#kadın halkları
Explore tagged Tumblr posts
doriangray1789 · 4 months ago
Text
Pamuktan prenses mi olur? Prenses dediğin taş olur…
Pamuk cüce ve 7 prenses, yedi prenses ve o cüce, yamuk prenses ve düzgün cüceler, cüce prenses ve selvi boylu alyazmalı, pamuk prenses ve akraba evliliği sonucu oluşan cüceleri, kavruk prenses ve jedi cüceler, uzun cüce ve kırk haramiler (bu yeni masal, cücelik illa da boyla olmaz karakter yapısıyla da cüce olunabilir)
Biz tam 7 cüceyiz, pamuk prensese bile bakarken yedimize yediniz bayram etsin şeklimiz diyenler yokmudur?
merhaba biz pamuk prenses ve yedi cüceleriz. -yerde bile bulsan sayacaksın demişler ablacım, kusura bakma… iki.. üç…dört….(yiğit Özgür karikatürüydü)
prensesin yaşamı, toplumda kadını varedenin erkek olması gerekliliğine paralel olarak önce sonlandırılır sonra prens tarafından yaşama döndürülür. çünkü havvanın olması için ademin kaburga kemiği lazımdır. pamuk prenses önceden ölür, masalı anlatan tanrının düştüğü yanılgıya düşüp onu başıboş bırakamaz çünkü ve havva'nın yiyip adem'i cennetten attırdığı elmanın öcünü prensesten alır. ilk günah elmasını yiyen prenses, prensin başına bir iş açamadan ölüverir ve arınmış olarak yeniden hayata döndürülür. masalcı simgesel olarak ilk günahı telafi eder ve onlar muradına ererken, dünya halkları da günahlarından arınmış olurlar.. Elmanın 🍎 kırmızı, sulu, diri ve lezzetli oluşu altında. aşktan münezzeh, şehveti temsil eder bütün folklörlerde ve her zaman bir kadın tarafından sunulur. bir kadına veya bir erkeğe. ama asla, sunan erkek olmaz. çünkü baştan çıkarmadır nihayetinde ve kadim bilgi sahipleri bir erkeğin hiçbir koşulda isteksiz bir kadını baştan çıkaramayacağı bilinir. öperek uyandırma konusu kadını cinselliğiyle tanıştırmak gibi gelebilir ilk düşünüldüğünde. ama benzer bir örnekle gördük ki, 100 yıl uyuyan prensesin de uykusuna dalmadan önce eline iğne batmış ve kan çıkmıştı. bu konserve edilmiş prenseslerin uykularının suçlulukla girilmiş oruç olduğu kanısı böyle güçleniyor. biri dipdiri bir elmaya diş geçiriyor, biri de bütün uyarılara rağmen "iğne" batmasıyla kanıyor.
şehvetle kanı zehirlenen ve masumiyetini yitiren bu "zavallı" prensesi cam bir tabutta ölmeden uyumaya mahkum edenler, kadının zevkle yapılan her şeyden suçluluk duymaya alıştırmış feodalitenin paryalarıdır. ÖLÜME KARŞI DOĞUMU - YAŞAMI ELİNDE BULUNDURAN KADIN… prensesler ölmezler, ama yaşamazlar da. taa ki, yine beyaz bir at üzerinde gelecek, düzenin "iyi" temsilcisi prince charming dudaklarından masumane öpene kadar.
Öte yandan, bu masalda fiziksel engellilere yönelik bir ayrımın da var. pamuk prenses'in onca yokluk içinde cücelerden herhangi biriyle değil de bir prensle öpüşecek olması, son tahlilde, masal dinleyicisine, toplumun cücelere bakış açıcını da ortaya koyar.
Bir de sen kimsin lan bizim mahallenin kızına sarkıyon… hayırdır.. o prensi hadım ederler
her şeyden önce bu kızcağızın orijinal adı snowwhite'tır; "karbeyaz"… saf, eldeğmemiş, masum ama soğuk… frijit değil, henüz ateş yüzü görmemiş, ısınmamış, vücudu yanaklarını kızartacak hormonları salıvermemiş yani huri…
grameride yanlış.. 7 cüce olmalı.. 3 bebeğe 3 bebekler mi dersin..
çocuklar için hep kötü örnek olmuştur zaten (o yaşta, bir prens tarafından öpülmenin ölüyü bile diriltebileceği inancıyla büyüdük lan biz
13 notes · View notes
ahgelgorbeniaskneyledi · 1 year ago
Text
Türkiye sınır ötesi operasyon yaparken
Bir tek sivil ölmemesi için gerekirse askerini şehit verdi.
O sırada tüm Avrupa ve ABD lobileri
"Türkiye sivil katliamı yapıyor" diye
Kara propaganda yaptı.
Fakat aynı güçler İsrail'in sivil katliamına kör.
Siz Türk askerine kurban olun.
İ��te "medeni dünya"nın gerçek yüzü.
Dünya'ya insan hakları ve demokrasi pazarlayan ABD, İsrail'in katliama devam etmesini istedi.
Gazze'ye insani yardımların ulaşması için
teklif edilen geçici ateş kes kararını
BM Güvenlik kurulunda ABD veto etti.
İsrail'in katliamına kısa bir süre ara vermesine bile razı olmadı ABD devleti.
İşin en acı yanı da ABD adına ateşkesi veto eden Afrika kökenli bir köle çocuğu olan siyahi bir kadın. Mazlumun ahı karşılıksız kalmaz.
Dünyayı sömürmek için
Milyonlarca insanın kanına girdiler,
halkları açlığa mahküm ettiler,
Zenginliklerini gasp ettiler.
5 notes · View notes
etaali · 1 year ago
Text
Tumblr media
Mesele bir mezhebe taraftarlık yapmak değildi.
Yada bir dinler takımı tutmak da değil...
İyilerle kötülerin savaşıydı bu ve biz iyilerden yanaydık.
Kötü, güçlüydü.
Kötü'nün sesi çok çıkıyordu.
Kötü, bizim beldelerimizde de aldatıcıydı, taraftarı çok...
Iyiler çok acılar çekti bu mücadelede.
Yalnız kaldı onlar. Arkadan vuruldular.
Aç kaldılar (ambargolar)
Çok öldüler (Savaş, suikast, sabotaj)
Kötü, sadece toprağı işgal edip ekmeği çalmıyordu. İnsanı insan eden değerleri de tarumâr etmekti hedefi. Fıtrata müdahale, mesela. Kadını kadınlığından, erkeği erkekliğinden uzaklaştırmak, LGBT kültürünü sıradanlaştırmak... Lut kavmi pratiğine geri dönmek...
"Hayatta olduğum müddetçe Amerika'ya direneceğim" diyen Direniş önderliği, karşıdaki kötülük organizasyonun mahiyetinin ne denli necis olduğunu, konunun din, dil, ırk, mezhep düzleminden "insan ortak paydası"na evrilmesi gereken sorumluluk istediğini defalarca gündemleştirdi. Halkları "Büyük Şeytan"a karşı uyanık olmaya davet etti. Kadın ve Erkek eşitliği değil, ikisinin de fıtratlarına dair özgün ve özel konumlarına dikkat çekti.
Peki bizimkiler ne yaptı?!
Cehaletin taassubu ile,
Minberin istismarı ile,
Düşmanın ayartması ile, bırakın iyilerin yanında olup kötülere karşı mücadele etmeyi, iyilere kuyu kazdılar, ellerine ayaklarına dolaştılar, kötüye klavuz oldular...
Buna rağmen iyiler yine de onlar için mücadele de...
4 notes · View notes
yfs-t-t-2623 · 3 months ago
Text
Tumblr media
Türk mitolojisinde Tayga, ormanın ruhu ve do��anın gücünü temsil eder. Ağaçlar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar için bir koruyucu olarak kabul edilir. Tayga'ya duyulan saygı, ormanın verimliliğini ve zenginliğini artırır.
Tayga: Türk Mitolojisinde Ormanın Ruhu ve Bereketin Temsilcisi:
Türk mitolojisinde, ormanın ruhu olarak tanınan Tayga, doğanın gücünü ve verimliliğini simgeler. Tayga, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar ve insanların koruyucusu olarak bilinir. Tayga'nın görünüşü yaşadığı bölgeye göre farklılık gösterir. Bazı kaynaklar Tayga'yı bir kadın olarak tanımlarken, diğerleri bir erkek olarak betimler. Kimi görüşlere göre ise Tayga, hem erkek hem de kadın özelliklerine sahip bir varlıktır. Tayga'nın rengi yeşil, sarı, kırmızı ya da mavi olabilir.
Türk halkları için Tayga'ya saygı göstermek ve onunla uyum içinde yaşamak büyük önem taşır. Tayga, ormanın verimliliğini ve zenginliğini temin eder. Ormana giren kişiler, Tayga'ya dua okur, kurban keser veya armağanlar sunar. Böylelikle Tayga'nın iyiliğini ve koruyuculuğunu elde etmeye çalışırlar. Ormanda zararlı davranışlardan sakınırlar, çünkü aksi halde Tayga'nın öfkesine maruz kalabilirler. Tayga, ormanına ve varlıklarına zarar verenlere karşı intikam alır ve hastalık, kaza, felaket ya da ölüm getirebilir.
Tayga ile ilgili birçok efsane ve hikaye bulunmaktadır. İşte onlardan biri: Bir zamanlar, bir avcı ormana girip çok sayıda hayvanı öldürmüş. Tayga, bu duruma çok öfkelenmiş, avcının izini sürmüş ve onu ele geçirmiş. Avcıyı cezalandırmak amacıyla bir ağaca bağlayıp orada terk etmiş. Avcı, günlerce açlık ve susuzluk çekmiş. Nihayet ölümün eşiğine gelince, yoldan geçen başka bir avcı onu bulmuş ve ona merhamet etmiş. Avcıyı ağaçtan kurtarıp yiyecek ve su vermiş. Kendine geldikten sonra, yaşadıklarını anlatmış ve Tayga'dan özür dilemiş. Diğer avcı, ona Tayga'ya karşı saygılı olmanın önemini hatırlatmış. Avcı, aldığı dersin etkisiyle bir daha asla ormana zarar vermeyeceğine yemin etmiş. 
Tayga, Türk mitolojisinde ormanın ruhu olarak büyük bir öneme sahiptir. Ormanın güzelliğini, bereketini ve canlılığını temsil eder. Ormana giren kişilerin Tayga'ya saygı duymaları ve onunla uyum içerisinde yaşamaları gerektiği düşüncesi, doğaya karşı sorumluluk duygusunu pekiştirir.
0 notes
morkedisblog · 2 years ago
Text
Hep diyorum herkes benden daha fazla kafayı sıyırmış hani Sedat Peker gardaşımın 350 bin tl kumar borcunu ödediği arabasının camından içeriye siyah poşet içerisinde binlerce dolar attırdığı paralı milletveki metin külünk vardı hıhıhı işte o Saygıdeğer dayım eroll'ın değerli oğlu erkek güzeli elon'ın bu fotomontajını gerçek sanıp paylaşmakla yetinmemiş Kılıçdaroğlunun kalp işaretinin staline ait olduğunu söylemiş zaten montaj olduğu belli kötü bir çalışma imza da üzerinde öküzbaş elon muskın stalin gibi bir halk katilini sevmesinin nedeni(özellikle Ahıska Türkleri/Kafkas halkları/Rus muhaliflere yaptıkları)elonın babasının annesi stalinin metresiydi elon'ın mendebur suratına bakın anlarsınız elmacık kemikleri çıkıktır büyükanneden gelmektedir sonra kadın hamile kalınca bunları Güney Afrikaya sürmüş kadınla evlenen öküz de eroll dayıma soyismini vermiş eee tabii dedesi ya seviyor kıyamam seni anlıyorum kuzen rieeve(2.ci ismi doğru yazım değil ya riv okunuyor)Ben gerçek dedemin adını verip görselini koysam yemin ediyorum ülkücüler de bana koyarlar neyse gine de bu manyak musk sosyal medyaya lâzım eğlendiriyor bizi"sen olmasan elon ahh bu hayat çekilmez"😂😤😠😈Ayyyayyy kime niyet kime kısmet montajı külünk yuttu biz diğerlerini gülmek tuttu😉
0 notes
borcumvarmi · 2 years ago
Link
Kızılderili atasözleri Şimdiye kadar Kızılderilileri TRT 1 Pazar sinemalarında kasabalara saldıran, posta arabası soyan, kadın ve çocukları öldüren vahşiler olarak tanıdınız.. Oysa gerçekler çok farklıydı.. Bu filmler beyaz adamın filmleriydi ve gerçekleri yansıtmıyordu.
0 notes
genc-hkp · 8 years ago
Video
youtube
Kurtuluş Partili Kadınlar 8 Mart’ta Kadıköy’de haykırdı: Laiklik kadının özgürlüğüdür!
1 note · View note
kolej-postasi · 4 years ago
Text
GENÇLİK FİZİKİ BİR OLAY DEĞİL TOPLUMSAL BİR OLAYDIR
Tumblr media
Hiyerarşik toplumda, tecrübeli yaşlıların gençler üzerinde kurduğu baskı ve ba­ğımlılaştırmadan da, önemle bahsetmek gerekir. Jerontokrasi diye literatüre geçen bu konu bir gerçektir.
Tecrübe yaşlıyı bir yandan güçlü kılarken, diğer yandan yaş­lılık onu gittikçe zayıf, güçsüz kılmaktadır. Bu özellikleri yaşlıların, gençleri kendi hiz­metlerine almaya zorlamaktadır. Zihin­lerini doldurarak bu işlemi geliştirmek­tedirler.
Tüm hareketlerini kendilerine bağlamaktadırlar. Erkek egemenlikli sistem, bu olgudan da büyük güç almaktadır. Onların fiziki güçlerini kullanarak dilediklerini yaptırabilmektedirler. Gençlik üzerindeki bu bağımlılaştırma günümüze kadar derinle­şerek devam etmiştir.
Tecrübe ve ideolo­jinin üstünlüğü kolayca kırılamaz. Gençli­ğin özgürlük istemi kaynağını bu tarihsel olgudan almaktadır. Yaşlı bilgelerden gü­nümüz bilim insanı ve kurumlarına kadar gençliğe stratejik, hassas denilen bilgilerin en can alıcı kısmı verilmez.
Verilenler daha çok onu uyuşturan ve bağımlılığını kalıcılaştıran bilgilerdir. Bilgiler verildiğin­de uygulama araçları verilmez. Sürekli bir oyalama değişmez bir yönetim taktiğidir.
Kadın üzerinde kurulan strateji ve taktik­lerle ideolojik ve politik propaganda ve baskı sistemleri gençler için de geçerlidir. Gençliğin her zaman özgürlük istemesi fi­ziki yaş sınırından değil, bu özgül toplum­sal baskı durumundan ileri gelmektedir.
'Ayyaş, toy, delikanlı' kavramları gençliği küçük düşürmek için uydurulan temel propaganda sözcükleridir. Yine hemen cinsel güdüye bağlamak, serkeşliğe çek­mek,ezbere katı doğmalara bağlamak,gençlik enerjisinin sisteme yönelmesini engellemek ve düzeni sağlamakla bağ­lantılıdır.
Tekrar vurgulamalıyım: Gençlik fiziki bir olay değil toplumsal bir olaydır. Tıpkı kadınlığın fiziksel değil toplumsal bir olgu olması gibi. Bu iki olay üzerin­deki çarpıtmaları kaynağına inerek açığa çıkartmak sosyal bilimin en temel görevi­dir.
Bu kapsama çocukları da almak gere­kir. Zaten kadını ve gençliği tutsak kılan, çocukları da dolaylı olarak dilediği sistem altına almış sayılır. Çocuklara hiyerarşik ve devletçi toplumun yaklaşımının çok çar­pık yönlerini açığa çıkarmak büyük önem taşımaktadır.
Çocukların anadan ötürü doğru temelde eğitilmemeleri, sonraki tüm toplumsal gidişatı çarpık ve yalancı kılar. Çocuklar üzerinde de muazzam baskı ve yalanlamaya dayalı eğitim sis­temi kurulur. Çok çeşitli yöntemlerle sistemin daha beşikten bağımlıları haline getirilmeye çalışılır.
'Yedisinde neyse yet­mişinde de o odur' deyişi bu gerçeği dile getirmektedir. Çocuklara doğal toplu­mun özgür yaklaşımı hep bir hayal olarak bırakılır ve bu hayallerini yaşamalarına hiç izin verilmez. Çocukları doğal hayalle­rine göre yaşatmak en soylu görevlerden biridir.
Uygarlığın büyük aşamalarından biri sayılan Yunanlılarda gençler resmen tec­rübeli bir erkeğe 'oğlan' olarak sunulurdu. Uzun süre bunun nedenini çözememiştim. Sokrates gibi bir filozof bile 'Önemli olan oğlanın sürekli kullanılması değil, efendisinden terbiye görmesidir' der.
Buradaki mantık, asıl gaye gençlerin oğlan olarak sürekli kullanılmasından ziyade, kadınsı özelliklere hazırlanmasıdır. Daha da açıklayıcı olarak, Yunan uygarlığı da karılaşan bir toplum ister. Soylu, asil gençler oldukça, bu toplum oluşamaz.
Bu toplumun oluşması için kadınsı davranış­ları içselleştirmeleri gerekir. Tüm uygarlık toplumlarında benzer eğilimler vardır. Oğlancılık bu toplumda çok yaygındır. Öyle bir hal almıştır ki, her efendinin oğlan sahibi olması gelenekselleşmiştir.
Oğlancılığı bir bireysel cinsel sapıklıktan, hastalıktan ziyade, sınıflı toplumun, ikti­dar toplumunun yol açtığı sosyal bir olgu olarak anlamlandırmak önemlidir.
Cinsel­lik ve iktidar uygar toplumda, toplumsal bir hastalıktır. Birbir­leri olmaksızın edemedikleri gibi birbirle­rini çoğaltırlar: Tıpkı kanser hücrelerinin çoğalması gibi.
Greko-Romen toplumunda kölelerin du­rumunun karıdan beter olduğu çokça bi­linen husustur. Sorun köle olmayan erke­ğin karılaştırılmasıydı. Ensest veya cinsel sapıklıktan, çifte cinsellikten bahsetmiyo­rum.
Psikolojik boyutları, hatta biyolojik nedenleri olan bazı olguları, bahsetmek durumunda olduğum olaydan ayrı değerlendirmek gerekir. Klâsik Yunan toplu­mundaki moda, her özgür genç erkeğin mutlaka bir sahibi, bir erkek partneri olmalıydı.
Genç tecrübe kazanıncaya kadar partnerin sevgilisi olmalıydı. Daha önce değindiğim gibi, Sokrates bile 'Bu olayda önemli olanın genç oğlanın çok kulla­nılması değil, o ruhu yaşamasıdır' diyor.
Buradaki zihniyet açık; kölelik toplumu özgürlük, onur ilkesiyle bağdaşmayaca­ğından, bu özellikler toplumdan silinme­liydi, çünkü toplumu tehdit ediyorlardı.
Doğruydu da, İnsan özgürlüğü ve onuru­nun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sis­tem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak durumundaydı.
Doğruydu da, İnsan özgürlüğü ve onuru­nun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sis­tem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak durumundaydı.
Şüphesiz Greko-Romen kültürü bu mis­yonu tamamlayamadı. İçte özgür felsefi okullarla gelişen Hıristiyanlık, dışta ise et­nisitenin ardı arkası kesilmeyen saldırı ve başkaldırıları toplumu başka durumlar­la yüz yüze bırakacaktı.
Maddi kültürün her şey olmadığının, her şeye gücünün yetmeyeceğinin işaretleri de az değildi. Toplum ancak kapitalizmde 'oğlancı­lığa' hiç gerek duyulmadan da karılaştırılabi­lecekti.
Modernitenin ideolojik tekeli olarak liberalizm,bir yandan görüş enflasyo­nu yaratırken,öte yandan en büyük vurgunu enflasyonda yaptığı gibi,görüş enflasyonunda da işine en yarayan­ları kullanıp medyası aracılğıyla zihinleri bombardımana tabi tutarak azami sonuç almaya çalışır
Görüş tekelini sağlama al­mak, ideolojik savaşının nihai amacıdır. Temel silahları dincilik, milliyetçilik, cin­siyetçilik ve pozitivist din olarak bilimci­liktir. İdeolojik hegemonya olmadan, sa­dece siyasi ve askeri baskıyla moderniteyi sürdürmek olanaklı değildir.
Dincilik yo­luyla kapitalizm öncesi toplum vicdanını kontrol etmeye çalışırken, milliyetçilik yo­luyla da ulus-devlet vatandaşlığını, kapitaliz­min etrafında gelişen sınıfsallıkları kont­rol edip denetim altında tutar.
Cinsiyetçi­liğin hedefi, kadına nefes aldırmamaktır. Hem erkeği iktidar hastası yapmak, hem de kadını tecavüz duygusu altında tut­mak cinsiyetçi ideolojinin etkili işlevidir.
Pozitivist bilimcilikle akademik dünya­yı ve gençliği etkisizleştirirken, sistemle bütünleşmekten başka seçeneklerinin olmadığını gösterip, tavizler karşılığında bu bütünleşmeyi sağlama alır.
Temmuz 20, 2020 | Yöntem ve Hakikat Rejimi* | Özgürlük Sosyolojisi
ABDULLAH ÖCALAN |  GENÇLİK FİZİKİ BİR OLAY DEĞİL TOPLUMSAL BİR OLAYDIR
Tumblr media
1 note · View note
nesrin-c · 3 years ago
Text
ZULMÜNÜZ ARTSIN
Bu kaçıncı kıyım
Kaçıncı ferman
Kaçıncı katliam
Anadolu
Mezopotamya
Kürdistan
Hep kan ağlar.
Katil Yavuzun
Dinci kinci fıtratı
Kızılbaşların katli vacip,
Helaldir malı mülkü
Kadınları kızları diye
Hamza müftüden
Aldırdığı fetva ile
Kestirdi yüzbinleri
66 bin tanesi
Sadece Üsküdarda
Dolduruldu kuyulara
Lalelik dedi
Evliya Çelebi
Kızılbaş Türkmen kanıyla
Kızıla dönen Üsküdara
Anadolu Kavimler yurduydu
Halklar bahçesiydi
İskender Moğollar
Persler
Romalıların haçlılar
Kaç kez halklar bahçesini
Atlarının nallarıyla çiğnedi
Selçuklular Osmanlılar
Yirmi kez kılıçtan geçirdi
Kesildi budandı
Yinede
Anadolu mezapotamya
Daha da gür filizlendi
Ermeni Rum Asuri
Daha niceleri
Tarihten
İzleri uygarlıkları silinirken
Kısırlaştı,
Halklar mezarlığına döndü.
Mezopotamya ve Anatoli
Cumhuriyet
Temellerini atarken
Komünist Lenin de
yardım aldı.
Ardında,
Komünist avı başlattı.
Tecavüz edilip
Kayıtlara bile girmedi
Suphinin eşi Maria.
Mustafa Suphi doktor Necdet
On beş yoldaşı
Bir takaya bindirildi
Kurşunlanıp Karadenizin
Derin sularına atıldı
Topal Osman çetesi
Yahya Kaptana infaz ettirildi.
Koçgirililerin mebus seçimi,
Topal Osman Sakallı Nurettinin
Tecavüzleriyle
Baş kaldıran koçgirililer
Katliamla bastırıldı.
Seferi olup
Zaferi olmayan
Dersime gelmişti sıra
Binbir hile komployla
Dersimlilerin başına
Tunçtan bir bolyoz indirildi
Katliamın adı Tunç el
Tunçeli olarak
Dersimin adı değiştirildi
Sel gibi kan aktı
Munzur çayı
Kutu deresi
Ya Zilan deresi
O binlerce insan
Kadın çocuk
Vahşice katledildi
Maraş Çorum Sivas
Tekbirlerle,
Aydınlar sanatçılar
Semah dönen
Genç kızlar
Diri diri yakıldı
Devlet ve iktidarlar
Sadece katilleri seyretti.
Katilleri
Akladı pekledi
Egemenlerin mahkemeleri
Sonunda
Ülkenin başına dert etti
Ecevit'in bakanı
Maraşta ki katliamı
Alevileri yıkmaya kalkışırken,
Demirel Sivasta
Tekbir getirerek
Aydınları yakan
Katillerin burnu
Kanatılmadı diye
Sevincin de göbek attı.
Bugün,
Barış istiyorlar diye
Kadın çocuk
Genç yaşlı
Yüzü gözü
Kan revan
Yerlerde sürüklenir.
Çocuklarını kayıp edip
Katlettiğiniz
Cumartesi Anneleri
Sekiz yüz haftadır kar kış demeden
Oturma eylemi yaparlar
Bari çocuklarımızın
Kemiklerinin verin derler
Bir mezara olsun isterler
Katil ve korkak egemenler
Annelerin çığlığını
Gazla kanla boğdururlar.
Yüz yaşında
Berfo Anne,
Çocuğunun
Kemiğini bulamadan
Yavru acısıyla
Gözlerini yumdu hayata.
Dayanamadı yaşlı kalbi
Bunca acıya.
Bu Faili meçhullerin katilleri
Hep iktidarda
İhale parsa
Koparma yarışında.
Çocuklarının kemiklerini
Arayan Barış anneleri.
Barış gelsin diye
Yürüyen Barış annelerini
Terör diye
Düşman ilan edenler
Kör kuyulara görmülsün
Plastik mermileriniz
Jopunuz
Elektrik şokunuz
Durmayın devam edin
Yaklaşıyor sonunuz.
Saltanatınız,
Görkemli saraylarınız
Emekçilerin,
Yok edilen mazlum halkların
Cesetleri üstünde yükselir.
Durmayın devam edin
Zülmünüz bin kat artsın ki,
Yüzünüzün karası
İnsanlığın baş belası
Hokkabazlığınız
Son bulsun
Görülsün hakikat.
Lanetli fıtratınız
Kin dolu kişiliğiniz
Doyumsuz nefsiniz
Düşecek yüzünüzdeki
Vatan millet
Sahte din maskeniz
Hırsızlığınız arsızlığınız
Ak diye gösterdiğiniz
Acımasızlığınız
Kapkara yüzünüz
Görünsün.
Koçgiri dersim
Zilan deresi
Kılıç artıkları dediğiniz
Anadolunun,
Kadim halkları
Siz kimsiniz be devşirmeler
Aslınız asaletiniz
Tarihte
İhanet ile fişli
Geçmişiniz karanlık sisli
12 mart 12 Eylül
Faşist askeri darbelerin
ABD emperyalizminin
Tosuncuklarısınız.
İpleriniz sermayenin
Emperyalizmine elinde.
Ellerinizde ki kan
Faili meçhul bıraktığınız
On binlerce canın
Maraş'ın Sivas'ın
Çorumun Gazinin
Suruç'un
Ankara Garının
Barış şarkıları söyleyen
Halay çekerken
Bombalarla
Paramparça ettirdiğiniz
Çocuklarımızın
Katillerisiniz.
Zülümünüz artsın
Akıttığınız kanlarda
Boğulasıınız.
Mezarı bile olmayan
Çocuğunun
Kemiklerine hasret giden
O Anaların
Ahı sizi kahredsin
Mehmet Özdemir
66 notes · View notes
devrimcikadinlar · 3 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
NACİYE HANIM (NACİYE YOLDAŞ)1. DOĞU HALKLARI KONGRESİNE, TÜRKİYE'DEN KOMÜNİST DELEGE OLARAK KATILMIŞTIR. DOĞU HALKLARI KONGRESİNE, KADIN GURUBUNDAN SEÇİLEN, ÜÇ YÜRÜTME KURULU ÜYESİNDEN BİRİDİR. 1920 DE BAKÜ DE KURULAN TKP NİN KONGRE DELEGESİDİR. TKP KONGRESİNDE GEÇİCİ MERKEZ KOMİTESİ (DİVAN)  ÜYELİĞİNE ÖNERİLMİŞ, GENEL SEKRETER ETHEM NEJAT 14 OY ALMIŞ, NACİYE HANIM 13 OYLA KAYBETMİŞTİR.
*(Kimi kaynaklar, Naciye Yoldaş'ın fotografını, yanılgı nedeniyle, ilk Osmanlı kadın fotografçı Naciye Suman olarak kullanmıştır. Yanılgının sebebi, Naciye Suman'nın, evlendiği kişinin adının İsmail Hakkı olmasıdır.  Bu yüzden, Doğu halkları Kongresi'nde çekilen fotograf ile tek çekilmiş fotografını birlikte yayımladım)(Katledilen Onbeşler'in içinde bulunan Hilmi oğlu Arap İsmail Hakkı Bey'in kardeşidir. Cemile Nuşirvanova, Rahime Selimova ile birlikte, 1921 yılında, Ankara’da, Anadolu’daki ilk 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü'nü organize etmiştir)(Fotograf, 1. Doğu Halkları Kadın Komitesi, en öndeki kadın delege Naciye Hanımdır) 
DOĞU HALKLARI KONGRESİNDE YAPTIĞI KONUŞMA: 
Doğu'nun kadınlarının şu anda başlattıkları hareket, toplumsal hayat içinde  kadının rolünün narin bir bitkinin veya nazik bir taş bebeğin rolünden öteye  gidemeyeceğini savunan düşüncesiz feministlerin baktığı gözle dikkate  alınmamalıdır; bu hareket şu anda tüm dünyayı boydan boya aşan genel  devrimci hareketin önemli ve zorunlu bir sonucu olarak, görülmelidir. Doğu'nun kadınları yalnızca bazılarının çoğunlukla sandığı gibi peçesiz  sokağa çıkmak hakkını elde etmek için mücadele etmiyorlar. Doğu'nun  kadını için, onun bunca yüksek ahlâk ülküsü ile peçe sorunu, en son  plândadır. İnsanlığın yarı nüfusunu oluşturan kadınlar eğer erkeklerin  rakibi olarak kalırlarsa, eğer onlara hak eşitliği uygulanmazsa, insan  toplumunun ilerlemesi elbette ki olanaksızdır; Doğu toplumlarmm geri  kalmış durumu bunun söz götürmez bir kanıtıdır. Yoldaşlar, emin olunuz ki toplumsal hayatın yeni biçimlerini gerçekleştirmek  için harcayacağınız tüm çabalar ve çekeceğiniz istekler, eğer siz eşinize,  çalışmalarınızdaki gerçek yardımcısınız olması gereken kadına  başvurmadığınız takdirde kısır kalacaklardır. Savaşın yarattığı özel koşulların sonucu olarak Türk kadını türlü toplumsal  görevlerin yerine getirilmesine koyulmak için evini ve aile topluluğunu terketmek zorunda kalmıştır. Fakat Türk kadınların savaş sırasında o  zamana dek erkeklerin bulundukları yerleri işgal etmeleri ve yük  hayvanlarının bile aşamayacağı yolların bulunduğu Anadolu'nun bazı  bölgelerinde, kadınların sırtlarında birliklere ayrılan cephane ve gereçleri  taşımaları olayı, siyasal ve toplumsal eşitliğe ilişkin bir devrimde kadın  tarafından ileriye doğru atılan bir adım olarak nitelendirilmemelidir. Kadınların yük hayvanlarının yerini doldurarak toplumsal bir başarı kazandığını ileri sürenlerin kanıtına gelince bu üzerinde durmaya bile  değmez. 1908 devriminin başlarında kadınlar lehine bazı gelişmeler  olduğunu yadsımıyoruz ama bu, herkesçe bilindiği gibi yetersiz ve öngörülen  amaçlarla ulaşmakta güçsüz gelişmelerin önemini büyütmemek gerekir. Kadınlar için başkentte ve diğer bazı kentlerde birkaç ilkokulun veya yüksek  okulun açılması; kadınlara özgü bir ünversitesi yaratılması, yapılması  gerekenlerin binde birini bile oluşturmaz. Siyaseti zayıfın güçlü tarafından  sömürülmesine ve ezilmesine dayanan Türk hükümetinin kadınlar için daha  radikal ve önemli ölçülerde kararlar alması zaten beklenemezdi. Fakat İran'da, Buhara'da, Kivo'da, Türkistan'da, Hindistan'da ve diğer Müslüman ülkelerinde kız kardeşlerimizin bizimkinden daha kötü bir durumda olduklarını da biliyoruz. Ama kurbanı olduğumuz haksızlık, geri  kalmış ve çöküş içerisindeki Doğu ülkelerinin de tanık olduğu gibi, cezasız  kalmıyor. Şunu bilin ki yoldaşlar, kadınlara yapılan kötülük hiçbir zaman  cezasız kalmamıştır ve kalmayacaktır. Doğu Halkları Kurultayının sona ermesi yaklaştığı için Doğu'nun değişik  ülkelerindeki kadınların durumunu zaman yokluğundan gözlerinizin önüne  seremeyecğim. 
Fakat devrimin büyük ilkelerini yurtlarında yayma görevini  yüklenmiş olan delege yoldaşlar unutmasınlar ki halklarına mutluluk  götürme çabaları kadınların gerçek yardımı olmaksızın kısır kalacaktır. Bütün bu kötülüklere son vermek için komünistler sınıfsız bir toplumun  kurulması gerekliliğine inanıyorlar ve bu sonuca erişmek için bütün  burjuvalara ve ayrıcalıklı sınıflara karşı yeri doldurulamaz bir savaş  sürdürüyorlar. Doğulu komünist kadınların savaşı daha zor olacaktır.  Çünkü onlar ayrıca erkeklerin zorbalığına karşı da savaşıyorlar. Siz Doğulu  erkekler eğer geçmişte olduğu gibi kadınların kaderine kayıtsız kalırsanız,  emin olun ki, ülkelerimizi ve kendinizi büyük bir tehlikeye atıyorsunuz. O  zaman biz haklarımız kazanmak için diğer ezilenlerle birlikte ölümüne bir  savaşa girişeceğiz. İşte kısaca kadınların belli başlı hakları: Eğer kendi özgürlüğünüzü istiyorsanız haklarımıza kulak verin ve bizimle  etkin bir işbirliği içine girin: 1 . Haklarda tam bir eşitlik. 2. Kadınlar için erkeklerinkiyle aynı ölçülerde genel ya da meslekî eğitim.  Bütün meslekler hiç ayrım gözetilmeksizin kadınlara da öğretilmeli ve  kadınlar her işletmede çalışabilmek. 3. Evlilikte kadın ve erkek arasındaki haklarda eşitlik. Çokeşli evliliğin kaldırılması. 4. Kadınların bütün yönetici kadroları ve bütün yasal işlevlere kısıtlamasız kabul edilmesi. 5. Bütün kent ve kasabalarda kadın haklarının koruyucusu kurulların örgütlenmesi. Bütün bunlar bizim vazgeçilmez haklarımızdır. Bize bütün bu hakları tanıyan ve bize ellerini uzatan komünistler, bizim kişiliğimizde, kadınlarda, en sadık omuzdaşları bulacaklardır. Hâlâ cehalet içerisinde olabiliriz. Hâlâ aşmak zorunda olduğumuz uçurumlar olabilir, fakat biz korkusuzuz, zira  biliyoruz ki gün doğumuna erişmek için geceyi aşmak gerekir. 
(Bakû 1920 Birinci Doğu Halkları Kurultayı (Belgeleri I)  Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır. Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.  Ağustos 2000 BAKÛ 1920, çalışmasından alınmıştır)*Türkiye Komünist Fırkası Birinci Kongresi (10-16 Eylül 1920), Sosyal Tarih Yayınları-TÜSTAV- Emel Seyhan Atasoy-Meral Bayülgen, 2. baskı, Eylül 2018)Tufan Şişli
10 notes · View notes
kalpherzamansoldanatar · 4 years ago
Text
Tumblr media
Reel sosyalizmde ve kapitalizmin bugününde kadınlar
Büyük Ekim Devrimi ile beraber kadının toplumsal hayatta hak eşitliğinin sağlanması adına birçok adım atılmıştır. Kadının toplumsal hayata katılımını sağlamak için çok kısa sürede önemli çalışmalar yapılmış ve atılan adımlar yasalarla güvence altına alınmıştır. İlk olarak işçilerin ve kadınların siyasete katılımı noktasında önemli bir karar olarak, çalışma saati 8 saate düşürülmüştür. Ev işlerleri kadının görevi olmaktan çıkarılmış ve devlet eliyle kolektifleştirilmiştir. Kadının emeğinin özgürleştirilmesi adına çamaşırhaneler, yemekhaneler, ücretsiz kreşler ve yaşlı bakımevleri kurulmuştur.
Ekim Devrimi’nden hemen sonra Barış Kararnamesi ilan edilmiş ve Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir. İkinci kararname ise Toprak Kararnamesi olmuştur. Toprak üzerinde özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla köylüler ve özellikle köylü kadınlar toprağı serbestçe kullanmıştır. Kadınlar, yüzyıllar sonra toprak üzerinde üretim yaparak yoksulluktan kurtulmuştur.
Lenin, Ekim Devrimi’nden hemen sonra kadının toplumsal, cinsel ve ekonomik alanlarda hak eşitliğinin ve toplumsal hayatta temsiliyetinin sağlanması konusuna özellikle eğilmiştir. 1918 yılında çıkarılan Medeni Kanun ile beraber kadınlar iş, eğitim, evlilik gibi alanlarda daha önce hiçbir kapitalist ülkenin sağlamadığı haklara kavuşmuştur. Dini nikah yasaklanmıştır. Resmi nikahlı ve nikahsız beraberlikler ve bu beraberlikten doğan çocuklar yasalar önünde aynı haklara sahip olmuştur. Erkek egemenliğinin kaldırılması hedeflenmiş, aile içerisinde kadın ile erkeğin konumu ve rolleri eşitlenmiştir. Soyadı konusunda kadına hiçbir baskı yapılmamıştır. Evlilik içerisinde kadınlar kendi soyadını kullanabilmekte veya erkek de eşinin soyadını kullanabilmektedir. Boşanmanın önündeki engeller kaldırılmıştır. Kürtaj hakkını yasallaştığı ilk devlet Sovyetler Birliği olmuştur.
Sovyetler Birliği’nde kadını ekonomik alanda eşitlemek ve kadın emeğinin önündeki engelleri kaldırmak adına ilk olarak ‘eşit işe, eşit ücret’ yasası çıkarılmış, kadınlar erkek işçiler ile eşit oranda ücret almaya başlamıştır. Kadınlara gebelik izni verilerek, gebelik sonrasında işlerine dönmeleri konusunda kolaylaştırıcı uygulamalar geliştirilmiştir. Çocuk emziren kadınlara süt izni tanınarak, üç buçuk saatte bir en az otuz dakika olmak üzere emzirme hakkı verilmiştir. İşçi kadınlar, regl dönemlerinde ücretli izin kullanabilmektedir. Tüm bu yasalar ve uygulamalar Sovyetler Birliği’nde kadının ve kadın emeğinin korunması adına örnek teşkil edebilecek eşsiz kazanımlardır.
Sovyetler Birliği’nde anne ve çocuk sağlığının korunması da yasalarla güvence altına alınmıştır. Hamile kadınlar ve anneler işten atılamamakta, iş seyahatlerine gönderilmemekte ve gece mesailerinde çalıştırılmamaktadır. Anne ve çocuk hizmetleri için çok sayıda anne evi, ebe merkezi ve süt emzirme istasyonları mevcuttur.
Sovyetler Birliği’nde kadının ve kadın emeğinin korunmasına dair atılan adımlar, kadınların üretim süreçlerindeki varlığında büyük etkiler yaratmıştır. Örneğin; 1929-1933 yılları arasında çalışan kadın sayısında iki kat artış yaşanmıştır. “Bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesi” (Engels) hedefinde önemli yol katedilmiştir. 1979 senesinde Sovyetler Birliği’nde çalışan kadınların oranını %88,4 olarak saptanmıştır. Bu oran, aynı dönemde Avrupa ülkelerinde yalnızca %15 civarındadır.
Ekim Devrimi’nin kadınları yeniden üretim sürecine ve toplumsal hayata dahil etme noktasındaki irade ve başarısı şu verilerle özetlenebilir:
1930’lu yılların ortalarında kadınlar arasında okur-yazar olmama durumu ortadan kaldırılmıştır.
1970’li yıllarda %44 oranında kadın mühendis bulunmaktadır. O dönem için Sovyetler Birliği dünyada en yüksek kadın mühendise sahip ülkedir.
1929’da 3 milyon 304 bin olan kadın çalışan sayısı, 1933 yılında 6 milyon 908 bin olmuştur.
1982 yılı verilerine göre savcıların %36’sı, savcı yardımcılarının %54,9’u kadındır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce kadın ve erkek işi ayrımı ortadan kaldırılmıştır.
Ayrıca, işçilerin sanatsal ve sportif alanlarda gelişmesi adına, ücretsiz spor kursları açılmış ve fabrikalarda tiyatro oyunları, şiir okuma geceleri gibi çeşitli sanatsal faaliyetler düzenlenmiştir. Toplumsal, ekonomik ve cinsel hayatta atılan bu adımların işçi kadınların hayatlarına yansımasına dair fikir edinmek için, Pravda’ya işçi kadınlar tarafından yazılan bir mektupta geçen “Ekim Devrimi’nden sonra ancak biz işçi kadınlar güneşi gördük.” ifadesi örnek verilebilir.
Lenin, Ekim Devrimi’nin ardından kadınların tam hak eşitliğinin sağlanması adına çıkarılan yasaları oldukça önemsemiş olmakla beraber, kadının tam hak eşitliğinin yalnızca, kadını yasalar önünde eşitlemekle sağlanamayacağının bilincindedir. Bu nedenle, Sovyetler Birliği’nde kadının konumu yalnızca yasalar önünde eşitlenmekle kalmamış, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak adına çeşitli önlemler almıştır. 1919 Parti Programı’nda yer alan şu ifadeler Sovyetler Birliği’nde kadının konumuna dair fikir verecektir: “Partinin mevcut görevi esas olarak proletarya ve köylülüğün en geri kalmış kesimlerindeki eşitsizlik ve ön yargıların izlerini yok etmek üzere ideolojik ve eğitim çalışmasına öncelik vermektir. Parti, kadınların yasal eşitliğini yeterli bulmaz. Kadınların köhnemiş ev ekonomisi ve maddi yükten kurtarılması için kolektif birimler, yemekhaneler, çamaşırhaneler, kreşler ve benzeri merkezlerle bu yapıyı değiştirmek üzere mücadele eder.” 
Kadının tam hak eşitliğinin sağlanması konusunda yasalar önündeki eşitliğin sağlanmasının yanı sıra gündelik hayatın da devrimci değişimi önemli bir konudur. Aleksandra Kollontay, gündelik hayatın devrimci dönüşümüne duyulan gereksinimin üzerinde önemle durmuştur. Kollontay, kadının tarihinin arka planına bakıldığında “mutfağın ve evliliğin” ayrılmasının çok önemli bir adım olduğunu belirtmektedir. Kadın açısından bu durumun önemini, ‘devlet ve kilisenin’ ayrılması kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Kollontay, evliliğin ve mutfağın ayrılmasının Sovyetler Birliği’nde, devrimden sonra daha ilk aylarda kurulan halka açık kantinler aracılığıyla sağlanmaya çalışıldığından bahsetmektedir. Halk kantinlerinin devrimin ilk yıllarında, henüz çok yetersiz olduğunu belirten Kollontay, buna rağmen 1919-1920 yıllarında Petersburg’da tüm nüfusun hemen hemen %90’ının ve Moskova’nın %60’ının beslenme ihtiyacının halk kantinleri aracılığıyla karşılandığını aktarmaktadır.
Kadınların Sovyetler Birliği’nde kazandıkları ekonomik ve sosyal hakları toplumsal hayatta pratiğe dökmek üzere 1919 yılında Merkez Komitesi’ne bağlı kurulan ‘jenotyel’, işçi ve köylü kadınlara, ev işlerinin toplumsallaşması, annelik hakları ve kadının toplumsal hayatta varlığının arttırılması gibi konularda çok önemli eğitimler vermiştir.
Sovyetler Birliği ile somutlaşan sosyalizm deneyiminde, kadının kurtuluşu konusu göz önüne alındığında doğu coğrafyasındaki kadınların sosyalizmle hayatlarının nasıl değiştiği önemli bir örnektir. Aydınlanma devrimlerinin ulaşmadığı ve İslam dininin hüküm sürdüğü Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan gibi coğrafyalarda kadınlar neredeyse hiç toplumsal üretime dahil olmamışlardı.
Komünist Parti ve Jenotyeller yüzyıllar boyu gericilik kıskacında yaşayan bu kadınlara önemle eğilmiştir. Devrimle beraber, kadınlara sağlanan tüm haklar bu coğrafyada yaşayan kadınlar için de geçerli olmasına karşın pek çoğu bu haklardan haberdar bile değildir. Bu nedenle bu kadınları öncelikle hakları konusunda bilgilendirmek ve bu hakları kullanacakları bilince ulaştırmak gereklidir. Jenotyeller bu konuda ısrarcı olmuş, tüm zorluklara karşın bu kadınlara ulaşmayı başarmıştır.
Jenotyeller tarafından ilk aşamada bu kadınlara hakları anlatılır. Daha sonra okuma yazma kursları açılır, korunma yöntemleri, çocukların eğitimi vb. konularda konferanslar düzenlenir. Kültürel alanda gelişimlerini sağlayacak tiyatro ve film gösterimleri yapılır.
Tüm bunların yanı sıra Jenotyellerin asıl hedefi bu kadınların ekonomik özgürlüğünü sağlayarak onları toplumsal üretim sürecine dahil etmektir. Neredeyse toplumsal üretime hiç girmemiş bu kadınları, üretim sürecine dahil etmek oldukça zor bir mücadele başlığıdır.
Bu coğrafyanın kadınları ilk olarak, sosyalizmle beraber kendilerine tanınan boşanma hakkını kullanmışlardır. Kadınlar şiddetin var olduğu ve erkeğin çok eşli olduğu evlilik adı altında sürdürülen kölelikten kurtulmuştur.
1934 yılında okur yazarlık oranı doğu halkları arasında %70’e ulaşmış, 1936 yılında ise okur yazar olmama durumu ortadan kaldırılmıştır. Sosyalizmle beraber aile ve koca boyunduruğundan kurtulan bu kadınlar siyasi yaşama da katılım sağlamıştır. 1948 yılında Sovyetler Birliği Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti’nin 29’unu kadınlar oluşturur.
Sosyalizm yalnızca Sovyetler Birliği’ndeki kadınlar için değil, diğer ülkelerin kadınlarının da kazanım elde etmesinin önünü açmıştır. Sermaye düzeni Sovyetler Birliği’nin kuruluşuyla beraber birçok başlıkta taviz vermek zorunda kalmıştır. Kadınlara oy hakkı verilmesi, kamusal hizmetler, çalışma yaşamı sosyal haklar gibi bir dizi alanda kazanım sağlanmıştır.
Sovyetler Birliği’nde kadının tam hak eşitliğinin sağlanması adına toplumsal, cinsel ve ekonomik alanda atılan adımlar, 70 yıla sığdırılmış önemli ve eşsiz bir deneyimdir. Sovyetler Birliği’nde atılmış olan adımların, bugün, kapitalist bir ülkede gerçekleştirilmesi hayal dahi edilemez. Başta söylediğimiz gibi, kadın sorunu sınıflı toplumların yarattığı ve kapitalizmin pekiştirdiği bir sorundur. Bu nedenle, kadın sorununa kapitalizme içkin ve mevcut üretim ilişkileri üzerinden bir çözüm üretilemez.
Sosyalizmin çözülüşünün ardından
Toplumsa hayatta kadının tam hak eşitliğini ve kadınların ekonomik bağımsızlığını sağlayan Sovyetler Birliği’nde kadınların kazanımları, bu yazıya sığdırılamayacak kadar kapsamlı bir konudur. Bugün dünyanın her yerinde, kadınların toplumsal hayattaki konumu, Sovyet kadınlarının çok daha gerisindedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber birçok kapitalist ülkede kadınların elde ettiği kazanımlar birer birer yok edilmiştir.
Yıllar önce Sovyet kadınlarının kazandığı, eşit işe eşit ücret, kreş hakkı, süt izni ve doğum izni gibi konular bugün halen kadınların mücadele başlıklarını oluşturmaktadır. Sermaye düzeni anneliği kutsarken, kadınların kazanılmış hakları olan doğum izni, süt izni gibi hakları, işten atılma bahanesi olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Kamu hizmeti olarak sunulması gereken ücretsiz kreş hizmeti, lüks bir ihtiyaçmış gibi gösterilmektedir. Kadın emeği, sermaye tarafından ucuz emek gücü olarak görülürken, kadınlar uzun mesai saatleri altında büyük oranda kayıtdışı olarak çalıştırılmaktadır. Covid-19 etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizlik oranı %41’e ulaşmıştı. (Disk-ar Ocak 2021 raporu)
Sömürünün beslediği gericilik ise kadınların hayatlarına kabus gibi çökmektedir. Bugün, kadın erkek eşitliğine “fıtrat” düzleminde ele alan siyasal islam, cinsiyet eşitliğini sağlamak bir yana, kadınların ikincil konumunu pekiştirmektedir. Topluma sirayet eden gericilik, kadınlara şiddet olarak dönmektedir. Artık iktidarın bile görmezden gelemediği kadın cinayetleri rakamları ortadadır. 2002-2017 yılları arasında en az 7.000 kadın cinayeti işlenmiştir.
Yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştığımız gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kapitalist özel mülkiyet arasında tarihsel bir ilişki bulunmaktadır. Engels’in vurguladığı gibi “Kadınla erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin sermaye yoluyla sömürülmesi ortadan kalkınca ve özel ev işi genel bir sanayiye dönüşünce gerçekleşebilir.”
Sovyetler Birliği’ndeki kadınların reel sosyalizm deneyimleri bizlere, kadının gerçek kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu göstermektedir. Bu anlamıyla, kadın mücadelesinin yolunu sosyalizmle birleştirmek gerekmektedir. Kadın sorununa, Marksizm dışı çözümler aramak eksik bir çaba olarak kalmaktadır.
Komünist kadınlar, kadının sorununun nihai çözümünün ancak sosyalizmle mümkün olduğunun farkında olarak mücadele hattını buradan kurmaktadır. Ancak, bu bakış açısının ‘indirgemeci ve ertelemeci’ olduğuna yönelik eleştiriler getirilmektedir. Oysa, kadın mücadelesi sınıfsal bir kimlik düzleminde ele alınmadığı ve sosyalizm zemininden koparıldığı zaman “Hepimiz kadınız, aynı saftayız.” safsatasına yol verilmektedir.
Türkiye topraklarında sosyalizmin gerçek bir seçenek haline getirilmesinin gerekliliklerinden biri emekçi kadınların örgütlenmesidir. Bugün emekçi kadınların, iş sorunu, geçim sorunu, gelecek sorunu bulunmaktadır. Elbette, kadınların taciz ve şiddet sorunları da göz ardı edilemez ve can yakıcı sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Ancak, kapitalizmin beslediği gerici ideolojinin kökü kurutulmadan ve tüm bu sorunların ortadan kalkacağı yeni bir toplumsal sistemin inşası için mücadele etmekten geri duran her yol yanlışlanmaya mahkumdur.
Bir kadın işçinin Pravda’ya yazdığı mektupta belirttiği gibi, biz kadınlar, ancak ülkemizde sosyalizmi kurduğumuzda güneşi göreceğiz.
Ezgi Oral (Gazete Manifesto)
26 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
BU YAMYAMLIKTIR
Toplu tecavüze uğraması gerektiğine hüküm getirilen 18 yaşındaki Pakistanlı Mukhtar Mai’nin tek suçu, erkek kardeşinin başka bir kızla yan yana yürürken görülmesiydi. Oğlanın aileye getirdiği utanç ve lekenin bedelini Mai’nin ödemesi için onu erkeklerle dolu bir kulübeye götürdüler, yüzlerce insan dışarıda bekleyip eğlenirken erkekler sırayla içeri girip Mai’ye tecavüz ettiler. Pakistan geleneğine göre ailenin onuruna leke getiren suçlara yasa müdahale etmiyor ve yerel kabile kararlarının sözü geçiyor. 28 yaşındaki Zufran Bibi, tecavüze uğradığı için, zina suçundan taşlanarak idam edilecekti fakat yüzlerce sivil ve kadın hakları örgütleri ulusal çapta protesto edince, karar geri çekildi. Din kanunları adı altında her yere sürdürülen bağnazlık her yana çekilip farklı şekillerde yorumlanabildiği için orman kanunlarından farksız durumda Işit, el-kaide ve daha niceleri. Amerikan emperyalizmin be siyonizmin finanse ettiği bu bağnazlık ortaliği kasıp kavururken uyuşturucu rahat rahat dünyaya dağılmakta Daha kendi aralarında bile anlaşamayıp mezheplere bölünen ve dünyayı kan gölüne döndüren inançların yüzlerce yıl önce çıkardığı çağdışı yasalarla modern çağdaki bir ülkeyi nasıl yönetebilirsiniz?Bunu nasıl savunabilirsiniz? Kaldı ki emperyalizmin yeni dünya düzeninde nerede uyuşturucu değerli maden sömürğsü varsa o bölgede mutlaka ya mezhepsel ya etnik çatışma bulunmaktadır bu uykudan insanlık nasıl uyanır bilemem bu kadar büyük bir yıkım aynı şekilde büyük bir yıkımla son bulabilir bu öylesine bir tuzaktır ki 11 Eylül sürecini gözü kapalı atlanmıştır Emperyalzimde asla müttefik dost paydaş çözüm ortağı olmaz ülkelerin halkları kıtlık savaş terör vb inlerken kılıfın inanç ekseninde hazırlanması sanırım gözleri bağlıyor
3 notes · View notes
etaali · 2 years ago
Text
Tumblr media
İran'ın Şiraz şehrinde bulunan ŞAH CERAĞ adlı türbeye tekfirci teröristler tarafından saldırı düzenlemiş.
Saldırıda ibadet halinde olan, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 15 kişi şehid edilmiş, 40 da yaralı var.
Müslümanların yaşadığı coğrafyaları kan gölüne çevirenlerin ABD ve SİYONİST İSRAİL destekli ve SUUDİ sermayeli teröristler olduğu artık herkesin malumudur.
Düşman alçakça terör eylemlerine başvuran aşağılık, alçak düşmandır; ancak maalesef bu terör eylemlerini gerçekleştirilen teröristleri de bu coğrafyadan devşirmektedir.
Bu coğrafyanın halkları sabır, biliç, basiret, direnis ve kardeşlikle vahdet ve birlik oluşturarak bu alçak düşmanı yenilgiye uğratmak ve bir kanser tümörü olan İsrail'i bölgeden silip.atmak zorundadır.
Müslüman İran halkına yönelen bu alçak terör saldırısını lanetliyoruz.
4 notes · View notes
hbkultursanat · 3 years ago
Photo
Tumblr media
BU BİR KÜRD JENOSİTDİR
Kısa aralıklara Türkiye’nin bir çok bölgesinde veya kentinde Kürt emekçi ve bireylerine ırkçı saldırılar olmaktadır. İnsanlar darp edilmektedir; linç edilmekte ve öldürülmektedir. Bu mevcut iktidarın ideolojik ve politik yönlendirilmesinin sonuçlarıdır. Kürtlere yönelik baskı ve katliamlar; bazen hendekteki gibi, devletin bizzat kolluk kuvvetleri ile gerçekleştirilmektedir. Bazen Suruç ve Ankara katliamı gibi gizli ırkçı ve faşist yapılamaları ile genç, çocuk, kadın ve yaşlı demeden toplu katliamlar yapılmaktadır. Bu paralelde yoğun gözaltılar, işkenceler ve tutuklamalar gerçekleşmektedir. Bütün bu faşist ve insanlık dışı ırkçı uygulamaların biricik amacı; demokratik Kürt ulusal muhalefetini etkisizleştirmek ve Kürtleri mevcut sömürgeci konumuna “ razı” etmektir. Bu faşist sömürgeci uygulamaların bir diğer boyutu da, devrimci demokratik Türkiye kamuoyunu sindirmek; Türkiye halkları ile Kürdistan halkı arasında gelişecek bir güçlü ittifakın ihtimalini şimdiden barikatlaştırmaktır. Devlet politikası olarak bunlar karşımıza çeşitli biçimlerde çıkmaktadır. Bazen politik “soykırım kırım”, bazen Roboski katliamı gibi ve bazen Suruç ve Ankara katliamı olarak insanlık dışı uygulamalarla karşımıza çıkmaktadır. Bu katliam ve sindirmelerin önemli bir kısmı direkt politik birey ve kurumlara yöneliktir. Toplu katliamların da önemli bir bölümü devrimci, yurtsever, demokrat politik kitleleri hedeflemektedir. Bu yeterli olmuyor. Mücadele her koşulda bir biçimde devam ediyor. Faşist sömürgeci ve ırkçı iktidar; varlığını Kürt halkının ulusal demokratik mücadeleyi bitirmek üzerine kurmuştur. Uzun yıllardır iktidarda olan AKP bu konuda, bütün kirli ve katliamcı politikalarında sonuca ulaşamadı. İktidarda kalma süresi de azalıyor. Altındaki zemin kaydıkça, giderek daha çirkinleşiyor ve katliamcılıkta sınır tanımıyor. Uluslararası emperyalizmin bir Orta Doğu Projesi olan Ak Parti iktidarı kendisine tanınan sürenin sonuna yaklaşıyor. Ömrünü uzatmak ve verilen süre içinde kendi misyonunu yerine getirmek için her türlü gerici ve faşist ilişkiler geliştirmektedir. Bu gerici ve kirli ilişkiler yurt içindeki ittifaklarla vücut bulmuş durumda. Aynı ittifaklarını uluslararası arenada gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Nerdeyse, Orta Doğu ve Afrika’nın tüm gerici güçleri ile bir işbirliği içindedir. Elbette bu uluslararası emperyalist güçlerin oluru ve rızası ile yapmaktadır. Emperyalistlerin çıkarına geldiğinden bu kirli ittifak ve savaş oyunlarına izin vermektedir. Gerek Kürt Ulusal Demokratik Muhalefeti etkisizleştirmek ve onların söylemiyle 39. başkaldırıyı da bastırmak için her türlü kirli ittifak ve yöntemi uygulamaktan çekinmeyen faşist iktidar; kendi topraklarındaki zemin kaymasını önlemek ve gelişen anti iktidar tepkilerini bastırmak için ülke içinde kirli oyunlarını derinleştirmektedir. Bundan sınır tanımamaktadır. Tüm egemen yasa ve hukuku çiğneyerek; yargı ve kolluk kuvvetlerine keyfi uygulama alanı açarak devrimci demokratik ve Kürt ulusal muhalefeti ezmeye / bitirmeye çalışmaktadır. Geliştirdiği savaş ve halklar arası düşmanlık tohumları giderek filizlenmekte ve can almaktadır. Karadeniz’de mevsimlik Kürt emekçi ailelere saldırılar ve linç girişimleri; Ege ve İç Anadolu’da iğrenç bir biçimde uygulamaya geçmektedir. Bu Kürt düşmanlığı ve ırkçılık öyle bir boyuta ulaşmış ki, Telefonda annesiyle Kürtçe konuşan öğrenci linç edilmekte ve yurttan atılmaktadır. Toplu taşımada Kürtçe konuştu diye, Kürtler linç edilmektedir. Bütün bu saldırılar karşısında devletin ilgili kurumlar sessiz kalmakla kalmayıp bu eylemleri yapanlar korunmakta ve ödüllendirilmektedir. İktidarın politik söylemi bu yönelimleri kışkırtmaktadır. Saldırılar için yeni hedefler gösterilmektedir. Özellikle, ırkçı ve gerici sivil faşist kesimlerin bu pervasız saldırıları bireysel saldırı diyerek olayların politik ve kasıtlı  yönü manipüle edilmektedir. Bunu bizzat bakanlar ve Devlet Başkanı yapmaktadır. İktidarın bu söyleminden cesaret alan gerici ve ırkçılar daha da saldırganlaşmakta ve en yakınındaki Kürt birey ve ailesini hedef almaktadır. Linç etmekte ve katletmektedir. Bilindiği gibi, son dönemlerde HDP il veya ilçe örgütlerine yönelik saldırılar yoğunlaştı. Sivil faşist güçlerin polis güdümünde bu saldırılar oldu ve olmaktadır. Devlet yetkililerin nefret ve ırkçı söyleminden vazife çıkaran faşist ve ırkçı kesimler; saldırılarını daha büyük bir pervasızlıkla icra etmektedirler. Özellikle son dönemlerde, iktidar güçleri yeni katliam ve provokasyonlara zemin hazırlamaktadır. İzmir’ de Deniz Poyraz’ın katledilmesiyle ortaya çıkan büyük bir katliam girişimi söz konusudur. Onlarca HDP kadrosunun katledilmesi planlanmış. HDP`liler tesadüfen bu katliamdan kıl payı kurtulmuşlar. Bu katliam planları farklı biçimde uygulanıyor. Son olarak Konya’daki Kürt aileye yönelik saldırılar. İlk saldırıda gözaltına alınanların çoğu serbest bırakılıyor. Bir kaç ay ara ile ikinci saldırı katliamla sonuçlanıyor. Yedi kişilik bir Kürt aile kadınlı, erkekli ve çocuklu katlediliyor. Katledenler, siz Kürtleri burada yaşarmayacağız diye polislerin yanında tehdit savuruyorlar ama polis hiç bir işlem tapmıyor. Polisin ve yargının bu kasıtlı ve taraflı tavır saldırganları cesaretlendiriyor ve sonuç yedi canımızın ölümü oluyor. Deniyor ki, Dedeoğlu ailesi ile bu katil taraf arasında yıllardır bir husumet varmış. Olabilir. Yıllardır bir çatışma da olmamış. Durup dururken bu husumet neden alevleniyor? Çünkü yönetimin kışkırtmaları ve söylemi gerici faşist kesime mesaj oluyor. Onları saldırıya yöneltiyor. Yargı ve polisin bu konuda saldırgan tarafı koruması ve işlem yapmaması cinayete teşviktir. Bu var olduğu söylenen husumet bile, Dedeoğlu ailesinin Kürt kimliğinden kaynaklanıyor. Bu saldırı Kürtler ve tüm demokratik güçleredir. Katiller farklı ama azmettiriciler aynıdır. Bu nefret ve ırkçı söylem daha pek çok katliama kaynaklık edecektir. Tetik çektiren devlettir ve onun hükümetidir. Kimse hedef şaşırtmasın. Bu ırkçı faşist katliam ve saldırıları tüm nefretimizle kınıyoruz. Her zaman olduğu gibi mazlumun yanında olacağız. Bunun hesabını halklarınız er geç soracaktır. 
Avrupa Edebiyat ve Sanat Platformu
6 notes · View notes
vazgecmelerustasi · 5 years ago
Text
ATATÜRK’ÜM
Tumblr media
Bir yandan batının işçi sınıfı, öte yandan Asya ve Afrika'nın köleleştirilmiş halkları milletler arası sermayenin kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirilmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç Dünya işçilerince kavrandığı gün burjuvazinin gücü sona erecektir. (22 Ekim 1922)
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 
ATATÜRK’ÜN HALKINA, İNSANINA, İŞÇİSİNE BAKIŞI..
Bugün, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı kutlanıyor !..
Bugün, birçok ülkede yüz yılı aşkın zamandır icra edilen ve çalışanların küresel bayramı olarak bilinen "1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı" çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
1 Mayıs’ı, kimi yerlerde sendikalar partiler toplanarak kutluyor, kimi yerlerde de her sendika ve parti kendi yandaş gruplarıyla kutluyor. Kimi yerde ise festival, şenlik ve mücadele yürüyüşleriyle geçen 1 Mayıs, aslında kimileri için de hiçbir önem teşkil etmiyor.
Ne var ki, her ülkede her zaman “işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü” 1 Mayıs, bir bayram havasında geçmiyor. Hâlâ kutlamalardan korkan, emeğiyle geçinenlerin ortaklaşa yapacağı etkinlikleri engellemeye çalışan ülkeler var. Sermaye sınıfının tüm gösterilerine alabildiğine açılan meydanlar ve salonlar, işçilerin ve sendikaların taleplerine kapatılmak isteniyor. Bırakın resmî tatil olmayı, yani işçi, işsiz, ev kadını gibi tüm çalışanları kapsamasını, bu hakkı hâlâ toplu sözleşmelerle bile elde edememiş ülkeler var. Bunun yanı sıra, sadece resmî tatil olmasına karşı çıkılmakla kalınmıyor, bazı ülkelerde gösteriler düzenlenmesine bile karşı çıkılıyor.
Bizlerde, işçinin ve emeğin dayanışma gününde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına ve işçiye ne kadar önem verdiğini anlatan ilk sosyal projesini sizlerle paylaşıyoruz.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası… İşte Atatürk’ün “Sosyal Fabrika Projesi”nin ilk uygulaması… İşte genç cumhuriyetin, halkına, insanına, işçisine bakış açısı…
Cumhuriyetin dev projesi olan ve Venezuella’daki “Atatürk Modeli Fabrika’ya” esin kaynağı olan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası 1937’de Atatürk tarafından açılmıştır.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Atatürk’ün kafasındaki “Sosyal Fabrika Projesi’nin” ilk uygulaması olması bakımından çok önemlidir. Atatürk’ün kafasındaki fabrika, sadece üretim yapılan bir mekân değil, aynı zamanda “ar-ge” çalışmalarının yapıldığı bir labratuvar, eğitim verilen bir okul, her türlü sanat ve spor imkanlarına sahip bir kültür kompleksi, kısacası adeta dört dörtlük bir “yaşam alanı”, bir kampüstür. Atatürk, işçilerin yüksek standartlarda, her türlü imkândan yararlandıkları bu “sosyal fabrikaları” Anadolu’nun her yanına yapmayı planlıyordu. Ama bu projesini yaygınlaştırmaya ömrü yetmeyecekti. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, genç Cumhuriyetin Birinci Beş Yıllık Kalkınma Palanı’nın ilk önemli eseridir. Sümerbank’ın kurduğu ilk Türk basma fabrikasıdır. Devlet eliyle kurulan ilk basma fabrikasıdır. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, genç Cumhuriyetin Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ilk önemli eseridir. Sümerbank’ın kurduğu ilk Türk basma fabrikasıdır. Devlet eliyle kurulan ilk basma fabrikasıdır.
Fabrika, Türk-Sovyet ortak yapımıdır. Makineler ve teçhizatların çoğu Sovyetler Birliği’nden narenciye karşılığında alınmıştır. Fabrika kuruluşundaki işçi açığını kapatmak için 120 Sovyet montör ve mühendisi istihdam etmiştir. Fabrikanın temelleri 25 Ağustos 1935’te atılmış, yapımı 18 ayda tamamlanmış ve 9 Ekim 1937’de açılmıştır. Bina ve makineler dahil, 8 milyon liraya mal olmuştur. Fabrikanın, 28 bin iğ ve 800 otomatik tezgah ile çalışmaya başlaması ve 2.400.000 kilo iplik işlemesi planlanmıştır. Bununla 20 milyon metre basma imal edilecektir. Fabrika 15 bin ton kömür yakacaktır. Fabrika her gün en fazla 2400 işçi çalıştıracak ve ücret olarak senede 1 milyon lira ödeyecektir. Fabrika, beş kısımdan oluşmuştur: Dokuma bölümü, Basma bölümü, Desen bölümü, Gravür bölümü ve Baskı kısmı…Basma, Desen, Gravür bölümünden geçen kumaşlar, Dokuma bölümünde, yarısı elektronik olmak üzere 768 tezgahta dokunacaktır. Günlük dokuma, 62.000 ile 64.000 metre arasındadır. Baskı bölümünde ise 4 baskı makinesi vardır. Burada farklı renk ve desenlerde günlük ortalama 85.000 metre basma yapılacaktır. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, sosyalist ülkeler de dahil, dünyada görülmemiş bir “sosyal” niteliğe sahiptir. Evet, fabrika kurulurken Sovyet modeli esas alınmıştır, ama genç cumhuriyetin genç mühendisleri Türk devrimine has, çok özgün bir eser ortaya çıkarmayı başarmışlardır. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, 1930’ların dünyasında bir benzerine daha rastlanmayacak kadar özgün bir “sosyo-kültürel” ekonomi projesidir.
İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın şaşırtan özellikleri:
1.Fabrika, balolar, danslar ve partiler düzenlemiştir:
1930’ların ortalarına kadar kadınlı erkekli hiçbir toplantıya katılmamış halk, fabrikanın organize ettiği balolar, danslar ve partilerle sosyalleşmiş, özellikle kadın ön plana çıkmaya başlamıştır. Gazeteci Banu Avar'ın Venezuella gezisi sırasında karşılaştığı bir olay kastediliyor. Banu Avar’a kulak verelim: "Şehri göreceğimiz tepeye doğru tırmanırken, Kemal Atatürk tabelasını geçince şaşırdım ki, tepeye geldik. Genç kız rehber heyecanla ‘şu fabrikayı görüyor musun? yanında nikah salonu, şu sağlık ocağı, şu okul onun arkasındaki de bizim ev.’ ‘Eeee , dememe kalmadı’ Rehber ‘Biz buna ATATÜRK modeli’ diyoruz’ diye yapıştırdı.”
2. Fabrikada sinema salonu vardır:
1937 yılında 12 bin kişinin yaşadığı bir kentte, bu fabrika bünyesinde 700 kişilik bir sinema salonu açılmıştır. İki defa memurlara, iki defa işçilere ve iki defa da ustalara olmak üzere haftada toplam altı defa film gösterilmiştir
3. Fabrika Halkevi kurmuştur:
Fabrika “Sümer Halkevi” adıyla bir halkevi kurarak halkı her konuda bilinçlendirmeye çalışmıştır. Bir fabrika bünyesinde açılan ilk ve tek halkevi Sümer Halkevi’dir. Halkevinin şubelerinde çalışanların büyük çoğunluğu fabrika işçisidir. Halkevinin, hazırladığı oyunları sergilemesi için fabrika içinde bir sahnesi vardır. Sümer Halkevi biçki-dikiş kurslarında her yıl birçok genç kız meslek sahibi olmuştur. Halkevi civar köylere geziler düzenlemiş, köylülerin sorunlarıyla ilgilenmiş, köylere ilaç ve sağlık elemanı göndererek hastaların tedavisini sağlamıştır.
4. Fabrikanın korosu vardır:
Fabrika çalışanları arasında bir müzik grubu oluşturulmuştur. Klasik müzik seslendiren grup Nazilli, Aydın ve Denizli’de konserler vererek “çok sesli” müziğin Anadolu’da tanınmasını sağlamıştır. Fabrikada yemek aralarında dünya klasiklerinden eserler okuyan bu koro (grup), işçilerin Beethoven zevke ulaşmalarını sağlamıştır. Fabrikada, çalmayı bilen işçilerin kullanımlarına açık bir de piyano vardır.
5. Fabrikanın hamamı vardır:
Fabrika bünyesinde kurulan bir hamam, hem işçilere hem de Nazilli halkına hizmet vermiştir.
6. Fabrikanın Ressamları vardır:
Fabrika bünyesindeki desinatörler belli zamanlarda fabrika dışına çıkarak Nazilli ve çevresinin güzel resimlerini yapmışlardır. Fabrika ressamlarının yaptığı bu tablolar açık arttırmalarda satılmıştır. Resim heykel sergileri de düzenleyen fabrika Nazilli’de güzel sanatların gelişmesini sağlamıştır.
7. Fabrikanın spor kulübü vardır:
Fabrikanın bünyesinde kurulan lacivert-beyaz renkli Sümer Spor, futbol, basketbol, atletizm, voleybol, bisiklet, güreş, yüzme, boks branşlarında faaliyet göstermiştir. Fabrika bünyesindeki Sümer Spor futbol Sahası Türkiye’nin ilk “alttan ısıtmalı” futbol sahalarından biridir. Ayrıca yine fabrika bünyesinde, basketbol, voleybol sahaları, güreş minderleri, boks ringi, tenis kortu ve paten pisti vardır. Nazilli’de toplumsal kaynaşmayı güçlendiren “paten eğlenceleri” ve” bisiklet yarışları” Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın mirasıdır.
8. Fabrika halka bedava basma dağıtmıştır:
Bir sosyal fabrika olarak tasarlanan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, altı ayda bir halka “ıskarta basma” dağıtmıştır.
9. Fabrikada işçi hakları üst düzeydedir:
Çok sayıda işçiyi barındıran fabrika işçi haklarına da çok önem ermiştir. İşçi ve Memur Biriktirme Sandıkları, İşçi Ölüm ve Hasatlık Yardım Sandıkları oluşturulmuş, fabrika içinde işçi sağlığını koruyacak 40 yataklı bir hastane, bir eczane bir de labratuvar kurulmuştur. Nazilli’nin kabusu haline gelen sıtma hastalığı fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutulmuştur. İşçilere mesleki eğitim verilen fabrikada ayrıca işçiler için beş sınıflı bir okuma-yazma kursu, daha doğrusu bir küçük okul vardır. Sümer İlköğretim Okulu adlı bu işçi okulunun 980 öğrenciye sahiptir. Ayrıca bir işçi radyosu ve işçi çocukları için 26 yatak ve 40 mevcutlu bir kreş kurulmuştur. İşçiler ve memurlar, fabrikanın hemen önünde özel olarak inşa edilen 264 dairelik ve 1000 kişilik lojmanlarda çok uygun bir ücretle kalırken, bekar işçiler için 350 kişilik bir “Bekar İşçi Pavyonu” vardır. Lojmanda kalamayan işçi ve memurları şehirden fabrikaya taşımak için düzenli seferler yapan GIDI GIDI adı verilen mini bir tren kullanılmıştır. Fabrika işçilerinin yiyecek ve giyeceklerini temin etmek için fabrika bünyesinde bir kooperatif vardır. Fabrikanın, işçilere hizmet veren güzel ve temiz bir fırını, işçi yemekhanesi, memur kantini ve bir de hamamı vardır.
10. Fabrikanın ar-ge bölümü vardır:
Daha fabrika açılmadan fabrikada kullanılacak kaliteli pamukların çevrede yetiştirilmesi için 200 adet modern tohum ekme makinesi satın alınmıştır. Yine pamuk işinde kullanılmak üzere birçok modern tarım aleti ve makinesi bölgeye getirilerek çiftçilere dağıtılmış ve bunları nasıl kullanacakları öğretilmiştir. Fabrika içinde mekanik odası, fizik labratuvarı, tarım labratuvarı gibi ar-ge bölümlerinde, fabrikada yapılacak üretimin kalitesini arttırmak için çalışmalar yapılmıştır.
11. Fabrikanın atölyesi vardır:
Fabrikanın büyük bir atölyesi vardır. Bu atölyenin demirhanesi, marangozhanesi, dökümhanesi, kaynak ve teneke işleri yapan bir kısmı vardı. Diğer fabrikaların ahşap parça ihtiyacı olan makine vurucu kolları burada yapılırdı.
12. Fabrikanın elektrik ve su santralleri vardır:
Fabrika, bir dönem hem kendi elektrik ihtiyacını hem de Nazilli kentinin elektrik ihtiyacını kendi bünyesindeki bir elektrik santraliyle sağlamıştır. Dört kazan ve üç türbinli olan bu santral, 2500 kw gücündedir. Fabrikanın su ihtiyacını karşılamak için bir de su santrali vardır. İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası… İşte Atatürk’ün “Sosyal Fabrika Projesi”nin ilk uygulaması… İşte genç cumhuriyetin, halkına, insanına, işçisine bakışı…
ATATÜRK NAZİLLİ SÜMERBANK BASMA FABRİKASI’NDA
Türkiye’de devlet eliyle kurulan bu ilk basma fabrikasını 9 Ekim 1937’de bizzat Atatürk açmıştır.
Atatürk, Ege manevraları için bölgede bulunan ordu komutanlarıyla ve yöneticilerle birlikte açılışa gelmiştir. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, İkinci Ordu Müfettişi Orgeneral İzzetin Çalışlar, Genelkurmay Asbaşkanı Asım Gündüz, Jandarma Genelkomutanı Naci İldeniz gibi komutanlar ve Trakya Umum Müfettişi General Kazım Dirik ile İzmir Valisi Güleç, Başvekil Vekili Celal Bayar, İsmet İnönü, Afet İnan, Kütahya Milletvekili Recep Peker, Ziraat Vekili Şakir Kesebir, Dahiliye Vekili ve CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Nafia Vekili Ali Çetinkaya, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp, Maliye Vekili Fuat Ağralı, Kültür Vekili Saffet Arıkan, Gümrük ve İnhisarlar Vekili Ali Rana, Orman Umum Muhafaza Komutanı Korgeneral Seyfi gibi nerdeyse devletin bütün askeri ve sivil erkanı tam kadro Atatürk’le birlikte Nazilli’dedir.
Dünya ülkeleri başta olmak üzere ülkemizi ve milletimizi yönetenlere örnek olması dileğiyle... 
 KAYNAK: DEĞİŞİM MEDYA-GÜNDEM 01 Mayıs 2015
26 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 5 years ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Gözyaşlarımız ne için dökülüyor?
Tuttuğumuz takım kaybettiği için...
Aldığımız ürün bozulduğu için...
Sınavdan düşük puan aldığımız için...
Sevdiğimize kavuşamadığımız için...
İndirimi kaçırdığımız için...
Partimiz beklenilen oyu alamadığı için...
Dizideki kadın, çocuk dayak yediği, adam öldüğü için... Acaba en son ne zaman Allah için bir şey yapamadığımız için gözümüzden yaş döküldü?
Namusu kirlenen Müslüman kadınlarla ilgili haberleri okuyunca çaresizlikten, elimizden bir şey gelemediğinden dolayı ağladık mı hiç?
Bebeğine yedirecek bir yaprak dahi bulamayan annelerin haberlerini duyunca çaresizlikten, yardım edecek bir şey bulamadığımızdan dolayı ağladık mı hiç?
Sırf eğlence olsun diye zalimlerin sıktığı kurşunlar ile şehit olan çocukları izlerken elimizden bir şey gelmediği için ağladık mı hiç?
Kimyasal bombaların altında kalan, kamyon kadar bombanın altında can veren bir mazlumun halini görünce, zulme engel olamadığımız için ağladık mı hiç?
Açlıktan ölen, kıtlıktan ölen, susuzluktan ölen, ilaçsızlıktan ölen halkları görüp de uzatacak bir yardım elimiz olmadığı için gözümüzden bir damla yaş döküldü mü hiç?
En son neye ağladık mesela? Kaçırdığımız diziye mi? Kaçırdığımız otobüse, uçağa mı? Kaybettiğimiz cüzdana, telefona mı?
Sahi hiç infak edemediğimiz, bağış yapamadığımız için ağladık mı?
Mücahitlere yardım edecek durumumuz olmadığı için hüngür hüngür ağladık mı?
Belki soğan da olmasa gözyaşının ne olduğunu bilmeyecektik!
Sakin Huzurlu Bir Gün Diliyorum...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
12 notes · View notes