların cevapları bazen biliniyordu,bazen bilinmiyordu.
-Soru soranların Hans’a olan mesafeleri her soruda farklıydı.
-Bazı sorular sorulurken Hans etrafı göremeyecekti.
Ortaya çıkan sonuçlara göre,belirlenen ilk şey Hans’ın doğru cevap verebilmesi için soru soran kişiyle görsel bir temas kurması gerektiğiydi.
Soru soran uzaklaştıkça,Hans’ın doğru cevap verme oranı da düşüyordu. Hans etrafı görmüyorken,doğru cevap verme oranı daha da azalmaya başladı.
Bulunan bir diğer önemli bulgu ise Hans’ın doğru cevap verebilmesi için soru soran kişinin sorunun cevabını bilmesi gerektiğiydi. Eğer soru soran kişi sorunun cevabını bilmiyorsa Hans’ta doğru cevap veremiyordu.
Hans ancak soruyu soran sorunun cevabını biliyorsa ve Hans o kişiyi görebiliyorsa doğru cevap verebiliyordu.
Bu gerçek göz önüne alındığı zaman;Hans’ın gelişmiş bir zekaya sahip olmadığı,aslında cevap verirken soruyu soranın farkında olmadan verdiğini görsel ipuçlarından yararlandığı belirlendi.
Soruyu soranlar farkında olmadan ipuçları veriyordu. Hans doğru cevaba yaklaştığı zaman azalan ve artan tansiyon,değişen yüz ifadeleri,gerginlik ve diğer istem dışı hareketlerde oluşan değişimleri gözlemleyip,onlara tepki veriyordu.
Ne zamanki bu hareketler yerini alkış ve kahkahalara bırakıyor, Hans doğru cevabı bulduğunu düşünüyor ve duruyordu.
Psikologlar bu olay sonrası bir şeyin farkına vardılar. Bir kişi veya canlının davranışı,soru soranın farkında olmadan verdiği ipuçlarından etkilenebiliyordu.
Bu ipuçları Hans olayında yaşandığı gibi gerginlik,azalan ve artan tansiyonlar,kahkahalar,mimikler ve istem dışı hareketlerdi. Sonrasında bu etki “Clever Hans Effect”(Akıllı Hans Etkisi) olarak literatüre geçti.
Bu etki tüm etkileşimli durumlarda gözlemlenebiliyordu. Bu nedenle bilimsel testler,özellikle klinik araştırmalar “Double Blind”(ne araştırmacının,ne de deneğin gereken bilginin/yapılan tedavilerin farkında olmaması durumu) adında bir yöntem izlenerek yapılmaktadır.
“Double Blind” yöntemi uygulanmayan testlerin pozitif sonuçlar vermesinin nedeni;”Akıllı Hans Efekti”dir. Bu nedenle bu testlerin güvenilirliği tartışmalıdır.
Deneyi yapan kişilerin,bilinçsiz bir şekilde ipuçları vermesi,testlerin önyargılı olmasına neden olur. Etki,takdir edilmesi gereken önemli bir faktördür.
Berk Buldanlı
26 notes
·
View notes
Text
Muhammed b. Mukatil'den nakledildiğine göre bir kimse Imam Azam'a şöyle bir soru sordu
"Şu kimse hakkında ne dersiniz ki, Allah'tan korkmaz, cehennemden korkmaz, ola eti yer, rüků ve secdesiz namaz kılar, görmediği şeye inanır, Hakk'a buğz eder, fitneye sevgi hesler"
Imam Azam'n meclisinde bulunan arkadaşları bu soruya cevap vermekten aciz kalarak, bu kimsenin durumu müşkildir, dediler,
Imam Azam
Hazretleri ise bu soruya karşılık şöyle cevap verdi.
"Bu öyle bir kimsedir ki, Allah'ın rızasını ister.
Cennet istemez.
Allahtan korkup Cehennem ateşinden korkmaz
Rüků ve secdesiz olan cenaze namazı kılar.
Allah Teâlayı görmediği halde birliğine iman ve şehadet eder.
Ölümün hak olduğuna inanır, fakat onu sevmez.
Mal ve evlad fitnedir,
fakat bunları sever.
Müslüman kardeşini dedikodu ettiği için ölü eti yemiş olur." Bu cevap karşısında soru soran kişi kalkıp Imam'ın elini öptü ve şâhidlik ederim ki, sen ilmin hazinesisin, dedi.
Yine rivayet olunduğuna göre, Bağdad'a Rum diyarından bir Dehri gelip insanlarım inançlarını sarsmak için din adamları ile münazaralara girişiyormuş
Butün Bağdat älimleri bu dehri karşısında aciz kalıp sorularına cevap veremediler. Yalnız görüşmediği âlim Imam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, ben de gidip münazarada cevap veremeyip aciz kalırsam cahiller arasında Islâm inancı sarsılır korkusuyla münazara etmekten çekiniyordu.
Imam Hammad bu düşünce ile muztarib halde uykuya dalmış, gece rüyasında görmüş ki, bir hınzır gelmiş bir ağacın dallarını ve gövdesini yemiş, sadece kökleri kalmış.
Bu esnada o civarda bir arslan yavrusu çıkarak o domuzu parçalayıp öldürmüş
İmam Hammad bir korku içinde uykudan uyanmış, kederli bir durunda düşünmeye başlamış
Imam Azam Hazretleri o zaman onüç yaşında bulunuyordu.
Hocası Hammadi kederli halde görünce sebebini sordu.
İmam Hammad ona rüyasını anlatı.
Bunun üzerine Imam Azam rüyasını şöyle tevil etti
"O gördugünuz ağaç ilimdır.
Dalları diğer âlimlerdir.
Kökü zat-ı älinizdir.
Arslan yavrusu ise benim, inşallah o domuzu ben öldüreceğim" dedikten sonra
hocası Hammad ile beraber camiye gittiler.
O sırada dehri gelip minbere çıktı ve münazaraya başlayarak karşısına çıkacak birini istedi.
Bunun üzerine Ebû Hanife karşısına dikildi.
Dehri yaşının küçüklüğüne bakarak onu küçümsedı.
Imam Azam
"Ne sormak istiyorsan sor dedi
Bunun üzerine dehri Imam Azâm'a şöyle sordu "
Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığım bulunması mümkün müdur? dedi.
Imam Azam tereddürsüz cevabında
"Sen sayı bilir misin?" dedi.
Dehri de "Evet, bilirim, dedi." Imam Azam:
"Bir sayıların evvelidir,
ondan önce sayı yoktur, cevabını verdi.
Bu sözü karşısında İmam şöyle dedi:
"Bir sayısından evvel sayı olmaz da bir olan Allah'tan önce nasıl başka bir varlık bulunabilir?
Bunun üzerine
Dehri ikinci sorusunu sormaya devam etti:
Bir sayısından önce bir sayı var mıdır" dedi.
Dehri:
"Allah Teâlâ ne tarafa yönelmiştir?
Bu soruya karılık
İmam Azam:
"Bir mum yakınca onun işığı ne tarafa yönelir?" dedi.
Dehri
"Mecazi nur olan bir mumun ışığı her tarafi kaplar da göklerin ve yerin nuru olan Allah Teâlâ her tarafi kaplamaz mı?
Bunun doğruluğu güneşten daha açıktır" dedi.
"Her tarafa yayılır" cevabını verdi.
Buna karşılık
İmam Azam
Dehri üçüncü sorusunu söyle sordu:
"Var olan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır.
Buna göre Allah nerededir?
Bunun üzerine
Imam Azam bir kåse içinde süt getirerek
"Bu sütün içinde yağ var mıdır?" diye sordu.
Dehri
Evet, vardır." cevabını verince Imam Azam:
Yağ bu sütün neresindedir?" diye sordu.
Dehri
Sut içindeki yağın belli bir yeri yoktur, sütün her tarafında yağ vardır." dedi.
Dehrinin bu cevabı karşısında
Imam Azam:
"Fåni ve zail olan bir varlığın belli bir mekim olmuyor da Allah Teälä için nasıl bir mekän tasavvur edilebilir?
Allah Teälä vardır ve Onun varlığı her yeri kaplamıştır." dedi.
Bundan sonra
dehri dördüncü sorusunu şöyle sordu:
"Rabbin şimdi ne iş ile meşguldür?"
Imam Azam:
"Sen birkaç soru sordun, ben ise cevap verdim.
Soru soranın yüksekte, cevap verenin aşağıda olması yakışmaz
Sen inde minbere ben çıkayım." dedi.
Bu söz uzerine dehri minberden aşağıya inip yerine Imam Azam minbere çıktı ve "Benim rabbim, senin gibi bir kafiri minber üzerinde layık görmeyip aşağıya indirmekte ve benim gibi bir
Tevhid ehlini minber üzerine çıkarmaktadır." cevabını verince dehri cevap veremez duruma geldi ve pes dedi.
İşte o zaman dehriyi yakalayıp öldürdüler ve İmam Hammad'ın gördüğü o rüya gerçekleşmiş oldu.
Imam Azam'ın zekâsının üstünlüğüne delalet eden olaylardan biri de şudur: Hasan b. Ziyad'ın naklettiğine göre,
bir kimse bir yerde bir miktar para defnedip sonradan bu malı nerede gömdüğünü unutmuş.
Bunu nasıl bulacağını Imam Azam Hazretlerinden sorunca,
"Gece sabaha kadar namaz kıl, inşallah bulursun" demiş. Bu tavsiye üzerine o kişi gece namaz kılmaya başlamış
ve gecenin dörttebiri olunca parasını nereye gömdüğü hatırına gelmiş
Imam Azam'dan bunun hikmetini
sormuşlar ve söyle cevap vermis:
"Şeytan aleyhilláne gece sabaha kadar namaz kılmaya rıza göstermez, onu mutlaka bu işten meneder.
Bu sebeple
hatırına getirir."
Yine cimri bir kimse malını bir yerde gömmüş, fakat bir müddet sonra gidince bu parayı yerinde bulamamış, çıkarıp almışlar.
Hasis bir kimse olduğu için buna fazla üzülmüş ye nerede ise ölecek duruma gelmiş. Bazı dostlarının tavsiyesiyle Imam Azam Hazretlerine müracaat edip bir çare bulmasını rica etmişler. Bunun üzerine
Imam Azam Hazretleri:
"Bana yerini gösterin." demiş ve göstermişler.
Imam Azam başka bir vakitte o yere gelip burada bazı kimselerin mantar devşirdiklerini görmüş. Yanlarına yaklaşıp bunlardan birine "Siz burada her zaman mantar devşirir misiniz?" diye sormuş.
Adam da
"Evet, her zaman devşiririz." cevabını vermiş.
Imam Azam
Hepiniz birlikte toplayıp sonra taksim mi edersiniz?" diye soru sorunca "
"Hayır, herbirimiz ayrı ayrı kendi hesabımıza devşiririz." demis.
Imam Azam tekrar sordu: "Hepiniz buradan beraber mi ayrılırsınız?
Adam cevap verdi
"Hepimiz beraber gideriz, fakat şu adam her zaman geri kalıp bizden sonra gider. demiş.
Bunun üzerine
Imam Azam bir kenarda oturup dağılmalarını beklemiş.
Herkes gidip sadece o kimse kalmış.
Bu sırada Imam, o zatın yanına yaklaşıp:
"Bu yerde bir adam bir miktar para gömmüş, bu parayı sen çıkarıp almışsın, hem aldığını görmüşler ve şahidlik ediyorlar.
Başkaları duymadan harcadığın sana kalsın sahibi onu bağışlar, gerisini ver." demiş.
Adamı bu söz karşısında korkup aldığı parayı getirip Imam Azam'a teslim etmiş açıklarken Imam Azam Hazretleri şöyle diyor.
O da sahibine vermiş Bu olayın sırrını
"Görmüşler" sözümden maksadım Allah Teâlâ''dır. Çünkü Allah Teälä kullarının yaptığı bütün işleri görür." Imam Azam'm zekası o derece üstün idi ki bir şeye bir defa baksa derhal onun keyfiyetine vakıf olurdu.
IX-KEREMİ, AHLAKI, ZÜHD ve TAKVASI:
Yezid b. Harun'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir Imam Azam gibi takva sahibi olmadıkça bir kimseye fetva vermek heläl olmaz.
Çünkü İmam'dan daha älim, daha zahid ve daha takva bir kimse görmedim.
Bir zamanlar Imam Azam'm, bir evin civarında güneşin sıcağı altında beklediğini gördüm.
Kendisine:
"Niçın duvarım gölgesine girmeyip güneşin sıçağı altında duruyorsun?
diye sorunca
"Bu evin sahibinde bir miktar alacağın varda, eğer evin gölgesinde gölgelenirsem bir menfaat elde etmek düşüncesi akla gelebilir korkusuyla gölgelenmiyorum,
çünkü bunun faiz olmasından korkuyorum." cevabını
verdi.
Yine rivayet edilir ki Imam Azam bir meselede zorlukla karşılaşıp çöremezse tevbe ve istiğfar edip, bir günah işlemişim ki bu müşkil bana arız oldu, der ve kalkıp iki rekât namaz kıldıktan sonra o mesele kendisine keşfolur
ve böylece o müşkil ortadan kalkardı.
Fadi b Iyaz Imam Azam'ın bu durumunu duyunca ağlayıp, bu durum onun günahının azlığındandır.
Çünku herkese böyle bir inkişaf olmaz, derdi,
Ibrahim b. Amr'dan rivayet edildiğine göre,
Imam Azam Hazretleri son derece feraset sahibi (ileri görüşlü) idi.
Talebelerinden Dâvud-i Tai
hakkında demişlerdir ki "Bu talebem çok äbid olup insanlardan uzakta yaşayacak ve gece günduz ibadette bulunacak.
" Gerçekten de öyle oldu.
Yine Ebu Yusuf hakkında:
"Buna da dünya ikhal edecek ve kendisinin de dünyaya meyli çok olacak." dedi.
Gerçekten de öyle oldu.
Yine rivayet edilir ki Imam Azam ticaretle geçinir ve ticari işlerini ortakları yürüturdu.
Ortaklarından birinin satışında şüphesi bulunduğu ve sattığı mallar arasında bir tanesi sakat bulunduğu için (30.000) akçelik karını fukaraya sadaka olarak dağıtmıştır.
Yine rivayet edilir ki, Kufe etrafindaki arapları yağma etmişler ve bunlara ait koyunları çarşı pazarda satmışlar,
dolayısıyla bu koyunlar o civarda yayılmış.
Bunun üzerine Imam Azam Hazretleri bir koyunun ömrünü sormuş, ancak yedi sene yaşar, demişler.
Bundan sonra Imam Azam bu koyunlardan birine rastlar korkusuyla yedi sene
et yememiştir
Imam Azam'm sabrı ve nezaketini belirten şu vaka da çok dikkat çekici olduğu kadar ilim adamlarına irşad konusunda güzel bir örnek de teşkil etmektedir:
Rivayet edilir ki,
Imam Azam Hazretlerinin bitişik bir komşusu vardı ki içkiye müptelä olup gece evine sarhoş olarak gelir gece yarısına kadar çalgı çalıp şarkı söylerdi.
Imam Azam bu içki müpteläsı komşusunun eziyetine sabr ve tahammül gösterir, komşuluk hakkına riayet etmek için kendisine. bir uyarıda bulunmazdı.
Bir gece bu komşusunun sesi sadası kesilmiş.
Bunun üzerine Imam Azam Hazretleri, acaba hasta mi oldu, yahut bir kazaya mı uğradı, diyerek derhal evine gitti ve hanımına, her gece komşumuzun çalgı ve şarkı seslerine alışmıştık,
bu gece ise sesi sadası kesildi.
Acaba hasta mıdır, yahut haşına bir iş mi geldi diye sormaya geldim, deyince
hanımı mahcup bir eda ile
"Ya Imam bu gece meyhaneden gelirken zabitlere rastlamış ve sarhoş olduğu için kendini yakalayıp hapsetmiş ler," dedi.
Bunun üzerine Imam Azam o şehrin valisine kadar gitti.
Vali Imam'ı görünce karşılayıp saygı ve
ikramdan sonra ziyaret sebebini sormus.
O da durumu anlatmış ve hapsedilen bu komşusunun serbest bırakılmasını istediğini belirtmiş.
Vali bu rica üzerine derhal o komşuyu hapisten çıkarıp kendisine teslim etmiş.
Beraber dışanya çıktıklarında bu komşusuna karu gayet nazik davranarak, senin çalgınan sesine alışmıştık,
bu gece sesin ve sadan çıkmadı, çoluk çocuğunun nafakasını soramadık,
bir yardımda bulunamadık, deyip çok miktarda para verdikten sonra meyhanecide ne kadar borcun varsa ben ödeyeyim, deyince
adam
Imam Azam'ın bu nazik muamelesinden son derece mahcup kalarak hemen o anda tevbe ve istiğfar edip
Imam Azam'm ders halkasına devam etti ve kısa zamanda ilim tahsilini tamamlayıp fakihlerden biri o oldu
Yine rivayet edilir ki, Imam Azam Hazretleri kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazını kılmış.
Ve yine rivayet edilir ki:
her ayda altmış hatim indirir, bir hatm-i şerif gece, bir hatim-i şerif de gündüz indirirdi.
Dünyadan ähiret ålemine göç ettikleri vakıt yedibin hatm-i şerifi tamamlamıştı
Imam Azam Hazretleri zengin olduğu halde kendi ifadesine göre, dortbin dirhemden fazla parayı elinde tutmamış, bu kadarımı çoluk çocuğunun nafakası için saklarmış, gerisini fukaraya, talebelerine ve Mekke ile Medine'de bulunan Fakihlerin nafakalarına yardım için harcardı.
Imam Azam Hazretleri hocasıma o derece saygılı idi ki, vefatından beri her namazın peşinde hocası Imam Hammad için, anası bahası, diğer hocaları ve kendisinden ilim öğrenen taleheleri için duada bulunurdu.
Hocasına karşı saygısından ötürü, yatağında ayaklarımı hocasının evine doğru uzattığı väki olmarıştır.
X-KADILIKTAN KAÇINMASI :
Hidaye sahibi Merginani'nin naklettiğine göre Halife Mansur, Imam Azam, Imam Sevri, Imam Candi Imam Şerik ve Imam Misar'ı kadı nasbetmek için huzuruna çağırmış.
Imam Azam Hazretleri, ben hile yapıp kurtulurum, dedi. Imam Sevri:
ben firar ederim, dedi.
Imam Misar: ben de deli numarası yaparım, dedi
Serik
ise zaten beni kadi yapmak istemez, diyerek yola çıktılar. Devlet sarayına giderken nehrin kenarında bir gemi gidiyormuş.
Imam Sevri kaptana yalvararak: beni bir kimse boğazlamak istiyor, beni gemine koyup kurtar, dedi. Kaptan da onu alıp gizledi.
Bu şekilde Bağdat'tan firar etti.
Diğerleri ile birlikte halifenin huzuruna vardılar.
Mis'ar halifeye davarlarım nasıl, çoluk çocuk nasıl diyerek uygunsuz sözler sarfedince onu meclisten dışarıya attılar
Imam Azam Hazretleri ise ben elbise tüccarıyim, beni kabul etmezler.
Küfeliler Kureyş ve Ansar- Araptandır, ben ise köle neslindenim, dedi.
Onu da dışarıya attılar.
Şerik benim görme kuvvetim zayıfır, mührün yazılarımı dahi fark edemem, diyerek mazeret belirtince halife ben senin yanma bir kimseyi yardımcı tävin ederim, o sana sana yardım eder, dedi.
Bu sefer Serik; benim hafızam zayıfır, dedi.
Buna karşılık sana hal ile hadem yediririm düzelirsin, cevabını verdi.
Bununla da mazeretini kabul ettiremeyince, benim kadınlar taifesine tazla meylim vardır, dedi.
Halife, ben sana çok maaş veririm, onunla cariyeler satın alırsın, dedi.
Bu şekilde ne dedi ise kendini kadılık makanuna nasbedilmekten kurtaramayınca,
Şeriat nazarında yakın uzak, küçük büyük ayırd etmem, herkese eşit bir şekilde Şeriatın hükumlerini tatbik ederim, deyince halife, ben de olsam, başkası
üzerine üstün tutma, deyince kaçınılmaz bir şekilde kadılık görevini kabul etti.
Fakat vazifeye başladıktan bir müddet sonra halifenin kölelerinden biri bir gün bir dava dolayısıyla kadının karşısına gelip diğerlerinden öne geçmek isteyince kadı Şerik buna rıza göstermeyip, ikiniz de şerat nazarında birsiniz, dedi.
Bunun üzerine halife Şeriki bu görevden uzaklaştırdı.
XI-HAPSEDİLMESİ ve VEFATI:
Şerik'in azledilmesinden sonra halife Mansur tekrar Imam Azam'ı huzuruna çağırdı, ve kadı olmasını teklif etti.
Fakat Imam Azam yine bu teklifi kabul etmedi.
Bunun üzerine halife Mansur kızarak Imam Azami hapsedeceğine ve dovdüreceğine yemin etti.
Ve memurlarma emir verip her gün on kamçı vurdurdu. Birkaç gün bu şekilde döğülup hapsedildikten sonra
Imam Azam Hazretleri şiddetli acı çekerek ağlamaya başladı ve aradan çok zaman geçmeden
"Allah selam evine çağırır" davetini kabul ederek Allah'ın rahmetine kavuştu.
Bazıları dövmekten, bazıları zehirlenmekten vefat ettiğini söylemektedirler.
Bu iki rivayeti birleştirmek de mümkündür.
Zindanda her gün on kamçı vurup sonra zehir içirdiler.
Bazıları da şöyle demişlerdir. Imam'ı halife'nin huzuruna götürüp kadılık teklifi yapılmca kabul etmedi ve bunun azerine şerbetine zehir koydurup kendisine içirdiler. Imam Azam Hazretleri zehrin tesirini hissettikçe Mansur'un meclisinden kalkıp gitti. Mansur, nereye gidiyorsun? diye sorunca, gönderdiğin yere gidiyorum, cevabını verip yine kendisini zindana goturduler.
Zehir bütün azalarına sirayet ettikten sonra onu hapse indirdiler ve hırakıp gittiler. Imam'ın ciğeri zehrin tesirinden parça parça olup ölümü hissettikçe secdeye kapanıp secdede iken ruhunu teslim etmiştir.
Allah kendisine gani gani rahmet eylesin ve açtığı çığırı kıyamete dek devam ettirsin. Vefatlarında yaşı 70'i bulmuştu.
Hicri 150 senesinde Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.
5 notes
·
View notes
Text
"Eşeği saldım çayıra
Otlayıp karnın doyura
Gördüğü düşü hayra
Yoranın da avradını
Münkir münafıkın huyu
Yıktı harap etti köyü
Ölüsüne bir tas suyu
Dökenin de avradını
Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Mezarına götürenin
İmamın da avradını
Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de avradını
Müfsidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyit namazın
Kılanın da avradını
Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı ta neyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını..."
(Kazak Abdal)
63 notes
·
View notes
Text
-boş ve penceresi olmayan bir odada karşılıklı iki sandalyeye oturan insanlar birbirine seslenir: ''Hey! yalnız insan... hayal kurmak zor mu?'' ''Hayır o kadar zor değil!'' soruyu soranın kahkaha sesiyle yankılanır boş oda. ''Aptal olma!'' ''Unutma sen de benim bir hayalimsin!... artık sus!''
9 notes
·
View notes
Note
Anonim diye beklediğin biri mi var yoksa o sevgilin var mı diye soranın mı ısrar etmesini istiyosun
Hayır sadece sıkıldım ve asla öyle bir beklentim yok artı ben aşk meşk işlerinden hiç hoşlanmam sorulmasını da sevmem :)
3 notes
·
View notes
Text
bana 4 yıl önce sorulan, sonrasında yaşanacak pek çok şeyin belirleyicisi olan, soranın da sorulanın da -eski ben denebilir, aynı kişi değilim- artık çok değiştiği ama hala değişmeyen o soru,
"insana bu kadar anlam yüklemek niye?"
4 notes
·
View notes
Text
SORU-NEDEN
İyi Soru Bilginin Üstündeki Tozu Siler
bazen sorular cevaplardan daha önemlidir
sorular cevapların varlık nedenidir.
ancak bazı sorular yanlış, bazı sorular eksik ve kötüdür. Bazen ise soruların güncellenmesi gerekir. Tıpkı yanlış cevaplar gibi, Kötü soruyla ilgili belki de en önemli zorluk tek ve kapsamlı bir doğru yanıtın verilmesini zorlaştırmasıdır.
iyi soru zeka işidir
öğrenmeyi sanata çeviren bir dokunuştur. Doğru ve can alıcı sorular sormak kişinin kavrayışının –ve doğal olarak zekasının- kanıtıdır. Aynı zamanda sorular, cevaplardan daha fazla endorfin içerir.
Peki bir sorunun işlevi nedir? Bu, soran kişinin sorudan beklentilerine göre değişir. Peki bir sorunun öğrenme sürecindeki görevi ne olmalıdır?
İyi bir soru beklentilerin büyük ��oğunluğunu sağlayabilir, kötü soru ise sorgulamadan karışıklığa neden olur ve bilginin ulaşmasını yavaşlatır
nasıl mı?
kötü soruyu yanıtlamaya çalışırken bildiklerini, o sırada öğrendiklerini ya da doğru yanıtın ne olabileceğini değil bu sorunun neden sorduğunu ve soranın aklından ne geçtiğini tahmin etmeye çalışılır. bu bir saptırma tekniğidir
Böylece soruyu yanıtlamaya değil soru soranın beklentisine en yakın tahmini yapmaya dair bir yarış yaşanır. Bir sorunun kötü olmasına neden olabilecek bir başka faktör ise zamanlamadır. Doğru bir soru da eğer gereğinden erken sorulursa kötü bir soru haline gelebilir.
doğru soru sormak cesaretlendirilmedikçe yanlış-yanıltıcı cevaplar verdirme tekniği sürekli kullanılır siz cevabın verildiğini sanırsınız ancak yapılan iş doğrudan saptırmadır
Bazı durumların sizin için kabul edilebilir bir nedeni olmaz, bunu biliyorsanız karşınızdakinin cevabının bir bahane uydurma faslı olduğunun da farkındasınızdır.
Kimi durumun ise birçok nedeni vardır. Tek bir cevapla açıklanamaz, zincirleme nedenleri vardır ve aslında dinlemekten yorulur, cevabın içinde kaybolursunuz.
Kimi şeylerin de bir ‘en önemli nedeni’ veya başka bir deyişle ‘baş sebebi’ vardır.
Bütün nedenler için de o en geçerli olanıdır, ilk o açıklanmayı hak eder.
Sonra onun yanında küçük nedenler vardır, yeri gelirse onlara da başvurulur.
Bazı olayların “Hiçbir nedeni olamaz”, ne neden açıklanırsa açıklansın sizin ruh haliniz bunu dinlemeye müsait değildir.
5 notes
·
View notes
Text
K E S İ L İ R
Birgün sesim soluğum kesilir,
Kesilir mektuplarım,
Kesilir mesajlarım,
Arayıp soranın da, olmaz,
Benden kesilir umutların....
Gözlerin de fer kalmaz,
Ayakların da dermanın kesilir,
Kesilmez deme kesilir işte....
Bugün toz kondurmadıkların,
Adına leke sürdürmediklerin,
Hani hep o koruyup gözettiklerin,
Beni ayaklarına pas pas ettiklerin,
En hassas yerinden incitirler seni,
İşte onlar tarafından fermanın kesilir...
Arar da bulamazsın beni,
Aşk'a olan inancın,
Benden umudun KESİLİR,
Hep sürmez ya bu devran böyle,
Sende düşersin, kanar yaraların,
Dost bildiklerin eliyle, senin de biletin kesilir.....
~Cengiz Yavuz✍🏻 2018
~Ayrılıkların Şairi~
5 notes
·
View notes
Text
Kültür, Tartışma ve Tartışma Kültürümüz Üzerine
✍🏻 Prof Dr Doğan Göçmen
https://www.gundemarsivi.com/kultur-tartisma-ve-tartisma-kulturumuz-uzerine/
Ülkemizde tartışma kültürünün yeterince gelişmiş olmadığı herkesin malumudur. Yarım yüzyıl önce büyüklerimin de, bugün bizim olduğumuz gibi bu tartışma kültürümüzün olmadığından şikâyetçi olduğunu hatırlıyorum. Demek ki bu konuda, eğer biz bugünün kuşakları olarak hala şikâyetçi oluyorsak bir arpa boyu yol almamışız demektir. Neden?
Hemen hepimiz bu durumu rahatsız edici bulur ve eleştiririz. Ama bunun neden olmadığı, çok arzulanan bir tartışma kültürünün neden oluşmadığı, nelerin yanlış yapıldığı konusunda da pek bir şey söylemiyoruz, bir tartışma ahlakının ve kültürünün oluşması için bir şey yapmıyoruz. Eş deyişle bu konuda bir problemimiz olduğunu herkes biliyor, ama problemin çözümü için kimse, problemin olduğunu belirtmenin dışında bir şey yapmıyor.
Göstermelik nezaketle, yani eleştirilmesi gerektiği düşünülmesine ve yeri ve zamanı uygun olmasına rağmen kırılmasın, üzülmesin diye nezaket veya diplomasi gereği bundan geri durmakla; ‘iki kitap okudu’ diye herkesin kendisini eleştiriden muaf olduğunu sanması ile tartışma kültürü yaratılamaz. Eleştiri bir tercih değil, iletişimsel eylem çerçevesinde her konuşma durumunun zorunlu bir koşuludur. Diğer taraftan birbirimizi bir nizamdan, yöntemden, üsluptan, bilgiye saygıdan yoksun sözde eleştiri ile de bir tartışma kültürü yaratılamaz.
Bir tartışma kültürü yaratmak için gerekli bilinç ve en azından temel bilgi bakımından bir yoksunluk yaşamıyor toplumumuz. Toplumumuzda her ne kadar eleştiri kavramı üzerine ciddi bir felsefi, sosyolojik, psikolojik, mitolojik ve başka birçok bakımdan ciddi yaygın araştırmaların yapılması gerekiyor olsa da; bu konuda toplumda gerekli ve yeterli temel veya ilkesel bilgi vardır denebilir. Ama bu mevcut bilgiye sadakat ve disiplinli uygulama konusunda gerekli tutarlılık gösterilmez toplumumuzda.
Toplumumuz, Cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan modern sosyalleşme sürecinin henüz çok başındadır. Toplumumuz, sosyalleşmenin “toplumsal bireyleri” yarattığı bir toplum olmaktan çok uzak henüz. Jean-Jacques Rousseau’nun tabiriyle toplumumuz en fazla bir yığındır, toplum değil. Toplum, güçlerini birleştirebilmiş bireylerden oluşur. Toplumsallaşmasını tamamlamış toplumlarda bireyler, toplumun en az toplamının gücü kadar güçlü, yani özgür olur. Toplumsal bireyler yetiştiren toplumu toplum yapan, en başta bu özelliğidir.
Ama hepimizin hepimize yabancı olduğu bir toplumda yaşadığımız da bir gerçektir. Bu durumda insanların birbirleriyle dolayımsal ilişkilenmesi, yani herkesin kendi içinde diğerlerine kendisini inşa etmesine müsaade ettiği ilişkilerin oluşması mümkün değildir. Cumhuriyetin ilk 10 yolunda bu konuda yapılan büyük atılımların kesintiye uğramasıyla ve toplumsal inşanın en geç NATO üyeliği ile birlikte giderek tersine döndürülmesi ve 12 Eylül darbesiyle birlikte bir yıkım programına dönüşmesiyle son bulmuştur – ki bu yıkım programı hala tüm hızıyla sürmektedir.
Tartışma kültürü için gerekli temel bilgi mevcuttur diyordum. Bu bilgi bana öğretmenlerim tarafından daha ilkokulun birinci veya ikinci sınıfında öğretilmişti: “Bilmemek değil, sormamak ayıptır”. Bu cümle hala birçoğumuzun ortak hafızasını oluşturuyor. Ama bugün soranın, bırakalım ayıplanmamayı, eleştirenin cezalandırıldığı bir toplumda yaşıyoruz.
Thomas Jefferson, tanrının varlığını bile sorgulamalısınız, eğer tanrı var ise akıl sizi zaten ona götürecektir, der. Sorgulama söz konusu olduğunda tek kutsal olan, kişinin kişilik haklarıdır, yani etiktir -ki bunun ne olduğunu bilmek için onu bile sorgulamamız, tartışmamız gerekiyor. Kutsal yoktur. Tabu mümkün değildir. Düşünme eylemi özgürdür, sınırlama, tabu ve kutsal tanımaz. Her şey varlığını eleştirel aklın karşısında gerekçelendirmek zorundadır.
Bilmemek değil, sormamak ayıptır, cümlesinde ne saklıdır? Sokratesçi, tek bildiğim şey, bir şey bilmediğimdir, kavrayışı saklıdır bu bilgi ve anlam dolu tümcede. Ama toplumumuzda insanlar bilgileri geliştikçe daha çok kibirli, kendini bilmez insan örnekleri olup çıkıyorlar. Öyleyse, kısa ve öz olarak, ‘neyi yanlış yapıyoruz tartışırken?’ diye sormalıyız.
Tartışmak, gerçeğin ne olduğunu karşılıklı tartmak demektir. Tartışmak. Karşılıklı tartmak. Bu karşılıklı tartma eyleminde beraber, yani karşılıklı olarak neyi tartıyoruz? Bilginin gerçek olup olmadığını. Bilgi neyin bilgisidir; bilginin gerçeğe uygun olması ne demektir?
Tartışmak gerçeğin ne olduğuna dair diyalektik bir karşılıklı ortak ve birbirine karşı bir argüman kavgasıdır. Tartışmak gerçek uğruna zorlu felsefi bir kavgadır. Bu nedenle tartışmada beraber, sonunda ne yenenin ne de yenilenin, ne kazananın ne de kaybedenin olduğu, fakat beraber gerçeğin ortaya çıkarıldığı zor bir süreç işler. Tartışma sabır ve dayanma gücü, çelişkilere dayanma ve tüm karşıtlıklara rağmen gerçek uğruna dayanışma gücü gerektirir. Bu ancak ciddi bir felsefi öğrenim ile mümkündür.
Fakat ülkemizde tartışmada kimsenin bilmediğini sormaya cesaret edemediği, basit itibar kaygısına düştüğü ve işin sonunda gerçek arayışından çıkıp, karşı(t)lıklı bilgi gösterişine dönüştüğünü gözlemliyoruz. Gerçek arayışı, ülkemizde, kimin daha iyi manipüle ettiğini gösterme çabasıyla bitiyor genellikle. Tartışma kültürü, Kant’ı da 300. doğum yıldönümünde bir kez daha analım, gerçeği ve gerçeğin bilgisini aramaya cesaret edenlerin yaratabileceği ve içinde bilgi, güzellik ve gerçek uğruna cesaret ile dolu bir kültür olabilir ancak.
Doğan Göçmen
#tartışmakültürü #kültür #toplum #felsefe #tartışma #sorgulama #konuşmak #saygı #bilgi #gerçek #inat #ego #nedentartışmaktakötüyüz #kant #anlamak #anlaşılmak #kavga
0 notes
Text
Anneler olmayınca,evlerin yalnız dört duvardan ibaret olacağını da,annem gidince öğrenmiştim.Sabahları “Elinizi yüzünüzü yıkayın,kahvaltı hazır” diyen olmadığı gibi günlerce aç kalsan,”Aç mısın?”diye soranın da olmadığını öğrendim.Öğrendiklerimin içinde canımı en çok yakan şey ise,Anne kokusu olmayınca,çocuklar kaç yaşında olursa olsun,büyüdüğüydü.
Ben ondört yaşında büyüdüm.
0 notes
Text
En çokta Herkesin derdine derman olupta düştüğünde kendi yaralarımı kendi sarışım.
Hastalandığında iyimisin diye soranın olmayıpta ağrıyan her bir yerime yine kendim Krem sürüşüm canımı acıttı
0 notes
Note
Selamunaleyküm ablacım nasılsın 🥰 zuelasfi ablama gelince seni de selamsız bırakmak istemedim 💐🌸Allah seni çok seviyor bunu bil istedim 🥰
Ve aleyküm selam kuzum hamd olsun sen nasılsın Allah razı olsun hatır bilip soranın daim olsun ♥️ Rabbim seni sevdiklerinle cemaliyle müşerref kılsın🌺
0 notes