#olumsuz üslup
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kapitalizmin Özel’leri
✍🏻 Dursun Uzun
https://www.gundemarsivi.com/kapitalizmin-ozelleri-ve-kendini-her-haman-hakli-gorme-hastaligi/
Kapitalizmin Özel’leri ve Kendini Her Haman Haklı Görme Hastalığı…
İnsan doğası gereği bencil bir o kadar da gururuna düşkün bir varlıktır.
Kapitalizmi anlatmaya gerek yok. Dağ başında hayvan otlatan da şehirde belediye başkanlığı yapan da kapitalizmin ne olduğunu biliyor artık. Kapitalizmin özelliklerinden bir de (bana göre) kişiyi haklı görme sendromuna esir etmesidir. Kişi kendini hep haklı görürse inatlaşma başlar. İnatlaşma restleşmeyi o da gerginliği yani krizi ve kaosu yaratır. Şimdi gelin işin kökenini oluşturan kendini haklı görmenin neden ve sonuçlarına bakalım.
“Her türlü ilişkide en çok yaşanılan sorunlardan birisi de taraflardan birisinin ya da her ikisinin ısrarcı biçimde haklı çıkma çabası içine girmesidir. Bu tutumun ortaya çıkmasının en önemli nedeni diğer insanların gözünde küçük düşeceği ya da kendi gözünde kendi değerini yitireceği (ya da yitirdiği) kaygılarıdır. Diğer yandan her insanın yaşanan her türlü sorunda kendini haklı görme eğiliminde olması ve karşıdakinin haksız olduğunu düşünmenin insanın kendisini tümüyle haklıymış gibi görmesine yol açması da bu tutumun oluşumunu desteklemektedir.”
Özgüveni zayıf ya da zayıflamaya başlamış kişilerde görülen bu durumun sonuçları hiçte iyi neticeler vermez. Biraz daha açalım…
Israrlı bir biçimde haklı olduğunu kanıtlamaya çalışma, karşı tarafın daha savunucu bir tutum sergilemesine yol açarak tartışmanın daha da büyümesine ve çözümsüz bir hal almasına yol açmaktadır. Ortaya çıkan kısır çekişme herkesin sorunun yalnız kendisinin haklı olduğunu düşündüğü ya da kendisini mazur gösterebilecek yönlerini görmesine ve karşı tarafın bakış açısını görememesine yol açmaktadır. Sonuçta zıtlaşma, kırgınlıklar ve onarılması güç sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Özellikle eşler arasında böyle bir durum ortaya çıktığında konu aylarca/yıllarca sürebilmektedir. Sağlıklı bir iletişim kurulabilse çözülebilecek incir çekirdeğini doldurmayacak birçok konu çözülemeden eşlerin her ikisi için de mutsuzluk kaynağı olarak ömür boyu sürebilmektedir. Biraz daha derine girersek haklı çıkma kültürel gelişimini ve kişilik oluşumunu tamamlamamış kişiler buna ihtiyaç duymakta hatta bunu bir kaçış rampası olarak görmektedirler.
Şöyle ki; Kimlerin daha fazla haklı çıkma gereksinimi içinde olduğu incelendiğinde, özgüveni ve özsaygısı yetersiz olan kişilerin daha fazla böyle bir gereksinim içinde oldukları görülmektedir. Kişilik yapısı olarak ele alındığında ise narsistikler büyüklüklerini kanıtlamak ve karşıdakini aşağılamak için, paranoidler, kuşkularına kanıtlar bulmak için, obsesifler ise her şeyi denetim altında tutabilmek için haklı çıkma çabası içine girerler.
Bu konu hakkında çok uzun yazılar yazılabilir. Konferans bile verebilirim ama toparlarsak ve özetlersek: Başkasının hatalarını görmeye çalıştığınız kadar, kendi hatalarınızı da görün. Birçok kişi (özellikle bir tartışma anında) kendi hatasını görmenin ya da kabul etmenin kendisinin tümüyle haksız olduğu anlamına geldiği yanılgısına kapılır. Oysa kişilerarası ilişkilerde yaşanan çatışmaların çok azında tümüyle tek tarafın sorumluluğu olur. Bahaneler üretmeden insanın kendi hatalarını kabullenmesi yaşadığı olumsuz duyguları yumuşatan bir etki göstermektedir.
Haklı olduğunu kanıtlamaya çalışırken neyin nasıl söylendiği de çok önemlidir. Köşeye sıkıştırmaya çalışan üslup, karşı tarafı daha da savunucu olmaya itmektedir. Bu nedenle üslubunuza dikkat etmeniz gerekir.
Şimdi Kapitalizmin Özel’leri ve bu konu ile bağlantısına bakalım. Dünya 5 toplum evresi geçirmiş biliyorsunuz.
İlkel Toplum, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Kapitalist Toplum ve Sosyalist Toplum. Biz henüz Kapitalist Toplumu geçemedik. Bu toplumun içinde demokrasi, monarşi, oligarşi, Teokrasi vb yönetim biçimleri de var malumunuz. Biz demokrasi üzerinde konuşalım. Diğerleri her biri ayrı bir panel konusu. Demokrasi Cumhuriyetle yönetim şeklinin çoğunlukta olduğu dönüşümü ve idaresi en kolay yönetim biçimidir. Türkiye açısından bakarsak 80 siyasal partinin sadece 7 tanesinin aktif olduğu bunlarında en fazla 4 veya 5’inin TBMM yer alabildiği gözlenebilmektedir. Yeni ortaya konan ve koyanların bile daha tam anlam veremedik Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. Kamuoyu adıyla tek adam rejimi kendi iktidarını devam ettirebilmek için Makyevelist ve Göbbels tarzı siyaseti fazla yapmak zorunda kalan bir yönetim şeklini zaruri hale getiren bir yöntem. Bu nedenle kendi muhalefetini de yaratmak zorundaydı. Bu sebeple muhalefetin içine kendi kurdurduğu üsluplu olarak kendine eleştiri yapan, hafiften söven, hakaret eden partiler kurdurur. Bu partileri yine kendi içinden çıkarttığı eski bakan ve yöneticilerinden ve eski arkadaşlarından oluşturur ki kendisinden memnun olmayan tabanın konsolidasyonu bozulmasın, başka yere gitmesin. Bunları şu parti ya da bu parti diye adlandırmaya gerek yok. Herkes bunları biliyor.
Şimdi gelelim ana muhalefete ve yavru muhalefetlere. Ana muhalefet partisi durumundaki CHP’de girdiği her seçimi iktidara karşı kaybetmiş bir genel başkanın altında ezik kalmış, ikinci adamın içindeki uhdeleri ve bunca biriktirdiği gücü kullanamamış öfke, hırs ve istek dolu niyetlerini hayata geçirmek isteyen 11 yıllık genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu devirmesi sonucu izleyeceği yol ne olacaktı. Önce CHP’nin Atatürkçü ilkeleri vb. sloganlarla ekranlarda boy gösterdikten sonra anlaşılmaz bir şekilde yumuşamaya başlaması sözde normalleşme adı altında toplumun temel protesto ihtiyaçlarından kaçmak için sinir uçlarında bulunan mitingleri yapıyor görünerek, zaman kazanmaya çalışması sol tabanda ve iktidara karşı olan tabanda karşılık bulamadı. Sosyal medya başta olmak üzere toplumun bütün muhalif kesimleri erken seçim diye bas bas bağırırken mecbur kalıp 1,5 yıl sonra erken seçim istemesinin temel nedenini açıklayamaması oy kaybına neden olmuş bundan, bunlardan bir şey olmaz, olamaz algısı yerleşmiş durumda. Tabii bütün bunların hız kazanması Özel’in Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile görüşmesinden sonra oluyor.
Şimdi gelelim Özel’in neden 1,5 yıl sonra erken seçim istemesine. Bana göre asıl sebep şu: Özel ikinci adamlıktan birinci adamlığa geçmesinin yanlışlığını gördü. Bu bir hataydı. Özgüveni zayıflamış, bu konuda kendini haklı görmeye başlamıştı. Karşısında 22 yıldır ülkeyi iç ve dış politikayı idare eden, S 400 savunma silahları, ülkeler arası projeler ve antlaşmalar, enerji, ilaç ve silah kartellerinin Türkiye üstündeki oyunları, Orta Doğu’nun dumanı, Su savaşlarının gelecekteki etkileri Yeşil Duvar projesinin yönetimi, Kürt ve doğu sorunu ve daha birçok dış politikaya bağlı ülke geleceğini ilgilendiren durumlar. Bir de 3. Dünya Savaşı dedikodusu çıkınca Özel iyice çuvalladı ve bu yükü kaldıramayacağını anladı. Erken seçim isteyip bir şekilde 3 – 5 ay sonra iktidara geldiğinde bu enkazı nasıl kaldıracağını bilmediğini ve buna kadro ve birikimlerinin olmadığını görünce seçimden kaçmaya başladı. Bu 1,5 yıl süre içinde bütün bunları aklı sıra öğrenecek, hazırlanacak ve seçime girecekti. Saraya gidip bunlarla ve başka ŞEYLERLE yüzleşince yüzü yere düştü ve yumuşamaya ve normalleşme demeye başladı.
Özel’in en büyük hatası Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında uzun yıllardır bu gerçekleri bilen biri olarak CHP’ye genel başkan olunca lider olacağını da zannetmesiydi. Birkaç muhalif kanalda kendisine CHP lideri diye hitap edilse de lider olamadığını ve olamayacağını gördü. Sarayda gördüğü YÜZLEŞME O’nun koltuğu emanetine devretmesi ve emekli olması gerektiği gerçeğini kulağına fısıldadı. Erdoğan için Özel Kılıçdaroğlu daha kolay bir lokmaydı. Çünkü liderlik konusunda tam bir çömezdi.
Şimdi gelelim haklılık sendromunun siyasetteki yansımasına ve Özel ile olan ilgisine. Özel GERÇEKLERLE YÜZLEŞİNCE içine girdiği durumdan çıkmanın en kolay yolunun kararlılık göstergesi ve haklılık inatlaşması olduğunu düşündü. Şu anda da onu yapıyor. Özgüveni yıpranmış oturduğu koltuğun altında patlamaya hazır kaç çeşit bombanın olduğunu önceden görememişti. Bu yüzden kendi tabanı ve parti içi muhalefetiyle kavgaya başlamış ben haklıyım, bana güvenin triplerine girdi. Bu konu çok uzatılabilir, örneklendirilebilir. CHP bu yapısı ile kendisine gelen iktidara tepki oylarını da kaybedecek, tüzük kurultayında da genel başkan seçimli olağanüstü kurultaya çevirip Özel’li koltuktan indirecekler. İktidarı almayı başarırlar mı. Bilemiyorum ama kısa yol öngörü olarak hayır diyorum. Erdoğan ölene kadar bu ülkeyi yönetir ve yönettirir. Düşünün bir kutu beyaz boyanın içine birkaç damla attığınız siyah boyayla rengi değişen kutunun içine ne kadar beyaz katarsanız katın hiçbir zaman o beyaz rengi elde edemezsiniz. Çare yeni bir kutu beyaz boya almanızdır. Kolay gelsin sevgili okuyucular.
Eleştiri ve tepkilerini 0533 265 75 63 nolu whatsapp hattına veya [email protected] adresine iletebilirsiniz. Hep beyaz kalmanız dileğiyle hoşça kalın!
Dursun Uzun
0 notes
Text
Forum Tartışmaları için Genel Etik Kuralları
Sosyal medya ve internet forumlarında tartışmalara katılırken kuralları kim koyar diye merak etmeden Yapay Zekaya (YZ) sordum. Aşağıdaki Cevaplar YZ'nin cevaplarının çevrilerek düzeltilmiş halidir.
Forum tartışmalarına katılırken, olumlu ve saygılı bir ortam sağlamak için belirli etik kurallara uymak önemlidir. İşte dikkate alınması gereken bazı genel etik kurallar:
1. Başkalarına saygı gösterin. Başkalarına saygılı davranın: Tartışmalara nezaket ve diğer katılımcılara saygı çerçevesinde katılmak esastır. Kişisel saldırılardan, hakaretlerden veya aşağılayıcı dilden kaçının.
2. Başkalarının deneyimlerine karşı dikkatli olun: Forum katılımcılarının farklı geçmişlerden geldiğini ve farklı bakış açılarına sahip olabileceğini kabul edin. Başkalarının deneyimlerine ve bakış açılarına karşı açık fikirli ve düşünceli olun.
3. Tartışmayı başkaları için bozmaktan kaçının: Konuşmayı kasıtlı olarak rayından çıkarmaktan veya bozmaktan kaçının. Konuya bağlı kalın ve tartışmaya yapıcı bir şekilde katkıda bulunun.
4. Forum kurallarına ve yönergelerine uyun: Katıldığınız forumun özel kurallarını ve yönergelerini öğrenin. Olumlu ve üretken bir tartışma ortamını sürdürmek için bu kurallara uyun.
5. Uygun dil ve üslup kullanın. Uygun dil ve üslup kullanın: Kelimelerinizi dikkatli seçin, saygılı ve foruma uygun bir dil kullanın. Olumsuz tepkilere neden olabilecek saldırgan veya kışkırtıcı dilden kaçının.
6. Doğruluk kontrolü yapın ve kaynak belirtin: İddialarda bulunurken veya bilgi paylaşırken, bunların doğru olduğundan ve güvenilir kaynaklarla desteklendiğinden emin olun. İfadelerinize güvenilirlik kazandırmak için kaynaklarınızı belirtin.
7. Aktif dinleme yapın: Yanıt vermeden önce diğer katılımcıların görüşlerini okumak ve anlamak için zaman ayırın. Argümanlarını dikkate alarak ve düşünceli bir şekilde yanıt vererek aktif dinlemeye katılın.
8. Önyargılarınızın farkında olun: Kendi önyargılarınızı tanıyın ve kabul edin ve tartışmalara açık bir zihinle yaklaşmaya çalışın. Alternatif bakış açılarını değerlendirmeye istekli olun ve yeni bilgilere dayanarak fikrinizi değiştirmeye açık olun.
9. Gizlilik ve gizliliğe saygı gösterin. Gizliliğe ve mahremiyete saygı gösterin: Başkaları hakkındaki kişisel veya gizli bilgileri onların rızası olmadan paylaşmayın. Diğer forum katılımcılarının gizliliğine saygı gösterin ve hassas bilgileri paylaşmaktan kaçının.
10. Uygunsuz davranışları bildirin: Herhangi bir uygunsuz davranışla veya forum kurallarının ihlaliyle karşılaşırsanız, bunu forum moderatörlerine veya yöneticilerine bildirin. Sorunu çözmek için uygun önlemleri alabilirler.
Unutmayın, bunlar forum tartışmaları için genel etik kurallardır ve belirli forumlarda uymanız gereken ek yönergeler veya kurallar olabilir. Bu etik kurallara uyarak, anlamlı tartışmaların yapılabileceği olumlu ve saygılı bir forum ortamına katkıda bulunabilirsiniz.
0 notes
Text
TV PROGRAMLARINDA SEVGİ DİLİ ESAS ALINMALIDIR
CNN Türk Televizyonundaki Olumsuz Üslup ve Hatalı Değerlendirmeler
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, A9 TV'de katıldıkları canlı yayın programlarının bazı bölümlerinde müzik dinlemeleri, dans etmeleri, şarkı söylemeleri ve eğlenmeleri adeta çok sıra dışı ve yadırganacak olaylarmış gibi çeşitli TV kanallarında ve sohbet programlarında sık sık gündeme getirilmektedir.
Hatta söz konusu programlarda kimi zaman, saygı ve terbiye sınırlarını aşan, kişilik haklarını ihlal eden, ölçüsüz hatta hakaretamiz bazı ifadelerin kullanıldığına da ne yazık ki şahit olmaktayız.
Bu tür programlardan bir tanesi, geçtiğimiz 16 Şubat Pazar günü, CNN Türk televizyonunda, Enver Kaptanoğlu'nun hazırladığı "Nasıl?" isimli bir programdı.
Programa katılan konuşmacılardan Sayın Ramazan Kurtoğlu'nun, Sayın Adnan Oktar'ın ve A9 TV'deki bazı canlı yayın programlarına katılan hanımların, program konsepti dahilinde dans etmelerini kınayan ifadeleri oldukça düşündürücüdür.
Ramazan Kurtoğlu
Sayın Kurtoğlu'nun bu ifadelerini anlamak mümkün değildir. Zira, ülkemizde yüzlerce televizyon, binlerce radyo kanalı olup bunların yalnızca ekonomi, spor, vb. spesifik konularda yayın yapan bazıları hariç neredeyse tamamına yakınında eğlence ve müzik programları, şarkı ya da dans yarışmaları, gösterileri, oyun havaları... her gün, gece gündüz yayınlanmaktadır. Halkımızın çok büyük kısmı da bu programları büyük bir zevkle ve beğeniyle izlemektedir.
Yine, halkımızın çok büyük bölümü düğünlere, eğlencelere, müzik çalınan mekanlara, davetlere, diskolara, kulüplere gitmekte, buralarda ister müzik dinlemekte, ister şarkı söylemekte, ister dans etmekte, ister oyun oynamakta veya halay çekmektedir. Kısaca herkes her yerde dans etmekte, oynamakta ama Sayın Kurtoğlu'nun tabiriyle kimse "cakkudu cukkudu" etmemektedir.
Aynı şekilde, Sayın Kurtoğlu da arkadaşları da ailesi, yakınları ve akrabaları da düğünlere giderek yine kendi tabiriyle "cakkudu cukkudu göbek atmaktadır". Eğer bunda yanlış, adaba, edebe, ahlaka, toplum kurallarına aykırı bir şey varsa, dans etmeyi, göbek atmayı kınayan, eleştiren bir kişi olarak en başta kendisinin yapmaması gerekmez mi?
İŞİN DOĞRUSU, DANS ETMEKTE, MÜZİK DİNLEMEKTE, EĞLENMEKTE, BAŞKALARINI RAHATSIZ EDİP ZARAR VERMEDİKTEN SONRA NE İSLAM'IN NE DE TOPLUMUN KURALLARINA AYKIRI OLAN, ELEŞTİRİLECEK, KINANACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR. YÜZDE 90'INDAN FAZLASI MÜSLÜMAN OLAN ÜLKEMİZ İNSANLARINDAN HİÇBİRİ DANS ETTİĞİ, OYNADIĞI, HALAY ÇEKTİĞİ, HORON TEPTİĞİ İÇİN HAŞA DİNDEN, İMANDAN, İSLAM'DAN ÇIKMAMAKTADIR. BUNLARI YAPANLAR, İSLAM'I DA YANLIŞ TEMSİL ETMEMEKTE, SAPKINLIĞA VEYA DELALETE DÜŞMEMEKTE, YİNE NUR GİBİ TERTEMİZ MÜSLÜMANLAR OLARAK HAYATLARINA DEVAM ETMEKTEDİRLER.
Üstelik, kimsenin bu insanlara "bu yaptığınızın neresi İslam, siz İslam'ı nasıl temsil ediyorsunuz, insanların inançlarının içini mi boşaltıyorsunuz" gibi sorular sormak aklına bile gelmemektedir, ayrıca haddi de değildir. Çünkü yaptıkları İslam'a ve Kur'an'a aykırı değildir ve bu meşru fiilleri yaparken İslam'ı temsil etme gibi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
Nitekim, Sayın Adnan Oktar da her zaman İSLAM'A UYULMASINI, KUR'AN'IN ESAS ALINMASINI söylemiş, hiçbir zaman "bana uyun" dememiştir. Hayatı boyunca ne hocalık ne mürşitlik ne de İslam'ı temsil etme iddiasında olmamıştır. Kendi deyimiyle "sıradan, mütevazi, Allah'ı çok seven herhangi bir Müslüman"dır. Yukarıda sözünü ettiğimiz dans eden, müzik dinleyen, eğlenen tüm diğer Türk ve Müslüman vatandaşlarımızdan, kardeşlerimizden farkı yoktur.
Ayrıca, Sayın Kurtoğlu'nun, programda Sayın Adnan Oktar'ı kastederek "O da SÜREKLİ İSLAM İSLAM diyordu... çıkıyor televizyon ekranına, kameranın karşısında. Sevgili peygamberimizden, Allah'tan, Lillah'tan BAHSEDİYOR, BAHSEDİYOR, BAHSEDİYOR..." şeklinde ifadeler kullanarak böyle güzel bir tavrı, hem de Allah'tan, İslam'dan çok bahsetmesine vurgu yaparak güya hatalı, eleştirilecek bir konu olarak göstermeye çalışmasını anlamak mümkün değildir. Bir insanın her gün televizyonda saatlerce ve her vesileyle sürekli Allah'ı ve peygamberimiz (sav)'i anmasından, hatırlatmasından daha güzel ne olabilir. Bu haşa, ayıplanacak, eleştirilecek değil, aksine iftihar edilecek, teşvik edilecek bir davranıştır.
Bugün televizyon ekranlarında sık sık halkın karşısına çıkan akademisyelerimizin, bilim adamlarımızın, medya mensuplarımızın, siyasetçilerimizin de sık sık Allah'tan, İslam'dan, Peygamberimiz (sav)'den bahsettiklerini, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği dile getirdiklerini görmek, gerek bizleri gerekse tüm vatandaşlarımızı çok fazla sevindirecek, mutlu edecek son derece güzel ve hayırlı bir davranış olacaktır. Ne mutlu ki Sayın Adnan Oktar, tüm hayatında olduğu gibi, televizyon ekranlarına çıktığında da, yerli-yabancı TV kanallarına röportajlar verdiğinde de, konu ya da ortam ne olursa olsun her fırsatta Allah'ı anan, her konuyu Allah'a bağlayan en güzel modelin de öncülüğünü yapmış, örnek olmuş bir Müslümandır.
Diğer yandan Sayın Kurtoğlu, "İslam'dan bahsediyorsanız bunun bir adabı ve edebi vardır" derken adab ve edeb ölçüsü olarak neyi kastettiğini belirtmelidir. İslam'da adabın, edebin, ahlakın ölçüsü Kur'an'dır. Nitekim, Resullulah (sav)'in ahlakından sorulduğunda, Hz. Aişe (r.anha) validemizin "Siz Kur’an’ı okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dı" (Müslim 1/514 Hadis no: 746) cevabı çok ünlüdür.
Bir ortamda, bir mekanda, bir etkinlikte hanımların bulunmasının, dans, müzik ya da eğlence olmasının Allah'ı anmayı, Allah'ı hatırlatmayı yasakladığına, engellediğine dair bir Kur'an ayeti olsa Sayın Kurtoğlu'nun onu delil göstermesi gerekmez miydi? Ya da Peygamber Efendimiz (sav)'in şu durumlarda Allah'ı anmayın gibi haşa bir sözü olsa onu söylemeli değil miydi? Kaldı ki söylemesi de mümkün değildir, çünkü ne böyle bir ayet ne de hadis vardır.
Dahası, söz konusu adap, edep, Allah'a ve mukaddesata saygı göstermek olunca bu konuda dünya üzerinde Sayın Adnan Oktar'dan daha hassas ve daha titiz bir insan göstermek çok zordur. O yüzden, bu konuda endişe etmek, ortada çok büyük bir tehlike varmış gibi tavırlar göstermek yersizdir.
Bugün onlarca televizyon kanalında, birçok eğlence programının formatında din adamlarının, alimlerin, hocaların konuk edildiğini, dans, müzik, eğlence gibi etkinliklerin arasında onlara da zaman ayrılıp dini konular hakkında bilgi alındığını tüm Türkiye her gün izlemektedir. Bunda da hiçbir anormal, adaba, edebe, İslam'a aykırı bir durum olmadığı gibi her televizyon programında Allah'tan, Peygamber Efendimiz (sav)'den, dinden, imandan, Kur'an'dan bahsedilen bölümler olması insanların içini açan, imanına, maneviyatına, ruhuna son derece fayda veren çok güzel faaliyetlerdir.
Hepsinden ötesi, bu tür neşeli ve eğlenceli programlarda, ortamlarda, mekanlarda Müslümanların Allah'ı unutmaması, sürekli Allah'tan ve İslam'dan bahsetmesinin özellikle çok daha büyük bir değeri ve hikmeti vardır. Nitekim Sayın Adnan Oktar, belli bir dönem tv programlarında, dans, müzik, dekolte, eğlence, neşeli ve ileri derecede modern görünüm gibi uygulamaların özel ve kasıtlı olarak gündemde tutulmasının, günümüzde her yönden ezilmeye, zulmedilmeye, haşa küçük düşürülmeye çalışılan Müslümanların fayda ve menfaatlerine yönelik hikmetlerini defalarca dile getirmiş, detaylarıyla izah etmiştir. Bu uygulamalarla amaçlanan önemli gördüğümüz hususları kısa başlıklarla özetleyecek olursak:
Müslümanlarla alay edilmesi, küçümsenmesi ve hor görülmesi gibi çirkin bir tavır ve zihniyeti ortadan kaldırmak amaçlanmıştır;
Sayın Cumhurbaşkanımızın ve hükümetimizin demokrasi ve özgürlük taraftarı olduğunu, dansa, müziğe, dekolteye, kadın hürriyetine karşı hiçbir olumsuz yaklaşımı olmadığını göstermek amaçlanmıştır;
Müslümanların bu dünyada eğlenemeyeceği, güzel giyinemeyeceği, güzel evlere, arabalara ve eşyalara sahip olamayacağı yanılgısını yıkmak amaçlanmıştır;
Başörtüsü dolayısıyla İslam'a mesafeli duran hanımların önce İslam'ı kabul etmelerini sağlayarak, onları yıldıran görüntüyü ortadan kaldırmak amaçlanmıştır;
Dine uzak kesimlerin oluşturmaya çalıştıkları "Müslüman kadınlar zevksizdir, bakımlı olmayı, makyaj yapmayı, giyinmeyi bilmezler" algısını yıkmak amaçlanmıştır;
Sağcı muhafazakar kesimin bugüne kadar iletişim kurmada yetersiz kaldığı modern, aydın, solcu, batılı çevrelere, sahil kesimlerine ulaşmak amaçlanmıştır;
Toplumsal ayrışma ve kutuplaşma tehlikesi bertaraf edilerek sinsi ve fırsatçı dış güçlerin müdahale ve işgal bahanelerini ortadan kaldırmak amaçlanmıştır;
Meşru fiilleri suç ve günah sandıkları halde bunları gizlice yapanların suçluluk duygusuna kapılıp kendilerinin münafık olduklarını düşünerek dinden uzaklaşmalarını engellemek amaçlanmıştır.
Sonuç olarak da Müslümanlara karşı yürütülen alay, istihza, küçük görme gibi çirkin tavır ve zihniyeti ortadan kaldırmak için uygulanan bu yöntem etkisini göstermiş, başarılı olmuş, gereken mesajlar verilmiş ve sonucu da alınmıştır. Bundan böyle, daha fazla sürdürülmesine de gerek kalmamıştır.
Görüldüğü gibi, sığ ve yüzeysel bakışla kavranamayan bazı olayların derin düşünüldüğünde çok sayıda anlam ve hikmetleri vardır.
Detaylı bilgi için bkz:
https://www.net-cevap.com/net-cevaplar/ileri-derecede-modern-gorunum-ve-dekolte-giyim-tarzinin-nedenleri
Yine, çeşitli haber ve sohbet programlarına konuşmacı olarak katılan bazı kişilerin hiçbir somut bilgi, belge ve kanıta dayanmayan, tümüyle desteksiz anlatımlarla, sevgisiz ve kavgacı bir üslupla insanlar hakkında uydurma ithamlarda bulunmalarına bir örnek de, 13 Şubat 2020 tarihli CNN Türk televizyonunda yayınlanan "GECE GÖRÜŞÜ" programında yaşanmıştır.
Programda konuşan gazeteci Necdet Pekmezci, Sayın Adnan Oktar hakkında güya "hayatı boyunca çalışmayıp lüks bir hayat sürdüğü" şeklinde anlamsız ve asılsız bir iddia öne sürmüştür. Hiçbir delil ya da bilgiye dayanmadan, "nasılsa ünlü bir tv kanalına çıkmışım, artık buradan ne anlatsam halk inanır" mantığıyla ortaya atılan bu iddiada en küçük bir gerçek payı olmadığının en önemli delili, Sayın Adnan Oktar'ın 350'ye yakın kitabın yazarı olmasıdır.
Necdet Pekmezci
Sayın Adnan Oktar dünya tarihinde gelmiş geçmiş en önemli yazarlardan biridir. Eserleri, Türkiye'de olduğu kadar, Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna'ya, İspanya'dan Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde yoğun ilgi ve beğeniyle okunmaktadır.
İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Çince, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Azerice, Bengolice, Bulgarca, Danimarkaca, Lehçe, Malezyaca, Portekizce, Sırpça, Hollandaca, İbranice, Macarca, Fince, Farsça, Hausa, Dhivehi dili, Hindice, İsveççe, Japonca, Kırgızca, Kishwahili, Malayalam, Norveççe, Romence, Tamil, Telagu, Thai dili gibi 73'ten fazla dile çevrilen, hatta bazı ülkelerin OKUL MÜFREDATLARINDA yer alan bu eserler ülkemizde ve yurt dışında milyonlarca kişilik bir okuyucu kitlesiyle buluşmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında çok büyük takdir toplayan bu eserler pek çok insanın İslam'ı, Kur'an'ı tanımasına, Allah'a iman etmesine, pek çoğunun da imanının derinleşmesine vesile olmuştur. Kitapları okuyan, inceleyen herkes, bu derin etki ve faydanın, samimi, hikmetli, akılcı ve kolay anlaşılır üslubun farkına varmaktadır.
Tüm bu faaliyetlerin yanı sıra, Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden faydalanılarak Türkçe ve onlarca yabancı dilde binlerce belgesel ve internet sitesi hazırlanmıştır. Yine, onun eserlerinden yola çıkılarak Türkiye ve dünya çapında düzenlenen ilmi ve kültürel konulu 5000'den fazla konferans organizasyonu Sayın Adnan Oktar'ın çalışmalarının ışığında gerçekleştirilmiştir.
Bunlara ek olarak Sayın Adnan Oktar'ın 10 yıla yakın bir süredir, her gün A9 TV'deki canlı yayın programlarında devletimize, hükümetimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza verdiği güçlü ve etkili fikri destek ve katkıya tüm vatandaşlarımız şahittir. Bu süreçte Sayın Adnan Oktar'ın çok hayati konularda sunduğu son derece akılcı ilmi ve fikri öneriler kimi zaman ertesi gün hayata geçirilen hükümet politikalarında ve icraatlarında son derece etkili olmuştur.
Görüldüğü gibi, tüm bunlar ve burada sayma imkanımız olmayan diğer sayısız fayda ve katkı, son derece yoğun ve kesintisiz çalışma temposu gerektiren çalışma ve faaliyetlerdir. Hal böyleyken, hayatının her anı bu şekilde vatana, millete, Müslümanlara ve tüm insanlığa faydalı faaliyetlerle dolu bir insanın "hayatı boyunca çalışmadığını" öne sürmek asılsız olduğu kadar oldukça da ön yargılı ve sevgisiz bir iddia olacaktır.
Haber Global Kanalındaki Hatalı Üslup ve Olumsuz Konuşmalar
Diğer bir vahim konu da, cevap haklarını kullanma imkanı olmayan insanlara karşı TV ekranlarından, fütursuzca hakaretamiz ve çirkin bir üslup kullanılmasında sakınca görülmemesi ve bu tür ölçüsüz konuşmalara, sanki çok normal ve meşru davranışlarmış gibi göz yumulmasıdır.
13 Şubat 2020'de Haber Global kanalında yayınlanan bir programda bu endişe verici durumun örneklerinden biri yaşanmıştır. Programa katılanlardan Optima Araştırma A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Daşdemir ve Ömer Lütfi Avşar isimli bir avukat, Sayın Adnan Oktar hakkında kendilerince bir takım saygıya ve terbiyeye uygun olmayan ifadeler sarfetmişlerdir.
Hilmi Daşdemir
Öncelikle belirtmek gerekir ki Sayın Adnan Oktar, hakkında hiçbir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hayatında hiçbir suça karışmamış, tek bir sabıka kaydı bulunmayan, hakkında hiçbir somut suç delili, hatta emaresi bile bulunmaksızın 19 aydır hukuksuz bir biçimde cezaevinde tutulan, masumiyet karinesine sahip bir insandır. Hayatı İslam'a, vatana, millete, devlete hizmetle geçmiş tertemiz bir vatan evladıdır.
Bu nedenle, hiçbir geçerli bilgi, belge ya da kanıt sunmadan bir insan hakkında gelişigüzel, "sapkın", "soytarı" gibi hakaret içeren ifadeleri sarf etmenin hiçbir bilgilendirme, aydınlatma veya analiz değeri taşımadığı gibi yalnızca kişilerin bastırılmış bilinçaltını gözler önüne seren karalama maksatlı tavırlar olduğunu belirtmek gerekir.
Ayrıca, bu ve benzeri programlarda dikkat çeken bir başka ilginç husus, konu her ne olursa olsun SÖZÜ BİR ŞEKİLDE SAYIN ADNAN OKTAR'A GETİRME çabasıdır. Bugün basında sırf birkaç cümleyle bile olsa kendisinin adından söz etmek için yazılan upuzun makaleler, TV kanallarında Sayın Adnan Oktar'dan kısaca bahsedebilmek için hazırlanan saatlerce süren programlar yayınlanmaktadır. Her vesileyle Sayın Adnan Oktar'ın gündeme getirilmeye çalışılması da insanların kendisini ne derece önemsediğinin, unutamadığının, bilinçaltlarına kazındığının bir göstergesidir. Bu durum da kendisinin müstesna kişiliğini ve çalışmalarının etki gücünü göstermesi bakımından oldukça manidardır.
Ömer Lütfi Avşar
Çok sayıda insanın istifade etmeyi umarak izlediği bu tür programlarda kimseye ne bilgi ne ahlak ne adap ne edep bakımından bir katkısı olmayan üslup ve konuşmaların insanlara kötü örnek olmak dışında hiçbir fayda sağlamayacağı açıktır. Bugün bu tür ifadeleri engel tanımadan kullanabilen kimselerin yarın başkalarının da bu yanlış tavrı kendilerine karşı sergileyebileceğini iyi düşünmeleri gerekir.
Bu tür bir sınır tanımazlığın önü açılırsa bir zaman sonra aynı ölçüsüz üslubu kullanmaktan kimse çekinmeyecek, aynı rahatlık ve vurdum duymazlıkla yarın da bu insanlar için "TV'ye çıkıyor soytarılık yapıyor", "sapkın hareketler yapıyor" denilebilecektir. Hatta, "dilin kemiği yok" düsturuyla, çok daha uç ifadeler sarfetmekten geri durulmayacaktır.
Dolayısıyla, hiçbir ölçü ve sınır gözetmeksizin, insanların kişilik haklarını çiğnemekte hiçbir beis görmeksizin mevcut konjonktürü fırsat bilerek, "ben yaptım oldu" şeklinde bir mantığın yarın da başkalarının aynı şeyi kendisine yapmasının kapısını açabileceğini unutmamak gerekir.
Bu tür olumsuz konuşma ve tavırlar, günden güne TV ekranlarından bu şekilde yaygınlaştığı takdirde milyonlara çok olumsuz bir örnek teşkil edecektir. Bu yoğun telkinin altında kalarak aynı yakışıksız üslubu ve tarzı benimseyen, normal ve meşru kabul eden, her fırsatta birbirine öfke duymayı, hakaret etmeyi, saldırmayı günlük yaşamın bir parçası olarak gören bireylerden oluşan bir toplum da dejenerasyonun ve çözülmenin eşiğine gelecektir. Bu ise ülkemiz açısından çok büyük bir tehlikedir.
Ülkemizin, huzur, güven, istikrar sevgi ve kardeşlik ortamına en çok ihtiyacı olan böyle bir dönemde insanları gerilime, öfkeye, sevgisizliğe, çatışma ve kavga ruhuna sürükleyen bu tür üslupların yaygın hal alması çok sakıncalı ve tehlikeli bir durumdur.
Bu itibarla, en basit, en meşru, dahası çok sayıda fayda ve hikmetleri olan güzel faaliyetleri sürekli garip komplo teorileri eşliğinde, sinirli bir yüz ifadesi ve abartılı anlatımlarla güya büyük tehlike arz eden çok vahim olaylarmış gibi kamuoyuna çok farklı ve yanlış biçimde yansıtmanın kimseye bir katkısı yoktur. Aksine, günümüzde git gide yaygınlaşan, tv programlarında reyting aldığı düşüncesiyle desteklenen ve sürekli yer verilen bu olumsuz, sevgi ve şefkat ruhundan uzak, kavgacı üslubu teşvik eden toplum mühendisliği modeli, insan f��tratına tamamen aykırıdır. Bu nedenle de toplumu günden güne gergin, mutsuz, moralsiz, karamsar bir psikolojiye sürüklemektedir.
Her gün onlarca tv programında yayınlanan bu olumsuz telkin fırtınası, insanlara sürekli korkunç, karmaşık ve karanlık bir gelecek sunmaktadır. İnsanlar da korkup tedirgin oldukları için bu programları izleyerek çare bulacaklarını ümit edip daha da fazla gerilime girmektedir. Bu durum insanlarda sevinçten, neşeden eser bırakmamış, hem halkı hem siyaseti hem ekonomiyi ciddi şekilde kötü etkilemiş, küskün ve içe kapalı, üreticilikten, girişimcilikten kaçan, her şeyden tedirgin, güvensiz, yarın başına nasıl kötü bir şey geleceğinin endişesini taşıyan mutsuz ve karamsar bir toplum ortaya çıkarmıştır. Ülke olarak giderek dünya üzerinde yalnızlaşan bir sürece girilmiştir.
Oysa milyonlarca insana ulaşma imkanı olan bu programlarda, sevgiden, dostluktan, kardeşlikten, muhabbetten bahsedilse, hep olumlu üslup hep olumlu ifadeler, sevgi ve muhabbet sözcükleri kullanılsa durum bugünkünden çok farklı olacaktır. Herkesin içi açılacak, psikolojisi düzelecek, şevk ve heyecanı, morali ve enerjisi yeniden tırmanışa geçecektir. Elbette ki insanlardaki bu iyileşmenin bereket ve güzelliği tüm topluma, ülkemize, devletimize ve hükümetimize de yansıyacaktır.
Burada tek kilit kelime sevgidir; insanlara, olaylara, toplum kesimlerine sevgiyle bakıldığı, insanlar birbirlerini sevgi ve sevgiyle andıklarında bunun geri dönüşü de mutlaka sevgiyle olacaktır.
Topluma sevgi ve huzurun yayılmasında medya kuruluşlarımıza, bu tür programların yapımcılarına, programlara konuk olarak katılan bilim ve düşünce insanlarına çok önemli sorumluluklar düşmektedir.
Bu sevgisizliğin, ön yargılı ve yıpratıcı tutumların önü alınmaz ise, bundan bir gün herkes zarar görecektir; bu durum da toplumumuzda onarılmaz yaralar ve derin manevi çöküntüler meydana getirecektir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
#adnan oktar#harun yahya#sevgi dili#tv programları#cnn türk#olumsuz üslup#hatalı değerlendirme#sevgi#dostluk#kardeşlik#insan#çocuklar#kadınlar#doğa#muhabbet#adnan hoca dava#kumpas#komplo#hilmi daşdemir#necdet pekmezci#ramazan kurtoğlu#enver kaptanoğlu#lütfi avşar#kedicikler#mahkeme
0 notes
Text
Ebeveynler olarak evlatlarını sadece "disipline eden, onlar adına planlar geliştiren, sınırlar koyan, büyük oluşumuzdan ve pozisyonumuzdan ödün verme korkusuyla yumuşak üslup kullanmayan, devamlı sert mizaç ve duruşla karşılık veren" bir duruş sergilemek tabiri caizse çocuklarınızla aranızdaki sevgi ve saygı bağlarını ateşe vermektir. Bilmiyorum kaç nesil bu tavırla büyüdü. Çevremde benden yaşça küçük arkadaşlarımın özellikle anneleri tarafından sevgisiz ve desbot yaklaşımlarının anlatımlarını dinliyorum. Bu hal çocuğu sizden tamamen itmekten başka bir şey yapmaz. Gösterdiğiniz gereksiz disipline hali de tutarsız bir şekilde havada asılı kalır. Bu dönemin annelerinde hala eski kafa usul "anneyim benim dediğim doğrudur, anneyim ne dersem o yapılacak, anneyim böyle olacak, karşımda konuşamazsın, fikir sunamazsın vb" yaklaşımlara şahit oluyorum. Ve bana bunları anlatırken neredeyse annelerine nefret kusarak yana yakıla cümleler kuranlar oluyor. Bir çocuğun annesinden böyle bahsetmesi çok can acıtıcı. Annelik müthiş zor. Babalık da öyle ama ben kendi tarafımdan bakarak anneliği konuşuyorum. Hele de şu devirde çocuklarımızı kaybetme, dışa dönük bir birey haline dönüştürme, evden ve ailesinden yapılan yanlış terbiyeyle uzaklaştırma lüksümüz kesinlikle yok. 4\4'lük ebeveynler olamayız bu mümkün değil. Fakat onlara değer verdiğimizi onların fikirlerini dinleyerek, onlarla daha yakın olarak, bu duyguları hissettirerek göstermeliyiz.
Bazen bizlerden daha objektif, daha yerinde, daha akıllıca düşündüklerini kabul etmeliyiz. Aile için, ev için alınan kararlara onları ortak ederek "senin fikrin ne, sence nasıl yapalım" sorularıyla önemsendiklerini hissettirmeliyiz. Sevginin gösteriminde cimri davranmak, kaç yaşlarında olursa olsunlar sevgiyi sunamamak, onların bunu yaşayamaması hep bir yara olarak kalacaktır. Sevgimizi göstermekten kaçınmayalım, onları bir danışan olarak görelim, kıymetli olduklarını farkettirelim, okşamaktan kaçınmayalım.
Çocukluğum için hatırladığım çok olumsuz bir hikayem yok, ama babamın gece yattığımızda gelip bizi öptüğünü, okşadığını hatırlıyorum. Fakat şimdilerde beni gördüğünde ulu orta her yerde gelip gözlerimden öpebiliyor. Belki zamanında gösteremediği sevginin taşımını yaşıyor. O yüzden çocuklarımız hala elimizin avucumuzun içindelerken; sevgiyi, öpmeleri, okşamaları ertelemeyelim. "Allah onları hep iyi ve hayırlı insanlarla muhatap etsin" duasını esirgemeyelim. Yanlışlara sürüklenmeden, vatanlarına ve dinlerine emektar evlatlar olsunlar. Göğsümüzü hayrla kabartsınlar. Allah onları bize, bizi de onlara bağışlasın..
*anne baba üzerine sohbet ederken daima ahirete intikal etmiş ve bu tür konuşmalara şahit olup okurken içi cız etmiş kardeşler aklıma gelir. Yine muhakkak olacaktır bu yazıyı okuyunca. Allah sabr ve ahirette buluşma sevinciyle, daha çok metanet versin. Selamet versin. Kaybı olmayan insan yok, benim de kaybım var. Ama ben onu kaybetmiş hissine kapılmadım hiç belki de yüreğimin selameti için. Onlar varlar, burdalar hele de şehitler; varlıklarını hissetmek için göze gerek yok. Elimizi kalbimize götürüp, gözlerimizi kapatıp onları düşündüğümüzde, kalbimizin hareket ettiğine şahit olacağızdır.. İyi ki varlar, dünya ahiret var olsunlar..
Selametle..
Acizane.
54 notes
·
View notes
Text
En sevdiğim başlangıç cümlesi, onun hikâyesi
Orhan Pamuk benim severek okuduğum, edebiyat dilini de beğendiğim bir yazardır. Yazarlığı tam manasıyla bir ekmek kapısına çevirebilmiş ondan daha iyi bir yazar yoktur bana göre. (Kitapla beraber bir müze açması, yayıneviyle iki yılda bir kitap çıkarmak üzerine anlaşmış olması, anlaşmaları karşılığında istediği meblağlar vs. kendimce bu fikrimi de doğrular nitelikte.) Kimilerinden kitaplarının asıl başarısının ona değil, editörüne ait olduğunu duymuşluğum var. Bunun gibi olumsuz birkaç eleştiri. Yine de ona büyük saygı duyuyorum. Yazarlığı ve edebiyatı hayatının bir bölümü değil, hayatının ta kendisi kılabilmiş, sevdiği işi yapan ve bundan geçimini sağlayabilen biri olduğu için. (Sevdiği işten para kazananları hep çok, en çok kıskanmış; daha doğrusu özenmişimdir.)
Masumiyet Müzesi başlarda benim için bir hayal kırıklığı oldu. Hiç gerçekçi bulamadım. Pamuk bana göre bir burjuva insanıdır. Anlatmaya çabaladığı orta sınıfı belli ki iyi tanımıyor, iki sınıf arasındaki ayrım da bu nedenle pek içi boş diye düşündüm. Örneğin, zengin takımının diğerlerini, kadınları başlarını örtüyor diye aşağı görmesi bana sığ gelmişti. Fakat sonraki sayfalarda (üç yüz yirmilerden sonra…) bu konuda bana göre kendini geliştirdi ve kitap daha okunur hale geldi. Özellikle F��sun’un evinin ve ev ahalisinin, ruh durumlarının, koltuklarda oturup televizyon izleyişlerinin, akşam sofralarının betimleri; televizyonun üzerine konuşlanmış köpek bibloları, (neden konulur ki, diye sorulması), son müşterisinden sonra kepengini indiren berberin eve dolan gürültüsü, bütün evi kokutan ızgara yemeği, dolmaların iki akşam yenmesi, evin babasının sonra annesinin hızlı konuşan spikerle alay etmesi, “Gelecek salı kabak tatlısı yapacağım size,” cümlesi… Birebir hayattan alınmış anlar gibi. Bunları, Kemal’in bu evi ziyaret etmelerinden sonra daha sık okuyoruz. Ben bunları okudukça Pamuk’un gözlem yeteneğine de hayran oldum aslında. Yaşamdan sahici şeyler koparabilmiş, yani bunları fark edebilmiş insanlar ya iyi, doya doya yaşamış ya da iyi görebilmiş insanlardır bana göre. Özellikle kenarına, “Müthiş gerçekçi bir an” diye not aldığım şu bölüm pek hoşuma gitti:
“ ‘(…)Sen ve ben, ikimiz, bu evden birlikte çıkıp başka bir yerde, başka bir evde, bizim evimizde hayatımızın sonuna kadar mutlu olalım. Yirmi beş yaşındasın, önümüzde daha yarım asırlık hayat var Füsun. O elli yıllık mutluluğu hak etmek için son altı yılda yeterince çile çektik! Artık ikimiz birlikte gidelim. Yeterince inatlaştık artık.’
‘Biz inatlaşıyor muyuz Kemal, hiç haberim yok. Elini oraya koyma, kuş ürküyor.’
‘Ürkmüyor, bak elimden yiyor. Onu evimizde baş köşeye yerleştireceğiz.’”
Bundan ayrı olarak fazla tekrara düşülmüş bence. Aşk acılarını sayfalarca okuyoruz. Üslup ya da vurgulanan şeyler çok değişmediğinden ne kadar romantik de olsa, ne kadar sahici de olsa (vs.) insan hep aynı şeyi okuduğunu düşünüyor. Yine de merakla okumaya devam ettim kitabı. İlgim olay örgüsünden ziyade Pamuk’un aşk hakkındaki fikirlerine idi. Onun bu konuda söylediklerini, düşündüklerini, fikirlerime çok yakın buluyorum. (Aşkın hiçbir zaman mutlulukla bitebilecek bir hadise olamayacağını söylediği o röportajı nasıl dikkatle izlediğimi anımsıyorum.) Buna rağmen kitabın başlarında, kırk ikinci sayfada, söylenilen bir şeyi hemen reddettim. Cık cık’ladım. “Birisini çok çok seversek, onun için en kıymetli şeyimizi verirsek, ondan bize bir kötülük gelmeyeceğini biliriz. Kurban budur.” Hz. İbrahim-Allah-kurban etme ilişkini açıklarken söylenmiş bir şey. Tabii bunu Kemal’in çocukluk hali söylüyor. (Ve Kemal illa Orhan olacak değil.) Ama bunları pek dikkate alamadan not defterimi açtım hemen: Birini çok sevmek, biri tarafından sevilmek en kıymetli şeyi karşıdakine vermeyi; feda etmeyi gerektirmez. Ayrıca sevmek, kötülük gelecekse bile mümkündür, hatta zaten kaçınılmazdır. Burada bahsedilense bana göre sevgi değil, olsa olsa bir çıkar ilişkisi, bir tatmin sorunudur. Evet, bu kurbandır. Bu, bir ikili ilişkiye kurban gitmektir. Tanrı’nın, merhametiyle övündüğümüz Tanrı’nın, zavallı İbrahim’i oğluyla sınaması sevginin hangi tanımına sığar? İbrahim’in kavuşmayı onca beklediği oğlunu tereddütsüz bıçak altına yatırması? Ama evet, sonunda kurban edilecek bir başka canlı çıktığı için ortaya, her şeyi ve herkesi affedebiliriz. Yüzyıllarca inandığımız tanımları, tanrıları, sevgi sandıklarımızı tehlikeye atacak değiliz.
Her neyse.
Başta hem “eğitimi, kültürü uygun, aklı başında ve güzel bir kadınla” hem de “güzel, çekici, vahşi bir kızla” vakit geçiren bir adamı okuyacağımı sandığım için (istediği kadar kurgu olsun) bundan da rahatsız oldum. Galiba benim için kitap Kemal’in Füsun’u itiraf etmesi ve Sibel’in hikayeden ayrılması ile okunur olmaya başladı.
Bundan sonrasına alıntılarla devam edeceğim.
“Gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulamayacak bir şekilde yayılır. Eğer umutsuzca aşıksak, baba kaybından en sıradan talihsizliğe, mesela anahtarımızı kaybetmeye kadar her şey, diğer bütün acılar, dertler ve huzursuzluklar, her an yeniden kabarmaya hazır olan bu asıl ıstırabımızın tetikleyicisi olur.” (Bu alıntıyla şunu düşündüm: Biz, bazı yoğun şeyleri yaşarken onları adlandırmada, kendimizi onda konumlandırmada bile yetersiz kalırken iyi yazarlar bunları bir dil üstünlüğü ile yazıp kelimelerden bir ayna yaratıyorlar önümüzde. Bu da benim nedenini anlamak için yıllarımı verdiğim başka bir şeydi çünkü. Neden dünyanın her devinimi insanı tek bir acıya çıkarır? Oysa ne basitmiş!)
“Benim için mutluluk, bunun gibi unutulmaz bir ânı tekrar yaşayabilmektir. Hayatımızı Aristo’nun Zaman’ı gibi bir çizgi olarak değil de, böyle yoğun anların tek tek her biri olarak düşünmeyi öğrenirsek, sevgilimizin sofrasında sekiz yıl beklemek bize alay edilebilecek bir tuhaflık, bir saplantı gibi değil, şimdi yıllar sonra düşündüğüm gibi Füsunlar’ın sofrasında geçirilmiş 1593 mutlu gece gibi gözükür. Çukurcuma’daki eve yemeğe gittiğim akşamların herbirini –en zorunu, en umutsuzunu ve en gurur kırı olanını bile- bugün büyük bir mutluluk olarak hatırlıyorum.”
“Hayal Hayati’ye göre İslamiyet, Atatürk, Türk ordusu, din adamları, cumhurbaşkanı, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar hakkında hoşa gitmeyecek yorumların ve edepsiz aşk sahnelerinin dışında, Türkiye’deki sinema aslında özgürdü.” (Yüzümü güldüren, yanına “Komik!” yazdıran.)
“Bazan” bölümü en sevdiğim bölümdü. İçinden şu cümlelerin tekrar hatırlamak için altını çizdim:
“(…) Bazan hep birlikte seyrettiğimiz filmin konusunu daha onu seyrederken bile unutur, hem televizyona bakar hem de Nişantaşı’nda ilkokula gittiğim günleri hatırlardım. (…) Bazan kömür sobasının içinde, alevlerden başka bir hareket olduğunu işitirdik. (…) Bazan televizyondaki gülünç bir şeye bir an hep birlikte gülerdik. Bazan hepimizin aynı anda televizyondaki şeye yoğunlaşmamız, bana, bizim için küçültücü bir şeymiş gibi gözükürdü. (…) Bazan kimse bakmazken, sofradaki irmik helvasından bir kaşık daha alırdım. (…) Bazan Zaman’ı bütünüyle unutur, ‘şimdi’nin içine yumuşacık bir yatağa yatar gibi yayılırdım. (…) Bazan tencerede sade yağlı kabak, domates, patlıcan, biber dolması yapılır, iki akşam yenilirdi. Bazan yemekten sonra Füsun masadan kalkar, Limon’un kafesine gider, onunla arkadaşça konuşur ve ben, benimle konuştuğunu sanırdım. (…) Bazan hepimizin ağzı yemekle dolu olduğu için sofrada bir sessizlik olurdu. (…) Bazan ızgara etin kokusu gecenin sonuna kadar evde kalırdı.”
“Şehir bize hayatlarımızın sıradan yanını hissettiriyor ve herhangi bir suçluluk duygusuna kapılmadan alçakgönüllü olmayı öğretiyordu. Sokaklarda yürürken, dolmuşta, otobüste, şehrin kalabalığına karışmanın teselli edici gücünü içimde hisseder, vapurda yan koltukta kucağında uyuklayan torunuyla yolculuk eden başörtülü teyzeyle ahbaplığı ilerleten Füsun’a hayranlıkla bakardım.”
“Yaz başında sinemaların bir bilete iki, hatta üç film göstermeye başladığı günlerde, bir keresinde pantolonumu çekerek oturur, elimdeki gazeteyle dergiyi karanlıkta yandaki boş koltuğa yerleştirirken elim Füsun'un elini bulup tutmakta gecikince, Füsun’un güzel eli sabırsız bir serçe gibi kucağıma çıkmış, karnımın üzerinde, neredesin der gibi bir an açılmış, aynı anda elim ruhumdan da hızlı davranarak ona hasretle sarılmıştı.” (En sevdiğim alıntılardan biri bu. O süslü sıfatları, benzetmeleri çıkarsa, sadece “aynı anda elim elini bulmuştu” bile dese güzel, hatta belki daha güzel, olacak bir an.)
“Dünya cennete yakın ama yarı karanlık bir yerdi.” (Sahi!)
6 notes
·
View notes
Photo
Eskişehir'de Bir Psikolog İlker Küçük (on Wattpad) https://www.wattpad.com/1262398439-eski%C5%9Fehir%27de-bir-psikolog-i%CC%87lker-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk?utm_source=web&utm_medium=tumblr&utm_content=share_reading Eskişehir'de Bir Psikolog İlker Küçük Eskişehir psikolog arıyorsanız hoş geldiniz. Psikolog, yaşanılan psikolojik sorunların üstesinden gelmek ve sonrasında böyle sorunlarla karşılaşıldığı vakit; daha kolay baş edilmesini sağlayacak telkinler almak amacıyla gidilen psikoloji alanında hizmet veren danışmandır. Danışanlar, her türlü sorunla psikoloğun karşısına gelebilir ve Eskişehir psikolog, yöneltmiş olduğu sorularla bu sorunların çözümleri konusunda danışanın etkin çözümleri kendiliğinden bulmasını sağlar. Psikologlar, danışanlarıyla yaşadıkları tecrübeleri başkaca hiçbir ortamda paylaşmaz ve hiçbir şekilde dile getirmezler. Eskişehir Psikolog Psikolog, mesleği gereği hiçbir şekilde eleştirmez ve yargılamaz. Aynı zamanda, danışanların anlatmış olduğu olay ve konularda yargılayıcı ve eleştirici bir üslup kullanmaz. Psikolog Eskişehir, danışana ilişkin ön yargılı bir bakış açısı geliştirmez ve danışanlarına o şekilde bir yaklaşımda bulunmaz. Psikolog, danışanları kendi istekleri ve düşünceleri doğrultusunda yönlendirmez. Ancak onun tüm hususları bütüncül şekilde göz önüne almasına aracılık eder ve kararlarını kendisinin almasını sağlar. Nasıl Bir Psikoloğa Gidilmelidir? Psikolog, nitelikli bir eğitime ve alanda gerekli sertifikasyonlara sahip olmalıdır. Danışılacak olan alanda, mutlak surette eğitimini tamamlamış olması gerekir. Mesleki etik kurallarına yeterince önem vermesi ve bu konuda azami hassasiyet göstermesi elzemdir. Psikoterapi uygulayacak olan Eskişehir psikolog, danışanına objektif şekilde yaklaşır ve ona yönelik olumsuz herhangi bir davranışta bulunmaz. Psikolog İlker Küçük, bünyesinde danışmanlık hizmeti alınmaya gidilmeden önce kesinlikle randevu alınmalıdır. Böylelikle yaşanması muhtemel herhangi bir mağduriyetin önüne, otomatikman geçilmiş olur. Eskişehir'de bir psikolo
0 notes
Text
Merkür Terazi Burcunda
Merkür Terazi Burcunda - Zarif ve estetik bir dil - Sanatsal bir üslup - Etkileyici - Arkadaş canlısı - Güler yüzlü - Tatlı dilli - Kararsız
Merkür Terazi Burcunda Merkür terazi burcunda bizi nasıl etkiler? Olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir? Hayatımıza ve kişiliğimize etkileri nelerdir? Hafızamızı, zihinsel aktivitemizi, iletişimimizi ve zekamızı nasıl etkiler? Merkür hangi konularda etkiler? Merkür zihnimizin çalışma frekansını belirler diyebiliriz. Zihnimizin işleyişi, işleyiş hızı, fikirlerimizi ve düşüncelerimizi karşı tarafa…
Merkür Terazi Burcunda
#merkür terazi#merkür terazide#terazi burcunda merkür#terazi merkür#terazi merkürde#akrepblog#akrep blog#astroloji#doğumharitası#doğum haritası
0 notes
Text
SEVGİ "BEKA"NIN TEMİNATIDIR
Tüm dünyada, iyi niyet, fedakarlık ve sevgi gibi hasletlerin giderek azaldığı, dolayısıyla da insanların mutluluklarını, neşelerini kaybettikleri bir dönem yaşıyoruz. Özellikle sevgi insanların kalbinden adeta çekilip alınmış gibi. Hemen her ortamda sevgisizliğin neden olduğu toplumsal problemleri görüyoruz ve yaşıyoruz. Televizyonlara yansıyan haberlerden, sohbet ve söyleşi programlarına, magazin veya eğlence programlarından gazete haberlerine ve köşe yazılarına kadar hemen her ortamda sevgisiz bir üslup hakim...
Sosyal medya günümüzde sevgisizliğin en yoğun yaşandığı ortamların başında geliyor. Bilgisayar veya telefon ekranlarının arkasına gizlenen bazı insanlar kötü, hakaretamiz sözler sarfetmekten, nefretlerini, kıskançlıklarını, öfkelerini dile getirmekten, insanları linç etmekten, tehdit etmekten hiç çekinmiyor, utanmıyor, vicdan azabı duymuyorlar.
Bu sevgisizlik dalgası, insanların günlük yaşamını, davranışlarını, ruh hallerini de son derece olumsuz etkiliyor. Selamlaşmayan, yüzünde aksi, mutsuz bir ifadeyle yaşayan, gülümsemeyi unutmuş, nezaketten uzak, saygısız, bencil, sabırsız ve kaba davranışlar toplumun geneline hakim olmuş durumda. Hemen her konuya tartışma ve kavga üslubu hakim. Kendinden güçsüz olanı ezip sindirme eğilimi, zorbalık giderek artıyor. Dayak, tecavüz, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet olaylarındaki artış da bu sevgisizlik salgınının kaçınılmaz sonuçlarından.
Bu sevgisizlik ortamı, insanlara sürekli olarak ürkütücü, karmaşık ve karanlık bir ortam sunmaktadır.Bu durum insanlarda sevinçten, neşeden eser bırakmamış, hem halkı, hem siyaseti, hem ekonomiyi ciddi şekilde olumsuz etkilemiş, küskün ve içe kapalı, üreticilikten, girişimcilikten, yatırım yapmaktan kaçan, her şeyden tedirgin, güvensiz, yarın başına nasıl kötü bir şey geleceğinin endişesini taşıyan, bencil, mutsuz ve karamsar bir toplum ortaya çıkarmıştır.
Oysaki bir toplumun, mutluluk ve refah içerisinde huzurlu yaşayabilmesi için, dahası TOPLUMUN ve DEVLETİN BEKASI İÇİN GEREKLİ OLAN EN ÖNEMLİ UNSURLARDAN BİRİ SEVGİ VE SEVGİYLE BİRLİKTE GELEN DAYANIŞMA, BİRLİK, BERABERLİK ve GÜVENDİR. Bunu sağlamanın yegane yolu da, istisnasız her alanda sevgi dilinin kullanılması ve sevginin hakim kılınmasıdır. İnsanlara, olaylara, toplumu oluşturan her kesime ancak sevgiyle bakıldığı, sevgiyle yaklaşıldığında toplumsal huzur ve mutluluk ortamındaki bu kötüye gidiş durdurulabilir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları da, devletin bekası için gerekli gördükleri bu toplumsal mutluluk ve huzur ortamını sağlamak için uzun yıllardan beri büyük çaba sarfetmiş ve fikri mücadelede bulunmuşlardır. Her fırsatta sevgiyi, dostluğu, şefkati anlatmış, Türkiye başta olmak üzere tüm dünyada nefretin önlenmesi için öneriler sunmuş ve sevgi politikalarının hayata geçirilmesi için ciddi bir çaba sarfetmişlerdir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının faaliyetlerindeki temel amaç her zaman devletimizin üniter yapısını korumak, ülkemizin milli birliği ve bütünlüğüne kasteden bölücü terör örgütlerine ve bunların ideolojilerine karşı bilimsel yöntemlerle mücadele vermek, milli ve manevi değerlerimize bağlı, şuurlu bir Türk gençliğinin yetişmesine katkıda bulunmak ve Türk-İslam Birliği'nin kurulmasının zeminini hazırlamak olmuştur.
Bu amaçlar doğrultusunda konferans ve seminerler düzenlenmiş, kitap ve broşür çalışmaları yapılmış, internet siteleri açılmış, sergiler düzenlenmiş, belgeseller ve TV programları hazırlanmıştır. Sayın Adnan Oktar’ın bizzat kendisi yüzlerce yerli ve yabancı fikir önderiyle görüşmeler yapmış, onları canlı yayında televizyon programında ağırlamış ve Türkiye’nin bekası doğrultusunda fikir alışverişinde bulunmuştur. Sayın Adnan Oktar’ın devletimizi, miletimizi, hükümetimizi savunup desteklediğini ispatlayan 300’ü aşkın yazılı eseri ve binlerce saat uzunluğunda canlı TV yayınları bulunmaktadır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları tüm bu çalışmalarda sevgiyi her zaman esas konu olarak ele almış, kimsenin anlatmadığı kadar sevgiyi anlatmış ve sevginin tüm dünyaya hakim olması için çok yönlü çalışmalar ve sohbetler yaparak SEVGİ ÖĞRETMENİ olmayı hedeflemişlerdir.
SAYIN ADNAN OKTAR'IN, SEVGİNİN HAKİM OLMASI İÇİN YAPTIĞI ÇALIŞMALARA ÖRNEKLER
Sayın Adnan Oktar’ın başlığı sevgi olan kitaplarından bazı örnekler :
Sayın Adnan Oktar, 300’ün üzerinde kitap kaleme almıştır ve bu kitapların tamamında sevgiye yer vermiş, çözüm önerisi olarak sevgiyi göstermiştir.
Sayın Adnan Oktar, kitaplarının hemen hemen tamamında ise, hangi konuda olurlarsa olsunlar mutlaka sevgiye, sevgiyle gelecek çözümlere yer vermiş, okurlarını sevgiye, dostluğa davet etmiştir.
Örneğin Dinler Terörü Lanetler isimli kitabının bölüm başlıklarından biri “Terörizm Ancak Sevgiyle Yok Edilir”dir. Bu bölümde Sayın Adnan Oktar şu ifadelere yer vermektedir:
“Toplumun geneli dürüstlük, fedakarlık, sevgi, şefkat, adalet gibi yüksek erdemlere sahipse bu toplumda fakirlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik, haksızlık, mazlumun ezilmesi, özgürlüklerin kısıtlanması gibi olumsuzluklarla karşılaşılmaz.”
Sayın Adnan Oktar’ın Komünist, Terörist, Dinsiz Örgüt: PKK isimli kitabında da yine “Sevgi olmadan çözüm olmaz” başlıklı bir bölüm yer almaktadır.
Sayın Adnan Oktar’ın sevgi hakkında yazdığı makalelerden bazı örnekler :
Aşağıdaki örnekler sadece başlığında “sevgi” kelimesi geçen yazıların bir kısmıdır. Bu örnekler dışında, Sayın Adnan Oktar’ın sevgiyi, kardeşliği, birliğin önemini anlattığı yüzlerce daha yazısı vardır.
Depresyona Karşı En Güçlü İlaç Sevgidir
Kudüs Sevginin ve Dostluğun Başkenti Olmalı
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in Güzel Ahlakını Anlayabilmek
Sosyal Medya Sevgi için Çalışacak
Sevgi tek çaredir
Sosyal Medya Sevgisizlik ve Acımasızlık Arenası Olmamalı
Siyasette alışılmadık bir kavram: Sevgi
Sevgi daima korkuyu yener
Terörün Çözümü Sevgidir
Yemen'deki felaketin tek çözümü: Toplumda barış ve sevginin yeniden tesisi
Dünyadaki Sorunların Çözümü Yeni Ekonomik Politikalar ya da Askeri İttifaklar Değil Sevgidir
İslam Dünyasının En Aciliyetli İhtiyacı Sevgiye Dayalı Bir Birlik
Şükür Allah’a Sevgimizin İfadesidir
Libya’da Öncelik Bloklar Arası Sevgi ve Şefkat Tesisi Olmalı; Devamında Uzlaşı Doğal Olarak Gelir
Avrupa Mülteci Krizine Net Çözüm: Sevgi
Dünyayı kurtaracak olan sevgidir
Sevgisiz insan içten içe çürüyen ağaç gibidir…
Dünyadaki Mülteci Sorunu Sevgiyle Çözülür
Ermeni meselesinde ihmal edilen şart: Sevgi
Kur’an daima sevgi yolunu işaret eder
Müslümanlar Kur’an’ın Sevgi Dolu Uzlaşmacı Yönünü Benimsemeliler
Keşmir’in Sorunlarının İlacı Sevgi
Allah Sevgisi-Sevgi Sürekli Hissedilmesi Gereken Lezzetli Bir Gıdadır
İslam dünyaya sevgi ve fikirle hakim olur
Kadınlara Şiddetin Çözümü: Allah Sevgisi
Küresel Sistemi Sevgi Çağına Çevirmek Mümkün
Yoksulluğun çözümü sevgide gizlidir
Müminin kalbindeki sevginin, aşkın ve aklın temelinde Allah korkusu var...
Pakistan sokaklarını sakinleştirmek için sevgi
Sadece Allah sevgisi kadınlara şiddetin çözümü olur
Kan dökenlerden değil, sevgiyi isteyenlerden taraf olun!
Ortadoğu'nun sevgi ve birliğe her zamankinden daha çok ihtiyacı var
Ortadoğu için zorunlu ittifak değil, sevgi ittifakı
Güvensizlik Sevgiyi Nasıl Yok Eder?
Ayrılıkçı Hareketler ve Sevgi İlacı
Sevgisizlik Ve Katliamı Hedefleyen İdeolojilere Karşı Fikri Mücadele Asıl Olandır
Radikalizm ilim ve sevgiyle yenilir
Müslümanlar Arasındaki Güçlü Bağlılığın Sırrı: Sevgi ve Tevazu
Allah’ın Müminlere Verdiği En Büyük Nimetlerden Biri SEVGİDİR
Sevdiğine Özen Göstermek Daima Sevgiyle Karşılık Vermek Cennet Vasfıdır
Dünyadaki Tüm Kaynaklar Sevginin Öğretilmesi İçin Kullanılmalıdır
Sevgisiz İnsanlar Hata Yapanlara Acımasız Davranırlar
Sevgisizliğin Oluşturduğu Ağır Ruh Hali
Sevgi Akıl ve Emek Kullanarak Kazanılan Bir Nimettir
Nefret Dünyasından Sevgi Dünyasına Geçme Zamanı Geldi
Güvensizlik Sevgiyi Zedeler
Sorunların Çözümü İçin, Dünyaya Sevgiyi Öğretecek Sevgi Öğretmeni: Hz. Mehdi (a.s)
Barış ve Sevgi İslam’ın Özünde Vardır
Sevgisizlik, Dünyada Ağır Bir Tahribat ve Yıkım Meydana Getirir
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, ‘Allah'ın tecellisi olarak kadınlara karşı sevgi duymanın önemi’ üzerinde durmuştur
Sevgi Allah’ın İnsanlara Verdiği Nurdur
Üstün Kalite ve Sevgi Anlayışı İslam Ahlakının Dünya Hakimiyetine Vesile Olacaktır
Müminlerin Sevgi Bağı Zulmü Ortadan Kaldıran Kalkandır
Allah Sevgisi; Müminlerin Allah’a Olan Örnek Sadakat ve Bağlılıkları
Allah Korkusu Aklın, Dürüstlüğün ve Sevginin Temel Nedenidir
Peygamberimiz (Sav), Kadınlara Değer Verir, Onlara Sevgi Ve Şefkatle Yaklaşırdı
Sayın Adnan Oktar’ın röportajlarından, ayrımcılığı ortadan kaldıran, Alevilere, Bektaşilere ve her mezhebe sevgiyle, şefkatle yaklaşılması gerektiğini anlatan ifadelerinden örnekler
Ahir Zamanın En Büyük Sorunu Sevgisizlik Hz. Mehdi (a.s.) Vesilesiyle Ortadan Kalkacaktır
Hz. Mehdi (a.s.)'a Yobazların Gösterdiği Tepkinin Nedeni Hz. Mehdi (a.s.)'ın İslam'ın Sevgi ve Özgürlük Dolu Anlayışını Savunmasıdır
Peygamberimiz (sav)'in kitap ehli'ne karşı şefkatli, koruyucu ve sevgi dolu tutumu
Bazı Hıristiyan kardeşlerimiz Allah korkusunu yanlış değerlendirmemelidirler. Gerçek imanda Allah sevgisi Allah korkusu ile birlikte yaşanır
Türkiye'nin liderliği sevgiye, şefkate ve merhamete dayalı; barış ve huzuru sağlayacak bir liderliktir
Üstad Hz. Mehdi (a.s.)'a derin bir sevgi ve saygıyla bağlıdır, onun öncü bir askeri ve yardımcısıdır
Batıda yaşayan Müslümanlar İslam'ın barışsever ve sevgi dolu ahlakını en güzel şekilde temsil etmekle yükümlüdürler
Osmanlı döneminde Kitap Ehli'ne sevgi ve merhamet
Müslümanları kan dökücü olarak göstermeye çalışanlar yanılıyor; İslamiyet şefkat, merhamet ve sevgi dinidir
İslam barış ve sevgi dinidir Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)'ın çıkış dönemi barış ve güvenlik dönemi olacaktır
Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) devrinde tek bir damla kan dökülmeyecek, her yerde sevgi ve barış yaşanacaktır
Türk İslam Birliği entellektüel, soğuk konuşmalarla değil samimiyet, içtenlik ve sevgiyle kurulacak bir gönül birliğidir
Sevgisizlik, bencillik ve stresin kalpte oluşturduğu gizli yaralar ve insan vücudunda meydana getirdiği fiziki tahribat
Allah sevgisi
Allah sevgisi ve Allah korkusu
Kamil iman sahibi müminin Allah sevgisi
Romantik sevgi anlayışı
Toplumlardaki sevgi eksikliği büyük bir beladır
Ahir zamanda insanlara gelen büyük bela: Sevgisizlik
İslam ahlakı yeryüzüne sevgiyle hakim olacaktır
Müminlerin birbirlerine olan sevgileri
Sayın Adnan Oktar’ın televizyon programlarında sevgi hakkında yaptığı konuşmalara örnekler :
Sayın Adnan Oktar, A9 TV’deki programlarında hemen her gün saatlerce sevginin önemini vurgulayan konuşmalar yapmış, toplumda nefretin son bulması, yerine sevginin hakim olması için ciddi bir gayret göstermiştir. Hatta nefreti önlemek için, “Anayasaya Kanun Maddesi Ekleyelim” önerisini dünya üzerinde yapan tek insan yine Sayın Adnan Oktar'dır. Kendisinin bu konu ile ilgili canlı yayın konuşmalarından bazıları şöyledir:
“Sevgiden bahseden neredeyse hiçbir yayın yok. trip atmak, nefret, çatışma, kavgayı esas alıyorlar. Bu dehşet verici. Dehşet verici bir dünyayı kabul etmeye gerek yok. Anayasa’ya sevgiyi teşvik eden, nefret ve kini yasaklayan maddeler eklenmesi lazım. Ana konunun sevgi olması lazım.” (Adnan Oktar, 20 Haziran 2018)
“Gaddarlık ve sevgisizliğin kanunla yasaklanması lazım. Tüm müesseselerin sevgiyi esas alması gerektiği, hayat amacı olarak sevginin anlatılmasının şart olduğu, devletin tüm kurumlarının sevgiye göre hareket etmesi gerektiği Anayasa’ya kısa bir madde olarak eklenmeli.” (Adnan Oktar, 4 Temmuz 2018)
“İslam’da şiddet yoktur. İslam merhamet dinidir, sevgi ve barış dinidir. İslam’da özgürlük vardır, hayat vardır, neşe vardır. İslam ultramodern hayatın ta kendisidir. “ (Adnan Oktar, 10 Temmuz 2018)
“Ülkeler arasındaki diyaloğun temeli ''ben seni kayıtsız şartsız seviyorum'' olmalı. “Milli çıkarlar, ortak menfaatler” diye cümleye başlanmamalı. Karşılığında bir talepte bulunarak sevgi gösterilmez. Karşılıksız sevgi göstermek önemlidir. Ülkelerin “çıkarından” bahsedildiği bir ortamda sevgi kalmaz. Sadece sevgini, dostluğun, arkadaşlığını, güvenliğini istiyorum diyerek bağlantı kurulmalı.” (Adnan Oktar - A9TV; 23 Aralık 2017)
''Yeryüzü artık sevgi ve adaletle hükmedip kan akıtmayacak, akan kanı durduracak sevgi sahiplerini bekliyor. Allah en kısa zamanda insanlığı sevginin hakim olduğu güzel günlere ulaştırsın.” (Adnan Oktar’ın 1 Eylül 2014’te Burma Times’ta yayınlanan makalesi)
''Hükümet üyeleri, sevgiyi devlet politikası haline getirsinler, sevgiyi. Kavga ve gerilim kültürü çok yaygın Türkiye’de. Nereye gitsen kavga ve edişme, didişme kültürü bir çok yerde hakim. Yoğun olarak sevgi politikasını devlet resmi olarak gündeme getirsin. Her yerde sevgiden bahsedilsin. Bakanlar sevgiden bahsetsin, Başbakan sevgiden bahsetsin, Cumhurbaşkanı sevgiden bahsetsin ve ısrarlı bahsetsinler. Fitneyi yatıştıran, kargaşayı bitiren mühim bir ibadettir sevgi. Yaratılışın ana gayesidir, bak yaratılışın ana gayesidir. Allah’ın bizden istediği tek şey sevgidir. Kendisine sevgi, yarattıklarına sevgi.'' (Adnan Oktar - A9TV; 7 Mart 2017 Canlı Yayın)
Sayın Adnan Oktar’ın dünyadaki savaşların, terör ve kargaşanın tek çözümünün sevgi olduğunu vurguladığı konuşma ve yazılarına örnekler :
“Dünyanın gerçek hastalığı sevgisizlik. Egoizmin, nefretin ve çatışmaların arkasında yoğun bir sevgisizlik var. Farklı ırk, mezhep ve inançtan diye başka toplumlarla anlaşamamanın, kavgaların ve çekememezliğin arkasında sevgisizlik var.
Yeryüzü artık sevgi ve adaletle hükmedip kan akıtmayacak, akan kanı durduracak sevgi sahiplerini bekliyor. Allah en kısa zamanda insanlığı sevginin hakim olduğu güzel günlere ulaştırsın.” (Sayın Adnan Oktar’ın 1 Eylül 2014’te Burma Times’ta yayınlanan makalesi)
“Teröre çözüm konusunda; şefkatle, sevgiyle, akılla, merhametle, gurur kırmadan, onur kırmadan, sevecen bir yaklaşımla bilimsel mücadele, bilimsel anlatım konuyu kökten halleder. Onun dışında iddialaşarak, karşılıklı gurur savaşı gibi bir görünüm hissederse karşı taraf ikna edilmesi çok zor olur. Bilimsel anlatım, vicdanlara hitap yeterlidir.” (Adnan Oktar, A9 TV, 4 Ocak 2013)
Sayın Adnan Oktar’ın İttihad-ı İslam’ın sevgi ile sağlanabileceğine dair sözlerinden örnekler :
“İslam Birliği sevgiyle kurulacak. Birlik olur sizi ezer geçeriz mantığıyla İslam Birliği olmaz. Bir olacağız, sevgiyi yaşayacağız mantığıyla olur. 3-5-7 yıl içerisinde Allah’ın izniyle bu birliği göreceğiz.” (Adnan Oktar, A9TV, 4 Ocak 2018)
“İslam Birliğinin oluşması diğer ülkeler üzerinde tahakküm kurmak amaçlı değildir. İslam ülkelerinin bir araya gelmesi savaşı, çatışmaları durdurmak amaçlı olacaktır. İslam Birliği kuvvet gösterisi şeklinde olmayacaktır. Sevgi, barış ve güven gösterisi şeklinde olacaktır. Her yeri sakinleştiren her yeri dinginleştiren bir pozitif güç olacaktır.” (Adnan Oktar, 21 Nisan 2018)
“Müslümanların birlik olması, İslam Birliği’nin kurulması bir kardeşlik bağının ve sevginin oluşmasıdır. Birlik olalım intikam alalım diye bir mantıkla İslam Birliği olmaz. Birlik olalım Musevilerle, Hristiyanlarla dost olalım, kardeş olalım, birlikte sevgi içinde yaşayalım istiyoruz. Kuran’a uygun olan budur. Allah’ın istediği budur.” (Adnan Oktar, 18 Mayıs 2018)
“Müslümanların bir an önce birleşmesi gerekiyor. Kimsenin kimseye üstünlük iddiası olmamalı. Biz sadece dostça ve kardeşçe birlik istiyoruz. Saf sevgi ve kardeşlik üzerine kurulu bir anlayış dışında hiçbir çözüm olmaz. Bu da ancak Mehdiyetle mümkündür. Savaş ve bilek gücüne dayalı bir yapı mutlaka felaket getirir. Ön koşulsuz dostluk anlaşmaları yapalım. Ön koşul olduğunda kardeşlik olmaz. İsrail de Ermenistan da Rusya da Yunanistan da bizim evlatlarımız diyeceğiz, herkesi bağrımıza basacağız. Kürt Türk Arap ayrımı asla yapmayacağız.” (A9TV, 27 Aralık 2017)
“Deccaliyete karşı çözüm Müslümanların birleşmeleri, mezhep ayrılıklarını bırakmaları, arkadaşça kardeşçe bir sevgi birliği oluşturmalarıdır. Kardeşlerimizin silah olarak sevgiyi almaları gerekiyor. Sevgi dışında başka bir şeyi silah olarak aldıklarında ortalık karışır. Kuran’a dayalı sevgi anlayışının hakim olması lazım.” (Adnan Oktar, 20 Temmuz 2011)
Sayın Adnan Oktar’ın zulüm altındaki müslümanların kurtuluşunun sevgi ile olacağını belirttiği konuşmalarına örnekler :
“İslam ülkeleri 2014 yılında yine savaş, işgal, açlık, yokluk ve çatışmalarla sarsılmaya devam ediyor. Ölümler, yaralanmalar, yıkılan evler ve zorluk içinde yaşamaya devam eden insanların yardım çığlıkları herkesin yüreğini burkuyor. Artık hem İslam alemi hem de dünya ülkeleri yeryüzüne sevginin hakim olmasını istiyor.” (Sayın Adnan Oktar’ın 1 Eylül 2014’te Burma Times’ta yayınlanan makalesi)
“Filistin halkının kurtuluşu için gerçek çözüm üzerinde durmak önemlidir. Yıllardır kınamalar yayınlanıyor bir netice elde edilemiyor. Bambaşka bir yönteme ihtiyaç var. Müslüman zulme her zaman karşıdır ve bunu ifade eder, ama kınamalar tek başına kökten çözüm getirmez. Sevgiyi ve barışı telkin etmek kökten çözümü getirir.
Filistin’de olan hep gariban, mazlum halka oluyor. Çatışma körüklendikçe halkın yerinden yurdundan edilmesinden, kadınların çocukların evsiz barksız kalmasından başka bir sonuç elde edilmiyor. Bu çatışma üslubunu tamamen bırakıp, iki halkı barıştırsak, o kutsal toprakları imar etsek, bir arada güvenlik içinde neşe içinde yaşasalar, her yeri bağlık bahçelik yapsak, okullar inşa etsek, oyun bahçeleri kursak, tüm hayatı değiştirsek daha güzel olmaz mı? Deccaliyet sürekli kavga istiyor, kan dökmek istiyor. Müslüman olarak biz ısrarla barış isteyeceğiz, dostluk isteyeceğiz, sevgi isteyeceğiz.” (Adnan Oktar; 17 Mayıs 2018)
“Filistinli canlarımızın huzuru ve dindar Musevilerin rahat yaşaması için kardeşliği ve sevgiyi hatırlatan bir üslup kullanılması şart. Kavga mantığıyla hareket etmek olmaz. “Bu insanları buradan söküp atacağız” diyerek yaklaşılmaz. Öncelik sevgi, dostluk ve kardeşlik olmalı. Bunu dindarlar bir araya gelerek yapabilirler. İki halkı birbiriyle dost etmek esas olmalıdır. Bölgenin toprakları geniş, her yer herkesin olsun, herkes istediği yere istediği gibi yerleşsin yeter ki bu kavga bitsin.” (Adnan Oktar; 30 Mart 2018)
“Filistin ve İsrail’i barıştırıp normal yaşamalarını sağlamak lazım. Bu toprakların barış yurdu haline gelmesi lazım. O duvarlar, polisler, askerler olmadan yaşanan topraklar olması için gayret etmemiz gerekir. Sert, kavgacı üsluptan hep kaçınmak gerekir. Çatışmadan bir netice çıkmaz. Sevgi ve kardeşlikle çözüm bulmak gerekir.” (A9TV; 11 Aralık 2017)
Sayın Adnan Oktar’ın İslam’ın sevgi dini olduğu yönündeki konuşmalarına örnekler :
“İslam’ın kendisi ılımlıdır. Sevecen, makul, tutarlı bir dindir. İnsanlara huzur verir. İslam’da şiddet yoktur. İslam merhamet dinidir, sevgi ve barış dinidir. İslam’da özgürlük vardır, hayat vardır, neşe vardır. İslam ultramodern hayatın ta kendisidir.“ (Adnan Oktar, 10 Temmuz 2018)
“İslam sevgi okuludur, sevenlerin okuludur. Sevginin en güzel yaşandığı dindir.” (Adnan Oktar, A9 TV, 9 Ekim 2012)
“Bizim anlattığımız, dünyayı kurtaracak bir Müslümanlık anlayışı. Sevgi var, barış, kardeşlik, iyilik, güzellik, sanat, estetik var, kadınlar baş tacı yapılıyor, kadınlar özgür, çocuklar hür ve özgür, delikanlılar hür ve özgür, her yer neşeli, sevinçli.” (Adnan Oktar, A9 TV; 5 Şubat 2015)
“Müslümanların birlik olması iyi insanların birlik olması anlamındadır. Kavgaların gerilimin bitmesi, güzelliğin kalitenin düzgünlüğün hakim olmasıdır. Gece sokağa çıkmaktan tedirgin olmayacaksın, kapıyı çalacaksın hoş geldin diyecekler sohbet kurulacak. Şu anda dünyada böyle bir güven yok. Cennet güven ve sevgi üzerine kuruludur. Dünyada da bu sevginin, dostluğun, huzurun tecelli ettiği bir güzellik oluşsun istiyoruz. İslam Birliği olduğunda sevgi dünyaya hakim olacak. Her gün kavga, her gün cinayet, her gün hayat pahalılığı, her gün acı, azap, rezalet haberleri yayınlanıyor. Artık ne sanat ne güzellik haberi olmuyor. Çünkü deccaliyet dünyaya uzun süredir hakim. Mehdiyetin karşı ilim atağı yeni başladı ve yıldırım hızıyla dünyaya hakim olacak inşaAllah.” (Adnan Oktar, A9TV; 12 Aralık 2017)
Sayın Adnan Oktar’ın manevi zayıflığın ancak sevgi ile giderilebileceğini açıkladığı konuşmalarından örnekler :
“Tüm dünyada insanlığı insani bir hayata çekmek lazım. Nefret, kin, dehşet saçmak korkunç şeyler. Güzel olan dostluk, arkadaşlık, sevgi. Bunu ısrarla insanlara anlatmak lazım. Filmlerde, dizilerde, internette hep kavga, çatışma, silah, tuzağa düşürme var. Oysa her yerde sevgi olmalı. İnsana bu kadar güzel haz veren bir duygu varken kavga felsefesini yaymak çok büyük zulümdür.” (Adnan Oktar, 24 Haziran 2018)
“Dünyaya barışın gelmesi için tüm gücümüzle gayret etmeye devam edeceğiz. Her zaman savaş, silahlanma ve kan karşıtı olacağız. Dostça sevgi içinde yaşamak, dostça, sevgi içinde ahirete gitmek lazım. Allah’ın istediği budur. Allah insanlardan sevgi ister, barış ister, dostluk ister. Deccaliyetin körüklediği öfkeyi ve kini susturacağız. Savaş için istedikleri kışkırtmayı yapsınlar bu kışkırtmalara prim verdirtmeyeceğiz.” (Adnan Oktar; 15 Mayıs 2018)
Sayın Adnan Oktar’ın sosyal medyada sevgi dilinin hakim olması gerektiği hakkındaki konuşmalarına örnekler :
“Sosyal medyaya sevgi hakim olması lazım. Önce sevgi cümleleri kurulması mecbur hale getirilebilir. Önce sevgiden bahsedip ondan sonra eleştirisini söyleyeceği bir üslup yaygınlaşmalı.” (Adnan Oktar; 3 Mayıs 2018)
“Sevgisizlik milli bir tehlikedir. Karanlık ruhu olan bu insanlar sosyal medyada da her şeye öfke ve kinle yaklaşıyorlar.” (Adnan Oktar, 28 Ağustos 2016)
Sayın Adnan Oktar’ın Kitap Ehli’ne de Kur’an’a uygun olarak sevgiyle yaklaşılması gerektiğine dair konuşmalarından örnekler :
“Hristiyanlar Kitap Ehlidir. Kur’an’a göre Müslümanlar Kitap Ehline şefkat ve sevgiyle yaklaşmakla yükümlüdür.” (Adnan Oktar, 17 Haziran 2017)
“Kur’an’da antisemitizm yoktur. Tam tersine Kur’an’da Musevilere sevgi, şefkat ve saygı vardır. Müslümanlar Hıristiyanlara ve Musevilere dostlukla, sevgiyle yaklaşırlar. Allah, Kitap ehlinin yemeğini Müslümanlara helal kılmıştır. Kitap ehlinden kadınlarla evlilik helal kılınmıştır. Bu kadar yakın ilişkiyi helal olduğuna göre Kitap Ehlini düşman olarak gören zihniyetin Kur’an’da olması imkansızdır.” (Adnan Oktar; 4 Mayıs 2018)
Sayın Adnan Oktar’ın uluslararası ilişkilerde de sevginin hakim olması gerektiğine dair açıklamalarından örnekler :
“Her sorunu çözecek konu sevgidir. Mesela Yunanistan’la dostluk kurulacaksa tek konu sevgi olacak. Siyasi çıkarlar gündeme getirildiği anda konu yeniden kitlenir. Ülkeler arasında çıkar konuşulmamalı. Sadece sevgi konuşulmalı. İran, Filistin, İsrail, Ermenistan herkese sevgiyle yaklaştığımızda her konu çözülür. Dünya bomboş, kutsal topraklar geniş arazi. Hep birlikte güzel güzel yaşayalım. Azerbaycan, İran bizim canımız. Gürcistan, Ermenistan, Yunanistan bizim evlatlarımız. Onlar gelsinler buraya yerleşsinler biz gidelim orada rahat yaşayalım, sevgiyle her konuyu halederiz.” (A9TV; 10 Aralık 2017)
“Ülkeler arasındaki diyalogun temeli “ben seni kayıtsız şartsız seviyorum” olmalı. “Milli çıkarlar, ortak menfaatler” diye cümleye başlanmamalı. Karşılığında bir talepte bulunarak sevgi gösterilmez. Karşılıksız sevgi göstermek önemlidir. Ülkelerin “çıkarından” bahsedildiği bir ortamda sevgi kalmaz. Sadece sevgini, dostluğun, arkadaşlığını, güvenliğini istiyorum diyerek bağlantı kurulmalı." (A9TV; 23 Aralık 2017)
“Ülkeler arasında mayın tarlaları, dikenli teller olması doğal görülmemeli. Hepimiz insanız, dostuz, arkadaşız. Bunlar sevgisizliğin meydana getirdiği bir dehşet. Dikenli teller her ülkeyi açık hapishane konumuna getiriyor. Aralarda duvarlar, dikenli teller, kilitler olmamalı. Bunun için ise keskin ve kararlı bir sevgi gerekir.” (A9TV; 28 Aralık 2017)
Sayın Adnan Oktar’ın sevgi hakkındaki diğer bazı konuşmalarından örnekler :
“Yapılacak en acil hizmet insanların sevgi ve merhamet dolu olmasını temin etmek. Bunun için de yapılması gereken Darwinist materyalist eğitimin bitirilmesi, çünkü Darwinizm insanların bir tür hayvan olduğunu ve bencilce, acımasızca mücadele etmeleri gerektiğini söylüyor. Bu deccali felsefeyi ilimle irfanla bir an önce temizleyelim. Yoksa Allah korusun deccaliyet çocukları da hayvanları da gençleri de mahvetmeye devam edecek.” (Sn. Adnan Oktar’ın 3 Temmuz 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Övgü sevgiyi geliştirir. İnsanların birbirlerine karşı gönül alıcı olması, ahlakının ve fizikinin güzel yönlerini övmesi gerekir.” (Sn. Adnan Oktar’ın 5 Temmuz 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Sevgiyi yaşamak için acıma ve merhamet duygusu şart. Merhamet olduğunda sevdiğini korursun. Onun haysiyetini, onurunu, dinini, imanını her şeyini korursun, kendin gibi sahip çıkarsın.” (Sn. Adnan Oktar’ın 24 Haziran 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Tartışma, çatışma kültürü insanın dimağını bir süre sonra kapatır. İnsan ruhunun rahatlamaya, sanata, güzelliğe, neşeye, sevince ihtiyaç vardır. Gerilimi azaltan, sevgiyi teşvik eden açıklamalar önemlidir.İnsanlar en çok Allah’ın sanatını görmekten zevk alırlar, iman hakikatlerinden, Allah’ı sevmekten güç bulurlar. Her gün yeni düşmanlar icat etmek dimağı dondurur. Bizim yeni yeni düşmanlara değil, dostluğa, kardeşliğe ihtiyacımız var.” (Sn. Adnan Oktar’ın 8 Haziran 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Toplumda sevgiyi hâkim kılabilmek, herkesin birbirini candan sevmesini sağlayabilmek için, herkesi Allah sevgisinde, ALLAH korkusunda bileştirmek lazım. İnsanlar Allah’ın anayasasına olan Kuran’a göre imanda, hidayette birleşirse, sevgi birliği sağlanabilir. İnsanlara en başta ALLAH’ı saygıyla sevdirmek, Allah’tan samimi korkmalarını sağlamak ve samimi bir vicdana sahip olmalarını elde etmek gerekir. Bu da, samimi olarak Kur’an’ı anlatmakla, iman hakikatlerini öğretmekle olur.” (Sn. Adnan Oktar’ın 12 Aralık 2017 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Sevginin, dostluğun, kardeşliğin yayıldığı bir toplumda hiçbir genç kız taciz edilmez, rahatsız edilmez.” (Sn. Adnan Oktar’ın 21 Haziran 2017 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
"Gençleri teşvik edelim, herkesi teşvik edelim. Bir kampanya başlatalım. Sevgiyi hem yazmaya alışsınlar, hem konuşmaya alışsınlar. O kelimeyi kullanamıyorlar, televizyona çıkıyorlar. İnsanlar işte birbirini eziyor, acımasız bir ortam var, zulüm diz boyu falan. Bir kere de ki; “birbirimize sevgiyle yaklaşsak bu hallolur” de, bunu söyle, diyemiyor ya. Hâlbuki o kelimeyi kullanmaya bir alışsalar gittikçe onun çapı genişleyecek, o ondan duyacak, o ondan duyacak o mesele hallolacak. Her fırsatta bir bahaneyle sevgiden bahsetmeleri lazım." (Sn. Adnan Oktar’ın 2 Kasım 2015 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Birlikte kardeşçe yaşamak varken kavga ve çatışma istemenin mantığını anlamak mümkün değil. Kan dökmeyi çok doğal görüyorlar, kardeş olmayı ise yadırgıyorlar. Doğal ve güzel olan sevgi dolu olmaktır. Kardeş olmaktır, dost olmaktır.” (Sn. Adnan Oktar’ın 3 Haziran 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Sevgi bina kurar gibi yüzden fazla temel değer üzerine kurulur. Affetmek, değer vermek, sabretmek, merhamet etmek… İşte Kuran, sevgiyi oluşturan tüm bu ana şartları bize öğreten kitaptır.” (Sn. Adnan Oktar’ın 3 Mayıs 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“İnsanların çoğunda sevgi teknik ve çıkara dayalıdır. Ya da usulendir ve taktiklerle ilerler. Bende öyle değildir. İnsanlar samimi sevmeyi bilmedikleri için benim coşkulu sevgimi bir türlü anlayamıyorlar.” (Sn. Adnan Oktar’ın 23 Nisan 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Sanatçıya değer vermemek o kişinin görgü eksikliğini, sevgisizliğini ve insaniyetsizliğini gösterir. Sanat kutsaldır. Birinin sanatçı insana saygısı yoksa, o kişi insani özelliklerini kaybetmiştir.” (Sn. Adnan Oktar’ın 25 Nisan 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Sevgi dünya için çok lüks bir şeymiş gibi gösteriliyor. Yüz yıllarca şeytan bu eğitimi verdi insanlara. Şu an insanlara sevgi dendi mi çok uzaklarda bir şeymiş gibi görünüyor. Hâlbuki günlük yemeği gibi normal ihtiyacı olan bir şey. Yani her gün nasıl kahvaltı yapıyor, nasıl yemek yiyor onun gibidir sevgi. Her gün günlük, normal, makul ihtiyacıdır insanın. Sanki çok uzaklarda, erişilmesi çok zormuş gibi göstertiyorlar. Hâlbuki biz sevgiyle zaten iç içe yaşıyoruz. Sevgi bir niyetle ayağımıza gelir hemen, sevgi kapıda bekler.“Sevgi buraya gel” dersin, hemen gelir, sevgi hemen insanın içini kaplar, ruhunda hemen hizmete hazırdır. Allah öyle yaratmıştır ama kapıda bırakıyor insanlar, içeriye sokmuyorlar sevgiyi. Onun yerine pislik, kavgacılık, kindarlık, soğukluk, şüphecilik, acımasızlık, münasebetsizlik, densizlik, kabalık onu kapıda tutuyorlar. Seviye gel desen hemen gelir çok olaydır sevgi. Sevgi gelir gelemez hemen kalbe yerleşir, beyne yerleşir. İnsanı sever zaten sevgi, Allah’ı sever, dolayısıyla insanı sever. Beyine yerleştiğinde beyin ferahlar, kalbe yerleştiğinde kalp ferahlar, hemen insanın ufku açılır. Göze yerleşir göz güzelleşir bakması düzgün hale gelir. İnsanın her şeyi hoş ve ferah hale gelir. Sevgiyi kapıda bekletmemek lazım. İnsanlar çağırmadığı için sevgi gelmiyor.” (Sn. Adnan Oktar’ın 1 Şubat 2016 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Pek çok yerde samimi dindarlık hakim olmadığı için neşeyi yaşayacakları ortam da olmuyor. İnsanların mutsuzluğunun nedeni de imanın neşesinin bilinmemesidir. Arada parazitler olduğu için oluşan ortam gençleri çok geriyor. Hiçbir yerde sevgi olmamasına alışmış oluyorlar. Korkunç bir hayatı baştan kabul ediyorlar. Ya da suni sevgiye, çıkara dayalı bir sisteme, razı oluyor. Gerçek sevgiyi değil sevginin edebiyatını biliyorlar.” (Sn. Adnan Oktar’ın 4 Nisan 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“İslam ahlakı hem alabildiğine özgürlük sağlar hem de insanların birbirine rahatsızlık verebileceği tüm bozuklukları ortadan kaldırır. Sevgiyi, dostluğu en mükemmel hale getiren sistemin adı İslam ahlakıdır.” (Sn. Adnan Oktar’ın 30 Mart 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Kur’an sevginin nasıl yaşanacağını bize öğreten bir hayat kitabıdır. Kur’an’a tam uyulduğunda gerçek dostluk ve sevgi yaşanır.” (Sn. Adnan Oktar’ın 23 Mart 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Doğal olan sevgi, barış ve kardeşliktir. İnsanların savaşa ve çatışmaya şaşırması lazım. Anormal olan insan öldürmek için malzeme yapan fabrikalar olmasıdır. Makul, vicdan sahibi insanlar biraraya gelip, “Biz ne yapıyoruz, tüm silahları kaldıralım, kardeşçe yaşayalım” demesi gerekir.” (Sn. Adnan Oktar’ın 14 Şubat 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“İnsanı mutlu eden tek şey gerçek sevgidir. Gerçek sevgiyi gören insan hayat bulmuş olur. Gerçekten sevildiğini gördüğünde insan mutlu olur.” (Sn. Adnan Oktar’ın 14 Nisan 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
“Spor kulüplerinin sevgi, şefkat ve merhamet konularında gençlere yönelik kapsamlı bir eğitim propagandası oluşturmaları lazım. “Sevgi tek amacımız”, “dostluk tek amacımız”, “kardeşlik tek amacımız”, “milletiz biriz, beraberiz, birbirimizi seviyoruz” tarzında sloganlar pankartlarla gençlere tekrar tekrar söylettirirlerse çok olumlu bir etki oluşur toplumda.” (Sn. Adnan Oktar’ın 11 Aralık 2017 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
SONUÇ
Sayın Adnan Oktar, daima sevgiyi savunmuş, siyasi, ekonomik, toplumsal her sorunda sevginin çözüm olacağını açıklamış, sevginin kaynağının ise Allah sevgisi olduğunu göstermiş bir ilim insanıdır.
Her fırsatta sevgiyi savunan, çevresindekileri sevmeye, şefkate, iyiliğe teşvik eden, her gün canlı yayında ısrarla sevgi ve barışın üzerinde duran birinin suç işleme amacı veya kastının asla olmayacağı çok açıktır.
Sayın Adnan Oktar, TÜRKİYE’NİN DE BULUNDUĞU COĞRAFYADA SEVGİ ÖĞRETMENİ OLARAK LİDER ÜLKE OLACAĞINI SAVUNMUŞ BİR VATANSEVERDİR.
“Türkiye eğer bölgenin sevgi öğretmeni olursa o zaman bölgenin lideri olur. Silahla liderlik olmaz. Silahla yola çıkan anında ekarte olur.” (Sn. Adnan Oktar’ın 3 Temmuz 2018 tarihli A9 TV canlı yayın konuşmasından)
DÜNYADA KİMSENİN GÜNDEM YAPMADIĞI “SEVGİ ÖĞRETMENLİĞİ”Nİ İNSANLARA, ÜLKELERE, TÜRKİYE’YE VE DÜNYAYA ANLATAN SAYIN ADNAN OKTAR ve ARKADAŞLARINA YÖNELİK SUÇ ÖRGÜTÜ İSNATLARI, MADDİ DELİLDEN YOKSUN, AKIL VE MANTIK DIŞI İDDALARDIR.
#adnan oktar#harun yahya#türkiye#istanbul#silivri#cezaevi#operasyon#sevgi#dostluk#barış#kardeşlik#hoşgörü#vicdan#merhamet#arkadaşlık#yüzyıl#saygı#cehd#mücadele#deccal#şeytan#ingiliz derin devleti#islam#müslümanlar#islam ülkeleri#filistin#ırak#suriye#afganistan#kedicikler
0 notes
Text
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI RAPORUNA CEVAP
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'NIN SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI HAKKINDAKİ RAPORUNA CEVAPTIR
Diyanet İşleri Başkanlığının, "Mehdici ve Mesiyanik Söylem" başlığı altında ismine yer verdiği Sayın Adnan Oktar hakkında söz konusu raporda gerçek dışı iddialara, asılsız isnatlara yer verilmiş, kendisinin sözde Mehdi olduğuna dair bir iddiada bulunduğu öne sürülmüştür. Hiçbir şekilde gerçekliği olmayan, doğruluğu bulunmayan bu iddialara Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yer verilmiş olması, bir rapor şeklinde yayınlanması ve tek taraflı olumsuz yorumlarla yargısız infaz şeklinde tespitlerle kaleme alınmış olması esef vericidir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti Devletine sadık, tertemiz Türk vatandaşlarıdır ve söz konusu raporda iddia edildiği gibi hiçbir şekilde devletin lehine olmayacak veya güvenliğine zarar verecek bir niyet içinde hiçbir zaman bulunmamışlardır. Günümüze değin yürütülen ilmi ve kültürel çalışmalar İslam’ın yüceltilmesi yönündedir ve MEHDİYET HAKKINDA YAPILAN ANLATIMLAR İSE PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN “MEHDİ İLE MÜJDELENİN” EMRİ GEREĞİ ve Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki haberleri doğrultusunda olmuştur.
En önemlisi, Kuran’ın Nur Suresi, 55.ayetinde Allah tüm Müslümanlara İslam’ın güzel ahlakının yeryüzüne egemen olacağını, korkularından sonra iman edenlerin güvenliğe kavuşacaklarını ve dinlerini yerleşik kılacağını haber vermiştir. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının Mehdiyet ile ilgili verdikleri bilgilerin kaynağında Peygamberimizin (sav) hadisleri, Risale-i Nur Külliyatı ve İslam alimlerinin son 1400 yıl içinde konuyla ilgili yaptıkları aktarımlar yer almaktadır.
Devletine bağlı, vatan sevgisiyle yaşayan hiçbir sabıkası bulunmayan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları raporda iddia edildiği gibi KENDİLERİNİ ASLA YEGANE DİNİ OTORİTE OLARAK GÖSTERMEMİŞLER, ilahi alandan özel bir bilgi alıyor izlenimi oluşturmamışlardır. Aksine, yayınlarda ve sosyal yaşantılarında gözlemlendiği gibi Sayın Adnan Oktar ve yakın çevresi son derece modern, çağdaş, günceli takip eden, cemiyet hayatıyla iç içe, neşeli, dışadönük ve çok iyi eğitimli bayan ve baylardan oluşmaktadır.
Söz konusu Türk vatandaşlarının, halkımızın diğer kesimlerinden bir farkları yoktur, hatta tüm İslam alemini kardeşleri olarak benimsediklerini her ortamda dile getirmektedirler. Bunun yanısıra Sayın Adnan Oktar şahsen yayınları sırasında bilgisini arttırdığını, kendisinin BİR HOCALIK İDDİASI BULUNMADIĞINI, fıkıh konularında Diyanet İşleri Başkanlığına başvurulması gerektiğini çok defalar vurgulamıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan raporda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına istinaden öne sürülen iddialara cevap vermeden önce bazı önemli hususlar hakkında kısaca bilgi vermek isteriz :
1– Polis operasyonuyla gözaltına alınan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları 8 gün boyunca polis nezaretinde devlete itaatle, saygı ve sevgi dolu nezaketleriyle kalmışlar, hastane raporları tertemiz çıkmıştır
11 Temmuz 2018 tarihinde yapılan bir polis operasyonu ile gözaltına alınan ve sekiz gün boyunca Vatan caddesinde bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bağlı Mali Şube nezaretinde çok ağır şartlarda tutulan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hiçbir sabıkası bulunmayan, sicillerinde hiçbir suç kaydı bulunmayan, hayatları boyunca yasalara bağlı olarak yaşamış tertemiz Türk vatandaşlarıdır. Bu sekiz gün zarfında Sayın Adnan Oktar ve kendisiyle gözaltına alınan bayanlar ve beyler emniyet teşkilatımızın görevlendirdiği polisler gözetiminde geceli gündüzlü gözlem altında tutulmuşlardır. Aynı zamanda her gün sağlık kontrollerinden geçirilmişler, kan tahlilleri yapılmış, doktor muayenesi ile psikolojik ve fiziksel durumları müşahede edilmiştir. Bu incelemeler sonucunda gözaltına alınan kişilerin tamamının alkol kullanmadıkları, herhangi bir madde bağımlısı olmadıkları bilimsel, tıbbi deliller ile ispatlanmıştır.
Nezarethanede bulundukları sırada yaşları 20-50 arasında olan bu bayanların ve beylerin yaşadıkları birçok sağlık sorunları olmuştur. Sekiz gün boyunca zorlu şartlar altında migren atakları, astım krizi, yüksek tansiyon rahatsızlığı, ağır ateşli grip, bel ve boyun tutulması, beyin tümörüne bağlı nörolojik sorunlar, MS hastalığı kaynaklı savunma sistemi rahatsızlıkları, romatizmaya bağlı ağrı atakları, diyabet bağlantılı krizler yaşayan bu kişiler aynı zamanda lavaboya çıkartılmayarak, abdest almalarına izin verilmeyerek, temizlenme ve hijyen ihtiyaçları karşılanmayarak, avukatlarıyla görüştürülmeyerek, kıyafet temin etmeleri engellenerek, kullandıkları ilaçlar zamanında verilmeyerek, havasız ortamda bulunmalarına göz yumularak, sağlık kontrollerine gidişleri sırasında rencide edici üsluplarla sözlü tacize uğratılarak İNSANİ ŞARTLARIN İHLAL EDİLDİĞİ DURUMLARA MARUZ BIRAKILMIŞLARDIR.
Fakat tüm bu olumsuzluklar, insan hakları ihlalleri, incitici muamelelere rağmen, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI NEZAKETLİ, SAYGI VE SEVGİ DOLU ÜSLUPLARINDAN ASLA TAVİZ VERMEMİŞLERDİR. Sadece bu örnek, en zor ve aleyhte görünen koşullarda daha Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının devletimize bağlılığını, kolluk kuvvetlerine saygılarını, itinalarını görmek için yeterlidir.
2– Sayın Adnan Oktar’ın çalışmaları milli birliğimizi güçlendirici, İslam alemini ve Müslümanları kardeşlik ilişkileri içinde birleştirici, Allah inancını ve imanı pekiştiren, devlete saygı ve sevgiyi teşvik eden toplumsal barışa destek veren uzlaştırıcı, yararlı çalışmalardır
Son 40 yıldır Sayın Adnan Oktar’ın ve arkadaşlarının faaliyetlerine, ilmi ve kültürel çalışmalarına bakıldığında sadece topluma faydalı hareket ettikleri açıkça görülebilir. Sayın Adnan Oktar’ın, ‘Devlete Bağlılığın Önemi’ adlı eseri bu yöndeki kesin tutumlarının net delilidir. Bunun dışında Atatürkçülüğü vurgulayan kitaplar, PKK terörüne karşı hazırlanan belgeseller ve kültürel çalışmalar, konferans serileri, İslam ülkelerinin içinde bulundukları sorunları ve çözüm yollarını araştıran eserler, Allah’ın varlığının bilimsel delillerini sunan yaratılış gerçeğine dair kitaplar, belgeseller ve uluslararası konferanslar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını olduğu kadar tüm okuyucuları bilgilendirmeyi, onlara imani ve milli bir şuur kazandırmayı hedeflemektedir. Özellikle ‘Yaratılış Atlası’ adlı dört ciltten meydana gelen bilimsel eser, fosil kayıtlarından yola çıkarak tüm dünyaya canlıların ilk yaratıldıkları andan itibaren evrimleşmediklerini ispatlamıştır. Tüm bu çalışmalar milli birliğimizi güçlendirici, İslam alemini ve Müslümanları kardeşlik ilişkileri içinde birleştirici, Allah inancını ve imanı pekiştiren, devlete saygı ve sevgiyi teşvik eden toplumsal barışa destek veren uzlaştırıcı, yararlı çalışmalardır. Bu KİTAPLARIN VE ESERLERİN HER CÜMLESİ POZİTİF, SEVGİ AHLAKINI ESAS ALAN, KURAN AHLAKINA UYGUN İFADELERLE YAZILMIŞTIR. Söz konusu eserler on yıllardır okunmakta, yurt dışında konferanslarda anlatılmakta, bazı ülkelerde müfredata dahil edilmektedir. Tümüne hâkim olan İslam’ı savunan barışçıl ve Allah sevgisini, Allah korkusunu dayanak alan samimi üslup vesilesiyle milyonlarca insanın Allah’a imanına, imanlarının güçlenmesine, terörün engellenmesine, Kuran ahlakının benimsenmesine vesile olmuştur.
3– Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının kimseye zararı olmadığı gibi, aksine yalnız fayda, uzlaştırma, kardeşlik, barış, vatanseverlik, iman gibi değerler ve hasletler amaçlanmaktadır
Bu hususlar değerlendirildiğinde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının kanunlara uygun yaşayan, hiçbir hukuksuzluğa asla tenezzül etmeyen, sicilleri tertemiz, ilmi çalışmalarla bilgilerini ve kültürlerini arttırmayı hedefleyen DEVLETLERİNE BAĞLI TERTEMİZ TÜRK VATANDAŞLARI OLDUKLARI AŞİKARDIR.
Söz konusu polis operasyonu, ardından sekiz günlük nezarethane süreci ve bunun ardından gelen cezaevinde geçirilen tutukluluk döneminde hiçbir aşamada Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının devletimizin aldığı tedbirlere karşı uyumsuzluk gösterdiği görülmemiştir. Bu kişiler hayatlarında ilk defa nezarethane, emniyet birimine ait kolluk kuvvetleri ya da ceza infaz kurumları ile karşılaşmalarına rağmen, son derece uyumlu, yardımcı olan, nezaketli ve saygı dolu davranışlar sergileyen örnek bir tutum sergilemişlerdir. Türkiye’nin farklı şehirlerine dağıtılarak suçlu profili taşıyan hatta şizofren, bipolar benzeri ağır akıl hastalıkları olan hırsızlar, uyuşturucu kullananlar, bebek katilleri, travestiler, dolandırıcılar, PKK ideolojisini benimseyen sözde bağımsız mahkumlar, cinsel suç işlemiş kriminaller, seri katiller ile aynı koğuşlara yerleştirilmişlerdir. Bununla kalmamış, tutuklananların bir kısmı yaklaşık 1,5 yıl boyunca tek kişilik hücrelerde tecrit edilmişlerdir. Çoğunluğu 6-9 ay sonra ilk defa Segbis yoluyla mahkemede hakim karşısına çıkmış, iddianamenin gizliliği öne sürülerek savunma hakları kısıtlanmıştır. Bunlar ve buna benzer yüzlerce usulsüzlük yoluyla kanuni hakları engellenen Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, 11 Temmuz 2018 tarihinden itibaren DEVLETİMİZE İTAATLİ, SADAKATİ VE BAĞLILIĞI ESAS OLAN MÜKEMMEL VE ÖRNEK BİR VATANDAŞLIK SERGİLEMEKTEDİRLER. Ceza infaz kurumlarındaki müdürlerin, başmemurların, memurların, duruşma sırasında mahkeme heyetinin, başkan ve üye hâkimin, savcılığın ve diğer yargılamaya dair görevli memurların ve avukatların şahitliğinde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları son derece efendi, halim, sevecen ve saygı dolu ahlakları ile tüm bu gözaltı ve tutukluluk sürecinde örnek davranış göstermişlerdir. Böylesine itaatli, mazlum bir topluluğun –haşa- devleti yıkacağına dair bir şüphe duymak akıl dışıdır.
4– Hain, kalleş FETÖ yapılanması İslam karşıtıdır, Kuran karşıtıdır, dinsiz, imansız, terörist, bozguncu bir örgütlenmedir ve Sayın Adnan Oktar ile arkadaşları FETÖ’ye kesin bir tutumla karşıdır
Hain FETÖ yapılanmasına bakıldığında, 15 Temmuz 2016 tarihinde kahpe ve kalleş bir darbe girişimiyle Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmaya azmetmiş, eli kanlı bir terör yapılanması karşımıza çıkmaktadır. Bu terör örgütünün amacı nihayetinde devleti ele geçirmek, Türk milletini yok etmek ve kan dökerek mazlumları katletmektir. Nitekim yüzlerce şehidimiz olmuş, hain FETÖ teröristlerinin kanlı darbe girişimi bu şekilde engellenmiştir.
HAİN, KALLEŞ FETÖ YAPILANMASI İSLAM KARŞITIDIR, KURAN KARŞITIDIR, DİNSİZ, İMANSIZ, TERÖRİST, BOZGUNCU BİR ÖRGÜTLENMEDİR. FETÖ ideolojisi, Türk milletini –haşa- düşman ilan etmiş, devletimizin kurumlarına sızma yoluyla yerleşip önemli konumları ele geçirerek devletin imkanlarını Türk milletinin ve devletin aleyhine kullanmayı amaçlamıştır. FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen kendisine önceden dini bir sıfat edinerek, ‘Hocaefendi’ lakabıyla devlet kurumlarında sözde itibar kazanmıştır. Bu sözde itibarını söz konusu kurumlarda etkide bulunmak, nüfuz edinmek için kullanmıştır ve sonucunda kendisini sinsice gizleyerek hain bir darbe girişiminde bulunmuştur. Devletimizin her kurumunda, hatta askeri teşkilatımızda dahi yapılanan FETÖ teröristlerinin gücü nihayetinde devletimizi yıkacak güce erişmesine rağmen ilgili makamlar ve yetkililer tarafından fark edilememiştir. FETÖ’nün hedefinde mazlum Türk vatandaşları, dindarlar, milliyetçiler, vatanseverler vardır ve SAYIN ADNAN OKTAR İLE ARKADAŞLARI DA BU KANLI TERÖR HAREKETİNİN HEDEFİNDE OLMUŞTUR. Sayın Adnan Oktar, hain darbe girişiminin gerçekleştiği 15 Temmuz 2016 gecesi 12 saat boyunca canlı yayın yaparak, hain darbe girişimini geçersiz ilan etmiş, deşifre etmiş ve başarıya ulaşmasını önleyen başlıca vatansever olarak tarihe geçmiştir. Söz konusu yayın RTÜK’ün hazırladığı ilgili raporda kapsamlı vurgularla övülmüştür.
Bu nedenle FETÖ terörü gibi devleti yıkmaya azmetmiş ve milletimizi düşman ilan etmiş bir yapılanmayla, tamamen kanunlara uygun yaşayan, hiçbir sabıkası bulunmayan, Allah sevgisinin tüm insanlığa yayılması için çabalayan ve hayatlarını fedakarane bir şekilde ilmi, kültürel çalışmalara adayan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını kıyaslamak hakkaniyete uygun değildir ve son derece art niyetli bir değerlendirme olarak görülecektir.
5– Sayın Adnan Oktar hiçbir suç işlemediği kesin olduğu ve vatanına duyduğu sevgi, devletine olan bağlılığı nedeniyle asla ülkesini terk etmemiştir
Kaldı ki, Sayın Adnan Oktar hiçbir şekilde İstanbul’u terk etmemiş, vatanından ayrılmamış, onca tehdit, engelleme ve özellikle basın yoluyla yürütülen psikolojik savaşa rağmen ülkesini, milletini terk etmemiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan raporda aynı başlık altında incelemeye tabi tutulan Evrenosoğlu ve Hulusi gibi şahıslar ülkeden kaçmışlar, Türkiye’yi terk etmişlerdir. Oysa, SAYIN ADNAN OKTAR HİÇBİR SUÇ İŞLEMEDİĞİ KESİN OLDUĞU VE VATANINA DUYDUĞU SEVGİ, DEVLETİNE OLAN BAĞLILIĞI NEDENİYLE asla böyle bir yola tevessül etmemiştir.
6– Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları tarafından Peygamberimizin (sav) hadisleri doğrultusunda aktarılan Mehdiyet ile ilgili anlatımlar, Kuran-ı Kerim’in Nur Suresi, 55. ayetinde haber verilen iman edip, salih amellerde bulunanların öncekiler gibi yeryüzünde mutlaka egemen olacakları müjdesinin gereğidir
Ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah, içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar Bana kulluk eder ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkar ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur Suresi, 55)
Dolayısıyla, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının dile getirdiği ve müjdesini verdiği MEHDİYET, KURAN’IN BİR HÜKMÜNÜN VE MÜJDESİNİN MÜSLÜMANLARA DUYURULMASI, bu güzelliğin gündemde tutulmasıdır. Allah, hidayetinin yeryüzüne mutlaka egemen olacağını, bir başka deyişle Mehdiyetin bir Kuran ayeti ile vaad etmiştir. Bu dönemde İslam iyice yerleşecek, Müslümanların yaşadıkları korkular sona erecek ve emniyete kavuşacaklardır. Bu kutlu dönem, Mehdiyet çağı tüm Müslümanlar için bir sevinç vesilesidir.
Günümüzde İslam aleminin içinde bulunduğu durum ortadadır, Suriye, Yemen, Irak, Afganistan, Filistin, Doğu Türkistan, Bangladeş, Myanmar, Libya ve birçok ülkede Müslümanlar savaşlar ve terör nedeniyle perişan edilmiştir. Türkiye ensar görevi yaparak, günümüzde zulme uğrayan milyonlarca kardeşimize kapılarını açmış, onlara güvenli bir sığınak olmuştur. Dünya üzerinde zayıf bırakılmış milyonlarca Müslümanın kurtuluşu, Kuran’da müjdesi verilen mutlak egemenlik, bir başka deyişle Mehdiyet yoluyla olacaktır. MEHDİYET, KURAN’IN MÜJDESİ VE ALLAH’IN VAADİ OLDUĞU İÇİN PEYGAMBERİMİZ (SAV) BU DÖNEMİ YÜZLERCE HADİS YOLUYLA TANITMIŞTIR.
İşte yine bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri de yüzlerce sayfa ile Mehdiyeti tarif etmiş, hatta ebced hesaplamalarıyla tarihler belirterek Mehdi (as)’ın Darwinizmi ve materyalizmi yıkacağını, İstanbul’dan çıkacağını haber vermiştir.
Mehdiyet ile ilgili detaylı anlatımlarda bulunan Bediüzzaman Hazretleri hiçbir zaman devleti yıkma girişiminde bulunmamış veya devleti ele geçirmemiştir. Benzer çalışmalar yapan ve ayetin müjdesini veren Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının da hiçbir zaman böyle bir teşebbüsü olmamış ve olmayacaktır.
#adnan oktar#diyanet#diyanet işleri başkanlığı#harun yahya#mehdiyet#mehdi#kuran#ayetler#hadisler#bediüzzaman#risaleler#mehdiyet inancı#kardeşlik#varanseverlik#milliyetçilik#fetö#Türkiye#istanbul#islam#türk islam birliği#vatan#Allah sevgisi#vatan sevgisi#emniyet müdürlüğü#ali erbaş#mahkeme#adnan hoca#davası
0 notes
Text
KAMU VİCDANI YALANI
Türkiye’de alınan siyasi ve hukuki kararların ardından çoğu zaman devreye giren ve sözde "kamu vicdanı" adı altında lanse edilen bir infaz sistemi bulunmaktadır. Bu sistem, siyasilerin ve karar alıcıların yerine kararlar verebilmekte, hukuk sisteminin ise adeta tam anlamıyla yerine geçmektedir. Bu sözde “kamu vicdanı"nı kimin, hangi bakış açısıyla, hangi niyetle ve nasıl bir organizasyon dahilinde oluşturduğu kimse tarafından sorgulanmamaktadır. Ne var ki, sorgulanamayan bu sanal mekanizma, bir şekilde yargıdan siyasete her konuda adeta karar alıcı bir sistem haline dönüşmüş durumdadır.
Klavyelerin ardına gizlenen, istemedikleri ve işlerine gelmeyen konularda öfkeli bir üslup ve şiddetli bir itiraz tonuyla seslerini yoğun olarak duyurabilen bu kişiler, gerçekte 200-300 kişiden oluşan bir organize topluluktan ibarettir. Bu kişilerin en belirgin özellikleri sevgisiz, öfkeli ve muhalif zihniyette olmalarıdır. Özel olarak bir araya gelmiş, daha da önemlisi bir araya getirilmişlerdir. Kendi istediklerini yaptırabilmek için sanal alemde gizlenerek seslerini yoğun olarak duyurma, diğer bir tabirle "yaygara yapma" yöntemini kullanmaktadırlar. Bu yöntemle, kendilerinde mahkemelerin kararlarına itiraz edebilecek gücü dahi bulmaktadırlar. “Şu kişi niye tutuklanmadı?” “Bu kişiye neden ceza verilmedi?” “Bu kişi neden alınmadı?” gibi sorularla, sanki Türk yargısı suçu ve suçluyu gereği gibi değerlendirmekten acizmiş gibi vahim ithamlarda bulunmakta, kendilerine güç atfetmektedirler.
Bu sahte gücü elde edebilmelerinin sebebi ise bir kısım mahkemelerin, bu sevgisiz insanların yaygaralarına kulak vermeleri, kimi zaman verdikleri kararları dahi bu doğrultuda değiştirebilmeleridir. Varlığı, fikri, amacı belli olmayan 200-300 kişinin çıkardığı yaygara nedeniyle mahkemelerin kararlarını dahi değiştirecek duruma gelmeleri Türkiye gibi bir hukuk devletinde karşımıza çıkmasını beklemediğimiz vahim bir manzaradır.
Şu gerçek iyi bilinmelidir ki bir kısım öfkeli, sevgisiz insanın yaygarasını yaptığı fikir, kamu vicdanı değildir. Kamu vicdanı, anlaşılması zor, tanımlanmaya muhtaç bir kavram değildir. Aklın yolu daima birdir. Kamu vicdanı, Türkiye’nin genelidir. Vicdanlı halkımız için doğruyu görebilmek ve buna göre bir vicdan muhasebesi yapmak oldukça kolaydır. Dolayısıyla, bu sayısı belli bazı insanların zorbaca yöntemler ve saldırgan ifadelerle oluşturmaya çalıştıkları kamuoyu, “kamu vicdanı” değildir. Bu yalnızca bir baskı sistemidir. Türk yargısı bu baskı sistemine boyun eğmeyecek kadar muteberdir.
Adil yargıçlarımız, uzun hukuki süreçler sonucunda ellerindeki somut delillere ve vicdani kanaatlerine uygun olarak verdikleri kararlara güvenmelidirler. Yargının, birkaç öfkeli insanın oluşturduğu baskı ve dayatma sistemine teslim olarak kararından vazgeçmesi, Allah korusun, ülkemizde adalet sistemine güveni sarsacak çok tehlikeli bir durum teşkil edebilir. Yargıya, adalete muhtaç herkes, adil verilen kararın, çoğu zaman linçe dönüşen bu zorba sistem neticesinde değiştirileceği endişesini taşıyabilir. Bu “zorba sistemi” uygulayanlar, Cumhurbaşkanımızın ve hükümetin yurtdışındaki imajını da bozmak için gayret göstermektedirler. Yargı kararlarının sanal bir baskı sistemi neticesinde bu kadar kolaylıkla değişebilmesi, hem ülkemize hem de bunu yapanların kendilerine vurduğu müthiş bir darbe olacaktır. Birkaç yüz kişinin dediğini yaptırdığı, Cumhurbaşkanını ve hükümeti yurtdışına olumsuz tanıttığı bir ülke olmak, kendi insanlarımız nezdinde de, bizi dikkatle takip eden Avrupa nezdinde de müthiş yıkıcıdır.
Kamu vicdanı yalanı altında ortaya çıkan bu kişilerin, özellikle Türkiye’ye zarar vermek, suni gerilim ve istikrarsızlık oluşturmak için özel görevlendirilmiş bir güruh olduğu açıktır. Yalanlar söyleyerek kararlara etki eden, sonra da mahkemelerde “adalet yok” diye bağırıp çağıran kişiler, bu insanlardan başkası değildir.
Bu tür sanal baskılar ile adeta “mahkemeye gerek yok bizim dediğimiz yapılsın” denmektedir. Mahkemelerimizin bu kitleye itibar etmesi, hem yargı sisteminin kendi eliyle kendine zarar vermesi, hem halkın adalete güveninin sarsılması hem de her konuda örnek teşkil etmesi gereken güzel ülkemizin itibarının zedelenmesi anlamına gelecektir.
#adnan oktar#harun yahya#kamu vicdanı#yalan#iftira#tuzak#kumpas#komplo#avrupa#Türkiye#mahkeme#tck kanunları#adalet#gerçeklik#senaryo#medya#yalanlar#ingiliz derin devleti#infaz#yargıç#adnan hoca#kedicikler#aslanlar
0 notes
Text
GERÇEKLER SAYIN DOĞAN KASADOLU'NUN HAYAL DÜNYASINDA YAŞADIĞINDAN VE YANSITTIĞINDAN ÇOK FARKLIDIR
10 Haziran 2020 tarihinde Akit TV’de yayınlanan ve Yusuf Ozan Demir’in sunduğu Asıl Mesele adlı programa katılan Musevi asıllı araştırmacı-yazar Sayın Doğan Kasadolu (David Kazado), Sayın Adnan Oktar ve camiamız hakkında gerçek dışı bazı ithamlarda bulunmuştur.
Kasadolu katıldığı programda camiamızla İsrail arasında güya bir casusluk ilişkisi bulunduğu iddiasıyla, Mali Şube'ye giderek dilekçe verdiğini ifade etmiştir. Ne var ki bu hayal mahsulü iddiaya dair tek kelime somut bir bilgi, belge veya delil ortaya sunamamıştır. Sunması da mümkün değildir, çünkü söz konusu iddia tümüyle asılsız ve gerçek dışıdır.
Camiamıza yönelik 2 senedir sürdürülen medyadaki karalama kampanyası sırasında ısıtılıp ısıtılıp belirli aralıklarla servis edilen iftira başlıklarından biri olan sözde "ajanlık-casusluk" safsatasını Kasadolu da, adeta sevimli görünmeye çalıştığı bazı çevrelerden "aferin" alabilmek umuduyla bir kez de kendisi gündeme getirme gayretine girmiştir.
Aslında, Sayın Kasadolu'nun programda aleyhimizdeki ithamları yönelttiği ilgili bölüme bir göz atmak bile anlatımlarında sağlıklı, tutarlı bir mantık örgüsü bulunmadığını göstermeye yeterlidir.
Yine de bu vesileyle, gerek mahkemeye gerekse basındaki bu konuyla ilgili asılsız iddialara yönelik savunma ve cevaplarımızda defalarca ve ayrıntılı olarak açıkladığımız bazı önemli hususları tekrar kısa başlıklarla hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Geçtiğimiz günlerde değerli gazeteci Sayın Ahmet Hakan'ın da bazı gazetecilerin "askeri ve siyasi casusluk" suçlamalarıyla gözaltına alınmaları üzerine kaleme aldığı bir makalesinde belirttiği gibi: "Casusluk iddiası çok çok ciddi ve altı sağlam ve somut kanıtlarla doldurulması gereken bir iddiadır". Oysa, camiamıza yöneltilen "casusluk" iddialarının asılsızlığını, mesnetsizliğini, saçmalığını ortaya koyan, art niyetli olduğunu, karalama ve itibarsızlaştırma amaçlı kurgulandığını gösteren çok sayıda delil ve gösterge mevcuttur, şöyle ki:
– Hakkımızda ileri sürülen sözde casusluk iddialarının altını dolduracak ne sağlam ne de zayıf hiçbir kanıt yoktur.– Ortada casusluğu yapılan, sızdırılan, kaçırılan hiçbir bilgi, belge ya da devlet sırrı niteliğinde herhangi bir şey yoktur.– İçinden sözde bilgilerin, devlet sırlarının kaçırıldığı herhangi bir resmi, siyasi veya askeri bir kurum da ortada yoktur.– Ortada bu sözde casusluğu yapan, güya devlet bilgilerini sızdıran, kaçıran kimse de yoktur.– Bu, sözde kaçırılan devlet sırlarının güya teslim edildiği bir ülke de ortada yoktur.– Ortada, adına bu sözde casusluk faaliyetinin yapıldığı öne sürülen CIA, MI6, FSB, MOSSAD, vb. herhangi bir istihbarat örgütü yoktur.– Camiamız mensupları arasında ne askeri ne siyasi ne resmi kurumlarda çalışan ne de devlet memuru olan ve bu kurumlardaki bilgilere haiz olabilecek hiç kimse yoktur.
Yukarıda saydığımız maddeler, camiamızın ve arkadaşlarımızın casusluk gibi çok ciddi ve ağır bir suçlamayla uzaktan yakından bir ilgilerinin olmadığını ve olamayacağını gözler önüne sermektedir. Kısaca, kim nasıl, ne zaman, nerden, neyin bilgisini kaçırıp kime, hangi ülkeye, hangi istihbarat örgütüne teslim etmiştir? Kim neyin casusluğunu kimin adına yapmaktadır? Bu soruların hiçbirinin cevabı ve karşılığı iddianamede yoktur. Çünkü ortada casusluk, ajanlık gibi bir suç yoktur.
Dahası MİT ve Dış İşleri Bakanlığı tarafından dosyaya sunulan raporlar da, casusluk gibi bir ithamdan bahsedilmesinin dahi mümkün olmadığını açık ve net olarak ortaya koymuştur.
Yapılan kurguya göre, 30.01.2018 tarihinde Rusya’nın Soçi şehrinde Rus ve Türk Dışişleri Bakanları arasında gerçekleşen hayali bir gizli görüşmede konuşulanlar, güya orada bulunan bir Rus tercüman aracılığıyla Sayın Adnan Oktar’a iletilmiştir. Bir kısım basın da bu senaryoyu hemen sahiplenmiş, haberlere taşıyarak camiamıza karşı saldırıya geçmiştir. Halbuki soruşturma sürecinde, medyanın bahsetmek hiç işine gelmeyecek olan bazı gerçeklere ulaşılmıştır. Savcılık, Dışişleri Bakanlığı’na, iddialara konu görüşme ile ilişkili 2 soru sormuş, gelen cevap ise ajanlık suçlamalarını net bir şekilde yalanlamıştır. Aşağıda Dışişleri Bakanlığı’ndan dosyaya gönderilen ilgili cevabi yazılardan bölümler yer almaktadır:
Bunun dışında, iddianamede söz konusu uydurma casusluk suçlamasına sözde dayanak gösterilmeye çalışılan olay ve mantıklar ise falanca yabancı siyasi, gazeteci, fikir adamı, akademisyen, vb... nin Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'deki programlarına konuk olarak katılması veya filanca hahamların, imamların, rahiplerin, din adamlarının Sayın Adnan Oktar'ın davetlisi olarak ziyaretine gelmeleri gibi, herkesin gözü önünde gerçekleşmiş çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerden, dostluk ilişkilerinden öteye gitmemektedir.
Nitekim, Doğan Kasadolu da hiçbir delili, dayanağı olmayan uydurma "casusluk" iftirasının kendince altını doldurabilme gayretiyle konuyu, İsrail'den konuk olarak gelip Sayın Adnan Oktar'ın bazı canlı yayın programlarına katılan değerli hahamlara bağlama gibi bir çaresizlik içine düşmüştür.
Oysa, Sayın Adnan Oktar yalnızca Musevi hahamlarla değil, dünyanın her tarafından her çevreden, her din ve inanç grubundan, siyasi görüşten, her türlü makam ve mevkiden önde gelen kimselerle çok sayıda görüşmeler yapmış ve bu görüşmelerin hemen hepsini canlı TV yayınlarında tüm insanların gözleri önünde gerçekleştirmiştir.
Bu görüşmelerin en hayati amaçları arasında öncelikle, dış güçlerin ülkemiz, devletimiz, hükümetimiz, Sayın Cumhurbaşkanımız aleyhinde uluslararası toplumda yaygınlaştırmaya çalıştığı olumsuz imaj ve algıları yıkmak, bunların doğrularını anlatmak, çeşitli ülkelerden, çevrelerden, kuruluşlardan, inanç gruplarından sözü geçen, önde gelen insanlarla dostluk bağlarını güçlendirmek, bunlarla Türk toplumu arasında bir nevi köprü kurarak iletişimsizlikten kaynaklanan yanlış anlaşılmaları, peşin hükümleri, önyargıları, suni gerilim, ihtilaf ve çekişmeleri ortadan kaldırmak, İslam'ın menfaatlerine, Müslümanların faydasına, güvenliğine, huzuruna, rahatına ve refahına yönelik önemli konuları konuşmak, gündeme getirmek gibi bazı önemli başlıkları sayabiliriz.
Herkesçe bilindiği üzere, casusluk denen eylem gizli, örtülü, kimsenin haberi olmadan gerçekleştirilen bir faaliyettir. Sayın Adnan Oktar ise yurt dışından kendisini ziyarete gelen diğer tüm konuk ve ziyaretçiler gibi, Musevi din adamlarıyla da 80 milyonun gözleri önünde A9 TV’den canlı olarak yapılan yayınlarda görüşmüştür. Ve bu görüşmelerin tamamı çeşitli internet sitelerinde yayınlanmıştır. Bir insanın casusluk faaliyeti yürüttüğü kişileri televizyonda canlı yayınlara çıkarıp ifşa etmesinin hiçbir makul ve mantıklı yönü olmayacağı açıktır.
Diğer yandan, ziyaretimize gelen hahamlardan bir kısmının Türkiye-İsrail ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde iki ülke arasında iyi niyet elçileri olmaları amacıyla yine camiamız aracılığıyla çeşitli AK Parti ve MHP milletvekilleri, eski hükümetlerde görev almış bakanlar ve diğer siyasi partilerin vekilleriyle temaslar kurmaları sağlanmıştır. İsrail’in Mavi Marmara şehitlerine tazminat ödemeyi kabul etmesinin ardında da, Filistin’de hapishanelerinde tutulan Müslümanların serbest bırakılmalarının ardında da Adnan Oktar Bey’in vesile olduğu bu görüşmeler vardır. Üstelik bu görüşmeler, çakarlı araçların eşliğinde, devletin emniyet ve güvenlik birimlerinin özel koruması altında gerçekleşmiştir. Böyle bir casusluk faaliyeti nerede görülmüştür?
Ülkemizin, devletimizin, hükümetimizin en güzel biçimde tanıtımını, ülkeler arasında dostluk bağlarının, karşılıklı işbirliğinin gelişimini, Müslümanların lehine olan birçok başarıyı hedefleyen böyle faydalı, güzide faaliyetleri "casusluk faaliyeti" olarak yaftalamaya kalkmak ancak çok art niyetli bir yaklaşımın tezahürü olabilir.
Kasadolu, söz konusu programda gerek İsrail'deki gerekse dünya çapındaki Musevi cemaati tarafından son derece sevilen, hürmet edilen saygıdeğer, kıymetli Musevi din adamlarına çirkin, hakaretamiz sözler sarf etmiştir. Sayın Kasadolu, belki dindar inançlı bir kimse olmayabilir, ancak bu durum din adamlarına saygısızlık yapmasını, hakaret etmesini meşru kılmaz. Din adamlarına hürmet evrensel bir değerdir. Bu en temel değeri bile ihlal eden, üstelik son derece esrarengiz, garip ve anlaşılmaz üslup ve ithamları her şeyden önce Kasadolu'nun sevgiden uzak ruhunu göstermesi açısından ibret vericidir. Sevgisizlik kişiyi anlamsız bir şüpheciliğe iten, sağlıklı değerlendirmeler yapmasını, makul ve akılcı olmasını ortadan kaldıran, ciddi bir sorundur. Bizim temennimiz ise Sayın Kasadolu’nun olayları itidalli ve makul bir gözle değerlendirebileceği bir sevgi ruhuna sahip olmasıdır.
Bunların yanı sıra Sayın Kasadolu, bahsi geçen değerli Musevi din adamlarının ülkemize sözde eğlence için geldikleri gibi garip ve gerçek dışı bir yorumda da bulunmuştur. Bununla, A9 TV'de çeşitli zamanlarda yayınlanan, dekolte giyimli hanımların da katıldığı dans, eğlence, müzik içerikli programlara kendince eleştirel bir gönderme yapmaya çalışmaktadır. Kendisine hiç yakışmayan bir üslupla, modernlik, dekolte, dans, müzik eğlence gibi Türk milletinin çok büyük bölümünün benimsediği çağdaş yaşam tarzını eleştirmesi küçük marjinal bir kesime "ben de sizle aynı zihniyetteyim" mesajı verme çabasıdır.
Ayrıca, belirtmek gerekirse Sayın Adnan Oktar'ı ve arkadaşlarımızı ziyarete gelen din adamlarından, hahamlardan hiçbiri katıldıkları A9 TV yayınlarında herhangi bir eğlence aktivitesine katılmamışlardır. Kaldı ki katılmış olsalar da bunda hiçbir sakınca olmamakla birlikte tüm ziyaret ve görüşmeler, Sayın Adnan Oktar'ın canlı yayınlanan programlarında siyasi, sosyal ya da dini içerikteki ciddi meselelerin görüşüldüğü, karşılıklı dostluk, kardeşlik, iyi niyet mesajlarının paylaşıldığı samimi ortamlarda gerçekleşmiştir.
Aynı konuşmalarında Kasadolu, önce hakkımızda sözde "İsrail ile casusluk ilişkisi" gibi asılsız bir iddia öne sürdükten sonra, "İsrail ile olan (sözde) ilişkilerimizin araştırılması için Netanyahu'ya yazdıklarını" söyleyerek kendisiyle gülünç bir çelişkiye düşmektedir. Açıktır ki Sayın Kasadolu İsrail ile sözde bir casusluk ilişkisi içinde olduğumuza kendisi de inanmamaktadır. Zira, gerçekten böyle bir şey olduğuna inanan bir kimse bunun araştırılmasını İsrail devlet Başkanı Sayın Netanyahu'dan istemez. Çünkü hiç kimse, insanların bir ülkenin casusu olup olmadıklarını o ülkenin başbakanına teyit ettirme, araştırtma gibi garip bir yöntem kullanmaz. Tüm bunlar hakkımızdaki boş ve asılsız iddiaların, kanallarda vakti doldurmaya ve reyting toplamaya yönelik boş muhabbetten öteye geçmediğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Aynı programa katılan gazeteci-yazar Sayın Mehmet Ali Önel'in, "Doğan Bey Musevi Türk vatandaşıdır. Eğer İsrail ile Adnan Oktar arasında bir şey söylüyorsa bir bildiği vardır." sözü de son derece akıl ve mantık dışıdır. Çünkü bir insanın Musevi Türk vatandaşı olması onun herkesin İsrail'le olan ilişkilerini bildiği anlamına gelmez. Kasadolu da Türkiye'de yaşayan 15 bin Musevi vatandaşımızdan biridir. Son dönemlerde ilginç çıkışlarla, çeşitli komplo teorileriyle ilgi çekmeye çalışması Kasadolu'nun her konuda "bir bildiği olduğuna" delalet etmez.
Dolayısıyla, Kasadolu'nun dayanaksız iddialarıyla, haklarında hiçbir yargı kararı olmayan, davaları devam eden, suçsuzluk karinesine sahip masum insanlara olmadık en ağır ithamlarda bulunmak, onları karalamaya çalışmak çok büyük bir hukuksuzluk ve ciddi bir insan hakları ihlalidir. Nitekim, ortaya attığı asılsız iftiraların da hiçbir bilgiye, belgeye, kanıta dayanmadığı bizzat programda sarf ettiği tutarsız ve boş konuşmalarından ortadadır.
Akit TV'deki bu programda da örneği görüldüğü üzere, medyada hakkımızda ortaya atılan iddiaların ele alınış biçimi, öne sürülen sözde gerekçelerin mantıksızlığı, tutarsızlığı, ciddiyetsizliği ve çocuksuluğu aleyhimizdeki tüm ithamların ne derece gerçek dışı, uydurma ve asılsız olduklarının en açık kanıtlarındadır.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgisine sunarız
0 notes
Text
Stajyer avukatlar hakkında
Yazışma meselesinin üstünden biraz geçtikten sonra oturdum bu kişinin kim olduğunu anlamaya ve kurumla bir bağlantısı var mı diye araştırmaya başladım. Bu araştırmanın sonucunda da gerçekten ilginç bilgilere eriştim ama tepkiyle olumsuz bir şey yazmamak için özellikle beklemeyi tercih ettim. Bu arada çevremden insanların görüşlerini aldım ve olayın ne olabileceğini anlamaya çalıştım.
Ne var ki, hem Linkedin meselesi hem de bu örnek sonrasında artık iyice şüphelenmiştim ve bu sefer geçmişe dönük de arama yapma ihtiyacı hissettim; kimler nasıl gitti hangi sektör vs. diye. Bütün bunlara baktığımda şüphelerimi somut olarak destekleyebileceğine inandığım başka örneklerle de karşılaştım.
En sonunda da geldim konuyu burada anlatmaya başladım:
“Yaftalamak” kolaylığına girmemek için kendimce bir çaba göstermiştim ama insanların bu konuda nasıl bunalmış olabileceğini çok önemsemedim sanırım; çünkü Twitter’da bu yazışmayı yaptığımız arkadaşımız, aradan 20 gün gibi bir süre geçtikten sonra yanlış anlamaları düzeltebilmek adına benimle tekrardan iletişime geçme ihtiyacı hissetti.
Konuyu bu bağlamda toparlayarak size yeniden anlatacağım. Bunu yaparken de en başından beri tutturmaya çalıştığım belirli bir üslup seviyesinin birazcık dışına çıkacağımı bilmenizi isterim.
Öncelikle şunu açık açık söyleyeyim; benim buradaki amacım sınavı kazanamadım diye dönüp kişilere ve kurumlara “bok atmak” değil:
Ben JMSP’de belirli bir seviyenin korunduğuna ve AB çatısı altında gerçekten hakkaniyetli bir değerlendirme yapılabileceğine inanıyordum. Ülkede yaşanmış onca sınav skandalı, onca kayırma olayından sonra hala böyle kepazeliklerin yaşanıyor olabileceğine ihtimal vermediğim için ve benim “referanslarım” aracılığıyla gidebileceğim çok fazla yer olmadığı için JMSP’ye farklı bir anlam yüklemiştim.
Bunun yanında:
Ben sınavdan çoktan vazgeçtim. İtirazım “yüksek olasılıkla” bir sonuç getirmeyecek ama hadi diyelim getirdi; bu saatten sonra gel seni gönderiyoruz deseler bile ben artık gitmem. Böyle bir itiraz süreci sonunda bu “kaşınmanın” cezasız bırakılmayacağını düşünürüm. Bunu öyle açıktan yapmalarına da gerek yok üstelik artık, idari detaylar üzerinden kolaylıkla zor durumda bırakılabilirim. Şartları yerine getirmedin diyerek borçlu bile çıkartabilirler isteseler.
Benim asıl derdim dayatılan keyfiyetle:
Uğruna aylarımı verdiğimi, emeğimi ortaya koyduğum bir süreçte, “gizli ve tarafsız” değerlendirme yapıyoruz denildiği yerde ortaya çıkan tacizi, bunun sebeplerini sorguluyorum ben. Usulen yazılan bir cevapla geçiştirilebilecek bir konu değil benim itirazım. Mayısta bu inceleme yapıldığında değerlendirme bittiyse eğer, Temmuza kadar neden bekletildi bu insanlar; yok değerlendirme devam ediyorsa da, oturup insanları araştırmanın amacı ne; baktınız da fişleyecek ne buldunuz bunu açıklayın madem.
Bu sene salgın nedeniyle yaşanana benzer idari aksaklıklar en son 2016’daki krizde yaşanmış. O zamandan beri göreceksiniz ki insanların derdi hep aynı; ortaya koyulan onca emek karşısında doğru düzgün cevap verilmeye bile tenezzül edilmeyen bir dayatma. Bu insanlar yumurtadan mı çıktı, bu insanların anası babası, sorumlu olduğu kimseler yok mu, ağaç kovuğunda mı yaşıyor bunlar, diye düşünen yok.
Çok paydaşlı yapıların en büyük sıkıntısı (keyfiyetin de en geniş hareket alanı) burada zaten; AB Başkanlığı alsın topu MFİB’ye atsın, onlar gelsin biz AB kurallarını işletiyoruz desin, AB’deki ilgililer sorumlu olarak Türkiye’deki idari makamı işaret etsin.
Şimdi 2016’da bu keyfiyet durumu patlak verdiğinde insanlar çıkıp bir hak arama mücadelesine girseydi, belki bugün benzer bir muameleyle karşılaşmayacaktık Ama ne oldu, “nasılsa bir sonuç çıkmaz” denerek herkes kendini geri çekti. Sonuç dedikleri de bursu nasılsa vermezler düşüncesi. Ya bunların hepsi belirli bir seviyenin üzerindeki insanlar ama kimse çıkıp da demiyor ki; bu sonuç değişmese de bizim topluma karşı sorumluğumuz var diye, itiraz edelim ki sorunlar çözülsün, sistem gelişsin. Toplumun sağlıklı işlemesi için her bir bireyin kendi muhatap olmak zorunda kaldığı böyle durumlarda bir girişimde bulunması değil mi bu yapının birliğini, düzenini koruyan. Bu bir sonuç değil mi? Kişisel çıkar her zaman her zaman toplumun önünde olmak zorunda mı? Şu anda ülkenin geldiği durumda, yaşanan bunca sıkıntıda bizim hiç mi sorumluluğumuz yok: Herkes “basıp gitme” telaşında, kendisinin oluşmasına bizatihi katkısı olduğu koşulları bahane ederek yapıyor bunu üstelik, utanmıyor da.
İdare ayrı bir sorunlu zihniyet, burada böyle bir kusur var dersin gerekçelerini gösterirsin; yok bizde olmaz öyle şey derler. Ya bunca problem bütün sistemler kusursuz olduğu, herkes işini doğru yaptığı için mi yaşanıyor? Ne oluyor bizde; detay ve dayanaklarıyla işaret ettiğin noktalar ısrarla keyfi olarak görmezden geliniyor ya da kılıfına uyduruluyor. Niye; böyle bir sorunu kabul etmenin sorumluluğu var, ucu kendilerine de dokunabilir çünkü. Haberin yok muydu derler, sen bizi yakıyorsun ama bak sen de bunu yapıyorsun derler. Sorumluluk kamuya değil kendilerine çünkü. Her şeyi derler de bir tek bu ülkede hukuk var demeye tenezzül etmezler.
Şimdi ben çok doğru bir insan olduğum için mi bunları anlatıyorum, alakası yok. Benim bu tenezzül edilmeyen hukuktan başka gidebileceğim bir çarem olmadığı için anlatıyorum; doğruluktan değil benimkisi, mecburiyetten. Benim bu memleketten başka bir çarem olmadığı için anlatıyorum; dışarı kapak atmanın uzun vadede rasyonel bir tercih olmadığına inandığım için anlatıyorum; ömrümü başkalarının iki dudağı arasına bağımlı olmadan tamamlayabilmek için anlatıyorum; akıl sağlığımı koruyabilmek, gerçeklik duygumu yitirmemek için anlatıyorum.
Biraz daha üstele de gör bakalım o zaman; sen misin kaşınan, nasıl pişman ediyoruz seni. E buyurun edin o zaman, buyurun elinizden geleni ardınıza koymayın. Böylesi koşullarda daha ne yapacaksınız ki artık, canımı mı alacaksınız? Buyurun alabiliyorsanız onu da alın o zaman.
-
Araştırma yaptıktan sonra gördüm ki bu yazışmaları yaptığımız arkadaş zamanında cemaat okullarından birine gitmiş. Bu okul da öyle sıradan bir okul olmayıp, başarılarıyla bilinen bir okulmuş kapanmadan önce. Zaten bu arkadaşımız da hem girerken dereceyle girmiş hem de bitirdiğinde yine dereceyle çıkmış.
Bu insanların böyle akıllı çocukları erken yaşta kendilerine kazandırmak için özel ilgi gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Ne var ki, sırf ergen yaşta bu okullara gitti diye insanları suçlamanın da bir anlamı yok.
Ben de zaten bu lise meselesine ilk başta çok takılmamıştım. Ne var ki sonradan biraz daha araştırma yapınca “işkillenmekten” de geri duramadım.
Bu arkadaş benimle tekrar iletişime geçtiğinde de buna benzer şeyler söyledi zaten. Lisemi açıklayamıyorum sorun oluyor vs. diye. Haklı, sırf bu okullara gitti başarılı oldu diye hasetimizden çatlayıp bu insanlar ölsün diyecek halimiz yok.
Benim lise melesinden çok sonrasının dikkatimi çektiğini söylemiştim. Şimdi bu arkadaşımızın başarıları nedeniyle internette birçok haber var ve bazı anahtar kelimelerle arama yaptığınızda çat diye karşınıza çıkıyor. O yüzden bu haberleri arkadaşımızın hakkına girmemek adına yukardan bir şekilde anlatacağım.
Bu arkadaşımız diyor ki, benim lisede yüzüme bile bakmadılar, anlaşamazdım da zaten ama üniversite sınavında başarılı olunca peşime takıldılar ve bu başarımdan faydalanmak istediler.
İyi de güzel kardeşim, mezuniyetini bir kenara bırak şimdi; sen daha en başta bu liseye derece yaparak girmişsin. Üniversite sınavında olduğu gibi, lise sınavında da gelmişler seninle röportaj yapmışlar. Senin bu röportajda giydiğin tişört üstündeki dershanelerin, okulların isimlerine baktığımızda; daha erken yaşta güzel abilerle tanışmış olduğun gerçeğini anlıyoruz.
Ve senin bu liseye gideceğin daha tercih yapmadan önce bile belliymiş (sana özel hazırlanan beyaz tişörtünün üstünde en başta bu okulun adı yazıyor, sınavda destek aldığın dershane değil).
O yüzden diyorum, sen diyorsun ya hani lise zamanı zaten yüzüme bakmazlardı diye, sen diyorum onu bir külah bul da ona anlat önce.
Nazar değmemiş bozmamışsın kendini, başarılarının devamını getirmişsin, üniversite sınavında da derece yapmışsın, tebrik ederim.
Benim kendi babamın yağamayacağı kıyağı sana bu güzel abilerin yapmış, esaslı hediyeler vermişler, çalışmışsın hak etmişsin bize bir şey demek düşmez. Haberi de zaten okulunun da adeti olduğu üzere masraflarını karşılayarak gönderdiği bir ziyarette almışsın, desteklerini esirgememişler hiç, ne güzel.
Bu derecen o kadar ses getirmiş ki, seni nereye koyacaklarını şaşırmışlar haberler röportajlar dört bir yandan.
Diyorsun ya hani beni bunlarla bir bağım yoktu ama başarımdan faydalanmak istediler, ama sen daha liseye girerken aynı şeyleri yaşadığın için bu olayları tahmin edemez miydin, daha en başta geri duramaz mıydın?
Şimdi senin bu PR meselesinin yaşandığı tarih de çok dikkat çekici mesela, 17-25 Aralıktan sonra iplerin koptuğu, restleşmenin okullar dershaneler üzerinden başladığı bir ortamda güzel abilerin fırsatı kaçırmamış, almışlar seni vitrine koymuşlar, kendilerine yapılan haksızlığa kalkan etmişler. Ey millet demişler işte bakın hükümetin üstüne çullandığı okullardan çıkan şu çocuklara bakın da elinizi vicdanınıza koyun demişler.
Hatta bu senin derece meselesini kendi çıkarları uğruna o kadar göze sokmuşlar ki, idari yaptırıma bile uğramışlar.
Sen de hiç ses çıkarmamışsın mesela bunlara, aksine uslu uslu rolünü oynamışsın. Sana soruyorlar ilk tercihin ne olacak diye, hukuk okuyacağım Ankara’daki Turgut Özal Üniversitesi’nde diyorsun, imkanları çok iyiymiş diye. Akıllı çocuksun tabi, benim gibi andavalların böyle bir üniversite olduğundan bile haberi olmayacağını bildiğin için “TÖZAL”ın yerinin Ankara’da olduğunu vurgulamayı unutmuyorsun. Üniversite sınavında derece yapmış bir kişinin ilk tercih diye belirttiği bir okuldan haberim olmamak benim ayıbım haklısın, kapanmış gitmiş ama olsun.
Ama izin ver de şunu sorayım kardeşim; sen ki böyle akıllı bir çocuksun, üstelik bağını da koparmak için uğraşmışsın o kadar madem, böyle bir karışıklık döneminde neyine güveniyorsun da böyle bir PR’ın malzemesi olmaktan gocunmuyorsun. Silah mı dayadılar kafana, zorla mı yaptırdılar bu işleri.
Daha senin bu açıklamayı yaptığın tarihteki karışıklığa varmadan önce, sırf dershanesine gitti diye kamudaki başvurusu kabul edilmeyen insanların haberlerinin çıktığı yerde, ben sendeki bu geleceğimi ipotek altına alacak “götü” kendimde göremiyorum açıkçası. O yüzden diyorum, anlat da bilelim madem, biz nerede yanlış yapmışız. Mağduru siz, kazananı siz, korunanı siz tutunamayanı biz, bu ne menem bir iştir böyle?
Yine dert yanıyorsun ya hani, ya ben bir staja bile başvururken lisemi açıklayamıyorum, bu haberler yüzünden sürekli baskı altındayım diye, madem samimisin niye gidip kaldırtmaya uğraşmıyorsun bunları mesela, kolay da artık bu işler, hukuk mezunusun da üstelik.
JMSP işine dahil oluşun da çok ilginç mesela, yasal stajımı başlattım ama bursa gidebilmek için iptal ettim diyorsun, yüksek lisansa başladım ama yurtdışına gidebilmek için bunu da iptal edeceğim diyorsun.
Şimdi yasal stajyerin burs programına başvuramadığı bir yerde, senin bu yüksek lisansı araç haline getirip burs programına başvurabilmek için yaptığın bu küçük düzenlemenin dikkat çekmesi, benim seni itham etmem mi oluyor. Bu yüksek lisanstaki yasal stajyerlik durumu için JMSP’nin hiçbir resmi açıklaması bulunmadığı yerde, sen bu açığı nasıl fark edebildin; sektör tercihinin sorulması yasak olmasına rağmen, sen nasıl “içeriden teyit” alabildin onu da söyleseydin keşke.
Yüksek lisans öğrencisi olarak yasal stajyer olsan dahi üniversite kontenjanına başvurabildiğin bu koşullarda, stajımı iptal ettim demeni de çok anlayamadım açıkçası. Temmuz sonunda dolacak staj süren için başvuru yapsan, sen gidene kadar rahat yetişirdi ruhsatının onaylanması. Sen daha iyi bilirsin tabi ama baroya kayıtlı bir avukat olmak senin yurtdışındaki intibak işlemlerinde elini kolaylaştırmayacak mıydı? Baro kaydı silinebiliyor mu ki ayrıca, ya da hiç çalışmadan yüksek lisans derslerine devam edip aynı zamanda stajını tamamlayabiliyor musun? Lisemden dolayı staj yeri bulamıyorum dediğin yerde, seni kendilerinde stajyer gösterip üniversiteye devam etmeni sağlayanlar kimler mesela?
9 tane okuldan kabul aldım diyorsun, sonra da Almanya’daki okul için başvuruyu ülke kontenjanı şartını yerine getirmek için öylesine yaptım, sorduklarında göstermiş olayım diye diyorsun. İlk 8 tanesi aynı ülke miydi, neymiş bu ülkenin özelliği böyle? Eğer böyleyse iyi cesaret etmişsin gerçekten istemediğin bir okulu ikinci tercih olarak belirtmeyi düşünerek. Ben de durum belli olmaz ikinci okulu da sağlam tutmak gerekir diye en çok bu tercihe odaklanmıştım, aptallık işte, neyin havasına giriyorsam.
Sonra diyorsun ya hani üç ay boyunca gece gündüz çalıştım, bir şekilde nasip oldu diye, doğrudur şüphem yok, hem stajı hem de yüksek lisansı yaktıktan sonra işini şansa da bırakmak istemezdin; hayatta kalma becerilerin ortada sonuçta.
Yine de şunu sormama izin ver; diyorsun ya hani AB Hukuku uzmanı olan ve daha önce de birçok JM bursiyeri çalıştırmış, kazandırmış bir hocadan chapter chapter destek aldım diye, ya benim okulumda kürsüsü olmasına rağmen ben böyle etkili bir hocaya hiç rastlayamadım, aldığım tavsiyeler programa dair genel tavsiyelerden öteye geçemedi. Siz bu hocaları nasıl bulabiliyorsunuz böyle?
Bak böyle yazıp ediyorum ama sanma ki sana takıldım da bu yüzden üstüne geliyorum. Kişisel bir mesele haline getirecek kadar önemli değilsin benim için, keyfine bak iftira atmıyorum tehdit etmiyorum, çünkü sana gelene kadar daha çok şey var; kişi kişi baktığın zaman ortaya çıkan durumda gidenlere takmıyorum ben, asıl mesele bizim 30 yıllık deneyimli en prestijli programımızın dayattığı keyfi durum.
Mesela 2017’de iltisaklı olduğu gerekçesiyle bir avukat tutuklanmış, geçen sene de JMSP bursiyeri olarak gönderilmiş, gittiği ülkede de kalmış geri gelmemiş. Ha diyeceksin ki ne var kardeşim bunda, salıverilmiş gitmiş, haklısın, haklısın ama ben de şunu merak ediyorum, benim niye haberlerim çıkmıyor böyle olaylarla ilgili, hadi diyorum bir talihsizlik oldu da çıktı, nefes aldırırlar mı diyorum. JMSP bunları görüp umursamıyor da gelip benimle ilgili tek açık bilgi kaynağı üzerinde neden 7 kere inceleme yapıyor, neyi bulmaya çalışıyor bu kadar böyle. Diyorsun ya hani; benim arkadaşımın Linkedin hesabına da bakmışlar ama o kazandı diye; neymiş diyorum ben de bu kadar belirleyici olan sebep.
Bu kadar yazıp ettikten sonra anlamışsındır artık, ben sıradan bir insan olduğum için meseleleri abartmaktan başka bir şey yapmıyorum. Sanıyorum ki, bu kadar medya yansımasından sonra bazı meseleler eskisi gibi değil, haberim yok tabi, bir budun olarak erişebildiğim anca bu kadarı olduğu için gerçekliğim de bunlarla sınırlı. Mesela sen söyleyene kadar tüm devlet erkanının çocuklarının bu programa rağbet ettiğinden bile haberim yoktu. Ben de sanıyorum ki her yerin başını tutmuş olanlar burayı salmışlardır, garibana da fırsat tanımışlardır, oturup çalışınca olacak, tutunmaya alan bulunacak diye bekliyorum.
Oturuyorum soruyorum kendime, ya korona döneminde alımların durdurulmasına rağmen bu çocuklar nasıl gidip staja başlayabiliyorlar, bursiyer de yapıldılar mı diyorum, bu kadar çift onca değişkeni kontrol edip de nasıl kalkıp programdan faydalanabiliyor diyorum.
Diyorsun ya hak yemek adaletten olmuş diye, bu haklar yene yene en son yaşam hakkına dayanmış artık.
Birileri bütün olmazları oldurup keyfine bakarken, birileri için de tüm olurlar tek tek yüzüne kapandığı için ne yapacağını şaşırmış halde; nasip işte.
0 notes
Text
İnternet ve sosyal medyayı nasıl kullanıyoruz?
İnternet ve sosyal medyayı nasıl kullanıyoruz?
Bu konu daha önce internette pek çok kez yazıldı çizildi. Birçoğunu okuma fırsatı buldum. Hatta bazılarına yorum bile yazdım. En çok Webrazzi'de Arda Kutsal 'ın Kelimeler Benim'de Sezer İltekin'in yazdıkları dikkatimi çekti. Konunun daha çok gündeme gelmesi adına bende birşeyler karalamak istedim. Karikatürlerle sosyal medyanın zararlarını daha önce anlatmıştık.
Hızlı tüketim çılgınlığı ve fast food kültürü
Teknolojiyi seviyoruz, takip ediyoruz, nimetlerinden, etinden sütünden faydalanıyoruz. Lakin olumsuzluklarını söylemezsek haksızlık karşısında susmuş oluruz. Msn ile başlayan hızlı tüketim furyası facebook, twitter, instagram, whatsapp ile doruk noktaya ulaştı. Hatta bazı sosyal medya siteleri 140 karakter sınırlaması ile tabiri caizse hazır ve hızlı tüketimi bize dayatır hale geldi. Herkesin ismini hatırladığı bilgisayar başına geçtiğinde çayını, kahvesini alıp keyifle okuduğu blogları, takip ettiği forumları yokolup gitmesine sebep olan facebook, twitter illeti malesef çağımızın önemli hastalıklarından biri.
Sosyal medyayı nasıl kullanıyoruz?
Sosyal medya en çokta bize zarar verdi. Zaten okumadan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan hazır cevap bir millettik. Şimdiyse durum daha da vahim bir hale geldi. Ali'den aldığımızı Veli'nin profilinde paylaşıyoruz. Sezer İltekin'in dediği gibi Ahmet’in paylaştığı komik resmi Mehmet’in duvarında paylaşmak hepimizin en sık yaptığı şey ve bu Ahmet – Mehmetlerin de komik resimlerin de sonu yok. İnternet bloğunu okurken tanıştığım Ahmet Çığşar'ın dediği gibi "Malum ülke farketmeksizin günümüz dünyasında okuyan kitle gittikçe azaldı. İnsanlar uzun yazıları okumuyor artık, benim şahsi gözlemim Facebook’ta birisi anlamsız ama kısa ileti yazdığında daha çok beğeni ve yorum alırken anlamlı fakat uzun iletilerde neredeyse hiç tepki alamıyorlar çünkü okunmuyor. 140 karakterin diller üzerinede oldukça kötü etkisi var insanlar 140 karakterde derdini anlatmak için ne imla kuralı, ne dil kuralı ne üslup bir kenara bırakıyorlar bu durum sonra yazı ve konuşma diline oldukça olumsuz etkiler bırakabiliyor." Facebook'tan al Twitter'da tweetle, Instagram'dan al whatsapp'ta paylaş. Ordan kopyala buraya yapıştır. Tam da bize göre. Düşünmek yok, üretmek yok. Yeni birşeyler eklemeye gerek yok. Ne de olsa başkası bizim adımıza söylemiş niye sıfırdan birşey söyleyeyim ki. Burada imdadımıza özlü/kısa sözler sarfeden insanlar, bu insanların sözlerini resimlerle birleştirip yayınlayan sosyal medya fenomenleri veya capsler yetişiyor. Hızlıca paylaşmak çabucak tüketmek istiyoruz biz bu mecralarda. Twitter'da, Facebook'ta ne kadar popüler söz, resim, video profili fenomen hesap varsa takip ediyor kendi hesaplarımızda paylaşıyoruz. Kendi düşüncelerimizi ifadeden yoksunuz. Saçma olduğu düşüncesine kapılarak veya kafa yormak istemediğimiz için kendi ifadelerimizi paylaşmıyoruz. Başkası olmayı yeğliyoruz. Ecnebîler de kullanıyor bunu ancak adam en az 500 kelimelik bir blog yazısı yazıyor onun linkini paylaşıyor sosyal medya hesaplarında diyor ki: "Ey ahâli" bakın tadından yenmeyecek bir yazı yazdım" buyrun okuyun diyor. Ya da yeni birşey üretiyor, ortaya birşey çıkarıyor onu paylaşıyor. Tabi onlarda da özellikle facebook ve twitter ile anlık, hızlı içerik tüketimi yaygınlaştı. Yine de bize göre daha seviyeli kullanmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Onlar da Medium, Wattpad, Posthaven, Svbtle, Typepad gibi projelerle içeriği eski ihtişamlı günlerine döndürmeye çalışıyorlar. Mustafa Uysal'ın dediği gibi "Yeni nesil bloglama platformları “fast food” kültüründen “gurme” kültürüne geçiş sağlıyor." Bizde bir dönem Google demek internet demekti. Ona giremediğimizde internetin olmadığını sorgulardık. Bilgiye ulaşmak, sorgulamak, merak insanoğlunun fıtratında var. Bu nedenle internet ortaya çıktığında sanal aleme birinci göç dalgası Google ile başladı. Birçok insan bu nedenle evine internet aldı. Ardından irc, msn forumlar, ansiklopediler, sözlükler derken son 5-6 yıldır internete damgasını vuran facebook oldu. Hiçbiri Facebook kadar internet kullanımını tüm dünyada bu derece yaygınlaştıramadı. İnternette adı sanı unutulmuş birçok faydalı içerik üreten site facebook sayesinde tanındı bilindi. İnternetle, sanal alemle yakında uzaktan ilgisi, alakası olmayan insanları internetle tanıştırdı. Markalar poşetlerine, kartvizitlerine, tabelalarına kazıdı facebook urllerini. Hal böyle olunca yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim. Sezarın hakkını Mark'a verelim. Zararları kadar internet ekosistemine katkılarının da olduğunu düşünüyorum. Lakin onlardan önce internette varolan okuma kültürünün geri dönmesi kolay iş değil. Her ne kadar sosyal ağlar kullanıcıya, insanlar sosyal medya kullanımına doymuş olsa da blog çağındaki okuma alışkanlıklarına dönmek zaman alacak. Bir insana kitap okuma alışkanlığı kazandırmak ne kadar zorsa blog çağına dönmekte o kadar zor olacak bizler için. Kimbilir belki de neslimize çocukluktan başlayarak kitap okuma alışkanlığı kazandırabilirsek bu sorunda kendiliğinden çözülebilir.
Eski günlere dönmek çok mu zor?
Günümüzde internetin geldiği yerin ve alışkanlıklarımızın bu saatten sonra geriye dönmesi çok zor, artık dikkatlerimiz dağınık, mesailerimiz, ekranlarımız fazla, artık sabrımız yok, açıkçası artık zamanımızda yok, hayat o kadar hızlı yaşanıyor ki, ne zaman sabah/akşam olduğunun farkına varamıyoruz, günlerimizi ucu ucuna yetiştirebiliyoruz. Öylesine usul ve kadim bir şekilde ilmek ilmek işledi ki teknoloji yeni oyuncakları günlük hayatımıza, düşünün henüz birçok sosyal medya sitesi ve Z kuşağı doyum noktasına ulaşmadı bile. Henüz yolun başındayız, yeni yüz binleri, milyonları hızlı tüketim araçlarına alıştırıp çabuk sıkılan insanlar yapmak için her geçen gün farklı ve yeni ülkelerde daha da popülerleşiyorlar. Önce yemek kültürümüz fast food dediğimiz hızlı tüketim kültürüne alıştırıldı. Ardından giyim, kuşamlarımız hızlı tüketime alıştırıldı. Eskiden senede 2-3 giysi alıp kullanıyorken şimdi nede olsa ucuz diyip Lcwaikiki, defacto gibi mağazalardan her ay başı 2-3 giysi alıp geçiyoruz. Nede olsa hem modayı takip ediyoruz hemde ucuz giyiniyoruz. Tüketim çılgınlığı aldı başını gitti. Ortaya çıkaran Amerikalıları dahi solladık. Teknoloji mağazaları, alışveriş mağazaları, avmler, bim, a101 derken ne yerel esnaf kaldı ne küçük ve orta ölçekli işyerleri. Nihayetinde internette 2000'li yılların başında aldı nasibini bu değişimden. Önce maddeleri tükettik ardından manevi olan herşeyi. Bu alışkanlıkların değişip değişmeyeceğini anlamamız için kendinize şu soruları bir sorun, facebookta mı daha fazla vakit geçiriyorsunuz yoksa içerik sitelerinde mi? twitterda mı yazmak daha kolay yoksa bloğunuzda mı? Tabi ki bloğunuzda yazmak daha eğlenceli daha hoş. Lakin sizi gören yazılarınızı okuyan, yorumlayan olmadıktan sonra yoruluyor insan. Ümitli olmak gerek Güzeldir blog yazısı okumak. Her bloğun kendi hikayesi, üslûbu vardır. Her birinden farklı tad alırsınız okurken. Hele blog yazarı satırdan satıra atlattırabiliyorsa sizi nasıl bittiğini anlayamazsınız bile. Devamında gelen yorum kısmına birşeyler karalamak istersiniz. Nasıl ki bir yazarı diri tutan şey okurlarıysa bir bloğu ayakta tutan şeyde okuyucularıdır, yorumlarıdır. Keyiflidir blog yazısı okumak. Hem bilgilendirir hemde yeni insanlarla tanışmanıza vesile olur. Tadını aldınız mı, merakla bir sonraki yazısını beklersiniz yazarın. Yazılarınız taslaklarda kalmasın çöplere gitmesin. Kendinizi kimseyle kıyaslamayın. Ali gülecek veli dalga geçecek diyerek yazmaktan vazgeçmeyin. Ticarette bir deyim vardır: "Her malın bir alıcısı vardır." siz yazın yeter ki. Mutlaka bir okuyucusu çıkacaktır. Yazmaya başladığınızda tıpkı okumak için ortaya çıkan engeller gibi bir sürü engel çıkacak karşınıza. Yılmayın, birşeyler engellemesin yazmanızı. Göreceksiniz ki çok şey öğreneceksiniz yazmaktan. Hüseyin Berberoğlu'nun dediği gibi Twitter konusmak, blog ise yazmak gibi. Tweet ucar, blog yazisi kalir... — Hüseyin Berberoğlu (@hberberoglu) 7 Nisan 2012 O vakit twitter kurucuları da dahil olmak üzere kullanıcılar, yatırımcılar servisin cıvıldamasın, uçmasından yana. Zira blog yazılarından kitaplar yazılıyor, yorumlardan yeni makaleler ortaya çıkıyor lakin atılan tweetler sigara dumanı gibi big datada uçup gidiyor. Tamam o zaman, hadi artık o eski okuduğumuz, yorumladığımız kaliteli, nitelikli içeriklerin olduğu günlere geri dönelim :) Ya da varolan nitelikli içerikler hakettiği değeri alsın. Adalet yerini bulsun. Hatice değil netice önemli Bu yazıyı yayınlamadan önce Arda Kutsal'ın webrazzi'deki Twitter 10.000 karaktere izin verse çok mutlu olacak mısınız? haberini gördüm. 10.000 karaktere izin vermesi nitelikli içeriklere, bloglara fayda sağlayacaksa ne âlâ. Yoksa tık haberciliği yapan haber siteleri gibi olacaksa veya seo uğruna wordpress ve blogger gibi manipüle edilecekse 10.000 karakterin çokta önemi yok. Twitter halihazırda dünyadaki gelişmeleri, haberleri, topluluk haraketlerini en kısa şekilde alabileceğimiz en büyük mikro sosyal ağ konumunda. Zaman gösteriyor ki ülkemizde popüleritesini kolay kolay kaybetmeyecek. Lakin her kategoride işinin hakkını veren, markalaşan kaliteli içerik siteleri arttıkça twitter'ın haber akışı rss'i gibi birşeye dönüşeceğini tahmin ediyorum. Tabi bunun için öncelikle yukarıdakilerin gerçekleşmesi lazım. Bakalım, her geçen gün içerik ve kullanıcılarıyla güçlenen, markalaşan bloglar ve içerik siteleri interneti o eski ihtişamlı günlerine döndürebilecek mi? Benim en çok merak ettiğim siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Read the full article
#140karaktersorunu#facebookunzararları#hızlıtüketimçılgınlığı#içeriksavaşları#internet#internetinyanetkileri#sosyalmedya#sosyalmedyakullanma#sosyalmedyasorunları#sosyalmedyavebloglar#sosyalmedyazararlar#teknolojiveinsan#tıkhaberciliği
0 notes
Link
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog, Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları, ilişkilerdeki 10 kusurlu hareketi anlattı… Mutlu bir ilişkinin tam formülü henüz bulunmasa da kötü sona yaklaştıran hal ve davranışların hangileri olduğu biliniyor. Uzmanlar, çiftlerin kavgalarının 10 dakikasını izleyerek ilişkinin nereye varacağını tahmin edebiliyor. Peki, bir çifti kötü sona yaklaştıran hal ve davranışlar nedir? DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog, Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları, ilişkilerdeki 10 kusurlu hareketi anlattı… Mutlu ve sağlan temeller üzerine kurulan bir ilişki herkesin hayali. Ancak bu hayale sahip olmak için sadece mükemmel eşi bulmak yetmiyor. Kişinin ilişkisini mükemmelleştirmesi için çuvaldızı kendisine de batırması gerekiyor.Öyle ki çiftler arasındaki bir tartışmanın sadece 10 dakikasına bakarak nasıl biteceği anlaşılabiliyor. DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog, Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları, mutlu bir ilişki için yapılan hataları ve doğruları belirlemenin aslında zor olmadığını ilişkiler üzerine uzun yıllar araştırmalar yapmış Gottman örneği üzerinden anlatıyor. Canoğulları, “Mutlu bir ilişki için yapılması ve yapılmaması gerekenler her zaman ilgimizi çeken bir konu olmuştur çünkü hepimiz ilişkilerimizde mutlu olmayı, bunu da mümkün olan en kolay şekilde sağlamayı isteriz. Bu konularda uzun yıllar çalışmış biri olan Gottman, ilişki laboratuvarında yaptığı araştırmalarında tartışan bir çiftin videosunun 10 dakikasını gözlemleyerek boşanıp boşanmayacaklarını yüzde 91 oranında doğru tahmin edebildiğini söylemektedir” diyor. İlişkinin sonucuna yönelik tüyoların, Gottman’ın belirlediği, ilişkilere zarar veren yanlışların içinde en yıpratıcı olan ve “Mahşerin Dört Atlısı” olarak isimlendirilen hatalara bakarak anlaşılabileceğini anlatan Canoğulları, “Suçlama bunlardan ilkidir. “Sen her zaman…” ya da “Sen hiçbir zaman…” diye başlayan cümleler şikâyet değil suçlama içerir. Suçlama doğal olarak savunmayı doğurur. Eşinizi suçlamaya başladığınızda o da kendisini savunmaya başlayacaktır. Yapılan diğer bir hata da aşağılama ya da hor görmedir. Tartışmalar sırasında karşımızdaki kişiyle dalga geçme, alay etme, küçük düşürme gibi sözler ve bazı yüz mimikleri de durumu daha da kötüleştirmektedir. Aşağılandığını, küçük düşürüldüğünü düşünen taraf için problemle ilgili konuşmak ve çözüm aramak imkânsız hale gelir. Mutlu evliliklerde aşağılama, hor görme miktarı neredeyse sıfırdır” diyor. Mutlu bir evlilik için bunlara dikkat! Herhangi bir saldırıya maruz kaldığında kişinin kendini savunmaya başladığını, bu durumun kişinin yaptığı hatayı kabul etmemesine yol açtığı gibi karşısındaki kişiyi de suçladığını anlatan Canoğulları, “Bu durumda eşlerden biri, daha çok dinleyici olur, iletişimi keser ve bir duvar örer. Çoğunlukla da ortamı terk eder. Karşımızdaki kişiyi gerçekten dinlediğimizde bunu beden dilimizle, yüz ifadelerimizle ve verdiğimiz tepkilerle belli ederiz. Ancak duvar ören taraf bunlardan hiçbirini yapmaz. Gottman’a göre erkekler bunu kadınlardan daha fazla yapıyor ve oran yüzde 85. Bu yüzden Gottman diyor ki; bunu bir kadın yaptığında bu gerçekten boşanmanın habercisi olabilir. Erkek duvar ördüğünde bu durum kadın için çok üzücü oluyor ve konuyu uzatma eğilimlerini arttırıyor. Dolayısıyla erkek için bu konuyu bitirme adına yapılan bir davranış olsa da sonuçta tam tersine hizmet ediyor”. Ancak kötü sona yaklaşan ilişkilerin sinyalleri sadece böyle belli olmuyor. DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü Uzm. Psikolog/Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları, ilişkiyi zora sokan diğer kusurlu hareketleri söyle sıralıyor; Tartışmalara Sert Başlamak: “Neden sürekli öfkelisin? Çok kırıcısın. Her zaman bunu yapıyorsun.” gibi cümlelerle başladığınızda bu, çok da iyi bir sonuç alınamayacağının göstergesi olabilir. Gottman, tartışmanın ilk on dakikasının devamını belirlemek için yeterli bir süre olduğunu söylemektedir. Dolayısı ile bir tartışmanın ilk 10 dakikasına bakarak, o tartışmanın (evliliğin) nasıl biteceğini kestirmek mümkün. İlişkide Skor Tutmak: Bu geçmişte yapılan hataları bulup bunları ortaya çıkarmak ve karşımızdaki kişiyi bunları yaptığı için sürekli olarak suçlamaya devam etmektir. Kavga konusu ne olursa olsun bunlar her kavgada çıkarılır ve ortaya dökülür. Karşılıklı hale geldiğinde taraflar geçmiş yıllar içinde kim daha çok hata yapmış bunları o kişinin hanesine işlerler. Bu durum zamanla ilişkide kişinin kendi haklılığını ortaya koymak için başvurduğu bir yol olur. Ne yazık ki, sorunu çözmediği gibi kişilerin geçmişteki hatalarından dolayı hissettikleri suçluluk ve öfke duygularını harekete geçirir. İmada Bulunmak ve Diğer Pasif – Agresif Hareketler: Eşlerden birinin isteğini ya da düşüncesini açıkça söylemek yerine yön göstererek diğerinin bunu kendi kendine anlamasını sağlamaya çalışması anlamına gelir. Bu durum, kişilerin açık bir şekilde düşüncelerini ifade etmekte kendilerini rahat hissetmediklerini gösterir. İlişkiyi Bir Rehine Gibi Kullanmak: “Bu sıralar bana karşı biraz soğuk davrandığını hissediyorum” demek yerine, “Bana soğuk davranan bir kişi ile ilişkiyi sürdüremem” demek arasında fark vardır. Bu üslup gereksiz yere çok fazla drama yaratır ve bağlılığın sorgulandığı bir krize dönüşür. Kişiler, ilişkilerinde yaşadıkları sorunları ya da olumsuz düşünceleri rahatça ifade edebileceklerini bilmeliler, aksi takdirde gerçek duygular ve düşünceler ifade edilemediğinde güvensizlik ve manipülasyon devreye girer. Sevgi Kaynaklı Kıskançlık: Bu durum zamanla öfkeye dönüşüp karşınızdaki kişinin davranışlarını kontrol etmeye kadar gittiğinde eşinizin e-mail şifresini çözmeye çalışma ve hesabına girme, duşta iken telefon mesajlarını okuma ve hatta dışarıda takip etme ve beklemediği bir anda ortaya çıkma gibi davranışlara sebebiyet verebilir. Bazı insanların bunu bir sevgi göstergesi olarak sunmaları ve eşleri kıskançlık yapmadığında sevilmediklerini düşünmeleri sıklıkla rastlanılan bir durumdur. Bu tarz davranışlar, kişinin kendiyle ilgili değersizlik duygularına dair göstergeler olabilir. Bireyin kendiyle yüzleşmesi gerekir. Aksi takdirde eşi, kişiden uzaklaşacaktır. İlişki Problemlerini Satın Alınan Çözümlerle Çözmeye Çalışmak: İlişkinizde herhangi bir problem yaşadığınızda bunu konuşmak yerine alışveriş yapmak ve bir yerlere seyahate gitmek ve bunların sonucunda da iyi şeyler hissediyor olmak, sorunları çözmek yerine sadece üstünü kapattığınızı gösterir. Bu, sadece sorunları halının altına süpürmektir.
0 notes
Photo
Eskişehir'de Bir Psikolog İlker Küçük (on Wattpad) https://www.wattpad.com/1262398439-eski%C5%9Fehir%27de-bir-psikolog-i%CC%87lker-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk?utm_source=web&utm_medium=tumblr&utm_content=share_reading&wp_uname=eskisehirpsikolog&wp_originator=hnyZlSZ58rcMXLe%2BhqvpqH%2FnkBZEmFfDACncgjg2eXweP8kzvz5Fey6f6SleE%2FcE%2BTpWOs2c83oQ3Ku23B0jm%2F%2BoOETM1FMyJ1jgJOVpEZgqOQJZ8ro3fEVn3%2B%2BjvTfX Eskişehir'de Bir Psikolog İlker Küçük Eskişehir psikolog arıyorsanız hoş geldiniz. Psikolog, yaşanılan psikolojik sorunların üstesinden gelmek ve sonrasında böyle sorunlarla karşılaşıldığı vakit; daha kolay baş edilmesini sağlayacak telkinler almak amacıyla gidilen psikoloji alanında hizmet veren danışmandır. Danışanlar, her türlü sorunla psikoloğun karşısına gelebilir ve Eskişehir psikolog, yöneltmiş olduğu sorularla bu sorunların çözümleri konusunda danışanın etkin çözümleri kendiliğinden bulmasını sağlar. Psikologlar, danışanlarıyla yaşadıkları tecrübeleri başkaca hiçbir ortamda paylaşmaz ve hiçbir şekilde dile getirmezler. Eskişehir Psikolog Psikolog, mesleği gereği hiçbir şekilde eleştirmez ve yargılamaz. Aynı zamanda, danışanların anlatmış olduğu olay ve konularda yargılayıcı ve eleştirici bir üslup kullanmaz. Psikolog Eskişehir, danışana ilişkin ön yargılı bir bakış açısı geliştirmez ve danışanlarına o şekilde bir yaklaşımda bulunmaz. Psikolog, danışanları kendi istekleri ve düşünceleri doğrultusunda yönlendirmez. Ancak onun tüm hususları bütüncül şekilde göz önüne almasına aracılık eder ve kararlarını kendisinin almasını sağlar. Nasıl Bir Psikoloğa Gidilmelidir? Psikolog, nitelikli bir eğitime ve alanda gerekli sertifikasyonlara sahip olmalıdır. Danışılacak olan alanda, mutlak surette eğitimini tamamlamış olması gerekir. Mesleki etik kurallarına yeterince önem vermesi ve bu konuda azami hassasiyet göstermesi elzemdir. Psikoterapi uygulayacak olan Eskişehir psikolog, danışanına objektif şekilde yaklaşır ve ona yönelik olumsuz herhangi bir davranışta bulunmaz. Psikolog İlker Küçük, bünyesinde danışmanlık hizmeti alınmaya gidilmeden önce kesinlikle randevu alınmalıdır. Böylelikle yaşanması muhtemel herhangi bir mağduriyetin önüne, otomatikman geçilmiş olur. Eskişehir'de bir psikolo
0 notes
Text
İnsanlar genelde hastalıklarının
“kafalarının içinde” olduğunu duymak istemezler.
Hiç düşündünüz mü, mesela hayatımızda bizi mutsuz etmesi gereken hiçbir durum yokken yine de neden bir türlü arzu ettiğimiz mutluluk halini yakalayamıyoruz? Neden geçmişimize takılıyor ve onlara üzülmeye devam ediyoruz? Peki korktuğumuz şeyin gerçekleşme olasılığının olmadığını bilmemize rağmen neden korkmaya devam ediyoruz? Neden fobilerimiz var? Uçağa, feribota, otobüse, asansöre binemeyen, hatta korkuları yüzünden evinden çıkamayan insanlar var. Yine kaygıları nedeni ile saatlerce ellerini yıkayan, kapı tokmaklarına, paraya elleriyle dokunamayan, sürekli temizlik yapan insanların sayısı azımsanamayacak kadar çok. Anksiyete, depresyon, panik atak, anoreksiya, çeşitli obsesif bozukluklar ise neredeyse artık grip kadar yaygın .
Fiziksel hastalıklar somuttur. Bir yerini kıran kimse bunu açıklamaktan veya yardım istemekten utanmaz, çekinmez. Oysa zihinsel çatışmalarının inkarı içinde olan insanlar sıklıkla bunların fark edilmesinden korku duyar ve psikiyatristlerden kaçınır. En son çare gibi görünür artık psikologlar ve de psikiyatristler.
“Bir Psikiyatristin Gizli Defteri” ni ilk olarak birkaç sene önce bir doktor arkadaşımın kitaplığında görmüştüm. Hatta hemen yanında da benzeri bir kitap olan Oliver Sacks’ın “Karısını Şapka Sanan Adam” gibi unutulmayacak türden isme sahip kitabı duruyordu. Her ikisi de o zamandan bu yana aklımda olsa da sıralamada hep önlerine geçen başka kitaplar olduğu için okumak ancak bu hafta mümkün oldu.
“Bir Psikiyatristin Gizli Defteri” deneyimli bir psikiyatrist olan Dr Gary Small ve yazar eşi Gigi Vorgan tarafından birlikte kaleme alınmış. Yukarıda sıraladığım sorularıma ve daha fazlasına ışık tutan zihin açıcı bir kitap oldu.
Orijinal baskısında “The Other Sides Of The Couch (Kanepenin Öbür Tarafı): A Psychiatrist Solves His Most Unusual Cases ” gibi oldukça çekici bir ismi ve kapağı olan bu kitabın -muhtemelen daha iyi pazarlamak adına- Türkçe de tercih edilen adı ve alt başlığı “Bir Psikiyatristin Gizli Defteri: En Sıradışı Vakalar” olmuş. E haliyle böyle bir ad ile okuyucuya sunulduğunda elinizde çok gizli ve sıradışı hikayelerle dolu gizemli bir defter tutmakta olduğunuz algısı oluşuyor. Ama ortada ne bir gizli defter ne de gizli hikayeler var. Fakat kitabımın üzerindeki 54. baskı ibaresine bakarsak ismin cazibesi amacına ulaşmış görünüyor.
Dr Gary Small kitabında 1979 - 2009 yılları arası yani 30 yıllık kariyeri boyunca yaşadığı en alışılmadık vakalar arasından 15 tanesini seçerek okurları ile paylaşmış. Bu vakalardan kimisi toplumda ender olarak rastlandıkları için sıra dışı, kimisiyse ilişkilerin karmaşıklığı nedeni ile sıra dışı olarak seçilmiş. O nedenle çok ilginç vakalar beklentisi ile kitabı okumak sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Fakat bence yine de yeterli derecede ilginç vakalar mevcut. Kitapta bahsedilen insanlar ve olaylar, gerçek hastaları ve onların duygusal mücadelelerini temel alıyor. Ancak elbette ilgili kişilerin mahremiyetini korumak için bazı diyaloglar, mekanlar ve durumlar değiştirilmiş ya da kurgulanmış.
Kitabın en çok beğendiğim yönlerinden biri yazarın her bir vakayı kendi meslek hayatına uygun bir kronolojik sıra ile anlatması oldu. Okulu onur derecesi ile bitirmiş, 1 yıllık dahiliye stajını yapmış ve Harvard’ın kabul ettiği 27 yaşında genç bir psikiyatrist olarak başladığı yolculuktan deneyimli, saygın ve uzmanlaşmış bir doktor olana kadar geçen süreci kendi duygularını da katarak anlatmış.
Kitaplar arasından sıyrılıp klinik tecrübe girdabının ortasında kendini bulan doktor işe ilk başladığında henüz çaylak bir asistan doktor iken bir süre kendisini nasıl rol yapar gibi hissettiğini, zorlandığında akıl hocalarına ve gözetmenlerine koşup süpervizörlük almak durumunda kaldığını, korkularını, hatta psikotik bir hastasından yediği tokadı bile kitabına açık yüreklilikle yazarak çıkardığı dersleri somutlaştırmış. Farklı vakalarla ilgilendikçe sezgilerine güvenmesi gerektiğini, olumsuz şartlarla karşı karşıya kaldığında mizahın kaygılarıyla baş etmekte entelektüel bir çıkış yolu olabileceğini adım adım deneyimliyor. Kariyerinin ilerleyen safhalarında deneyim ve özgüven kazandıkça da hastalarını dinleme ve anlama konusunda, onlarla terapötik ittifak kurmada daha iyi bir noktaya geliyor. Bu yönü ile meslek hayatının başında olanlar için anlamlı mesajlar içeriyor.
Bana göre “Bir Psikiyatristin Gizli Defteri”, sıra dışı vakaları anlatan bir kitap olmaktan öte, bir psikiyatristin zihnine, teşhis ve tedavi sürecine ve mesleki yaşamına ayna tuttuğu için son derece ilgi çekici.
İlerledikçe beni saran elimden bırakmadığım bir kitaba dönmeye başladı..
Bu tür kitapların yazımında dil ve akıcılık önem taşır. Çünkü tamamen tıbbi terimlerden arındırmak pek mümkün olmaz. Buna rağmen okuyucunun kitaptan sıkılıp kitabı bir köşeye bırakmasının da önüne geçmelidir. Bu yönü ile sade ve anlaşılır bir kitap. Tıbbi terminoloji ve akademik üslup dozunda kullanılmış ve sıcak, yer yer mizah ile çeşitlendirilmiş bir dil ile hazırlanmış. Ayrıca olayların arasında yer yer Gigi'yle (eşi) tanışması, çocukları ve ev hayatından da kısaca bahsediliyor. Kendi özel hayatından kesitler de içerdiği için rahat okunuyor.
Kitabın sevdiğim yanlarından bir diğeri de en son kısımda her vakada Dr. Small' ın hem faydalandığı makale, kitap gibi kaynakların hem de kendi bilimsel çalışmalarının dökümünün bir bir listelenmesi oldu. Vakti ve ilgisi olanların daha detay araştırma yapmak için epey fayda sağlayabileceğini düşünüyorum.
15 farklı bölümden oluşan bu kitapta en sevdiğim bölüm oğlu için delicesine endişelenen, hastalık hastası bir anneyi konu alan “Delicesine Endişeli” adındaki bölüm oldu. Bu bölümde psikolojik rahatsızlıkların fiziksel rahatsızlıkları nasıl tetiklediğini de iyi bir şekilde işlemiş yazar.
Ciddi bir araştırma ve hazırlanma geçmişine sahip olduğunu düşündüğüm bu kitabın sıradan her okur için “zihinsel” bir yolculuk, psikoloji ve psikiyatri ile ilgilenenler içinse faydası dokunabilecek bir kaynak olduğunu düşünüyorum. İnsan beyni, nöroloji, psikoloji, ruh sağlığı ilgi alanınızdaysa es geçmeyin derim. Kitabı okurken kendinizi, insanoğluna hayatı dar eden şaşırtıcı tuhaflıklar, kaygılar üstüne düşünürken bulacaksınız. Bölümleri birbirinden hemen hemen bağımsız olduğu için de yolculukta ve bu soğuk günlerde kısa molalarda keyifle okunacak bir kitap 🍵📚
Şunu söylemeden de geçemeyeceğim; psikiyatri gerçekten çok elzem ve derin bir alan. Umarım psikiyatrik yardım almak insanların gözünde daha da normalleşir ve çözümü olan rahatsızlıklara sahip insanlar, boş yere çözümsüzlük içinde bocalamaya ve çevresindekilerinin hayatını da zorlaştırmaya devam etmezler.
Keyifli geceler..Gecenin müziği de eski metalcilerden kimler kaldıysa onlara gelsin 🎵🎵️
#kitap#okuma notlarım#gary small#bir psikiyatristin gizli defteri#psikiyatri#the other sides of the couch#gigi vorgan#psikoloji#terapi#sağlık#ruh sağlığı#saglik
50 notes
·
View notes