#sarai yi
Explore tagged Tumblr posts
Text
full name: sarai lai yi nicknames: big mouth birthday: november 25 age: thirties gender/pronouns: cis-female; she/hers hometown: rochester, new york sign: sagittarius religion: agnostic orientation: bisexual occupation: cosmetologist family: kenneth yi (father), janice yi (mother), kendrick yi (brother), eden yi (sister) +: stimulating, optimistic, candid, sincere -: frivolous, domineering, boastful, overly confident blurb: sarai grew up well off but she and her siblings weren't handed anything. their parents worked hard to get to where they were and wanted to instill the same sort of sense of accomplishment in their children who had to earn just about everything they got — something they're all grateful for as they are emotionally mature as adults and not entitled at all. she worked hard all through school but it didn't come easily to her and she only ever managed average grades in the required courses. where she really excelled was in electives such as art and, in high school, cosmetology. that's where she found her real passion, something she's stuck with since being a teen. she even has her own salon these days offering full services; she's looking into upgrading and becoming an aesthetician.
0 notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
224. BÖLÜM - Dünyayı Tepetaklak etmek - gökyüzünde ateşten şeytani kale ile dövüş
Devasa taş heykel sersemlemiş ve donakalmış gözlerin altında gittikçe yükseğe ve daha yükseğe çıktı. Xie Lian onun harika bir durumda olduğunu gördü hatta önceden yüzü olmayan beyazın kırdığı bacakta iz bile yoktu, mutlu bir şekilde “San Lang, heykeli onardın mı?” dedi.
Hua Cheng gülümsedi, “eğer ta cennete Gege’yi almaya geleceksem ellerim boş gelemezdim. Hadi gidelim!”
Xie Lian kafasını salladı, “Millet, acele edip atlayın!
Ancak o zaman cennet mensupları kalabalığı onun yanındakinin Hua Cheng olduğunu gördüler, neredeyse dizlerinin üstüne düşeceklerdi, “EKSELANLARI, YANINIZDAKİ???”
Feng Xin’in yüzündeki sıkıntı giderek daha belirgin hale geliyordu ki sonunda bağırdı, “JIAN LAN! JIAN LAN!” ama cevap yoktu.
Lang Qian Qiu caddenin köşesinde saklanarak kaçmaya çalışan Qi Rong’u gördü, gidip onu yakalamak üzereydi ki Tai Hua sarayının oradan geçerken aniden sanki içinden bir şey patlamış gibi tüm saray paramparça olup yere serildi. Tüm cennet mensupları ürkmüştü, bakmak için döndüklerinde öfkeli alevler ve molozların arasında başını eğmiş ve sessizce duran bir figür gördüler.
Jun Wu gümüş kelebeklerden kurtulmuştu.
Beklenildiği gibi durdurulamazdı.
Qi Rong aceleyle Jun Wu'nun arkasına koştu ve kalabalığa kendini beğenmiş bir şekilde bağırdı, “SÜPRÜNTÜ! ÇÖP! GÜCÜNÜZ YETİYORSA BURAYA GELİN!”
Sadece o hâlâ kendi ölümünden habersiz, yaklaşmaya cesaret edebildi, hiçbir cennet mensubu konuşmaya cesaret edemedi.
Beyaz zırhlı savaş tanrısın vücudunun üzerinden göklere doğru kapkara bir aura kükrüyordu, beyaz ışık körleşmiş, iki renk sürekli olarak tahmin edilemeyecek şekilde değişiyordu. Cennet mensuplarının hepsi bu Jun Wu’nun son derece farklı olduğunu hissedip ona baktılar ama sert bir şekilde nefes almaya cesaret edemediler. Aynı zamanda o da Xie Lian’ı dikkatlice izliyordu, yavaşça insanların toplandığı yere doğru ilerlemeye başladı. Attığı her adımda savaşın alevleri ayaklarının altını yakacaktı.
İlk başta canlı çıralar halindeydi, kısa bir süre sonra çılgınca her yöne yayıldı ve göklere doğru esen öfkeli alevlere dönüştü.
Bu alevler Qi Rong'u yakalamıştı ve şeytani bir şekilde uluyarak kollarında Gu Zi ile hızla kaçmaya başladı. Quan Yi Zhen, Yin Yu'nun cesedini sırtında taşıyordu, yüzü is içinde caddenin ortasında duruyordu ve Jun Wu'yu gördüğünde onun da gözlerinde öfkeli ateşler yandı. Ona doğru yürümeye başlamadan önce cesedi yere bile bırakmadı ve onu geri çeken Xie Lian oldu.
Bir başka gümüş kelebek dalgası ileri atıldı ve Xie Lian bu fırsatı kullanarak, "ACELE ET! ORADA DİKİLİP DURMA!" diye bağırdı.
Tüm cennet mensupları bir anlığına tereddüt etse de sonrasında her biri birbiri ardına seslenişe cevap verdi. Binlerce cennet mensubu siyah bir karıca sürüsü gibi devasa taş heykele tırmanıp göğüs ve omuzlarında yer edindiler. Durmaya yer olmadığında ise eteklerinin uçlarından tutunuyorlardı. Eğer bu şey uçacak idiyse o zaman sadece bereket fenerleri ve gümüş kelebeklere bel bağlayamazlardı, ancak aynı zamanda çok fazla insan olduğundan Xie Lian Hua Cheng’e doğru bir hamle yapamadı.
Fikirler acil durumlarda ortaya çıkar, Xie Lian rastgele bir cennet mensubunun yanına çekti, onun arkasında Xie Lian, Hua Cheng'in yüzünü kavradı ve onu sıkı bir şekilde öptü.
Aradan biraz zaman geçti ve Xie Lian'ın tüm vücudu bir anda ruhani güçle doldu, paravan olarak kullanılan cennet mensubu tamamen kaskatı kesildi ve şok içinde bağırdı, "SİZ İKİNİZ ARKAMDA NE YAPIYORSUNUZ??”
Xie Lian ancak o zaman insanların görüşünü engellemek için kenara çektiği kişinin aslında Lang Qian Qiu olduğunu fark etti ve zihinsel olarak derin bir pişmanlık duydu. Ne günah ne günah, bu çocuk tarafından görülmemeliydi ve haykırdı, "HİÇBİR ŞEY YAPMADIK! GÖRMENİZ GEREKEN HİÇBİR ŞEY YOK!" Sonra arkasını döndü ve o ilahi heykele bağırdı, "UÇ!"
İlahi heykel onun çağrısını duymuş gibi görünüyordu, sanki bir şey harekete geçmiş gibi, kısık gözleri aniden açıldı ve yüzündeki gülümseme derinleşti.
Gümüş kelebekler ve Bereket Fenerleri aniden dağıldı ama o hala gökyüzünde sabit bir şekilde süzülüyordu, uzun saçları, kolları ve etekleri de rüzgarda dalgalanıyor gibiydi.
Uçuyor!
Xie Lian ve Hua Cheng de ayağa fırladılar ve ilahi heykelin başının tepesindeki yorgun taç platformunun üzerinde durdular ve Xie Lian bağırdı, "HERKES DİKKATLİ OLSUN! SIKI TUTUNUN!
Tam sözünü bitirdiği anda, ilahi heykelin gövdesi önce battı sonra da kuvvetle ileri fırladı! Xie Lian ve Hua Cheng en yüksek noktada durdular ve ilahi heykelle birlikte birçok cennet mensubunu Cennet Başkentinden çok uzaklara taşıdılar. Ancak, yılların birikimiyle Cennet Başkentinde yıllarını geçirmiş çok sayıda cennet mensubu vardı, bu yüzden umutsuz ve kederli bir şekilde arkalarına bakmaya devam ettiler.
Biraz sakinleştikten sonra Xie Lian aniden az önce telaş içinde olduğundan saymaya zaman olmadığını hatırladı ve seslendi, “Herkes bindi mi?” Guoshi nerede? General Pei?”
General Pei'nin başına gelen talihsizliklere yenilip yenilmediğini kim bilebilirdi? Tanıdıklarının orada olup olmadığına bakıyordu ki bağırdı, “USTA!”
Uzaktan Guoshi’nin cevabı geldi, “GELDİM!”
Ancak o zaman Xie Lian biraz rahatlamış hissetti. Tam o sırada aniden birisi bağırdı, “YETİŞİYOR! YETİŞİYOR!”
Beklenildiği gibi! Devasa ilahi heykelin arkasında kızıllara bürünmüş bir şey peşlerindeydi.
Bu cennetin başkentiydi.
Asıl cennet başkenti, hayırlı ve uğurlu bulutlarla sarılıp çevrelenmişti. Şimdi ise bunun yerine savaşın alevleriyle yanıyor, ateşli şeytani bir kaleye dönmüştü.
Birisi dehşetle konuştu, “İmparator… İmparator cennetin başkentini hareket ettiriyor… Hepimizi ortadan kaldıracak…”
“Bizi yakalayacak!”
Ancak Xie Lian bağırdı, “O KADAR DA HIZLI DEĞİL!” el mühürlerini aniden değiştirdi ve devasa ilahi heykelin gözlerinden ışıklar fırladı. Cennet mensuplarının kulaklarını kamçılayan rüzgar daha hızlı esti, deliler gibi uludu, aniden onların peşinde olan kırmızı ışıktan hızla uzaklaştı. Artık ilahi heykel daha hızlı uçuyordu!
Burada işler hızlanırken arkalarındaki kırmızı ışık vazgeçmemiş hızı aniden artmıştı, artık daha yakındı ve bazı cennet mensuplarını panikten çığlık attırıyordu. Bu mesafeyle cennet başkentinin içindeki o figürü artık neredeyse net bir şekilde görebiliyorlardı!
Bu sırada ölümlü alemi neler olup bittiğinden birhaberdi; çocuklar gülüşüp oynaşıyorlardı ki gökyüzünde hızla ilerleyen beyaz bir ışık ve uçup geçmekte olan kırmızı bir ışık gördüler, hepsi ağzını açıp alkışladılar, “Çok tatlı!”
Xie Lian durumun bu şekilde devam edemeyeceğini ve bu şeyi hızlandırması gerektiğini biliyordu ama hafiften başı da dönüyordu. Sonuçta tek nefeste o kadar uzun bir süre uçmuştu ki. Hua Cheng kalkmasına yardım ediyordu ama onlar daha konuşmadan aşağıdan Guoshi’nin bağıran sesini duydular, “HEPİNİZ BURADA NE İÇİN DURUYORSUNUZ? BİR GRUP CENNET MENSUBU HALA KAÇMAK İÇİN HAYALET KRALDAN RUHSAL GÜÇ ÖDÜNÇ ALINMASINA İHTİYAÇ DUYUYOR. KENDİNİZDEN HİÇ UTANMIYOR MUSUNUZ?”
Bazı cennet mensupları bu ses tonunu takdir etmediler ve şöyle haykırdılar, “Sen kimsin? Bize ders vermeye ne hakkın var?”
Guoshi devam etti, “Kim olduğumun önemi yok, buna rağmen ben üst cennetteyken sen hala bir yerlerde kum havuzunda oynuyordun. Mesele şu ki, acele edin ve narin, pamuk ellerinizi bu ilahi heykelin üzerine koyun, hepiniz verebileceğiniz kadar ruhsal güç verin! Ancak o zaman bu ilahi heykel daha da hızlı uçabilir, eğer onun yetişmesini beklemiyorsanız tabi? Hepiniz kenardan izlemeye o kadar alıştınız ki, hayatlarınızın tehlikede olduğunu unuttunuz mu? Hala böyle bir şeyi size hatırlatmama ihtiyacınız var mı?"
Bu hatırlatmayla birlikte cennet mensuplarının nihayet akılları başlarına geldi ve hepsi bu yönteme destek vermeyi unuttukları için içten içe çok utandılar. Böylece hepsi işe koyuldu, ellerini ilahi heykele koyarak bağırdılar.
"EKSELANSLARI, BU MEVKİCE AŞAĞI KİŞİ SİZE YARDIM EDECEK!"
“Ah, o zaman ben de…”
“Pek fazla yok… ama elimizden geleni yapacağız.”
Yedi ya da sekiz yüz el ve ayakla birlikte ilahi heykel tekrar güçle doldu ve Xie Lian da tekrar enerjik hissediyordu. İlahi heykel bir kez daha güçlendi, bu sefer büyük bir gürlemeyle arkadaki kırmızı ışığı kilometrelerce geride bıraktı!
Cennet mensuplarının hepsi derin bir nefes alarak rahatladılar ve terlerini sildiler.
Aniden Hua Cheng konuştu, “Gege, aşağıya in.”
Xie Lian da nedenini sormadı ve doğrudan aşağıya doğru hareket etti. İlahi heykel bulutların zifiri siyah katmanlarını aştı, ama aşağısı da kapkaranlık, bir parça ışık süzmesi bile yoktu. Cennet mensupları telaşlanmıştı, “Burası… burası ne böyle? Neden bu kadar karanlık? Oldukça korkunç.”
“Ekselansları, neden buraya geldik?”
“Bence burada uzun süre kalmamalıyız!”
Ancak Hua Cheng konuştu, “Burada kalıp hareket etmeyeceğiz. Bekleyelim.”
Böylece o devasa ilahi heykel havada süzüldü, Xie Lian “En. Neyi bekliyoruz?” diye sordu.
Hua Cheng fısıltıyla cevapladı, “Yetişene kadar bekleyip bir tur dövüşmeyi.”
Sözler dudaklarından dökülürken, kara gecenin bulutlarının üstünden kırmızı bir ışık kırıldı ve o da aşağıya doğru indi. Her insan bir kale, gece gökyüzünde karşı karşıya geldiler. Her bir cennet mensubu gözlerini kırpmadan o kırmızı ışığın yaklaşmasını izledi, tüyleri diken diken oldu ve hepsi sorguladı, “Ekselansları, neden gitmiyoruz?”
“Onunla kafa kafaya savaşmayı düşünüyor olamazsın? Kazanma ihtimalin yok!”
“Yine aptallaştı! Biliyordum işte bu adam aptal olmayı seviyor!!! Yüzlerce yıl geçti ama o hala… kim tekme attı?”
“Ben.” Dedi Guoshi, “Bir kelime daha edersen seni doğrudan aşağı atarım.”
“SEN KİMSİN BE??”
O ilahi heykel devasa bir nesne olabilir, ancak Cennet Başkenti çok daha görkemliydi ve eğer gerçekten kafa kafaya çarpışırlarsa, bu devasa ilahi heykelin boyutuna göre kesinlikle ezilirdi. Ancak, Xie Lian'ın Hua Cheng'e güveni tamdı ve tek kelime etmeden izledi. Tıpkı o kırmızı ışığın yarım mil kadar uzağa gelmemiş olması gibi Xie Lian aniden ayağının altında bir şeylerin hareketlendiğini hissetti.
Aşağıya baktığında, hareket edenin ayaklarının altındaki karanlık olduğunu gördü, sppş, sppş, yükseliyor ve katlanıyordu, adeta...
Dalgalar.
Xie Lian anında buranın neresi olduğunu anladı.
Cennet mensuplarından da fark eden vardı, birisi dehşetle bağırdı, “Tanrım! Burası sanki… Kara Su Şeytanın Yuvası! Şeytanların yuvasına getirildik!”
Kelimeler söylendiğinde aniden aşağıdan beyaz şeritler karanlığı yararak havaya doğru sıçradı.
Unutulmaz bir şekilde yeşil dört çift göz, hayalet ateş fenerleri kadar büyük devasa sekiz göz ateşli şeytani kaleye baktı, bu kaba davetsiz misafirden son derece rahatsız olmuş gibi uzun ve kötücül şekilde kükredi. Devasa kuyruklarını ile ileri geri savurdu ve denizin binlerce metre yüksekliğinde heyecan verici dalgalarının yüzeyini kırbaçladı.
Onlar dört kemik ejderhasıydı!
Başlarını şeytani kaleye doğru kaldırdıkları anda ağızlarından hızlı bir akıntı fırladı, vurucu gücü muazzamdı ve demir ve çelik duvarlar bile böyle dev bir su tabancası tarafından kırılabilirdi. Xie Lian izlenimini yeniden değerlendirmekten kendini alamadı, "Onları son gördüğümüzde biraz... haha, aslında bu kadar vahşi olduklarını düşünmemiştim."
Denizin zifiri karanlık yüzeyinden dev canavarın yeni ceset kemikleri suları yarmaya devam etti ve balıklar sanki kaleye kayalar fırlatıyormuş gibi vınlayarak uçtu. Cennet mensupları gördüklerinde tamamen şaşkına döndüler. Jun Wu onları öldürmek için peşlerinden koşarken, Hua Cheng ve Kara Su onlara yardım ediyor gibi görünüyordu. Böyle bir sahne gerçekten çok ilginçti.
Dört Kemik Ejderhası o şeytani kalenin etrafını sardı ve ona çılgınca ateş etti ama can alıcı savaş alevleri biraz suyla yok edilemeyeceğinden o kadar da etkili olamadı. Balıklar mücadele ettikçe ateş de o kadar öfkelendi ve sulara giden tüm yolu yaktı.
Kara Su Şeytanı İninin deniz yüzeyinde şiddetli ateş büyüdü ve ateşin ışıkları ile sular vahşice dans etti, aşağıdan, suların içinden gulyabanilerin ulumaları ve feryatları duyuldu. Bir ter damlası Xie Lian’ın alnından aşağıya doğru yuvarlandı, “Kara… Su’yun… bölgesine böyle bir kargaşa getirmemiz sorun olmaz mı?”
“bunları önemseme.” Dedi Hua Cheng, “Bana para borcu var. Nasıl istersen öyle dövüş.”
Xie Lian, “???”
Aniden birisi ileriyi işaret etti, “NE… NE YAPIYOR O?”
Xie Lian da bakışlarını çevirdi ve gördüğünde kalbi de sarsıldı.
MXTX YAZAR NOTU; Kara Su’yun Hua Cheng’e cidden büyük bir borcu var, çok zavallı bir Yüce. Tüm Yüce’ler rütbesinin ortalamasını fena halde aşağı çekti (3 tane olmalarına rağmen.) ama bu çok fazla yemekten dolayı borçlu olunan bir şey değil.
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#hualian#hua cheng#heavenlyblessing#jian lan#heaven official's blessing#mei nianqing#quan yizhen#peiming
19 notes
·
View notes
Text
22 favourite reads of 2022!
Yes, that’s a lot of books but also: you can’t ever have too many books. These are some of my favourite reads of the year, arranged by a very rigorous (joke) vibe-based categorization method that I made up myself
✧ the push by ashley audrain — Favourite novel about Creepy Children; alternatively: Favourite novel about A Woman Going Fucking Through It.
✧ bunny by mona awad — Favourite "what the fuck did I read” book, lives at the intersection of litfic and horror, and it’s like if the girlblogging side of tumblr got a MFA (this is a compliment)
✧ jonathan strange & mr norrell by susanna clarke — Favourite fantasy (with bonus footnotes, cruel faeries, and alternate history)
✧ bringing down the duke by evie dunmore — Favourite historical romance
✧ the witch elm by tana french — Favourite book about terrible characters suffering. Techically also a mystery thriller but the POV does the heavy lifting in why it’s so good
✧ the echo wife by sarah gailey — Favourite speculative fiction that makes a very good case for clonefucking
✧ the plot by jean hanff korelitz — Favourite litfic with a bonus side of Woman, Unhinged
✧ last tang standing by lauren ho + lucie yi is not a romantic also by lauren ho — Favourite romance, specifically: favourite het romance about a career woman over 30 who’s going through it in Singapore, and also the leading men are adorable”. Stellar audiobook version too
✧ my heart is a chainsaw by stephen graham jones — Favourite horror and favourite Horror Final Girl ft. lesbian vibes
✧ erotic stories for punjabi widows by balli kaur jaswal — Favourite contemporary fiction, and also this is THE book you should gift to people. It has universal appeal and it’s wicked fun and might make you cry
✧ long bright river by liz moore — Favourite murder mystery that’s actually about disfunctional families and your own inner demons. Basically, the Dublin Murder Squad school of sad detectives.
✧ apples never fall by liane moriarty — Favourite domestic suspense but it’s Liane Moriarty so it’s inevitably forthy domestic suspense about middle class het Sydney couples with children. It’s also infuriatingly well written
✧ a deadly education by naomi novik — Favourite YA ft. plucky goth babygirl with death powers
✧ empire of pain by patrick radden keefe — Favourite nonfiction
✧ the last of the wine by mary renault — Favourite homoerotic historical fiction
✧ houston, houston, do you read? by james tiptree jr. — Favourite novella + favourite scifi. Technically a reread but it’s great and you should read it so here it goes! Also I needed a fave story In Space that wasn’t Harrow The Ninth
✧ the feminist by tony tulathimutte — Favourite short story
✧ the cherry robbers by sarai walker — Favourite gothic vibes historical fiction, and also ghosts and lesbians
✧ fingersmit by sarah waters — Favourite historical fiction about scheming Victorian lesbians. If you’ve watched The Handmaiden, this is the book that inspired it
✧ thank you for listening by julia whelan — Favourite book about books, specifically Book About Making Romance Audioplays. Stellar audio version, too
✧ the last housewife by ashley winstead — Favourite book that’ll make you feel physical discomfort and make you want to commit murder. I loved this book and I want to tattoo it to the inside of my eyeballs but also: the content warnings aren’t fucking around
#book talk#book rec#*sobbing and crying*#i love books#these are 21 very specific categories and lauren ho gets 2 recs#pinned
112 notes
·
View notes
Text
UMARIZ TARİH TEKERRÜR ETMEZ
Ekonomik iflasını açıklayan Osmanlı Devleti'nin 1881 yılında bütün varlıklarına el konuldu.
İğneden ipliğe Yahudi, İtalyan, Ermeni, Fransız tacirler İstanbul'a dolmuştu.
Abdülhamid bu kadar borcun üzerine yeni borçlar ekledi. Osmanlı 15 defa büyük borç aldı. Ama faizini bile ödeyemez olmuştu.
Osmanlının hazinesine el koyan Avrupa, bugün
"İstanbul Erkek Lisesi" olan binaya "Duyun-u Umumiye" yi yerleştirip borçları tahsil etmeye çalıştı.
Yani hazine ecnebilerin yönetimine geçti.
Borçlar ödenmedikçe Abdülhamid Avrupa'lı tefecilere tekeli verdi; teker teker milli varlıkları kaybettik;
Demir yolları, iplik, fındık, pamuk kömür, tekstil demir çelik, tuğla kireç... ne iş varsa Avrupalılara satıldı.
Haliç ecnebi fabrikalarla doldu. Tarlabaşı, Avrupa'dan gelen tüccarların görkemli evleriyle bezendi.
Zenginler İstiklal Caddesi ve Sıraselviler'e yerleşti. Bugün İstanbul'da gördüğümüz şahane binaların çoğu o dönemlere aittir.
Türk'lerse yüzlerce yıldır tamir gören yamalıklı bohçaya benzer tahta evlerde otururdu.
Bu evler Fatih ve Süleymaniye'nin arka sokaklarında bulunurdu.
Abdülhamid döneminde yüzlerce kilise ve sinagog açıldı...
İşte o tarihte Avrupa'dan gelen zenginleri ağırlamak için 5 yıldızlı bir otel yaptılar: Pera Palace.
Pera Palace Rumca, "Yokuş Sarayı" demek.
Fransa'dan trene binip Sirkeci'de inen Avrupa jet sosyetesi tren garından bu otele Türk hamalların sırtında özel tahtlarla taşınırdı.
Aslında batı emperyalizmi İstanbul'u Vahdettin döneminde değil, Abdülhamit döneminde çoktan ele geçirmişti.
Atatürk Cumhuriyeti kurduğunda Türklerin elinde sadece çarık kalmıştı.
Sanayi ve tarım hamlesi başlattı.
Yerli malı haftası o tarihte başladı, çocuklarımız milli üretimin ve milli kalkınmanın önemini anlasın diye.
Türklere ait banka bile yoktu.
Adında Osmanlı olan banka bile ecnebilerindi. İşbankası bu yüzden kuruldu.
Osmanlı Devletinin iflas ilan ettiği meşhur
RAMAZAN KARARNAMESİ (Nisan 1876)
Vergi gelirlerinin devredildiği
MUHARREM KARARNAMELERİ (1879 ve 1881'deki iki kararnamedir) Pek bilinmez, gündeme de getirilmez.
Hep saklanır…
Dolmabahçe sarayı 1856,
Çırağan sarayı 1863,
Beylerbeyi sarayı 1864,
Yıldız sarayı 1880'de yapılmıştır.
Yani Osmanlı'nın çöküş döneminde.
Dünya;
Sanayiye,
Eğtime,
Bilime
ağırlık verirken,
Osmanlı çöküşü gizlemek için saray yapımına ağırlık vermiş.
Umarız, sonumuz aynı olmaz!
#MustafaKemalAtatürk ve kurduğu #TürkiyeCumhuriyeti hep #TürkMilleti ni düşünmüş ama akp tıpkı kendisi gibi osmanlı hayranı.!
26 notes
·
View notes
Text
ŞARKILARDA GİZLİYDİ ONLARIN BÜYÜK AŞKI..
Çiğdem Talu, Ercüment Ekrem Talu’nun torunu ve Recaizade Mahmut Ekrem’in torununun kızı. Edebiyatçı bir aileden geliyor yani. Filoloji eğitimi aldı, 17 yıl bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı.
Mutsuz bir evlilikten sonra, şarkı sözü yazarlığına başladı. Kader karşısına 24 yaşında bir kimya mühendisini çıkarmıştı: Melih Kibar. Kendisi o zaman 36 yaşındaydı.
Çiğdem şarkı sözü yazıyor, Melih beste yapıyordu. Sekiz sene beraber çalıştılar, 270 şarkı yaptılar. Melih’in ifadesiyle öyle görür görmez aşık olmadılar birbirlerine. Önce, ”İşte öyle bir şey,” derken ısındılar birbirlerine, sonra da
“Bende bu cehennem gibi yürek olmasa,
Bende deli rüzgâr gibi hasret olmasa,
Bir de cana can katan o sevdan olmasa,
Ah bu hayat çekilmez” diyerek sanki bir şeyler anlatmak istiyorlardı.
Birlikte gittikleri Sopot Festivalinde, artık her şey ayan beyandı. Ama Çiğdem korkuyordu. “Kocaman kadının çıtır sevgilisi var.” dedirtmek istemiyordu.
Sonra zoraki bir ayrılık… Melih yüksek lisans yapmak için Londra’ya gitti. Ama aşk aşktır. Çiğdem sevdiği adamı görebilmek için fırsat buldukça Londra’ya uçtu.
İki sevgili, 1976 sonunda İstanbul’da buluştular ve 1977’yi Tarabya’da bir restoranda birlikte karşıladılar. İlhan İrem ve Erol Evgin’in desteğiyle Melih Çiğdem'e dedi ki;
Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen
Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem
Şarkılara can veren ilham meleğimizsin sen…
Ama aradaki yaş farkı hep duvar gibi durdu karşılarında. Dostça ayrıldılar, birleşmeden. Saray terbiyesiyle yetişmiş Çiğdem, bu farkı anlatamıyordu mantığına. Ama birlikte çalışmayı, birlikte üretmeyi sürdürdüler.
1980’lerin başında göğüs kanseri dediler Çiğdem’e. Geç konulmuş bir teşhisti. Çiğdem bu sefer Londra’ya tedavi için gidip geliyordu. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Ama lanet bir hastalıktı bu. Bir türlü geri adım atmıyordu. Masraflar artmıştı.
Dostları bir araya geldi, Çiğdem’e destek için. “Çiğdem Talu’ya Selam” adıyla bir konser düzenlediler. O gece bütün dostları şarkı söyledi.
Ama 28 Mayıs 1983’te gazetelerde bir haber vardı: “Şarkılar Öksüz Kaldı.” Evet, şarkılar öksüz kalmıştı ve Çiğdem artık şarkılarıyla anılacaktı.
Çiğdem’in ölümünden sonra Melih kapkaranlık bir sessizliğe büründü. Artık eskisi gibi beste yapamıyordu. Son olarak geçti piyanosunun başına ve selam gönderdi Çiğdem’ine, “Sessiz Veda” şarkısıyla.
Ya, sonra mı? Melih de kansere yakalandı ve 7 Nisan 2005’te Çiğdem’ine kavuşmak için kapadı gözlerini. Tıpkı Çiğdem gibi, aynı arkadaşları aynı camiden, Bebek’ten sonsuzluğa uğurladı Melih’i
İşte, yaşanmış ama bitmemiş bir aşk hikayesi…
Seni düşündüm dün akşam yine.
Sonsuz bir umut doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani ıssız bir yoldan geçerken,
Hani bir korku duyar da insan,
Hani bir şarkı söyler içinden,
İşte öyle bir şey.
Hani eski bir resme bakarken,
Hani yılları sayar da insan,
Hani gözleri dolar ya birden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.
Seni düşündüm dün akşam yine.
Bir garip huzur doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani yıldızlar yanıp sönerken,
Hani bir yıldız düşer de insan,
Hani bir telaş duyar da birden,
İşte öyle bir şey.
Hani yağmurlar yağar ya bazen,
Hani gök gürler ya arkasından,
Hani şimşekler çakar peşinden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey. 😔
alıntıdır
5 notes
·
View notes
Text
1.Bölüm glich tuzağı
Esperesso cookie krallık keşfindeyken seslerin yüksek ve bozuk olduğu bir yer görür Esperesso cookie daha fazla dayanamaz ve gidip ne olduğuna bakar esperesso cookie ordan geri dönemez ve sadece bir çığlık atar çünkü gördüğü bir glich deliğidir. Esperesso cookie deliğin içine düştüğünde glich yayılmaya başlar ve Esperesso cookie glichlenir.
2.Bölüm sevginin arasında bir glich
Caramel arrow cookie ve dark choco cookie taht odasında dolaşırken sohbet etmektedir.
Dark choco cookie uzun zamandır içinde tuttuğu sevgisini ilk kez caramel arrow cookie ye açacaktır ama tam o sırada glich taht odasına ulaşır o sırada Dark cacao cookie onları izlemektir ve glich bir kol oluşturur ve Dark cacao cookie ye bir darbe savurur ama Dark cacao cookie gliclinmez çünkü kılıcını gücü ona glich etkilerine karşı bağışıklık kazanır Dark cohoco cookie nin üstüne glich sıçrar ancak Dark cohoco cookie gliclinmez çünkü caramel arrow cookie onu korumaktadır
Glich caramel arrow cookie nin üzerine sıçrar ve asıl glichlenen caramel arrow cookie olur
Caramel arrow cookie son sözleri olarak Dark cohoco cookie ye kaçmasını söyler Dark cohoco cookie de babasını sırtlayarak kaçar
3.Bölüm ümitsiz kaçış
Dark choco cookie babasıyla kaçarken glich yayılıp başkalarında glichlemeye devam eder Dark cacao cookie ayıldığında onlarda son çare olarak hollyberry kingdoma giderler
4.Bölüm hollyberry krallığında isyan
Dark choco cookie ve babası hollyberry kingdom a vardığında hollyberry cookie onları sevinçle karşılar ve onları yemeğe davet eder ancak Dark cacao cookie yemeğe zaman olmadığı söyler Dark cacao cookie,oğlu ve Hollebery cookie beraber saraya giderler Dark cohoco cookie olanları anlatır Hollebery cookie bunu en azından 1-2 günlüğüne bunu saklamayı şeçti dark choco ve dark cacao cookie bunu kabul etti ancak...bunu duyan princes cookie beklemek yerine olanları anlatmaya karar verir bu yüzden bir konuşma düzenler ancak kimseye konuşmada neyi açıklayacağını söylemez princess cookie durumu açıkladıktan sonra Hollebery cookie (babanesi) kulağına bunu sağlamaları gerektiğini söyler ancak bu mikrofondan duyulur ve herkes kraliyet ailesinin üstüne gelir Hollebery cookie özel güçlerini kullanarak ortayı açar ve saraya koşarlar ancak bu duruma saray askerleri bile sinirlidir bugünden timeless kingdoma giderler Dark cohoco cookie pure vanilla cookie ye durum anlatır
5.Bölüm sonun başlangıcı
Pure vanilla cookie glichin daha fazla yayılmaması için tüm healer cookie leri görevlendirilir bu sırada glichli bir görüntü mesajı gelir
Glich mesajında onları bir düelloya davet eder böylece pure vanilla cookie dier kadim kurabiyeleri çağırarak the heros gate giderler oraya geldiklerinde başlamadan hasar alırlar ancak pure vanilla cookie onları korur sonra kadim kurabiyeler en büyük hamlelerini kullanırlar dark cacao cookie kılıcıyla glichleri savurur hollyberry cookie arayı açar golden cheese cookie glich kaynağını sabitler white lily cookie tam glich yok edecekken caramel arrow cookie önlerine çıkar ancak Dark choco cookie ona saldırmaz ve saldıramayacığını söyler hatta ellerindenbile tutar
Caramel arrow cookie sevginin gücüyle eski haline geri döner ve bayılır tüm kurabiyelerde özel güçlerini kullanarak glichi yenerler ve glich cookie oluşur pure vanilla cookie caramel arrow cookie yi şifalayarak açılmasına yardım eder caramel arrow cookie ayıldığında ağlayarak dark choco cookie ye sarılır ve onu kurtardığı için dark choco cookie borçlu olduğunu söyler
Dark choco cookie şöyleder:Sende beni kurtardın ikimizde bir birimize borçlu değiliz dedi.ve hikayemizin sonunda dark choco cookie ve caramel arrow cookie birbirlerine duydukları aşklarını açarlar.
SON!!! :)
2 notes
·
View notes
Text
*UMARIZ TARİH*
*TEKERRÜR ETMEZ*
Ekonomik iflasını açıklayan *Osmanlı Devleti*'nin *1881* yılında bütün varlıklarına el konuldu.
İğneden ipliğe *Yahudi İtalyan, Ermeni, Fransız* tacirler İstanbul'a dolmuştu.
*Abdülhamid* bu kadar borcun üzerine yeni borçlar ekledi. *Osmanlı* *15* defa büyük borç aldı. Ama faizini bile ödeyemez olmuştu.
Osmanlının hazinesine el koyan Avrupa, bugün
*"İstanbul Erkek Lisesi"* olan binaya *"Duyun-u Umumiye"* yi yerleştirip borçları tahsil etmeye çalıştı.Yani hazine ecnebilerin yönetimine geçti.
Borçlar ödenmedikçe *Abdülhamid* Avrupa'lı tefecilere tekeli verdi teker teker milli varlıkları kaybettik;
Demir yolları, iplik, fındık, pamuk kömür, tekstil demir çelik, tuğla kireç ne iş varsa Avrupa'lılara satıldı.
*Haliç* ecnebi fabrikalarla doldu. *Tarlabaşı* Avrupa'dan gelen tüccarların görkemli evleriyle bezendi.
Zenginler *İstiklal Caddesi* ve *Sıraselviler*'e yerleşti. Bugün İstanbulda gördüğümüz şahane binaların çoğu o dönemlere aittir.
*Türk*'lerse yüzlerce yıldır tamir gören, yamalıklı bohçaya benzer tahta evlerde otururdu. Bu evler *Fatih* ve *Süleymaniye*'nin arka sokaklarında bulunurdu.
*Abdülhamid* döneminde Yüzlerce *kilise* ve *sinagog* açıldı...
İşte o tarihte Avrupadan gelen zenginleri ağırlamak için 5 yıldızlı bir otel yaptılar. *Pera Palace*.
*Pera Palace* Rumca ; *"Yokuş Sarayı"* demek.
Fransa'dan trene binip Sirkeci'de inen Avrupa jet sosyetesi tren garından bu otele Türk hamalların sırtında özel tahtlarla taşınırdı.
Aslında batı emperyalizmi *İstanbul*'u *Vahdettin* döneminde değil *Abdülhamid* döneminde çoktan ele geçirmişti....
*Atatürk* Cumhuriyeti kurduğunda Türklerin elinde sadece *çarık* kalmıştı.
Sanayi ve tarım hamlesi başlattı. Bütün kurumların başına *Türk* kelimesini koydurdu.
*Yerli malı haftası* o tarihte başladı. *Türk Çocukları* milli üretimi anlasın diye. Türklere ait banka bile yoktu.
Adında *Osmanlı* olan banka bile ecnebilerindi. *İşbankası* bu yüzden kuruldu.
Osmanlı Devletinin iflas ilan ettiği meşhur
*RAMAZAN KARARNAMESİ*
(Nisan 1876)
Vergi gelirlerinin devredildiği
*MUHARREM KARARNAMELERİ* (1879 ve 1881'de ki iki kararnamedir)
Pek bilinmez,
gündeme de getirilmez.
Hep saklanır…
*Dolmabahçe sarayı 1856,*
*Çırağan sarayı 1863,*
*Beylerbeyi sarayı 1864,*
*Yıldız sarayı 1880'de,*
*Yapılmıştır.*
*Yani Osmanlı'nın çöküş döneminde*.
*Dünya;*
*Sanayiye,*
*Eğtime,*
*Bilime,*
*Ağırlıkverirken,Osmanlı çöküşü gizlemek için saray yapımına ağırlık vermiş.*
*Umarım,*
*sonumuz aynı olmaz!
1 note
·
View note
Text
Hacı'nın şehadetinin unutulmasını, konuşulmamasını, gündemden kaldırılmasını isteyenlerin, sadece onu öldürenler olduğunu düşünmek, yanılmaktır.
İngiliz Şiiliği-Amerikan Sünniliğinin ortaklaştığı arzu da bu yöndedir.
Bunların da öncelikli hedefleri, Hacı'yı, mümkün olduğu kadarıyla unutturmaktır. Bu mümkün olmuyorsa, bir şekliyle yaftalamak, değersizleştirmek, etki alanını kırmak için strateji geliştirmektir.
Çünkü Hacı dediğimiz kişilik, pergel misalidir. Sabit ayağı Velayet-i Fakih Öğretisi üzerinde, diğer serbest ayak ise Venezuela'ya kadar uzanacak genişlikte Direniş kültürü nakşedecek bir bilinç...
Bu, işine gelir mi, müteahhitlik amacındaki din(ar) adamlarının?!
İşine gelir mi, dinden anladığı, Saray merdiveni yalayıcılığı olanların?!
İşine gelir mi, dinden ekmek kapısı edinenlerin?!
Âbalısı da aynı bu taifenin, Cübbelisi de...
Hacı, sadece Büyük Şeytan ABD ve yedeğindeki güçlerle savaşmıyordu ki. Bu savaş, görünendi ve belki de en kolayıydı.
Hacı, Ali(as)'yi mazlum eden menfaat ve cehalet çetesi ortaklığıyla da göğüs göğüseydi.
Hacı, son anına kadar Münafıklıkla boğaz boğazaydı.
Irak, bu savaşın en çetin meydanıydı. Hacı, sıkıyordu boğazlarını ancak Münafıklık-Cehalet işbirliği işte, namertçe...
Oradan neşet bulan Amerikan/İngiliz projelerin uzantılarıdır sağa sola sarkıyor şimdi.
Hacı'nın kanı, ABD'nin elinde olduğu kadar Münafık-Cahil ortaklığın da elinde... Onlar da biliyor neyin ne olduğunu.
Unutulsun istiyorlar...
2 notes
·
View notes
Text
Bölüm 63: Jing ile Wei arasındaki savaş çok yakındı
Nangong Wei, harıl harıl çalışan bir karınca kadar endişeliydi. Qingming festivalinden önceki gece Weiyang Sarayı'nda aniden alevler baş göstermişti.
Yüzlerce devriye askerini bir an evvel ve çok uzatmadan yangını kontrol altına alması için gönderdi.
Devasa alevler gece boyunca yanmayı sürdürmüştü. Weiyang Sarayı'nın otuz altı odasının tamamı yanıp küle dönmüştü.
Weiyang Sarayı'nın önceki meclise ait Doğu Sarayı'nı dönüştürülerek yapılmış olması büyük bir şanstı. İnşa edilirken suikastçıların öteki odalara sızıp tahtın varisine suikast düzenlemesinin önüne geçmek için tıpkı Ganquan Sarayı'nda olduğu gibi etrafında büyük boş bir alan bırakılmıştı.
Bu sayede Weiyang Sarayı geriye hiçbir şey kalmayana dek yanmış olsa da diğer saraylar bundan etkilenmemişti.
Baharın başında kuru bir hava olduğundan, geçmişte sıklıkla sarayların içinde yangın çıktığı olaylar yaşanırdı. Fakat Ekselansları Zhenzhen'in Majestelerinin kıymetlisi olduğunu bilmeyen var mıydı?
Nangong Wei gece boyu uğraşmıştı. Ertesi sabah meclisi topladı, ardından bir yudum su içmeden doğrudan danışmanlarıyla karşı önlemleri tartışmak için kendi malikanesine gitti.
Danışmanlar arasında iki karşıt görüş oluşmuştu. Bir taraf bir an evvel Majestelerine durumu bildirmek için bir haberci yollanması ve kendi ihtiyatsızlıklarını itiraf etmeleri, ondan bir karar vermesini istemeleri gerektiğini savunuyordu.
Öteki taraf ise Majesteleri İkinci Prens'i krallığı yönetmesi için seçtiğine göre bu görevi yerine getirmesi gerektiğini savunuyordu.
Eğer yanan saray Weiyang Sarayı değil de sıradan bir saray olsaydı böyle basit bir meseleyi Majestelerine rapor eder miydi? Majesteleri bu raporu gördüğünde onun henüz tahtı devralacak kadar nitelikli olmadığı kanısına varmaz mıydı?
Nangong Jingnu her ne ayrıcalıklı olsa da yalnızca bir Prenses olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. İkinci Prens'in önemsiz bir mevzu için bu kadar yaygara çıkarması sadece Majestelerinin gözündeki imajını zedelerdi.
Şu anda yapması gereken asıl şey Weiyang Sarayı'nda çıkan yangının nedenini bulmak, beceriksiz saray hizmetçilerini yakalayıp Yüce Kurul'a iletmek ve meclisin işlerini harika bir düzen içerisinde yerine getirmekti.
Nangong Wei iki tarafın fikrini de mantıklı bulmuştu: Haber göndermek yaptığı hatanın götürüsünü minimuma indirirdi, fakat krallığın varisi olma hakkını kaybettirirdi. Haber göndermez ise de İmparator babası bunun için onu suçlayabilirdi, lakin tahtın varisi olma konumu elinde kalırdı...
Nangong Wei sonuç olarak ikinci fikri benimsedi. Weiyang Sarayı'nın hizmetçilerinden birkaçını ve devriyeden sorumlu askerleri göz altına alıp Yüce Kurul'a gönderdi ve insanları yangının sebebini araştırmaya yolladı.
Meclisin irili ufaklı tüm meselelerini düzgün bir biçimde halletmişti, bu yüzden de İmparator babasının döndüğünde onu suçlamayacağını düşünüyordu.
Fakat Nangong Wei önceki gün Dördüncü Prens Nangong Zhen'den gizli bir mektup aldı: Qingming'den önceki gece ataların mezarları yanmıştı. İmparator babası dağa tek başına çıkarak töreni tamamlamıştı. Nangong Jingnu'nun atı kontrolden çıkmış ve Fuma onun hayatını kurtarmıştı. Çimenli Ovalardaki pislikler bir araya gelerek isyan başlatmıştı. Kuzeyin dokuz vilayeti onları yenememiş ve Yi vilayeti kaybedilmişti...
Nangong Wei'nin gözlerinin önünü bir karanlık kapladı. Sandalyesine çöktü, yarım gün boyunca ruhu çekilmiş gibi öylece kalmıştı.
Aynı gün içinde hem ataların mezarlığı hem de kraliyet ailesinden bir saray yanmıştı. İmparator babası bunun hakkında ne düşünecekti?
Buna ek olarak haberci, "krallığı yöneten" bu Prensi görmezden gelip kendi bildiğini okumuştu. Raporu doğrudan imparatorluk ailesinin avlanma alanlarına götürmüştü...
Bu şekilde İmparator babasına açık bir şekilde yönetimden memnun olmayan bazı yüksek yetkililerin olduğunu söylemiş olmuyor muydu?
Bu geziden döndüğünde İmparator babasının harika bir ruh hali içinde olacağını ve bu dikkatsizliğin fazla üzerine gitmeyeceğini umuyordu. Fakat görünen o ki bu artık imkansızdı.
Nangong Wei gece dahil bir gün boyunca danışmanlarıyla tartıştı lakin hiçbirinin aklına parlak bir fikir gelmemişti.
Bir koruma telaşla içeri daldı, ardından odanın dışında rapor vermek için diz çöktü, "Ekselansları, Majesteleri sizi derhal saraya çağırıyor."
"Ne?! İmparator babam döndü mü? Ne zaman?" Nasıl bu kadar erken gelebilirdi?!
"Bu asker bilmiyor, yalnızca Majestelerinin döndüğünü duydu."
Nangong Wei'nin resmi giysilerini değiştirecek kadar bile vakti yoktu. Süratli bir ata binerek imparatorluk sarayına sürdü.
Nangong Rang yüksekteki koltuğunda oturmaktaydı. Önündeki katlanmış duran üç rapora bakarken yüzünde kasvetli bir ifade vardı.
"İkinci Prens geldiler."
Nangong Wei uzun cübbesinin eteklerini toplayarak uzun ve hızlı adımlarla büyük salona girdi, ardından dizlerinin üzerine çökerek eğildi, "Bu oğul İmparator babamı selamlıyor."
Nangong Rang, önündeki fırçalığı kaldırdığı gibi yere fırlattı, "Vefasız oğul! Ne yaptığına bak!"
Altından yapılmış fırçalık büyük bir gürültüyle büyük salonun zeminine çarptı. Yerdeki sert ve siyah çinilerden birkaçını kırmıştı.
Nangong Wei kendisine doğru kayan fırçalığa baktı. Soğuk terler döküyordu, "Bu oğlun suçu on bin kere öldürülmeyi hak ediyor, İmparator baba, kendi sağlığınıza dikkat edin."
Nangong Rang soğukça homurdandı, "Elindeki tek şey o zeki konuşan çenen! Hayırsız evlat! Bu koca meclisi sana emanet etmek için çektiğim sıkıntıları boşa çıkardın ve bir aydan kısa bir süre içinde bu koca felaket yaşandı!"
Nangong Wang başı aşağı eğik şekilde kenarda dikiliyordu, fakat içinden kıs kıs gülmesine engel olamadı: Qi Yan gerçekten son derece kötücül bir plan yapmıştı, iki numaranın işi bitmişti!
"Bu oğul işlediği suçlarla on bin ölümü hak ediyor. O gün görevini aksatan tüm saray hizmetçileri yakalanıp Yüce Kurul'a gönderildi, elde edilen bilgiler de halka yayılmasını en aza indirmek için anında kilit altına alındı..."
Nangong Rang bir an sessiz kaldı, "Git ve kenarda dur."
"İmparator babama teşekkürler." Nangong Wei sürünerek yerden kalktı, ardından kendi isteğiyle giderek sıranın en arkasına geçti.
Salonda başka kimin olduğunu ancak o zaman görebilmişti. Yetişkin tüm Prensler oradaydı, meclis yetkililerin bile çoğu karşılamaya gelmişti.
Nangong Rang daha yeni yazdığı imparatorluk fermanını Sijiu'ya uzattı. O ise imparatorluk basamaklarının önüne gelerek net ve yüksek bir sesle, "Göğün isteği ve İmparator'un buyruğuyla, şöyle emredildi: Kraliyet Ailesi bakanı Gongyang Zhong, Ayin Bakanı Guan Da, İmparatorluk Nişanı meclisinin Bakanı Yan Yun görevlerini ihmal ettiler. Onlara emanet ettiğim ağır yükümlülüğü yerine getirmekte başarısız oldular, büyük bir soruna sebebiyet verdiler. An itibarıyla görevden alınacaklar ve Ceza Bakanlığının hapishanesinde göz altına alınarak cezalarına karar verilene kadar bekleyecekler," diye okudu.
Üçü imparatorluk buyruğunu dinledikten sonra sessizce yere diz çökerek İmparatora lütfu için teşekkür ettiler. Kendi istekleriyle siyah ağ şeklindeki keplerini çıkarıp önlerine bıraktılar, ardından korumaların kendilerini göz altına alması için salonun girişine gittiler.
Öz savunma olarak tek bir kelime bile etmemişlerdi. Büyük salonda bu üçüyle yakın olan yetkili sayısı hiç de az değildi, fakat kimse onlara müsamaha gösterilmesini dilemek için öne çıkmamıştı.
Nangong Rang atalarının mezarlarının yanması olayının önemini örtbas etmek için "görevlerini ihmal etme" ifadesini kullanmıştı. Her ne kadar bu konu hakkında bilgileri gizli tutma niyetinde olsa da meclisteki yüksek yetkililerin hepsi çoktan duymuştu.
Hoşgörü gösterilmesi için kimse öne çıkmayınca o üç kişinin de suçlarını kabul etmekten başka şansı kalmamıştı.
Ailelerinin buna dahil edilmemesi zaten bu büyük talihsizliğin içindeki şanstı.
Nangong Rang kaşlarının arasını ovdu, ardından kendini toparlayıp şöyle dedi, "Başka bir meseleyi gündeme sunacağım. Yakın zamanda kuzeyin dokuz vilayetindeki pisliklerin gizlice bir araya toplandığı haberini aldım. Sayısız otlağı ele geçirip mülklerin depolarını ve cephaneliklerini soymuşlar. Yi vilayetinin ardından Qing vilayeti de tehlike altında. Zhenbei Generali Shangguan Wu'ya You vilayetine dönerek askerlerini yollamasını ve isyanı bastırmasını emrettim. Fakat o kabile yerlileri çekirge gibi çoğalıyor. Yetkililer olarak fikir belirtin, herkes bir fikir belirtsin. Birkaç Prens de fikrini söyleyebilir."
Baş Katip Xing Jingfu elinde yeşimden bir plakayla ayağa kalktı, "Majesteleri, bu kulun diyecek bir şeyi var."
"Söyle."
"O kabile yerlilerinin vahşi bir doğası olduğunu bu kul da duymuştu, nereye gitseler sıradan halkı öldürüyorlarmış. Kuzeyin dokuz vilayetinde yaşayan halk korkuyor, tüm ailelerini alıp bu felaketten kaçıyorlarmış. Eğer bu böyle devam ederse kuzeyin dokuz vilayetindeki seksen bir bölge yalnızca içi boşalmış şehirlerden ibaret olacak. Meclisin on yıldan fazla süren emekleri boşa gitmiş olacak. İnşa ettiğimiz kale şehirleri başkalarının olacak. Majestelerinin halkı kuzeye yerleşmeye teşvik için dağıttığı gümüş lianglar da boşa gidecek. O kabile yerlilerinin çoktan zorlu bir güç haline geldiğini konuşmak yerine, Majesteleri bu şansı onların kökünü temelli kazımak için kullanmalı. Yoksa vilayetler kaybedilip krallık büyük bir sarsıntıya uğrayacak."
Nangong Rang bir anlığına sessiz kaldıktan sonra uzun bir iç çekti, "Bizden olmayanların gerçekten de değişik kalpleri var. O zamanlar bu kadar yumuşak kalpli davranmamalıydım. Eğer senin ve Komutan Lu'nun tavsiyesini dinlemiş olsaydım bugün böyle büyük bir felaketle sonuçlanmazdı."
Xing Jingfu İmparatorun çok yakın bir yardımcısıydı, bu yüzden Nangong Rang tahta çıktıktan sonra seviyesini öyle yükseltmişti ki Baş Katip olmuştu.
Komutan'ın tarafına karşı hep çekirdek güç görevi üstlenmişti. Her ne kadar ikisi birbiriyle ateş ve su kadar zıt olsa da, Çimenli Ovaların akıbeti hakkında fikirleri şaşırtıcı şekilde örtüşüyordu.
Lu Quan her zaman kabile yerlilerinin vahşi bir hayat sürdüğünü düşünmüştü. Kaba ve medenileştirmesi zorlardı, bu yüzden de gelecekteki olası sorunları engellemek için derhal onları diri diri gömmeye odaklanmalılardı.
Xing Jingfu onları gruplara ayırıp halatlarla birbirine bağlamayı öne sürdü. Süvari ve okçular onları Luo Nehri'ne atlamaları için kovalayacak ve yaylı tüfek kullanan askerleri ise akıntının yavaş olduğu nehrin aşağısına konuşlanıp hayatta kalan olursa öldürmek için bekleyecekti. Böyle yapmak meclisin insan gücünü koruyacak ve devasa ceset yığınlarından dolayı yayılabilecek bir hastalığın önüne geçecekti.
Nangong Rang onların bu tavsiyesini reddetti, politik ilkelere aykırıydı.
Krallığı her zaman erdemle yönetmişti. Böylesine gaddarca bir şey yapmak halkın desteğini kaybetmesine neden olurdu. Kabile yerlileri hakkındaki fikirlerine katılsa da bunu yapamazdı.
Xing Jingfu, Nangong Rang'ın aklından geçenleri anlamıştı, bu yüzden de onları köle sınıfına almayı, ardından meclis için kale şehirleri inşa etmelerini emretmeyi önerdi. Böylelikle masraftan da kaçınacaklardı...
Kabile yerlilerinin bugünkü haline gelmesi yüzünden Nangong Rang kendini suçtan aklayamazdı, fakat bunda Xing Jingfu ile Lu Quan'ın da parmağı vardı.
Personel Bakanı Deng Hongyuan da öne çıktı. Şöyle bir öneride bulundu, "Majesteleri, hani derler ya, birkaç koyun kaçmış olsa da ağılı tamir etmek için geç değildir. Bu kulun fikrine göre meclis, kuzeydeki dokuz vilayette yaşayan insanları rahatlatmak için birkaç imparatorluk elçisi göndermeli ve çeşitli vilayetlere savunmalarını güçlendirip ordularını kuzeydeki isyanı bastırmak için yollamalarını emretmeli."
Nangong Rang başını salladı, "İki bakan iyi noktalara değindi. Peki ya diğerleri?"
Harp Bakanı Shi Hongzi, ayağa kalkıp şöyle dedi, "Halihazırda meclisin çeşitli çalışma sahalarında gece gündüz talim yapan dört yüz yirmi asker bulunuyor. Başkenti koruyan ve sevk edilmesi tavsiye edilmeyen seksen bin muhafız dışında, her an savaşa hazır üç yüz kırk asker daha var."
Maliye Bakan vekili Wu Lingshan şöyle dedi, "Jingjia sekizinci yıldan itibaren çeşitli bölgelerden orduya katılmak için başvuran toplam insan sayısı, bir milyon sekiz yüz bin. Gerektiği anda orduya katılabilirler."
Xing Jingfu: "Dört bin üç yüz kişilik büyük ordu kabile yerlisi kölelere karşı savaşmaya hazır. Şu an bahar dikimi mevsimindeyiz, asker ailelerinin evlerinde kalıp çiftçilik yapmalarına izin vermek daha iyi olur."
Maliye Bakan vekili Wu Lingshan ellerini birleştirerek eğildi, "Efendi Baş Sekreter haklı."
Nangong Rang'ın yüzündeki ifade hafiften rahatladı, "Diğer sayın bakanlarımın da ordunun kumandanına yönelik bir isim önerisi var mı?"
Uzun zamandır beklemekte olan Nangong Wang öne çıktı, "İmparator baba, bu oğlun bir önerisi var."
"Kim olabilir?"
"Komutan Lu Quan, Efendi Lu."
Nangong Rang aşağı doğru Nangong Wang'a baktı. İfadesinde hiçbir hareketlilik yoktu, yüzüne bakarak ne hissettiğini kimse anlayamazdı, "Sayın bakanım Lu hiç şüphesiz ilk seçenekte yer alıyor, fakat altmışlarına merdiven dayadı. Onu sıkıntıya sokma niyetinde değilim."
"Bu oğul İmparator babamın endişelerini biliyor, ama yine de Efendi Lu'nun bu savaş için en iyi seçenek olduğunu düşünüyor."
"Ah? Sana bunu dedirtenin ne olduğunu açıkla."
"Anlaşıldı. Bu oğul bu savaşın kazanılması gerektiğini düşünüyor. Yapılacak ilk savaşta ve tek seferde kabile yerlisi isyancıları yok etmek en iyisi olacaktır. Ancak o zaman kuzeydeki halk gönül rahatlığıyla evlerine dönebilir. İkinci olarak Komutan Lu, kuzeyi fetheden mareşaldi, yalnızca birkaç ay içinde tüm Çimenli Ovaları yok etmişti. Yıllar geçip yaşlansa da saygınlığı hala önemini koruyor. Ordunun manevi gücü onun sayesinde yerinde olacak, meclisin güçlü ordusuna kanat bahşedilen bir kaplan misali güç katacak."
Nangong Rang başını salladı. İlk başta o da böyle düşünmüştü.
Fakat dönüş yolunda geçirdiği yoğun düşünme sürecinin ardından fikrini değiştirmişti: sonunda Komutanlık mülkünü etkisiz hale getirmişti. Yakında köklerini kazıyabilmeliydi...
Fakat Xing Jingfu ile Üçüncü Prens'in söyledikleri doğruydu: Lu Quan'ın komutanlığı her zaman hızlı ve vahşi olmuştu, öteki Generaller onunla kıyaslanamazdı bile.
Nangong Rang, Nangong Wang'a bir kez daha bakmasına engel olamadı. İki numaranın "beceriksizliği" ile karşılaştırıldığında, üçüncü oğlunun durumu daha iç açıcıydı.
Tam Nangong Rang kararını açıklamak üzereyken, birdenbire bir kişi öne atladı.
Personel Bakan vekili rapor verdi, "Majesteleri, Komutan şu anda başkentte değil. Efendi Komutan'a bir ay önce eski bir hastalığı nüksetmiş. Personel Bakanına bir mektup gönderip Li dağında bahar istirahatine çekilmek için izin istedi, bu da İkinci Prens tarafından onaylanmıştı."
— — —
PDL yazar notu:
İyi bir arkadaşının babası öldürülecek, Baishi Qi Yan'dan yardım isteyecek mi?
Ve bu büyük savaşın sonucu ne olacak olabilir?
Nihayetinde o, Qi Yan mı yoksa Agula mı?
Ve şu anki durumu köklerinden sarsacak olan öteki kişi ne zaman görünecek?
Jingnu'nun annesinin mevcut tek portresi yandı, buna üzülecek mi?
Qi Yan'ın yedek planı ne olabilir?
Lütfen Clear and Muddy Loss of Love'ı takip etmeye devam edin.
0 notes
Text
ŞARKILARDA GİZLİYDİ ONLARIN BÜYÜK AŞKI..
Çiğdem Talu, Ercüment Ekrem Talu’nun torunu ve Recaizade Mahmut Ekrem’in torununun kızı. Edebiyatçı bir aileden geliyor yani. Filoloji eğitimi aldı, 17 yıl bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı.
Mutsuz bir evlilikten sonra, şarkı sözü yazarlığına başladı. Kader karşısına 24 yaşında bir kimya mühendisini çıkarmıştı: Melih Kibar. Kendisi o zaman 36 yaşındaydı.
Çiğdem şarkı sözü yazıyor, Melih beste yapıyordu. Sekiz sene beraber çalıştılar, 270 şarkı yaptılar. Melih’in ifadesiyle öyle görür görmez aşık olmadılar birbirlerine. Önce, ”İşte öyle bir şey,” derken ısındılar birbirlerine, sonra da
“Bende bu cehennem gibi yürek olmasa,
Bende deli rüzgâr gibi hasret olmasa,
Bir de cana can katan o sevdan olmasa,
Ah bu hayat çekilmez” diyerek sanki bir şeyler anlatmak istiyorlardı.
Birlikte gittikleri Sopot Festivalinde, artık her şey ayan beyandı. Ama Çiğdem korkuyordu. “Kocaman kadının çıtır sevgilisi var.” dedirtmek istemiyordu.
Sonra zoraki bir ayrılık… Melih yüksek lisans yapmak için Londra’ya gitti. Ama aşk aşktır. Çiğdem sevdiği adamı görebilmek için fırsat buldukça Londra’ya uçtu.
İki sevgili, 1976 sonunda İstanbul’da buluştular ve 1977’yi Tarabya’da bir restoranda birlikte karşıladılar. İlhan İrem ve Erol Evgin’in desteğiyle Melih Çiğdem'e dedi ki;
Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen
Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem
Şarkılara can veren ilham meleğimizsin sen…
Ama aradaki yaş farkı hep duvar gibi durdu karşılarında. Dostça ayrıldılar, birleşmeden. Saray terbiyesiyle yetişmiş Çiğdem, bu farkı anlatamıyordu mantığına. Ama birlikte çalışmayı, birlikte üretmeyi sürdürdüler.
1980’lerin başında göğüs kanseri dediler Çiğdem’e. Geç konulmuş bir teşhisti. Çiğdem bu sefer Londra’ya tedavi için gidip geliyordu. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Ama lanet bir hastalıktı bu. Bir türlü geri adım atmıyordu. Masraflar artmıştı.
Dostları bir araya geldi, Çiğdem’e destek için. “Çiğdem Talu’ya Selam” adıyla bir konser düzenlediler. O gece bütün dostları şarkı söyledi.
Ama 28 Mayıs 1983’te gazetelerde bir haber vardı: “Şarkılar Öksüz Kaldı.” Evet, şarkılar öksüz kalmıştı ve Çiğdem artık şarkılarıyla anılacaktı.
Çiğdem’in ölümünden sonra Melih kapkaranlık bir sessizliğe büründü. Artık eskisi gibi beste yapamıyordu. Son olarak geçti piyanosunun başına ve selam gönderdi Çiğdem’ine, “Sessiz Veda” şarkısıyla.
Ya, sonra mı? Melih de kansere yakalandı ve 7 Nisan 2005’te Çiğdem’ine kavuşmak için kapadı gözlerini. Tıpkı Çiğdem gibi, aynı arkadaşları aynı camiden, Bebek’ten sonsuzluğa uğurladı Melih’i
İşte, yaşanmış ama bitmemiş bir aşk hikayesi…
Seni düşündüm dün akşam yine.
Sonsuz bir umut doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani ıssız bir yoldan geçerken,
Hani bir korku duyar da insan,
Hani bir şarkı söyler içinden,
İşte öyle bir şey.
Hani eski bir resme bakarken,
Hani yılları sayar da insan,
Hani gözleri dolar ya birden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.
Seni düşündüm dün akşam yine.
Bir garip huzur doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani yıldızlar yanıp sönerken,
Hani bir yıldız düşer de insan,
Hani bir telaş duyar da birden,
İşte öyle bir şey.
Hani yağmurlar yağar ya bazen,
Hani gök gürler ya arkasından,
Hani şimşekler çakar peşinden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.
Çiğdem Talu Melih Kibar
0 notes
Text
🎯 ÜLKE DE BÖLÜNMÜŞ İKİLİĞİN DOĞUŞ GÜNÜ 27 MAYIS DARBESİ 🎯
Mobbing Bank Türk Fırtınası kitabı bir sır cümle ile şöyle başlar;
✓ Zulüm ilk çıktığı adrese geri döner ve başlatanı bitirir.
Tek başına bir cümle olarak büyük bir mana içerdiği anlaşılmamış olabilir.
Detaylarını yazayım en sonunda sırrı ve manası çok net anlaşılacaktır.
Bir fitne çok partili ideolojili dayatma ile başladı.
Bunu ben biz bütünlüğü bozan bölünmüş ikiliğin ilk adımı olarak görüyorum.
Diğer her yaşanan be bugüne kadar yaşamımızı olumsuz etkileyen her gelişmenin ardında bu işin bu noktaya gelmiş olması yatar.
27 Mayıs darbesine devrim deme gafleti içinde olanlarda var. Ben buna katılmıyorum.
Eğer din eğitim ve öğretimi kaldırılıp köy enstitüleri ile devam edilse ve tüm siyasi partiler kapatılarak partisiz ve ideoloji faaliyet olmadan devam edilmiş olsaydı devrimi devam ettiren ve sahip çıkan insan yetişir ırk ve mezhep temelinde ikiye bölünmüş bir toplum yapısı ortaya çıkmaz hiçbir açıda yaşanmazdı.
Siz demokrat parti zihniyeti nato denen belayı ülkenin başına bela ederseniz ondan sonra ordu içinde Atatürk ve Türk subayı değil nato lehine darbeden darbeye giden sürece teslim olursunuz.
İkinci adam yokluğu Atatürk gibi bir dahinin yerinin doldurulamamıs olması on yılda bir askeri darbe dönemlerini başlattı.
Bir tarafta dinci faaliyetler adına Türk İslam sentezi ihaneti diğer tarafta sol adı altında komünizm faaliyetini desteklemek sonra onları birbirlerine düşman edip çatıştıran tam bir fitne işi.
14 Mayıs 1948-14 Mayıs 1950 Filistin topraklarında o terör örgütünü devlet olarak tanıma gafleti bütün bu rezillikleri başlattı.
Bugüne kadar Mustafa Kemal Atatürk sonrası siyasi tarih bu şekilde doğru öğretilmeli.
Filistin'de kurulan terör örgütünün büyümesi korunması adına bir geçmiş demek daha doğru olur.
24 Ocak kararları ve 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından başlayan süreç ise yine devleti tarikat ve cemaatlere teslim etme ülkenin bütün ekonomik kaynaklarını her mahallede bir milyoner olarak beslenen sermaye aracılığıyla parayla siyaseti tehdit ederek hizaya getirip yine şer belanın ülkemize özelleştirme adı altında getirilerek satılması fabrikaların kapatılması üzerinde bir plan ve proje ile bugünlere gelindi.
Son yirmi yılda ise Anadolu ve Türk ulusu din, Atatürk, siyaset, medya, tüketim, bol karşılıksız para ile aldatılanlar en vahşi soygun veya talan yaşandı.
Saray ve seçimle işbaşına getirilen padişahlık benzeri bir ucube rejim bugün ekonomi yüzünden tüm tehditleri buradan aldı ve dış siyasette yine bu fitnenin din üzerinden yürüttüğü vaad edilmiş topraklar hesabına hizmet adı altında Suriye'de bir hafta içinde siz Osmanlı olacaksınız gazı ile tuzağa düşürüldü bir hafta içinde Emevi camisinde namaz kılacaklardı olmadı. Bölge ırak sonrası adeta terör yuvası kangren bir yer oldu.
Milyonlarca insan yurdundan yuvasından olarak mayın önceden temizlenip hazırlandığı için plan tıkır tıkır işliyordu.
Anadolu üzerinde ki üçüncü emperyalist proje demografik yapı değişikliği dayatması ile karşı karşıya kalıyorduk.
Ülkemizi yöneten bop eşbaşkanı aynı zamanda yahudi cesaret madalyası ödülü vardı.
Anayasa değişikliği yapılsa bu projenin istediği ikinci çakma terör Filistin toprakları üzerinde kurulan terör gibi devlet olacak ülkemize son katılan ve Mustafa Kemal Atatürk'ün ilmi sırrı gereği Hatay ilk kaybedilen il olarak denize kıyısı olan devlet şeklinde birinci dünya harbi ile elde edemedikleri Anadolu'nun parçalanması planı işliyordu.
2015 tarihinde mobbing bank yazılmamış mahşer tufanı ve canlı ölüler ibreti yaşanmamış olsaydı şimdiye kadar Anayasa değişikliği dahil bu şer hedefine ulaşmış olabilirdi.
Ukrayna'da bir komedyen ile Rusya'ya karşı kaybettiler.
Filistin topraklarında Gazze soykırımı ile kaybettiler.
Mahşer tufanı canlı ölüler ibretinin birer parçası gelişmelerdi çünkü yaşattığı zulmü yaşayarak bitecek bir belaydı.
Kendi kendilerini bitiriyorlar.
Sıra Anadolu da yaşam pahalılığı ile soygun yapan tefecilik düzeni olan yine bu şer düzene hizmet eden her mahallede bir milyoner olarak beslenen zihniyetin devrim ve kamulaştırma ile gücünün azaltılması ve bankaların tefecilik yapma ruhsatı iptal edildiğinde kapitalizmin Anadolu'dan yıkılmaya başlaması var.
Cumhurbaşkanı zaten faizi sevmiyor.
Bu durum kendisine fırsat verdi.
Hem yarım kalan devrimlerin tamamlanmasının önü açılacak, hem üretim ve hizmet araçları yeniden Türk ulusuna geçecek hemde ekonomi ve toplum yavaş yavaş patron kendisi olacağı için rahatlamış bir emperyalist proje daha çöpe atılmış olacak.
Sonrasında Suriye ve Irak devleti ile iyi komşuluk ilişkileri ile burada bulunan tüm terör unsurları temizlenerek Amerika kendi evine dönecek Filistin topraklarına geri sahip olacak ve orada kurulan terör örgütü devlet özelliğini yitirecek ve tarih olacak.
İncirlik ve Kürecik üsleri kapatılacak ve savunmasız, istihbaratsız kalacak.
Ortadoğu da topraklarında Amerika'yı istemeyen devletler uyanacak birleşecek ve bu şerri defedecekler.
Din üzerinden kurulan sahte plan bu şekilde tanrının mahşer tufanı ve canlı ölüler ibreti ile ibretlik bir insanlık geçmişi olarak geçmişte kalacak.
Bunun sonunu da son beyin savaşları komutanı Mustafa Kemal Atatürk'e yani onun fikrine karşı açılan savaşı yine onun fikri ile tarihin bir birikimi ile ve ilmi sırrı ile karşılarına çıkarak yaşattığı ibret ile yenmiş olacak.
Kapitalizm kamulaştırma sonrası ilk Anadolu da yıkılacak sonra bütün dünya Türk devrimini örnek alarak insanlık emperyalizmi yeryüzünden silecek.
Dünya düzeni hayali susuz şer denizinde hayal olarak suya düştü.
Kendini tanrı yerine koyan azgınlık gerçek Tanrının gazabına uğrayarak ibret ile etkisiz hale getirildiler.
Tarihin akış sürecini her zaman Türkler değiştirir gerçeği bir daha değişmemiş olacak.
Tüm gelişmeler bundan sonra onların aleyhine çok acı çeken Türk ulusu lehine olacak.
Ne mutlu Türküm diyene.
Ne mutlu gerçek asil kan Atatürk olana.
Ne mutlu insan kalabilene.
Mobbing Bank Türk Fırtınası kitabımın ilk sözü şu sır ile başlar.
Zulüm ilk çıktığı adrese geri döner ve başlatanı bitirir.
14 Mayıs 1950 - 14 Mayıs 2024
Bu ihanetin başlangıç ve sonuç tarihleridir.
Mayıs ayında yazdıklarım bunun ispatıdır.
Mahşer tufanı ve canlı ölüler ibretinin bir diğer maddi delili budur.
Sabancı holding 19 Mayıs 2024 tarihinde geleceğimizi kimseye vermiyoruz diye bu sebeple dile gelmek zorunda kalmıştır. Geçmiş olsun o iş bitmiştir.
Fenerbahçe ile algı değiştirmeyi başarmayanda bu şekilde yenilerek bu ibrrtin maddi delili oldu.
Hepsi yaşandığı ve yaşatıldığı gibi ne bir eksik ne bir fazla.
Tüm insanlığın önünde.
İbret ve sır budur işte.
Ne mutlu kazanan insanlığa.
Olmayan demokrasiye çare bulunur. Demokrasi olmayan bir yerde demokrasi de çare tükenmez sözü bir sömürge sözüdür. Yetmiş beş yıllık çok partili sözde demokrasi tecrübesi bu gözlemi ortaya koydu.
Demokrasi bir tramvay olup günü geldiğinde inilir şeklinde amaca uygun veya gizli niyete uygun kullanışlı bir araçtır demek isteyen kimdi? Hiç kimse niyetini ve sözünü unutmaz!
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#27 Mayıs darbesi
0 notes
Text
ANLAYANA (1/1)
ATATÜRK: "SIR.?"
BAŞKENT KÂDİM DEVLET:
13 EKİM
(NEDEN “BAŞ” ANKARA PAŞAM.?)
DENİLDİĞİN DE..
"HÜKÜMET MERKEZİ YAPMAKLA,
BÜSBÜTÜN;
BAŞKA BİR HEDEF GÜTTÜM.
TÜRK’ÜN,
İMKÂNSIZ OLANINI İMKÂN KILDIM."
DEMİŞTİR.
NEDEN "BAŞ" ANKARA.?
İSLÂM'IN ZAT-I MÜBAREKLERİ DE..
TÜRKLÜĞÜN VE YÜCE İSLÂM'IN,
BATİNİ HALİFESİ; Pîr-i Türkistan;
Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin,
Türklük Ulviyetli Fikirlerinde..
ANKARA BÖLGESİNDE;
(Zat-I Serap/Altın MerkeziNİ)
Kudsiyetli Dergâh-ı Elzeme,
Bağlılık Tercihende...
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri,
Abdulhakim Arsavi (k.s)
Taceddin-i Veli (k.s)
Şeyh Ali Semarkandi (k.s)
Şeyh Tacettin Sultan,
Gazi Gündüzalp, Taptuk Emre,
Kazancı Baba, Alışoğlu GİBİ,
Sahabe ve Evliyalar;
ÖYLESİNE!
Boşuna burada..
(BAŞ) Ahiliğinde durmadılar.
Dününde her daim bu kudsiyetleri,
Devlet-i Ebed-Müddet'in..
İlhamını ön planda tutarak,
Ulular Yönlendirmesinde..
Ruhani; İnanç; İtikat;
Mesuliyetlerini sürdürmüşlerdir.
《■》NEDEN "BAŞ"KENT ANKARA?
▪BİR)
SIR'LARININ.?
"BAŞ" İSPATINDA.!
Hz. Nuh’un Gemisinin Çapası.!
“Büyük Nuh Tufanı’nda”
İstkâmeti ve Belirlenmişlikte..
Ankara’ya düşer.
Bulunan Bu Çapanın yerine,
BİR “Baş” Şehir kurulur.
TESPİT!
Ankyra/Ancyra
Ankara'nın geçmiş tarihinin,
Roma Döneminde..
(Ankyra, Ancyra)
Gemi Çapası/Anlamın DA..
İLK basılan Romalıların kullandığı,
Eskiden kullandıkları,
'Gemi Çapası Figürlü Para'
Denizi olmayan bir yerleşim de!?.
▪İKİ)
SIR'LARININ.?
"BAŞ" İSPATINDA.!
HZ. NUH’un Gemisindeki,
Emanet-i Tabut (Sekine)'NİN..
(SEKİNE DUASIYLA..
Sekine yağmurları dileğinde..
Darlanıp Teslimiyetimizle..
Kalbi DUAlara sarıldığımızda..
Maneviyata ruhumuza serpilen,
Nefsimizin körelmesinden..
Bizleri arındıran,
'SEKİNE damlalarıyla..)
Tufan (Kıyamet)...
Bitiminden sonrası,
Belirlenmiş An ve Karaya;
Gönderilme olarak,
ANKARA DA..
Olduğu rivayet edildiğinde?
TESPİT!
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLET-İNİN;
'MGK' Toplantı Salonunun,
(Tam Ortasında)
Her daim, Her türlü durumda..
Süreklilikte /Mutlak/Değerinde..
BEKA'SI İspatın DA..
Her daim bulunan NesneyE dikkat!?
TESPİT!
PİR'İ TÜRK İSLÂM HOCASI;
Ahmet YESEVÎ HazretleriNİN..
Türbesi’nde Ana Giriş ÖN kapısının,
'Gemi (Uzay) Yapı’sına dikkat.!
▪ÜÇ)
SIR'LARININ.?
"BAŞ" İSPATINDA.!
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN;
ATILIM VE ŞAHLANIŞINDA,
“Millî Mücadele” Yıllarında..
“Kod” Adı olarak,
“NUH” İsmini ne diye kullanıp,
SIR'lı tutmuştur.?
▪DÖRT)
SIR'LARININ.?
"BAŞ" İSPATINDA.!
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA;
19 Mayıs 1919 DA..
Samsun'un ardından sırasıyla..
Amasya, Erzurum, Sivas, Tokat,
İllerinde toplantılar yapıp,
ANKARAYI..
NEDEN "BAŞ"KENT Yapmıştır.?
《■》NEDEN ANITKABİR?
SIR'LARININ.?
GERÇEKLEŞMESİNDE..
Frigyalılar, Sümerler,
Romalılar, Bizanslılar,
Selçuklular ve Osmanlıların...
Merkezi Anıt-lar Tümülüsleri.
Yerli Ankaralılar..
Buraya;
“Beştepeler” Diyorlardı.
☆MİLLETİ'NİN KAĞANI;
ANITKABİR
Neden?
Bir Frig, Eti, Sümer’LER..
Tümülüsünün üzerine yapılmıştır.
☆GAZİ PAŞA’NIN;
"ANIT TEPE..
Sağlığında ve Çok Öncesinden..
'Israrı ve Vasiyeti'
NOKTASINDA..
Neden Gömülmek İstedi?
☆BAŞBUĞ "İSTESEYDİ.."
ŞAHSİ FİKRENDE..
KABRİNİN İSTANBUL'UN;
Deniz Manzaralı Tepelerinde..
Feniz Sahillerinde ve Adalarda..
En büyük, En önemli Merkezinde..
YA DA..
Topkapı!
Dolmabahçe!
Beylerbeyi!
Saray Mahallinin Kıymeti Değer,
Yerlerini İstemeyip DE..
☆BU SIR'LI.?
İsteğinin neticesinde..
Yer; (AnıtTepe)
Yeri; Anıtkabir'E..
Neden defnedildi?
☆ACABA.?
ANITKABİR’İN Seçilmesinde..
“Tabutu Sekine’nin”
Etkisi olmuş mudur?
☆GAZİ PAŞA;
“Tabutu Sekine”Yİ..
Görmüş müdür.?
GAZİ PAŞA;
Olabilecek Şahsi hazineleriNİ,
YA DA..
Dünyalık olan malı, mülkü İLE..
ANADOLU TÜRKLÜK;
Merkezi ve Daiminde Kİ!
Eşsiz Manevî ve Maddî Değerinde..
Neden gömülmedi.?
☆İSTESEYDİ.!?"
ŞAHSINDA VE FİKRİNDE..
Şatafat DA!
Hali Hazır DA!
Keyfin DE!
Topkapı!
Dolmabahçe!
Beylerbeyi!
Saray Mahallesinde..
Yoksa! Oturmaz mıydı?
☆İSPATINDA!
ATATÜRK'Ü;
Hala anlamamakta Nankör olanlar,
Bilsinler Kİ!
TÜRKLERİN;
Örf, adet ve geleneklerine GÖRE,
TÜRK KAĞANları gömülürken.!?
(Frigler, Galatlar, Sümer LER..)
Benzeri üzerinde..
“AN” ve “KARA”
Kadim Başkent; (Merkez)
Olduğunun kanaatindedir.! 1/2..
STRATEJİTÜRK
0 notes
Text
İstiklal Marşı'nın bestecisi: Osman Zeki Üngör
İstiklal Marşı’nın bestecisi, Türkiye’deki ilk konser keman sanatçısı, ilk senfonik orkestranın kurucularından ve ilk orkestra şeflerinden Osman Zeki Üngör’ün vefatının üzerinden 65 yıl geçti. Üsküdar’da 1880’de dünyaya gelen Üngör’ün dedesi Osmanlı’nın saray orkestrası olan Muzıka-yi Hümayun bünyesinde “Fasl’ı Cedid”i tertip eden Santuri Hilmi Bey, babası Şekerci Hacı Bekir ailesinden Hüseyin…
View On WordPress
#"Azmü Ümit Marşı"#"Töre Marşı"#"Türk Çocukları"#"İlim Marşı"#Osman Zeki Üngör#İstiklal Marşı#İstiklal Marşı&039;nın bestecisi#İstiklal Marşı"
0 notes
Text
worm.
Purple highlighted is the Northern Provinces, green is the Eastern Provinces, orange is Western, blue is Southern. Pink cities are capital, except red cities are claimants seats (excluding Carcosa cuz that ain’t on map). Grey city is just dead, ruined city. Yellow lines are the famous Pearl Roads.
All the Lords and Ladies n important ppl to my head canon shit who have a seat/power in their Province’s capital city/Province in general; some names were hard to fit but I didn’t wanna leave ‘em out.
Just provinces names n’ cities, the pearl roads n’ the names of each Five Forts.
Allegiances of all the stuff going on in 300AC:
Aquamarine-green is all that like/ally w/ current Blue Emp. Bu Gai.
Yellow is ally w/ Pol Qo, the rival claimant and declared Orange Emp.
Light sky-blue is just the Sarai prov. cuz Lord Joi Sazuhad has had to deal with Grey Plague already and now another interregnum/civil war?? Nah. He want to be independent city-state-province-kingdom like Qarth or smth; an autonomous region.
Dark teal Di’an, Buien, and Wuian is kinda neutral; don’t want beef with anyone; so whoever comes out on top as Emp. they’ll chill with; they got there own shit going on with the Five Forts n shit. Plus Bu Zar is like 16/17 and Bu Lonli is 13/14. so. children. Lady Mago Li (Di’an prov.) is friends w/ Lady Shi’on Meli so she don’t really wanna fight childhood friend y’know, so, neutral.
Dark warm brown Tokoh is overrun by Warlord Dar Nishai the Anointed, who has beef with Rhaz Goldeye n’ wants the Chiun territory.
Light gray-brown Chiun wants Tokoh territory, Rhaz Goldeye also just wants to rile shit up in Yi Ti in general.
Warm pink is general disarray, no set rule or ally. Just lots of gang leaders and brigands and false lordships. The southern bit of Langu is kinda overtaken by head honcho Brigand Leader Sol the Puppet-Lord, who may or may not be controlled by a sorcerer. The northern region of Langu by the Zai prov. that’s intersecting yellow-pink is conquered by Warlord Ya’zeen (Sechir Endai) cuz he united bands of the Cat King and wanted to ally with Pol Qo’s side.
The Hanhan prov. is mostly allying with Pol Qo with the expection of the capital city of Bixui, who wants to brown-nose the Blue Emp.
Dark magenta Mizhen is fighting with Bari over who’s the best coolest has the divine right to be acting head of ceremonies n’ rites n’ important religious stuff. Priest-King Qilan used to be deputy minister to Minister of Rites Fuen Qon before Qilan and Sho An killed him in plot.
Dark purple Bari head Priest-King Sho An is fighting for power with Mizhen’s Priest-King bcuz they both want to be recognized head honcho.
Red Zuhin is under remote control of Sorercer-Lord Lokarcion who may or may not be the third rival claimant the Yellow Emp. Mfer be hiding in disguise so. Is he really there, is he just a proxy of the real Yellow Emp. who may or may not be still in seat Carcosa? Who knows eh.
Dark leaf green with red variations Yehur plotting to fuck with Sunlan w/ help of Lokarcion. Essentially a puppet.
Off-lime green red variations Sunlan thinks Lokarcion is spying on Yur Dorqi/Yehur for Lady Sunmin Cang but is in fact lying. Lokarcion is double crossing them both for his own gain. Essentially a puppet.
Dark blue dot map of the Grey Plague spread in Yi Ti cuz’ it was mentioned in books as a recent thing so, rn I’ve just left it as a thing that happened in 300AC but might move that date ‘round a bit
have sauce
thinking bout maps, whether I should post all the maps rn or post them when they make sense in chapters
but some of them won’t come up because they’re maps from 300AC and the most that’ll realistically come up is my finished-ish ones of 126 and 132AC ahhh
Maybe just the 300AC ones then idk
5 notes
·
View notes
Text
BEYAZ SARAY’DA BİR ŞİZOFREN VE BARIŞ PINARI!
BEYAZ SARAY’DA BİR ŞİZOFREN VE BARIŞ PINARI!
Geçtiğimiz seçimde ABD’nin yeni devlet başkanı olan Donald Trump, göreve geldiği günden beri absürt ve tutarsız davranışları ile hepimizin tepkisini çekmeye devam ediyor. Gerek dış siyasette izlediği rota gerek yaptığı açıklamalar ve attığı adımlarla dünyanın zaten kutuplaşan yapısını daha da kutuplaştıran hareketleri ile bugün, hemen hemen tüm dünya insanlarını etkileyen bir siyasi figür haline…
View On WordPress
#barış pınarı#beyaz saray#cumhurbaşkanı#donald trump#suriye sorunu#Trump tehdit etti#Trump Türkiye&039;yi tehdit etti#trump tweet#türk abd ilişkileri
1 note
·
View note
Text
(Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cânanı incitme...
Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!
İncinmek,sızı gibi derinden hissedilen acının adı. İleri boyutu kırılmak.
İncitmemek sanki daha kolay da incinmemek pek mümkün değil gibi geliyor insana.Herhangi bir uzvu incindiğinde insanın,kırılmasına göre daha kolay iyileşir. Birkaç gün sızılar,şişer sonra yavaş,yavaş şifa bulur. Kırıldığında acısı artar,iyileşme süreci uzar,ama yine de iyileşir.
Ama bu incinip kırılan gönül ise iyileşme ümidi çok azdır. İnsanın gönlü sırça saraydır. Değil kırmak,incitmeye gelmez. O sırça saray bir daha asla eskisi gibi olmaz çünkü.
Niye incinir gönül,neden kırılır.? En çok sevdiklerinden kırılır. Sevgi bekler,anlayış bekler,ilgi bekler. Bunların sözler ve davranışlar ile dile gelmesini umar. Bekler..
İnsan bu, bir sözden, bir halden, bir dudak kıvrımından incinir. Bazen bir susuştan, bir dalgınlıktan incinir.Ama illaki de en çok sevdiğinden incinir.
Bir beklentiye girip , incinmemek hayli geniş bir gönül, kuvvetli bir irade istiyor. Nefis tezkiyesi istiyor. Nefsini,kalbini belli bir olgunluğa getiren kişi,kimseden bir şey beklemez ve ummaz ,incinmez.
Bir tasavvuf tarifinde “İlk dersi incitmemek, son dersi incinmemek olan mânevî tahsil...” diye okumuştum.
Gönlü inciten işlerin yaratıcısı Allah olunca; incinmek, rızâsızlık olur, teslîmiyetsizlik olur, isyan olur. Kemal noktasında eksiklik olur.
Bu eksikliğe işaret ederek Alvarlı Efe m.lütfi Kemal’de noksan imiş ,incinen incitenden demiş.
Âşık der inci tenden
İncinme incitenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incitenden...
Kendisinin uzunca bir şiiri de var. Kısa bir bölüm ,
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cânanı incitme
Esir-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme
Tarîk-i ışkda bi-çâreyi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme
Günahkâr olma Fahr-i Âlem-i zî-şânı incitme
diyor. Bu sebeple incinmemeli, unutmalı, görmemeli, müsamaha etmeli, hayra yormalı.
Al-i İmran Suresi Ayet, 159
''Allah rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. ( O’na dayanıp güven) Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.’’ )
Kıymetli ablamm @behisti yüreğine şifa olsun🌼🍁🌹
(Alıntı Lavanta kokulu sandıktan)
52 notes
·
View notes