#umut kurt
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hayat
Hayat (2023) #ZekiDemirkubuz #MirayDaner #BurakDakak #CemDavran #UmutKurt #MelisBirkan Mehr auf:
LifeJahr: 2023 (Dezember) Genre: Drama Regie: Zeki Demirkubuz Hauptrollen: Miray Daner, Burak Dakak, Cem Davran, Umut Kurt, Melis Birkan, Osman Alkaş, Ozan Dağara, Doğu Demirkol, Kayhan Açıkgöz, Muttalip Müjdeci, Seyit Nizam Yılmaz, Berfun Başel, Hande Özen, Özlem Türkad, Caner Cindoruk … Filmbeschreibung: Die Geschichte folgt einer Mutter, deren Tochter von zu Hause weggelaufen ist. Sie…
View On WordPress
0 notes
Text
Anlaşılmayı beklerken alevlerle kucaklaşan dar kafeste, demir parmaklıkların arasından bir iğne ve bir iplik uzatıldı ellerime. Şaşkın bakışlarıma karşılık bir de bıçak. İstersen yaşa dediler bana yaralarını dikerek, ama acısını hissederek. İstersen öl dediler, bir bıçak kesiği ile, damarlarını yırtan. Öl ama hissetme o derin kesiğin yangınını kan kaybı ile birlikte elveda de nefesine.
Uzatılan bıçağı tutan el, bir yardım eliydi. Lakin iğne iplik bir düşman bana. Kulaklarıma dolan ses dedi ki; “Çünkü yaşamak, hissetmektir.”
Ben ise yüreğimden yükselen alevleri bekledim. Kendi yangınımla derimi eritmeyi, nefesimi kesmeyi. Dedim ki ona; “Çünkü ölüm, gözyaşı dökülmeyen tek vedadır. Çünkü hissederek ölen her insan bu dünyada acımasızlığı filizler.”
Benimki nankör bir veda.
#edebiyat#ölüm#var bir hayalimiz#kurgu#kurt cobain#spotify#genç#aşk eski bir yalan#blog yazarı#turgut uyar#fransız edebiyatı#türk edebiyatı#türkiye#umut bitti sigara ver#umutbittigezegeniyakin#books#couple#self love#birini pencere kenarına çiçek koyacak kadar sevmek lazım#dolunayda açan çiçek
3 notes
·
View notes
Text
İnsan insana ya yurt olur barındırır
Ya da kurt olur paralar
İnsan insana umut hayata iyilik güzellik olmalı
İnsan insana can hayat olmalı
İnsan insana huzur sevgi saygı şefkat merhamet olmalı
İnsan insana insan olmalı .
13 notes
·
View notes
Text
BOŞANMAK
Ben 20 yıldır eşinden ayrılmış bir bayanım.
Neden mi ayrıldım?
İşte sorun burada...
Ben bunu ne eşime, ne aileme 20 yıldır anlatamadım.
Sanılıyor ki boşanmak için dayak yemem lazım.
Kafam gözüm yarılmalı elim kolum kırılmalı.
Yanda aç kalmalıyım, açıkta kalmalıyım
üstüm başım perişan olmalı.
Aldatılmalıyım, ortada kalmalıyım.
Bende öyle değildi...
Ben babasız büyüdüm.
Annemi gördüm.
Bizi nasıl baktı büyüttü, nelerle baş etmek zorunda kaldı.
Bir evin hem anası, hem babası nasıl olunur ondan öğrendim ben.
Evliliğimin 8. yılında farkettiğim şey ben de annem gibiydim.
Bir evin hem erkeği hem kadını. Oysa evlilik müştereklikti.
Bunu eşimle konuştuğumda kızdı dalga geçti, anlamadı.
Ona göre o görevlerini eksiksiz yapıyordu, ben de yapmalıydım.
İşte burada benim için uykusuz geceler başladı.
İlk düşündüğüm, madem bu kadar şeyi tek başıma yapıyorum, o zaman benim bir erkeğe ihtiyacım yok dedim.
Bu da eşime olan saygımı kaybetmeme sebep oldu.
Saymadığınız birisini sevemiyorsunuz.
Bambaşka biri oluverdim.
Bir yere mi gitmek istiyorum, gidiyorum.
Bir şey mi almak istiyorum, alıyorum.
Konuşmak mı istiyorum, konuşuyorum.
Bunun için kimseden izin istemiyorum.
Bu eşimi deli ediyor.
Ona göre ona sormalı, izin istemeliyim.
Doğrusu bence de bu, ama bir kadın her şeyi tek başına yapıyorsa bunları da yapabilir.
İşe gidip geliyorum.
Gecenin bir köründe metrolarda, otübüslerde sarhoşlarla baş etmek zorunda kalıyorum.
Eve geliyorum yemek bulaşık tam bitiyor,
bir de kocanın keyfi.
Kadınım ya!
Ama yan komşumda bir akşam 10’a kadar oturamıyorum çünkü kocası var, ama metro otübüs duraklarında elin serhoşlarıyla oturabilir, yolculuk yapabilirim.
Evde aynı filmi bile birlikte bakamıyoruz.
Aynı şarkıyı birlikte söyleyemiyoruz.
Ya biz dans bile edemiyoruz.
Ya belimi incitiyor, ya ayağıma basıyor.
Ya da sadece sağa sola dönüp duruyoruz.
Az kıvırsam sen dansöz müsün?
Gülsen o ne o***pu musun?
Ciddi olsan kadın kadın değil, 12 ayak buzdolabı.
Ulan ben ne olacağımı şaştım.
Eşimin istediği gibi olayım yuvamda huzur olsun derken bir de baktım ben yittim.
Öyle ruhsuz kişiliksiz bir ucube oldum çıktım.
Hayır dedim, ben ben olmalıyım.
Ben oldum ama eşim beni istemedi.
Ben de onun istediği gibi olamadım.
O da benim istediğim gibi olamadı.
Boşandık...
Şimdi ben kötü müyüm?
Ya da eşim mi kötüydü?
Boşanmak için birinin kötü mü olması gerekiyor?
Ya da evlilik için iyimi olmak gerekiyor?
Hani uyum?
Hani paylaşmak?
İnsanlar vardır balık ruhlu maviyi sever,
derinliği sever, sessizliği sakinliği sever...
İnsanlar vardır kartal ruhlu, uçmayı sever, yüksekliği sever, gücü sever...
İnsanlar vardır kurt gibi sürüyü sever, geceyi sever...
İnsanlar vardır her biri bir başka renk,
bir başka şarkı, nota...
Düşünsenize kalabalığı ve şamatayı seven biriyle sesizliği yalnızlığı suskunluğu seven nasıl bir araya gelir, nasıl mutlu olur?
Eş demek bir ömür demek, bir hayat birlikte yürümek demek.
Yanlış insanla doğru yolda gidilmez.
Şimdi dönüp geriye baktığımda bir suçlu aramıyorum, kimseye kızgın ya da kırgın değilim.
Biz sadece farklı insanlardık.
Hem de çok farklı.
Bunu söylediğimde sen kocanı hala seviyorsun belki bir gün gene barışırsınız diyorlar.
Gülüyorum...
Evet kızgın değilim, ama bu onu seviyorum demek değildir.
Ben kendimi seviyorum.
Kendime olan saygımı korumaya çalışıyorum.
Sevgi geçmişin acıları ile değil geleceğe
olan umut ve güvenle yaşar.
Bu gün bakıyorumda evlilikler hala aynı
temeller üzerine kuruluyor.
Ve aynı yanlışlardan dolayı yürümüyor.
Beyler, Hanımlar...
Artık 21 yüzyılda yaşıyoruz.
Kimse kimseye ne muhtaç, ne köle.
Hayat yolunuzu çizin ve çizdiğiniz yola girenlerle devam edin.
Başka yoldakilere göz atmayın, yolundan etmeye kalkmayın.
Bir gün, bilemedin üç beş gün gider o yolu sizinle, sonra sıkılır kendi yoluna döner.
Hanımlar hiç kimse sizi doyurmak, taşımak korumak kollamak zorunda değil.
Bundan vazgeçin artık.
Kocam değil mi? mecbur demeyi bırakın artık.
Beyler hiç bir kadın sizin özel zevklerinizin hizmetçisi egolarınızın hamalı değil.
Karım değil mi görevi, yapacak! ayaklarını bırakın artık.
Önce insan olarak sayın birbirinizi.
Sevgi zaten saygıyla gelir.
Sahip değil yoldaş olun.
Hepinize iyi günde, kötü günde bir ömür mutluluklar diler sevgi ve saygılarımı sunarım.!
Güzide Güleç
42 notes
·
View notes
Text
.
Bazen Gretel olurum yolculuklarımda. Cebimden çıkardığım umut kırıntılarımı kimse fark etmeden yollara serperim. Geri dönüş yolunu bulabileyim diye. Gündelik hayatın hayhuyunda içsel dünyaya yolculuk başladığında sessizliğin tadını çıkarırım. Zaman yavaşladığında dimağımda kalan son tatlar hiç geçip gitmesin isterim.
( Demet Kurt Güngör, Dünyanın Tenine Dokunuş )
.
.
.
.
.
[ Ankara, Gölbaşı, Oyaca, 14.07.2022 ]
24 notes
·
View notes
Text
Bir kez gardımı düşürdüm.
Bir kez..
Sadece bir kez kendimi savunmasız bırakıp, gerçekten sevildiğimi düşündüm.
Aptalca bir güvenle, herkesin maskesini indirdiği, niyetlerin saf olduğu bir yerin var olduğuna inandım.
Birisi beni, olduğum gibi, hiçbir çıkar gözetmeden, gerçekten sevebilir sandım.
Bu, en büyük hatamdı.
Hayatta aldığın en büyük darbeler, en yumuşak anlarda gelir ya hani, işte öyle bir şey.
Sonra anladım ki, insanlar seni sadece kullanmak için sevmiyorlar.
Kimi kendi egosunu tatmin eder, kimi yalnızlıktan kaçar, kimi de boşluğunu seninle doldurur.
Ama karşılığında sana ne kalır?
Bir yıkım, bir enkaz…
O sevgi dedikleri şeyin arkasında saklanan o karanlık niyet, seni içten içe kemiren bir kurt gibi yavaş yavaş par��alar.
En çok da kendine duyduğun güveni alır senden. Bir daha kimseye güvenemeyeceğin, kimseye inanamayağını hissettiren bir boşluk kalır geride.
O boşluk, sessizce büyür, seni içine çeker.
İçinde bir yerlerde hep bilirsin aslında.
Ama o an gelene kadar inanmak istemezsin. Safça, bir kez olsun farklı olacağını düşünürsün. İşte o an, gardını indirdiğin an, en savunmasız halinle ortada kalırsın.
Ve insanlar bunu fark ettikleri anda, gözlerinde o parıltıyı görürsün.
Güvenini emip seni tükenmiş bir hale getirmeyi bekleyen o bakışları…
Onlar için sadece bir avsın.
Tüm o sevgi, şefkat, sıcaklık maskesinin arkasında saklanan o açgözlü ruh, seni bir kez daha kandırmıştır.
Şimdi düşünüyorum da, neden gardımı indirdim ki?
Neden kendimi açtım?
İnsan denen yaratığın doğasını az çok biliyordum aslında.
Birbirlerine karşı çıkarcı, fırsatçı ve bencil olduklarını…
Oysa bir an için, belki, dedim, belki bir kişi bile olsa…
Ama yok. O umut, insanın kendini mahvetmesinin en büyük sebebi.
Bir daha asla.
Bir daha asla gardımı düşürmeyeceğim.
Bir daha asla o boş umuda kapılmayacağım. İnsanlar seni kırmak için bekler.
Bu oyunda zayıflık yok, acı yok.
Gardını düşürdüğün an, kaybettiğin andır.
Ve ben, artık hiçbir savaşta yenilmeyeceğim. Çünkü ne olursa olsun, duygularına yenik düşersen kaybedersin.
Bu ringde kalabilmek için, her zaman tetikte olmalısın.
Artık gardım hep yüksek..
4 notes
·
View notes
Text
Zindanlarımı küften arındırmaya başladığım gün bugun, sadeleştim en güzel günler için , tuvalimde yeni rengime yer açtım, sarıldım siyahıma, korkmuyorum artık. Şimdi siyahımla tüm renklerim daha canlı, daha çarpıcı, daha özel , daha güzel , daha ben... Kabullendim geçmişimi şimdimi geleceğimi.Savaşmamız gerektiğini kim söylediki zaten ? Kazanmak ya da kaybetmek, neden sadece biri olmak zorunda? Kazandığımızı düşündüğümüzde nelerden vazgeçtik, nelerden taviz verdik ? Nereden geldik, nereye savruluyoruz ? Peki ya kaybettiğimizde ? Her mağlubiyetimizde umudumuzun bittiğini, yolların tükendiği , tüm köprülerin yıkıldığını sandığımızda başlayan bir kabullenişle birlikte yüklerinden kurtulmanın verdiği hafiflik , can ne istiyorsa onu yapabilmek , yeni açılan pencere var mı diye ufka bakmak bir kazanım değil mi ?
Bugün zindanlarımı prangalara vurduğum gün. Tüm hüzünleri kendimde denemeye ant içmiştim oysaki, çok matah bir şeymiş gibi. Kabullendik mi peki ya herşeyi, dertlerin her birini, Asıl kabullenmemiz gereken olguyu; hayatın dertlerle güzel olduğunu? Zaman geçiyor , kar kendini bu hayata ,kaçırma hiç bir anı, raftan alma vakti tüm yaz günlerini.
Aklımın hezeyanı ile kalbimin çığlıkları bir olmuş, gözümü kapatmış düşüncelerimi bağlamış bilmediği yolda virajlara aldırmadan gidiyordu son sürat. Kim yakalayacaktı kim durdurabilecekti. Ben rüzgara anlatırken tüm duygularımı, tüm düşüncelerimi nereden bilebilirdim esip seni bulacağını.Bir durup nefes almalı aklı başa toplamalı ,ateşten önce biraz dumanı solumalı, çünkü giymiştim kırmızı pelerinimi oturmuş kurdumu bekliyordum
Yıldız Kenter'in de dediği gibi "Nereden çıktı bu plastik çiçekler?" Bu, çağımız insanlarının savunma mekanizması mı? Başkası olmaya alışmış insanların hangi duygusu gerçek kaldı ? Oysa ben , tüm çiçeklerimi özenle seçmiş , kendi ellerimle tek tek ekmiştim , sevgi ile sulamıştım. Bahçemdeki en özel yerdeki en güzel gonca gülü bir sabah açılmış, ertesi sabah solmuş buldum, belki de bundandır gözlerimdeki hüzün.
Bugün özür diledim aynamdan, herkesin her şeyi kendine hak gördüğü bu dünyada sadece hak edene göster gülüşünün kutsallığını. sararıp solsada albümlerim, çocuk aklımı başımdan almayacağım, ruhumundaki halenin yok olmasına izin vermeyeceğim. Çık yataktan söyle şarkılarını avazın çıktığı kadar , Unutmamalı ki yıldızlar ölse bile ışık demetleri hep yaşar.
Bugün zindanlarımı bir bir yıktığım gün. Kaç balyoz darbesini bileklerim taşıyacak bilmiyorum ama hepsini yıkacağım. Bir kaşık suda boğulduğum sandığım içimdeki ummana yolu gösterdim, taşıp geçti akıp gitti ve buldu sakin huzurlu güvenli koyunu.Bir batan bir çıkan Gemi ile işimde yok artık, batmış mı çıkmış mı karaya mı vurmuş çapası mı kopmuş deniz fenerini mı bulamıyor umrunda değil artık. Çünkü ben koyunu bulan bir okyanus olmuştum. herkes ya güvenli limanı aradı ya da batmayacak gemisini.Sanırım asıl olayda buydu ; beraber okyanus olabilmek. Okyanus olup; tüm hücrelerinde ben'i unutup biz'i yaşatabilmek, tüm su damlacıklarının karışıp ayrışmanın imkansızlığında bir olabilmek.
Eski bir rüya uğruna ruhunu çölleştirmemeli insan. Karıştırmamalı renkleri, küsme dağa ,kabullen hayattaki yerini ,farkına var her güneşin doğuşunda ve batışında ay hep yerli yerinde ve kendi kendinin ışığı ol, kim bilebilir ki yaşadığın onca tebrübeyi. E bende Çıkardım kırmızı pelerinimi ne ben eski ben, ne de kurt kurttu artık.
Ve işte o gün bugun, günlerin en güzeli yıkılan zindanlarımdaki ilk çiçeğimin açtığı gün bugün, öylesine mutlu öylesine huzurlu ,umut dolu, ışık dolu.Güneş yerinde ve her şey yolunda. Viva la vida! Yeni başlangıçlara...
#desertdaisy #nobody
6 notes
·
View notes
Text
Haramzade iş başına gelende
ASLAN UYUR, KARTAL GÖÇER, KURT KÜSER.
Haramzade aş başına gelende
YETİM YIKILIR, YOKSUL UMUT KESER.
Haramzade iş başına gelende
KÖTÜLÜK AZAR GİDER.
KARA GÜN UZAR GİDER...
Ömer Lütfi Mete
6 notes
·
View notes
Text
Kendimi bi adanın içinde tek basıma kalmısım gibi hissediyorum. Yalnızlığımın damarlarımdan kan gibi aktığını beni çürüttüğünü...
Bu beni delirtmiyo aksine deliricek gücü bile bulamıyorum kendimde.
Göldeki balıklar bile benden daha mutlu hapsolmuş olsalar bile…
Bir dönem o balıklardan ne farkım vardı? Tutsaklığıma razı gelmiş bir balıktan ibaret değil miydim?
Mutlu muydum?
Asla tutarlı bi cevabı olmayacak bir soru değil mi ama Bana sorarsanız cehennemde gibi hissediyorum.
Yüzüme bakan insanlar var, en içime, kalbime ulaşmaya çalışan insanlar. Ben ise onlara kendi ellerimle yaptığım çatırdayan, ahşap, yorgun ama romantik gözüktüğünden kimsenin yorgunluğunu göremediği bir kalp uzattım.
İçimden uzak tuttum onların bakışlarını. Dikkat dağıttım.
Onlar karsısında aşka asık, hayata güzel bir evin penceresinden bakan, delidolu, arada -duygularımı artık gizleyemeyip- gitgel yaşasa da her daim capcanlı birini gördüler.
Onlar bana değil, o parlak,ışıltılı kişiye aşık oldular.
Kimse benim dalgalarımla depremlerimi görmedi, görmekte istemedi. İsteselerde gösterir miydim inanın bilmiyorum. İçim enkaz halindeyken yanaklarım ağrıyacak kadar güldüm, koştum, dans ettim ama yine kimse farkında değildi tüm bunları yapabilmek için koşa koşa alkole sığındığımı. Alkolik şakalarım aslında öyle gözükse de bir şaka değil, bir isyan çığlığı, deprem ıslığıydı.
Kurtarın beni! Kurtarın! Benim yapamadığım yardımı yapın bana! Nolur!
Oysaki insanlar benim o trajikomik şakalarımı hiçbir zaman anlamadılar ama güldüler. Bu bile benim için iyi bir avuntuydu.
İnsanları güldürmek? Belki gerçek beni sevmeleri için bir ihtimaldi belki de bir umut…
Peki asıl soru şu; Gerçekten istiyor muydum o yorgunluğu görmelerini? Gerçekten tekrar güvenebilir miydim tekrar insanlara? Hala bir umut var mı yeşericek, bir fidan!?
Tüm gece beynimi kurt gibi yiyecek bir düşünce duydum henüz yeni tanıştığım bir adamdan.
“Korkuyorsun, o kadar korkak bakıyorsun ki hatta o kadar güvensiz, ne yaşattılar sana çok merak ediyorum.”
Ben, o dışarıdan sert taviz vermez duruşumu düşündüğüm kadar iyi oynayamadığımı anladığımda ki gelen kurtçuklar..
Ah o midemi içten içe yiyormuş gibi hissettiren o pis duygular..
Mutlu taklidi yaparken oturduğum barın aynasından göz ucuyla alkolik olduğumu izlerken ki o boşluk…
2 notes
·
View notes
Text
Cehaletini din diye topluma satmaya çalışan, satamayınca da onunla kavgaya tutuşan sınıf toplumu, Hıristiyan dünyasından silindi gitti. Onların eliyle yüz yıl savaşan, çokça ölen toplum, bitap düşmüştü. Sırtını döndü, çaresizleşince..
Gücü azaldı böylece sınıf toplumunun, sembolik kaldı.
Kiliselerde yıllarca örümcek ağ bağladı, boş kaldı.
Gelen-giden'den umut kesilince çoğu da satışa çıkarıldı.
Orada yeniden başlamanın yolunu dini aktif hayatın tüm sahnelerinden çıkarmakta bulan irade, sembolizm kaybolmasın diye de pazar günü görüşmek üzere kiliseye kilitledi.
Peşine, Devlet-Toplum ittifakı "Demokratik değerler" adı altında bir yaşam biçimi koydu ortaya.
Ancak uygulanması için iki temel koşul sözkonusuydu; Refah düzeyi gelişmiş olmak ve Eğitimli bireyler.
Geçmişinde din, ırk ve mezhep savaşlarını en üst perdeden gerçekleştirmiş Avrupa, Asya ve kimi Amerikan kıt'asındaki ülkeler şimdi "Yeryüzü cenneti" olarak adlandırılıyor.
"Din ve ırk faşizmi, cehalet ile fakirliğn kucağından neşet ediyor." Bunu bizzat tecrübe ettiler.
Onu söküp çıkardın mı dışarıya, geriye kurt ile koyunun beraber dolaşacağı cinsinden bir yaşam modeli kalıyor.
Halimiz ortada.
"Dinin başına getirdiklerimiz" üzerine herkesin anlatacağı nice nice utanılacak hikâyelerimiz birikiyor hergün.
Din, siyasetin ve ticaretin vazgeçilmeziyse eğer bu gün, rakibi olan diğer dine esir düştüğü için.
Aleaddin'in sihirli lambasını bilirsiniz. Cin'in onu yeme hikayesi gibi... Hergün biraz daha yok oluyoruz.
Yeniden başlamak için eskiyi kapamak zorunluluk.
Mezarlıkta okunan Kur'an,
Derviş hikayeleriyle dolu Huseynî anlatım, Hergün beş vakit kıldığı namazı tercüme edememe hâli, toplumun...
Ve iyiliğe götürmesi gerekirken, kötülüğün her geçen gün biraz daha büyümesi...
Kanserli beden ve siz uzun zaman kullandığınız ilaçlar sonrası değerlerde daha da kötüleşme...
Sıçramak için durmak gerekiyor. "Durun kalabalıklar, bu yol o yol değil" demenin bedeli var, biliyoruz. Kolay değil çarka çomak...
Biliyoruz, Galile'nin başını koparan giyotin "dünya yuvarlaktır" dediği için.
4 notes
·
View notes
Note
Umut var küçüğüm
Düşlerinde umut
Bal rengi düşünceler
Sana anlatmak güç şimdi
Dünyanın döndüğünü
İnsanın ne için öldüğünü
Sana anlatmak güç küçüğüm
Sevdanın hikmetini..
`` İnayet Koçak
Tuğkan - zor
Bir an önce iyileşmen dileğiyle
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Art arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana.
"Ahmed Arif
Mem ararat - Bîranîn
#Teşekür ederim.#Şarkı benim ana dilimde kürtçe yani seversin umarım. Benim için anlamı büyük bir şarkı.
4 notes
·
View notes
Text
Kimine Kurt, Kimine Dert Hayatın Gizli Yüzü
Hayat, sürekli bir dengenin ve karşıtlıkların oyunudur. Bazen bir kapı kapanır, başka bir kapı açılır. Bazen bir fırsat birine çıkarken, aynı fırsat başka birine kayıp olarak görünür. "Kimine kurt, kimine dert" diyerek anlatmaya çalıştığımız işte tam da bu karmaşa ve karşıtlıklar dünyasıdır. Her olay, her durum, farklı kişiler için farklı anlamlar taşır. Bir kişi için bir kurtuluş, bir başka kişi için ise büyük bir çıkmaz olabilir.
Bu atasözü, sadece bireysel yaşamlarımızda değil, toplumsal olaylarda da karşımıza çıkar. Bir toplumda yapılan bir değişiklik, bir kesimi memnun ederken, diğerlerini rahatsız edebilir. Ekonomik reformlar, bazen toplumun daha az fırsata sahip olan kesimlerini daha da zor durumda bırakabilirken, zenginler ya da güç sahipleri için yeni kazanç kapıları aralayabilir. Tıpkı bir hükümetin aldığı kararların, kimi vatandaş için umut verici bir gelişme, kimisi içinse büyük bir tehdit oluşturması gibi.
Hikayenin iki tarafı olduğu gibi, hayat da her zaman bu iki tarafı sunar. Bugün size iyi gelen bir gelişme, yarın başkasını etkileyebilir. Yalnızca ekonomik ya da toplumsal olaylar değil, kişisel ilişkilerimiz de aynı şekilde evrilir. İki dost arasında bir rekabet ya da bir fırsat, bazen dostluğu bozabilir, bazen ise sağlamlaştırabilir. Kimine bir kazanç, kimine kayıp olarak yansır.
Peki, bu durumla nasıl başa çıkmalıyız? Öncelikle şunu kabul etmeliyiz: Hayatın doğasında adaletin, eşitliğin ve dengenin her zaman mükemmel şekilde işlediği bir dünya yoktur. Herkesin yaşamı farklıdır; fırsatlar farklıdır, mücadeleler farklıdır, kayıplar da farklıdır. Ancak önemli olan, bu farklılıkların farkına varıp birbirimize saygı göstermektir. Birinin kazancı, başkasının kaybı anlamına gelmemeli. Kiminin kurtuluşu, kimine dert olmamalıdır. Hepimiz birbirimizi anlamaya çalıştıkça, bu karmaşık dünyada daha güçlü bir toplum oluşturabiliriz.
"kimine kurt, kimine dert" demek, hayatın çeşitliliğine, zenginliğine ve karmaşıklığına işaret eder. Herkesin yolu farklıdır, her birimizin mücadelesi ve zaferi başka başka şekillerde tezahür eder. Ancak bu farkların farkında olmak, birbirimize empatiyle yaklaşmak, hayatın bu zorlu ama bir o kadar da öğretici yolculuğunda en büyük kazancımız olacaktır.
#sonbahar#gününsözü#güne dair#güne bir söz bırak#günün notu#bugünlerde#bugüne not#tumblr yazarları#blog yazarı#yazar#writers on tumblr#artists on tumblr#photographers on tumblr#tumblog#tumblelog#tumblr girls#blog yazısı#blog help#blooger#guest blogger#beauty blogger#blogging#ask blog#girl blogger#blog#düşünmek#kahve#medya#iletişim#Halimecan
1 note
·
View note
Text
Bölüm 76: Nihayetinde Delikanlı Qi bir kadın
Nangong Jingnu bu sefer Qi Yan'a eziyet edemeyecek kadar sarhoştu. Araca bindiği gibi uyuyakalmıştı.
Qi Yan onu at arabasından aldı, ardından da ana yatak odasına taşıdı.
Battaniyeyi Nangong Jingnu'nun üzerine çekti. Kızarmış yanaklarına ve memnuniyetsizlikle çatılmış kaşlarına bakarken, bir anlığına dalmıştı.
Xiao-Die hâlâ hayatta olsaydı, o da bu yaşlarda olacaktı.
Qi Yan Jiya'yı gördüğünde, bir şeyi geç de olsa anlamıştı.
Çimenli Ovaların lideri neden onun ismini vurguluyordu?
Agula geçmişte Jiya'nın anlattığı kadar olağanüstü biri değildi. Hatta tam tersiydi, annesi Wei Krallığı'ndan olduğu için kabile içindeki saygınlığı yüksek değildi.
Başkalarının saygı duymasına neden olacak tek yeteneği de atlarla iletişim kurabilmesi olabilirdi.
Jiya'nın böyle bir açıklama yapmaya cüret edebilmesi muhtemelen Çimenli Ovalar halkının üçte ikisinin Wei Krallığı tarafından diri diri gömülmesi yüzündendi. Artık Agula'nın geçmişine dair bir iz bulunamazdı.
Eğer Çimenli Ovalardan belirli bir kişi Chengli kabilesi üzerinden seferberlik ilan etmek istiyorsa, Agula'nın babasının adını seçmeliydi. Fakat bunun yerine sekiz yaşındaki kayıp Prensi seçmişti...
Bunun bir tek sebebi olabilirdi.
Bu insan gerçek Qiyan Agula'ya ulaşabilmek için bu yolu kullanıyordu!
Bunu kim yapardı? Cevabı bulmak için büyük resme bakmak yeterliydi...
Bunca yılın ardından, ailesinden başka onu hâlâ kim düşünüyor olabilirdi ki?
Bayin, demek hayattasın...
Qi Yan yalnız başına yan yatak odasına geldi. Cübbesini çıkardı, ardından küvete girdi. Göğsündeki canlı gibi duran kurt kralı dövmesine dokunduğunda, gözlerinin kenarları ıslanmıştı.
On bir yıldır, canını riske atarak bu son işaretten kurtulmayı reddetmişti. Çünkü, aslında olması imkansız bir şeyi umuyordu.
Bayin hâlâ hayattaydı. Jiya da ortaya çıkmıştı. Çimenli Ovaların genç nesli birbiri ardına kendini gösteriyordu, o zaman...
Küçük kız kardeşi de dünyanın bir köşesinde hayata tutunmuş muydu?
Bayin, göğün altındaki herkesin bunu bilmesini sağlamıştı. Kız kardeşi de duymuş muydu?
Ayrılmak zorunda kaldıklarında, Xiao-Die yalnızca beş yaşındaydı.
Qi Yan Xiao-Die'in bu kadar çok zaman geçtikten sonra gege'sinin nasıl göründüğünü unutmuş olacağından korkuyordu. Sadece Qiyan ailesinde nesilden nesle aktarılan bu dövme birbirlerini tanımalarını sağlayabilirdi.
Qi Yan alnını küvetin duvarına yaslarken iri gözyaşı damlaları birbiri ardına damlıyordu. Tahtadan yapılmış fıçının içindeki sıcak suyla karışıyor ve şekillerini kaybediyorlardı.
On bir yıldır hep Xiao-Die ve Bayin'in hayatta olduğunu ummuştu. Fakat bu umut fazlasıyla belirsizdi, o kadar ki Qi Yan bu duyguyla yüzleşmeye cesaret edemiyordu.
Öyle belirsizdi ki Wei Krallığı'ndan olanların Çimenli Ovalardan kalan savaş esirlerine nasıl bir muamelede bulunduğunu gördüğünde, acımasızca onların çoktan ölmüş olmasını dilemişti.
Qi Yan iki küçük çocuğun savaş esiri olduğunda nasıl bir hayatla karşı karşıya kalmak zorunda olacağını hayal bile edemiyordu.
Birilerinin isyan başlatmak için "Qiyan Agula" ismini kullandığını duyduğunda, Qi Yan o kişinin Bayin olabileceği ihtimalini içgüdüsel olarak reddetmişti.
Parçalara ayrılan umutlarından kalan çaresizliği kaldıramayacağından korkuyordu.
Karanlıkta çok uzun süre kalmıştı. Bir ışık huzmesi görse bile bunu kabul etmeye cesaret edemiyordu.
Qi Yan havluyu alarak ağzını örttü, fakat yine de kesik kesik hıçkırık sesleri duyuluyordu.
Jiya'nın belirmesi onu gerçekten korkutmuştu.
Bu kadar çabuk yakalanacağını hiç düşünmemişti. Ölmekten korkmuyordu. Sadece, katlandığı onca zorluğun ardından on yıl boyunca planını kurduğu yolun kesileceğinden korkuyordu.
Qi Yan en son ağladığı zamanın başkent sınavı sonuçlarının yollandığı gün olduğunu hâlâ hatırlıyordu.
O gün özel olarak iki kâse en iyi annesinin hazırladığı buğday unundan yapılmış erişte pişirmişti. Ardından, yedikten sonra gizlice kendine şunu fısıldamıştı: Bayin ve Xiao-Die çoktan öldü...
Bunun son kez ağlayışı olacağına dair yemin bile etmişti. Artık önündeki yolda güçsüz olma gibi bir lüksü olmayacaktı.
Ama, yine ağlıyordu.
Qi Yan kendi bedenine sarıldı. Üzerinden buhar süzülen sıcak suya iyice girdi, fakat hâlâ üşüyordu. Bu, kalbinden yayılan bir soğukluktu.
Ziyafette olanları atlatamıyordu. Her hatırladığında kontrol edilemez bir şekilde titriyordu.
Lakin, huzursuzluğunu kimseyle paylaşamazdı. Onu sakinleştirecek hiç kimse yoktu.
Tek yapabileceği sıcak suya gömülmek, kendi titreyen bedenine sarılmak ve ses çıkarmadan ağlamaktı.
Qi Yan diye biri hiç var olmamıştı. Onun adı, Qiyan Agula'ydı.
O; erkek kimliğine bürünmekten başka şansı olmamış, on dokuz yıldır da bundan kurtulamamış bir kadındı.
Korkabilirdi, çaresiz hissedebilirdi ve ağlayabilirdi.
Hiçbir zaman dünyanın en dahi insanı olmamıştı. Hatta biraz "ahmak" denebilecek biriydi.
... ...
Qi Yan temiz bir kıyafet takımı giydi. Bir makas buldu ve eski kıyafetlerini keserek parçaladı. Makası bıraktı, ardından lime lime olmuş kumaşı umarsızca yere attı.
Nangong Lie'nin dokunuşları Qi Yan'ı iğrendiriyordu. O yılan ve akrepleri andıran adamın zaman zaman yanında belirmesi iyi bir şey değildi.
Qi Yan uzunca bir süre masada oturdu, ardından başını çevirerek düzgün haldeki yatağa baktıktan sonra ayağa kalktı ve oradan çıktı.
Sesi duyan Xiahe yan odadan çıkmıştı. Onu, "Lord Fuma nereye gidiyor?" diyerek karşıladı.
"Ekselansları için biraz endişeliyim. Xiahe jiejie zahmet ederek bana oraya kadar eşlik edebilir mi?"
"Anlaşıldı."
Xiahe Qi Yan'ın yanında yürürken feneri oldukça aşağıda tutuyordu.
Ekselansları, Lord Fuma'nın geceleri görmediğini belirtmişti. Gece ona yardım ederken saygı kurallarına katı bir şekilde bağlı olmaya gerek yoktu. Lord Fuma'nın yanında fener tutabilir ve gerekirse yürürken onu destekleyebilirdi.
Gökyüzünün ortasında ay tek başına asılıydı, çevresindeki yıldızların bir miktar sönük kalmasına neden oluyordu.
Gece Zhenzhen Prenses malikanesinin etrafındaki sokaklarda devriye gezen korumalar vardı, bu yüzden de her yer çok sessizdi.
Mantığı ona kendi yatak odasına dönmesini söylüyordu, fakat ayakları ileri doğru adım atmaya devam etti.
Qiuju, Qi Yan'ın oradan ayrıldıktan sonra geri geldiğini gördüğünde son derece şaşırmıştı, "Lord Fuma'ya selamlar."
Qi Yan bir an sessiz kaldı, ardından uzlaşmacı bir tonda, "Qiuju jiejie, bu gece ana yatak odasında kalmak istiyorum. Bu seferlik bir istisna yapabilir misin?" diye sordu.
Qiuju biraz sıkıntılı hissediyordu. Qi Yan sessiz bir iç çekti, "Sorun değil. Geri dönsem daha iyi olacak."
"Lord Fuma, lütfen bekleyin!"
Qiuju dişlerini bir miktar sıktırdı, "Lord Fuma, lütfen ertesi sabah Ekselanslarını bilgilendirin."
"Elbette, Qiuju jiejie'ye çok teşekkürler."
Qiuju kırmızı feneri yakarak odanın girişinin üstüne astı. Böyle yapmaya cesaret edebilmesinin sebebi, Ekselanslarının Lord Fuma'ya karşı olan hislerini sezmesiydi.
Hizmetçilerin efendileri adına karar verme gibi bir hakkı yoktu. Fakat, yine de efendilerinin düşüncelerini anlayarak ceza alma pahasına duruma göre hareket etmelilerdi.
Chuntao'nun bunu yapmayı öğrenememesi büyük şanssızlıktı, işte bu yüzden akıbeti öyle olmuştu...
Qiuju eski dostunu hatırladığında biraz kederlendi. Saygılarını sunduktan sonra izin istedi.
Qi Yan ışıkları üfleyerek söndürdü, ardından Nangong Jingnu'nun yanına uzandı.
Çok derin bir uykudaydı, nefes alışları düzenliydi. Hava oldukça tatlı bir şarap kokusuyla dolmuştu.
İkisi de aynı şarabın kokusu olmasına rağmen, Nangong Lie'den geldiğinde Qi Yan'ı iğrendirirken Nangong Jingnu'dan geldiğinde onu rahatlatıyordu.
Qi Yan sessizce, "Ekselansları?" diyerek seslendi.
Cevap yoktu. Başını çevirip bir süre baktıktan sonra bedenini biraz Nangong Jingnu'nun tarafına yaklaştırdı.
Bunu birkaç kez tekrarladıktan sonra, onu kollarının arasına aldı.
Qi Yan bundan tatmin olarak bir iç geçirdi. Vücudunun sıcaklığını ve nefes alışlarını duyduğunda kalbinde varlığını sürdüren dehşet ve huzursuzluk nihayet biraz rahatlamıştı...
Birden kendini çok acınası hissetti: Nangong Jingnu'nun ailesini öldürerek mahvetmek için komplo kurmasına rağmen huzursuz kalbini rahatlatmak için de onu kullanıyordu.
Fakat Qi Yan gerçekten çok yorgundu, daha derin düşünmek için yeterli enerjisi kalmamıştı. Nangong Jingnu'yu kollarında tutarak gözlerini kapattı.
Nangong Jingnu'nun benzersiz bir yapısı vardı, içmeyi seviyordu, fakat alkole olan dayanıklılığı düşüktü. Ve eğer çok fazla içtiyse ters etki yaparak erken uyanırdı. Uyandıktan sonra tekrar uykuya daldığında, kesinlikle tamamen kendine gelmiş şekilde uyanırdı.
Gün ışığı doğudan azıcık göründüğü gibi, Nangong Jingnu gözlerini açtı.
Qi Yan'ın kendisine çok yakın olduğunu gördüğünde bu durumun gerçekliğinden şüphe ederek gözlerini kırpıştırdı. Olan şeyi anladığındaysa kalp atışları hızlanmıştı.
Aynı pozisyonda kaldı, kıpırdamaya cesaret edemiyordu. Nefes alışları bile yavaşlamıştı.
Yavaşça başını çevirerek kontrol etti, o hâlâ aynı yerde yatıyordu. O zaman, kendi isteğiyle "yapışan" kişi Qi Yan mıydı?
Bu noktaya kadar düşünen Nangong Jingnu'nun yüzünde parlak bir gülümseme belirdi.
Bakışları Qi Yan'ın siyah kaşlarından uzun ve gür kirpiklerine kaydı. Sol yanağındaki rengi belirsizleşmesine rağmen hâlâ insanı aynı derecede şaşırtan yara izini gördüğünde, bakışları daha da nazikleşti.
Böylesine zayıf ve sıhhatsiz bir bilgin olmasına rağmen çileden çıkmış bir Yuhuacong atının önünde gösterdiği cesaret ile soğukkanlılık, ondan daha güçlü çoğu kimseyi aşardı.
Bu yara izinin kendisini koruması yüzünden kaldığını düşündüğünde, Nangong Jingnu'nun kalbi tamamıyla yumuşadı. Gözleri Qi Yan'ın yüzüne takılı kalmıştı.
Ansızın Qi Yan'ın kulak memesinde ufak bir deliğin olduğunu görünce bedeni gerildi!
Bu... sadece kadınlara açılan bir delik değil miydi?
Nangong Jingnu'nun parmak uçları buz kesildi, bu insanın... bir kadın olmasına imkan yoktu! Bedenini önceden görmüştü...
Yanlış gördüğünden korkan Nangong Jingnu Qi Yan'ın delik açılmış kulağına baktı. Tereddüt ederek Qi Yan'ın göğsüne bastırdı, ardından kavramaya çalıştı. Dümdüzdü.
Nangong Jingnu derin bir nefes verdi, fakat hâlâ emin değildi.
Bu kavrayış Qi Yan'ı şaşırtarak uyandırmıştı.
Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey Nangong Jingnu'nun karmaşık yüz ifadesi oldu. Elleri de göğsüne bastırıyor ve... biraz sıktırıyordu?
Qi Yan'ın kalbi sıkıştı, belirli tuhaf bir his duymaya başlamıştı. Oldukça uykulu bir tonda, "Ekselansları?" diyerek seslendi.
Nangong Jingnu, "Ah!" diye ciyaklayarak ellerini çekti.
"Ekselansları, ne yapıyorsunuz?"
Nangong Jingnu'nun ince yüzü kıpkırmızı kesildi. Suç üstü yakalanacağı asla aklına gelmezdi!
Qi Yan onu taciz ettiğini düşünmezdi, değil mi?! Bunu nasıl açıklayacaktı?!
"Ekselansları?"
Nangong Jingnu bir anlığına durakladıktan sonra kalbini sakinleştirerek, "Neden kulağında delik var?" diye sordu.
Qi Yan'ın bakışları karardı, fakat çok öncesinde bunun için bir açıklama hazırlamıştı.
"Bu kul çocukken sağlıksızdı. Halk arasında kaba bir ismin büyümeyi kolaylaştıracağına dair bir söz dolaşıyordu. Bu yüzden babam sağlığımın da adım kadar dayanıklı olmasını umarak bana Tiezhu diye bir sevgi ismi verdi. Fakat sıhhatsiz bünyem bundan etkilenmedi. O bölgedeki bir büyüğümüz beni bir kız olarak yetiştirmenin de etkili olabileceğini söylediği için annem kulağıma delik açtı. Yıllarca küpe taktıktan sonra bile sağlığım iyiye gitmedi, fakat köydeki çocuklar bu yüzden uzun süre boyunca bu kulla alay etti..."
Qi Yan konuştukça daha da keyifsiz görünüyordu, Nangong Jingnu'nun da bu sebeple ondan hoşlanmayacağını düşünüyor gibiydi.
Nangong Jingnu Qi Yan'a doğru döndü, ardından kulak memesini sıktırdı, "Halk arasında böyle bir anlayış olduğunu bilmiyordum, üzerinde fazla durma. Demek delik açmanın böyle mucizevi bir etkisi olacağına inanıyorlardı, hah."
Kırmızı dudakların ona çok yakında açılıp kapandığını gören Qi Yan'ın nefesi kesildi. Aralarına biraz mesafe koydu, ardından ona arkasını döndü.
Nangong Jingnu yatakta doğruldu ve Qi Yan'ın sırtını dürttü, "Sinirlendin mi?"
"Hayır."
"O zaman bana dön~."
Qi Yan bir an oyalansa da söyleneni yaparak geri arkasına döndü. Nangong Jingnu hevesle Qi Yan'ın gergin yüz ifadesine baktı. Kalbine bal gibi tatlı bir his doluyordu.
Geri yatağa uzanıp elini Qi Yan'ın beline koydu. Gözlerini kapattı ve, "Saat daha erken, biraz daha uyuyalım," dedi.
— —
Ç/N: Yazarın bir sonraki bölümün sonunda not olarak yazdığı iki parçalı bir metin var, ilkini bu bölümün altına yazmak daha mantıklı geldi çevirisi aşağıda,
— —
Agula'nın kulağında delik olması, ikinci bölüme dayanıyor:
Agula'nın sol kulağında delik var. Okurlar unutabilir ama yazar unutamaz.
Bu fazla detay olsa da, aynı zamanda bir BUG. Yazarlıkta önceden yazdığın şeyleri yavaş yavaş unutmak bir tabudur, ben önceden hissettirmek için detay kullanmayı seven bir yazarım. Küçük küpeyi herkes unutmuş olabilir, fakat on bir yılın ardından Nangong Jingnu'nun bilinçaltında Qi Yan'ın kadın olduğunu kabul etmesine götürüyor.
Ben şahsen bu romandaki ilişkinin daha büyük olduğunu hissediyorum, yani Qi Yan'ın kimliği ortaya çıkacak, aşk da gelişecek, ama şu an değil.
Qi Yan'ın on yıl boyunca itinayla plan yaptıktan sonra Prensese, "Ah, üzgünüm Ekselansları ama ben aslında bir kadınım" demesi doğru olur mu? Ve sonra Jingnu da şöyle mi diyecek, sorun değil, seni seviyorum...? Mary Sue mu bu? Bunu tüm kalbimle reddediyorum.
Qi Yan'ın kimliği kesinlikle ortaya çıkacak, ama şu an değil.
—
0 notes
Text
Odunpazarı Belediyesi Ata’sını unutmadı
Odunpazarı Belediyesi, 86’ncıölüm yıl dönümünde Ebedi Başkomutanımız ve 101 yıllık Cumhuriyetimizin Kurucusu, Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'üBüyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü andı. Odunpazarı Belediyesi Bahçesinde düzenlenen anma töreninde Odunpazarı Belediye Meclis Üyeleri, başkan yardımcıları, daire müdürleri ve personel yer aldı. Pek çok personel ise anmaya çocukları ile beraber katıldı.Vilayet Meydanındaki Atatürk’ü anma programına Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, gözünden bir operasyon geçirdiği içinkatılamadı. Anma programında Başkan Kurt’un yerine Odunpazarı Belediyesi Başkan Yardımcısı Adnan Evren Olcay yer aldı. Belediye bahçesinde bulunan Atatürk büstü önünde bir araya gelen personel, saat 09.05’te sirenler eşliğinde Atatürk’ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulundu. Saygı duruşunun ardından belediye personeli, hep birlikte İstiklal Marşı’nı okudu. “ÇAĞININ ÖTESİNE GEÇEN BİR DÜŞÜNCE ADAMI AYNI ZAMANDA BİR DEVRİMCİYDİ” Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın sonrasında Odunpazarı Belediyesi Başkan Yardımcısı Emre Genç, günün anlam ve önemi ile ilgili bir konuşma yaptı. Tarihin sayfalarına silinmez harflerle yazılmış büyük bir lideri, Cumhuriyetin kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı, minnet ve özlemle anmak üzere bir arada olduklarını söyleyen Genç, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Her yıl olduğu gibi, yine bir 10 Kasım'da burada, onun bize bıraktığı mirası koruma azmimizi ve bağımsızlık uğruna verdiği mücadeleyi bir kez daha anımsıyoruz.Atatürk, sadece bir asker ya da devlet adamı değil, çağının ötesine geçen bir düşünce adamı aynı zamanda bir devrimciydi. Umutsuzluğun içinde halkına umut aşılamış "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyerek bizlere bağımsız bir ulus olmanın ne demek olduğunu göstermiştir. Cumhuriyeti bize bir emanet olarak bırakırken, sadece bir yönetim biçimi değil, bir yaşam felsefesini sunmuştur.Atatürk'ün bizlere bıraktığı değerlere sahip çıkarak, yaptığımız tüm çalışmalarla kimseyi ayrıştırmadan hukuka uygun ve bilimin ışığında karşılaştığımız bütün olumsuzluklara rağmen umudumuzu kaybetmeden mücadele etmemiz gerektiğinin bir kez daha altını çizmek isterim. Atam, bize kattıkların ve açtığın aydınlık yol için bir kez daha teşekkür ediyor; aziz hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz. Ruhun şad olsun...” Genç’in konuşmanın ardından Odunpazarı Belediye Tiyatrosu oyuncularından Hüseyin Demir, Halim Yazıcıoğlu’nun “Mustafa Kemaller Tükenmez” şiirini okudu.Anma sonrasında belediye personeli çocukları ile beraber Atatürk büstüne çiçek bıraktı. Diğer yandan Odunpazarı Belediyesi’ne bağlı 18 kreşte ve Koca Çınar Yaşam Merkezlerinde de anma töreni düzenlendi. Atatürk’ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunan minikler ve koca çınarlar, duygusal anlar yaşadı.
Read the full article
0 notes
Text
Foçalı yelkenciler doğdukları topraklarında yarıştı
https://pazaryerigundem.com/haber/190435/focali-yelkenciler-dogduklari-topraklarinda-yaristi/
Foçalı yelkenciler doğdukları topraklarında yarıştı
Türkiye Yelken Federasyonu 2024 Yılı Faaliyet Programı’nda yer alan ILCA 7 Milli Takım Aday Geliştirme Kampı 21-26 Ekim 2024 tarihleri arasında İzmir’in Foça İlçesinde (Mark Warner Phokaia Beach Resort ev sahipliğinde yapıldı.
İZMİR (İGFA) – Kampa Foça’da doğup büyüyen, yelken sporuna Foça’da başlayan ama spor hayatlarına İstanbul ve Çanakkale’de devam eden milli sporcular Berkay Abay ve Mehmet Dalkılıç’ da katıldı. Abay ve Dalkılıç kampın devamında yapılacak Türkiye Yelken Ligi ILCA 1.Ayak yarışlarında yarışmacı olarak yelken basacaklar.
TYF ILCA Olimpik Milli Takım Antrenörü Mustafa Çakır ve Yaşar KABAKÇIOĞLU gözetiminde gerçekleştirilen ILCA 7 Milli Takım Aday Geliştirme Kampı’nda milli sporcular; Fenerbahçe Doğuş Yelken Spor Kulübü’nden Yiğit Yalçın Çıtak, Berkay Abay, Eros Gümüş, Mustafacan Öztuncel ve Mehmet Alican Mutlu, Galatasaray Yelken Kulübü’nden Umut Eyriparmak, Yalıkavak Yelken Spor Kulübü’nden Fevzi Kurt, Çanakkale İçdaş Spor Kulübü’nden Mehmet Dalkılıç ve Era Bodrum Yelken Spor kulübünden Cemre İlham yer aldı.
Kamp kadrosunda yer alan, Foça’da doğup büyüyen, yelken sporuna Foça’da başlayan, spor hayatlarına İstanbul ve Çanakkale’de devam eden milli sporcular Berkay Abay ve Mehmet Dalkılıç, başarılı bir kamp dönemi geçirdiklerini bu arada memleket hasretlerini de gidermeye çalıştıklarını söylediler.
Spor hayatına ailesinin işi dolayısıyla taşındıkları Çanakkale’de İçdaş Yelken Kulübünde devam ettiğini belirten Mehmet Dalkılıç milli takım aday geliştirme kampı ve yelken Ligi yarışları için Foça’da bulunmaktan çok mutlu olduğunu söyledi. Mehmet Dalkılıç; ” Çanakkale İçdaş spor kulübünde hem ILCA 7 sporcusu hem de antrenörlük, eğitmenlik yapıyorum. Foça’da doğdum. Bu topraklarda, bu sularda antrenman yaparak başladım. Şu anda da burada yarışıyor olmaktan çok mutluyum. Foça gerçekten bu güne kadar bir sürü milli sporcu çıkarmış bir yer. Çok güzel bir parkuru var. Çok güzel denizi var. İklim olarak ta bu iş için çok uygun. Foça’da yelken yapmak insana keyif veriyor. Burada yarış için şu anda 200 belki de daha fazla sporcu var. Aralarında birçok milli sporcu da var. Güzel bir yarış olacak umarım. Bütün sporcu arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Bol şans diliyorum” dedi.
Foça’da bir haftadır milli takım kampında Los Angeles Olimpiyatlarına hazırlandıklarını devamında Türkiye Yelken Ligi yarışlarına katılacağını belirten Berkay Abay’da doğduğu ve yelkene başladığı suları da, Foça formasıyla kazandığı Avrupa üçüncülüğü ve Balkan Şampiyonluğunu da hiç unutmadığını söyledi. Berkay Abay;” 26 yaşındayım. Şu anda aktif olarak Fenerbahçe Doğuş Yelken Kulübünde ILCA 7 sınıfında yarışmaktayım. 2028 Los Angeles Olimpiyatlarına hazırlanmaktayım. Yelkene 2007 yılında Foça Yelken İhtisas Kulübünde başladım.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
35. Ankara Film Festivali
7-15 Kasım 2024, Ankara
Büyülü Fener Kızılay Sineması
ULUSAL YARIŞMALAR
ULUSAL UZUN FİLM YARIŞMASI;
Büyük Kuşatma | Sinan Kesova
Döngü | Erkan Tahhuşoğlu
Fidan | Ayçıl Yeltan
Gecenin Kıyısı | Türker Süer
Gülizar | Belkıs Bayrak
Hakkı | Hikmet Kerem Özcan
Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri | Murat Fıratoğlu
Köpekle Kurt Arasında | Murat Düzgünoğlu
Mukadderat | Nadim Güç
Ölü Mevsim | Doğuş Algün
ULUSAL BELGESEL FİLM YARIŞMASI;
Domates Biber Depresyon | Aybüke Avcı
Işığın Hasadı | Esin Özalp Öztürk
İyi Ölüm | Hasan Ete
Kilikya'ya Yolculuk: Fejes'in İzinde | Zehra Yiğit, Perihan Taş Öz
Kökleri Dışarıda | Baran İsmail Ulaş
Oya | Sevinç Baloğlu
Sürgün Asla Bitmez | Bahar Bektaş
Zamanın Kıyısında Sınav | İlkay Nişancı
ULUSAL KISA FİLM YARIŞMASI;
Aç Açına | Ahmet Toğaç
Dilan Hakkında Konuşmalıyız | Umut Şilan Oğurlu
Eko | Mehveş Topçuoğlu
Görüşürüz Kaplumbağa | Selin Öksüzoğlu
Günaydın Anne | Oben Yılmaz
Hayaller, Umutlar ve Dönen Yunuslar | Adil Burak Aydın
Kabuk | Sema Güler
Kaçmandan Çok Korktum | F. Nur Özkaya
Kravat | Çamran Azizoğlu
Mori | Yakup Tekintangaç
Rehber | Mert Erez
Sinan | Kadri Doğan
Tavuk Suyuna Çorba | Deniz Büyükkırlı
Telaşlı Parlama | Erman German
35'E ÖZEL;
Gizli Yüz | Ömer Kavur (1991)
Salkım Hanımın Taneleri | Tomris Giritlioğlu (1999)
Sonbahar | Özcan Alper (2008)
DÜNYA SİNEMASI
HEP YENİ: FRANÇOİS TRUFFAUT;
400 Darbe (The 400 Blows, 1959)
Adele H.'nin Öyküsü (The Story of Adèle H., 1975)
Neşeli Pazar (Confidentially Yours, 1983)
0 notes