#masumiyet karinesi
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 4 months ago
Text
Mesel Zor
Tumblr media
Zor koşulların menzili kılınıyor bir ülke. Soluk almanın zor, yaşamda kalmanın zor, aleni bir biçimde her gün yeniden başlamanın zor kılındığı bir menzil hakikat eyleniyor. Tekrar hep tekrara dayalı bir kısır döngü içerisinde gaile sınırlandırmak, gaile yekten çürütmenin ta kendisi olagelen bir iktidar pratiği yaşamı alt üst ediyor her anlamda. Genel geçer, veya kısa süreliğine değil yirmi üçüncü yılına giren bir iktidar deneyiminin her günü açmazları beraberinde getiriyor. Gezi Başkaldırısı güncesinden bu yana toplumsal müşterek bahsini yerle yeksan etmiş olagelen bir makamın / gücün / yönetim anlayışının sunduğu her şeyin ol zoru daha beter kıldığı etaplardan geçiyoruz. Yaşamda kalabilmenin imlasının tahribini sürekli kılan bir akılla her gün kuşatılıyor. Zoru imal eden bir aklın tezgahında biçimlenen her şey / eylem / edim neticesi ağır sınamaları beraberinde getiren bir sarmala dönüşüyor iş bu sahnede.
Bütünüyle kısıtlamak kafi gelmediğinden, kuşatma hep eksik bulunduğundan daha fenası, en beteri için adımlama hallerine devam olunur. Tümüyle nobran bir siyasi aktörün tüm o üyeleriyle birlikte kotardığı dejenere edilmiş menzilde, ajitasyonlar, değme mizansenler bir bitimsiz tahayyül ekseninde yinelenen darp / tehdit / tahakküm üçlüsünde zorun cismi kalıcılığı sağlama alınır. Biteviye bir zor sarmal kılınmış olan menzilde ayrımcılık, ötekisi olarak görülene hayatı dar etme şablonu silsile halinde en tepeden en alttaki halka kadar bir biçimde sabit olunur. Tümden yenilendiği bildirilen bir menzilde müşterek hakların en kestirmeden talanı bu halin bir tezahürüdür. Genel geçer olmayacak kadar afaki bir halde, yeknesak bir teşebbüs / kararlılık vurgusunda hayata vurgun kesintisiz kılınır. Tastamam, aleni bir yerel seçim yengisinin faturasının kimden / hangi kesimlerden nasıl kesileceğine dair çıkılan güzergahta onca zaman sonra varılan eşikte var edilmiş her şey bu tahayyüller eksenindeki istikameti de göstere gelir. Hedef kılınanlar, hedefe konanlar, suçlu ilan edip sonrasına karışılmayan haller ve nicesiyle kanun da nizam da çöpe basılır. Yepyeni zorun, zordan mülhem bir yerin, adıyla sanıyla bir çukurun inşasında artık parametreler binbir adetten çok kılınmıştır. Hakkın eksik kılındığı zeminde hayat neye benzer ki!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Kürt gençlerinin çektikleri halaylar üzerinden gözaltına alınması ve tutuklanması, Kürt kimliğini ve kültürünü hedefleyen Şark Islahat Planı ve Türkleştirme Genelgesi’ni hatırlattı.
Kürt gençleri, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çektikleri için gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Mersin’de bir grup genç, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çektikleri anlara dair video üzerinden sanal medyada ırkçı hesapların hedefi oldu. Eski bir görüntü üzerinden hedef alınan 9 genç, 22 Temmuz’da gözaltına alındı. Gençlere, “örgüt propagandası yapmak” suçlaması yöneltildi. Polisler, gözaltında gençlere “Ölürüm Türkiyem” şarkısı dinlettirdi. Gençler, 25 Temmuz’da söz konusu iddia üzerinden tutuklandı.
Agirî
Hemen sonrasında Agirî’nin Bazîd (Doğubayazıt) ilçesinde benzer bir durum yaşandı. Bir düğünde yöresel kıyafet giyip çalınan Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken 6 kişi “örgüt propagandası” suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Sêrt
Sêrt’in Misirc (Kurtalan) ilçesinde de bir düğünde çekilen ve sanal medyada paylaşılan görüntüler üzerine dün 6 genç kadın gözaltına alındı. Sanal medyada ırkçı hesaplar üzerinden görüntünün paylaşılması üzerine Êlih ve Sêrt’te ev baskınları yapıldı. Görüntülerde yer alan 6 genç kadın gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar, Siirt İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Valilik, gençlerin “örgüt propagandası yaptığını” ileri sürdü.
Şarkı ıslahat planı
Kürt gençlerinin çektikleri halay ve Kürtçe şarkılar üzerinden hedef alınması, 1925’te yürürlüğe konan Şark Islahat Planı ile 1930’da valiliklere gönderilen “Türkleştirme Genelgesi”ni hatırlattı.
Kemalist yönetimin 1925’te hazırlayarak yürürlüğe koyduğu Şark Islahat Planı, “Kürt kimliğini yok etmek ve Kürdistan’ı sömürgeleştirme planı” olarak da biliniyor. Tarihçi Mehmet Bayrak’ın “Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı” adlı kitabında, söz konusu plandaki 28 madde sıralanıyor. Söz konusu planla hedeflenen bazı hususlar şöyle:
* Kurdistan kentlerinde sıkıyönetim koşulları devam edecek.
* Sıkıyönetim mahkemelerinde Kürt hakim bulunmayacak.
* Bazı Kürt kentlerinde Türk göçmenler yerleştirilecek.
* Bazı aşiret liderleri ve şahıslar sürgün edilecek ve mallarına el konulacak.
* Kurdistan’daki asker sayısı arttırılacak.
* Kürtlerin silah taşıması engellenecek.
* “Aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan” kentlerde Türkçe dışında herhangi bir dil kullanılmayacak.
* Kürtlerin ve Arapların ağırlıklı olduğu bölgelerde Türk Ocakları ve okullar açılacak.
* “Mükemmel kız mektepleri” kurulacak.
* Dêrsim’de yatılı ilkokullar açılarak bölge halkı “Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel” kurtarılacak.
1925 Şark Islahat Planı uyarınca 1927’de Umumi Müfettişlikler kuruldu. Umumi Müfettişlikler, fiilen 1948 yılında, hukuken 1952 yılında sona erdi. Ancak 1925 Şark Islahat Planı zihniyeti ve uygulamaları günümüze kadar kesintisiz bir şekilde devam etti.
‘Türklük Genelgesi’
1930 yılında ise, İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere “çok gizli ve kişiye özel” bir “Türkleştirme Genelgesi” gönderildi. Bu genelgede ise, doğruda Kürt kültürü hedef alındı. Söz konusu genelgenin bazı maddeleri şöyle:
* Yabancı lehçelerle görüşen köyleri isimleriyle, nüfuslarıyla, görüşülen lehçeleriyle tespit etmek,
* Çevrelerindeki köylerin de lehçeleri bakımından durum ve niteliklerini ve birbirleriyle ilişkilerini belirlemek,
* Bu köylerden küçük dağınık olanları civar Türk köylerine dağıtmak,
* Yeniden yabancı lehçeli hiç bir köyün, mahallenin kurulmasına izin vermemek,
* Şehir ve köylerde dil dernekleri kurarak, yalnız Türkçeyi konuşturmaya çalışmak,
* Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye vermek, som Türklüğün ve özellikle Türkçe konuşmanın, yalnız şerefli olduğunu değil, maddeten kârlı olduğunu da kendilerine bilfiil göstermek,
* Özellikle kadınlar arasında Türkçe’nin yaygınlaşmasına çalışmak; bunlardan Türk kızlarının Türkçe konuşmayan köylülerle evlendirilmesini teşvik etmek; Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere getirterek Türk evlerine uygun hizmet ve yöntemlerle yerleştirmek,
* Türklük topluluğunun genel özelliklerine aykırı olan herhangi bir yabancı hissin zararını ve fenalığını kendilerine her vesileyle anlatarak eski alışkanlıklarından soğutmak,
* Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve toplum gelenek ve göreneklerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı; bundan dolayı lehçeyle birlikte bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiç bir suretle rağbet edilmeyerek ve cesaretlendirilmeyerek adi ve ilkel özellikleri her vesileyle sergilenerek kötülenmeli ve ayıplanmalı, o lehçeyi konuşan zümrelere mensup kişilerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe düzeltmek.””
Biteviye kılınmış olagelen nefret tezahürü bir kere daha zorun yepyeni bir dönemecini de beraberinde getirir. Yıllar yılıdır bir istikrarlı hamle olarak filizlendirilen “ırkçılığın” artık sabit kılındığı bir zeminde, sosyal medya linçlerinin de etkisiyle birlikte Kürdistan halkını sınırlandıran, Kürd kimliğini tıpkı halen el sanılan Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Alevi, Arap, Afrikalı, Haymatlos herhangi birisinden bir başkasından sayılanlara reva görülenler ile sınamak bir kere daha hasıl olur. Neden o şarkıyı seçtiniz, neden bu yoldan gittiniz, nasıl bu oyunları eylediniz, hangi halay figürüyle ne mesajlar verdiniz gibi nice saçmalık ötesinden o şark ıslahat planının yepyeni bir sürümüne varabilmek için adımlar birbiri sıra yinelenir. Yaşam tarumar edilirken, meramı görmek, anlamak değil, sahiden kime ya da her neye doğrudan sesleniliyor, anlatılıyor buna düşmek yerine terör örgütü sempatizanlığı gibi bir kalıt / yapışkan bir cendereye insanlar dahil edilir. Gözaltı furyalar halinde aralıksız kenar köşeden, Kürdistan’daki şehirlere, en büyük Kürd diasporasına sahip olagelen İstanbul’a kadar uzanır. Hakkaniyet kavramı, kimliğini, yaşamsal idrak ve düşünsel özgürlük kavramlarının hiçe yazıldığı bir menzil bir kere daha gerçek kılınır. Bu bahsin beyaz soykırım tezahürü, kültürel bir saldırganlık olduğu konuşulmasın istenir. Hep varsa yoksa birkaç hesap üstünden algı, sonrasında çıkagelen tepkime diye var edilmiş ister bilinçli, ister kör parmağım gözüne nefret şablonları ve gelsin linçler, ardıl sıra gözaltılar, tutsak etmeler. Kürd sorunu sahiden de neydi ki!
Mezopotamya Ajansından on dört baronun ortak açıklamasını da ilave edelim: “Sanal medya üzerinden trol hesapların hedef göstermesiyle Kürçe şarkılar eşliğinde halay çekenlerin tutuklanmasına tepkiler sürüyor. Ortak yazılı açıklama yapan 14 baro, "Yargı sosyal medya lincine ortak olmamalı" dedi.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Mersin'de sahilde halay çeken gençlerin gözaltına alınmasıyla başlayıp sonrasında Siirt, Ağrı ve İstanbul gibi birçok şehirde Kürtçe şarkı eşliğinde halay çeken yurttaşların çalınan müzik parçası ve atıldığı belirtilen slogan içerikleri üzerinden hedef gösterildikleri, gözaltına alındıkları, gözaltında kötü muamele ile karşılaştıkları ve bazı kişilerin tutuklandıkları yazılı ve görsel basına yansımaktadır. Kürtler ve Kürt meselesi mevzubahis olduğunda devletin güvenlikçi politikaları ve yargısal tasarruflarının devreye girmesi kabul edilemez olup bu çerçevede halay videoları üzerinden gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama furyasının demokratik bir hukuk devletinde yeri yoktur. Mevcut kırılgan toplumsal barışı zayıflatmaktan başkaca bir amaca hizmet etmeyen bu tasarruflardan vazgeçilmesi, yargının ise temel hak ve özgürlükleri koruyucu bir tutum alarak sosyal medyanın linç havasına ortak olmaması gerekir.
İfade Özgürlüğü Kapsamında
Düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, ulusal mevzuat ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle hukuki koruma altındadır. Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmek, şarkı içeriğinde yer alan ifadeler ile atılan sloganlar ifade özgürlüğü kapsamında korunmaktadır. Zira 6459 Sayılı Kanun'la değiştirilen 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2 maddesindeki örgüt propagandası suçunda esaslı değişiklikler yapılarak örgüt propagandasının basit hali suç olmaktan çıkarılmış ve örgütün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak suç haline getirilmiştir.
Serbest Bırakılsınlar
Biz barolar olarak; ölçüsüz gözaltı ve tutuklama kararlarıyla hukuki güvencelerin göz ardı edildiği, masumiyet karinesi ile hukuki güvenlik hakkı ihlal edilerek yurttaşların yargı baskısına maruz bırakıldığı uygulamalardan vazgeçilerek gözaltına alınan veya tutuklanan yurttaşların serbest bırakılması gerektiğini kamuoyuna saygı ile bildiririz."
Açıklamada imzası olan barolar: “Semsûr Barosu, Agirî Barosu, Êlih Barosu, Çewlêg Barosu, Bedlîs Barosu, Dêrsim Barosu, Colemêrg Barosu, Qers Barosu, Mêrdîn Barosu, Mûş Barosu, Sêrt Barosu, Riha Barosu, Şirnex Barosu, Wan Barosu”
Memleketin aşamadığı bir zorluk tahayyülü var artık. Düpedüz yalın bir halde güçlenmiş, iktidarın kötücül halini perdeleyebilmek için kullanışlı kılınan bir nefret şablonundan daim fayda sağlama bugün bir hakikat kılınıyor. Halay etmekti, şarkı dinlemekti, bir şey ya da bir yerlerde görünmekti, yahut da Wan’da önce yaya’nın Kürtçe yazılmasını dahi hazmedemeyip yerlere Türklükle ilgili ibarelerin kazınmasından sonrasında çıkagelen her şey aslında bir asırdır yerinde saymaya devam diyen ülkeyi göstere geliyor. Onca sesleniş ve ikrara / kuvvetli itiraza rağmen Türkiye’nin ikinci en büyük nüfusu olagelen bir halkın ne kimliği, ne dili, ne yaşama biçemi, ne de sözü kaile alınıyor. Meclis sıralarında terörist, sokakta terörist, işte ve dahi evde teröristler diye çıkagelen bir önyargı ile hayatın mahvı için hamleler ardıl sıra yineleniyor. Bütün bu badireler, cendereyi, devletli aklının sıkışmış kaldığı ekonomik / sosyal politik / ahlaki ve insani normları tarumar ettiği bir yerde, geleceğin belirsiz karanlığını bir kere daha ifşa ediyor. Hayatın çürütülmesinde bir de insanlık normunun ötesine geçmiş olagelen ezberden “düşman”, “öteki” nefretinden de el bulmaya çalışılıyor. Bunca açık badireler menzilinde hayat her gün zor kılınırken bir de bu üstünkörü değil daimi bir tutarlılıkla savunulan ol cerahat, ırkçılık bir ülkenin kaderini de geleceğini de tarumar ediyor, görene. Kürd halkının, Mezopotamya’dan ülkenin dört bir yanına varlığına, onlardan başlayarak her köşede bir linç tertibatının, pogrom imalinin ve dahi yaşatmama çabasının varacağı eşik cehennemin ta kendisidir. Bunu da mı sineye çekiyorsunuz, bu da mı şimdilik olur yani bahsiyle geçiştirilebilir. Yüzüncü yılında bir ülkenin alnına karalar çalmasından daha büyük utanç ne olabilir ki! Sahiden kimlerin bu sahnede hayat hakkı vardır, olabilir, müsaade olunur. Düşünür müsünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Kriz – Hakan GÜRSOYTRAK – Mutual Art
Meramda Paylaşılan Haberler
‘Türkleştirme Genelgesi’ Devrede: Kürt’ün Halayına Da Yasak - Yeni Yaşam Gazetesi
https://yeniyasamgazetesi6.com/turklestirme-genelgesi-devrede-kurtun-halayina-da-yasak/
14 Barodan Açıklama: Yargı Sanal Medya Lincine Ortak Olmamalı - Mezopotamya Ajansı
https://mezopotamyaajansi38.com/tum-haberler/content/view/248868
0 notes
avukatyalcintorun · 27 days ago
Text
Masumiyet Karinesinin Disiplin Hukukuna Etkileri
Masumiyet Karinesinin Disiplin Hukukuna Etkileri Masumiyet Karinesi Nedir? Masumiyet karinesi, suçsuzluk ilkesi veya uluslararası hukuk terimi     olarak “presumption of innocence” suç kesinleşmediği sürece kimsenin suçlu sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrini olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, masumiyet karinesi, suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis…
0 notes
bircannsblog · 1 year ago
Text
Şiirlerine ilk bakışta kolayca yazıyormuşsun gibi bir izlenim ediniyorum. Akıp giden, aksamayan, uzun bir söyleyişin var. Sanki bir öykü anlatır gibisin. Ancak bazı dizeler bunun her zaman böyle olmadığını bana duyuruyor. Örnekleyecek olursak; “Bir tek senin çocuklar üşüyecek rengi saçların vardı.”/ “Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde”/”Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor”/ “Ben belki denizden bile eski biriyim”/ “İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?” vb… dizelerin pek öyle bir çırpıda yazılmış gibi durmuyor. Nasıl yazıyorsun, şiirin bir ön çalışma, taslak, düzeltme gibi aşamalardan geçiyor mu? Şiire göre daha yoğun bir masa başı çalışması gerektiren öykü, roman gibi türlerle yakınlığın nasıl?
 Nasıl yazıyorsun sorusunu cevaplamak bana hep çok zor gelmiştir. Ama masa başında çaba sarf etmediğimi peşin peşin söyleyebilirim. Benim çok daha laubali bir tarzım var galiba. Hiçbir zaman oturup bir şiir yazayım şöyle diyemedim. Bir olağanüstü hal şairiyim sanırım. Aniden kalkıp yatağın ortasına bağdaş kurup, salya sümük ağlayarak yazıyorum, bunu yapmaya ihtiyacım oluyor zaman zaman. O dönemlerde kendimi bir transatlantik gibi ağır ve hantal hissediyorum. Bu yazan çizen herkeste vardır sanıyorum. Bir buz dağına çarpacağını bile bile tam yol ileri demek, çarpmak, parçalanmak ve bir anti-efsane olarak batma isteği ve duygusu.
 
 Sabahleyin yanımda her tarafına bir şeyler yazılmış kağıtlar buluyorum. Okuyor ve bazı satırların üzerini çiziyor, temiz bir kağıda yeniden yazıyorum. Sonra hemen bir dergiye postalamaya çalışıyorum, çünkü aksi halde genelde kaybediyorum şiirleri. Zaten masa başı çalışması yapmaya, üzerinde uğraşmaya koşullarım ve yaşam tarzım da pek izin vermedi bu güne kadar.
 
 Sizin belli bir çabanın ürünü olduğunu düşündüğünüz dizeleri de yine kendi yöntemimle yazdım. Ancak böyle yazıyor olmanın kimi zaman bir masumiyet karinesi olarak algılandığını görüyorum, bence bu yanlış. Masa başında ter dökülerek yazılmış bir şiir de çok içten ve samimi olabilir. Bir şiiri şiir yapan şey her neyse, o şey diğer bir şiiri şiir olmaktan çıkarabilir. Benim şiirimi şiir yapan şey hatalarım, kusurlarım ve beceriksizliğimdir. Saman alevi gibi parlayıp sönen imgelerdir. Okuduklarında şöyle düşünecekler: bu şiir değil ama nedense yine de şiir.
 
Bazen kendimi korumak için sevimli bir kirpi gibi davranıyorum, ama dikenlerim en çok bana batıyor.
0 notes
telliturna82 · 3 years ago
Text
Bir bilet kes masumiyet karinesi maziye,
Geçmiş zaman yolcusu çocuk düşlerime,
Günaydın
Tumblr media
20 notes · View notes
aslikurucuiktidar · 4 years ago
Text
Hukuku Sinemada Görmek
Hukuku Sinemada Görmek[1] - Fırat Emre Çelebi
Giriş
Hukuk, toplumların ve bireylerin gündelik hayatını doğrudan etkileyen bir yapı olduğu için tüm diğer sanatlarda olduğu gibi sinemada da sıklıkla ele alınan bir temadır. Bu çalışmada, hukukun Sümerler'den günümüze dek uzanan[2] serüveninin yaklaşık olarak son yüz yılında var olan sinemada hukukun temsil biçimleri, ele alınan bazı örnek filmler üzerinden incelenmiştir. Film seçiminde öncelikle kült olanlar tercih edilmiştir. Hukuku konu alan filmler incelendiğinde, geniş bir coğrafyaya ve farklı toplumlara yayılmış olduğu görülse de ağırlıklı olarak örnekleri ABD sinemasında bulunmaktadır.
Hukuk, çok eski tarihlerden beri sinemanın konusu haline gelmiştir. Birçok filmin temel hikayesi farklı gibi görünse de içerisinde hukuk bağlamında ele alınabilecek çokça öge bulunmaktadır. Bu açıdan incelendiğinde, toplumun hukuk algısının oluşumu, gelişimi ve değişiminde sinemanın etkisi göz ardı edilemez. Bu etkiyle toplumda gelişen algı, kimi zaman hukukun adaleti sağlamada güçlü ve olumlu yegane araç olduğu, kimi zaman ise yargının tarafsızlığına duyulan şüphe ile adaletin ancak bireyin kendi eliyle sağlanabileceği (ihkak-ı hak)[3] yönündedir. Bu anlamda ele alındığında sinemanın çok kolay ulaşılabilir ve oldukça etkili bir kaynak olması itibariyle toplumun temel taşı olan hukuk sistemini ele alırken özenli olması gerekir.
I. Sinemanın Konusu Olarak Hukuk
Evrensel dil bulundu!
Lumiere kardeşlerin ilk film gösterimlerindeki bir izleyici (1896)
Sinemaya sıkça konu olan hukuk hem bir imge olarak insani duyguları yansıtabilirlik açısından hem de insanlar ve toplumlar arasındaki ilişkiyi çok büyük bir kitlesel tüketim alanına taşıması açısından etkilidir. Bir hukuk filmi izleyiciye birçok mesaj iletebilir. Örneğin, Yalancı Yalancı filminde başrolün -savunma avukatı Fletcher Reede- bir avukat olarak sürekli yalan söylemesi ve hatta bunu özel hayatında da çok fazla yapması konu alınır. Bu avukat karakter izleyicide halihazırda toplumda yaygın olan 'avukatlar hep yalan söyler' düşüncesini güçlendirmektedir. Bu açıdan sinemanın hukuku her zaman olumlu bir şekilde yansıtmadığı söylenebilir. Dolayısıyla hukuk filmleri, hikayesine ve hukuka dair göndermek istediği olumlu/olumsuz mesajlara göre konusunu belirleyebilir.
Bir hukuk filminde genellikle jüri[4], hakim, savcı, avukat ve hukuk sisteminin diğer ögeleri bulunur. Bunlar elbette hikayeye ve filmin geçtiği ülkeye göre değişebilir. Hukuk uygulamaları, yargı mekanizmaları, jürilik kurumunun varlığı neredeyse bütün ülkelerde farklılık gösterir. Örneğin jüri kurumu Türkiye'de geçen bir hukuk filminde kendine yer bulamaz, ancak ABD'de geçen hukuk filmlerinde sıkça işlenir. Bir başka örnek olarak kimi ülkelerde idam cezası bulunurken kimi ülkelerde bu ceza yürürlükten kaldırılmıştır[5]. Bu durumun sonucu idam cezası olan ve olmayan ülkelerin filmlerinin arasında büyük farklar yaratabilmektedir.
Hukuku konu alan filmlerde bulunan mekanlar ile yaşanan olaylar ve çatışmalar oldukça çeşitlidir. Mekan olarak, seyirciyi hukuk bağlamında düşünmeye zorlamak için çoğunlukla mahkeme salonu, adliye, hukuk bürosu gibi yerler tercih edilir. Hukuku pozitif veya negatif olarak ele almalarının dışında hukuk filmleri, işlediği konu, bağlam, hukuki durum ve taraflar açısından incelenebilir.
A. Mahkeme Salonu Dramaları/Yasal Dramalar
''Mahkeme salonunda en iyi hikayeyi kim anlatırsa o kazanır.''
John Quincy Adams, Amistad[6]
Bir mahkeme salonu draması, genellikle hukuk sistemi ve onun uygulamalarına odaklanan bir filmdir. Amerikan Film Enstitüsü (AFI) öykülerinde adalet sisteminin kritik bir öneme sahip olduğu filmler için 'mahkeme salonu dramı' tanımını kullanır[7]. Bu türdeki filmlerde, genelde mahkeme salonlarında yaşananlar anlatılsa da yasal işlemlerin herhangi bir aşaması konu edilebilir. Filmlerde avukatın iç dünyasına ve karşılaştığı zorluklara verdiği tepkilere de sıkça değinilir.
Yasal dramalarda, haksız yere mahkum edilen insanlarla ilgili hikayeler sıkça işlenir. Kelebek, Esaretin Bedeli, Bülbülü Öldürmek, Yeşil Yol bunlardan birkaçıdır. Bu filmler izleyiciyi yargının tarafsızlığı, hukuka olan güven gibi konuları sorgulamaya itebilir.
Birçok filmde politikleşmiş sorunlar da işlenir. Örneğin, Rüzgarın Mirası, çoğunlukla mahkeme salonunda geçen Amerikan yapımı bir filmdir. Film, 1925'teki Scopes Monkey Davası'nı[8] konu alır. Bir öğretmen olan John Scopes, bu davada Darwinist teorinin öğretisini yasaklayan bir devlet yasası[9] kapsamında suçlanır. Scopes dönemin yasasının emrettiğinin aksine, son bilimsel çalışmalara, deneysel gözlemlere dayanan bilgileri öğretmek ister. Film, bu olay üzerinden sekülarite, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, mahalle baskısı gibi birçok hukuki ve ahlaki meseleyi ele alır.
Kefernahum, yoksul bir hayatın içinde, kalabalık bir ailede yaşayan 12 yaşındaki Zain'in öyküsünü anlatan bir filmdir. Zain, umudun olmadığı bir ailede, okula gitmek yerine çalışmak zorunda bırakılır. Kız kardeşi Sahar, adet görür görmez, henüz 11 yaşında olmasına rağmen, birkaç tavuk karşılığında evlendirilir. Sahar'ı kurtarmaya çalışan Zain başarılı olamayınca evden kaçar ve iş ararken tanışıp dost olduğu Etiyopyalı göçmen bir kadın olan Rahil ile yaşamaya başlar. Rahil kaçak yaşamaya devam ederken parası yetmediği için sahte kimlik edinemez ve yakalanır. Bir süre Rahil'in bebeği ile birlikte yaşamaya devam eden Zain sonunda bebeği kendisine vaat edilen İsveç'e göç imkanı ve bir miktar para karşılığında kaçakçı bir adama verir. Göç işlemleri için gereken belgeleri almaya evine dönen Zain, evdeki yas havasını hisseder ve Sahar'ın kocası tarafından öldürüldüğünü anlar. Evden bir bıçakla koşarak çıkan Zain, Sahar'ın kocasını bıçaklayınca cezaevine düşer. Cezaevindeyken televizyonda izlediği bir canlı yayına telefonla bağlanan Zain, ailesine dava açmak istediğini söyler. Bu noktadan sonra Zain, mahkemede verdiği mücadele ile beraat eder ve son planda pasaport için fotoğraf çekilirken görülür.
Kefernahum, Lübnan'da sosyal adaletsizliğin kontrolden çıktığına işaret ederken temel hak ve özgürlüklerin önemini vurgular. Sağlık, beslenme, eğitim, sığınma ve çalışma hakları olmayan karakterlerin yaşadığı zorlukları ele alan filmde Zain, telefonla bağlandığı canlı yayında ''Çocuk yetiştiremeyecek olan insanlar çocuk yapmasınlar.'' diyerek çocuk hak ehliyetinin başlangıcını[10] bir anlamda yeniden tanımlar. Mahkemede hakime anne ve babasının bir daha çocuk yapmalarını istemediğini belirten Zain, hakimin ''Bir daha çocuk yapacaklarını sanmıyorum.'' sözleri üzerine annesinin karnını işaret ederek ''Peki ya karnındaki?'' diye sorar. Bu sahne Türk Medeni Kanunu üzerinden değerlendirilecek olursa; velayetin kapsamı ve çocuğun korunması ile ilgili yasalarla[11] bir bağlantı bulunabilir. Kefernahum, her ne kadar Lübnan yapımı da olsa, dünyanın neresinden olursa olsun izleyicilerine temel hak ve özgürlükleri sorgulatmaktadır.
12 Öfkeli Adam, hem baştan sona hukuk ve adalet temalı olmasıyla hem de önermeleriyle tamamen evrensel nitelikte bir filmdir. Filme adını veren 12 adam, ABD hukuk sisteminde önemli bir role sahip olan jüri üyelerini ifade etmektedir. Babasını öldürmekle yargılanan 18 yaşındaki Latin Amerikalı bir gencin akıbetini belirlemek üzere karar odasına çekilen jüri üyelerinin neredeyse hepsi gencin suçlu olduğu fikrindedir. Delillere dair şüphe duyan jüri üyesi Davis -8 numaralı jüri üyesi- kararından dönmez ve tüm detayları değerlendirerek gencin suçsuz olduğu yönünde analizler yapar. Geri kalan jüri üyeleri gencin ilk başta suçlu olduğunu düşünseler de, Davis'in tezlerini mantıklı bularak birer birer fikir değiştirirler. Öyle ki gencin suçlu olduğunu en ateşli biçimde savunan jüri üyeleri bile Davis'in mantık yürütmelerine karşı gelemez, her gözden geçirilen delile dair şüphe duyarak sanığın suçsuz olduğu yönünde karar verirler. Film, hukuk sistemi, masumiyet karinesi, idam cezası gibi konuları eleştirel bir şekilde ele alır.
12 Öfkeli Adam, birçok sinema eleştirmeni tarafından gelmiş geçmiş en iyi film olarak değerlendirilmesinin ve IMDB'de en yüksek puanlı ilk 5 film içinde olmasının  dışında, hukuk uygulayıcılarının önyargılarını, mantık ve vicdan ölçütlerini yakından inceler. Duruma ırkçı bir perspektifle yaklaşarak önyargılarıyla hareket eden ve delilleri dogmatik değerlendirerek sorgulama ihtiyacı duymayan jüri üyeleri, hukuk sisteminin çok kritik bir ilkesini hiçe saydıklarının farkında değildirler. Makul şüphe standardı, Amerikan ceza muhakemesi usulünde hayati bir rol oynamaktadır[13]. Eldeki deliller sanığın suçu işlememiş olma ihtimalini ortadan kaldırmamıştır. Jüri üyeleri düşünmeden ve sorgulamadan hüküm vermeye çalışarak masumiyet karinesi kuralını unutmuşlardır. Tüm detaylıca değerlendirmeden ve yargılama süreci sonuçlanmadan Latin Amerikalı gencin katil olduğuna bu denli kanaat getirmeleri hatalıdır. ''Kişi suçlu olmadan bir suçla suçlanabileceği için, temel bir adalet ilkesi davacıların iddialarını kanıtlamasını ve sanığın suçlama ile yargılama arasındaki ilişkide masum olarak kabul edilmesini gerektirir.''[14]
Saatler süren tartışma boyunca yükselen sesler, yaşanan gerilimler, filmin de tek mekanda geçmesiyle izleyiciyi klostrofobik bir ruh haline soksa da, 8 numaralı jüri üyesinin haklı mücadelesi adil bir hüküm ile sonuçlanır. 12 Öfkeli Adam, sürü psikolojisinin, önyargıların, ırkçılığın ve salt inancın getirebileceği yıkıma karşılık verilen mücadelenin zafere ulaşmasıyla adaletin 'olan' değil 'yapılan' olduğunu gözler önüne sermektedir.
B. Hapishane/Mahkum Filmleri
Hapishane filmleri, adından da anlaşılabileceği gibi hapishane, mahkumiyet, suç ve ceza üzerine anlatı unsurları içerirler. Filmlerde, en azından büyük oranda, mekan olarak hapishane kullanılır ve mahkumlar, gardiyanlar, hapishane yöneticileri, infaz görevlileri, avukatlar ve benzeri karakterler tasvir edilir.
Esaretin Bedeli, hapishane filmi denilince, çoğu sinema izleyicisinin aklına ilk gelenlerden biridir. Filmdeki ana karakter Andy Dufresne, onu aldatan eşini ve birlikte olduğu adamı tabanca ile öldürmeye karar verir. Ancak son anda bu kararından vazgeçer. Buna rağmen olay yerinde Andy'nin olay yerini terk ederken geride bıraktığı silah ve iki ceset bulununca cinayeti işleyenin Andy olduğuna hüküm getirilir. Shawshank Hapishanesi'ne gönderilen Andy, daha en baştan kötü bir muamele görse de zamanla kendine arkadaşlar edinir. Muhasebeci olmasının kazandırdığı yetenekler sayesinde gardiyanların ve hapishane müdürünün mali sorunlarını çözmesine yardımcı olan Andy, hapishanede çeşitli ayrıcalıklar elde eder. Bu anlamda film izleyicide mahkumların hepsine eşit davranılmadığı yönünde bir izlenim oluşturur. Film, Andy'nin küçük bir çekiçle yıllar boyu hapishane duvarından bir tünel kazarak kaçması ve hapishane müdürü için aslında var olmayan bir kişi üzerine bankaya yatırılan kara parayı da alarak özgürlüğüne kavuşması ile son bulur.
Akademi Ödülleri dahil olmak üzere birçok ödül kazanan film, izleyicinin suçu, yargıyı, adaleti sorgulamasına sebep olur. Film ceza, infaz, bankacılık başta olmak üzere hukukun hemen her alanından birçok farklı durumu inceler. Bu film, ilk hapishane filmi olan Prison Bars'dan[15] 90 yıldan daha fazla bir süre sonra yayınlanırken bu tür film yapımcılığındaki en eski filmlerde bulunan temel unsurların birçoğunu içeriyor: tutuklu bir kahraman, zalim hapishane çalışanları ve mahkumlar, kurumsal şiddet ve kaçış.[16]
C. Kişilerin Kendi Adaletlerini Kendilerinin Sağladığı Filmler
Bu filmlerde karakterler sorunlarını çözmek için hukuk yoluna başvurmaz veya hukuk yoluyla çözüm bulamadıkları sorunlarını yasadışı yollarla kendi başlarına çözmeye ve böylece adaleti sağlamaya çalışırlar. İhkak-ı hak olarak adlandırılan ve genellikle zor kullanılarak gerçekleştirilen kendi adaletini sağlama eylemi, hukuken yasaktır. Filmlerde olaylar genellikle iyilerin kazanıp kötülerin kaybetmesiyle sonuçlandığından, hukukun adaleti sağlamada yetersiz kaldığı algısı hakimdir. Kişilerin kendi adaletini sağladığı filmler, intikam eylemine de odaklanır. Öznel bir değerlendirmenin ürünü olan adaletsizlik inancı, nesnel bir şekilde ele alınmadıkça bir inanç olmaya devam eder. Diğer bir deyişle, intikamın doğması için birilerinin belirli bir durumda gerçekten adaletsizlik yapmış olması gerekmez, onların adaletsizlik yaptığına inanılması yeterlidir.[17]
Zincirsiz, ABD iç savaşının öncesinde, köleliğin henüz sürdüğü 1858-59 yıllarında[18] siyahi kölelerin hayatlarını ve özellikle Django isimli siyahi kölenin özgürleşerek karısını kurtarmasını konu alır. Hayatı boyunca köle olarak yaşamış Django, karısından ayrı düşmüş bir şekilde hayatını köle olarak sürdürmeye devam etmektedir. Doktor Schultz, üzerlerine para ödülü konmuş ve 'ölü ya da diri' olarak aranan suçluları öldürüp adaleti sağlarken para kazanan bir adamdır. Django'nun eski sahiplerinin üzerine konan ödül sebebiyle, onları bulabilmesi için Django'yu kurtarır ve yanına alır. Yol boyunca birçok suçluyu 'avlayarak' ilerleyen Doktor ve Django arasında bir samimiyet oluşur. Django'nun hikayesinden etkilenen Doktor, ona yardım etmeye karar verir. Doktorun desteğiyle silah kullanmayı ve kendini daha iyi ifade etmeyi öğrenen Django, Doktor ile birlikte karısının yaşadığı çiftliğe gider. Burada Django'nun karısını köle olarak satın almaya çalışsalar da gerçek niyetleri anlaşılır, çıkan çatışmada Doktor ölür. Bu çatışmanın ardından Django tutuklansa da buradan da zekasıyla kurtularak kalan düşmanlarını yener ve karısını kurtarır.
Doktor film boyunca kelle avcılığı yapar, mevcut yasal düzen içinde hareket eder. Doktorun bir adalet insanı olduğu söylenebilir. Filmin sonunda Django'nun karısını kurtarmak için de yasal bir plan yapsalar da, hukuk işe yaramaz, adalet sağlanamaz ve kaos doğar. Bu kaostan lehine düzen çıkaran Django olur. Bu ve benzeri filmlerin genel önermesi 'mevcut hukuk sistemi içinde tatmin edilemeyen adalet istenci, ancak sistemin yıkılıp yerine adaleti karşılayacak olanın getirilmesiyle tatmine ulaşır.' şeklindedir. Django da hukuk dahilinde adaleti sağlamak için yola çıksa da başaramaz, ancak kendi hukukunu uygulayınca kendisinin ve karısının zincirlerini kırar.
İçimdeki Deniz, geçirdiği kaza sonucu genç yaşında felç geçiren ve yalnızca boynundan yukarısını hareket ettirebilen Ramon Sampedro'nun ötanazi yoluyla hayatını sonlandırmak için yıllar boyunca verdiği hukuki mücadeleyi anlatmaktadır. Filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan Alejandro Amenabar bir röportajında ''Ramon'un hikayesi anlatılmayı hak etmiyorsa, bu benim için film yapımının sonu demektir.'' sözleriyle senaryonun dayandığı yaşanmış olayın kendisini ne kadar etkilediğini ifade etmiştir.[19] Henüz 26 yaşında bir denizciyken sahilden suya atlayış yaptığı sırada suların çekilmiş olduğunu fark etmeyen Ramon, boynunun üzerine çakılır ve tetrapleji geçirir. Tetrapleji, tıpta bedenin belirli bir kısmının veya tümünün bir yaralanma ya da hastalanma sonucu kullanılamaz hale gelerek felç olması durumudur.[20]
Gerçekte Ramon Sampedro'nun ölümü 1998 yılına tekabül eder. Bu tarih bizim için önemlidir zira ötanaziye ilişkin tartışmalar bu tarihlerde, başka bir deyişle yirminci yüzyılın ikinci yarısında yükselişe geçmiştir. Bu yükselişin nedenlerine yönelmiş çalışmalar iki temel neden üzerinde durmaktadır. Bunların ilki, tıbbi, teknolojik bir süreç olarak ölümün savaşılması gereken bir kötülük haline gelmesi, ikincisi ise tekil yaşamların değerli oluşu ve insanların bu değerli yaşam hakkında karar verebileceğine dair bakış açısı temelinde bireycilik ve otonominin yükselişi ve bu kavramların yaşam hakkının diğer bütün hakların önünde bir hak olduğu savı ile yarışmasıdır.[21]
Ramon, felç olduktan sonra sürekli hayatına son vermek istese de, bunu kendi başına yapması mümkün değildir. İspanya yasaları, iyileşme ihtimali olmayan ve acı çeken hastaların intiharına yardım edenler için hapis cezası öngörmektedir.[22] Geçtiğimiz nisan ayında 30 yıldır MS hastası olan ve terminal seviyesine ulaşan hasta eşinin intiharına yardım eden kocası tutuklanmıştır.[23] İspanya parlamentosu, 2018 yılında ötanazi yasası ile ilgili tasarıyı kabul etmiş ve mevzuatın parlamentodan geçmesi durumunda 2020 yılından itibaren terminal hastalar hayatlarını sonlandırmak için sağlık hizmetlerinden yardım talep edebilecektirler.[24]
Ramon'un davası 1997 yılı sonunda İspanya Anayasa Mahkemesi önüne gelir, ancak oradan da Ramon'un talebine olumsuz bir yanıt çıkacağı kesin gibidir. Bunun üzerine Ramon kiraladığı apartman dairesinde intihar planını dostlarının her birine suç oluşturmayacak kadar küçük görevler vererek gerçekleştirir. Film burada bitse de, gerçekte olaylar Ramon'un ölümünden sonrasında sürmüştür. Süreç boyunca Ramon'a destek olan Ramona, en büyük şüpheli olarak görülür. Ölümünden sonra vasiyeti İspanyol basınında yayınlanınca, binlerce kişi Ramon'un yakınları tarafından imzaya açılan ''Ramon Sampedro'nun ölümüne yardım ettim.'' şeklindeki metni imzalayınca Ramona suçlanabilecek kişi olmaktan çıkar.
Ötanazi hakkı için mücadelesi boyunca Ramon'a destek olan Saygın Ölme Hakkı Derneği[25], Ramon'a davalarında avukat desteği sunmuştur. Anayasa Mahkemesi'nde gerçekleşen duruşmada dernek avukatı mahkemenin Ramon'un talebini ahlaki ve dini kurallara dayanarak reddetmesi üzerine laik İspanya Devleti'nin anayasası ile çelişki içinde olduğunu söyler.
İçimdeki Deniz, yaşam hakkı kadar ölüm hakkının da bireyin kendisinin tasarrufunda olması gerektiği önermesini ele almaktadır. Film bireyin yaşadığı çelişkileri; fiziksel ve psikolojik acıları; dini otoritelerden Anayasa Mahkemesi'ne toplumun çeşitli odaklarının tepkilerini sunmaktadır. Hem film hem de filme kaynaklık eden gerçek olayın detayları yaşam ve ölüm hakkı üzerine önemli bir inceleme alanı sunmaktadır.
II. Hukuku Sinemada Yargılamak: Pozitif ve Negatif Temsil
Hukuk temalı, hukuki bir süreci konu alan veya senaryosunda hukuk ve adalet üzerine anlatı unsuru içeren çok fazla film bulunmaktadır. Öyle ki, IMDB'de bir kullanıcının paylaştığı ''Hukukla İlgili Filmlerin Çok Uzun Listesi'' başlıklı liste yüz yıldan uzun bir zamana yayılan 494 filmden oluşmaktadır.[27] Elbette hukuk filmleri diye tanımlanan filmlerin tümü hukuku; yasama, yürütme ve yargı uygulamalarından bir veya birkaçını; konu edinilen hukuk sistemindeki çeşitli noktalar üzerine çeşitli görüş ve önermeler içermektedir. Bunların içinde hukuku olumlayan görüşler ve önermeler olduğu gibi olumsuz anlamda eleştirel yaklaşanlar da mevcuttur.
A. Hukukun Sinemada Pozitif Temsili
Sinemada hukukun pozitif temsiliyle, hukukun varlığını ve işlerliğini göstermek amaçlanır. Bu temsiller iyiyi ve gerçeği temsil eden hukuk öznelerini, yasaları ve diğer mekanizmaları olumlarken kötüyü ve yasadışı olanı olumsuzlar.
Hukukun pozitif temsilinin bir örneği olarak 12 Öfkeli Adam verilebilir. Filmin ilk sahnelerinde adliyenin içinden rastgele görüntülerle izleyicide bir boşluk duygusu oluşturulur. Ardından hakimin karar alması için jüriye talimat verdiği sahnenin sakin fakat hızlı geçişi görülür. Bu geçiş esnasında kamera sanığın yüzüne odaklanır ve dissolve efekti  ile jüri odası belirirken yitip giden yüz, izleyiciye sanığın kaderinin belirsizleşerek artık film boyunca izleyeceğimiz jürinin elinde olduğunu; dolayısıyla jürinin gücünü ifade eder.
Film boyunca tüm delillere şüpheyle yaklaşarak sanığın suçluluğunun kesin olmadığını ve suçsuz olabileceğini savunan 8 numaralı jüri üyesi, beyaz giyinen tek karakterdir. Sanığın suçsuzluğuna en son ikna olan 3 numaralı jüri üyesi ise en koyu takım elbiseyi giyinmiştir. Beyaz renk 8 numaralı jüri üyesi ile özdeşleşerek tarafsızlığı ve masumiyeti simgelerken; 3 numaralı jürinin siyah renkli takım elbisesi ise önyargıyı ve dogmatizmi temsil eder. Böylece film genel algıda iyi ve kötü olarak çağrışan beyaz ve siyah renkleri ilgili karakterler ile eşleştirerek tarafsız ve gerçekçi işleyen hukuki sürecin adaleti sağlayacağı yönünde güçlü bir önermede bulunmaktadır.
''Film her ne kadar bir yönüyle jüri sisteminin tirani boyutlarını, karar alma sürecinin öznelliğini sorunsallaştırsa, eleştirse de; adalet sarayının, yani hukukun somutluğunun adaletle ilişkisini anlatması açısından önemlidir. Film, asıl amaç olarak izleyiciye hukukun hakikatini sunar. Gerçek adaletin devasa kolonlu adalet saraylarında tecelli edeceğini öğretir.''[28]
B. Hukukun Sinemada Negatif Temsili
Sinemada negatif temsil, hukuk söz konusu olduğunda oldukça yaygındır. Özellikle avukat karakterlerin nasıl ele alındığını inceleyen bir çalışmada 225 filmin 85 tanesinde negatif bir karakterizasyon, 25 tanesinde ise negatif ve pozitif karakterizasyonun karışık bir şekilde olduğu yönünde bir değerlendirme yapılmıştır.[29] Negatif temsilin bu denli yaygın olmasının temel sebeplerinden birisi insanların avukatlara genelde zor, mutsuz, iflas etmiş, suç işlemiş ve benzeri durumlarda gitmesidir. İnsanların öncelikle temas ettiği hukuk öznesi olan avukatlar, hukuk denilince akla gelen ilk figür olma özelliğini taşır. Bu nedenle hukuk filmlerinde sıkça gördüğümüz avukatlar mutsuzluğu, kötülüğü ve çatışmayı sıkça temsil ederler.
Bu temsile sahip filmler arasında Şeytanın Avukatı, çok izlenmiş ve kültleşmiş bir yapımdır. Filmde hukuk, adaleti sağlamaktan ziyade güçlü olmak için kullanılan bir araç olarak ele alınmaktadır. Hiç dava kaybetmemiş genç bir avukat olan Kevin Lomax, New York'taki büyük bir hukuk bürosunda işe alınır. Üstün avukatlık yetenekleriyle bütün davaları kazanmaya devam eden Lomax, yeni işinde de başarısını sürdürür. Filmin sonlarına doğru beliren Lomax'ın başarısının kaynağı olarak şeytanın oğlu olması durumu, izleyiciye avukatların doğasının kötü olduğunu ifade eder. Film, yalnızca doğasında kötülük barındıran avukatların başarılı olduğunu hissettirir. Hatta Alexander Cohen davasında Lomax jüriye müvekkili olan Cohen'i sevmediğini ve hoş bir insan olmadığını, hem mesleki hem de özel hayatında kötü bir insan olduğunu söyleyerek savunmasına başlar. Bu sahneyle Şeytanın Avukatı, avukatların ruhsuz ve sosyopat kişilikler olduklarına dair bir göndermede bulunur. Avukatlar her türlü kötülüğün farkındadır ve kötülüğü savunarak, her türlü hileye başvurarak onu kurtarırlar. 'Şeytanın avukatlığını yapmak' deyimi de tam olarak bunu ifade etmektedir.
''Filmde güçlü bir avukatlık firmasının sahibi olan Şeytan’ın adı özellikle ilgi çekicidir: John Milton. Bu John Milton karakteri İngiliz şair ve romancı John Milton’dan bir başkası değildir. Metne iyice bakıldığında Paradise Lost’tan alıntılar olduğu kolayca göze çarpar. Milton Paradise Lost’ta Tanrı'nın karşısına Şeytan'ı koyarak, ona verilen cezanın çok da adil olmadığını anlatır; düşmüş bir melek olarak Şeytan en az diğer melekler kadar hak etmiştir cennette kalmayı aslında. Bu yüzden Tanrı'nın cezası her zaman adil olmayabilir; yani, Tanrı da adaletsiz olabilir. Şeytan bu adaletsizliği cehennemdeki bütün iblisleri yanına toplayarak gidermek ister ve insan üzerinden Tanrı'dan hesap sorar. Kitaptaki bu anlatımı filmde de buluruz. Bir metafor olarak Şeytan hukukun ta kendisidir. Kevin de hem onun oğlu hem de avukatı olarak hukukun temsilcisidir. Filmin en etkileyici sahnesinde yönetmen, Milton (Al Pacino)’un ağzından, “cennete yükselecek pis kokular hukuktan geçer ve bunu da yapacak olan sensin Kevin” diyerek hukukçuların günahlarını teslim eder.''[30]
Sonuç
Hukuk, sıklıkla işlenen bir tema olarak toplumların ve bireylerin hayatını doğrudan etkileyen bir yapıdır ve sinemada birçok farklı temsil biçimiyle yer alabilir. Bu çalışmada sinemada ele alınan hukuk konu ve pozitif/negatif temsil bakımından değerlendirilmiştir.
Işığa hükmeden sinema, dünyayı fiziksel olarak olmasa da düşünsel olarak daha ulaşılabilir hale getirmiştir. Akademi ve Altın Palmiye ödüllü yönetmen Federico Fellini sinemanın yaşamın sonsuz tutkusunu barındırdığını söyler.[31] İnsanlık, yaklaşık 120 yıldır yaşam ve onu oluşturan elementler başta olmak üzere neredeyse aklına gelen her şeyi filme almaktadır. Kameraya kaydedilenler ise yalnızca sanat değil, aynı zamanda insanların ve toplumların birbirleriyle yaşadığı ilişkilerin de ayrılmaz bir parçası olduğu devasa bir bellektir. Bu belleğin neredeyse her köşesinde hukukun izleri bulunmakla birlikte, yeniden ve yeniden üretilmeyi, insanlığa ışık tutmayı beklemektedir.
Dipnotlar
1- Kolektif, Hukuku Sinemada Görmek, 2. Baskı, İstanbul: Tekin Yayınevi, 2017.
2- Kürşat Koçak, Koloni Çağında Hukuk, Nevşehir Barosu Dergisi, Sayı: 1, Mart 2014, s. 168.
3- ''Eski devirlerde, Devlet teşkilatının henüz çekirdek halinde bulunduğu dönemlerde herkes kendi hakkını kendisi korur ve elde ederdi (ihkak-ı hak). Bu o devir için bir zaruretten kaynaklanmakta idi.'' N. Kağan Kocaoğlu, Roma Hukukunda Adli Teşkilatlanma, Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 1, 2013, s. 189.
4- Jüri: Adaletin uygulanmasına katılan yurttaşlar topluluğu.
5- en.w1kipedia.org/wiki/Capital_punishment#Contemporary_use, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.
6- Clark D. Cunningham, But What Is Their Story, Emory Law Journal, Sayı: 52, 2003, s. 1151.
7- www.afi.com/afis-10-top-10/, çevrimiçi, 9 Ekim 2019.
8- en.w1kipedia.org/wiki/Scopes_Trial, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.
9- Butler Yasası: (Bölüm 1) Tennessee Eyaleti Genel Kurulu tarafından onaylanarak; devlet tarafından devlet okulu fonlarından tamamen ya da kısmen desteklenen üniversite ya da liselerdeki veya diğer bütün devlet okullarındaki herhangi bir öğretmenin İncil'de öğretildiği gibi insanın İlahi Yaratılış hikayesini inkar eden herhangi bir teoriyi ve İlahi Yaratılış yerine insanın daha düşük bir hayvan düzeninden geldiğini öğretmek yasadışıdır. (1922'de yürürlüğe giren yasa 1967 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.)
10- ''Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.'' TMK m. 28/2.
11- ''Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.'' TMK m. 339/1.
''Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.'' TMK m. 346.
(Velâyetin kaldırılması halinde çocukların bakım ve eğitim giderleri) ''Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu giderler Devletçe karşılanır.'' TMK m. 350/2.
12- www.imdb.com/chart/top?ref_=nv_wl_img_3, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.
13- Yasal süreç, kişiye isnat edilen suçun maddi kanıtları makul şüphenin ötesine geçmedikçe suçlanan kişiyi korur. Bkz. ABD Yüksek Mahkemesi, In Re Winship, 1970, 397 U.S. 358.
14- François Quintard-Morenas, The Presumption of Innocence in the French and Anglo-American Legal Traditions, The American Journal of Comperative Law, Sayı: 58, Kış 2010, s. 110.
15- www.imdb.com/title/tt0152075/, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.
16- Dawn K. Cecil, Prisons in Popular Culture, Oxford University Press, Mart 2017, s. 4.
17- Yavuz Adugit, İntikam: Adaletin Estetiği, Sanat ve Tasarım Dergisi, Gazi Üniversitesi, Cilt: 1, Sayı: 1, 2008, s. 17.
18- Kölelik, 13. Değişiklik onaylanıncaya kadar ABD'de yasaklanmamıştı. (en.w1kipedia.org/wiki/Slave_codes, çevrimiçi, 19 Ekim 2019).
19- http://www.bbc.co.uk/films/2005/02/01/alejandro_amenabar_the_sea_inside_interview.shtml, çevrimiçi, 16 Ekim 2019.
20- www.merriam-webster.com/medical/quadriplegia, çevrimiçi, 16 Ekim 2019.
21- İrem Burcu Özkan, İçimdeki Deniz: Yükümlülük Olarak Yaşam - Hak Olarak Ölüm, Hukuku Sinemada Görmek, Tekin Yayınevi, 2. Baskı, 2017, s. 84.
22- Özkan, s. 85.
23- https://english.elpais.com/elpais/2019/04/05/inenglish/1554457430_857997.html, çevrimiçi, 17 Ekim 2019.
24- https://english.elpais.com/elpais/2018/06/27/inenglish/1530085050_067473.html, çevrimiçi, 17 Ekim 2019.
25- orj. DMD: Derecho a Morir Dignamente, https://derechoamorir.org/, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.
26- www.imdb.com/list/ls052213020/, çevrimiçi, 18 Ekim 2019.
27- Bir planın sonunu öbür planın başlangıcı ile üstüste bindiren, böylece birinci plan eriyerek kaybolurken ikinci planın belirdiği optik etki.
28- Abdurrahman Saygılı, Sinema ve Hukuk: Bir Tür Olarak Hukuk Filmleri, 2014, s. 72-73.
29- Michael Asimow, Bad Lawyers in Movies, Nova Law Review, Sayı: 24, s. 584-591.
30- Saygılı, s. 74.
31- https://tr.wikiquote.org/wiki/Sinema, çevrimiçi, 18 Ekim 2019.
1 note · View note
2154870 · 5 years ago
Text
Öyle, böyle ve belki biraz da şöyle
Uyandığımda öyle ile böyle sıkı bir tartışmaya tutuşmuşlardı. Bazen size de oluyor mu? Varlıklarını yıllardır bilip kabullendiğiniz kelimeler ilk kez duyuyormuşçasına yabancı geliyor mu size de?
İşte ben bugün bu yabancılık hissi ile uyandım. Yani uyandım sayılır. (“Sayılır ne yahu, bal gibi uyandın işte. Yoksa nasıl yazasın bunları?”) Amaan neyse ne.. Öyle ya da böyle uyandım işte.
Hiih, yine geldiler bak. Pattadanak!
“Öyle ya da böyle uyandım.”
Peki öyle uyanmak ile böyle uyanmak arasındaki fark ne?
..
Bilmiyorum.
Tamam, madem bu cümleden çıkaramadım, başka nasıl kullanıyorum?
(“Kelimeyi kullanıp da anlamını sonradan idrak edenini de ilk kez görüyorum doğrusu” demesine kalmadan diğer iç ses cevap verdi: “Sen bunu hep yapmıyor musun sanki?”) Amaan, bir de siz başlamayın ne olur. Konuyu sulandırmayalım lütfen. (“Lütfen ne be? Bugün pek bir kibarız.” dedi bir diğeri.)
Başkaa.. Başkaa..
“Öyle böyle değil.”
Hmm, yok bu da olmadı. Nasıl? Ve nasıl değil?
“Madem öyle, işte böyle.”
Heh, bak bu daha iyi gibi. Madem şunu şunu yaptın ben de sana bunu bunu yaparım gibi bir anlam çıkıyor. O vakit, böyle daha cana yakın gibi. Öyle ise her zaman edilgen olmasa bile uzak olan, uzakta duran sanki. Ooo, bakıyorum da mesafeli zatıâlileri.
Ee başka?
“Aralarında öylesine büyük bir fark var ki böylesine saçmalatır.”
E oldu mu bu şimdi? Ben burada ciddi bir mesele ile uğraşırken sen bana gönderme mi yapıyorsun? Hain iç ses.
Neyse..
“Öylesine büyük bir fark var ki böylesine saçmalatır. ÖYLEsine büyük bir fark var kiii BÖYLEsine..”
Heee.. Böylesine derken resmen ağız dolusu küfretmiş gibi söylüyor. O zaman böyle daha güçlü olmalı. Gücü nereden geliyor peki? Benim gözümden söylendiği için, bana yakınlığından mı geliyor? Bencileyin. (“Ne sıcak bir kelime, nasıl içten..”)
Neyse, devam edelim.
“Öylesine büyük bir farktır kiiii..”
Yani o derece, o denli büyük bir fark ki göz dolduran, devasa, böyle yer gök inleten bir fark. Ama yine işaret edilen, uzakta olduğu bilinen bir öylelik hali, değil mi?
Kafam iyice karıştı. Bir sonraki gelsin lütfen. -Sağ el havada- Şık Şık!
“Öyle dertli dertli bakma, gören olmaz, gören olmaz”
Bu şarkı sözü değil mi ya? Şimdi duygusallaşmaya ne gerek var? Uzaktan ve dertli dertli bakıyormuş işte. Ama ne bakmak.. (ı-ıhğ –boğaz temizlenir, silkinir-) Neyse geçelim. Şarkı demişken..
“İşte öyle bir şey..”
Ne uzun cümle ama.. İşte öyle’nin gözleri diyor ki: “Uzağımda neler oldu neler. Yakınıma gel diyemedim, öte git de diyemedim. Olduğu yerde, öylece oldu olacak olan.”
Böyle durur mu? Hemen işte öyle’ye teselli verirdi: “Ne diyeyim kardeş? Mukadderat.”
(“Kelimenin kadercisini de ilk kez görüyorum.” dedi bir diğeri.)
Sonraki örnek nedir peki?
“ Böyleyken böyle..”
Peh! Bu bana pek fitne fücur geldi ya. Sanki tüm yapıp ettiklerini bir bir anlatmış, karşısındakini darlamış bezdirmiş;  kendini haklı gören ve bahsi geçen zat-ı muhteremi gömen ve sonra hiiiiç bir şey olmamış gibi masumiyet karinesi ile kendini düze çıkarmış mazlum savunması!
( “Ne oluyorsun kuzum? Birden hiddetlendin?” dedi.) Ne o dilini yuvarlayıp nostaljik Türk filmi ses tonuyla konuşmalar filan? Sinirlendim işte, ne bileyim. Ne biçim sabah lan bu? Yeniden başlat tuşu yok mu bazı sabahların?
Tamam, yeter bu kadar tantana.
Kahvemi alıp şööyle dingin bir müzik açayım da aydınlanmayan günüme ışık sızsın biraz.
“Kahvemi alıp şöyle..”
Aaaa, bir de şöyle vardı değil mi? (“Olur tabii. Tekil ve çoğul şahısların birincisi, ikincisi ve üçüncüsü oluyor da bu yavrucakların neden olmasın?”) Daha diğerlerine yer bulamamışken onun yeri nere ola ki?
..
.
.
İç ses lügatı:
Şöyle = Öyle’den önce ve böyle’den sonra olan.
Öyle = Uzağı yakın edemeyen böyle olma hali.
Böyle = | | |
1 note · View note
baybaykus · 6 years ago
Text
Bu da olduysa haftaya saat 21.00 gibi Mansur Yavaş Ankara'nın Başkanı demektir.
AKP Gn.bşk. Erdoğan, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile ilgili "Bu zatın zaten seçim öncesi veya sonrası ne olacağı belli değil. Ankara şu anda belirsizlik içinde olan bir durumda” dedi.
Ona öyle geliyor. O kadar belli ki Mansur Yavaş en az %60 la alacak bu seçimi.Esasen bu beyan sandıktan önce havlu atmaktır.
Yenilgiyi kabullendiklerini ima ederken ahaliyi de korkutup sandıktan uzaklaştırmaya çalışıyor aklınca.
K.Evren'in oy vermeyin dediği seçimleri T.Özal kazandı.
T.Özal ise elini kolunu bağlayacağını söylediği 1989 yerel seçimlerini kaybetti.
Türk milletine tehdit sökmez.
Türk milliyetçilerine ise hiç sökmez.
Angara'lı da korkmaz!
Bir de GBT açıklaması var ki akıllara zarar.Efendim GBT işine farklı bakmak gerekmiş vs. Mansur Yavaş'ın vergi kaçakçılığından Maliye'de kaydı varmış..
Bakınız bir CB'na halkı korkutmak yakışmaz, hele kayda dayalı yalan ise hiç yakışmaz.
Medeni yasa tanımıyla, dürüst ve orta zekada biri bilir ki;
1-Bu ülke yasalarına göre tahsil edilmemiş alacağın vergisi olmaz.
2-Kesinleşmiş mahkumiyet olmadan da seçilmeye engel sabıka kaydı olmaz.(masumiyet karinesi budur)
3-GBT (gizli bilgi toplama)nin temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasında asla yeri ve etkisi olmaz. Sadece güvenlik amaçlı genel bilgi arşivi olur.
HERKES BİLSİN Kİ;
1-Mansur Yavaş'ın sabıka kaydı yoktur, hukuken seçilme engeli de yoktur.
2-Mansur Yavaş hakkında bırakın mahkumiyeti açılmış bir ceza davası da yoktur.
3-Halkın seçtiğini mahkemece mahkum edilmeden görevden almak hukuken imkansızdır. Siyaseten almayı aklından geçiren ise ülkeyi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklemeden başka bir iş yapmış olamaz.
Sonuç;
Demokrasi basit kurallı, halkın iradesine dayalı, ahlaklı ve hukuki yönetimlerle işleyen bir sistemdir. Halk yönetime dair iradesini sandıkta gösterir. Seçtiğinin hukukuna yönelik saldırıyı iradesine yönelmiş sayar. korku duvarını aşmış ahalinin önünde kimse duramaz..
Korku kaygı baskı pompalamak yerine halkın iradesine saygı göstermek gerekir.
Erdemliler ancak bunu yapar..
Kerim Yılmaz
4 notes · View notes
isvicreninsesi · 3 years ago
Text
Türk gazeteci 'Erdoğan'ı öldürün' davasıyla ilgili uyarıldı
Türk gazeteci ‘Erdoğan’ı öldürün’ davasıyla ilgili uyarıldı
BERN- Anadolu ajansı muhabiri mahkeme tarafından uyarılırken, Avukatlar suç duyurusunda bulundu.  “Erdoğan’ı kendi silahıyla öldür’’ pankartının davası ikinci gününde Mahkeme başkanı, duruşmanın başında yaptığı açıklamada, “attığı tweet ile dört sanığı “terörist”  olarak nitelendirdiği için, Türk gazetecinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini söyledi. Masumiyet karinesi bir kez daha ihlal…
View On WordPress
0 notes
ozel-buro · 3 years ago
Text
YARGI DOSYASI /// MÜYESSER YILDIZ : Koca 5 Yıl Yatıp Çıktı. Sıra Karısında !..
YARGI DOSYASI /// MÜYESSER YILDIZ : Koca 5 Yıl Yatıp Çıktı. Sıra Karısında !..
MÜYESSER YILDIZ : Koca 5 Yıl Yatıp Çıktı… Sıra Karısında !.. GÜNCEL HABER – 12 Kasım 2021 Koca 5 Yıl Yatıp Çıktı… Sıra Karısında!.. Masumiyet karinesi, suçun şahsiliği, kanunsuz suç ve ceza olmayacağı gibi hukukun en temel ilkelerinin yeniden “keşfedildiği” bir dönemden geçiyoruz. Bildiğimiz bir ilke daha var; “Bir kişi aynı suçtan iki kez yargılanıp cezalandırılamaz.” diye. Ancak galiba bu…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 4 years ago
Text
Cennet Vatan Artık Cehennem
Tumblr media
Bir denklik kalmıyor. Üç günlük dünya, asırlardır paylaşılamayan oysa dakikalarda geçip de gidenin farkında olmadan bir ömür çürüten meseller üstünde yeniden ve yeniden kurgu ve tahayyüllerden yollar biçiliyor. Asırlardır kendi döngüsünde bir doğruyu var edememiş hiçbir türlü birbirini tanımaya çalışmamış bir coğrafyanın kuraklığının kesintisizliğini ifşa eden günlerden geçerken hayatın her ne hallere koyulduğuna tanık yazılıyoruz. Topyekun bir menzilin sürekli bir halde gerilemesinin evrelerini arşınlıyoruz. Sözün çürütülmesi iş bu sahadaki hayat istencinin muhafaza ve müdafaasının imkansıza koyulmasının kaçıncı ama kaçıncı evresindeyiz, bunu anlamaya çalışıyoruz. Bir denklik bırakılmıyor. İnsanlık namına, hakkın da hukukun da, adalet ve hürriyet tahayyüllerinin de, bütün bütün bunlara çatı olan demokrasi ediminin de hiçleştirilmesi sürekli yeniden saldırı ve hamlelerle bir ve birlikte güncelleniyor.
Yol nereye sorusunun sorulmadığı bir katran karanlığı, menzili kuşatıyor. Genel geçer değil ardılı sıra ortaya serilen her vakada, her edimde, her söylemden sonra çıkagelen ol Türkiye profili bu denklik halinin, atıldı mı mangalda kül bırakılmayan burası herkesin yurdudur, dili, dini, ırkı her ne olursa olsun bahsinin tükenmişliğini gözler önüne serer. Darbe mefhumunun var ettiği, yamalı anayasasının birinci maddesinde yazılmış olan ol kuralın dahi eksiltildiği, yok sayıldığı, bile isteye hedef kılındığı bir yerde yol çürümeye çıkar! Bu kadar kesin / bu kadar kesintisiz bir çürümenin taşıdığı yerin bir uçurumun ta kıyısı olduğu bugün artık muhakkaktır. Bugün, şu ahvalde türetilen ve var edilenlerin her birisinin bir biçimde sıradan olanın, müşterek tahayyüllerin yıkımına yol / meyil verdiği çok açıktadır. Böyle bir halde, bu kadar afaki bir biçimde yönelimin, yönetim katından o sokağa yansıyan / yansıtılan / aynalanan şeyin bir düş kırımı tahayyülünün ta kendisi olduğu belirgindir. Yolun katran karasına yönelimi, yönlendirilmesi kesintisizdir artık!
Bir çürüme halinin pek çok evresi arşınlanıyor artık. Biteviye bir zalimlik, çeteleşmiş olan devlet aklının tezahürü ile var edilmiş / yönlendirilmiş şiddet pratikleri bir dolu ayrımcılık halini sunuyor. Şiddetin biçemi değişirken, her gün yeniden var edilen nefretin boyutu bu sahada artık kesintisiz kılınıyor. Cerahat, çürümeyi var ederken, faşizmin ayrımcılığı ülke denileni çoraklaşan bir çukur kılıyor ki artık bundan geri dönüş de söz konusu bile değil! Biteviye kılınan linçler, hedef almalar, ötekileştirmeler, bir asırdır hala o meçhul kılınmış “Türk”e ait kimliğin bir türlü doldurulamamasının neticesi yeniden ve yeniden ırkçı saldırı, tehdit cümleleri, sonu gelmez hınç almalar, rövanşist hamlelere dönüştürülüyor. Bu hallerin toplamına da geçmişiyle yüzleşmiş, adımlarını sağlam atan bir yeni ülke diye yutturmaya devam ediyor muktedir!
Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Afyon’un Dinar ilçesine çalışmaya giden Ercişli inşaat isçileri silahlı saldırıya uğradı. Saldırıda inşaat işçisi Özkan T. yaşamını yitirdi, Fırat T. ve Emrah Ö. yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Olay, akşam 19.30 saatlerinde Dinar ilçesinde henüz bilinmeyen bir nedenden meydana geldi. İnşaat işi yapan kardeşlere kimliği bilinmeyen bir kişi tarafından silahla ateş açıldı. ̧Açılan ateş sonucu 25 yaşındaki işçi Özkan T. Yaşamını yitirirken, Fırat T. ve Emrah Ö. isimli işçiler yaralandı. Yaralı işçiler ilçe devlet hastanesine kaldırıldı.
Erciş’ten ve diğer kentlerden yola çıkarak Afyon’a gitmek isteyen işçilerin akrabalarının bir kısmı Erciş çıkışında diğerleri ise Afyon girişinde kurulu polis kontrol noktalarında durduruldu.
Öte yandan Afyon’da konuyu takip eden bir polis yetkilisi yaralı işçilere ölünüzü buradan alın ve çıkın dediği öğrenildi. Olaya ilişkin HDP Van Milletvekili Murat Sarısaç sosyal medya hesabından açıklama yaptı.
Yapılan açıklama şöyle; Ailenin aktardığına göre; Antalya’ya inşaatta çalışmak üzere giden Van-Erdişli -Çaldıranlı Kürt işçiler oradaki işleri bitiyor ve yaklaşık bir hafta önce Afyon’a başka bir inşaat işi için geçiyorlar. Burada çalışırken yan binadan gelen birileri tartışmaya başlayıp belinden çektiği silahla Fırat T.’nin kafasına silah dipçiğiyle birden çok defa vurup yaralıyor. Kardeşi Fırat T.’nin dövülmesine müdahale etmek isteyen Özkan T. birden fazla kurşunla katlediliyor.
Yine Van’ın Çaldıran ilçesinden olan Emrah Ö. yaralanıyor. Diğer 4 Kürt işçiye de ateş açılıyor fakat onlar her hangi bir yara almıyorlar. Olayı duyan aile bireyleri ve akrabalar Afyon’a gitmeye çalışıyor fakat Afyon Belediye başkanı, İl Emniyet müdürü ve savcısı gelin gerekli belgeleri imzalayın ve cenazenizi alın gidin zaten Afyon’a kimliğinde Van yazan kimse alınmayacak boşuna uğraşmayın deniyor. Cenazesini almaya ,Van’dan gitmeye çalışan Özkan T.’nin babası ve akrabaları Tatvan’dan geri dönmek zorunda kaldılar. Kürtler katledilirken hiçbir tedbir almayan devlet yetkilileri,bütün imkanlarını katledilen gencin ailesinin Afyon’a alınmamasına seferber etmiş durumda. Tıpkı Sakarya’da linç edilen Kürtleri korumayıp, Mardin’e onları desteğe giden heyetimizi sırf oraya almamak için köyde Covid-19 vakası olmamasına rağmen köyü bir hafta karantinaya alması gibi.”
Sakarya’dan Afyon’a süreğen kılınan bir linç rejiminin var ettiğidir bugünün meselesi. İş bu sahanın yaşama eylemiyle bağlarına ket vurmak, içinde binlerce yıldır taşıdığı, birlikte yaşadığı kimliklere karşıt / tahammülsüz / yok sayıcı hareketlerin toplamı Afyon’da bir kez daha can kırımına dönüştürülür. Devletlinin etle tırnak benzetmesine sıkça başvurduğu Kürd kimliğine saldırıların dozunun da şiddetinin de her defasında arttırıldığı bir uzamda hayatın hiç kılınmasına devam olunur. Özkan T.’nin canına mal olan şeyin bir sahadaki kötülüğün ta kendisi olduğu, bunu teşvik eden devletlinin var ettiği karanlığın artık bir mübalağa değil de hakikat olduğu muhakkaktır, böyle ülke mi olur! Bunlar var edilirken, cenazeye dahi işkence edilmesi söz konusuyken şu meselin var edildiği yer bir ülke olabilir mi? “Ankara’nın bağları ezgileri eşliğinde ülkücü işareti yaparak hoplayan, zıplayan, bir kadının sözleridir: - uzmanımız koydu hoppa sakarya'mız koydu hoppa! Ülke böyle bir şey midir?
Bunca rahatça ırkçılığın masum / şirin görülebilir bir mesele dönüşümünün yarası ne yana konacaktır? Bütünüyle, bariz ve doğrudan kesintisiz bir biçimde nefret sembollerinin açık, afaki kılınıp paylaşıma açılması, nefretten bir yol belirlenmesinin akıbeti ne olur, bir ülke, bir yaşam hakkı tanımayan bir saha var edilirse sonrası ne olur! Sendika.org’tan aktaralım: “Samsun’un Vezirköprü ilçesinde fırın işçisi olarak çalışan Suriyeli mülteci Eymen Hammamı (16) ırkçı grup tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Tumblr media
Evrensel’den Ercüment Akdeniz’e konuşan olayın görgü tanığı ve Eymen’in ağabeyi İbrahim Hammamı “Dört kişi arabayla önümüzü kesti. Bize ırkçı küfürler ettiler. Sonra gidip 20 kişi döndüler. Kardeşimi vuranlar ceza alsın, adalet yerini bulsun. Eymen hepinizin kardeşidir, öyle düşünün” dedi.
Samsun’da 13 Eylül akşamı 18:00-20:00 saatleri arasında yaşanan olayda, Eymen Hammamı, ağabeyi ve iki kuzeni ırkçı grubun saldırısına uğradı. Saldırı anında olay yerinde olan ağabey İbrahim Hammamı, detayları şöyle anlattı: “Bende motosiklet vardı, yol kenarında bekliyorduk. Siyah bir otomobil yanımıza geldi, içinde 4 kişi vardı. Biz Suriyelileri kastederek ağır küfürler ettiler. ‘Suriyeliler s… gidin bu ülkeden’ dediler. Irkçılıktır bu dedik, hep bu durumları yaşadığımız için alttan aldık. Bir süre sonra araçla önümüzü kestiler. Gidip arkadaşlarını getirmişler, 20 kişi kadar varlardı. İki kişinin elinde bıçak vardı. ‘Bizler kardeşiz, yapmayın dedik’ ama saldırdılar. Ben o sırada uzaktan geçen bir polis arabası gördüm, motosikletimle peşine düştüm. Polisleri alıp geldiğimde kardeşim kanlar içindeydi. Geç kalmıştık.”
Eymen Hammamı’nın uğradığı saldırı, bölgedeki bir güvenlik kamerası kayıtlarına da yansıdı. Görüntülerde Hammamı’nın yolun ortasında yaklaşık 5-6 kişilik bir grup tarafından darp edildiği, kısa sürede saldırganların sayısının 10’a yaklaştığı görülüyor. Saldırının ardından yaralanan Hammamı’nın bir dükkâna sığındığı kameraya yansıyor.
Kardeşine birden fazla bıçak darbesi geldiğini belirten İbrahim Hammamı, “Saldıranların hepsi gençti. Daha önce görmüşlüğümüz var ama hiç sorun yaşamadık. Biz 9 yıldır Samsun’da yaşıyoruz. Kimseyle sorun yaşamadık. Misal benim eşim Türk. Eymen gül gibi çocuktu. Bunu yapanlar cezasını alsın, adalet yerini bulsun. Kardeş acısı zordur, o hepinizin kardeşi, öyle düşünün” ifadelerini kullandı.
İbrahim Hammamı, 20 kişiden de şikâyetçi olduklarını belirterek hukuki yardım talebinde bulundu.
Göç sonrası kardeşiyle fırınlarda çalışmaya başladıklarını anlatan ağabey Hammamı, “Eymen 4 yıllık işçiydi. Ben 70, Eymen 50 TL yevmiye alıyordu. Akşama kadar çalışıyor, akşamları da gençlik spor merkezinde kursa gidiyordu” diye konuştu. Altı kardeş olan Hammamı ailesinde anne ve babalarının çok kötü durumda olduğunu belirten İbrahim Hamamı, “Otopsi sonuçlarını bekliyoruz. Yarın cenazeyi otobüsle Vezirköprü’ye götürüp orada toprağa vereceğiz” dedi.
Olaya ilişkin gözaltına alınan beş şüphelinin emniyetteki işlemleri tamamlandı. Adliyeye sevk edilen zanlılardan ikisi savcılık tarafından ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Mahkemeye çıkarılan diğer şüphelilerden Z.Ç. tutuklanırken, diğer iki kişi adli kontrol uygulamasıyla salıverildi.”
Eymen Hammamı kaçıncı kurbandır? Bir cerahat sarmalına dönüştürülmüş, her yerinden irin akmaya devam olunan bir sahanın neresi ülke olabilir / kalabilir? Bu kadar lalettayin bir biçimde yaşam umudunun çalındığı, kırımların / cinayetlerin sekmeden var edilebildiği bir yerde hayat her ne haldedir? Geriye kalanların seslendirdiği cümlelerdeki anlamlara vakıf olmak ne zamandır hangi zaman? Biteviye kılınanların bir cerahat toplamı, bu sahadaki yaşatmazlık mefhumunun, faşizan akımla, istemezükçülüğün bir ve birlikteliğinde bu ülke salt x’indir, gerisinin nefes almaya dahi hakkı yoktur denilirken bir tek iyi gün var edilebilir mi? Eymen Hammamı’nın hakikatini anlamaya, anlatılanların şu sahadaki yaşamın mahvına sebebiyet vermesini anlamaya daha çok var mıdır?
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Van'ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alındıktan 2 gün sonra Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin yoğun bakım ünitesinde tedavi altında oldukları ortaya çıkan 7 çocuk babası Servet Turgut’un (55) hayati riski sürerken, 8 çocuk babası Osman Şiban (50), bugün servise alındı. Askeri helikopterden atıldığı iddia edilen Turgut, yaşam mücadelesi verirken, Şiban'ın durumu iyiye gidiyor. İki yaralının aileleri, hastane önünde bekleyişlerini sürdürüyor.
Servise alınan Şiban’ın gözleri kan ve morluklar içinde. Şiban, gördüğü işkenceden kaynaklı hafıza kaybı yaşıyor. Şiban, kendisine gelemediği için olayın nasıl gerçekleştiği henüz öğrenilmedi.
11 Eylül’de askerler tarafından özel bir hastaneye götürülen Şiban için darp raporunun hazırlandığı ortaya çıktı. Özel hastanede Şiban için hazırlanan darp raporunda, genel durumu bölümüne “orta kötü” olarak kaydedildi. Raporda, Şiban'ın her iki gözünde morluk, baş, boyun ve yüz bölgesinde travmaya bağlı şişlik olduğu belirlenirken, ayrıca Şiban'ın kanlı kustuğu da yer aldı. Şiban, raporda yoğun bakım ihtiyacı olduğunun belirlenmesi üzerine Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne sevk edildi.
Yoğun bakımda olan Servet Turgut’un askeri helikopterden atıldığı iddiası var.
Turgut’un darp raporunda, “İsimsiz hasta yüksekten düşme sebebiyle getirildi. Entübe hasta” notu yer aldı. "Yüksekten düşme" bilgisinin, bilinçleri kapalı bir şekilde 2 kişiyi hastaneye getiren askerler tarafından verildiği tahmin ediliyor.
Söz konusu "yüksekten düşme" ifadesi, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van Milletvekili Murat Sarısaç'ın görgü tanıklarına dayandırarak yaptığı "helikopterden atıldı" iddiasını güçlendiriyor.
HDP'li Sarısaç, olaya dair yaptığı paylaşımda, "Ailerlerle hastanede yaptığımız görüşmede, Servet Turgut ve Osman Şiban’ın tarlalarında çalışırken askerler tarafından tartaklanarak helikoptere bindirilmiş ve iki gündür de haber alınamıyordu. Ailelerin yoğun çabaları sonucu ikisinin de Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinin yoğun bakım ünitesinde, birinin entübe olduğu diğerinin de bilincinin açık olduğunu ve görgü tanıklarına göre bu iki kişinin helikopterden atıldığını aktardılar. Helikopterden atılsın veya atılmasın gerçek şu ki, ikisi de köyünde,arazilerinde çalışırken askerler tarafından alınıp, işkenceyle bilinçlerini kaybedip yoğun bakıma alınacak hale getiriliyorlar" ifadelerini kullanmıştı.  
Darp raporunun devamında ise, her iki gözde ve her iki kulakta deri altındaki kılcal damarların zarar gördüğü, kanın deri altına sızdığı, her iki el ile göğüs ön duvarında derinin en üst tabakasının kalktığı ifadelerine yer verildi.”
Bir denklik kalmıyor. Servet Turgut ve Osman Şiban’ın başlarına getirilenlere dair tek bir satır açıklamaya lüzum görülmüyor. Kardeşlik, etle tırnak gibiyiz, terörle aralarına mesafe koymuş herkes bu ülkenin yurttaşıdır, özümüz bir sözümüz bir gibi onlarca, yüzlerce önermenin birbiri peşi sıra nakledildiği bir uzamda hakikat çürümeye çıkıyor. Hakikaten hakiki olan bir işkencenin sistematikliği kılınıyor. Yaşam bu sahada muktedir olanın oluruna terk olunmuş, daha bir hafta önce lanetlendiği söylenen Evren cuntasının, 12 Eylül’ü gibi bir rezillik karşımızdayken burada sarf edilenlerin dahi boşa olduğunun açık bir kanıtı olur. İki insanın başlarına getirilenlerin hiçbir düzeltilebilir, hiçbir biçimde geriye onarılabilir bir tarafının olmadığı / kalmadığı bir yerde, o yüzleşme tahayyüllerine avaz avaz hemavaz tutunan muktedir sayesinde bir denklik kalmaz. Hayat bu kadar ucuz bir meseleyken bu sahada daha da dibi görülecek midir? Böyle bir hal midir hayata verilen değer, nedir!
Bir denklik kalmıyor. Sağında solunda, memleketin dört bir yanında eşitlik, insan hakları, adalet tahayyüllerine dair devletlinin bildirdiği ünlemeler, atıflar, veciz veciz sözler, yüzer puntoluk yazılmış koca koca vaatler birer ikişer çöp kılınıyor. Asgari müştereklerin dahi yaşatılamadığı bir zehir zemberek sahanın gerçekliği her gün icra olunan eylemlerle, artık bitti yok denilen işkence, yıldırı ve tehditlerle, biteviye linçlerle kurgu değil hakikat olarak bir menzildeki çürümeyi gösteriyor. Ortak ide, us, anlam bırakılmıyor. Bir vatanın yaşatan yer olduğu gerçeği artık tastamam hiç kılınıyor. Karşılıksız konulanın can almalar, göz dağlarına rehin etmeler, süreğen bir işkence halinin üstünde yükselen, her gün bir düşman yaratmaktan kendi içindeki sorunları görmeyen bir menzili imale kesintisiz geçiş olduğu artık muhakkak kılınıyor. Yolun, yönün, yorumun, anlamın ve dahi hayat meselinin çarçur edilmesinin güzergahı güncellene geliyor. Bu kadar afaki bir biçimde Türkiye denilen menzil kendi cehennemini yeniden imal ediyor. Bunca kesintisiz olanın bir hayat vermeyeceği, bu kadar belirgin bir şiddet pratiğine rehin, kötülüğün açık ve alenen destek çıkıldığı, adalet önünde hesap vermediği bir sahada hayat delik deşiktir. Hayat eksiktir. Türkiye Türklerindir bahsine sımsıkı tutunanların dahi anlaması gereken o hayat iminin eksik konulduğu yerde ülke de, devlet de, vatan da bir hiçtir. Hiçliktir. Sorgular mısınız, zeminin ayaklarınızın altında kayıp gitmesini fark ediyor musunuz. Canın bunca ucuz kılındığı bir yerin tek sahibi olmak, olduğunu var saymanın hiçbir bet, feci olanı düzeltmeye kafi gelmeyeceğini anlıyor musunuz. Cehennemî bir yeni ülke hal ve şablonunun nefes aldırmayacağı gerçeğine nihayet uyanıyor musunuz! Yoksa her şey aynı tas aynı hamam kılmaya devam mı! Bütün denklikler yıkılırken, hakkaniyet işlevden yoksun, hukuk / adalet hiç edilirken, her yanı size ait bir saha hülyasının karşılığı yokken hayatın halini umursuyor musunuz? Hayat... ötekilerin elinden bunca rahatça çalınırken, bu kadar rahatça gölgenirken, nefretin de, şiddetin de sınırsızlığı tescillenirken, cennet vatan deyip de kendinizi avuttuğunu şeyin cehennemin ta kendisi olduğunu fark etmiyor musunuz, hala mı... hala mı... hala mı...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Benim Annem Cumartesi ve Fırtına – Serpil ODABAŞI
0 notes
ugisie77 · 4 years ago
Text
Kurbanoğlu’ndan tepki: 'İnsan Hakları Eylem Planı' kara mizah
Kurbanoğlu’ndan tepki: ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ kara mizah
Gelecek Partisi Yönetim Kurulu Üyesi Bahadır Kurbanoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nın samimi olmadığını söyledi. Kurbanoğlu yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanının dile getirdiği masumiyet karinesi ve adil yargılama gibi başlıkların ‘kara mizah’ olduğunu belirterek “Siz zaten bu ilkeleri her gün çiğniyorsunuz” dedi. Medyascope’ta Açık Oturum…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gokhanerturkey · 4 years ago
Text
Tumblr media
Taha AKYOL
03.03.2021
KARAR GAZETESİ
‘İnsan hakları eylem planı’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’de görkemli bir toplantı ile ‘İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladı. Üzerinde iyi çalışmış bir metin…
Planda ne kadar çok iyileşmeler yapılacağını göstermek için ufak ayrıntılar, mesela “avukatların vergilerinde indirim” yapılması bile metne dahil edilmiş…
Fakat Plan’da yargıya siyasetin müdahalesini önleyecek bir hiç düzenleme yok.
Açıklanan “11 temel ilke, 9 amaç, 50 hedef, 393 faaliyet”in birçoğu isabetli elbette.
Ölçüsüz tutuklamaların ciddi bir sorun olduğunu Erdoğan bile kabul etmiş.
Her şeyden önce “insan hakları kavramı”nın resmi gündeme gelmesi memnuniyet vericidir.
Ancak yargı bağımsızlığı sorununun çözümü yönünde bir işaret yok.
BAĞIMSIZ YARGI?
Cumhurbaşkanı Erdoğan “hukuk devletinin ancak bağımsız, tarafsız ve insan haklarına saygılı mahkemelerin varlığı ile vücut bulacağını” vurguladı.
Kesinlikle doğrudur ve kesinlikle asıl mesele budur.
Bunun için de hakim ve savcıları atayan, soruşturan, terfi veya ceza uygulayan HSK’nın “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakim teminatı esaslarına göre” oluşturulması lazımdır. (Anayasa, md. 159)
Bizde ise HSK üyelerinin tamamı siyasi irade tarafından tercih edilmiş üyelerden oluşmaktadır.
Uygulamada da HSK bağımsız değil, “yürütme ile uyumlu”dur…Hoşa gitmeyen kararlardan dolayı yargıçları süren HSK’dır. AİHM ve AYM kararlarına uymayan yargıçlara seyirci kalan da HSK’dır. HSK yıldırım hızıyla Yargıtay’a üye atamakta, Yargıtay’da da 100 kadar üye ona oy vermekte ve AYM’ye üye yapılmaktadır.
Bunlar, yargıdaki ‘sevk ve idare’nin somut örnekleridir.
HSK SORUNU
HSK’nın bu yapısıyla yargı bağımsızlığını sağlamayacağını belirten Venedik Komisyonu ve Avrupa Hakimler Birliği raporları vardır. Dünya bizde yargının bağımsız olduğuna inansın, yatırım gelsin diyorsak, bu raporlar son derece önemlidir.
İnsan Hakları Eylem Planı tamamen hayata geçirilse bile siyaset HSK eliyle yargıya müdahale edebileceği gibi, üstelik Plan’da HSK’ya mahkeme kararlarındaki “gerekçelerin sağlam, tutarlı ve tartışmaları bitiren mahiyette” olup olmadığını denetleme yetkisi veriliyor! Son derece sakıncalıdır bu…
Böyle bir yetki Yargıtay’da en kıdemli ya da kurayla belirlenen yargıçlardan oluşacak bağımsız bir birime verilmeliydi…
Gerçek bir yargı bağımsızlığı isteniyorsa, bunun olmazsa olmazı, HSK üyelerinin büyük çoğunluğunun siyaset-dışı kaynaklardan gelmesidir: Liyakat ve kıdem gibi objektif ölçülerle belirmeleridir.
Fransızlar 2008 anayasa reformuyla siyaseti tamamen HSK’dan çıkardılar.
Biz HSK’yı “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakim teminatı esaslarına göre” oluşan bir yapıya ulaştırmadıkça, reform stratejileri, insan hakları planları elbette bazı iyileştirmeler getirir ama “bağımsız ve tarafsız yargı” sağlayamayız.
OLUMLU YÖNLER
Sulh ceza hakimlikleri zaten çok sorunlu bir sistemdi, tutuklamaya itiraz da öbür sulh ceza hakimine götürüyordu. Şimdi “dikey itiraz” yani bir üst mahkemeye itiraz yolu açılacak ve iyi olacak ama bir üst mahkeme de HSK’dan çekinirse ne olacak?!
Onun için diyorum ki sorunların anası, HSK’nın siyasetçe tercih edilen üyelerden oluşmasıdır.
Plan’da “masumiyet karinesi”nin vurgulanması fevkalade isabetlidir. Mecelle’nin deyişiyle “beraat-i zimmet asıldır.”
Yani, suç, yargı kararıyla ispat edilinceye kadar insanlara suçlu işlemi yapılamaz.
Bu, kamu otoritelerinin uluorta suç isnadına karşı kişiliklerin korunması demektir. Nitekim AİHM’ye göre, “masumiyet karinesi”nin anlamı, yargı kararı olmadan insanların kamu otoriteleri tarafından suçlu diye gösterilmemesi demektir. (Application no. 15175/89, § 36.)
Demek ki iktidar da eleştiri yaparken, bunun ötesini geçip şunu bunu hukuken suçlu gibi göstermeyecek… mi?..
Plan’da kadına karşı şiddet, şeffaflık, bilgi edinme hakkı, çocukların korunması, kırılgan kesimler gibi konularda da çok güzel beyanlar var.
“İfade, örgütlenme ve din” özgürlükleri nasıl “en geniş” hale getirilebilir, Cumhurbaşkanı “inceliyoruz” dedi…
İyi vaadlere inşallah diyelim.
Cumhurbaşkanının “nihai amaç” olarak nitelediği “milli iradeye saygılı yeni anayasa” kavramının anaya hukukundaki yeri nedir? Bu en önemli konudur, ayrıca yazacağım.
✒️‪ ‘İnsan hakları eylem planı’ - Taha Akyol https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/insan-haklari-eylem-plani-1588717 @KararHaber aracılığıyla‬
0 notes
etkinpismanlikiftira · 4 years ago
Text
2.3. Tutuklu TBAV mensuplarına yönelik bu hukuksuz uygulamalar “uzatılmış, dolaylı işkence metodu” olması sebebiyle, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ile Hukuk Devleti ilkesine de aykırıdır.
Tumblr media
Prof. Dr. Ersan Şen, Haber7.com sitesinde Temmuz 2014 yılında yayınlanan “Haksız Tutuklama İşkence Yasağının İhlali Sayılır” başlıklı makalesinde şu hukuki tespitlerde bulunmuştur:
“…Esas itibariyle haksız tutuklamanın bir yandan da işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza sayılması gerektiği tartışmasızdır. Çünkü masumiyet/suçsuzluk karinesi altında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından yoksun bırakılmak suretiyle tutuklanan ve uzun bir süre kapalı cezaevi şartlarında tutulan, yani olağan günlük yaşam şartlarından koparılıp birçok hak ve hürriyeti kısıtlayarak bir yere kapatılan kişi, işkenceye, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye veya bir tedbir olan tutuklama vasıtasıyla cezaya maruz bırakılmıştır.
Özellikle tutukluluğun açık hukuka aykırılığında veya tutuklama tedbirinin bir insanı baskı altına almak veya toplum yaşamından koparmak için uygulandığı durumda başka bir unsur veya kanıt aramaksızın İHAS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) m.3'de düzenlenen işkence yasağının ihlal edildiği kabul edilmelidir.”
Görüldüğü üzere, Prof. Dr. Ersan Şen, tek başına haksız tutuklamanın kendisinin dahi işkencenin varlığının kabulü için yeterli olduğunu ifade etmektedir. Yani tutuklanan kişinin cezaevindeki yaşam koşullarında hiçbir sorun olmasa dahi, tutuklama haksız ise işkencenin varlığı da sabittir.
TBAV camiasına yönelik yürütülen soruşturma ve yargılama sürecine baktığımızda ise haksız tutuklamaların yanı sıra, yukarıda örneklerini verdiğimiz durumun vahametini arttıran sayısız hukuka ve vicdana aykırı uygulamanın da varlığı söz konusudur ki, bu mevcut işkencenin boyutunu daha da belirgin hale getirmektedir.
Prof. Dr. Ersan Şen’in atıfta bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesinin hükmü şöyledir:
“İşkence Yasağı: Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”
Bu hüküm uyarınca; tutuklu TBAV camiası mensuplarına yönelik yukarıda bazı örneklerini sıraladığımız uygulamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de açık bir ihlali olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
0 notes
mdahukuk · 4 years ago
Text
Ceza Muhakemesi Hukuku - Özet
Tumblr media
Giriş
Ceza yargılaması, kişinin yaptığı bir eylemin suç olduğuna dair bir şüphe ile başlar. Bu şüphenin ispatlanması süresince uyulması gereken kuralları düzenleyen ceza muhakemesi kuralları bir hukuk devletinin de en temel momentini oluşturur. Peki tüm bu muhakeme süreçleri kısaca nasıl işlemektedir?
Ceza Muhakemesi Nedir?
Ceza muhakemesi, ceza mahkemesinde ya da soruşturma süreci boyunca karakolda, savcılıkta yargılanacak olan ya da yargılanması muhtemel olan kişilerin nasıl yargılanacağını gösteren kurallar bütünüdür.
Ceza muhakemesi niçin yapılır?
Birbirine karşı olan iki tarafı dinleyerek bir yargıya varmaya yargılama ya da muhakeme deniyor. Burda birbirine karşı olan iki taraf iddia ve savunmadır. İddia ve savunmanın öne sürdüğü tezleri mahkeme değerlendirerek maddi gerçeğe yani delillere dayanan gerçeğe ulaşmaya çalışır. Bunun sonucunda da de sanık ya beraat eder ya da mahkum olur.
Ceza Muhakemesi sürecinde iki aşama vardır; soruşturma ve kovuşturma aşaması. Soruşturma aşaması kişi hakkında bir suç şüphesi varsa bunun araştırılması için başlar. Bu süre zarfında yapılan işlemlerin hepsi gizli tutulur zira henüz şüphe aşamasında olan bir olgu vardır ve kişi eğer suçu işlemediyse ismi lekelenmemiş olur. Bu şekilde soruşturma aşamasının gizli tutulması ve şüphelinin korunmasına masumiyet karinesi diyoruz. Daha sonra suçun işlendiği konusunda deliller toplanır ve kuvvetli bir kanaat doğarsa bu halde kişi hakkında dava açılması için talepte bulunulur.
Ceza Muhakemesi sırasında biz kimlerle karşılaşırız?
Ceza muhakemesi boyunca çeşitli kimselerle muhattap oluruz. Kolluk kuvvetleri (yani polis, jandarma, bekçi..), savcı, avukat, şüpheli, mağdur, tanık, bilirkişi, hakim bunlardan bazılarıdır. Bunların hepsinin bir araya gelerek yürüttüğü mekanizma hukuk yargılamasıdır, amaç da adaleti sağlamak yani hukuku yerine getirmektir. Karşılaştığımız bu süjelerin hepsi toplumun bir ferdidir. Dolayısıyla hukuk sadece kâğıt üstünde olan bir şey değildir. Bir zihniyet ve şahsiyet meselesidir. Tam da bununla ilgili sevdiğim bir diziden bir kesit göstermek istiyorum. Yurttaşlarda eğer hukuk kurumlarına saygı, hukuki okuryazarlık, haklar konusunda bilinç varsa hukuk mekanizması da kendiliğinden işleyecektir. Yani ülkede hukuk, adalet yok dediğimiz zaman biraz da bu süjelerle ilgili sorun var demektir.
Soruşturma süreci boyunca hangi işlemler yapılır?
Soruşturma süreci boyunca karşımıza şu hususlar çıkar: Önce bir suç haberi alınır, akabinde suçu işlediği iddia edilen kişi yakalanır, yakalamayı genelde gözaltına alınma izler, bunu takiben şüphelinin ifadesi alınır. İfade alındıktan sonra kişi savcı tarafından tutuklama ya da adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edilir. Mahkemede kişi dinlenir ve gerekiyorsa, somut deliller varsa tutuklama kararı verilir. Eğer kişinin, kaçma ve delilleri karartma tehlikesi yoksa bu halde adli kontrol kararı verilir.
Bunların hepsi birer soruşturma adımıdır. Bu adımlar tamamlandıktan sonra kovuşturma dediğimiz mahkeme aşamasına geçilir. Mahkeme aşamasında savcının düzenlediği iddianamedeki fail, fiil ve deliller incelenerek bir hüküm kurulur.
İddianame nedir?
Şu halde soruşturma aşamasında bir suç şüphesi araştırılıyor. Bu araştırmanın süreci ve neticesi de bir metinde toplanıyor ki biz buna iddianame diyoruz. Savcılık iddianameyi mahkemeye gönderdikten sonra, mahkeme dava açılması için yeterli şüphe ya da delil olmadığı kanaatine varırsa iddianameyi iade edebilir. İddianamede; uygulanan güvenlik tedbirleri, istenen ceza, lehte ve aleyhte deliller gösterilmek zorundadır. Evet şüphelinin lehine de delil toplanmak zorundadır, bu bir haktır. Yani hakkınızda bir soruşturma açıldığı zaman lehinize olan deliller varsa bunların da toplanması ve dosyaya eklenmesini talep edebilirsiniz.
Ceza Muhakemesinde avukatın görevi nedir?
Ceza Muhakemesinde avukatın görevi sanık, şüpheli, mağdur ya da her kime hukuki yardımda bulunuyorsa ona yöneltilen iddiaların doğru olduğunu ya da doğru olmadığını kanıtlamaya çalışır. Karşısında iddia makamı olarak savcı vardır ve iddia makamı da iddia ettiği hususları ispatlamakla, kanıtlamakla yükümlüdür. Eğer ispatlayamazsa, iddia ettiği hususlar bir şüphe olarak kalırsa bu durumda şüpheden sanık yararlanır ve iddia edilen şey dikkate alınmaz. Çünkü ‘’Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır’’. Bu sözler AİHS madde 6’da geçiyor ve biz de bu sözleşmeyi 1949’da imzaladık.
Ceza Muhakemesinde temel haklar zarar görür mü?
Ceza yargılaması süresince kişiler temel hak ve özgürlükler bakımından sürekli baskı altındadır. Bu süreçte uygulanacak bir tutuklama ya da adli kontrol tedbiri kişinin özgürlük alanını sınırlayacaktır. Bu sebeple ceza muhakemesinde hangi usüllerin uygulanacağını belirlemek hayati önemdedir. Bu usüller anayasada, ceza yargılaması yasasında, u.arası sözleşmelerde belirlenmiş. Bunlara riayet edilmesi için de yargılamanın her aşamasında avukat yardımından faydalanma hakkı sağlanmıştır. Bu sayede masumiyet karinesi, susma hakkı, tercuman hakkı, şüpheden yararlanma hakkı gibi haklar güvenceye alınır. Çünkü bazen atladığınız en ufak bir nokta sizin ömrünüzün büyük bölümünü etkileyecek haksızca bir ceza almanıza neden olur. Toplumsal baskı karşısında direnip ceza hukukunu evrensel hukukun sınırları içinde tutmak savunma makamının güçlü kalması, avukatlık mesleğinin kalifiye edilmesi ile mümkün olur.
Son söz
Ceza muhakemesi şu an modern toplumun geldiği noktada kişileri haksız suçlamalardan koruyan en etkili mekanizmadır. Bu mekanizmanın barındırdığı ilkelerin sağlam olması, yere ve zamana göre değişen hukuk dışı taleplerin önündeki en büyük set olacaktır. Bu setin yetersiz kalması yargı makamlarının tehdit edilmesi, baskılanması yüzünden olur. Toplumda devletin sapmalarına karşı onu dengeleyecek olan da yine yargı makamlarıdır. Ve son söz ‘bir hukuk devletinde yargı bağımsızdır’.
0 notes
lolonolo-com · 4 years ago
Text
Hukukun Temel Kavramları Ünite -9
Hukukun Temel Kavramları Ünite -9
Kamu Hukukunun Dalları Kamu Hukukunun Dalları Kamu hukuku Özel hukuk Anayasa Hukuk devleti Demokratik devlet Suç Ceza Kast Taksir Masumiyet karinesi Yasak deliller Bölüm Soruları 1) Hukuku kamu hukuku ve özel hukuk şeklinde ilk olarak ikiye ayıran hukukçular hangileridir? A) İslam hukukçuları B) Mısır hukukçuları C) Germen hukukçuları D) Anglosakson hukukçuları E) Roma…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
encokempati · 7 years ago
Photo
Tumblr media
şakağından vuruyorum isyanın etrafımda kol gezen bir sabır taşı un ufak oluyor ceplerimde eşzamanlı nazende ölüm salına salına geçiyor kıyılarından göz pınarlarının bir naz bir niyaz bıraksan kaç düş yığılacak şuracıkta, ah bir bıraksak narin ve kırılgan acımasızlığa lüzum yok ey dünya bazen bütün olan biten yeterince zor olabiliyorken sen etmesen? yaşamın kirli, günaha bulanmış sularında biraz ümit sektirelim diyoruz müsaade et,
bu da bir olsun.
ütopik tavırlarımızın naif hevesi kaç kursakta kala kalmıştır kim bilir. insanoğlu konumuz değil. onlar evvel zaman içinde unutulmuş.
yaş akıyor çehresinden oluk oluk bahçe duvarlarının, gecenin sakatlanışı yankılanıyor çığlıklarla. bembeyaz bir tay durmaksızın kaçıyor yalnızlıktan kaldırıp atamadıklarım beni alıp hızla yere çalarken dahi idrak edemiyorun sanırsın mutfak parkelerine uzanıyorum keyfi bendeki bitmek bilmez bir inkâr işte. yeryüzünde kesişen onca yola inat, seyirsiz bir otoban benimkisi doksan derece acıyla çakılmadan varamıyorsam realiteye ne gelir geometrinin elinden sen söyle.
hep artan değerler dahilinde seviyorsak sürekli azalan fonksiyon bizim için iktisadi bir kavram olmaktan çıkacaktır ve ayağımız takılıp duruyorsa soğuk kentin kaldırım taşlarına elbette hız sınırına yakalanacaktır içimizdeki telaş yavaşlıktan, ya da ayakların küçük olmasından öyle beylik laflar etmeye lüzum yok, bazen birileri, hep yetişemediği için kaybeder.
sen her zaman sanarsın ve tabiki sınanırsın ama benim aciliyetim var çünkü herhangi bir yaş pekâlâ yolun yarısı edebilir biraz görecelidir henüz ilk çeyreğinde elenirsek hayat kulvarından üzerimize atılan toprak nefesimizi kesmeyecek midir?
ne geldiyse başımıza bu korkulardan. garanti belgesini imzalamayı unutmuş olmasaydık haksızlıkların geri dönüşüm sağlayabilir miydik bütün hayal kırıklıklarından? şuramızda biraz mazi kalmış bir yutkunursak on yıl kaybedeceğiz.
ah şu kazazede ruhlar kendimizi biraz daha acıtarsak iyileşme kaydedeceğimiz tıbbi bir gerçeklik sanki topyekûn yanılgılık kanıtlanmış hüzünler öne sürülse dahi, acıyla sıvanmış bedenler de kendi davasında mağlup edilebilir imkânsızlık dahilinde midir? sendeki masumiyet karinesi ancak ve ancak ellerin kadar sahicidir
“sürekli sendeleyen beni -düşmediğim müddetçe- tutacakmış gibi hazır bulunanlar, yani bütün o sözde gelenler, insanız dediler inanasım geldi.”
bildiklerim sayılıyken ben oldukça üzgünümdür
sen sabret huzursuzluğun soğuk çehresine kırağı düşecektir bir kuşluk vakti, avuçlarında eritirsin sana bakma durağı olacaktır gökyüzü, şairleşirsin
seni sevsem, kimsin? içimdeki çarpık kentleşmeye sebebiyet arıyorum.
bu da iki olsun
“mazlumun zulmü zalimin merhameti kadar inan ve adalet dediğin şey başlı başına ilâhi.
20 notes · View notes