Tumgik
#türkleştirme
sebperest · 10 months
Text
youtube
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Hakikat Meseli
Tumblr media
Hakikatin yamuk yumuk eksik gedik kılınmasının belagati ile memleket denilen çukurdan hallice bir zemin var ediliyor. Her şey kaypaklıkla, dibine kadar çürümeyle bütünleşerek, hiç sorgulanamaz addedilerek yeniden bir kısır döngü silsilesinde imal ediliyor. Hakikatle yolu da yönü de kesişmemiş olagelen bir cerahat erkinin sunduğu her şey, evvel olanlarını da kapsayan, takip eden bir inkarla, utanmazlıkla, hakaretler silsilesiyle bütünleşik olarak şu sınırlarda güncelleniyor. Erk, muktedir, iktidar ve onun payandası olagelen hemen her bir temsili birlikteliğin hakikati eğip bükmek adına işlevselleştirildiği artık giz taşımıyor. O yirmi bir yıllık iktidar mefhumunun daimi bir biçimde korku ve terörle birlikte güncel, her an yeniden biçimlendirilen bir tek tipçi akımla bütünleşik olduğu menzil karşımıza bir kere daha çıkıyor. Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz derken herkesi, diğer herkeslerle kapıştırma potansiyelini her gün arşınlayan bir zevatın siyaseten, pragmatist çıkışlarının tek bir doğrultuda güncellendiği muhakkaktır, yalan ve hakikatin eninde sonunda çürüme haline terki. Bu kadarıyla yetinmeyen, bununla durmayan bir cerahat sarmalı içerisindeki o devletli her gün hayatın hakkaniyetini tarumar ediyor.
Hakkın, hukukun lağvedilmesi mesel olunmasın isteniyor. Adaletin kantarı da, terazinin o kefesi de çoktan çalındığı için cürmün her nasıl bir memleketi kuşattığına dair en ufak bir bahis açılmıyor, açtırılmıyor. Öteki addedilen ya da bildirilene karşıtlık tüm renklerin en bet / karanlık / kirli suretleriyle güncellenen bir mesele dönüştürülüyor. Ne hakkın tanımı ne adaletin varlığı geriye konuluyor. Cerahat nüksettikçe, yeni dönemeçleri aşabilme hali içerisinde en olmayacak şeyler ardıl sıra var edilir. Bir ülkenin, yaşatan bir yerden ümidin nihai anlamda kesilmesi günceldir. Hakikat yerilip, yıkılmaya terk edilirken yerine alenen oluşturulan cerahat, biyopolitik olan tahakküm ve denetim döngüleriyle bütün bu habis hal ve tavır sürekli kılınır. Artık bir memleket imi dahi farazi kılınmıştır. Gündelik yaşam aksiyonunu derdest etmek, mümkün olduğunca daraltmak, eylemselliği sıfırlamak ve bu hal, şu gidişata dair iki satır kelam etmenin önü alınmak istenir, her zamankinden de arak, hızlı hızlı. Önce her zamankinden de hızlıca bir Ermeni temsiliyetine sarar, baş amir. Bir metne bağlı kalmaksızın, ezber ettiği, Fetö, PYD, YPG, PKK sıralamasında muhakkak bir dahli var etmek için Karabağ savaşında Ermenilerle bir olanlar diye zikreder. Gündelik ol tahakküme bir parça daha eklenmiş olur. Bu kesmez, baş örtüsü meselesi üstünden öncesi Bay Kemal, sonrası Baş Amir / Baş Faşist üçlüsü arasında bir pinpon topu gibi haklar, o kadın hakları referandum bahsinden, İslami düzenlemeye kadar sündürülür. Yine kadının hiç adı da esamesi de yoktur.
Ardıl sıra Aleviler hedef kılınır. Bir biçimde devletin oluru ile hareket edecek bir devlet tescilli Alevilik için, Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı diye bir makam var edilir. Alevisiz, onların kelamından bihaber, üstten baskı ve dayatmacılıkla şekillendirilen, hep ezbercilikle bir inanç / bir kimlik yeniden devletin tahayyül / insafına terk olunur. Her şey birbirine içkin, birbiriyle bağlantılı, aralıksız bir şablona göre yeniden düzenlenendir. Asimilasyon politikalarının, eşit yurttaşlığı çoktandır bir kenara terk etme halinin, hürriyetin gasp edilmeye çalışılmasının ve nicesinin yanında yöresinde olup biten her şeyle, bir asırlık demokrasi tahayyül / deneyimi bir kere daha hiç edilir. Hakikatin yamuk, yumuk kılınması halinin hazin suretleri de bir yanda katara eklenmektedir. İyi de bu hallerle mi, o çok övünülen yeni yüzyıl var edilecektir! Nasıl bütün bu hakikat eksiltmelerine karşı müşterekler savunulabilecektir, her nasıl?
Diken.com.tr’den aktaralım: “CHP lideri Kılıçdaroğlu, ekimde ‘başörtüsüne yasal güvence’ için kanun teklifi vereceklerini açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’sa “Gelin çözümü anayasa düzeyinde sağlayalım” diye seslenmişti.
AKP teklifini Meclis Başkanlığı’na sunmadan önce CHP, HDP ve İYİ Parti’nin kapısını çalmış ve değişiklik hedeflerini anlatmıştı.
Görüşmenin ardından uzun süredir “PKK eşittir HDP” gibi söylemler kullanan AKP’nin ittifak ortağı MHP’nin lideri Bahçeli’nin ne tepki vereceği merak konusu olmuştu. Günler süren sessizlik sonrası Bahçeli, AKP’nin TBMM’de grubu bulunan partileri ziyaret etmesinin ‘son derece doğal ve doğru’ olduğunu söylemişti.
Konuyla ilgili partisinin grup toplantısında konuşan Akşener, şunları söyledi: “AK Parti vekilleri, PKK’yla bir tuttukları HDP ile aynı masaya otururken utanmadılar. İşin ilginç tarafı, HDP vekilleri de genel başkanlarını tutukladığı, belediyelerine kayyum atadığı için sabah akşam eleştirdikleri AK Parti’yle aynı masaya oturmaktan, zerre utanmadılar. Görüyor musunuz? Kadere bakın, kimler kimlerle yan yana geldi. Demek ki neymiş? İki taraf için de, ilkeler, değerler, hikaye, at pazarlığı şahaneymiş.”
Akşener, ”Eğer Erdoğan’a iktidarı müjdeleyen şey açılım süreci olsaydı, geçtim HDP’yi, bugün PKK’yla müttefik olurdu” dedi.
‘Bizim çocuklarımıza bir doları bile çok gördü’
İYİ Parti’nin TBMM’ye verdiği öğrencilere bir öğün yemek verilmesi teklifinin iktidar milletvekilleri tarafından reddedilmesine Akşener, ”Çocuklarımızın karınları doysun, zihinleri açık olsun diye bir teklif sunduk. Cumhur ittifakı teklifimizi reddetti. 16 milyon öğrenci için talep ettiğimiz miktar 22 lira. Bu iktidar bizim çocuklarımıza bir doları bile çok gördü” sözleriyle tepki gösterdi.
‘Nebati saçmalama çıtasını her hafta yükseltiyor’
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin ”20 yıldır hiç kimse ‘Beni enflasyonun altında ezdirmediler’ diyemez” açıklamasıyla ilgili ”Saçmalama çıtasını her hafta biraz daha yükseltiyor” yorumunu yapan Akşener, şunları söyledi: ”Üstelik hiç utanması da yok. Allah aşkına, hangi ülkede ekmek fiyatları son 1 yılda yüzde 95 arttı? Hangi ülkede, sütün fiyatı, yüzde 132 yükseldi? Hangi ülkede, peynire, yüzde 99 zam geldi? Hangi ülkede, un, yüzde 118, şeker de yüzde 153 zamla karşılaştı?”
HDP Sözcüsü Ebru Günay, Merkez Yürütme Kurulu Toplantısı sonrasında Akşener’in ol demeç diye var ettiği nefret temsiline şu yanıtı verir ilgili kısmı Artı Gerçek’ten aktaralım sizlere: “Biliyorsunuz diğer bir konu da iktidarın muhalefet partilerini ziyaret etmesidir. Biz siyaseti çözüm aracı olarak görüyor ve öyle değerlendiriyoruz. Bir yandan mücadelemizi en üst düzeyde yürütürken, öte yandan müzakere ve diyalogu da önemsiyoruz. Bizim iktidara yönelik eleştirilerimiz, iktidarla ve onun zihniyetiyle mücadelemiz ortadadır. Dolayısıyla otoriter zihniyeti kim temsil ederse etsin onunla mücadelemiz devam edecek.
'Hem muhalefetin hem de iktidarın kafa bulandırmasına asla izin vermeyiz'
Ayrıca partimizin kiminle görüşüp görüşmeyeceğine, nasıl siyaset yapacağına, nerede duracağına yetkili kurullarımız ve halkımız karar verebilir. HDP, irade beyanını halktan alır ve halka hesap verir. Hem muhalefetin hem de iktidarın partimizi ve tabanımızı muğlak tartışmalara çekerek kafa bulandırmasına asla izin vermeyiz. Yerimiz de duruşumuz da, siyaset tarzımız da nettir. Hiç kimse bu tür muğlaklıkları yaratacak beklentisine girmesin. HDP tabanı iktidarı da muhalefeti de iyi tanır. Yürüttüğü yılların mücadele deneyimiyle neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilecek durumdadır.
Meral Akşener’e Yanıt
MHP’nin yolundan yürüyen, sadece bulunduğu blok farklı olan İYİ Parti Genel Başkanı (Meral Akşener) bugün yine partimizi hedef aldı ve yine partimize dil uzatmış. İki bloğun temel özelliği nedir biliyor musunuz? HDP düşmanlığında büyük yarış içindeler. İktidar muhalefeti, muhalefet iktidarı, HDP’ye yakın olmakla suçluyor. Anlamadıkları şey ise HDP’nin durduğu yerdir. HDP sizleri beğenmiyor. Sizlerin çözüm olacağına HDP inanmıyor. Akşener’e soruyoruz? Türkiye’nin 3’üncü büyük partisi olarak bizi ziyarete gelen AKP heyeti 5 dakika sonra Meclis’in 5’inci partisini yani sizi ziyaret etti. HDP’ye dil uzatacağına sizler ne konuştunuz onu söyleyin. Sen HDP’yi bırak, Sedat Bucak’la ne konuştun onu açıkla, 17 bin faili meçhul cinayetin hesabını ver ve haddini bil. Karanlıkta büyüyen, karanlıktan beslenenlerin getireceği, karanlıktan başka bir şey olamaz.
'Halkın Güvenini Sarsmaz'
HDP’ye saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanlar şunu bilmeli ki, HDP’ye karşı hiçbir kirli propagandaları halkın HDP’ye olan güvenini sarsmaz. Şu ana kadar HDP’ye karşı yapılan kirli hamlelerinin boşa düşmesinden ders alamayanlar, HDP’ye ders vermeye kalkmasınlar.
HDP bu ülkede en meşru, geçmişi en temiz, ranta, yalana, yolsuzluğa bulaşmamış, ülke halkları için mücadele eden bu toprakların yüz akı olan partidir. HDP ülke halklarının, toplumun ve bütün ezilenlerin ortak mücadele zeminidir. Her zeminde demokrasiyi, özgürlükleri, halkın taleplerini savunan, toplumsal barışın savunucusunu yapan, bunun mücadelesini veren partidir. HDP, gündelik siyasete, gündelik söylemlere, gündelik yaygaralara, dedikodulara sığmaz. Çünkü ilkeleri ile hareket eder. Siyasetini, mücadelesini ve müzakerelerini ilkeleriyle yapar. Dolayısıyla ilke nedir, demokratik siyaset nedir, köklü bir mücadele nedir, ağır bedel ödemek nedir bilmeyenler partimize ithamda bulunurken iki defa düşünmelidir.”
Hakikatin eğri, hep eksik konulmasına karşı bir duruşu bildirir Ebru Günay. Var edilmiş ola gelen katran karanlığına karşı, bütünüyle mimlenmiş bir profil olarak doksanlı yılların sınırlarından bugünlere eyledikleri ile bir toplumsal yaranın, Kürd sorunun da tetikçileri arasında kendini sağlam yer edinmiş bir zatın hedef almasına isyanı bildirir Günay. Partisi HDP’nin suna geldiği, savunduğu ilkelerin, bugün Türkiye gibi bir despotizm dokulu, hep sağa kırmış bir cenahta, faşizmin göndere çekildiği bir yerde olmakta olanın hakikatine dair bir çaba alt edilmek istenir. Sağcı / faşizan söylemin hep ezberden var ettiği, daha bir ya da iki hafta öncesinde Baş Amir’in bodoslamadan var etmiş olduğu nefretin bir başka boyutunu var edebilen sözüm ona muhalif bir temsile sınırları hatırlatılır. Kötülüğün arşı alaya çıktığı bir cenahta, mutlak / kati / kesin / keskin bir yaradan yaraya koşmanın her neyi var edebileceği açıktır. Akşener, bilindik, madun siyasetin en pragmatist örnekleriyle o faşizan / ırkçı / kafatasçı zihniyetin ortak aklına hitap eder. Var ettiği hedef almalarla bir kere daha Kürd eşittir PKK bileşenini öne sürerken, gram geri çekinmez. Düzenin var ettiği her eşiği, ihtimaldir bir barışın konuşulduğu zeminden bugünkü açmazlar sahnesine dönüşen yerde aslolan gerçekliğin mesaisi, nihayetinde yüzleşme çabası için elzem olagelen ol diyaloğu çoktan def ettiğini bildirir. HDP’nin var ettiği yegane şeyse, muhatap addedilene karşı bir niyet okuma olmaksızın iletişimdir. Zaten o anayasa sürecinin, baş örtüsü gibi bir meselin referanduma falan götürülmeyeceğinin afaki olduğu bir zeminde bir kere daha yel değirmenlerine karşı savaşın gereksizliği bildirilir, görene, anlayana!
Hakikat eğilip bükülerek, bir kere daha 2015’in karanlığına benzeşen / aynılaşan bir yerin zemini tertip olunuyor. Hayata dair endişelerini zikretmek, yarını belirsiz kılınmış bir yere dair sözler sarf etmek gereksiz addediliyor. Çürüme her yanı kapsarken, ne gerek var ki canımızı sıkmaya, vur patlasın çal oynasın denilerek imal edilenler, güllük gülistanlık o ülke tiratları birbiri ardına çıkagelirken olan biten her halükarda sıradana oluyor. Varılan her eşik, aşıldığı söylenen her dönemeçten sonra sınavların bir yenisi bina ediliyor. Kati ola gelen iktidar tahayyülü için, iktidarı da muhalefetin madun siyasetçi aktörleri de dört bir koldan didişmeye, uğraşmaya devam ediyor. Halkı kısıtlayıp, sınırladıkları alanı her gün biraz daha açarak, çoğaltarak genişleyen bir denetim, gözetim ve tahakküm silsilesine mahkum ülke gerçek kılınır. İkrar edilirken inkar edilenlerle yepyeni hedef almalar var ediliyor. Düzen gününü, o, bu, şu demeden herkesin payına müdahale edebildikçe, hayatı zehir ettikçe var edilen bir mekanizma olduğunu gösteriyor. Gün kapkaranlık, şimdi puslu gri, memleketin afad, acil yardım operasyonu provasında, saatler sonra jeton düşen servis sağlayıcısı gibi, her şey körlemesine, her şekilde kaypaklık ile dönüştürülüyor. Yeni yüzyıl diye çıkagelen bahsi var etmek için her gün biraz daha yıkıcılığın kılınıyor. Her an, ezber edilmiş asırdır bu toprakların kökünden olanı bir kere daha dışlama biçimlendiriliyor. Ezel ebet düşman bilinen, Ermeni, Rum gibi (aslında tüm gayrimüslim) Ezidi, Alevi ve Kürd’de bu topraklardaki sınanma halleri yineleniyor. Yeni yüzyıl lafzını tamama erdirebilmek için bir kere daha Türkleştirme neden olmasın diye dikte ediliyor. Bir menzilin tek bir gün yüzü görmediği afaki bir haldeyken, halen o karanlıkta ısrarın ol hayatın eksiltilmesini daimi kılacağı muhakkaktır. Hakikat eğilip bükülürken, bir menzilin dönüşümü değil, ev olma halini toptan terki bir kere daha tezgahta işlenendir. Bu hallerle hangi güne, hangi yarına, hangi yeni yüzyıla varılabilir ki! Durup iki satırlık düşünen edeni olur mu, sahi ama sahiden de? Düşmanlaştırma, nefret, ayrımcılık, arasız, fasılasız asimilasyon, katliamcılık, soykırım heveskarlığı, kök kurutma gayretleri, hepsi ve her fecaatiyle bir ülke yeniden çukur kılınıyor. Bir kere daha, ev yeniden dönüşüme ol ezel ebet sizin yurdunuz denilen üst kimlik için heder ediliyor. Sahiden göreni, gerçekten anlayanı, hakikat için bileni var mı, iki satır düşüneni var mı bu halleri, sahi ama sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: “Syrian Kurdish demonstrators march in the northeastern city of Qamishli to protest against Turkish threats to invade the Kurdish region on Aug. 27, 2019” – Photo: Delil Souleiman-AFP-Getty Images via The Intercept_
0 notes
dipnotski · 5 months
Text
Aytek Soner Alpan – 1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın “Kurtuluş”u (2024)
Aytek Soner Alpan, ‘1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın “Kurtuluş”u’ başlıklı çalışmasında, bir semti kül eden yangının Türk milliyetçiliği tarafından nasıl araçsallaştırıldığının izini sürüyor. Rum kimliğiyle özdeşleşen Tatavla’nın, ulus anlatısı için bir tehdit nesnesi olarak algılanışının çok boyutlu yansımalarını ele alan Alpan, yangının Türkleştirme politikası için nasıl bir fırsat olarak…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 1 year
Text
(…) Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir. Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir. Kemalizm işçiler için cop ve dipçik, grev ve sendika yasağı demektir.
İbrahim Kaypakkaya
0 notes
hbkultursanat · 4 years
Photo
Tumblr media
DERSİM'İN ERMENİLERİ YADA ERMENİLERİN DERSİMİ Yıllarca susan, çocuklarına, eşlerine bile sessiz çığlığını duyurmamış / anlatamamış “kayıp kızlar” dertlerini bize anlatırken ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi omuzlarımıza…
Kazım Gündoğan
Dersim’in Kayıp Kızları film ve kitap çalışmalarımızdan sonra Dersim’in tarihsel ve toplumsal sorunlarından kopamadık. İstesek de kopamaz duruma geldik. Zira hem Dersimliler, hem de Dersim hakikatini öğrenmek isteyen çok değişik kesimler tarafından bir sorumluluk yüklendi omuzlarımıza. Bu kadar acıyı yaşamış bir toplumun hakikatini öğrenince insan bu görev ve sorumluluktan kaçamaz hale geliyor… Yıllarca susan, çocuklarına, eşlerine bile sessiz çığlığını duyurmamış /anlatamamış “kayıp kızlar” dertlerini bize anlatırken ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi omuzlarımıza… Onlara söz vermiştik; bize verdikleri sorumluluğu onurla taşıyacak, anlatacak ve seslerini dünyaya duyuracaktık… Onurla taşıdık elbet bu sorumluluğu… Anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz. Sadece öykülerini anlatmadık; acılarını olguya dönüştürerek düşün dünyasında da kavramsallaştırdık. “Dersim’in Kayıp Kızları” hem belgesel, hem de kitap olarak bu alanda ilk ve temel kaynak olarak hak ettiği yeri aldı… Bu çalışmalara başladığımızda, Dersim’in Cumhuriyet Devleti’nin “karakutusu” olduğunu söylemiştik. “Dersim’in Kayıp Kızları“nın konuşmaya başlamasıyla açılan bu karakutuda nelerin olduğu, değişik alanlardaki araştırmalar ve eserlerle daha da görünür, anlaşılır hale geldi… Cumhuriyet Devleti’nin tüm halkları Türkleştirme ve İslamlaştırma politikası, Dersim’de yaklaşık 20 yıl boyunca (1926-1947) merkezi bir politikayla son derece planlı biçimde uygulanmıştı. Sanıldığı gibi 1937’de başlayıp 1938’de biten bir süreç değildi Dersim meselesi. Belirtmek gerekir ki, Dersim sadece bir Cumhuriyet dönemi sorunu değildi. Zira esas olarak Hilafetçi Osmanlı’dan “devralınan bir sorun”du… Dersim gibi kadim bir halklar yurduna dair çalışırken; oradaki bütün etnik ve inanç kimliklerine dair bir sözünüz olmalıdır. Dolayısıyla araştırmanın bir aşamasında “Dersim tarihsel olarak Kırmanç/Zazaların, Kürtlerin, Ermenilerin inanç bakımından da esas olarak Kızılbaş/Alevilerin ve Hristiyanların ortak yurdudur“diyerek sözümüzü söylemiş olduk… Dolayısıyla Dersim’i çalışırken orada yaşamış kadim halklardan biri olan ve iki tertele (1915, 1937/38) yaşamış Ermenilere dair bir çalışma yapmak, hem tablonun bütününü görmek, hem de ahlaki sorumluluk açısından gereklilikten öte zorunluluktu bizim için… İşte bu düşünce ve duyguyla Dersimli Ermenilere dair topladığımız bilgileri 2010 yılında somut bir projeye dönüştürdük. Bu çalışma iki esere dönüştü. Biri Nezahat Gündoğan’ın yönetmenliğini yaptığı Vank’ın Çocukları belgesel filmi; diğeri ise yazarı olduğum “Keşiş’in Torunları, Dersimli Ermeniler 1” kitabı. Bu kitapta; kısmen 1895-96 kırımı ve 1915 Soykırımı’nda Dersim’de yaşananları, katliamın yanı sıra; mülkiyetini, dinini, dilini kaybeden ve yaşadıkları topraklardan sürgün edilen Ermeni halkının giderek toplumsal ve kültürel bütünlüğünü yitirişini anlatmaya çalıştım. Kitabın esası ise; 1937-38 Dersim Tertelesi’nde (Tertele; Zaza/Kırmanç dilinde soykırım anlamında kullanılıyor.) sağ kalan Vank ve Zımekli Hristiyan Ermenilerin izini sürerken topladığım öykülerden oluşmaktadır. Kitap; tanıkların dilinden ve belgelerle 1915 Soykırımı’ndan sonra Dersim’de kurumsal varlığını sürdürebilen tek ibadet yeri olan Halvori Surp Garabet Manastırı’nın (Vank’ın) 1937 yılında Sabiha Gökçen tarafından bombalanarak yıkılmasını, “Keşiş ailesi”nin ve Hristiyan topluluğunun Alevi/Kızılbaşlarla birlikte öldürülmesini ve geride kalan az sayıdaki aile fertlerinin Türkiye’nin değişik yerlerinde “zorunlu iskân”a ve asimilasyona tabi tutulmalarını anlatıyor. Köklerinden koparılan bu topluluğun geride kalan üyelerini Isparta, İzmir, Dersim, Bolu, İstanbul, Almanya ve Fransa’da bulup görüşmeler yaparak, tertele öncesi yaşamlarını, tertele sürecini, sürgün ve zorunlu iskân dönemini, Türkleştirme, İslamlaştırma, Alevileş(tir)me süreçlerine dair travmalarını,hatırladıklarını/yaşadıklarını/tanıklıklarını, yaşama tutunma biçimlerini ve birbirlerini bulmalarını kaydederek birer belgeye dönüştürdük. Tertele yaşamış her insan bir belgedir. “Keşiş’in Torunları” bütün bu travmatik öyküleri kuşaktan kuşağa taşıyacak onlarca belgeden oluşmaktadır… Kitaba konu olan öykülerde; 1926 yılından itibaren yürürlüğe konulan devletin “Şark Islahat Planı”nın Dersim’de 1947, hatta 1950 yılına kadar merkezi bir planla uygulandığı çok net olarak görülürken, öte yandan bu politikaların nasıl uygulandığının da fotoğrafı çekiliyor. Keşiş’in Torunları- Dersimli Ermeniler-1 / Kâzım Gündoğan/ Ayrıntı Yayınları/ 336 sayfa. Birinci Basım, Ocak 2016 İkinci Basım, Şubat 2016 Üçüncü Basım, Şubat 2016 Dördüncü Basım, Ocak 2020 Kitaptan bölümler “Dersim’in kayıp Ermeni kızı Aslıhan Kiremitçiyan” 2011 yılında Isparta’nın Şarkikaraağaç İlçesi’nde Keşiş ailesinden bulduğumuz ilk kişiydi… Uzun araştırmalar ve aramalar sonrası Keşiş ailesinin diğer pek çok üyesine de ulaşıp, öykülerini kayıt altına alabildik. Aslıhan Kiremitçiyan (Fatma Yavuz) Kitapta yer alan öykülerden kısa kısa… Agop Kiremitçiyan ve çocukları: Agop bir oğlu ve kızı Zıverta (7–8 ) ile birlikte Bolu’ya, diğer kızı Aslıhan ise babasından koparılarak Konya’ya sürgüne gönderilir. Agop ile oğlu bir süre sonra Bolu- Mengen’de yaşamlarını yitirirler. Zıverta: Zıverta’ya sürgünde “Elif” adı verilir. Bir süre sonra kendisi gibi sürgün bir ailenin oğlu olan Mazgirtli bir Aleviyle evlendirilir. 1947’de Dersim sürgünlerine geriye dönebileceklerine dair af çıkınca eşiyle birlikte Dersim’e döner. Uzun yıllar Dersim’de yaşadıktan sonra yaşamını yitiren Zıverta’yı oğlu Ali Kaya şöyle anlattı: “Annem Ermeni olmasına rağmen tamamen Alevi olmuştu. En koyu Alevi’den daha Aleviydi. Teyzem (Aslıhan) ise Sünni olmuştu. Teyzem namazını kılan, orucunu tutan Sünni Müslüman; annem Xızır, On İki İmam Orucu’nu tutan, ziyaretlere giden bir Alevi… Bilmem ki ne demeli bu duruma?“ Aslıhan: Agop’un diğer kızı Aslıhan, adı Konya’da Fatma olarak değiştirildiğinde 5-6 yaşında; kelime-i şahadet getirtilip, Müslümanlaştırılarak evlendirildiğinde ise henüz 13 yaşında bir çocuktu… Aslıhan Kiremitçiyan: “Köyde büyük bir ceviz, etrafında yine ceviz ağaçları vardı. Bir tabur adam getirdiler. Arkasında bütün silahlı insanlar. Hepsini götürdüler orada sıraladılar. Takır takır vurdular ittiler, vurdular ittiler, vurdular ittiler. (…) bir adam dağdan geldi. Ekinle üstümü örttü ‘sus’ diye. Böyle kurtuldum. Sonra köye nasıl gitmişim aklım ermiyor. Halam alıp götürüyor mağaralara kaçıyoruz. Ondan sonra mağaralardan almışlar bizi Türkiye’ye dağıtmışlar. Bunları hatırlıyorum.” “Beyşehir’de beni önce bir albaya verdiler. Onun tayini çıkınca nüfus müdürünün yanına verildim. Beni besleme olarak yanlarına alan “ailem” beni çok döverdi. Odunla yediğim dayak yüzünden parmaklarım kırıktır. Hiçbir doktora götürülmedim. Nüfus müdürünün evinde gördüğüm işkenceler yüzünden evden kaçtım. Daha sonra başka bir aile beni yanına aldı. Orada da çok işkenceye maruz kaldım. Sonra 35 yaşında olan birisi ile beni evlendirdiler. Evlendirmeden önce kelime-i şahadet getirtip beni Müslüman yaptılar. Aç susuz, işkence dolu bir yaşantım oldu. Her şeyden önce çocuktum… Evsiz, sahipsiz, kimsesiz ve işsizdim. Sokaklarda kaldım. Çocuklarımı bu şartlarla büyüttüm. Ermeniliğimi tam olmasa da biliyordum ama gizledim. (..) Babam devletine bağlı bir Ermeni vatandaşmış.” Iğsa: Çocukların en büyüğü Mişan 12 yaşlarındadır. Vücudunda onlarca süngü yarasıyla ölülerin altından kurtulur. Toplanıp Konya’nın Beyşehir ilçesine sürgün edilirler. Ermeni kimlikleri bilindiği için ilkin isimleri değiştirilir, Türkleştirilir. Iğsa’ya “Fatma”, Mişan’a “Alişan”, Abkar’aA.,M.’a M. adları verilir. Sonra bu çocuklar zorla sünnet edilerek, Müslümanlaştırılır! Alişan Istanbul’da, Abkar Bolu’da, M. ise Paris’te yaşamaktadır. Onların öyküleri kendilerinden ve çocuklarının anlatımlarından aktarılıyor. Garebet Kiremitçiyan: Garo Leng (Topal Garo) ailesiyle birlikte öldürülür. İki kızı, bir yeğeni kurtulur. Kühet, Sultan ve Varte Agop’la birlikte Bolu’ya sürgüne gönderilir. Kühet “Emine” olur. Sultan’ın ismi problem olmaz. Varte hakkında ise çok az şey biliniyor… Kühet: Kızı Cevahir ve oğlu Ahmet ile torunu Ahmet’in anlatımlarından Kühet’in hayat hikâyesi… Cevahir Ak: “Benim annem Ermenidir. Vank Keşişi’nin torunudur. Anneme Emine diyorlardı. Ama sonra öğrendik gerçek adı Ermenice Kühet’miş. Köyde çocuklar bize, “Çena Hermeni” (Ermeni kızı) derlerdi. Üzülür ağlardım.Hakaret olarak söylüyorlardı. Bilmiyorduk annemizin Ermeniliğinden söylendiğini. Sonra öğrendik. Annem hiç gülmez, hep ağlardı… Şimdi annemle gurur duyuyorum…” Sultan: Sultan’ın Ermenice bir adı var mıydı bilemiyoruz. O, “Ben hep Sultan’dım” diyor. ‘Alevi Piri’yle (Dede) evleniyor. 1947 yılında Dersim’e döndüğünde Alevileşiyor. 1994 yılında tekrar yaşadıkları sürgün nedeniyle Elazığ’da iki kızıyla birlikte yaşıyor, 85 yaşında… Sultan Demir “Biz köyde, arpa biçmiş, harman yapıyorduk. Asker bütün erkekleri toplamış çayın (Munzurçayı) kıyısına götürdü. Kardeşim de içlerinde… Hepsini katlettiler. Cesetlerin hepsini suya attılar (..). Baktık kadınların hepsini orada katletmişler. O kadar çok kadın cesedi vardı ki… O cesetlerin arasında çocuklar vardı. Artık erkek mi kız çocuğu mu bilmiyorum, cesetlerin arasında ağlıyorlar. Aa,a derken bizi de taradılar… Ben öyle aşağı doğru kaçtım gittim. Benim yanımda bir kız kurtuldu…” 1938’de ben on yaşındaydım. Vanke Karabas derlerdi bizim köye. Kilisesi vardı. Güzel evlerimiz vardı. O kilisenin çok değerli malları vardı… Dayımlar, kilisenin sahipleriydi. Evleri kilisedeydi. Bizim evler de biraz öte tarafta iki katlıydı. Kırmançlar kiliseye gelmiyorlardı. Neden gelsinler? Onlar Aleviydi, biz Ermeni. Biz kurbanlarımızı kesip götürüp Kırmançlara veriyorduk. Onlarda bize getiriyordu. Kırmançlar ile Ermeniler birbirleriyle katiyen evlenmezlerdi.(…) Bizim ne adetlerimiz, törelerimiz, ne inancımız; arkada hiç bir şey kalmamış. Devlet bizimkileri alt üst etmiş. Kâfir, Mervan, Yezit! Sen söyle, Biz ne yaptık ki? Gençlerimizi, çoluk çocuğumuzu katledip suya attılar!.. On iki dayım vardı… Kilisenin sahibini, babamı, kardeşimi, halamı, onun eşini ve oğullarını, diğer komşularımızın tamamını, hiç sorma… “ Varte: Varte, katliamdan kurtulup sürgüne gönderilmeyen tek kişidir. Eşini ve çocuklarını katliamda kaybeder, mağaralarda, ormanda saklanır. Sürgüne gönderilmeyen Tilek Köyü’ndeki Alevi/Kızılbaş dostlarına sığınır. Dersim’de olmasına rağmen 1947’de af çıktıktan sonra ancak Vank’a geri dönebilir. Varte, manastırın yıkık duvarlarını korumaya adar yaşamını. Köylüler ona ve yıkık manastıra saygı gösterir, yardım ederler. Zaten Kızılbaşlar da manastırı kutsal bir mekân (Ocağa İmamsen -Hazreti Hüseyin’in Ocağı) olarak görmektedirler. Varte 1976 yılında ölür. 1938’den sonra Vank’ın Ermeni mezarlığına gömülebilen tek kişi Varte olur… Toros Vartabetyan: Toros, katliam zamanında 15–16 yaşlarındadır. Denizli’ye sürgüne gönderilir. Keşiş’in sağ kalan tek erkek çocuğudur. Toros’un Denizli ve Konya’daki adı Mehmet Balcı’dır. İstanbul’da ise, Toros Vartabetyan olur. Toros Vartabetyan’ın kızı Meryem, babasından kendisine kalan “acı anıları” şöyle anlattı; “Babam ‘Dersim vakası’ derdi. ‘Dersim olaylarında kardeşlerimi gözümün önünde öldürdüler. Ben ormanlık bir alandaydım, ormanlık alanda saklanarak kendimi korudum, iki asker gördü, üstüme ateş açtı, ben kaçtım. Sağımdan solumdan kurşunlar sekiyordu ama kurtaran Allah kurtardı… Kurtuldum…’diyordu. Anne, babasını çok anlatmazdı ama kardeşlerini unutamıyordu. Kardeşlerinin dördünü kurşuna dizerek öldürmüşler. Çoğu zaman anlatır, ağlardı. Hatta vefat edeceği zaman bile başını taşla ezdikleri kardeşinin ismini sayıklayarak… (ağlıyor). Nefesini verirken ayağa kalktı, ‘Baba ne oldu?’ dedim. Dedi ki, ‘Harut’u gördüm, karşıda duruyor.’ Çünkü ondan çok etkilenmişti… Konya’dan İstanbul’a gelene kadar babamın Ermeni olduğunu bilmiyorduk. İstanbul’a geldikten sonra babam söyledi. İstanbul’da adı Toros olduktan sonra yaşamında çok şey değişti. Mezar taşına Toros yazdırdı… Babam Konya’da oruç tutardı ama İstanbul’a geldikten sonra kendi şeyini (orucunu) tutmaya başladı. Orada, 12 İmamlarda da, Ramazanda da oruç tutuyordu, ama ‘Allah kalbimi biliyor, tuttuğum oruç, ettiğim dua istediğim yönde gidiyor’ derdi. “Camide namazını kıldıktan sonra evde ayrıca dua ederdi, ondan sonra da haç’ını çıkarırdı. Öyle dua ettiğini bilirim. Nenemi de (Iğsa nene ) bilirim. Oda öyle dua ederdi. Elinde tespih, tespihin ucuna da haç takmıştı, öyle dua ederdi.” Meryem: Meryem’in hikâyesi de ikinci kuşak Dersim Ermenileri’nin ortak hikâyesidir; “17 yaşımdayken İstanbul’a geldik ve Ermeni olduğumu öğrendim. Tabii ister istemez kiliseye gidiyorsun, kiliseyi yadırgıyorsun.( … ) Kiliseye ilk gittiğimde, El hamdülillahı okuyorum, Sübhaneke’yi okuyorum, Fatiha’yı okuyorum… Mesela Haymer’i sorsalar bilmiyordum. Ermenilerin içine giriyorsun, kendini onlara yakın hissedemiyorsun. Gene en yakın Alevilerle oluyordu. Onlarla çok şeyi paylaşıyorduk. Kardeşlerim de öyle, ben de öyle… İki kültürün hatta 2–3 kültürün, inancın arasında geçti bizim çocukluğumuz…” Kework Gregoryan: “Hozat’ın Zımek köyünde doğmuşum. Soykırım zamanında 5-6 yaşlarındaydım. Annem, kız kardeşim, ağabeyimle birlikte yüzlerce kişi topluca öldürüldü. Ölülerin altında sağ kalmışım… Sonra sürgün. Adımızı, dinimizi değiştirdiler orada. Mehmet oldu adım. Yıllar sonra af çıkıp Zımek’e geri geldiğimizde her şeyimize el konulmuştu…Komşularımız Kilise taşlarını söküp ev yapmışlardı. Sahibi olduğumuz toprakların marabası olduk… Dersim’i terk ettik!” İki Tertele (1915, 1937/38) yaşamış, Türkiye ve dünyanın değişik yerlerinde yaşamak zorunda kalan Keşiş ailesinin mensupları yaşadıkları asimilasyon ve travmalara rağmen bugün birbirinden bağımsız olarak “biz Dersimliyiz ve Keşiş’in torunlarıyız” demeleri, Dersimli Ermeni kimlikleri hakkında ortak bir belleğe (güçlü olmasa da) sahip oldukları söylenebilir… https://t24.com.tr/haber/dersim-in-ermenileri-ya-da-ermenilerin-dersim-i,875079
7 notes · View notes
yenicagkibris · 2 years
Text
1974’den itibaren - Halil Karapaşaoğlu
1974’den itibaren – Halil Karapaşaoğlu
Kıbrıs’ın kuzeyi tamamen Kıbrıslı Rumlardan arındırıldı… Binlerce Kıbrıslı Rum silah zoruyla evlerinden, topraklarından uzaklaştırıldı… 1975 yılında onların yerine yeni insanlar getirilerek, kuzeyin Türkleştirme süreci başladı… Kıbrıslı Rumların mülkiyetlerinin tasviye süreciyle birlikte Türkleştirilmesi gerçekleşti… 1976 yılında getirdikleri insanlara bir yıl sonra oy hakkı tanındı… Bu insanlara…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bernamegeh · 3 years
Text
ORAMAR İSYANI'NIN SEBEP VE AMAÇLARI
ORAMAR İSYANI’NIN SEBEP VE AMAÇLARI
Oramar Ayaklanması ya da Oramar İsyanı, 16 Temmuz 1930’da başlayıp 10 Ekim 1930’da biten, Şeyh Ahmed Barzani’ye bağlı Molla Hüseyin Şerif komutasındaki Kürt silahlı kuvvetinin Oramar, Şat, Şemdinan ve Herki istikametlerinde  Oramar ve Herki halkını destekleme eylemleridir.   İsyanın Sebepleri: Yeni kurulan Cumhuriyet  Türk-İslam entegrasyonuna dayanmaktadır. Türkleştirme politikası, Misak-i Milli…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
semdjonson · 3 years
Text
Türkiye, Suriye'de işgal ettiği bölgelerde yaşayan halklara yönelik düşmanca politikasını sürdürüyor. Bu nedenle Ankara, uzun vadede aşırılıkçı bir ideolojik nesil yetiştirmek için bilinçli olarak gençlere, çocuklara ve okul çocuklarına yönelik bir Türkleştirme politikası izlemektedir. Böylece, gelecekte bu, bu okul çocuklarının bir terörist kuşağına dönüşmesine yol açacaktır.
Suriye'nin kuzeydoğu bölgelerinin işgalinden bu yana, Türk ve Türk yanlısı paralı askerler, bölgenin sivil nüfusuna karşı birçok acımasız suç işlediler. Ayrıca işgal altındaki toprakları bir an önce tamamen ilhak etmek için suni bir demografik değişim politikası da izliyorlar.
Türkiye'nin işgal ettiği Suriye bölgelerindeki okullarda Arapça'ya ek olarak Türkçe müfredata girmesinin yanı sıra her yere Türk bayrakları dikmesi ve şehrin her yerine Türk cumhurbaşkanının fotoğraflarını asması dikkat çekiyor. Ayrıca, Türkiye'nin bu şehirlerde Suriye yerine Türk para birimini tanıtması, sokak adlarını Arapça'dan Türkçe'ye değiştirmesi ve daha fazlası, ilk bakışta gözlemcilerin onların Türk şehirleri olduğunu düşünmelerine neden oluyor.
Bu, gelecekte öğrenciler ve genç nesil için gerçek bir felakete neden olacaktır. Bu, Türkiye'nin tüm bu gençleri milliyetçi gündemi doğrultusunda kullanmasının önünü açacaktır.
Tumblr media
0 notes
gozel · 4 years
Photo
Tumblr media
Türkiye’de sözde çok partili sisteme geçiş gerçekte, ulusalcı ve dinci politikaların birbiri ile yarışması ve bazen işbirliği yapması tarihidir.
Sözlü tarih alanında ve lengüistik haklar konusunda, “Dilimiz Varlığımız Dilimiz Kimliğimizdir”, “İttihat Tarakkiden Günümüze Yek Taz-Siyaset: Türkleştirme”, “Teşkilat-ı Mahsusa’dan Ergenekon’a: Kayıplar, Yargısız İnfazlar ve Faili Meçhul Cinayetler”, “Beyaz Soykırım: Türkiye’nin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları”, “Kara Kefen: Müslümanlaştırılan Ermeni Kadınlarının Dramı”, “Beni Yıkamadan Gömün: Kürtler Ermeni Soykırımını Anlatıyor”, “Özgürleşen Ruhlar: Kürt Gerilla Hareketi” adlı kitapları ile önemli katkılarda bulunan, “Barış Anneleri Anlatıyor”   kitabı yayına hazırlanan araştırmacı yazar dostum Gülçiçek Günel Tekin’den bir mektup aldım. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum: “Ragıp Hocam merhaba. Öncelikle yeni yılınızı kutlar, sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum. Ülkemize de acilen barış ve özgürlük gelsin! Bu sene yeni yıla acıyla girdik. Kürdistan’ın her tarafında kan ve acı var. Üç aylık Miray bebekten tutun, doğmamış bebekler, beş yaşındaki çocuktan tutun 13-15 yaşındaki çocuklar, 77 yaşındaki dedelerden tutun, 90 yaşlarındaki yaşlı adamlar ve her yaştaki kadınlar bombalarla, silahlarla keskin nişancılar tarafından katledildi. Sadece Cizre ve Silopi’de 20.000 asker, polis ve özel tim, Esedullah Timleri (IŞİD çeteleri) konumlanmış durumda. 20 gündür Cizre ve Silopi top atışlarıyla yıkılıp yakılıyor. Yüzlerce insan top atışları ve keskin nişancılar tarafından katledildi. Yüzlerce yaralı var ve sokağa çıkamadıkları için ölümüne terk edilmiş. Yaralı insanların yardımına koşan sağlıkçılar, doktorlar sokak ortasında katlediliyor. Hastaneler, okullar, belediye binaları, oteller dahil her taraf çeteler ve keskin nişancılar tarafından işgal edilmiş durumda. İnsanlar sokaklardan cesetlerini toplayamıyorlar, yaralılarını alamıyorlar. Yaralılar sokaklarda beklerken ölüyor. 55 yaşındaki Taybet ananın cesedi tam bir hafta sokak ortasında kaldı. Böylesine bir vahşeti şimdiye kadar hiç yaşamamıştık. Dün ve bugün Sur, Cizre ve Silopi’ye inanılmaz bir saldırı, inanılmaz bir bombardıman var. İnsanların evlerini terk edip gitmesini istiyorlar. Kürdistan’ı boşaltmak istiyorlar. ‘Evlerinizi boşaltmazsanız, size kimyasal kullanacağız’ diye, tehdit ediyorlarmış. Birkaç ay içinde 300.000 kişi evini barkını bırakıp göç etmiş. Biz bütün bunları protesto ettiğimiz zaman, bize de tazyikli su ve gazla saldırıyorlar. İzmir’de bile her gün bize tazyikli su ve biber gazıyla saldırıyorlar ve ellerine kimi geçirirlerse tutukluyorlar. Buralarda durum çok tehlikeli. Kürdistan’da ise soykırım var…  Sizin yardımlarınızı bekliyoruz. Avrupa’nın ve demokrat dünyanın harekete geçmesi gerekir. .. Burada ölüm kalım savaşı veriliyor. Ya kazanacağız, ya kazanacağız, başka bir şansımız yok. Size çokça selam. Gülçiçek” Bir sözlü tarih araştırmacısının, kötü yazılmış bir tarihin kendisini tekrarlamasına tanık olmaktan daha beter bir deneyim olamaz. Ama tarihle yüzleşmekten kaçan bir ülkenin bunu yaşaması kaçınılmaz. Bu kaçıncı tekrar? Hırsızlık ve yolsuzluk gibi sıradan suçlardan insanlığa karşı işlenmiş suçlara kadar, suçun tekrarlanmasını kolaylaştıran temel unsurlardan biri cezasızlık/impunity ve dokunulmazlıktır. Bu sadece ulusal değil uluslararası hukukun da en önemli sorunlarından biridir. Bunun için tarih ve acılar, darbe ve ara rejimler ha bire kendini tekrarlayıp duruyor. Önemli olan baştakilerin değil mekanizmanın değişmesi… Türkiye Nazizm ile hiç hesaplaşmadı. Türkiye’de Nazilerle bağlantılı olan çevreler, Stalingrad zaferi döneminde kısa bir süre tutuklandıktan sonra, 45 sonrası dönemin önemli siyasal aktörlerinden biri haline geldiler. Türkiye’de sözde çok partili sisteme geçiş gerçekte, ulusalcı ve dinci politikaların birbiri ile yarışması ve bazen işbirliği yapması tarihidir. Bu kısır döngüyü kırarsa kıracak olan  Kürt sorununun barışçıl yada olmayan çözümüdür. Bunun için doksanların başından bu yana eski rejim çözümsüzlüğün sürmesi ve barış çabasının sabote edilmesi için elinden geleni yapmaktadır. Ama artık eski rejimin bütün boyaları, makyajı akmıştır. Ermeni reformu soykırımın gerekçesi olmuştu. Ermeniler 1878 Berlin Sözleşmesinden sonra sadece reform talep ettiler. Soykırıma maruz kaldılar. Kürtler de birlikte yaşama isteğini, zorunlu reformlarla birlikte talep ediyorlar. Özerklik talepleri de bunu yansıtıyor. Dileriz Kürt reformu da yeni bir tehcirin, sürgünün ve soykırımın gerekçesi olmaz. Talat Paşa Abdülhamit’in yarım bıraktığını, başaramadığını biz becerdik diye böbürlenmişti. Yanına kalmadı. Bizzat Osmanlı Askeri Mahkemesi verdi cezasını. Şimdi de. Sri Lanka zorbası gibi, birileri “nihai çözüme” soyunuyor. Ülkenin vicdanı buna izin vermeyecektir. İnsanlık buna izin vermeyecektir.
**
https://www.evrensel.net/yazi/75686/ulkeden-mektup
0 notes
vurguni · 5 years
Photo
Tumblr media
ATATÜRK'ÜN SOYAĞACINİ MERAK EDENLERE.. Hasan Ünsal Atatürk'ün doğum tarihi 4 ocak 1881 salı akşamı doğmuştur. Ali Rıza efendi 1839'da selanik'te doğmuş,1893'te vefat etmiştir. Zübeyde hanım1857'de langaza kasabasında doğmuş 1923'te vefat etmiştir. Ali Rıza efendi ile Zübeyde hanım evlenmek için nüfus kaydını göztepeye yaptırmışlardır 1871'de evlenmişlerdir. Toplamda 6 kardeşi daha vardır Fatma Ahmet Ömer Naciye İsmet Makbule Toplam 7 kardeşten sadece Mustafa Kemal Atatürk ve Makbule hanım kalmıştır. Diğerleri genel olarak difteriden çok küçük yaşlarda vefaat etmişlerdir. ATATÜRK'ÜN BABA TARAFI Atatürk'ün büyük babası: Kızıl Hafız Ahmet Efendi Babaannesi:Ayşe hanımdır. Büyük babası'nın erkek kardeşi:Hafız Mehmet Efendi Büyük babası'nın kız kardeşi:Nimete Hanımdır. Ali Rıza Efendi'nin kardeşleri Nimeti Mustafa Hatice Emine Atatürk'ün baba tarafı Aydın,Söke kocacık yörüklerindendir. Sökeye'de Konya civarından geldikleri bilinmektedir daha eski bir değişle söylersek Kızıl Oğuz Yörükleri Adıylada anılır.Atatürk'ün büyük babası'nın Makedonyadaki evide Türkçe ismi hiç değiştirilmeden duran,Osmanlı Türkleri'nin bulunduğu, daha çok Türkçe'nin konuşulduğu Kocacık Köyüdür. Osmanlı'nın Türkleştirme çalışmaları doğrultusunda Makedonyaya gönderilmişlerdir. Sonrasında ise Aile'nin bir kısmı selanik'e göç etmiştir. ATATÜRK'ÜN ANNE TARAFI Atatürk'ün dedesinin babası: İbrahim Ağa Atatürk'ün dedesinin annesi:Ematullah Hanım Atatürk'ün dedesi: Sofuzade Feyzullah Efendi Atatürk'ün anneannesi: Ayşe (Atatürk'ün anneanne ve babaanneleri'nin ismi aynıdır) Atatürk'ün Annesinin Kardeşleri Hasan Hüseyin Ağa Hatice Zehra Dayısı Hasan'ın çocukları Abdurrahman Aldırma Hatice Sümerin soyu bugün Osmaniyede hala devam etmektedir. Atatürk'ün annesi'nin Soyu Karaman'a dayanmaktadır. Sonrasında ise Osmanlı'nın Türkleştirme çalışmaları doğrultusunda Selanik, Langaza kasabasına gönderilmişlerdir. Ali Rıza Efendi'nin Sülalesinden Bugün Hala Hayatta Olanlardan bazıları. Salih Erbatu Yenigün Eke Niyazi Olcay Nermin Kanıpak Nevin Anul Ayşe Öz Amar Oytun Söğütlügil Yurdakul Altay Güneş Yorgancı Müberra Erbatur Baba Tarafından 184 kişi bulunmuştur. Zübeyde H https://www.instagram.com/p/B89HETjg5eY/?igshid=99cnypb4n3qh
0 notes
surejaya · 5 years
Text
Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleştirilmesi
Tumblr media
Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleştirilmesi by Murat Koraltürk
Erken Cumhuriyet döneminde iktisadi alanın “milli” olana açılması, “yerli” sermaye birikiminin sağlanması ve iş yaşamının “homojenleştirilmesi” gibi uygulamalar bugüne kadar birbirinden ayrı süreçler olarak ele alındı. Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi’nde “milli iktisat” başlığı altında ve yalnızca yeni ulus-devletin iktisaden güçlenmesine yönelik politikalar şeklinde tartışılan bu süreçleri bir bütün olarak inceliyor. Sermayenin, işgücünün ve mesleklerin Türkleştirilmesine yönelik girişim ve uygulamaları örneklerle ortaya koyarken, “ekonominin Türkleştirilmesi”ne giden yolun nasıl hazırladığını kapsamlı bir biçimde tartışıyor. Erken Cumhuriyet döneminde iktisadi alanın “milli” olana açılması, “yerli” sermaye birikiminin sağlanması ve iş yaşamının “homojenleştirilmesi” gibi uygulamalar bugüne kadar birbirinden ayrı süreçler olarak ele alındı. Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi’nde “milli iktisat” başlığı altında ve yalnızca yeni ulus-devletin iktisaden güçlenmesine yönelik politikalar şeklinde tartışılan bu süreçleri bir bütün olarak inceliyor. Sermayenin, işgücünün ve mesleklerin Türkleştirilmesine yönelik girişim ve uygulamaları örneklerle ortaya koyarken, “ekonominin Türkleştirilmesi”ne giden yolun nasıl hazırladığını kapsamlı bir biçimde tartışıyor. “Koraltürk’ün çalışması, bir yandan bugüne kadar “Milli İktisat” başlığı altında sanki yansız ve sadece yabancılara karşı olarak uygulanmış politikalar bütünü olarak sunulan ekonomik ve politik tedbirlerin aslında ne kadar yıkıcı ve şiddet yüklü olduğunu gözler önüne sermektedir. Yazar ilk bakışta farklı dönemlerde uygulanan politikalar gibi sunulan Türkleştirme politikalarını bir bütün olarak anlamlı kılacak iç bağlantıları gün yüzüne çıkarmıştır. Ayrıca, yerel basının taranması sonucunda İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerin dışında, gözden uzak bazı Anadolu kentlerinde ekonominin Türkleştirilmesinin nasıl hayata geçtiğini öğreniyoruz. Bu derlemenin akademik hayatımıza en ciddi katkısı budur ve bu nedenle kalıcı olacağını tahmin ediyorum.” Ayhan Aktar
Download : Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleştirilmesi Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleştirilmesi More Book at: Zaqist Book
0 notes
seslimeram · 2 months
Text
Mesel Zor
Tumblr media
Zor koşulların menzili kılınıyor bir ülke. Soluk almanın zor, yaşamda kalmanın zor, aleni bir biçimde her gün yeniden başlamanın zor kılındığı bir menzil hakikat eyleniyor. Tekrar hep tekrara dayalı bir kısır döngü içerisinde gaile sınırlandırmak, gaile yekten çürütmenin ta kendisi olagelen bir iktidar pratiği yaşamı alt üst ediyor her anlamda. Genel geçer, veya kısa süreliğine değil yirmi üçüncü yılına giren bir iktidar deneyiminin her günü açmazları beraberinde getiriyor. Gezi Başkaldırısı güncesinden bu yana toplumsal müşterek bahsini yerle yeksan etmiş olagelen bir makamın / gücün / yönetim anlayışının sunduğu her şeyin ol zoru daha beter kıldığı etaplardan geçiyoruz. Yaşamda kalabilmenin imlasının tahribini sürekli kılan bir akılla her gün kuşatılıyor. Zoru imal eden bir aklın tezgahında biçimlenen her şey / eylem / edim neticesi ağır sınamaları beraberinde getiren bir sarmala dönüşüyor iş bu sahnede.
Bütünüyle kısıtlamak kafi gelmediğinden, kuşatma hep eksik bulunduğundan daha fenası, en beteri için adımlama hallerine devam olunur. Tümüyle nobran bir siyasi aktörün tüm o üyeleriyle birlikte kotardığı dejenere edilmiş menzilde, ajitasyonlar, değme mizansenler bir bitimsiz tahayyül ekseninde yinelenen darp / tehdit / tahakküm üçlüsünde zorun cismi kalıcılığı sağlama alınır. Biteviye bir zor sarmal kılınmış olan menzilde ayrımcılık, ötekisi olarak görülene hayatı dar etme şablonu silsile halinde en tepeden en alttaki halka kadar bir biçimde sabit olunur. Tümden yenilendiği bildirilen bir menzilde müşterek hakların en kestirmeden talanı bu halin bir tezahürüdür. Genel geçer olmayacak kadar afaki bir halde, yeknesak bir teşebbüs / kararlılık vurgusunda hayata vurgun kesintisiz kılınır. Tastamam, aleni bir yerel seçim yengisinin faturasının kimden / hangi kesimlerden nasıl kesileceğine dair çıkılan güzergahta onca zaman sonra varılan eşikte var edilmiş her şey bu tahayyüller eksenindeki istikameti de göstere gelir. Hedef kılınanlar, hedefe konanlar, suçlu ilan edip sonrasına karışılmayan haller ve nicesiyle kanun da nizam da çöpe basılır. Yepyeni zorun, zordan mülhem bir yerin, adıyla sanıyla bir çukurun inşasında artık parametreler binbir adetten çok kılınmıştır. Hakkın eksik kılındığı zeminde hayat neye benzer ki!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Kürt gençlerinin çektikleri halaylar üzerinden gözaltına alınması ve tutuklanması, Kürt kimliğini ve kültürünü hedefleyen Şark Islahat Planı ve Türkleştirme Genelgesi’ni hatırlattı.
Kürt gençleri, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çektikleri için gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Mersin’de bir grup genç, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çektikleri anlara dair video üzerinden sanal medyada ırkçı hesapların hedefi oldu. Eski bir görüntü üzerinden hedef alınan 9 genç, 22 Temmuz’da gözaltına alındı. Gençlere, “örgüt propagandası yapmak” suçlaması yöneltildi. Polisler, gözaltında gençlere “Ölürüm Türkiyem” şarkısı dinlettirdi. Gençler, 25 Temmuz’da söz konusu iddia üzerinden tutuklandı.
Agirî
Hemen sonrasında Agirî’nin Bazîd (Doğubayazıt) ilçesinde benzer bir durum yaşandı. Bir düğünde yöresel kıyafet giyip çalınan Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken 6 kişi “örgüt propagandası” suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Sêrt
Sêrt’in Misirc (Kurtalan) ilçesinde de bir düğünde çekilen ve sanal medyada paylaşılan görüntüler üzerine dün 6 genç kadın gözaltına alındı. Sanal medyada ırkçı hesaplar üzerinden görüntünün paylaşılması üzerine Êlih ve Sêrt’te ev baskınları yapıldı. Görüntülerde yer alan 6 genç kadın gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar, Siirt İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Valilik, gençlerin “örgüt propagandası yaptığını” ileri sürdü.
Şarkı ıslahat planı
Kürt gençlerinin çektikleri halay ve Kürtçe şarkılar üzerinden hedef alınması, 1925’te yürürlüğe konan Şark Islahat Planı ile 1930’da valiliklere gönderilen “Türkleştirme Genelgesi”ni hatırlattı.
Kemalist yönetimin 1925’te hazırlayarak yürürlüğe koyduğu Şark Islahat Planı, “Kürt kimliğini yok etmek ve Kürdistan’ı sömürgeleştirme planı” olarak da biliniyor. Tarihçi Mehmet Bayrak’ın “Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı” adlı kitabında, söz konusu plandaki 28 madde sıralanıyor. Söz konusu planla hedeflenen bazı hususlar şöyle:
* Kurdistan kentlerinde sıkıyönetim koşulları devam edecek.
* Sıkıyönetim mahkemelerinde Kürt hakim bulunmayacak.
* Bazı Kürt kentlerinde Türk göçmenler yerleştirilecek.
* Bazı aşiret liderleri ve şahıslar sürgün edilecek ve mallarına el konulacak.
* Kurdistan’daki asker sayısı arttırılacak.
* Kürtlerin silah taşıması engellenecek.
* “Aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan” kentlerde Türkçe dışında herhangi bir dil kullanılmayacak.
* Kürtlerin ve Arapların ağırlıklı olduğu bölgelerde Türk Ocakları ve okullar açılacak.
* “Mükemmel kız mektepleri” kurulacak.
* Dêrsim’de yatılı ilkokullar açılarak bölge halkı “Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel” kurtarılacak.
1925 Şark Islahat Planı uyarınca 1927’de Umumi Müfettişlikler kuruldu. Umumi Müfettişlikler, fiilen 1948 yılında, hukuken 1952 yılında sona erdi. Ancak 1925 Şark Islahat Planı zihniyeti ve uygulamaları günümüze kadar kesintisiz bir şekilde devam etti.
‘Türklük Genelgesi’
1930 yılında ise, İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere “çok gizli ve kişiye özel” bir “Türkleştirme Genelgesi” gönderildi. Bu genelgede ise, doğruda Kürt kültürü hedef alındı. Söz konusu genelgenin bazı maddeleri şöyle:
* Yabancı lehçelerle görüşen köyleri isimleriyle, nüfuslarıyla, görüşülen lehçeleriyle tespit etmek,
* Çevrelerindeki köylerin de lehçeleri bakımından durum ve niteliklerini ve birbirleriyle ilişkilerini belirlemek,
* Bu köylerden küçük dağınık olanları civar Türk köylerine dağıtmak,
* Yeniden yabancı lehçeli hiç bir köyün, mahallenin kurulmasına izin vermemek,
* Şehir ve köylerde dil dernekleri kurarak, yalnız Türkçeyi konuşturmaya çalışmak,
* Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye vermek, som Türklüğün ve özellikle Türkçe konuşmanın, yalnız şerefli olduğunu değil, maddeten kârlı olduğunu da kendilerine bilfiil göstermek,
* Özellikle kadınlar arasında Türkçe’nin yaygınlaşmasına çalışmak; bunlardan Türk kızlarının Türkçe konuşmayan köylülerle evlendirilmesini teşvik etmek; Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere getirterek Türk evlerine uygun hizmet ve yöntemlerle yerleştirmek,
* Türklük topluluğunun genel özelliklerine aykırı olan herhangi bir yabancı hissin zararını ve fenalığını kendilerine her vesileyle anlatarak eski alışkanlıklarından soğutmak,
* Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve toplum gelenek ve göreneklerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı; bundan dolayı lehçeyle birlikte bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiç bir suretle rağbet edilmeyerek ve cesaretlendirilmeyerek adi ve ilkel özellikleri her vesileyle sergilenerek kötülenmeli ve ayıplanmalı, o lehçeyi konuşan zümrelere mensup kişilerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe düzeltmek.””
Biteviye kılınmış olagelen nefret tezahürü bir kere daha zorun yepyeni bir dönemecini de beraberinde getirir. Yıllar yılıdır bir istikrarlı hamle olarak filizlendirilen “ırkçılığın” artık sabit kılındığı bir zeminde, sosyal medya linçlerinin de etkisiyle birlikte Kürdistan halkını sınırlandıran, Kürd kimliğini tıpkı halen el sanılan Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Alevi, Arap, Afrikalı, Haymatlos herhangi birisinden bir başkasından sayılanlara reva görülenler ile sınamak bir kere daha hasıl olur. Neden o şarkıyı seçtiniz, neden bu yoldan gittiniz, nasıl bu oyunları eylediniz, hangi halay figürüyle ne mesajlar verdiniz gibi nice saçmalık ötesinden o şark ıslahat planının yepyeni bir sürümüne varabilmek için adımlar birbiri sıra yinelenir. Yaşam tarumar edilirken, meramı görmek, anlamak değil, sahiden kime ya da her neye doğrudan sesleniliyor, anlatılıyor buna düşmek yerine terör örgütü sempatizanlığı gibi bir kalıt / yapışkan bir cendereye insanlar dahil edilir. Gözaltı furyalar halinde aralıksız kenar köşeden, Kürdistan’daki şehirlere, en büyük Kürd diasporasına sahip olagelen İstanbul’a kadar uzanır. Hakkaniyet kavramı, kimliğini, yaşamsal idrak ve düşünsel özgürlük kavramlarının hiçe yazıldığı bir menzil bir kere daha gerçek kılınır. Bu bahsin beyaz soykırım tezahürü, kültürel bir saldırganlık olduğu konuşulmasın istenir. Hep varsa yoksa birkaç hesap üstünden algı, sonrasında çıkagelen tepkime diye var edilmiş ister bilinçli, ister kör parmağım gözüne nefret şablonları ve gelsin linçler, ardıl sıra gözaltılar, tutsak etmeler. Kürd sorunu sahiden de neydi ki!
Mezopotamya Ajansından on dört baronun ortak açıklamasını da ilave edelim: “Sanal medya üzerinden trol hesapların hedef göstermesiyle Kürçe şarkılar eşliğinde halay çekenlerin tutuklanmasına tepkiler sürüyor. Ortak yazılı açıklama yapan 14 baro, "Yargı sosyal medya lincine ortak olmamalı" dedi.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Mersin'de sahilde halay çeken gençlerin gözaltına alınmasıyla başlayıp sonrasında Siirt, Ağrı ve İstanbul gibi birçok şehirde Kürtçe şarkı eşliğinde halay çeken yurttaşların çalınan müzik parçası ve atıldığı belirtilen slogan içerikleri üzerinden hedef gösterildikleri, gözaltına alındıkları, gözaltında kötü muamele ile karşılaştıkları ve bazı kişilerin tutuklandıkları yazılı ve görsel basına yansımaktadır. Kürtler ve Kürt meselesi mevzubahis olduğunda devletin güvenlikçi politikaları ve yargısal tasarruflarının devreye girmesi kabul edilemez olup bu çerçevede halay videoları üzerinden gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama furyasının demokratik bir hukuk devletinde yeri yoktur. Mevcut kırılgan toplumsal barışı zayıflatmaktan başkaca bir amaca hizmet etmeyen bu tasarruflardan vazgeçilmesi, yargının ise temel hak ve özgürlükleri koruyucu bir tutum alarak sosyal medyanın linç havasına ortak olmaması gerekir.
İfade Özgürlüğü Kapsamında
Düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, ulusal mevzuat ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle hukuki koruma altındadır. Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmek, şarkı içeriğinde yer alan ifadeler ile atılan sloganlar ifade özgürlüğü kapsamında korunmaktadır. Zira 6459 Sayılı Kanun'la değiştirilen 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2 maddesindeki örgüt propagandası suçunda esaslı değişiklikler yapılarak örgüt propagandasının basit hali suç olmaktan çıkarılmış ve örgütün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak suç haline getirilmiştir.
Serbest Bırakılsınlar
Biz barolar olarak; ölçüsüz gözaltı ve tutuklama kararlarıyla hukuki güvencelerin göz ardı edildiği, masumiyet karinesi ile hukuki güvenlik hakkı ihlal edilerek yurttaşların yargı baskısına maruz bırakıldığı uygulamalardan vazgeçilerek gözaltına alınan veya tutuklanan yurttaşların serbest bırakılması gerektiğini kamuoyuna saygı ile bildiririz."
Açıklamada imzası olan barolar: “Semsûr Barosu, Agirî Barosu, Êlih Barosu, Çewlêg Barosu, Bedlîs Barosu, Dêrsim Barosu, Colemêrg Barosu, Qers Barosu, Mêrdîn Barosu, Mûş Barosu, Sêrt Barosu, Riha Barosu, Şirnex Barosu, Wan Barosu”
Memleketin aşamadığı bir zorluk tahayyülü var artık. Düpedüz yalın bir halde güçlenmiş, iktidarın kötücül halini perdeleyebilmek için kullanışlı kılınan bir nefret şablonundan daim fayda sağlama bugün bir hakikat kılınıyor. Halay etmekti, şarkı dinlemekti, bir şey ya da bir yerlerde görünmekti, yahut da Wan’da önce yaya’nın Kürtçe yazılmasını dahi hazmedemeyip yerlere Türklükle ilgili ibarelerin kazınmasından sonrasında çıkagelen her şey aslında bir asırdır yerinde saymaya devam diyen ülkeyi göstere geliyor. Onca sesleniş ve ikrara / kuvvetli itiraza rağmen Türkiye’nin ikinci en büyük nüfusu olagelen bir halkın ne kimliği, ne dili, ne yaşama biçemi, ne de sözü kaile alınıyor. Meclis sıralarında terörist, sokakta terörist, işte ve dahi evde teröristler diye çıkagelen bir önyargı ile hayatın mahvı için hamleler ardıl sıra yineleniyor. Bütün bu badireler, cendereyi, devletli aklının sıkışmış kaldığı ekonomik / sosyal politik / ahlaki ve insani normları tarumar ettiği bir yerde, geleceğin belirsiz karanlığını bir kere daha ifşa ediyor. Hayatın çürütülmesinde bir de insanlık normunun ötesine geçmiş olagelen ezberden “düşman”, “öteki” nefretinden de el bulmaya çalışılıyor. Bunca açık badireler menzilinde hayat her gün zor kılınırken bir de bu üstünkörü değil daimi bir tutarlılıkla savunulan ol cerahat, ırkçılık bir ülkenin kaderini de geleceğini de tarumar ediyor, görene. Kürd halkının, Mezopotamya’dan ülkenin dört bir yanına varlığına, onlardan başlayarak her köşede bir linç tertibatının, pogrom imalinin ve dahi yaşatmama çabasının varacağı eşik cehennemin ta kendisidir. Bunu da mı sineye çekiyorsunuz, bu da mı şimdilik olur yani bahsiyle geçiştirilebilir. Yüzüncü yılında bir ülkenin alnına karalar çalmasından daha büyük utanç ne olabilir ki! Sahiden kimlerin bu sahnede hayat hakkı vardır, olabilir, müsaade olunur. Düşünür müsünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Kriz – Hakan GÜRSOYTRAK – Mutual Art
Meramda Paylaşılan Haberler
‘Türkleştirme Genelgesi’ Devrede: Kürt’ün Halayına Da Yasak - Yeni Yaşam Gazetesi
https://yeniyasamgazetesi6.com/turklestirme-genelgesi-devrede-kurtun-halayina-da-yasak/
14 Barodan Açıklama: Yargı Sanal Medya Lincine Ortak Olmamalı - Mezopotamya Ajansı
https://mezopotamyaajansi38.com/tum-haberler/content/view/248868
0 notes
yeniyuzyilgazetesi · 5 years
Text
Tumblr media
Suriye’nin Moskova Büyükelçisi: Ankara, Suriye’nin kuzeyinde Türkleştirme politikasını yürütüyor http://dlvr.it/RJdF5d http://dlvr.it/RJdF5d
0 notes
hetesiya · 2 years
Link
İttihatçılar, "Anadolu'yu Türkleştirme" projesine Ermenileri soykırıma tabi tutarak başlamışlardı. Hemen ardından 1920-24 arasında Anadolu Hristiyanları neredeyse tümüyle yok edildi. Fakat İttihatçı/Kemalist ırkçılar/milliyetçiler için bu kadar da yeterli değildi; Anadolu'da Hristiyanlığın tüm izlerini bir daha geri gelmemek üzere hafızalardan ve kayıtlardan silmeye çalıştılar.
1 note · View note
gok-turuk · 7 years
Note
Yahudi Türkler var mıdır? (Yahudilerin Türk soyundan geldiğini idda edenler de var. Bunun hakkında da düşünceni merak ediyorum.) Hitlerin yaptıklarını destekliyor musun?
Türkiye'de özellikle az okumuş bilgisiz kesimleri kandırmak için ya da henüz genç yaşta olanları etkilemek için yahudi, mason, sabetayist, gibi iftiralar atarlar. Bazılarına Türk değil diyerek ermeni, k.rt diyerek iftira atarlar, Onlar kolay yoldan propaganda yapıp cahilleri kafalamaya çalışırlar yani görüşlerini etkilemeye çalışırlar.Oysaki böyle iftiralara hiç gerek yoktur. Birisi, aslen Müslüman olsa bile islama ihanet edebilir. Benzer olarak aslen Türk olsa bile "mankurt" olduğu için Türklüğe ihanet edebilir. Bunu böyle öğrenmelisin. Yahudi sözünü bazıları yalnızca din olarak biliyor. Oysaki İsrail'de yaşayan İsrail oğulları ırkına biz Türkler Yahudi diyoruz........."Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır." Demiş -Atsız ata ve yine   Yahudi denilen mahlûku dünyada Yahudiden ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. Dilimizdeki "Yahudi gibi", "çıfıtlık etme", "çıfıt çarşısı", "havraya benzemek", "Yahudiden yumurta alan içinde sarısını bulamaz" gibi sözler bu alçak millete ırkımızın verdiği değeri gösterir. Almanyadan kovulan Yahudileri kabul etmek misafirperverliğinde bulunan Fransa'da bile Yahudiler hakkındaki en basit iltifatın "pis Yahudi" terkibi olduğunu o memlekete gitmiş olan arkadaşlarımız söylüyor....İkide bir Yahudileri Türkleştirme cemiyetleri kurarak bizi kandırmaya çalışacaklarına namuslu Türk tebaası olarak kalsınlar yetişir.Çünkü biz onların Türkleşeceklerini asla ummadığımız gibi bunu istemeyiz de. Çamur ne kadar fırına verilse demir olmuyacağı gibi Yahudi de ne kadar yırtınsa Türk olamaz. Türklük bir imtiyazdır; her kula, bilhassa Yahudi gibi kullara nasip olmaz.Onlara yapılacak ihtar şudur: Hadlerini bilsinler. Sonra biz kızarsak Almanlar gibi Yahudileri imha etmekle kalmaz, daha ileri giderek onları korkuturuz. Mâlûm ya ataların sözüne göre Yahudiyi öldürmektense korkutmak yektir.   ”—Nihal Atsız,
2 notes · View notes
zekiyuncuoglu · 5 years
Photo
Tumblr media
TANRI ELMA'YA "YÖRENE, İKLİMİNE GÖRE HER YIL ŞU ZAMANDA 'OL' DEMİŞ AMA ARAP'A ORUCA(?) BAŞLAMA MATEMATİĞİNİ KAFANA GÖRE, CANININ İSTEDİĞİ GİBİ SEN KUR" MU DEMİŞ!? " VÜCUDUNA 17 SAAT SU GİRMESİN" Mİ DEMİŞ!? EEE, PEKİ DÜNYAYI TÜRKLEŞTİRME GÖREVİ VERDİĞİ TÜRKLERE NE OLMUŞ? TÜRKLERE DE; "OĞUZ SOYUNU BIRAK, AKLINI, KADİM TÖRE'Nİ DE BIRAK, BEDEVİ, EMEVİ ARAP - SAMİLERDEN OL" MU DEMİŞ!? Elma Anlamış, Diğer Tüm Nebatat ve HAYVANAT, Böcek Anlamış; GÖK Anlamış, YER Anlamış, EMRİ TÜRK MÜ ANLAMAMIŞ!? ŞİMDİ BU DURUMDA TÜRKLER İYİ HALT MI YEMİŞ!? TÜRKLER EZELDE DE TÜRK'TÜ HALÂ TÜRK'TÜR, TÜRK KALMIŞLARDIR! ARAPLAŞANLAR DİYE BİR KAVRAM YOK. ONLAR ZATEN EZELDE DE TÜRK DEĞİLDİLER, HALDE DE DEĞİLLER ZATEN! HER KENDİNE "BEN TÜRK'ÜM" DİYEN GERÇEKTEN ŞUUR BÜTÜNLÜĞÜNDE TÜRK OLSAYDI SORUN BU NOKTADA OLMAZDI; DEME İLE OLUNMUYOR MUŞ DEMEK Kİ! ASIL SORUN; HER KENDİNE "TÜRK" DİYENİ, TÜRK'TEN SAYANLARIN ÇOKLUĞU! TÜRKLERİN ARAPLARA, ARAPLAŞMIŞLARA ASLA İHTİYACI OLMADİ, OLMAZ , YOKTUR DA! AKSİNE TARİHLER BOYUNCA SAMİ (SEMİT/İK) IRK VE ALT IRKI ARAPLAR, ÜST SOY TÜRKLERE HASIM VE HAİN OLMUŞLARDIR; ANT OLSUN! TÜRKLERİN SON BİLGE BAŞBUĞU M. KAMAL ATATÜRK'ÜN SAPTADIĞI GİBİ; "BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR" Öztlersek: KENDİNE NE DERSE DESİN, NASIL TANIMLAYIP, ZANNEDERSE ZANNETSİN #ARAP_GİBİ_DAVRANAN_ARAPTIR_TÜRKTEN_SAYAN_KAYIPTIR! #ZEKİYÜNCÜOĞLU ☣️ #KÖKTÜRÜG_MANAS 🌀 #KADİM_KÖKTUĞ_ATANMIŞLARI 🌀 (İskenderun, Hatay) https://www.instagram.com/p/BxKXEy6HTR8fN4-P50V0xL6VEtvpk56r7SgcG40/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=17p67lacxgh82
0 notes