#devrimci kadınlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kristen R. Ghodsee – Kızıl Savaşçı Kadınlar (2023)
‘Kızıl Savaşçı Kadınlar’, sosyalist kadın hakları aktivizminin tarihini bu tarihin önde gelen beş figürü üzerinden anlatıyor: Sovyetler’in kadınlara yönelik politikalarına şekil veren teorisyen, siyasetçi ve diplomat Aleksandra Kollontay; kendini halk eğitimine adamış Nadejda Krupskaya; Komünist Parti Kadın Birimi Jenotdel’in kurucularından İnessa Armand; efsanevi keskin nişancı Lüdmila…
View On WordPress
#2023#Aleksandra Kollontay#Beş Devrimci Kadından Dersler#Elena Lagadinova#Kristen R. Ghodsee#Kızıl Savaşçı Kadınlar#Lyudmila Pavliçenko#Nadejda Krupskaya#Senem Erdoğan#Yordam Kitap#İnessa Armand
0 notes
Text
🎯 Müslüman Kardeşler Macerasının Sonu 🎯
Yıl 1928 Mısır'da Müslüman kardeşler adı altında bir dinci ideoloji örgüt kurar.
Ortadoğu ve çevresi ihanet topraklarıdır. İnsanlığa zulüm eden bütün çabalar dünyaya bu topraklardan dinler veya ideolojiler aracılığıyla yayılmıştır.
Müslüman kardeşler adı altında dinci ideolojinin amaçlarını ve ilişkilerini tam zamanı geldiği için anlatmaya çalışacağım.
Bu örgütün kurulma sebebi Osmanlı imparatorluğu parçalanır bu coğrafyada bir tek Mustafa Kemal Atatürk Anadolu topraklarında Türk insanlık devrimini yapar.
Dil devrimi, kadınlar ile ilgili devrimler dine karşı bir devrim gibi gösterilmesini dinci bir ideolojiye dönüştürmek isterler. Anadolu üzerinde planları olanları Türk insanlık devrimi çok rahatsız eder.
Her coğrafya ve her toplumun farklı gerçekleri var.
Çok klasik bir sözdür coğrafya kader diye bilinen söz.
Oysa coğrafyanın kader olduğu kadar o coğrafyanın üzerinde yaşayanlar da o coğrafyanın kederi olabilir.
Bağımsızlık marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un tarih ile ilgili tarihi sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum.
✓ Tarih ders alınmış olsaydı tekerrür etmezdi.
Osmanlı sonrası devrim ile kurulan Mustafa Kemal Atatürk zamanında ki Türkiye Cumhuriyeti için bir müddet devrime muhalefet adına Mısır da kaldıktan sonra ülkemize dönen Mehmet Akif Ersoy Türk devrimini övmüş ve sahiplenmek zorunda kalmıştır.
Görkemli tüm kazanımlar aldatıcıdır.
Demo-krasi arap dilinde sürekli koltuk ve makamda kalmak anlamına gelir.
Her ziyniyetin demokrasi anlayışı farklıdır.
Bu sebeple demokrasi söylemleri dönektir. Niyeti okunamayan demokrasi söylemleri tehlikelidir.
Ortadoğu demokrasi anlayışı dinci sömürü niyeti taşır. Makam ve yetkiyi sürekli bu niyeti yaşatan zihniyetlere teslim etmek ister.
Batı demokrasi anlayışı da bundan farklı değildir. Maddi zenginliği birileri çıkarına koruyan zihniyetlerin makam ve yetki almasını ister.
12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası bu iki niyetin işbirliği yaptığı tarihtir.
Dinci ideolojiyi benimseyen, muhafazakar milliyetçi ideolojiyi benimseyen tüm ideolojiler bu anlamda Türk-İslam sentezi adı altında Müslüman kardeşler dinci ideoloji ile laiklik devrimine karşı mücadeleye giriştiler.
28 Şubat öncesi ülkemiz ideolojisini benimseyen Erbakan bu anlamda Libya'da Kaddafi'yi ziyaret etme amacı bu örgütün lideri benim havası içinde gitti.
Bir çadır tiyatrosu yaşandı ve Kaddafi Erbakan'a yardımcısı gibi davranınca orada rezil olup gelmişti.
Sonrasında sermaye asker ortaklığı 28 Şubat yaşandı kendi içinden yeni bir müslüman kardeşler ideolojisini doğurdu.
Bop projesinin eşbaşkanı ülkemizi bu yolla yönetmeye başladı.
2011'de arap baharı başladı Ortadoğu ve Batı sömürge çetesi yeni bir temizliğe başladı.
Mısır'da Müslüman kardeşler kaybetti. Tunus kaybetti. Libya'da müslüman kardeşler ve batı çetesi operasyonu ile devrimci Kaddafi tuzağa düşürüldü ve öldürüldü.
Bugün hala Libya iç savaşı bitmiş değil. Bitecek gibi de değil.
Her toplumun ve coğrafyanın gerçekleri farklıdır. Libya'da devrim lideri Kaddafi'nin politikası yeniden hakim olmadan orada huzurlu bir yaşam mümkün değildir.
Gelelim asıl konumuz bize.
Bugün gelinen noktada dine en büyük zararı dini siyasete alet eden ideolojilerin verdiği gerçek ile karşı karşıya kaldık.
Arap baharı sonrası planlanan Türk Mevsimi çalışmaları batı çetesi tarafından yönetiliyordu.
Sermaye adına bu projeyi Bilderberg adına Mustafa Koç üstlenmişti. 21 Ocak 2016 tarihinde deşifre ettiğim için yaşamını bir ibret sonucu kaybetti.
Suriye'de ki politika da Türk Mevsimi amacına hizmet etmeye yönelik bir sömürgeci ve dinci ideoloji ortak projesiydi.
Mültecilerin ülkemize getirilmesi, 15 Temmuz ile rejimin sürekli makam ve yetki demorsasisi adı altında 1950 tarihinde başlayan ihanetin bir devamı ortaklığa dönüştü.
Bop projesi hangi niyete hizmet ediyorsa sermaye ve dinci ideoloji ortaklığı da aynı amaca hizmet ediyordu.
Dış siyaset us, duyunc ve mantık sorumluğu gerektiren bir alandır.
Sonunu düşünmeyen her çaba bedel ödemek zorunda kalır. O bedeli ödemek istemeyen zihniyet ise o bedeli hile ile topluma ödettirmeye kalkar.
Darbe yapar, yaptırır, savaşa sürükler iç savaşı kendini kurtarmak adına tercih eder.
Bugün yaşanan tüm gelişmeleri bu doğrultuda değerlendirmek gerekir.
Türk devrim tarihinin üç yüz yıllık bir geçmişi vardır.
Yetmiş beş yıllık bir yıkım mücadelesi olan niyetin geldiğimiz sorunlara baktığımız zaman bu devrime yenilmiş olduğu gerçeğini değiştirecek bir gücü ve iradesi kalmamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk ve Türk insanlık devrimi yeniden kazanmıştır.
Anadolu'nun farklı ideolojik faaliyetler ile Türk ulusuna düşmanlık eden siyasi parti ve ideolojilere ihtiyacı yoktur. Anadolu ve Türk ulusunun birlik, beraberlik ve toprak bütünlüğünü koruyacak iradeye ihtiyacı vardır.
Ne mutlu Türküm diyene.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#laiklik#Müslüman kardeşler macerasının sonu
2 notes
·
View notes
Text
Bütün İktidar Halka: Kara Panter Estetiğinde Siyah Gücü
Erika Doss, Çeviri: Elçin Gen
Kara Panter Partisi, 1966’da California’nın Oakland kentinde Huey Newton ve Bobby Seale tarafından kuruldu. 1950’lerin sonu ile 1960’ların başında, Martin Luther King öncülüğünde yürütülen medeni haklar hareketinin ılımlılığı ve sınırlı başarıları karşısında daha agresif bir politika benimseyen Parti, 1970’lerin ortalarına kadar sadece ABD’de değil tüm dünyada ses getiren bir direniş modeli oluşturdu. 1970’te ABD’nin 68 kentinde Parti şubesi bulunuyor, Black Panther gazetesi ülke çapında yüzbinlerle dağıtılıyordu. Dönemin FBI başkanı Edgar Hoover tarafından “en büyük iç güvenlik tehdidi” olarak tanımlanan Parti’nin dağılmasında, FBI’ın yürüttüğü yasadışı “Karşı İstihbarat Programı”nın ve lider kadrolarına yönelik suikastlerinin büyük etkisi olacaktı.
Frantz Fanon ve Malcolm X’in ezilen milliyetçiliği yaklaşımlarını benimseyen, Maocu bir örgüt olan Kara Panter Partisi, otoriter örgütlenmesi ve “siyah gücü” anlayışında öne çıkan erkeklik vurgusuyla, Parti içinden ve dışından eleştirilere konu olmuştur. Oysa kadınlar Parti içinde çok faal biçimde yer almış, Merkez Komite üyesi Kathleen Cleaver'ın ifadesiyle kadınlar Parti faaliyetlerinde hiçbir zaman 'ikincil' konumda görülmemiş, Panter afişlerinde ve görsellerinde direnişin ön saflarında resmedilen güçlü kadın portrelerine yer verilmiştir. Başlangıçtaki siyah milliyetçi vurgusuna rağmen, Parti’nin hem ABD içindeki diğer azınlık mücadeleleriyle ve ilerici hareketlerle, hem de başta Latin Amerika ve Asya ülkeleri olmak üzere ülke dışındaki devrimci mücadelelerle sıkı bir ilişkisi vardı. Vietnam, Kuzey Kore ve Çin’deki devrimci kadrolarla temaslar kurulmuştu; Panterler Vietnam'da ABD ordusuna karşı savaşmaya gitmiş, sürgündeki liderlerden Eldridge Cleaver Cezayir’de bir Kara Panter şubesi kurmuştu.
Kahverengi Bereler ile Kara Panterler, Huey Newton’a Özgürlük gösterisi için Adliye önünde, Oakland 1968.
Mahalle bazlı örgütlenme, özsavunma ve özerklik ilkeleri de, Kara Panterler’in siyahlar dışındaki ezilen kesimlerle somut bağını tesis ediyor; yarattıkları protest kültürü, dönemin karşı-kültür hareketleri içinde büyük yankı uyandırarak bu gruplarla aralarında dayanışma ağları örüyordu. Black Mask (New York), Beyaz Panter Partisi (Detroit) gibi beyaz sanatçı kolektifleri Kara Panterler’den esinlenmişti ve Parti’yle sıkı işbirliği içindeydi; manifesto ve bildirilerinde Panterler’in büyük etkisi görülüyordu. Parti’nin kapanacağı tarihe kadar Black Panther gazetesini yayınlayan Kara Panter Partisi Kültür Bakanı Emory Douglas’ın geliştirdiği özgün estetik ve dil, gazetenin sayfalarından yayılarak mahallelerde duvar yazılarına ve mürallere ilham veriyordu. Jean Seberg, Donald Sutherland, Marlon Brando, Jon Voight, Jane Fonda gibi popüler sanatçılar, Panterler'e hem kamusal etkinliklerde destek oluyor hem de para yardımında bulunuyorlardı (FBI'ın baş hedefi haline getirerek yalan haberlerle itibarsızlaştırdığı, kırk yaşında intihar eden Jean Seberg, bunun bedelini ağır biçimde ödeyecekti).
Kara Panterler’in uluslararası boyut kazanmasının, ABD dışında gördüğü desteğin ve kazandığı entelektüel meşruiyetin önemli bir kaynağının da, Jean Genet gibi cinsiyet de dahil her türlü kimlik koduna karşı çıkmış bir yazar olduğunu unutmamak gerekir. Cezayir ve Filistin kurtuluş mücadelelerini de destekleyen Genet, 1970’te Kara Panterler’in daveti üzerine ABD’ye gitti ve üç ay boyunca Parti’nin kampanyalarına destek verdikten sonra, edindiği izlenimleri başta Foucault olmak üzere aydınlarla paylaştı. Foucault da, 1970’te ilk kez ABD’ye gidip yoksul siyah gettolarını gördüğünde, “ikinci bir aydınlanma yaşadığını” söylüyordu: Avrupa’dayken “neredeyse bittiğine kani olduğu” sınıf savaşının “hâlâ, hem de çok yoğun biçimde sürdüğünü” burada anlamıştı. George Jackson ile Angela Davis’in hapishane mektupları başta olmak üzere, Panterler’in ABD’deki disiplin teknikleri üzerine geliştirdikleri düşünceler ve hapishaneler etrafındaki örgütlenme pratikleri, Foucault üzerinde etkili oldu. 1971’de başka aydınlarla birlikte kurduğu Hapishane Bilgi Grubu (Groupe d’Information sur les Prisons - GIP), George Jackson’ın hapishanede katledilmesi üzerine çıkardığı bültende Jackson’la yapılmış röportajların yanı sıra Kara Panterler’in hapishanelerdeki örgütlenme pratikleri üzerine metinlere yer vermişti.
https://www.e-skop.com/images/UserFiles/images/Editor/dergi_09/02.jpg
Jean Genet ve Angela Davis
FBI’ın sistemli muhbirlik ve dezenformasyon faaliyetleri sonucu lider kadroları arasında oluşan çatlaklar, 1980’lerde Parti’nin feshine yol açtı. Kara Panterler’den geriye, temsil ettikleri karşı-kültür ikonlarının ötesinde, yoksul mahallelerde oluşturdukları dayanışma ve özerklik mirası kaldı. Hâlâ hapiste bulunan eski Kara Panter üyesi Mumia Ebu Cemal'in "Biz Özgürlük İstiyoruz" adlı kitabı Türkçe'de de yayınlandı. [EG]
Kaynaklar:
The Black Panthers: All Power to the People, Lee Lew-Lee, belgesel, Electronic News Group ve ZDF ortak yapımı, 1 saat 52 dakika [video en altta]
Elaine Brown, A Taste of Power: A Black Woman’s Story, bkz. libcom.org
Brady Thomas Heiner, “Foucault and the Black Panthers”, City, cilt 11 sayı 3, Aralık 2007, s. 316.
Michel Foucault, Catharine von Bülow, Daniel Defert, L'Assassinat de George Jackson (Gallimard, 10 Kasım 1971). İngilizce çevirisi: The Assasination of George Jackson, çev. Sirène Harb. Yeniden basıldığı yer: Warfare in the American Homeland: Policing and Prison in a Penal Democracy, (ed.) Joy James (Durham ve Londra: Duke University Press, 2007) s. 139-158.
James A. Tyner, “ ‘Defend the Ghetto’ ”: Space and the Urban Politics of the Black Panther Party”, Annals of the Association of American Geographers, 96:1, 105-118.
Emory Douglas, “Sanat ve Devrim” bkz. www.e-skop.com
“Devrimci Sanat Bir Özgürleşme Aracıdır”: Emory Douglas ve Black Panther’in Protest Estetiği
Erika Doss
Kara Panter Partisi’nin gazetesi Black Panther’ın 21 Kasım 1970 tarihli sayısının arka kapağında, Emory Douglas’ın afiş boyutlarında bir çizimi yer alıyordu. Beyaz polisleri öldüren siyah erkekleri gösteren çizimin altında şu satırlar yazılıydı: “Kültür Bakanımız Emory Douglas’tan Bir Ders: ‘İnsanları Dışarı Çıkıp Domuzları Öldürmeye Cesaretlendirecek Resimler Yapmamız Gerek’ ”.
1970’lerin ortalarına ait bir hükümet raporunun yazarlarının dediği gibi, Kara Panterler “teatral bir altıncı hisse sahip”ti ve bu sayede “kendilerine izleyici buluyor, Amerika’yı korkutan bir imaj yansıtmayı başarıyorlar”dı. Bu imajı kavramak, Panterler’i ve politikalarını anlamak açısından elzemdir. Parti’nin zirvede olduğu 1960’ların sonundan 1970’lerin başına kadar Black Panther gazetesinin baş sanatçısı olan Emory Douglas, Panterler’in silahlı direniş ve sosyal yardım programlarını destekleyen yüzlerce resim yaptı. Amerika’da ırk ve ırkçılık hakkında uzun zamandır hâkim olan varsayımlara meydan okuyan Douglas, izleyenleri siyah gücüne inandırmayı hedefleyen bir protest estetiği geliştirdi.
Douglas, 1970’te Black Panther’da yayınlanan bir makalesinde, devrimci bilincin yükseltilmesinde görsel imgelerin oynadığı merkezî rolü ayrıntılarıyla açıklıyordu: “Devrimci sanat, zorbalarla fiziksel bir karşılaşma sunar; aynı zamanda, saldırılarına devam etmeleri için insanları güçlendirir. Devrimci sanat, bir özgürleşme aracıdır.” Başka bir gazete yazısında “bütün ilerici sanatçıların, bir ellerinde fırçaları ve boyaları, diğer ellerinde silahları olmalıdır,” diye yazan Douglas, devrimci sanatçılara, “faşist yargıçları, avukatları, generalleri, domuz polisleri, itfaiyecileri, Senatörleri, Kongre üyelerini, valileri, Başkanları vs., Amerikan halkına ve tüm dünyada mücadele eden insanlara karşı işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılırken resmetmeyi” salık veriyordu.
1967’den 1972 yılına kadar Douglas’ın sözel düzeydeki ‘silahlara çağrı’sına, Black Panther gazetesi için yaptığı resimler eşlik etti. Shoot to Kill gibi kışkırtıcı direniş ve devrim imgelerinden, şehirlerdeki yoksulluğa ve toplumsal/siyasi değişim ihtiyacına odaklanan çizimlerine kadar, Douglas’ın resimleri Siyah Gücü döneminde tüm ülkede yüksek bir görünürlüğe ve Parti içinde büyük itibara sahip oldu.
Kara Panterler ve Görsel İmgelem
Kara Panterler, mesajlarını hem kendi mecralarında hem de ana-akım medya üzerinden yayıyorlardı. Gazeteciler, Amerikan anarşisiyle ilgili iyi bir hikâye yakalama umuduyla Panterler’e akın ediyorlardı; ama belki bundan da fazla ilgilerini çeken, Panterler’in kendilerine özgü görsel varlığıydı. Siyah bereleri ve deri ceketleri, Afro saçları, kara gözlükleri, havaya kaldırılmış sıkılı yumrukları ve askerî tertipleriyle, Panterler medya için tam bir görsel şölen sunuyordu. Bu da tesadüf değildi: Panterler, politik bilinci yükseltme aracı olarak görsel imgelemin cazibesinin ve etkisinin farkındaydılar. Huey Newton’ın, “Siyah toplumu, esasen okumayan bir toplumdur” iddiası, Afro-Amerikan kültüründe sözlü ifadenin ne kadar önemli bir yer tuttuğunun kabulü olarak yorumlanabilir. Ama bu sözler aynı zamanda, Panterler’in modern çağda insanların bilgi edindikleri ve politik/kültürel kodları devşirdikleri ana kaynağın görsellik olduğunu bildiklerini de gösteriyor. Douglas’ın dediği gibi: “Bildiğim bütün devrimci hareketlerin şu veya bu biçimde bir devrimci sanatı var”. Gerçekten de, resimsel, görsel unsurlar, Panter ideolojisinin ayrılmaz parçası olmuştur. Siyah kimliğini köklü biçimde yeniden tanımlamaları, özellikle de siyahilerin pasifliği ve güçsüzlüğü konusundaki alışıldık varsayımları yerle bir etmeleri, Panterler’in hızla ilgi çekmesini sağlamıştı. Görsel otoriteye gösterdikleri özen, Panterler’in kendini temsil tarzını 1960’ların radikalizminin başat imgesi haline getirecekti.
Siyahilere yönelik egemen karikatürleştirmelere kafa tutan Panterler, aynı zamanda, medeni haklar hareketi liderlerinin ve üyelerinin yerleştirdiği orta sınıf ve liberal siyah erkeklik temsillerini de yıkmışlardı. Panterler siyah gücünü yansıtıyordu, eşitlikçiliği değil. Martin Luther King Jr., siyahların yurttaş-özne olduklarını göstererek hâkim ırkçı kalıplara meydan okumaya çalışırken, Panterler bu medeni haklar imgesini altüst ediyor, siyah erkekleri devrimci öfkenin, başkaldırının, kadın düşmanlığının tecessümü haline getirerek romantize ediyordu. Eldridge Cleaver, Soul on Ice (1968) kitabında “Erkekliğimizi kazanacağız,” diyor ve şöyle ekliyordu: “Ya erkekliğimizi kazanacağız, ya da dünya bizim erkekliğimizi kazanma girişimlerimizle dize gelecek”. Medeni haklar hareketinin bütünleşme ve özerklik yönünde elde ettiği sınırlı başarılar karşısında öfkelenen, yerleşik siyasi eylem kalıplarına yabancılaşan, ikinci sınıf Amerikalı muamelesi görmekten bıkan Panterler (1960’ların diğer siyah özgürleşme hareketleri gibi) “siyah öznenin kültürel açıdan yeniden inşa edilmesine yer açmak için ortalığı temizleme” derdindeydi.
Medeni haklar hareketi de, devrimci siyah milliyetçi hareketleri de, siyah özneyi başat olarak maskülen bir çerçevede kavrıyordu. Sözgelimi, 1968’de Memphis’te grevdeki temizlik işçilerinin taşıdıkları pankartlarda “Ben Bir Erkeğim” yazılıydı. Kara Panter Partisi’nin daha saldırgan erkeklik biçimlerine yönelmesi, Vietnam Savaşı sırasında siyah erkeklerin kitleler halinde orduya alınmasından, ülke içindeki bariz baskı biçimlerine kadar, Amerika’nın siyah erkeklerine yönelik gerçek tehditlerle ilgili algıların sonucuydu. Medeni haklar hareketinin bu tehditleri bertaraf etmede başarısız olduğuna; fiziksel, psikolojik ve toplumsal açıdan yetersiz kaldığına kani olan Panterler, büyük ölçüde erkeklere ait bir alanda erkek gücünü olumlayan çok daha etkili bir siyah erkeklik imgesi yarattılar.
Mayıs 1967’de Emory Douglas Black Panther gazetesinin mizanpaj ve görsel tasarım işlerinin başına geçti. Eldridge Cleaver ve Huey Newton’la birlikte çalışan Douglas, görselliğin egemen olduğu bir gazete yarattı – bu görselliğin, editörlerden birinin ifadesiyle gazetenin tirajında “muazzam etkisi” vardı. 1969’da 100 binden fazla satan gazete (o dönemde yeraltı yayınları için son derece yüksek bir rakamdı bu), aynı zamanda “Parti’nin en sağlam ve kazançlı gelir kaynağı” olmuştu.
Emory Douglas’ın Etkisi
Douglas, Black Panther’daki yılları boyunca, Kara Panter Partisi’nin siyah kitleleri devrimcileştirmede kullanacağı bir protest estetiği geliştirdi. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri ve Bakunin’in Devrimcinin El Kitabı’yla birlikte, Douglas’ın siyah erkekleri ‘domuz’ polislerle savaşırken gösteren resimleri, “Bobby” ve “Huey” gibi kahramanlaştırıcı afişleri, siyah lümpen kitleleri arasında ideolojik bağlılık yaratmayı hedefliyordu. Gerek Panterler’i “karşı konulmaz müttefikleri” olarak gören beyaz solcular nezdinde, gerek resimlerde güç bulan Parti liderleri nezdinde, Douglas’ın sanatı büyük itibar görüyordu. Eldridge Cleaver, “Kara Panter Partisi’nin ideolojisi ve Huey P. Newton’ın öğretileri en saf haliyle Emory’nin sanatında barınmaktadır” diyordu. Reginald Major, Emory Douglas’ın “bir sanatçı olarak, politikacı konumundaki diğer Panterler’den daha fazla öncülük rolü olduğunu” iddia ediyor ve şöyle ekliyordu: “[Emory] Bir sanatçı olarak, Eldridge’in bir yazar olarak sahip olduğundan veya [Parti Kurmay Başkanı] Hilliard’ın konuşmacı olarak sahip olduğundan çok daha fazla ifade özgürlüğüne sahip. Emory’nin devrimci sanatın amacıyla ilgili görüşlerinin Parti politikası üzerinde belirleyici etkisi olmuştur.” Douglas’ın sanatı, dönemin siyah izleyicileri üzerinde olağanüstü bir görsel etki yaratmıştı. Afişleri ve Panter portreleri, Amerika’nın dört bir yanında evlerin duvarlarını kaplıyordu.
Kara Panter Partisi, Douglas’ın resimlerinin görsel çekiciliğini artırmak için, siyah mahallelerinde dağıtılmak üzere sayıları on binleri aşan afişler bastırıyordu. Devrimci sanat, Douglas’ın ifadesiyle “Hıristiyanından üniversite öğrencisine, lise terkten fahişesine, pezevenginden rahibine, sekreterinden çete üyesine kadar,” herkes içindi.[1] Getto, ona göre, devrimci sanatçının “galerisi”ydi: “Eserleri gettonun duvarlarındadır; dükkân vitrinlerinde, kapılarda, telefon direklerinde, tezgâhlarda, otobüslerde, benzin istasyonlarında, kuaförlerde, ve gettonun gecekondularında...”[2] Douglas sanatın devrimci gücüne inanıyordu ve imge üretmenin ve imgelere bakmanın başlı başına devrimci praksis olduğunu söylüyordu. “Asıl başyapıtlar insanlardır” diyerek, sanat dünyasının estetik özerklik fikrini reddediyor, devrimci kültürün popülist (ama esasen erkek) ve pragmatik temellerinde ısrar ediyordu. “Mahalle bizim sanatımızın müzesiydi. Bazı insanlar sanatla ilk kez benim afişlerim üzerinden karşılaşıyordu. Kimi onları görüp Kara Panter Partisi’ne üye oluyor, kimiyse sanat yapmak istiyordu”.
Douglas’ın afişlerinden ilham alanlar arasında mahalle müralistleri de vardı. 1960’lar boyunca kentte yaşayan sanatçılar, şehir içindeki binaların cephelerine Panterler’i toplu halde gösteren veya polisle çatışma sahnelerini resmeden Onur Duvarı ve Saygı Duvarı gibi dev duvar resimleri boyadılar. Başka Afro-Amerikalı sanatçılar da siyah gücüne odaklanan militan ve görsel açıdan çekici afişler ve tuval resimleri yaptılar.
Douglas gibi pek çok sanatçı, siyah mücadelesini ve özgürleşmesini esasen maskülinist bir çerçevede resmetmek suretiyle devrimci bilinci yükseltmeyi hedefliyordu. Fakat Betye Saar ve Elizabeth Vatlett gibi sanatçılar, Siyah Gücü hareketinin protest estetiğinin öfkesinden ve şiddetinden etkilenmekle birlikte, siyah erkeklere odaklanan dışlayıcı önyargılarını sorguluyorlardı. Ama bu tür tasvirler genelde istisnaydı: Siyah Gücü döneminin çoğu protest sanatçısı, Panterler’in yansıttığı agresif siyah erkekliğinin tehdit edici imgesine kapılmıştı.
Emory Douglas, gazetenin kapanacağı 1979 yılına kadar Black Panther’da çalışmaya devam etti. Ama sanatında, yavaş yavaş, kışkırtıcı direniş ve devrim imgelerinin yerini “Amerika’daki siyah halkların aşkları, neşeleri, umutları ve rüyaları” almaya başladı: “hayatın karanlık yanı kadar, aydınlık yanları”. Panter ideolojisinde vaktiyle merkezî yer tutan militan ve maskülinist temeller yerine Douglas artık siyah ailelerin ve çocukların resimlerine, Afro-Amerikan toplululuklarında hayal ettiği dayanışmaya yoğunlaşıyordu. 1993’te bu durumu şöyle açıklıyordu: “Sanatım Parti politikasının bir yansımasıydı, Parti toplum hizmeti faaliyetlerine yönelince benim çalışmalarımda da domuzların yerini çocuklar aldı”.
Douglas’ın protest estetiğindeki ilk amaç, siyah izleyicileri radikal bir siyah politik kültürünün etkisine ikna etmekti. Ama 1970’lerin başlarına gelindiğinde aynı estetik, başkaları tarafından, devrimci sanata yüklenen bu anlama ve amaca aykırı düşecek biçimde kullanılmaya başladı. Douglas’ın canlandırdığı domuz-polis [pig-policemen] imgesi, üzerinde P.I.G. –Pride, Integrity, Guts [Onur, Namus, Cesaret]– yazılı rozetler takmaya başlayan Amerikan polisleri tarafından temellük edildi. Siyah Gücü’nü temsil eden sıkılı yumruklar, biblodan yüzüğe kadar pek çok tüketim nesnesinde tasarım motifi olarak kullanıldı. Afro saçlı ve deri ceketli siyah erkek figürü, Shaft (1971) gibi siyah istismar filmlerinin maço anti-kahramanlarında kullanıldı. Melvin Van Peebles’ın 1972 tarihli Sweet Sweetback’s Baadassss Song’u gibi filmlerde siyah erkeklerle ilgili egemen kültürel varsayımlara meydan okunduysa da, bunlar, birkaç yıl öncesine kadar Panterler’in yerleşmesine bizzat katkıda bulunduğu öfke dolu, kanun dışı hayat süren, heteroseksüel ve cinsiyetçi siyah erkekliği mecazlarını yeniden üretip pekiştiriyordu.
1990’lara gelindiğinde, Kara Panterler hâlâ güçlü bir sembol olmaya devam ediyordu. Paris gibi veya Tupac Shakur gibi rapçiler (Shakur’un annesi Assata Shakur, New York 21 üyesiydi) Panterler’i siyah kahramanlar olarak kabul ediyorlardı; Public Enemy’nin pek çok şarkısında ve klibinde Panterler’e göndermeler (siyah bereler, siyah deri ceketler) ve “İktidar Halka” gibi sloganlar vardır. Günümüzün siyah erkekleri hayatlarını anlamlandırmaya çalışıp yaşamlarının kontrolünü ele alma mücadelesi verirken Panterler’in siyah erkek gücü ve otoritesiyle ilgili imgelerinin yeniden çekicilik kazanması şaşırtıcı değil. Fakat eski Panter liderlerinden Elaine Brown 1992’de şöyle diyordu: “Birçok genç, Kara Panter Partisi’ne baktığında birer ikon görüyor. Ama ikon yaratmak tehlikelidir. İkonlar hata yapar”. bell hooks da, “imajın bir cinayet silahı işlevi gördüğü, günümüzün sömürgeleştirme, gayri insanileştirme ve güçsüzleştirme gösterisini” sürdürmek istemiyorsak, özdeşleştiğimiz ikonlar konusunda çok dikkatli olmamız gerektiğini söylüyordu.
Kaynak: Erika Doss’un “‘Revolutionary Art Is a Tool for Liberation’: Emory Douglas and Protest Aesthetics at the Black Panther” başlıklı makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir, Liberation, Imagination, and the Black Panther Party: A New Look at the Panthers and Their Legacy içinde, (ed.) Kathleen Cleaver ve George Katsiaficas (New York ve Londra: Routledge) s. 175-187.
youtube
[1] http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-sanat-ve-devrim/2444
[2] A.g.e.
2 notes
·
View notes
Text
APAÇIK FURKAN: FATIMA (S.A.)
Yeniden diriltilmek istenen putlara hep O’nun baltası indi, yeniden yeşertilmek istenen batıl umutlar hep O’na çarpıp dağıldı. Maskeler O’nunla düştü, hak O’nunla kanatlanıp uçtu.
O apaçık furkandı, karanlıkların kutup yıldızı, yolunu kaybedenlerin kılavuzu, Allah rızasının mihenk taşıydı, ta kıyamete kadar da öyle olmaya devam ediyor…
O Fatıma’ydı…
Kur’an O’na “Kevser” dedi…
Doğumu şirkin ölümüydü, hakkın ise apaydınlık devam edeceğinin müjdesi…O’nun doğumuyla batıl ümitsizliğe düştü, “Ebter”ler aşikar oldu; tıpkı velayetin müjdesi ile kafirlerin ümitsizliğe düştüğü gibi…
O’nunla kadınlar izzet buldu…Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir ortamda Rahmet Peygamberinin, geldiğinde ayağa kalktığı ve şefkatle ellerini öperek yücelttiği bir kızdı O… Alem, kız çocuğuna sevgiyi Allah resulü’nün O’na gösterdiği sevgiyle tanıdı…
Merhametin zirvesiydi…
Minicik elleri ile babası Rahmet Peygamberinin yaralarını saran, işlerine koşan ve “babasının annesi” olandı O…
Evliliği, eş olarak davranışları, anneliği kısaca her şeyi ile putlaştırılmış gelenekleri birer birer devirdi…
O, en iyi kız evlettı, en iyi eşti, en iyi anne idi ve tüm zamanların en iyi kadını idi…
Öfkesi Allah’ın öfkesi, sevgisi Allah’ın sevgisi idi…O Allah’ın Habibi’nin canıydı…Eti O’nun etinden, kanı O’nun kanındandı…
O, iman için, Allah’a ve Resulüne duyulan sevgi için ölçüydü… O’na gazaplanan, O’nu inciten gerçekte Allah’ı ve Resulü’nü incitmiş demekti…Ve “Allah ve Resulü’nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.”( Ahzab-57)
Allah için sevmek ve Allah için gazaplanmak ile sevgisi Allah’ın sevgisi, gazabı Allah’ın gazabı olmak aynı şey değildir. İkincisi ancak “masumiyetle” ve “seçilmiş olmakla” mümkündür.
Fatıma masumedir ve seçilmiştir.
Buna “Tathir” ve “Mübahale” ayetleri de şahittir.
Resul’ün vefatı sonrası ise O, fitnelerin karanlık sahrasında parlayan hidayet meşalesi idi. Sözleri, gözyaşları, Beyt-ul Ahzan’ı, feryadı, istekleri, dargınlığı, vasiyeti, gizli defnedilişi, mezarının gizli oluşu ile mesajını verdi ve bir devrimci olarak gitti…
O sırat-el mustakimdir…
İhtilaflar O’nu izleyerek çözülür…
Yolunu kaybedenler, O’nun ışığına sığınarak yolu bulur…
O Risalet evinin kızı, Velayet evinin eşi ve İmamların annesidir…
O Kevser’dir; ölülere hayat verir
Fatıma’dır; ateş O’ndan ve sevenlerinden uzaktır
Zehra’dır; ay ve güneş ışığını O’ndan alır
Merziyye’dir; Allah’ın rızasıdır
Betul’dür; eşsiz ve benzersizdir
Göklerin incisidir, yeryüzünün ziynetidir,
Rahmetullah’ın (s.a.a.) tacıdır, münafıkların korkulu rüyası, Habibullah’ın habibesidir…
Güzellik, zerafet O’nda anlam bulur, merhamet O’na sığınır, hikmetin ta kendisidir, cennet O’nunla şereflenir, cömertlik ve fedekarlığın zirvesidir O…
O sırrullahtır…
O’na selam olsun…
Ali KIRAN
6 notes
·
View notes
Text
(Cumhuriyetin 100.yılı için Haydar Ergülen'in güzel bir yazısı var. Ben yeni okumuş oldum tavsiye ederim)
Bence de Cumhuriyet sözlük tanımlarından öte, padişahın babasının malı olan bir ülkede ona hizmet için yaşayan vatansız ve vatanı olmadığı için milliyetsiz tebaayı "vatandaş" yapmanın adıydı. Cumhuriyet; padişahın kullarını, özgür yurttaşlar yapma ülküsüydü.
Cumhuriyet özgür yurttaşlar ülküsüne efsanelerin, mitolojik hikayelerin, hurafelerin yerine aklı ve bilimi koyarak ulaşacağına inanıyordu. Bunun için de kültürel alanda devrimler yapmayı denedi. Kadınlarla erkekleri hukuk önünde eşitledi. Harflerden kılık kıyafete kadar kendi vatandaşını biçimlendirmeyi denedi. Kendi halkını yaratmayı denedi.
---
Hep geçmiş zaman kipli cümleler kuruyorum.
Şu nedenle: Cumhuriyetin bu denemeleri için ne fiyaskoydu diyebiliriz nede tamamen başarılı oldu diyebiliriz. Cumhuriyetin kuruluştaki idealleri, yoksulluktan yarım kalmış bir aşk hikayesidir. Kültürel alandaki bu devrimlerin ekonomik alt yapısı yoktu. Üretim ve paylaşım ilişkileri değişmemişti. Sen istediğin kadar kadınla erkek kanun önünde eşittir yaz. Doğuda ağaların şeyhlerin egemen olduğu bir köye o hukuk giremiyordu.
Her devrimci atılım hemen karşısında gerici bir çelişki bulur. Böyle yazınca akla aykırı görünür ama herkesin gözü önünde yaşanan gerçektir.
Bazı kadınlar dediler ki " Hayır biz kanun önünde eşit olmak istemiyoruz. Allah bizi eksik yaratmışsa vardır bir bildiği. Erkek egemenliğini tanıyoruz ve istiyoruz"
Başka yurttaşlar da dediler ki " Cumhuriyetin bize bir vatan bir milliyet vermesi bize yetmiyor. Bizi özgür bireyler yapmasını istemiyoruz biz sürü sayılmak istiyoruz. Eski kıyafetleri giyelim, eski kanunları yaşayalım, eski harflerle yazalım yeniden padişahın kulları olalım vs vs"
" Gerici" sözü modern anlamda burdan çıkma ama gericilik sonsuzdur. Bunlar Cumhuriyet'in gericisi ama Osmanlı'da da gericiler vardı ve hakimdi. Geçtim resmi müziği filan harita yapmak bile haram. Osmanlı ülkesinin memuru bilmiyor ki hangi ülke, hangi il Osmanlıya ait. O derece de gericilik. Osmanlıda vatandaşa Türk desen hakaret sayıyor. Türklük alevilikle eşdeğer. Estagfurullah çekiyorlar biz müslümanız diyorlar.
Vatan desen vatan ne? Osmanoğulları ailesinin toprağı. Adama babasından kalmış imparatorluk. Halk kim oluyor da padişahın tapulu mülkünde söz sahibi olsun.
---
Bu yirmi yıldır Akp ile filan değil, ikinci kez zirvesini Akp'de bulsa da ezeli bir kavga. Belki ebedi de bir kavga.
Tek parti döneminde Chp tek partiyken gericilerin hiçbir politik güçleri yok muydu? nerdeydiler?
Chp'nin içindeydiler.
O zaman iktidar da muhalefette tek partinin içindeydi.
Ama vardılar.
O zamanla bu zamanın bir farkı da şu: O zaman ki Chp modern bir ülke, özgür yurttaşlar idellaerinin peşinde koşuyordu. Bu günkü chp bu idealleri Mustafa Kemalle birlikte toprağa gömmüş, gericiliğe telsim olmuş, ayıp ettiniz abiler biz de gericiyiz modunda.
Yüz yıldır seçim kazanmak için bu yalana sığınıyor ve yüz yıldır seçim filan kazanamadı!
---
Herkes bilerek yada bilmeyerek cumhuriyetin ideallerinde bir taraftır. Poltikaya hiç kafası basmasın yada hiç ilgi alanında olmasın taraftır. Hiç bir şey olmasa yaşam biçimiyle, saçıyla sakallıyla ne giyip ne giymediği gibi sembollerle, ne yazıp ne okuduğuyla, ne iş yaptığıyla ne yapmadığıyla taraftır.
Cumhuriyetçilerin Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun.
1 note
·
View note
Text
Kadının Adı Yok
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
https://www.gundemarsivi.com/kadinin-adi-yok/
Bu başlık, gazeteci ve yazar Duygu Asena’nın yazdığı ilk romanın adıdır.
Duygu Asena, 19.04.1946’da doğdu, 30.07.2006’da İstanbul’da beyin tümöründen öldü.
Duygu Asena’nın dedesi Ali Şevket Öndersev, Atatürk’ün yaveriydi.
Değerli Dostlar,
Duygu Asena’nın 1987 yılında yayımlanan “Kadının Adı Yok” kitabı; özgüvenli, özgür bir kadının yaşam öyküsüdür. Öykünün kahramanı henüz lisedeyken erkek arkadaş edinir, öpüşür, sevişir, gebe kalır. Babasının karşı çıkmasını dinlemez, üniversiteye gider. Evlenir, evliyken de özgür davranır, erkek arkadaşları olur.
“Kadının Adı Yok” kitabı ‘müstehcen’ bulunarak 1988 yılında toplatıldı, yasaklandı ve yargılandı. Uzun süren dava sonunda aklandı, yeniden yayımlanmasına izin verildi…
Değerli Dostlar,
Sonradan sinema filmi de çekilen “Kadın Adı Yok” , özgür bir kadının Türk toplumunda karşılaşacağı olumsuzlukları, belki de ilk kez ortaya koyan bir eserdi.
KADINA ŞİDDETTE BİRİNCİYİZ
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECED) verilerine göre, 36 üye arasında, kadına yönelik şiddette Türkiye BİRİNCİDİR!
Ocak 2011-Ağustos 2019 sürecinde Türkiye’de 2.636 (iki bin altı yüz otuz altı) kadın cinayeti işlenmiştir!
Değerli Dostlar,
Türk toplumu nasıl bu duruma geldi?
Kadına karşı şiddettin virüsleri ne zaman veba gibi bu topraklarda yayıldı?
Şimdi, ona bakalım.
OSMANLI’DA NÜFUS SAYIMI
Osmanlı’da yapılan Nüfus Sayımlarında, kadınlar SAYILMAZDI!
Yani kadınlar, insan yerine bile konulmazdı!
Lütfen gözlerinizin önünde canlandırınız: Osmanlı nüfus sayım memurları evinize geliyor. Babayı, dedeyi, amcayı, dayıyı ve tüm erkek çocukları sayıp defterine işliyor. Ama anneyi, nineyi, teyzeyi, halayı ve kızları SAYMIYOR, defterine YAZMIYOR! Onları insan yerine koymuyor!
Bu manzarayı yaşayanlar kadına saygı duyarlar mı? Kadını insan yerine koyup değer verirler mi?
Değerli Dostlar,
Hazinede para kalmayınca Osmanlı Padişahı orduyu toplar, bir Avrupa ülkesine doğru yol alır, büyük bir şehri kuşatıp işgal eder ve başlar şehri yağmalamaya! Altın, gümüş, pahalı taşları topladıktan sonra genç ve sağlıklı kadınları, genç ve güzel kızları, sağlıklı oğlanları da Ganimet olarak tutsak yapıp Payitaht’ın yolunu tutardı. Tüm ganimetin beşte bir (Pençik yasası), kadınlar, kızlar ve oğlanlar da dahil Padişaha ayrılır, geri kalanlar da orduda paylaşılırdı.
Tutsak olarak getirilen kadınlar, kızlar KÖLE PAZARLARINDA satılırdı. Padişahın payına düşen kadın, kız ve oğlanlardan güzel ve gösterişli olanlar ayrılıp, cariye adı altında HAREM DAİRESİNE gönderilir, geliri Saray verilmek üzere geri kalan kadın, kız ve oğlanlar da Esir Pazarlarında satılırdı.
Kadının Osmanlı’da adı; KÖLEYDİ!
Osmanlı Padişahları, Haremdeki kölelerle çiftleşmiştir. Kölelerden doğan çocuklar şehzade, sultan olurlardı!
Bir-ikisi dışında Osmanlı Padişahlarının hiçbiri kölelerle nikâh kıymamıştır.
Hiç, köle kadınlara nikâh kıyılır mı?
Şehzadeler, sultanlar; nikâhsız birliktelikten doğmuş çocuklardı. Sonradan Osmanlı tahtına oturanların, bir-ikisi dışında tümü, nikâh dışı çiftleşmenin ürünleriydi.
Değerli Dostlar,
Osmanlı’nın bu yapısı 600 yıldan fazla sürdü.
KADINI KÖLE olarak kullandıran virüs, bu topraklarda 600 yıldan fazla yaşadı!
600 yıl yaşayan bu kahredici virüs, bu topraklarda yaşayan tüm erkeklere de bulaştı! Kadını kullandılar, dövdüler, köle olarak kullandılar, öldürdüler!
Ama, artık kadınlarımız ayaklandı!
Büyük Devrimci Atatürk’ün döneminde özgürlüğün tadını alan, “baş tacı” yapılan kadınlarımız bakın günümüzde nasıl haykırıyorlar:
“Razı olmak yok, direnmek var!
Susmak yok, bağırmak var!
Korkmak yok, eylem var!
Çiçek değil, insanız!”
Direnen kadınlarımıza en içten sevgi ve saygılarımı yolluyorum…
Yılmaz Dikbaş,
08 Mart 2024, Cuma
0532 233 31 52
#GündemArşivi #YılmazDikbaş #KadınınAdıYok #DuyguAsena #Direniş #Demokrasi #Adalet #Eşitlik #ToplumdaKadın #OsmanlıdaKadın
0 notes
Text
10 Şubat’ta 20 derece Kova Burcunda gerçekleşen yeniay Boğa, Aslan, Akrep ve Kova burçlarının son 10 derecesinde önemli yerleşimleri olanları başlıca etkileyecektir. Sabian sembolünün de anlattığı üzere bu yeniay, Kova Burcunun yönettiği evin de simgesi olan hayaller ve umutlar üzerine ancak yeni ayın getirdiği bu yeni hayaller,kırılan umutların üzerine inşa edilecek eğer bir yerde umudun kırılmasından bahsediyorsak beklentiler karşılanmamış demektir. Yeniay’ da etkin olan Uranüs beklentileri yıkarak, Kova’nın daha akılcı tarafıyla yeni umutlar ekmemize sebep olacak. Sözkonusu Kova olduğunda işin içinde hep bir aydınlanma ve tarotta bu burcu anlatan Yıldız kartının vaad ettiği şifalanma olacaktır.
Dünya genelinde uzay, yeniçağ teknolojileri, dünya dışı oluşumlar ve kâinatın derinlikleriyle ilgili yeni bilgi paylaşımları olacaktır.
Sanal para ve ekonomide yeni yöntemler gündemde olacaktır.
Uranüs’ün devrimci etkisi halklar üzerinde çalışarak özellikle kadınlar ve ezilen halklarla ilgili gösteri, protesto, hak arayışı gibi konuları gündeme getirecektir.
0 notes
Text
KOBANÊ - "Kobanê düştü düşüyor" diyenlere Miştenur'dan gülüşüne dünyayı sığdıran bir kadın "Kürt kadınları daha son sözünü söylemedi" diyerek yanıt verdi, 5 Ekim 2014'te. Kobane'de bir miladın adı olan Arin Mirkan, yerelden enternasyonale köprü olarak tüm dünyaya 'Son sözü direnenlerin söylediğini' hatırlatıyor.
Çağın 'umut kapısı' olarak nitelenen Kobanê direnişini ele alırken tarih Arin Mirkan'ın eyleminden önce ve sonra olarak ikiye ayrılıyor. İşgalcilerin adım adım kenti ele geçirdiği günlerde yeni bir direnme biçiminin ortaya çıktığı ses 5 Ekim'de kentin sembollerinden olan Miştenur Tepesi'nden geldi. Adı henüz dünyanın tüm kıtalarında 'devrimin yeni adı' olarak sembolleşmemişken bir kadının eylemi yankılandı.
Eylemin sahibi dağınık saçları ve ağız dolusu gülüşüyle YPJ'nin genç savaşçılarından Arin Mirkan'dı (Dilar Gencxemis). Miştenur'da yankılanan bu ses daha sonraları birçok kıtada kadınlar arasında tartışılırken 'ana cevap vermek' olarak yorumlandı. Arin'in eyleminden bir gün sonra 6-8 Ekim serhıldanları gelişti ve 136 günlük bir direnişin ardından Kobanê özgürleştirildi. Kobanê direnişi tarihte direnmenin yeni adı olarak var olacaksa şüphesiz Arin Mirkan bu direnişin miladı olarak tarih sayfalarında yerini alacak.
Bir miladın adı
Peki bir miladın adı olarak tüm dünya kadınlarının andığı Arin Mirkan kimdi. 1992 yılında Efrin Kantonuna bağlı Mabeta ilçesinde dünyaya gelen Arin Kürdistani değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir ailede büyüdü. 2007 yılından itibaren devrimci kişiliği ön plana çıkan Arin, Rojava Devrimi'nin başladığı günlerde aktif olarak içinde yer alanlardan oldu. 3 erkek kardeşi ile birlikte özsavunma güçlerine katılan Arin Kobanê devrimin içinde yer almanın coşkusunu yaşadı ve yoldaşlarının anlatımıyla çevresindekilerde bunu hep hissettirdi.
'Kobanê düşmedi düşmeyecek'
Kobanê'de YPJ'de komutanlık görevi alan Arin genç yaşına rağmen tecrübesi ile kritik günlerde, Miştenur Tepesi'nde görevlendirildi. Birilerinin ellerini ovuşturarak "Kobanê düştü düşüyor" diye naralar attığı günlerde 5 Ekim'de Miştenur Tepesi'nde fedai eylem gerçekleştiren Arin cevabını "Kobanê bir ruhtur düşmedi düşmeyecek" olarak verdi.
'Son sözü direnenler söyler'
Arin'in eylemini yapmadan önce söylediği son sözler dünyayı yönettiğini ve her şeyin ellerinde olduğunu sananlara 'direnenler son sözü söyler'in doğrulamasaydı: "Kürt kadınları Kobanê direnişinde daha son sözünü söylemedi. Biz çetelerden korkmuyoruz. Sonuna kadar biz savaşacağız, biz çetelerin eline geçeceğimize, kendi bedenimizi feda ederiz."
Direnenlerin ve direnenlerin safında yer alanların sembolü olan Arin Mirkan'in eyleminin yıldönümünde birlikte direndiği arkadaşları JINHA'ya anlattı.
Miştenur özgürleştiğinde bizimle halay çekti
Arin'le uzun bir dönemdir yaşamı paylaşan Penaber Leman şöyle anlatıyor: "Arin büyük hayallere sahipti ve onun için imkansız diye bir şey yoktu. O eylemini sadece çetelere karşı vermedi, aynı zamanda YPJ'ye de bir çizgiyi işaret etti. Eylemi sayesinde tüm dünya Kobanê umudunun etrafında birleşti. Miştenur özgürleştiği gün insanlar arayıp Arin için tepede ateş yakmamızı istedi. Büyük bir ateş yaktık ve orada Arin'in ve şehit düşen tüm yoldaşların bizimle halay çektiğini hissettik. Asıl zaferi o gün yaşadık."
'Coşkusu yaşarken de direnme sembolüydü'
Arin'in yoldaşlarından YPJ'li Sorxwin Kobanê ise duygularını şöyle dile getiriyor: "Birlikte aynı cephede savaştık. Çocuksu gülüşü ve coşkusu ile bizim için yaşarken de direnmenin sembolü olmuştu. Arin ve diğer tüm şehit yoldaşlar bizim yolumuzun öncüsü oldu. Zilan ve Beritan çizgisini takip etti ve bize büyük bir zafer armağan etti. Son teknikle üzerimize gelen düşmana karşı asıl iradenin en büyük silah olduğunu gösterdi. Şengal'de kadınları esir alanlara karşı 'Kürt kadını asla teslim olmayacak' mesajını çok net verdi. Ondan sonra bir daha asla teslimiyet aklımızdan dahi geçmedi. Kobanê direnişi bir kadın direnişiydi ve bunun öncüsü Arin ve direnin tüm kadınlar oldu. Özgürlük umuduyla kazandık."
'Ruhu bize çok şey öğretti'
Bir başka yoldaşı YPJ'li Çiçek Doli ise Arin'in eyleminin anlamını şu cümlelerle dile getiriyor: "Herkesin umudunu azalttığı birilerinin 'düştü düşüyor' diye psikolojik savaş yürüttüğü günlerde Arin bize başka bir yol olduğunu gösterdi. Tarihi direnenler yazar dedi ve gitti. Onun hayali Kobanê sokaklarına geri dönmekti. Şimdi hayalini yaşatan binlerce yoldaşı var. İnsanların göçertildiğine katledildiğine tanık oldu. 'Bunun intikamı alınmalı' diyordu. Ruhu ile bize çok şey öğretti."
'O artık dünyanın kızı oldu'
Arin için son sözü ise annesi Wahie Xenan "O artık sadece benim kızım değil, bu dünyadaki herkesi kızı" diye dile getiriyor: "Arin'im küçük yaştan itibaren devrimciydi. O Kürdistan'a ve tüm insanların eşitliğine inanırdı. Onu Kürdistan'in değerleri ve Önder Apo'nun felsefesi ile büyüttük. Ama o şimdi hepimizin öncüsü ve komutanı oldu. Bize bir yol gösterdi ve o yola layık olmaya çalışıyoruz. Kızım bu dünyadaki tüm direnenlere yol gösteren umut oldu."
0 notes
Text
“3 Devrim Yasası’na sahip çıkmak devrimci bir sorumluluktur”
29 Ekim Kadınları Derneği Denizli Şube Başkanı Çiğdem Ayyavuz, “3 devrim yasası olarak bilinen yasalarla yapılan düzenlemeler, eve mahkum edilmiş kadınlar için bir müjdeydi. 3 Devrim Yasası’na sahip çıkmak devrimci bir sorumluluktur” dedi. Bugün 3 devrim yasası olarak bilinen yasaların kabul edilişinin yıldönümü nedeniyle 29 Ekim Kadınları Derneği Denizli Şube Başkanı Çiğdem Ayyavuz bir açıklama yaptı. Ayyavuz bu yasaların çocuklar ve kadınlar için önemine dikkat çekerek şunları söyledi: “3 Mart 1924 Türkiye Cumhuriyeti’nin laik temellerini atan yasaların yıl dönümüdür. Bugün kabul edilen yasalarla Cumhuriyet Hükümeti; Şeriye ve Evkaf Vekaleti’ni ve halifeliği kaldırarak, halkın kendi iradesi ile kendisini yöneteceğinin ve toplumsal yaşama bilimin egemen olacağının ilk adımlarını atıyordu. Yine aynı gün kabul edilmiş olan Tevhit-i Tedrisat (Öğrenim Birliği) Yasası ise, çocuklarımızın hurafelere değil, akla göre eğitileceği bir düzenin eğitim ilkelerini oluşturuyordu. Kısaca Laik bir toplum yaratılacaktı. Doğal olarak, bu düzenlemeler, özellikle yıllarca gerici anlayışlarla eve mahkum edilmiş kadınlar için büyük bir müjde idi. Üç Devrim Yasası’nın ardından 17 Şubat 1926 da yürürlüğe giren Medeni Yasa, bu temel anlayış üzerine kulluktan yurttaşlığa geçişimizin çağdaş bir yol haritası olmuştu. Anayasamızda 1924 ve 1928 tarihlerinde yapılan değişiklerle din ve dünya işlerinin kesinlikle ayrı olduğunun yasal güvencesi yürürlüğe girdi. Demokratik bir toplumun inşası için kağıt üzerinde kalmaması, yaşama geçerek, daha da ileri taşınması gereken yasal düzenlemeler, ne yazık ki süreç içinde fiilen ortadan kaldırıldı. Toplumun aydınlanması ve gelişebilmesi için en temel hak olan bilimsel eğitimin yerini, tarikatların cirit attığı, hurafenin bilimin yerine geçtiği karanlık bir dönem aldı.”
“Mevcut eğitim sistemi kız çocuklarımızın aleyhinedir”
“Çocuklarımızı bilimin ışığında çağdaş bireyler olarak yetiştirmek adeta hayal oldu” diyen Çiğdem Ayyavuz, “Özellikle kadın aydınlanmasının ve güçlenmesinin temeli saydığımız 12 yıllık kesintisiz eğitim istemimiz, 4+4+4 uygulaması ile yok sayıldı. Bu sistemin özellikle kız çocuklarımızın aleyhine olduğu açıktır. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmanın, yaşamın içinde var olmanın koşulu eğitimdir. Eğitimsizlik, haksızlıklara karşı direnememek, kendi ayakları üzerinde duramamak ve çocuk “gelinler” olmaya mahkum olmaktır” diye konuştu. Başkan Çiğdem Ayyavuz, “Kadınlar olarak, böyle bir mahkumiyeti kabul etmiyoruz. Kazanımlarımızı geriye çekmeye çalışan uygulamalar karşısında sinmiyoruz. Zor karşısında sinmek ve kazanımlara sahip çıkmamak, gericiliğe boyun eğmektir. Üç Devrim Yasası’nın kabulünün yıldönümünde görevimizin bu yasalara, yasaların bize açmak istediği çağdaş dünyaya ve bilime sahip çıkmak olduğunu biliyoruz. Bu bilinçle, Üç Devrim Yasası’nın yıl dönümünü kutluyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
Text
Hiç merak ettin mi bazı kadınlar neden çok güçlü?
Güçlü olmak için özgür olmak gerekir.
Bunun için, insanın doğası gereği ilk sex isteğini doğru karşılaması gerekiyor eğer doğru karşılar ise özgürlüğünden ilk zincirinin kopartmış olur.
Karşılayamaz, yarım yamalak yaşar ise bazı şeyler hep aksilik olarak karşısına çıkar.
Hiç yasayamamış ise durgun sade bir hayatı vardır güzel bir ilişkiyi bekliyor olmalı...
Yaşayıp, soluk hayatlara sahip insanların ciddi bir ilişkiye ve bütün eksikliklerini, sağlıklı bir şekilde karşılaması gerekiyor...
Sexi arzulamak önemli olduğu kadar sexsi yaşamakta bir o kadar önem fark ediyor...
Sex kural tanımaz, devrimci bir eylem olduğu kadar yaşanılan hazzın vermiş olduğu saf duygunun hissetirdiği mutluluk, ölçülüp, biçilemeyecek kadar derin izler bırakıyor insanda...
Güçlü olmak için düzenli, doğru sex yapmalı birey. Düz, sadece ilişki yaşamak yerine fantezi dünyasını açmalı ne istediği bilmeli...
Bir sonraki ilişki dünyası ve onun devamında gelen ilişkileri bağımsızlığını ilan ettikçe güçlülüğü de o denli büyüyecek.
1 note
·
View note
Photo
Rahmetle anıyoruz. Abdülhamid Dedemiz, katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan, çuvallara dikilip Boğaz’ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan! Tam tersine... Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına, maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her vesileyle kullanırdı. Hatta suiistimal ederdi. Nizamî muhakeme tarafından verilen idam hükümlerinin hemen hepsi otomatik olarak sürgüne çevirirdi. . Siyasî hasımlarına karşı sadece silahı sürgündü. Sürgüne yollanılan maaş alır, iaşe ve ibatesi temin edilir ve daima Payitaht’a dönmek ümidini muhafaza ederdi. Çok defa efendi olarak gidilir, bey olarak dönülür, paşa olarak dönülürdü. Belki bu da bir hesaba dayanıyordu. Abdülhamid’in belirgin vasfı yapıcı olmaktı hakşinas ve âdil bir hükümdardı. Tebaalarının - siyasî olması da- medenî haklarına saygılı herkesin mülkiyet hukukuna riayetkâr bir padişah. Uzun süren saltanatı boyunca, makamından faydalanarak meşru olmayan bir kazanç elde etmeğe kalkıştığı veya birinin rızası hilafına ve kanunî bir tazminat ödemeden malını gasp ettiği görülmemiştir. L Cemil Meriç - Bir Facianın Hikayesi. Milletimizin, devletimizin ve inandığımız hayati değerlerimizin korunması, yüceltilmesi ve aydınlık yarınlara ulaşması için her türlü gayret ve fedakarlığı yapanları şükranla, minnetle, özlemle ve saygıyla anıyoruz. Ölenlere ve şehit olanlara gani gani rahmet diliyoruz. Mekanları Cennet olsun. Amin inşaAllah. Değerli dostlar, Halk deyişi ile tarih tekerrür ediyor. Lütfen, yalan, dolan iddialar ile idam edilen, eski Başbakanımız, Adnan Menderes, eski Cumhurbaşkanımız Turgut ÖZAL, Sayın Cumhurbaşkanımız, Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki yalan ve dolanları da yeniden bir düşünelim. Bizler yine de Rabbimiz hepimizi islah etsin, şuur versin ve hidayet nasip etsin diyelim. Tüm iyi niyetli ve hakkaniyetli gayretlere, girişimlere ve çağrılara rağmen hala ihanet, fitne, terör ve kötülük azgınlığında israr edenleri Rabbimiz tez zamanda kahru perişan etsin. Onların her iki dünyaları da Cehennem olsun. Amin inşaAllah. https://www.instagram.com/p/Cogv1BLKwmB/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
Nan Sloane – Durdurulamayan Kadınlar (2024)
‘Durdurulamayan Kadınlar’, 1789’da Fransız Devrimi’nin patlak vermesiyle 1832’de Büyük Reform Yasası’nın yürürlüğe girmesi arasındaki radikal, reformist ve devrimci kadınların öyküsüdür. Bugün onların çok azı tanınıyor; bazıları kendi günlerinde bile bilinmiyordu. Hepsi şu anda yaşadığımız dünyaya bir şeyler kattı. Kadınların siyaseti erkeklere bırakması gerektiği konuşuldu, yazıldı, karşı…
View On WordPress
#2024#Defne Yazıcıoğlu#Durdurulamayan Kadınlar#Fransız Devrimi#Nan Sloane#Radikaller Reformcular Devrimciler#Sander Yayınları
0 notes
Photo
Direnen kadınlara selam olsun...
#mahsa amini#iran#hadis najafi#mahsa mogoei#hananeh kian#ghazale chelavi#devrimci kadınlar#kürt kadın
53 notes
·
View notes
Text
Nesli tükenen güzel insanların anıları geleceğe ışık olsun...
5 notes
·
View notes
Photo
yaptığım her şeyi seni asla aklımdan çıkarmadan yaptığımı biliyor musun?
rosa luxemburg - mektuplar
#rosa luxemburg#aşk mektupları#mektuplar#revolution#karl marks#politik yazılar#spartacus#devrimci teori#devrim#8 mart dünya emekçi kadınlar günü#8 mart#kadınlar#8 mart dünya kadınlar günü#kitap#kitap kurdu#kitaplık#poetika
27 notes
·
View notes
Text
"Nefret ettiğim bir şey varsa o da kadın leğen kemiğindeki organları incelemek!"
Bu sözler modern jinekolojinin babası olarak anılan J. Marion Sims'e ait. 1835'te tıp okulundan mezun olduğunda tek amacı vardı; zengin olmak. Fakat tıp pratiği ile bunun mümkün olmadığını düşünüyordu.
Peki nasıl oldu da mesleğinden nefret eden ve tek amacı zengin olmak olan bir adam "jinekolojinin babası" ünvanını aldı?
19. yüzyılda jinekoloji alanı pek de gelişmiş değildir. Kadın hastalıklarını 'iğrenç' bulmak da sadece Sims'e özgün bir durum değildir. Hatta doğum doktorları ilk doğumlarını yaptırana kadar kadın hasta görmez, mankenler üzerinde pratik yaparlar.
1845'te bir köle sahibi Sims'i yardıma çağırır. 18 yaşındaki Anarcha isimli köle 3 gün süren zorlu bir doğum yapmış ve bundan sebep rahmi yerinden oynamıştır. Sims, Anarcha'yı kurtarır. Ancak bundan sonraki 4 yıl boyunca anestezisiz 30'dan fazla operasyon için kobay olarak kullanacaktır bu kadını.
1845'te evinin arkasına bir hastane inşa eden, bu hastanede 5 yıl boyunca deneyler yapan Sims'in, köleleştirilmiş en az 12 kadınla çalıştığı bilinmekte ve bunlar arasında 3 isim dikkat çekmekte: Anarcha, Betsy ve Lucy.
Peki neden bu deneyler sırasında anestezi kullanılmadı? Çünkü o dönemde bir çokları gibi Sims de siyah insanların beyazlar kadar acı çekmediğine inanıyordu!
Bu operasyonların anestezi kullanılmadan yapıldığını notlarında açıkça ifade etmiş:
"Anestezi kullanmadan 1 saatlik bir ameliyat geçirdikten sonra bile dizlerinin üzerinde kahramanca duruyordu. Lucy'nin acısı aşırıydı, öleceğini zannettim. İyileşmesi ise aylar sürdü."
1853'te New York'a taşınan Sims, 2 sene sonra dünyanın ilk kadın hastanesini açtığında; siyah kadınlar üzerinde yaptığı deneyler sayesinde hem ünlü hem de kahraman olmuştur.
Sims, 1871'de rahim kanseri olan hastaların kadın hastanesine alınmalarını sağlayarak bir bakıma devrim yaratır. Çünkü o dönemde kanser bulaşıcı bir hastalık zannediliyor ve korkuluyordu hastalardan.
Öldükten sonra ülkenin birçok yerine heykeli dikilen Sims'in bu şekilde onurlandırılması 2000 yılı sonrasında tartışma konusu olur ve protestolar sonucu heykelleri kaldırılır.
Peki şimdi bu adam jinekolojinin babası olarak anılmayı hak eden devrimci bir kahraman mıdır; yoksa bir doktor olmasına rağmen siyah insanların beyazlar kadar acı çekmediğine inanacak kadar kör bir ırkçı mı?
15 notes
·
View notes