Tumgik
#bilenin
damladanummana · 25 days
Text
Yorgun Adam
Yorgun Adamİnsan o kadar zaman güçlü olmaya, güçlü durmaya çalışır, her şeye ve her kese karşı güçlü durmak için o kadar çok çalışır ki bu çalışma, çabalama ziyadesiyle yorar ve yıpratır onu.Bir gün, bir yerde, ufacık bir şey bu yılların verdiği yorgunluğu deşifre eder ve bu zamana kadar hiç göz yaşı dökmemiş insan, oturur hüngür hüngür ağlar, bir çağlayan gibi gürül gürül ağlar. İşte bu Sevgili…
youtube
View On WordPress
0 notes
duygusal--ritimler · 13 days
Text
.....
Kıymet bilenin kıymetini bilmek gerekir.
Oysa bu devirde,,
Bir yüzü kızaranı bulmak zordur,
Bir de gönlünde vefa taşıyanı… 🍁🍂
Tumblr media
"Zihniyeti "KATRAN" olanın ,
sözü "AK" olmaz.."
Tumblr media Tumblr media
78 notes · View notes
huzur-un · 9 months
Text
Sandım ki,
Ben iyiysem herkes iyi, ben kırmazsam kimse kırmaz, ben üzmezsem kimse üzmez.
Ama, Öyle değilmiş!
İnsan kıymet bilenin yanında kıymetli,
iyilikten anlayanın yanında iyiymiş.
İnan Durak Taş
151 notes · View notes
kamtarir · 4 months
Text
Ben beni benden daha iyi bilenin benim ne halde olduğumu bildiğine emin olduktan sonra en kralının bile istediği gibi anlamasına müsade ederim yani böylelikle insanların beni yanlış anlamasın diye iki büklüm olduğum devri bitirdim
65 notes · View notes
onsra-06 · 5 months
Text
Hoş görüyorsun SAF zannediyorlar.
Nazik ,kibar oluyorsun PASPAS zannediyorlar.
Aslında normal insanız da kıymet bilenin yanında.
Vesselâm 🙋‍♀️
87 notes · View notes
mesut-sems · 9 months
Text
Tumblr media
Ne iş yaparsın dedi. "Hamalım" ben dedim...
Nasıl yani dedi.
Elimden tutmasını bilenin, Yüreğini taşırım dedim.
Sunay Yakın
65 notes · View notes
muhteva · 1 month
Text
Tumblr media
Bir insan ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.
Allah gönlünüzü kıymet bilene denk getirsin.
35 notes · View notes
murat8685 · 2 months
Text
Yalanı diline dolayanın sesi yüksek çıkar. Gerçeği bilenin Özünde sessizlik vardır, bu ona yeter.
30 notes · View notes
hisboslugu · 3 months
Text
evi bayağıdır havasız bırakmışım. gözlerimi açıyorum, iki elim göğsümde şimdi. insanın evi kalbi, evimi kalbimde taşıyorum. sardunyalar kırıldıkları yerlerinden yine yeşil. her sabah daha yeşil. kırıldıkları yerleri inadına yeşil. kalbim atıyor şükür. canı çekince sevenin, canı sıkılınca gidenin kalbimi yormasına izin vermeyeceğim. dövüşmeyeceğim, küsmeyeceğim. sandalyenin ayaklarını sürümeyeceğim. bu bahar, bu yaz, hiçbir kış her şeyi çok bilenin bir bok bildiğine şahit olmadım. dinleme onu, onları. geriye baktın mı çok sevdim, korkusuzca seviştim de. en güzel yalanı söylediği için ona yeniden âşık oldum de. çok yalnız uyudum ama en kalabalık rüyaları gördüm de. hayatta canın ne çekiyorsa sadece onu yap. kimsecikleri dinleme, kimsesizleri dinle. gerçek orada, seni ortada bırakıp gitmez. doğayı gör, uyanıyor. bu bahar çıplak ayakla rüzgârı bekleyenlerin sesi kalbime yeter. günaydın güzel gözlüm, günaydın gözlerini benden kaçırmayan bahar.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
20 notes · View notes
mine-1453 · 25 days
Text
Mâlik bin Dinar (rahimahullah) dedi ki:
Cesetleriniz dünyadan çıkmadan kalplerinizi ondan çıkarın.
Dünya bilmeyenin yediği
bilenin kaçtığı zehir gibidir.
Sıfatu’s Safve 2/665
14 notes · View notes
klraathane · 4 months
Text
Cahil insanların en belirgin 10 özelliği
Hayatın her alanında karşımıza çıkan ve maruz kalmak zorunda olduğumuz insan tipinin en belirgin 10 davranışı..
◾En sevmedikleri şey cahil sözüdür.
Cahil sözünü duymak onları çok sinirlendirir.
“Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız.”
Konfüçyüs
◾Her konuda çok fazla konuşurlar.
Az düşünür çok laf ederler
“Az bilen ve az düşünen çok konuşur.” Friedrich Nietzsche.
◾Bir de tüm bunlar yetmez gibi sizi de cahillikle itham ederler.
“Dünyanın asıl sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”
Bertnard Russell
◾Sabit fikirlidirler, yanlışlarını kabul etmezler
ve her türlü değişime kapalıdırlar
“Doğruyu gördüğü halde düşüncelerini değiştirmeyenler, cahillikleriyle mutluymuş
gibi yaşarlar.”
Albert Einstein
◾Herkesin bildiği en belirgin özellikleri ile başlayalım. Onlar, her şeyi bilirler!
“Alim bazı şeyleri bilir, cahil her şeyi.” Ahmet Hamdi Tanpınar.
◾Az bilirler ama çok savunurlar.
Dunning Kruger Sendromu: Kişinin cesareti bilgisizlikten kaynaklanır. Bilgisi olmasa da bir fikri şiddetle savunması cehaletindendir.
◾Her fırsatta kendilerinden bahsedeler. Kendilerini övmeyi çok severler.
“Yalnız kendisi için çalışanlar yükselemezler, kendisiyle övünenler hiçbir şeyi başaramazlar.” Lao Tzu
◾Ve en klasik cümleleri ile bitirelim.
“Çok düşünme bunları boşver, kafayı yersin
Her şeyi biliyormuş gibi davransalar ve boş
boş konuşsalar da, hiç bir konuda tam anlamıyla bilgi sahibi olmadıkları için bir müddet sonra tıkanırlar. İşin içinden çıkamadıkları zaman “Çok düşünme ya bunları boşver, karıştırma o kadar kafayı yersin” cümlesi ile konuyu kapatırlar.
İlber Ortaylı
8 notes · View notes
belkidebirharfimben · 4 months
Text
Ya Ebu Cehil kablosunu doğru kullansaydı?
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var."
Birşeyin bizce 'bilinir' olması için aracılara ihtiyacımız var. 'Bilmek' sadece bizimle gerçekleşmiyor. Önümde bir klavye duruyor mesela. Onu görebilmem için ışığın, klavyenin kendi ziyası olmadığına göre, ona çarpıp gözüme ulaşması gerekiyor. Buna 'görmek' deniliyor. Demek ki görmek için sadece göz yetmiyor. Ben görmenin yalnız bir parçasıyım. Gözün, görülenin ve göstericinin bir(den) düşünülmesi lazım. Gözün 'görecek' gibi, görülenin 'gözükecek' gibi, göstericinin de 'bilgiyi taşıyacak şekilde' yaratılması gerekiyor. İşin içine 'bilgi'yi de kattığımıza göre son cümleyi şöyle genelleştirebiliriz belki: Bilmek için; 1) Bileceğin 'bilecek' şekilde, 2) Bilineceğin 'bilinecek' şekilde, 3) Aracının da 'bilgiyi taşıyacak şekilde' yaratılması şarttır. Bu üçü uyumla vücud bulmadığı takdirde bilmek hadisesi gerçekleşmez. Hatta bilmeyi bırakın 'farketme' dahi gerçekleşmeyebilir. Tıpkı taşlarda olduğu gibi. Taşlar bizi farketmez. Çünkü 'bilinecek' ve 'bilgiyi nakledecek' varolsa dahi taşlarda 'bilmek yeteneği' yoktur.
En azından şimdilik böyle kabul edelim. Zaten 'farketme' de bilmenin ilk basamağıdır. Ben sadece kulaklı bir canlı olsaydım renklerden bahsedemezdim. Bu tarz bir bilmeyi beceremezdim. Çünkü farketmezdim. Evet. Her şekilde tavazzuh ediyor ki, bilmek, bilenin de bilmeye göre ayarlanmasıyla bilmek oluyor. Anahtar kilitle beraber çalışıyor. Yoksa ne anahtar anahtar ne kilit kilit olabiliyor. Bu yüzden mürşidimin şöyle demesine şaşılmıyor artık:
"Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir."
Ama başta söylediğimizi de sakın unutmayalım: Bilmek, ancak bilgi araçlarla taşınırsa, gerçekleşebilen birşeydir. Karadelikleri göremeyişimiz ışıklarının bize ulaşamamasıyla ilgilidir. (Onların çekim kuvveti ziyayı bile yutar.) Bu yüzden bilmenin aydınlık yolları karadelikler için kapalıdır. Fakat, bir saniye, karadeliklerin asla bilinemeyeceği anlamına gelir mi bu? Elbette hayır. Karadeliği bilmenin ışıklı yolları kapalıdır sadece. Gerisi açıktır. Mesela: Herhangi bir yıldızın önünden geçtiğinde, karadelik, görünmezliğiyle görünür. Lekesi hemen farkedilir.
Cenab-ı Hak, Nur sûresinde, "Allah göklerin ve yerin nurudur!" buyuruyor. Dikkat ediniz lütfen. "Allah göklerin ve yerin ziyasıdır!" denmiyor. Çünkü 'ziya' denilmiş olsa 'nur'daki anlam zenginliği oluşmayacaktı. Hem Celle Celaluhunun isimlerinden birisi de en-Nur'dur. 'Ziya' değildir. 'Nur' kelimesi 'ziya'dan başka olarak ışığın zatını kastetmez. Ya? Eşyadaki fonksiyonunu kasteder. Eylediğini anlatır. Yunus sûresindeki “O Allah, güneşi bir ziya, kameri bir nur kıldı!" beyanında da sezebiliriz bunu. Evet. Güneş bir ziyadır. Çünkü kendi ışığından hareketle bilinir. Ama ay bir nurdur. Çünkü kendi ışığıyla değil güneşin ışığıyla bilinir. O halde belki de 'nur'la kastedilen 'birşeyin başka birşey vasıtasıyla bilinmesi'dir. Bu eşikten bakınca Allah'ın 'göklerin ve yerin nuru' olması daha anlaşılır olur. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa Hüda'nın onları 'bilinir' kılmasıyla bilinebilmişlerdir. Bilginin hakiki kaynağı Allah'tır. Onları bilinebilir, bizi bilebilir ve aracıları da 'bilgiyi taşıyabilir' yaratarak bilmenin vücuda gelmesini sağlayan Odur. Üstelik, Ona iman edildiğinde, bilineceklerin Esmaü'l-Hüsna sayısınca yeni boyutları da açılır. Bilgi zenginleşir. Ebedîleşir. Anlamlanır. Bilinecek şeyler sayısınca o Rabbü'l-Âlemîn'e hamd u senalar olsun.
Hem şu hususa da ayrıca dikkatinizi isterim: Ziya güneşte yaratılır. Ve güneşin zatının parçasıdır. Ondan ayrılan enerjisidir. Foton tanecikleridir vs. Ancak kainatta, üzerinden Allah'ın bilindiği hiçbirşey, Subhan'ın parçası değildir. Hâşâ. O parçalı-bütünlü olmaktan münezzehtir. Esbab ancak Onun perdesidir. Yaratığıdır. Mahlukudur.
Bediüzzaman Hazretleri, 33. Söz'ün 20. Penceresi'nde, şöyle birşey söylüyor:
"İşte ziyanın parlaması, sair hikmetli hidemâtının delâletiyle, yeryüzünde masnuat-ı İlâhiyeyi izn-i Rabbânî ile teşhir ve ilân etmektir. Demek bir Sâni-i Hakîm tarafından ziya istihdam ediliyor; çarşı-yı âlem sergilerindeki antika san'atlarını onunla irâe ediyor. Şimdi rüzgârlara bak ki: Sair hakîmâne, kerîmâne faidelerinin ve vazifelerinin şehadetiyle, gayet mühim ve kesretli vazifelere koşuyorlar. Demek o dalgalanmak, bir Sâni-i Hakîm tarafından bir tavziftir, bir tasriftir, bir kullanmaktır. Dalgalanmaları ise, emr-i Rabbânînin çabuk yerine getirilmesine sür'atle çalışmaktır..."
Burada, mürşidim, eşyanın tümünü yekdiğerleri için bir 'bilgi nakil aracı' görmeyi teklif ediyor gibi. Yani herşey herşeyin bilgiye ulaşma aracı. Bir tür bilgi iletkeni... Işık yaratılmış. Ne maksadla? Çünkü bilginin bize öyle bir hızda nakledilmesi gerek. Yıldızlardan haberdar olmanın başka bir yolu yok. Ve gözlerimiz de o bilgiyi kabullenip beyne iletebilecek şekilde takdir edilmiş. Peki ya hava? Hava da daha dar bir dairede aynı fonksiyonu görmek için, yani bilgi taşımacılığına aracılık etmek için, istihdam ediliyor. O da bir tür bilgi iletkeni. Bu gözle temaşa edildiğinde cümle varlık ya bilginin kaynağı yahut da taşıyıcısı haline geliyor. Herşey ekilmiş ilmin iletkenine dönüşüyor. Peki böyle bir iletişim dünyasında gaye koltuğunda oturan kim olur? Elbette bilecekler. Yani şuurlu varlıklar. İnsanın merkeziyeti de burada. İnsan kainatın meyvesi. Zira onun vücuda gelmesiyle bilginin taşınma süreci tamamlanacak. Eğer insan işini yapmazsa kainatın üzerine kurulu olduğu bu biliş süreci aksayacak.
Kilim devasaysa da ortasındaki nakış biziz. Cismimize bakmayalım. Bizimle görülen işe bakalım.
Geçenlerde bir mecliste uçuk-kaçık bir misal söyledim. Şimdi tekrar etmek isterim. Dünya-ahiret ikilemini anlamada yardımcı bir mahiyeti var sanki. Misalim şöyle: Nasıl ki, bir yerden bir yere bilgi, ancak 'nakil araçlarıyla' nakledilebiliyor. Yani, mesela, ya bir seyyar hafızaya yahut bir internet kablosuna veyahut da başka bir usûlle yüklenerek bilgi taşınıyor. Böylece bu mekandaki bilgi başka yerlerde de bilinir oluyor. Aynen bunun gibi de, Allahu a'lem kaydıyla, diyorum ki: Cenab-ı Hak, bu âlem-i fenadaki oluşların bilgisini, insanlar üzerinden beka âlemlerine naklediyor. Bizim bu dünyadaki imtihanımız, haşir sabahındaki diriltilişimiz, mizanımız, hesabımız hep o netice için: Âlem-i şehadetin bizdeki imana/amele göre arşivlenmiş kısmı orada beka âlemlerine çevrilecek. Kabımızın çapı kadarı bizimle oraya aktarılacak. İman sahiplerinin arşivi karşılarına cennetleri olarak çıkacak-yaratılacak. (İnşaallah onlardan oluruz.) Küfür sahiplerinin arşivleri de cehennemleri sûretinde dikilecek-yaratılacak. (Öylelerinden olmaktan Hüda muhafaza buyursun bizi.) Tamam. Herşeyi bilen Allah'ın elbette böyle bir arşivlemeye muhtaciyeti yok. Zaten kaderde hepsi mahfuzdur. Ancak hikmeti böyle iktiza ediyor ve yapacak.
Dolayısıyla insanın da Allah'ına cenneti-cehennemi hakkında sorabileceği bir hesap, hâşâ, kalmıyor. Zaten yoktu ve hiç olamıyor. Zira, üzerinden yaratılacakların büyüklüğü düşünülünce, arşivcinin arşivciliği de elbette sonuçları gayet ciddi etkiliyor. Düşünsenize: Eğer, Ebu Cehil, Ebu Bekir radyallahu anh gibi bir müslüman olsaydı, kabiliyetlerini İslam yoluna kullansaydı, onunki kadar bir cennetin yaratılışına vesile olacaktı ahirette. Sonsuz şekilde varlığını sağlayacaktı biriktirdiği şahitlikler. Ancak o aksine hizmet etti. Kendisi üzerinden yaratılacak cenneti cehenneme kalbetti. Bu nedenle ebediyete yaptığı bu kem etkinin cezasını da biriktirdiklerinin içinde yaşayarak çekecek. Her neyse... Bu konuya neden girdim? Çünkü buradan bakınca insan da bir çeşit 'bilgi nakil vasıtasına' dönüşüyor. Yani; nasıl ışık gözlerimize, ses kulaklarımıza, koku burnumuza bilgi taşınmasına aracılık ediyorsa; insan da ahirete taşınacak olan bilginin aracılığını ediyor. Bu da kainatın Aleyhissalatuvesselam Efendimizin nurundan yaratıldığını hikmetine, yani Nur-u Muhammediyye sırrına, pek muvafık geliyor. O nasıl?
Açayım: Bizim bilmemiz belki de bütün bilgi nakil şekillerinin piri. Bilgi naklinde öyle bir zirve ki taşıyan da artık ne taşıdığını bilebiliyor. Geliştirebiliyor. Çoğaltıyor. Ebedi ruhuna nakşediliyor. Silinmiyor. Sırrımız öyle harika birşey. Yine mürşidimin tabiriyle, insan, âlemden hususi bir âlem sahibi olabiliyor. Elbette bu bilme şekillerinin zirvesi de Aleyhissalatuvesselamla tezahür edenin ta kendisi. Yani onun nuru hem görüşü hem göstericiliği. Bilgiyi taşımadaki temeli. Faniyatın bakiye nakledilmesi sırrı. İşte, Fahr-i Kainatın tam liyakatle ifa ettiği biliştir ki, evrenin üzerine kurulduğu düzendir. Kainat öyle bir bilgiyi nakletmek içindir. Faniyat vesilesi kılınmıştır. İnsan bu bilginin kablosudur. Arşividir. Mektubudur. Taşınması gereken üzerinden taşınmaktadır. Allahu a'lem. Eh, evet. Sonlarda biraz uçtuğum için, taksiratım varsa, affımı dilerim. Siz de lütfen kardeşinizin tefekkürüne merhametle bakınız.
7 notes · View notes
benmisim · 8 months
Text
insanların neden bazı kuramsal perspektiflerden ya da ideolojilerden nefret ettiğini, uzak durduğunu veya doğruluğunu kabul etse de niçin içinde bulunmak istemediğini yani kendisini "şucu, bucu" diye tanımlamak istemediğini buldum.
olay bence, iki saat önce öğrendiği teoriyi sanki kendisi ortaya atmış gibi savunmaya başlayan ve hızını alamayıp uçan kuşu bile o teoriyle açıklamaya çalışan güruh yüzünden kopuyor :D
bilgi, bilim, bilme yolları, çeşit çeşit. hepimiz bir tercih yapıyoruz. x olayını açıklayan y de olabilir z de olabilir, tercih bizim. yani "the hakikat" diye bir şey yok aslında. hakikatler var. hepsi de geçerlidir. eşitsizlik mesela. kaynaklara (her türlü kaynak) erişimimiz eşit değil. bunu cinsiyete dayanarak açıklayabilirim, ırka bağlı açıklayabilirim, ekonomik sermayeye dayanarak açıklayabilirim, aşirete bağlı açıklayabilirim, açıklayabilirim de açıklayabilirim. farklı pek çok perspektiften bakılabilir. hepsi de geçerli olabilir, kimisi daha çok geçerli olabilir. hayat pek çok faktörün kesişiminde yaşanıyor.
ama şimdi çıkıp bir feminist, hayatta karşılaştığı her şeyi, ama her şeyi "çünkü patriyarka ağbi üf" diye açıklayınca, hani uçan kuşun hesabını erkeklerden sorunca olmuyor.
bir marksist çıkıp hayattaki herrr şeyi "çünkü kapitalizm ağbi üf" diye açıklamaya çalışınca, bir yerde sıçıp batırıyor, olmuyor.
ya da ne bileyim psikoloji bilmek de böyle, biyoloji bilmek de böyle. hadi bilimsel olmasın: astroloji bilmek de böyle. psikoloji bilenin her şeyi çocukluk yaşantılarına bağlamasından, tıp doktoru olanın her şeyi hücresel düzeyde açıklamasından, astroloji bilenin her şeyi gezegen hareketlerine bağlamasından ÇOK sıkılıyorum.
hayatta bir şeyle her şeyi açıklayamazsınız. bir perspektiften her şeyi anlamlandıramazsınız. hayat, insan, olaylar, başımıza gelenler çok boyutlu şeyler. nasıl ki insan hem biyolojik hem psikolojik hem toplumsal hem dürtüsel boyutları olan bir varlık, olaylar da öyle. dediğim gibi: birçok faktörün kesişiminde cereyan ediyor hayat.
8 notes · View notes
biizimgezegenimiz · 9 months
Text
Yalanı diline dolayanın sesi yüksek çıkar. Gerçeği bilenin özünde sessizlik vardır, bu ona yeter.
7 notes · View notes
sinestezii · 2 months
Text
Tumblr media
İçim dolduydu bir yola çıkayım dedim, sevdiğim bir şarkının adını unutunca içim daha da doldu. (Şakaşakagülüngeçin) Neyse ki bütün iç sıkıntılarımızın ortasında bekleyen tasavvuf var. Onsuz biz nasıl yaşardık? Sıradan bir İlaydaA. ruhunun yüzde kaçı tasavvuftur?
Kendi kendime kızmaktan vazgeçip "günde 70 kere tövbe etsem," dünyayı ve insan nefsini kabullensem, kalbimin kendine kırgınlığı geçer mi?
Nefsini bilmek nedir, nefsini bilenin kendisini bilmesi nedir, "bilmenin" sorumluluğu, bilmek ile durabilmenin ve durdurabilmenin sınırı nedir?
Sorularım arttığında ve kendi çıkmazımı kemale erdiremediğimde, Anadolu'yu özlüyorum. Alim birilerinde onlarca cevap bulabilme ihtimali bile ne muazzam bir lüksmüş, yeterince fark edememişim. Kalbim takılı kalıyor bu ihtimalde. Sonra neden burada olduğumu soruyorum ya da neden geri dönemediğimi. Ben tam böyle mekansal bir şımarıklığın ve kendimce "imkansızlığın" sorusundayken geçtiğimiz hafta ofiste ki yaşlı, Alman avukatlardan biri yanıma gelip sufizmden bahsetti. Almanya da ki Bektaşi tekkelerini anlattı bana.
Hiçbir soruda, "sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınamazsın" İlayda -uyarısı.
4 notes · View notes
ziyapasa-01 · 10 months
Text
✍️Balzac demiş ki;
"Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir"...
Ya ben yanlış yerde bekliyorum
Yada bu Balzac yalancının teki...😏
.....Siz doğru yerdemisiniz ?
Not: Bu adamın umudundan istiyoruz..
____///İyi✨️Geceler
Tumblr media
14 notes · View notes