Tumgik
#toplumsal hiyerarşi
doriangray1789 · 15 days
Text
sesli düşünce -KRALİÇE-
Zihnimin çöpünü dökme ihtiyacı hissettiğim anlardayım yine. Bakalım ne yazacağım;
Pierre-Paul Grasse, Fransız bir zoolog. Onu tanımamı sağlayan aslında ''stigmergy'' kavramı oldu. Bu kavram, karıncalar üzerinde var olduğu düşünülen komuta ve hiyerarşi ağının yok olduğunu öne sürüyor. Kraliçenin, kolonide yaşayan tüm karıncalar ve onların çalışma disiplinleri içinde merkezi sosyal bir görevinin olduğu düşünülüyordu. ''Stigmergy'' kavramı, bu önermeye reddiyede bulunuyor. Karıncalar yol aldıklarında, geride feromon izi bırakıyorlar. Bu aslında bir çeşit veri aktarımıdır. Arkadan gelen karıncalar, kraliçe komutasına göre değil, feromon izinin yoğun olduğu verisine göre hareket ediyorlar. Feromon verisine, kraliçeden bağımsız cevap veriyorlar! 
Bunu kendi kolonimiz içerisinde değerlendirmemiz gerektiği düşüncesindeyim! Sizce toplumsal koordinasyonumuz bir kraliçenin hiyerarşik düzende aşağıya doğru bildirdiği buyruklarla mı sağlanıyor? Yoksa  bizim ardımızda bıraktığımız feromon(veri), koordine olabilmemiz için gereken derinlik ve muhteviyatı içeriyor mu? Kitabın ortasından konuşalım. Korkulan şey, sosyal çevremiz içinde ardında feromon(veri) bırakan bireylerin sayılarının artmasıdır!  Eğitim bu sebeple her iktidarın ilk elini attığı alandır! Amerika'nın keşfi ile başlayan, kapitalizmin doğuşu ile devam eden geniş süreçte, insanlığa en çok satılan kavram nedir?
Küreselleşme-Globalleşme!
Küreselleşme sadece ürünlerin alışverişinden doğacak bir bütünleşme halini idealize etmez. Fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin de idealize edilen bütünleşmeye dahil olmasını amaçlar!  15.yy'da başlayıp, 19.yy'a kadar süren insan mülkçülüğü, yani kölelik başka ne olabilir? Sırtınızda şakırdayan kırbacınız yoksa, zihninizi hırpalayan internetiniz de mi yok?  Blockchain gibi teknolojilerin, iddiasının kökü işte tam olarak bu açmazdan filizleniyor. Bireysel kullanıcılık, küresel hesap defteri, merkeziyetsizlik vs.. Aslında bunların pek çoğu bir paradoks. Bununla ilgili bir yazı yazmış olmalıyım. Lakin bu alan başka bir tartışma konusu. 
Geçtiğimiz yıllarda karşılaştığımız süreçlere bir de bu pencereden bakmalıyız. Bir örnek üzerinde çalışalım. 29 Kasım 2010'da WikiLeaks belgeleri hemen herkesin eşim sağlayabileceği arama motorlarına ve internet sağlayıcı IP adreslerinin ulaşımına düştü(açıldı). Hükümetlerin bu durum karşısında gösterdikleri reaksiyon ve belgelerin eşime açılmasının sonuçları neydi?
Belgelere erişimin kesilmesi çalışması karşılığında, yüzlerce ayna site oluşturularak erişimin devam etmesi sağladı. Belgeler, Tunus hükümetindeki yolsuzluk düzenine dair pek çok detayı da içinde barındırıyordu. Tunuslu bir hükümet yetkisinin bir sebze satıcısı olan Mohamed Bouazizi'ye attığı tokat, Mohamed Bouazizi'nin protesto için kendini ateşe vermesiyle sonuçlandı. Bir tokat ve protesto, Tunus halkının ayaklanmasına ve bu ayaklanma 23 yıllık iktidar sahibi Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı. Bu hareketin enerjisi Londra, Amsterdam, İspanya, Yunanistan, İsrail ve Wall Street'e kadar pek çok ülkeyi ilgilendiren bir sonuç doğurdu! Mısır, interneti kapayarak belgelere olan erişimi durdurmaya çalıştı. Bu örnekler şunun için;
Bunların hepsi üzerine teoriler üretilebilir, tartışılabilir lakin bir bilgi açığının Kraliçe kontrolü altındaki koloninin bağımsız hareket etmesini sağlayacak potansiyeli barındırabileceğini görmemiz açısından öğretici oldu. 
Eğer feromon(veri) izi bırakarak yaşıyorsanız, önce sizi feromon(veri) izinin günah olduğuna, işe yaramaz olduğuna, gereksiz olduğuna, toplum için faydasız olduğuna inandırdıkları kitleye boğdururlar! O kitle pek çokları için yeterlidir. Lakin bir talihin ya da stratejik düşünme kabiliyetinin ürünü olarak bu saldırıdan kurtulursanız, devlet bu işi üzerine belgeseller çekilecek kadar romantik bir şekilde halledebilir!!!
İyi toplum, doğru bireyselleşmeden geçer!
Aksi halde ortaya çıkacak olan yığındır, kalabalıktır, kitledir, kabiledir...
Sağlıcakla..
6 notes · View notes
benmisim · 8 months
Text
eleştirilen kadınların alakasız şekilde konuyu kadın olmalarına bağlamaları bana zeka düşüklüğü gibi geliyo. mesela melike şahin'in "hangi erkek sanatçının bu kadar linç edildiğini gördünüz" demesi. mesela ceren sungur'u "sen nasıl celal şengörü eleştirirsin" diye eleştirmişler, biri de çıkıp "tabi kadınlar erkekleri asla eleştiremez di mi" falan demiş :D youtuber kadın felsefeci "derinliğin yok" diye eleştirildiğinde çıkıp kadın olduğu için eleştirildiğini söylüyordu? :D anladığım şu ki kadınsanız eğer yaptığınız iş değerlendirilemez, eleştirilemez, bunu bekliyorlar belli ki. sen kadının yaptığı ortaya koyduğu bir iş bir fikir bir laf hakkında bişi söylüyosun, çıkıp "kadınım diye" diyor. bu eleştirinin senin kadın olmanla ilgisi olmadığını düşünmen için nasıl anlatmamız gerekiyor acaba? böyle saçma şey olur mu? şeye benzetiyorum kendi özelimde. birine hak vermediğim zaman bana "ama beni anlamıyorsun" dediği zaman, "seni anladığımı düşünmen için sana hak mı vermem gerekiyor? seni anlıyorum ama hak vermiyorum" derim. bilmiyorum bana bu hissiyatı veriyo. "kadın olarak bu iş alanındaki varlığını desteklediğimi düşünmen için yaptığın işi eleştirmemem mi gerekiyor? kadın olarak var olmanı destekliyorum ama yaptığın işi beğenmiyorum" :D ay valla sinir geliyo böyle derinliksiz tiplerden.
sosyal dünyada insanlar arası ilişkilerin yapısını belirleyen tek etmen cinsiyet değil ki. bi onu öğrenmişsiniz, tutup tutup her konuda çubuğu toplumsal cinsiyet eşitsizliğine büküyosunuz. ceren sungur'un celal şengör'ü eleştirmesinin tepki toplamasının sebebi ceren'in kadın olması değil, orada o ilişkiye şekil veren bir başka parametre var, bilimler hiyerarşisi. pozitif bilimler, bilimler hiyerarşisinde en tepede yer alır. yani insanların algısında (common sense) bu şekilde yerleşmiş bir hiyerarşi var. insanlara "sen kim köpek" dedirten şey, bir kadının bir erkeği eleştirmesi değil, bir tarihçinin bir yerbilimciyi (konu yerbilimcinin tarih bilgisi olsa dahi) yermesi. saçmalık tabi ki.
5 notes · View notes
theclassicism · 9 months
Text
Bir aptalın çevresine zarar verme olasılığı, toplumsal hiyerarşi içindeki yerinin yüksekliği ile doğrudan orantılıdır.
(Yani aptallar ne kadar yüksek mevkilere gelebiliyorsa o toplum aynı oranda büyük zarar görür.)
6 notes · View notes
restoranci · 7 days
Text
İktidarların Sofrası
Ayni gün, aynı kitapçı, aynı köşe, bakımsız bir kitaplık, tozlu bir kitap daha. Kalınca bir şey, “das kapital” ayarında! Kocaman “İktidarların Sofrası” yazıyor bir de. Sol üst de çatal resminin üzerinde ARTUN ÜNSAL yazısını gördüm ve hemen hazır ola geçtim! çürük bir vicdani retçi olduğum için, doğru şekilde yapmamış olabilirim, özür dilerim komutanım.
On dakikada iki aşk! Olur mu? Neden olmasın? Hatta oldu bilem, çok da güzel oldu.
10 yılda, çalışarak, emek verilerek ortaya çıkan bir başyapıt.
Siyaset bilimi profesörü, sosyolog, yemek ve mutfak kültürü araştırmacısı, gurme Artan Ünsal.
Yemek, nefes alma ile birlikte en elzem insani faaliyet ve sosyal yaşamı en çok Sarmalayan şey. (Minte Du Bois 102)
Gastronomik sanatlar dünyası dört köşesini, tüm ahlaki düşünceler ve tüm toplumsal ilişkilen kapsar.
Sadece mutfakta gördüğü sos tenceresi ve ziyafet yemek dışı bir şey görmeyenler için. söz Konusudur. (Grimod Lakeysae)
Yemek: 1. Yaşamı idame etme
2. sosyal dönüşüm ve ÖRGÜTLENME
3. jeopolitik rekabet, endüstri ve gelişim
4. Ülkeler arası anlaşmazlık ve askeri çatışma
5. Ekonomik büyümede de “katalizör” olmuştur ve oldu da.
DEMİŞ… (Artun Ünsal)
Yalnız yemek yemek veya toplu sevdiklerinizle, sevmediklerimizle, aile bireyler, bayram yemeklerinde yemek yeme arasındaki yemeğin keyfinde mutlak bir fark vardır.
Annenin dolması, anneannenin dolması, her kadar aynı reçete olsa da hiç bir zaman aynı tat olmaz. Yalnız yersen başka, sevgili ile yersen başka, aile ile yersen farklı, sevmediğin birleri ile ise bambaşkadır. Dolma aynı Dolma aslında…
Eğitim ücretsiz olsa da, o yemek ücretlidir. Özel Okulda zaten ücretli.
İş yerleri?
Hangi işyeri 8 saat çalışan bir emekçisine iki öğün yemek vermektedir? iki öğünü geçtim, bir öğün? Çok azdır bu sayı…
Ama mutlak bir yer vardır, o da RESTORANDIR…
Bu dünyanın birçok ülkesinde böyledir.
Eğer bir restoran emekçisi isen, asla aç kalmazsın. En alttan en üste, hiç fark etmez aynı şeyi yemelisin. Bu da maalesef kendini zamanda hiyerarşi içinde birçok restoranda pesini alan bir alt-üst haline gelmiştir. Başaşçı yemez mesela bu yemeği, şef garson da, rütbesi arttı ya bir kere komi le aynı masaya oturur mu hiç!
O yüzden bir restoranda çalışıyorsan eğer, MUTFAK çalışanları ile aranı bozduğun an, unut eski güzel lezzetleri, bir daha sıcak lezzetli bir yemek göremezsin. İstifaya giden yol olur bu bazen, YEMEK işte, bu kadar bir etkin bir “araç” yani bir işyeri için.
Aile işletmeleri, ki bu illa da kan bağı olmasına gerek yok. Bir aile gibi olan işyerleri, kan bağı olan aile işletmelerine göre daha önü açık, daha başarılı olma ihtimali, çok daha yüksek olur. En doğalında bir ölüm sonrasında bile malı dı, mülk dü, paylaşımdı mesela? O restoran bir daha kapısını açamaya bilir mesela. Kan-koca, ayrıldı! Geçmiş olsun!
Yemek Bir İSYANDIR aslında.
Açlık grevidir BAZEN.
Bir UMUT ölüm de olur ara ara.
Hapishane yemekhanesinde, çatal ve bıçağı, yemek masasına güm, güm VURMAKTIR, bir mahkum tarafından.
Bir ÜNIVERSİTE yemekhanesinde, HAYKIRIŞ olur, bazı bazı.
Bu haftaki kitabi, size sevdire bilmek için, yorumlama gafletinde bulundum.
Haddini aşarak!
Herkese iyi Pazarlar
Tumblr media
Nevzat Hami RESTORANCI 22/09/24, 17:06, Lefkoşa Surlariçi
0 notes
hanargelisim · 2 years
Text
Tumblr media
K252...AĞAÇ-fidan ÜRETİMİ
.
Tasarım ve finans 53
.
.
HER TÜRLÜ ÇAM AĞAÇLARI ÜRETİMİ,
PAZARDA SATILAN HER TÜRLÜ MEYVENİN ÜRETİMİ birer ekonomik değer taşıyabilir.
Bireysel tohum bankası edinmekten farklı yanı, özellikle yeşermez, aşı ile ürün kalitesi arttırılmalıdır bu yüzden maliyetli bir iştir, pazarı yoktur yada pazarı bir zümrenin elindedir, .. şeklindeki yaklaşımdan dolayı toplumunun ekonomik hareket alanından dışarıda bırakılan yada dışarı atılan yada ekonomik hiyerarşi piramidinin istikrarı adına bilgisinin dahi yayılmasının yasaklandığı, yayılımın bastırıldığı, .. üretici eylemler serisinin topluma kazandırılmasıdır.
Yani tohum bankasındaki amaçlardan bir tanesi dünyanın felaketlere karşı geleceğini kurtarmak ise de,
Ele geçen her tohum tanesinin yeşertilmesinin amaçlarından bir tanesi doğada doğanın ve insanın eliyle doğal olanın ürettiği insan eline ulaşabilir her yeşerebilir olanın israfının önüne geçerek doğaya ve ekonomiye kazandırılmasıdır.
Yani doğaya içkin doğal bir tohum bankasını Dünya'nın her noktasında oluşmasına yardımcı olmak, ..
.
.
.
SON bir yıl içerisinde gözlemlere dayanarak konuşur isek,
Narenciye bitkisï turunç meyvesinin özelikle reçel olarak kullanılmasından sonra çekirdeklerin yeşertildiğine tanık olmadım yada öyle bir duyum almadım.
Tüm bu çekirdeklerin bir üretici kişi yada firma tarafından da bir değer karşılığında yada karşılıksız üretim alanına kazandırıldığına tanık olmadım.
Dolayısıyla öngörü bu çekirdeklerin atıldığı yönünde olmaktadır.
Bu durum tohum veren neredeyse her türlü çam ağacı olarak isimlendirilen sınıflandırmada açık tohumlu olarak gruplandırılmış bitkiler için daha açık seçik görülebilirdir.
Etrafa bulunan her çam ağacının her yıl ürettiği yüzlerce kozalak ve binlerce tohum tanesi olmasına rağmen, etrafta varlık gösteren yıllar geçmesine rağmen hiç bir ağaca rastlamak mümkün olmadı.
Bana göre bu da bir israftır.
Çünkü her bitkinin yayılım amacını hayvanları dahi kullanarak gerçekleştirmeye çalışması bilinçli olan insanın nasıl katkı yapacağına mesajlar taşımaktadır.
Olması gereken her insanın doğa ile bütünleşmek için doğa yürüyüşleri yapmak değil, doğayı yeniden üretecek aktiviteleri hayatına dahil etmektir.
Yani doğayı izlemek ve daha yakından izlemek için doğayı işlemek içiçeliği derinleştirecektir.
.
Son eski not okumalarından bazı Çam ağacı tohumlarının yeşermek özelliklerini hızlıca kaybettiklerini gördüm. Dolayısı ile doğal yayılım özellikle sık olmayan ve insan etkisinin olduğu yaşam alanlarında imkansız seviyelerindedir. İnsanın pozitif müdahalesi olumlu etki oluşturabilir. Bunun nedeni yalnızca tohumların ÇİMLENME özelliklerini hızlıca kaybetmeleri değil, çimlenmiş ancak bakımsız kalmış birkaç aylık küçük çam ağaçlarının soğukta ölmeleri, kurak dönemlerde kurumalarıdır. Bakım şart!
Diğer türler için yapılabilir yorumlarda muhakkak vardır.
Bu yüzden toplumsal bitki çoğaltmak politikasının hükümetçe benimsenmesinin oluşturacağı etki geleceği çok olumlu yönde etkileyebilir.
.
.
HaNAR
.
.
        #thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım
0 notes
kolej-postasi · 4 years
Text
GENÇLİK FİZİKİ BİR OLAY DEĞİL TOPLUMSAL BİR OLAYDIR
Tumblr media
Hiyerarşik toplumda, tecrübeli yaşlıların gençler üzerinde kurduğu baskı ve ba­ğımlılaştırmadan da, önemle bahsetmek gerekir. Jerontokrasi diye literatüre geçen bu konu bir gerçektir.
Tecrübe yaşlıyı bir yandan güçlü kılarken, diğer yandan yaş­lılık onu gittikçe zayıf, güçsüz kılmaktadır. Bu özellikleri yaşlıların, gençleri kendi hiz­metlerine almaya zorlamaktadır. Zihin­lerini doldurarak bu işlemi geliştirmek­tedirler.
Tüm hareketlerini kendilerine bağlamaktadırlar. Erkek egemenlikli sistem, bu olgudan da büyük güç almaktadır. Onların fiziki güçlerini kullanarak dilediklerini yaptırabilmektedirler. Gençlik üzerindeki bu bağımlılaştırma günümüze kadar derinle­şerek devam etmiştir.
Tecrübe ve ideolo­jinin üstünlüğü kolayca kırılamaz. Gençli­ğin özgürlük istemi kaynağını bu tarihsel olgudan almaktadır. Yaşlı bilgelerden gü­nümüz bilim insanı ve kurumlarına kadar gençliğe stratejik, hassas denilen bilgilerin en can alıcı kısmı verilmez.
Verilenler daha çok onu uyuşturan ve bağımlılığını kalıcılaştıran bilgilerdir. Bilgiler verildiğin­de uygulama araçları verilmez. Sürekli bir oyalama değişmez bir yönetim taktiğidir.
Kadın üzerinde kurulan strateji ve taktik­lerle ideolojik ve politik propaganda ve baskı sistemleri gençler için de geçerlidir. Gençliğin her zaman özgürlük istemesi fi­ziki yaş sınırından değil, bu özgül toplum­sal baskı durumundan ileri gelmektedir.
'Ayyaş, toy, delikanlı' kavramları gençliği küçük düşürmek için uydurulan temel propaganda sözcükleridir. Yine hemen cinsel güdüye bağlamak, serkeşliğe çek­mek,ezbere katı doğmalara bağlamak,gençlik enerjisinin sisteme yönelmesini engellemek ve düzeni sağlamakla bağ­lantılıdır.
Tekrar vurgulamalıyım: Gençlik fiziki bir olay değil toplumsal bir olaydır. Tıpkı kadınlığın fiziksel değil toplumsal bir olgu olması gibi. Bu iki olay üzerin­deki çarpıtmaları kaynağına inerek açığa çıkartmak sosyal bilimin en temel görevi­dir.
Bu kapsama çocukları da almak gere­kir. Zaten kadını ve gençliği tutsak kılan, çocukları da dolaylı olarak dilediği sistem altına almış sayılır. Çocuklara hiyerarşik ve devletçi toplumun yaklaşımının çok çar­pık yönlerini açığa çıkarmak büyük önem taşımaktadır.
Çocukların anadan ötürü doğru temelde eğitilmemeleri, sonraki tüm toplumsal gidişatı çarpık ve yalancı kılar. Çocuklar üzerinde de muazzam baskı ve yalanlamaya dayalı eğitim sis­temi kurulur. Çok çeşitli yöntemlerle sistemin daha beşikten bağımlıları haline getirilmeye çalışılır.
'Yedisinde neyse yet­mişinde de o odur' deyişi bu gerçeği dile getirmektedir. Çocuklara doğal toplu­mun özgür yaklaşımı hep bir hayal olarak bırakılır ve bu hayallerini yaşamalarına hiç izin verilmez. Çocukları doğal hayalle­rine göre yaşatmak en soylu görevlerden biridir.
Uygarlığın büyük aşamalarından biri sayılan Yunanlılarda gençler resmen tec­rübeli bir erkeğe 'oğlan' olarak sunulurdu. Uzun süre bunun nedenini çözememiştim. Sokrates gibi bir filozof bile 'Önemli olan oğlanın sürekli kullanılması değil, efendisinden terbiye görmesidir' der.
Buradaki mantık, asıl gaye gençlerin oğlan olarak sürekli kullanılmasından ziyade, kadınsı özelliklere hazırlanmasıdır. Daha da açıklayıcı olarak, Yunan uygarlığı da karılaşan bir toplum ister. Soylu, asil gençler oldukça, bu toplum oluşamaz.
Bu toplumun oluşması için kadınsı davranış­ları içselleştirmeleri gerekir. Tüm uygarlık toplumlarında benzer eğilimler vardır. Oğlancılık bu toplumda çok yaygındır. Öyle bir hal almıştır ki, her efendinin oğlan sahibi olması gelenekselleşmiştir.
Oğlancılığı bir bireysel cinsel sapıklıktan, hastalıktan ziyade, sınıflı toplumun, ikti­dar toplumunun yol açtığı sosyal bir olgu olarak anlamlandırmak önemlidir.
Cinsel­lik ve iktidar uygar toplumda, toplumsal bir hastalıktır. Birbir­leri olmaksızın edemedikleri gibi birbirle­rini çoğaltırlar: Tıpkı kanser hücrelerinin çoğalması gibi.
Greko-Romen toplumunda kölelerin du­rumunun karıdan beter olduğu çokça bi­linen husustur. Sorun köle olmayan erke­ğin karılaştırılmasıydı. Ensest veya cinsel sapıklıktan, çifte cinsellikten bahsetmiyo­rum.
Psikolojik boyutları, hatta biyolojik nedenleri olan bazı olguları, bahsetmek durumunda olduğum olaydan ayrı değerlendirmek gerekir. Klâsik Yunan toplu­mundaki moda, her özgür genç erkeğin mutlaka bir sahibi, bir erkek partneri olmalıydı.
Genç tecrübe kazanıncaya kadar partnerin sevgilisi olmalıydı. Daha önce değindiğim gibi, Sokrates bile 'Bu olayda önemli olanın genç oğlanın çok kulla­nılması değil, o ruhu yaşamasıdır' diyor.
Buradaki zihniyet açık; kölelik toplumu özgürlük, onur ilkesiyle bağdaşmayaca­ğından, bu özellikler toplumdan silinme­liydi, çünkü toplumu tehdit ediyorlardı.
Doğruydu da, İnsan özgürlüğü ve onuru­nun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sis­tem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak durumundaydı.
Doğruydu da, İnsan özgürlüğü ve onuru­nun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sis­tem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak durumundaydı.
Şüphesiz Greko-Romen kültürü bu mis­yonu tamamlayamadı. İçte özgür felsefi okullarla gelişen Hıristiyanlık, dışta ise et­nisitenin ardı arkası kesilmeyen saldırı ve başkaldırıları toplumu başka durumlar­la yüz yüze bırakacaktı.
Maddi kültürün her şey olmadığının, her şeye gücünün yetmeyeceğinin işaretleri de az değildi. Toplum ancak kapitalizmde 'oğlancı­lığa' hiç gerek duyulmadan da karılaştırılabi­lecekti.
Modernitenin ideolojik tekeli olarak liberalizm,bir yandan görüş enflasyo­nu yaratırken,öte yandan en büyük vurgunu enflasyonda yaptığı gibi,görüş enflasyonunda da işine en yarayan­ları kullanıp medyası aracılğıyla zihinleri bombardımana tabi tutarak azami sonuç almaya çalışır
Görüş tekelini sağlama al­mak, ideolojik savaşının nihai amacıdır. Temel silahları dincilik, milliyetçilik, cin­siyetçilik ve pozitivist din olarak bilimci­liktir. İdeolojik hegemonya olmadan, sa­dece siyasi ve askeri baskıyla moderniteyi sürdürmek olanaklı değildir.
Dincilik yo­luyla kapitalizm öncesi toplum vicdanını kontrol etmeye çalışırken, milliyetçilik yo­luyla da ulus-devlet vatandaşlığını, kapitaliz­min etrafında gelişen sınıfsallıkları kont­rol edip denetim altında tutar.
Cinsiyetçi­liğin hedefi, kadına nefes aldırmamaktır. Hem erkeği iktidar hastası yapmak, hem de kadını tecavüz duygusu altında tut­mak cinsiyetçi ideolojinin etkili işlevidir.
Pozitivist bilimcilikle akademik dünya­yı ve gençliği etkisizleştirirken, sistemle bütünleşmekten başka seçeneklerinin olmadığını gösterip, tavizler karşılığında bu bütünleşmeyi sağlama alır.
Temmuz 20, 2020 | Yöntem ve Hakikat Rejimi* | Özgürlük Sosyolojisi
ABDULLAH ÖCALAN |  GENÇLİK FİZİKİ BİR OLAY DEĞİL TOPLUMSAL BİR OLAYDIR
Tumblr media
1 note · View note
rootanonkurd · 4 years
Text
Avcılık kültürünün ilkesi, diğer canlılara karşı tuzak ve komplodur. Hayvanlar, hatta bitkiler aleminde bile kökleri olan bir kültürdür bu. Bu kökler aynı zamanda analitik zekânın da biyolojik kökleridir; insan toplumunda daha farklı olan bu avcılık kültürünün analitik zekânın gelişmesiyle birleşerek, sentezlenerek, toplumsal bünyede ve çevre ekolojisinde erkenden bir katman, hiyerarşi oluşturma yeteneğini veya gücünü kazanmasıdır. Felaket böyle başlamıştır. Cennet-cehennem ayrımı analitik zekânın toplumsal hiyerarşi kurma gücüyle el ele gider. Hiyerarşik toplumda bir avuç ‘güçlü erkek adam’ toplumun üstünde kurulup cennetsel yaşam tahayyülüne yol açarken, alttaki toplum için gittikçe derinleşen, nedeni ve çıkışı anlaşılamayan cehennemin yolu açılır.
4 notes · View notes
epifizz · 5 years
Note
"Özgürlük, insanın yalnızca kendi irade gücünü ortaya koyması, onu gerçekleştirmesi değildir. Özgürlük daha çok bizim başkalarının varlığını tasarlayabilme gücümüz, başkasını başkası olarak kabul edebilme yeteneğimizdir." Bu söz hakkındaki fikriniz nedir?
Bireyselliğin mutlak muktedirliği özgürlüğü kısıtlar. Çelişkili gibi geliyor ama öyle değildir. Her şeyi eyleme gücü, başkalarının eyleme gücünü kısıtlama gücünü de verir ve bu aynı zamanda bizim de eyleme alanımızın kısıtlanabileceği anlamına gelir. Sonuç olarak birey merkezli sınırsız bir özgürlük özgür bir ortam sunmaz, aksine tam bir hiyerarşi hakimdir böyle yapılarda.
Bu noktada bireysel özgürlüğün sınırlandırılması özgürlüğün toplumsal yapıdaki alanını genişleterek aslında bireyin de alanını genişletiyor. Eyleme alanının tanınması ve bunun kolektif bir yapıya dahil olması, mutlak muktedirlikten çok daha geniş bir alan sunmuş oluyor yani. Yani bu konuda evet bence de, özgürlüğün temelinde başkasını tanıma yeteneğimiz de yer alıyor.
3 notes · View notes
tolgaulusoy · 4 years
Text
Agacinski, Cinsiyetler Siyaseti kitabıyla ilginç fikirler öne sürüyor. Toplumsal cinsiyet konusunda önemli meselelerden birisi olan denk temsil konusuna eğiliyor. Denk temsil konusunun aslında ataerkil düşünme biçiminin bir uzantısı olduğunu belirtiyor. Batı zihniyeti boyunca kadınlığın erkekliğin bir eksikliği olarak kurgulandığını ve denklik siyasetinin de bu “eksikliğin” giderilerek kadınların erkekleşmesi olarak yorumluyor. Bunun eşitlikçi ve çoğunlukla liberal feminizm olarak adlandırılan femizinlere de sirayet ettiğini belirtiyor. Ve aynılığı vurgulayan bir feminizm yerine farklılıkların vurgulandığı hiyerarşi üretmeyen bir yaklaşımı öne çıkarıyor. Bu yüzden de eşit sayıdaki temsil isteklerinin üretken bir siyaset olmadığını belirtiyor.
1 note · View note
otadam · 6 years
Text
Sistemin ne olduğunun önemi yoktur. Yürürlükte olduğu sürece mutlak kabul edilir. Ve sisteme uymayan kim varsa ezilir, dışlanır, hatta aşağılanır. Sistem yürürlükte olduğu sürece hatalı olduğunu insanlara kabul ettiremezsin. Sistem bir konu karar verdiğinde çoğunluk o kararı kabul eder. Oysa sistemler mükemmel değildir, hatalı taraflar içerebilir. Çünkü sistemler belirli bir orta değere göre kurulmuştur. Uçlarda bulunanlar sisteme uymazlar. Mesela dahiler. Zaman içinde nice üstün zekalı sistem yanlışlığından heba edilmişti. Çünkü onları eğitebilecek kapasitede bir sistem yoktu.  Böyle bir sistem olmadığı için dahiler hor görüldü ve 'gerizekalı-şaşkın-aptal' gibi aşaltıcı sıfatlarla tanımlandılar. Sisteme uymayan bir üstün olamazdı topluma göre. Uymuyorsa daima aşağılık olmak zorundaydı. Çünkü insanlar yaşadıkları sistemi mükemmel kabul etme eğilimindeydiler. Bir nevi hataları görmeyi reddetme eğilimleri vardı. Ve kendilerinden farklı olan herkesi dışlayacaklardı. Farklıları üstün kabul etmek onları alçaltacaktı ki bunu gururlarına yediremezlerdi. Bu yüzden alçaltmayı seçtiler. Oysa sistem mükemmel değildi. Sisteme %100 uyan ve en üst basamaklara çıkmayı başaranların en iyi olduğunu söylemeye çalıştı toplum, kendince bir hiyerarşi yaptı, ama bu her zaman doğru olmadı. Alt basamaktakiler, hatta bazıları tamamen sistemin dışından en üst basamaktakilerden daha büyük başarılara imza attılar. Bilginin, zihnin, düşüncenin, yaratıcılığın hiyerarşisi ve sistemi olamazdı. Herkesin kendi özel yeteneği ve özel eğilimleri vardır. Beyinler birbirinden farklı genetik ve sistematik özellikler içerirken günümüz teknolojisiyle daha bu yapı çözülememişken mükemmel bir sistem yapmak mümkün değildir. Sorgulamakta ve düşünmekte fayda var. Toplumsal genellemelere kapılıp kimseyi aşağılamaya hakkımız yok. Ve hiçbir beyin vaz geçilmeyi hak etmez. Hepsinin öğrenme şekli, yolu, zamanı farklıdır. Ama hepsi bir şekilde öğrenir. Yolunu bulmak ve emek harcamak gerekir. Öncelikle kendinizden sonra da size yardım için gelenlerden vaz geçmeyin. Kime ne yardımınızın dokunacağı belli olmaz. Birini sırf şu anın düzenine uymuyor diye aşağılayıp dışlamayın. Belki geleceğe uyabilecek bir beyni vardır ve sadece siz geri kafalının tekisinizdir? Bilemezsiniz. Ama hep beraber anlayış ve sabır içinde çabalarsanız daima bir sonuca ulaşırsınız. Yaşamak bu kadar zor değil. Sadece herkes birilerini aşağılama peşinde. Ve bu bize maalesef ki geçmişte bizi büyütenlerden miras kaldı.
8 notes · View notes
cilginfizikcilervbi · 2 years
Text
Çiftleşme için Büyük Rekabet
Çiftleşme için Büyük Rekabet
Çiftleşme için Büyük Rekabet Kaktüs arıları (Diadasia rinconis) diğer arı türlerinin aksine toplumsal bir hiyerarşi ve yaşama sahip olmayan ve yalnız yaşayan bir arı türdür. Fakat çiftleşme esnasında bir araya geldiklerinde büyük rekabet oluşuyor.  Büyük Ödül Sahibi | Karine Aigner Karina Aigner tarafında arıların çiftleşemsi esnasında çekilen bu fotoğraf 2022 BigPicture Competition yarışmasının…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
enderinlere · 2 years
Note
niye sana kendinle eş değer davranılmakla böcek kadar aşağı görülmek arasındaki fark da saygıya dahil değil mi? şekil şukul olana toplumsal saygı kuralı denebilir herhalde (başka anonim 🌼)
bahsettiğin şey kendini sevmekle alakalı. kendini sevdiği kadar "böcek kadar aşağı" davranılmaya maruz kalıyor kişi.
saygı bir tahakküm biçimi olduğu için ailede, toksik ilişkilerde ve "normal" ilişkilerde, ast/üst ilişkilerinde ve daha saymadığım birçok yerde kendini rahatça var edebiliyor.
birbirini seven iki yada üç yada dört insanın saygıya ihtiyacı yok. saygıya ancak kendini bir hiyerarşi içinde görüyorsan ihtiyaç duyuyorsun.
0 notes
idilbayar · 3 years
Text
Thomas More, Utopia
More, T. (1999 [1516]). Utopia. İş Bankası Yayınları.
Utopia, 16. yy başlarında Avrupa’da Rönesans ve Hümanizm akımlarının etkisi altındayken yazılan ve  çağının ruhunu yansıtan bir eser. İdeal bir dünyayı tarifleyerek dönemini eleştiren More, ortaçağdan henüz çıkmış bir dünya düzeninde bu eleştiriyi bir “başka ülke” üzerinden yapar.
İki bölümün ilki, Utopia’nın tarif edildiği ikinci kısma bir girizgah yapıyor ve bu bölümde Thomas More’un hayatından izlere rastlamak mümkün. İlk bölümde geçen diyaloglardaki isimlerin gerçekten Thomas More’un yaşadığı dönemde hayatında var olan kişiler. Aynı çıkarımla ikinci bölümdeki Raphael isimli karakterin aslında More’a paravan olacak şekilde onun ütopyasını anlattığı söylenebilir.
Utopia’daki  toplumsal sistemin amacı o toplumun temel ihtiyaçlarını gidermek, özgür düşünceye olanak sağlamak ve bilim ve sanatla uğraşabilecek kadar vakit sağlamak. Ahlaki olarak bireysel değil topluluk olarak daha iyiye gitmek hedefleniyor, dinin temel öğüdü ise tanrının yarattığı insan ruhunu mutlu kılmak. Bu mutluluk, hedonistik ya da kolay elde edilen geçici bir öfori değil; çalışmak, üretmek ve ortak bir refah sağlamak böylece boş vakitleri de keyiflice geçirmeye imkan açan bir sistemin yarattığı bir huzur hali olarak tanımlanabilir.
Yönetenler ve yönetilenler arasında bir hiyerarşi yoktur. Ancak yaş, cinsiyet ve bilgelik gözetilerek yapılan seçimlerle temsili demokrasi sağlanır. Halk adına alınacak kararlarda atılan ilk adımlardan biri halkla ortak bir süreç yürütmektir. Utopia’da keskin sosyal sınıflar olmakla beraber bir sınıf diğerinden apaçık üstün tutulmaz ve gerekli şartlar sağlandığında sınıflar arasında geçiş sağlanabilir.
Bütün bu sistem önceden belirlenmiş katı kurallarla sürdürülür.
Kuralların olmadığı ve sistemin kendi dengesini sağladığı bir ütopya mümkün olur muydu? Ya da bir sistemde kuralların olması o toplumu er ya da geç otokrasiye mi götürürdü?
İdil Bayar, 202202, İstanbul
0 notes
hanargelisim · 3 years
Text
Tumblr media
A350 ... MUHAMMED DÖNEMİ VE PRNOGRAFİ ... 134 ....
.
.
Toplumsal düzen, hiyerarşi, iktidar, iktidar değişimleri, güç, güç aktarımı, güç ifşası konuları tartışma konuları edildikçe sapkınlık durumunun ne kadarı TOPLUM yaşamına içkin bireylere hakimdir tahmin edilebilir.
Hz. Muhammed'in çok fazla kadınla evlendiği, evlendikleri arasında çocuk yaşta kızların bile olduğu söylenmektedir.
Peki durumu farklı bir bakışla değerlendirme şansımız var mıdır. Örneğin iktidar ilişkilerinde geçmiş birikimlerini güç değişimi esnasında tüketmek istemeyenler yeni güç odağına eklemlenmek için çeşitli oyunlar oynamış mıdır. Bunun yanında kemikleşmiş ilişkiler ağını bir yaptırım aracı kullanmak isteyenlerin telkinleri, girişimleri başka bir örneğin ifadesini oluşturur mu.
Peygamberleri incelerken, Siyasi liderlerin incelenmesi sırasında gösterilen özeni göstermiyoruz. Çünkü peygamberler Allah'ın kulu değil, Allah'ın kuklasıdır diye düşünüyoruz. Oysa vahy konusu incelenirken bile sezgi ile bağının gücü ve tanım sınırları ile ORTAYA konur. Rüyalar, hayaller, doğrudan ses işitmeler işin daha derin ve ikincil kısmıdır.
Buna göre özerk iradesi alınmayan kutsanmış kişinin hareketlerinin tamamı TOPLUM kurallarına ters düşecek bir kanun var mıdır.
Yada başka bireylerle çatışmasında her zaman galip gelecek önyargı var.
Söylediklerinin tamamının öğrendiklerinden tamamen bağımsız olması bekleniyor. Ancak fizik dünyanın kendisi bir mucize iken bu mucizenin başka ve az rastlanır mucizelerle aşılması beklenmektedir.
Geleneksel duruşu tarihsellik ve nedensellik göz ardı edilerek bir günde, bir anda değişim bekleyenler dahi var.
Buna göre kadınların bilincinin bir günde, toplumsal iktidar taleplerinde ki aşırılık yanlılarının bir gecede tüm güçlerinden, yetkilerinden, hırslarından, geçmişte işlemiş oldukları insanlık suçlarının psikolojik baskısından adalet kanununun, tövbe kanununun işlerlik kazanmadan bir anda vazgeçmelerini uman insanlar var.
Bu akıl bilimle çatışır. Bilimi düşünen ve yol gösterici olduğuna inanan kişiler bu noktada da bilimsel bir zemin üzerinde yükseltmek zorundalar fikirsel sistemlerini, inançlarını, beklentilerini.
Bir peygamberini çok eşli olduğunu sorgulamadan önce bu eşlere kaç yaşından sonra, hangi mevki, makamdan SONRA sahip olduğu, hediye edildiği, himaye edildiği tartışılabilir.
Hz. Ayşe'yi zorla aldığına inanmıyorum. Babası Siyasi lider onu vermemiş olsaydı, bir din kurucunun onu gasp edeceğini düşünemiyorum. Ancak öyle bir şey varsa ortaya çıkardı diye düşünüyorum. Çünkü Hz. Ayşe Hz. Muhammed'in ölümünden sonra kendi taraftarları olmuş, kendi tarihini yazmış bir Arap kadınıdır. Yani ip uçları bizi gitmemiz gereken yere akıl yoluyla götürebilirdi.
.
.
HaNAR
.
.
#thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #kişiselanayasadenemeleri #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #dive #tasarım #religionofnewworldpeace
0 notes
hetesiya · 3 years
Text
Temel Bakunin – 1993 – Anarşist Komünist Federasyon
(Britanya) Anarşist-Komünist Federasyonu’nun (ACF) 1993’de P.A.C. (Paterson Anarşist Kolektifi) tarafından basılan orijinal kitapçığın yeniden basımı. Buradaki elektronik hali, daha tamamlayıcı olması için, P.A.C. basımına ACF tarafından yapılmış olan bazı eklemeleri içermektedir.
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, […] ile gösterilmiştir.
“Devrim yıldızı kan ve ateş denizinden çıkarak, Moskova sokaklarının üzerinde yükselecek ve özgürleşmiş insanlığı yönlendirecek bir Kutup Yıldızına dönüşecektir”
Mikhail Bakunin
Giriş
Bu broşürün Mikhail Bakunin’in anarşist fikirleri hakkında yazarın düşündüklerini ortaya koymaktan başka hiçbir amacı yoktur.
Bakunin 19. yüzyıl sosyalist hareketi içinde oldukça etkiliydi; yine de fikirleri yıllarca boyunca yerildi, çarpıtıldı veya göz ardı edildi. Bu broşürü okurken Bakunin’in kazandıracağı çok şeyler olduğu; fikirlerinin (bazı yazarların düşündüğü gibi) karmaşık olmadığı, tamamıyla tutarlı ve iyi kurulmuş bir düşünce yapısına sahip olduğu belirgin hale gelecektir. Bakunin’in devrimci fikirlerinin daha ayrıntılı, ama daha zor [anlaşılır] bir incelemesi için Richard B. Saltman’ın “The Social and Political Thought of Michael Bakunin” kitabını tavsiye edilir. Yerel kütüphanenizden sorunuz.
Sınıf
Bakunin, devrimi baskı kuran bir sınıfın baskı altında olan sınıfça devrilmesi; devlet ve hiyerarşi olarak ifade edilen siyasi gücün tahrip edilmesi olarak nitelendirir. Bakunin’e göre toplum temel olarak birbirine zıt olan iki ana sınıfa bölünmüştür. Halk tabakasından olanlar, halk, işçi yığınları gibi çeşitli şekillerde tanımladığı baskı altında olan sınıf nüfusun büyük bir kısmını oluşturur. [Bu büyük kısım] ayaklanmak için “içgüdüleri” olmasına ve örgütlü olmasa da canlılık dolu olmasına rağmen, “normal” zamanlarda bir sınıf olarak kendisinin bilincine varmamıştır. Sayısal olarak çok daha küçük bir sınıfsa rolünün farkındadır; amaçlı, planlı ve birlik içinde davranarak üstünlüğünü devam ettirir. Bakunin’e göre bu iki sınıf arasındaki temel farklılık, oransız bir şekilde kapitalist azınlık sınıfının ellerinde yoğunlaşmış mülkiyetin kontrolü ve sahipliğinde yatar. Diğer yandan kitlelerin ise çalışma yetileri haricinde kendilerinin olarak adlandırabilecekleri pek az şeyi vardır.
Bakunin iki sınıf arasındaki farklılıkların her zaman açık seçik olmadığını anlayacak kadar zekiydi. Pekçok şeyde olduğu üzere farklılıklar aşırı durumlarda en belirgin hale gelirken, bu iki sınıf arasına kalın bir çizgi çekilmesinin mümkün olmadığını belirtir. Bu refah ve güç aşırılıklarının arasında, diğerini sömürmenin ya da kendiliklerinden sömürülmelerinin derecesine bağlı olarak tahmin edilebilecek bir toplumsal katmanlar [ing. social strata] hiyerarşisi vardır. Belirli bir grup işçilerden ne kadar uzakta yer alıyorsa, –toplumsal hiyerarşi içindeki konumlarına bağlı olarak– sömüren kategorisi içinde yer alması ihtimali de o kadar artar, ve sömürüden muzdarip olma ihtimali de o kadar azalır.
Bakunin’e göre, en fazla sömürülen kitleler günümüz ekonomik sistemini süpürüp geçebilecek büyük devrimci sınıfı oluşturur. Ne yazık ki, sömürü gerçeği ve bunun sonucunda ortaya çıkan yoksulluk kendiliğinden bir devrim [olmasının] garantisini teşkil etmez. Bakunin eğer mevcut düzenin bir alternatifinin olmadığı görürlerse, aşırı yoksulluğun [insanların] geri çekilmesine [ing. resignation, uysallaşmasına] yol açacağını düşünüyordu. Ümitsizliklerin engin derinliklerine mahkum edilirlerse, belki de yoksullar ayaklanacaklardır. Ama ayaklanmalar yerel olma eğilimindedir, bu nedenle de bastırılmaları kolaydır. Bakunin’e göre bir halk devrimi oluşmasının üç gerekli koşulu vardır:
Bunlar:
– kitlelerin içinde bulundukları koşullara karşı olan tam düşmanlığı,
– değişimin olası bir alternatif olduğuna dair inanç,
– insanlığın kurtuluşunu sağlamak amacıyla oluşturulması gereken topluma dair belirgin bir görüş.
Bu üç etmenin yanısıra birleşik ve etkili bir kendinden örgütlenme mevcut olmaksızın hiçbir özgürleştirici devrim muhtemelen başarılı olamaz.
Bakunin yeni bir toplumun temellerinin oluşturulması için, devrimin zorunlu olarak yıkımı içereceğinden şüphe etmiyordu. Devrimin savaştan, yani insanların ve mülklerin fiziksel yıkımından daha aşağı bir şey olmadığını belirtiyordu. Kendiliğinden olan devrimler sıklıkla mülkiyetin büyük bir yıkımını içerirler. Bakunin, koşullar gerektirdiğinde işçilerin –aksinden daha fazla çok durumda olduğu üzere– kendilerine ait olmayan oturdukları evleri bile yıkacaklarına dikkat çekiyordu. Geçmişi silip süpürmek için olumsuz ve yıkıcı dürtünün mutlaka gerekli olduğunu vurguluyordu. Yıkmak inşaa etmekle [ing. construction, yapmakla] yakından ilişkilidir; çünkü “gelecek ne kadar canlı bir şekilde tahayyül edilirse [ing. visualize], yıkımın kuvveti de o kadar güçlü olacaktır”.
Kapitalist toplumlarda refahın ve gücün yoğunlaşması arasındaki yakın ilişki biliniyorken, Bakunin’in ekonomik sorunlara fevkalade bir önem atfetmesi şaşırtıcı olmaz. Emek ve sermaye arasındaki çatışma bağlamında, Bakunin işçi grevlerine büyük önem atfetmiştir. Grevlerin kapitalizme karşı mücadelede birkaç önemli işlevi olduğuna inanıyordu. İlk olarak, işçileri kapitalizmi verili olarak kabullenmeleri [durumundan] çekip koparmak için bir katalizör olarak gereklidirler; [grevler] işçileri sarsarak [içinde bulundukları] uysallık koşullarından çekip çıkarır. Ekonomik ve politik bir savaş hali biçimi olarak grevler, başarı için birliği, işçilerin biraraya gelmesini gerektirir. Grevler sırasında işverenlerle işçiler arasında kutuplaşma oluşur. Bu, ikincileri [işçileri] devrimci propagandaya daha duyarlı bir hale getirir; ve taviz verme ve anlaşma yolları arama dürtüsünü ortadan kaldırır. Bakunin, emek ile sermaye arasındaki çatışma arttıkça, grevlerin yoğunluğunun ve sayısının da artacağını düşünüyordu. Nihai grev bir genel grev olacaktır. Bakunin, anarşist fikirlerin aşılandığı [ing. infuse, ilham verdiği] sınıf bilincine sahip işçilerin yer aldığı devrimci bir genel grevin, anarşist toplumu ortaya çıkaracak nihai patlamaya yol açacağını düşünüyordu.
Ekonomik sömürü ve toplumsal/politik hakimiyetin yıkımı, ve onların yerini insan doğasıyla uyumlu bir toplumsal örgütlenme sisteminin almasıyla ilgilenen Bakunin’in fikirleri tam manasıyla devrimcidir. Bakunin, otorite ve ekonomik eşitsizliğin el ele gittiği kapitalizmin, ve toplumsal otoritenin tehlikelerini tümden önemsizleştirirken, sadece ekonomik etmenler üstünde yoğunlaşarak tek yanlı kalan devlet sosyalizminin (yani Marksizmin) eleştirisini ortaya koymuştur.
Devlet
Bakunin tutarlı ve birleşik kuramını birbiriyle bağıntılı üç düzlem üstüne oturtmuştur:
– insanoğulları doğal olarak toplumsallardır (ve bu nedenle de toplumsal dayanışmayı arzularlar),
– az ya da çok eşitlerdir ve,
– özgür olmak isterler.
Onun anarşizmi nihayetinde eşitlikçi bir karşılıklı etkileşim sistemi bağlamında, özgür bir toplum yaratılması sorunuyla ilgilidir. Varolan toplumların sorununun, insanlığın ifade edilmesini engelleyen –şiddet kullanan, toplumsal karşıtı ve suni yapılardan oluşan– devletlerin bu toplumlara hakim olması olduğunu söyler.
Kapitalizmin içinde devletin haricinde karşı çıkılacak (örneğin kadınların ezilmesi, ücretli kölelik) başka pekçok özellik olsa da, Bakunin’e göre baskıcı sistemi bir bütün olarak besleyen, onun devamlılığını sağlayan ve onu koruyan şey devlettir. Devlet, baskıcı sınıf ya da seçkinlerin faydasına toplumu denetleyen toplumsal karşıtı bir aygıt olarak tanımlanır. [Devlet], temelde şiddet üzerine inşa edilmiş olan ve politik baskı aracılığıyla bu eşitsizliğin devamını sağlamakla alakadar olan bir kurumdur. Bunların yanısıra, hedeflerini gerçekleştirmek için devlet sürekli bir bürokrasinin [varlığına] dayanır. Bürokratik aygıt, basitçe bunu sağlayan tesadüfi bir araç değildir. Bakunin’e göre, ister kapitalist ister sosyalist olsun tüm devletler kendilerini daimi kılma içsel eğilimine sahiplerdir, ve bu nedenle insan özgürlüğünün önündeki engeller olmaları nedeniyle karşı çıkılmalıdırlar.
Devletlerin asli olarak politik baskı ve şiddetle ilgilenmedikleri ve gerçekte –özellikle de liberal demokratik devletlerin– toplumsal refahla daha ilgili oldukları öne sürülebilir. Bakunin bu gibi görünüşlerin sadece birer maske olduğunu, ve tehdit edildiklerinde tüm devletlerin varolan şiddetli doğalarını açığa vuracaklarını belirtir. Devlete karşı dikkate değer bir ölçüde meydan okunduğu zaman, [devletin] vahşi bir katılıkla cevap verdiği Britanya ve Kuzey İrlanda’da devletin bu baskıcı özelliği artan bir şekilde öne çıkmıştır.
Birkaç on yıldır Britanya’da yaşanan gelişmeler Bakunin’in dikkat çektiği devletin başka bir özelliğinin de gerçekleşme eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor; [devletlerin] artan bir otoriterliğe ve mutlakçılığa doğru olan eğilimleri. Liberal, sosyalist, kapitalist veya her ne olurlarsa olsunlar, –demografi, kültür ve politika gibi unsurlara göre bu tip bir gelişmenin hızı değişmekle beraber– tüm devletlerde askeri diktatörlüğe doğru kuvvetli bir basınç olduğuna inanıyordu.
Son olarak, Bakunin devletlerin diğer devletlere karşı savaşma eğilimlerine dikkat çekmiştir. Devletler arasında uluslararası düzeyde kabul edilen ahlak normları olmadığı için, onlar arasındaki rekabetler askeri çatışma biçiminde ifade edileceklerdir. “Hükümetler varoldukça barış olmayacaktır. Yanlızca daima savaşa meyilli olacak devletler tarafından yapılan uzatılmış geçici ertelemeler, ateşkesler olacaktır; ama bir devlet kendi avantajına bu dengeyi yıkacak kadar kendini güçlü hisseder etmez, bunu yapmaktan asla kaçınmayacaktır”.
Burjuva Demokrasisi
Politik yorumcular ve medya, her birkaç yılda bir seçmenlerden kendilerini kimin yöneteceğini belirlemek üzere bir kağıt parçası üzerine bir çarpı atmalarının istendiği temsili demokrasi sistemine methiyelerini durmaksızın söylüyorlar. Oy kullananların bir şekilde sistemin çalışmasının kontrolünü elinde bulundurduğu hayali [ing. illusion] sayesinde kapitalist sistem meşruiyet [ing. legitimacy] kazandığı ölçüde, bu sistem iyi işlemektedir. Bakunin’in bu konudaki yazıları, temsili demokrasinin dünya üzerinde ender olarak varolduğu bir zamanda yazılmıştır. Yine de birkaç örnek temelinde (ABD ve İsviçre), oy kullanma hakkının genişletilmesinin nüfusun büyük kısımlarının durumunu iyileştirmek için pek az şey yapabileceğini görebilmiştir. Bakunin’in belirttiği üzere, orta sınıf politikacıların her türlü sözü vermek üzere seçmenlerin önünde eğilmeye mecbur kaldığı doğrudur. Ama adayların halkla aynı seviyeye gelişi, Parlamento üyesi konumuna geldikleri seçimin ertesindeki ilk günde kaybolup gider. İşçiler işe gitmeye devam ederler, ve burjuvazi bir kere daha iş hayatı ve politik entrika meselelerini eline alır.
Bugün ABD ve Batı Avrupa’da, hakim olan politik sistem liberal demokrasidir. Britanya’da seçim sistemi, geniş desteğe sahip bazı partilerin ihmal edilebilir bir temsiliyet hakkı elde edebildikleri ölçüde, parlamento sandalyelerinin dağılımı konusunda açıkça adaletsizdir. Ama katı bir şekilde oransal temsiliyetin uygulandığı yerlerde bile, Bakunin’in eleştirisi tüm yakıcılığı ile geçerlidir. Çünkü temsili sistem nüfusun sadece küçük bir kesiminin (Britanya’da 650 Parlamento Üyesi’nin çoğunluğu elinde bulunduran [kesimi]) yasama ve yönetme ile doğrudan ilgili olmasını gerektirir.
Bakunin’in temsili demokrasiye itirazlarının temelinde, onu toplumda varolan eşitsiz gücün bir ifadesi olarak görmesi gerçeği yatar. Anayasaların yurtdaşların kanun önündeki eşitliğini ve haklarını garanti alması [olgusuna] rağmen, gerçek kapitalist sınıfın daima kontrolü elinde bulundurduğudur. Nüfusun büyük bir kısmı hayatta kalmak için emek gücünü satmak zorunda olduğu sürece, orada gerçek bir demokratik hükümet var olamaz. İnsanlar ekonomik olarak kapitalizm tarafından sömürüldükçe ve refahın büyük bir eşitsiz dağılımı söz konusu oldukça, orada gerçek bir demokrasi olamaz. Bakunin’in netleştirdiği üzere, ekonomik gerçekler siyasi haklardan çok daha kuvvetlidir [belirleyicidir]. Ekonomik ayrıcalıklar olduğu müddetçe, zenginin yoksul üzerindeki siyasi hakimiyeti de olacaktır. Bu ilişkinin sonucu ise, kapitalizmin temsilcilerinin (burjuva demokrasisinin) “bir hak olarak olmasa bile, gerçekte tek başına yönetme ayrıcalığına sahip olmasıdır”.
Liberal demokrasilerde yaygın olarak karşılaşılan bir aldatmaca, halkın yönettiği [aldatmacasıdır]. Ama gerçek, yönetimi mutlak surette azınlıkların yürüttüğüdür. Refaha, eğitime ve boş zamana erişebilen ayrıcalıklı bir azınlık, genel olarak çok az boş zamanı olan ve ancak temel eğitim alabilmiş sıradan emekçi insanlara göre yönetmek için daha iyi bir donanıma sahiptir.
Ama Bakunin’in –biraz alaylı bir şekilde olsa da– açıkladığı üzere, seçilen sosyalist bir hükümet gerçek anlamda durumu pek de iyileştirmeyecektir. İnsanlar güce kavuşup kendilerini toplumun “üstünde” gördükleri zaman, [Bakunin] onların dünyaya bakış tarzlarının değişeceğini söylüyordu. Bulundukları resmi görevin haşmetli mevkinden bakınca, yaşama dair görüş açısı çarpıklaşır ve altta olanlarınkinden farklı gözükür. Parlamentodaki sosyalist temsiliyetin tarihi, esas olarak vediği sözlerden geri dönmenin ve yönetici sınıfın tavırlarının, ahlakının ve davranışlarının içine çekilmenin tarihidir. Bakunin, sosyalist fikirlerden bu gibi geri adımlar atmanın ihanet yüzünden olmadığını, parlamentoya katılmanın temsilciye dünyayı çarpık bir aynadan gördürmesi yüzünden olduğunu öne sürer. Bakunin’in söylediği üzere, yönetim işiyle ilgilenen bir işçiler parlamentosu nihayetinde “sömürücü ve tahakkümcü haline gelecek; kararlı aristokratların, otorite ilkesinin arsız ya da çekingen tapıcılarının” meclisine dönüşecektir.
Bakunin’in yazılarında defalarca belirttiği nokta, hiç kimsenin halkı onların çıkarları için [doğrultusunda] yönetemeyeceğidir. Adalet ve özgürlüğün hakim olmasını sadece ve sadece yaşamlarımız üzerindeki kişisel ve doğrudan kontrolümüz sağlayabilir. Doğrudan kontrolün engellenmesi özgürlüğümüzün reddedilmesidir. İster demokrasi, isterse cumhuriyetçilik veya halk devleti örtüsü altında olsun; siyasi egemenliği başkalarına vermek, kontrolü başkalarına vermek ve böylece de [onların] yaşamlarımız üzerinde tahakküm kurmalarını [sağlamak] olacaktır.
İnsanların doğrudan kanunları yapacağı referandumun temsili demokrasi fikrinin ötesine geçen bir gelişme olduğu düşünülebilir. Bakunin’e göre pekçok nedenden ötürü bu böyle değildir. İlk olarak, insanlar söz konusu olan tüm konularda tam bir bilgiye sahip olarak kararlar alabilecek durumda değildirler. Keza yasalar karmaşık, soyut ve özel bir karakterde olabilirler; ve bunlar hakkında ciddi bir şekilde oy kullanabilmeleri için insanların tam anlamıyla eğitilmiş olmaları ve [bu yasaların] söz konusu yansıma ve etkilerini tartışabilecek yeterince zamanları ve imkanlarının olması gerekecektir. Referandumlar gerçekte, tam zamanlı siyasetçiler tarafından –aslen burjuvaziyle ilgili olan konulara dair– meşruiyet kazanmak amacıyla kullanılırlar. Referandumun sıkça kullandığı İsviçre’nin Avrupa’daki en muhafazakar ülkelerden birisi olması bir rastlantı değildir. Referandum sayesinde insanlar tartışmanın şartlarını belirleyen siyasetçiler tarafından yönlendirilirler. Böylece popüler [halktan] bir girdiye rağmen, halk hala burjuvazinin kontrolü altında kalmaya devam eder.
Nihayet, Bakunin demokratik bir devletin olabilirliği olgusu hakkında [şunları belirtir]: Ona göre, demokratik devlet terimsel olarak bir çelişkidir; çünkü devlet asıl olarak kuvvet, otorite ve tahakküm ile ilgilidir, ve zorunlu olarak refahın ve gücün eşitsizliğine dayanır. Herkes için kendinden yönetim anlamındaki demokrasi, hiç kimsenin yönetilmediği anlamına gelir. Eğer hiç kimse yönetmiyorsa, o zaman ortada bir devlet de olmaz. Eğer ortada bir devlet varsa, o zaman kendinden yönetim olamaz.
Marks
Bakunin’in Marksizme karşı çıkması, çeşitli ayrı ancak birbirleriyle ilişkili eleştiriyi içerir. Marks’ın samimi bir devrimci olduğunu düşünmekle beraber, Bakunin Marksist sistemin uygulanmasının bir baskının (kapitalist) mecburen başka bir baskı (devlet sosyalist) ile yer değiştirmesine yol açacağına inanıyordu.
Bakunin ilk olarak Marks’ın düşüncesinde ekonomik determinist unsur olarak nitelendirdiğine, [yani] en basit olarak ifade edildiği şekli ile “Varlık [ing. being, varoluş] bilinci belirler”e karşı çıkar. Diğer bir şekilde ortaya konulursa; Bakunin toplumun bütün bir “üst yapısal” unsurlarının, yasalarının, ahlaki değerlerinin, biliminin, dininin vb.’lerinin ekonomik gerçeklerin gelişmesini takip eden kaçınılmaz etkiler olduğu fikrine karşıdır. Tarih ya da bilimin ekonomik faktörlerce (yani “üretim tarzı”nca) belirlenmesinden ziyade, Bakunin kendi kaderlerini gerçekleştirmelerinde insanoğullarının etkin müdehalelerine çok daha fazla imkan tanır.
Bakunin’in –aslında devletsiz komünizme giden yolda geçici bir devlet olan– Marksist proletarya diktatörlüğü fikrine karşı çıkması daha önemlidir. 1848 Komünist Manifestosu’nda, Marks ve Engels devlet kontrolü altında olacak işçi ordularının gerekliliğinden, kırsal işçilerin geriliğinden, merkezi olan ve komuta edilen bir ekonominin gerekliliğinden ve yaygın bir ulusallaştırmadan bahsederler. Daha sonra ise Marks işçi hükümetinin evrensel oy verme sayesinde ortaya çıkacağını da belirtir. Bakunin bu önermelerin her birini sorgulamıştır.
Temeli ne olursa olsun –ister proleter, isterse burjuva [temelli] olsun– devlet, kaçınılmaz şekilde pekçok itiraz edilebilir özelliklere sahiptir. Devletler zor ve hakimiyete dayanırlar. Bakunin, düşmanlarına karşı proletaryanın [sahip olduğu] bu hakimiyetin kısa zaman içinde proletaryaya karşı devletin [hakimiyetiyle] sonlanacağını öne sürer. Bakunin, sayı olarak milyonlarca insanı bulan tüm bir sınıf adına yönetmenin imkansızlığı yüzünden bunun gerçekleşeceğine inanmaktaydı. İşçiler zorunlu olarak yönetim işlerini küçük bir grup siyasetçiye emanet etme yolu ile güçlerini kullanacaklardır.
Bir kez yönetme rolü kitlelerin ellerinden alındığında, yeni bir uzmanlar, bilim adamları ve profesyonel siyasetçiler sınıfı ortaya çıkacaktır. Bakunin’e göre, (Maksistlerin en önemli iddiası olan) bilimsel yasalara göre çalıştıkları iddiasıyla [sağlanan] mistikleştirme ve meşruiyet bahşetme sayesinde, bu yeni seçkinlerin işçiler üzerinde [oluşturacakları] hakimiyetin çok daha güvenilir olacağı hiç de doğru değildir.Bunun da ötesinde, bunlar veriliyken yeni devlet kendini halkın arzularının gerçek ifadesi olarak maskeleyebilir. Siyasi gücün kurumsallaştırılması, aynı biçimde kendi çıkarlarını gözeten ve ne olduğu şüpheli işlerini aynı şekilde örtbas eden yeni bir yöneticiler grubunun ortaya çıkmasına neden olur.
Bakunin’e göre, devletçi sistemin sahip olduğu bir başka sorun ise merkezi devletçi hükümetin hakimiyet sürecini daha da kuvvetlendirmesidir. Emeğin ve ekonominin sahibi, örgütleyeni, yöneteni, finanse edeni ve dağıtanı [dağılımını düzenleyeni] olan devlet, işleyişinde zorunlu olarak otoriter bir tarzda faaliyet gösterecektir. Sovyet sisteminde görüldüğü üzere, komuta ekonomisi en yukarıdan en aşağıya doğru akan kararlara göre faaliyet göstermelidir; bireyin karmaşık ve çeşitli gereksinimlerini karşılayamaz ve son tahlilde umutsuz, etkin olmayan bir devden ibarettir. Marks, nereden gelirse gelsin merkeziyetçiliğin devrimin nihai, [yani] devletçi çözümüne doğru bir yönelim olduğuna inanıyordu. Bakunin ise aksine federalizmle merkeziyetçiliğe karşı çıktı.
Bakunin’in Marksist devletin işleyişine dair tahminleri gerçekte ortaya çıkmıştır. Bolşevikler 1917’de iktidarı ele geçirdiler, hemen akabinde proletarya diktatörlüğü ve devlet iktidarından bahsetmeye başladılar; ve yine de –isteyerek ya da istemeden– kaçınılmaz bir şekilde devasa bir bürokratik polis devletini yarattılar.
Sendikalar
Britanya’daki solun büyük bir kısmı sendikaların mevcut yapısını olumlu olarak değerlendirir. Bu hem sol hem de sağ İşçi Partisi üyeleri için, Komünist Parti için, Militan Eğilim ve birçok diğer Marksist örgüt için geçerlidir. Bunların tümü kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere sendikaları ya da [onların] kontrolünü –hemen hemen oldukları biçimiyle– ele geçirmeyi arzularlar. Sonuçta sendikaların içinde kontrol amacıyla sıklıkla keskin çatışmalar ve manevralar yaşanır. Sendikanın yönetim kurulunun ve tam zamanlı görevlerin kontrolü için destekçilerinin [devamlı olarak didiştiği], [yönetimin] hırçın anti-komünist bir sağ grupla Militan Eğilim arasında gidip geldiği CPSA’da bu eğilim oldukça belirgindir. Bunun en önemli istisnası, –SWP kontrol edebilir oldukça– sıradan işçilerin [yönetimde bulunması] destekleyen Sosyalist İşçi Partisi [SWP]’dir.
Bakunin bir yüzyılı aşkın bir zaman önce sendika örgütlerine dair anarşist yaklaşımın temellerini, ve anarşist olmayan sendikaların kendi kişisel tımarlarına ve bürokrasiye doğru gerilemeleri genel eğilimini ortaya atmıştır. Uluslararası İşçi Birliği [ing. International Working Mens Association, Enternasyonal] dahilindeki sendika örgütlenmesi bağlamında, [Bakunin] sendikaların aslında sözcüsü olmaları gereken üyelerinden nasıl çalınabileceğinin örneklerini vermiştir. Gücün sendika yöneticileri tarafından ele geçirilmesine yol açacak birbiriyle ilintili pekçok özelliği teşhis etmiştir.
İlk olarak, anahtar işlevi gören psikolojik unsuru belirtmiştir. Dürüst, çok çalışkan, zeki ve anlayışlı militanlar zorlu çalışmalarının sonucunda iş arkadaşlarının saygı ve sevgisini kazanabilir, sendika yönetimine seçilebilirler. Onlar kendinden fedakarlık etme, inisiyatif alma ve yetenek ortaya koymayı sergileyebilirler. Ne yazık ki, bir kere liderlik mertebesine eriştiklerinde bu insanlar kendilerini olmazsa olmaz [kişiler] olarak görmeye başlarlar, giderek daha fazla bir şekilde ilgi odakları farklı sendika komitelerindeki manipülasyonlara doğru [kayar].
Bir zamanların militanı böylece sıradan üyelerin günlük sorunlardan uzaklaşır ve tüm liderleri mahzunlaştıran kendi hülyasına –yani bir üstünlük hissine– dalar.
Liderlerin sendikanın eylemlerini ve politikalarını karara bağladığı gizli tartışma meclislerinin ve sendika bürokrasilerinin varlığı biliniyorken; yapılarının resmi olarak ne kadar demokratik olmalarından bağımsız olarak, sendika yapıları içinde “yönetsel bir aristokrasi” ortaya çıkar. Sendika komitelerinin, vb.’nin giderek artan otoritesi ile birlikte; Bakunin’in belirttiği üzere kendilerini doğrudan etkileyen konular –görev tazminatları, ücretler, grevler vb.– hariç olmak üzere, işçiler sendika meselelerine karşı giderek ilgisiz hale gelirler. [Kendilerine] yabancılaşan üyelerinden [üye] aidatlarını toplamak konusunda sendikalar her zaman sorunla karşılaşmışlardır; [buna] çözüm olarak ise, gerekli miktarın kaynağında –yani [doğrudan] ücret paketinden– kesilmeesi için sendikaların ve işverenlerin işbirliği yaptığı “hesap kesme” [ing. check off] sistemini bulmuşlardır.
İşçilerin sendikayı doğrudan kontrol etmediği, ve yetkeyi komitelere ve tam gün [çalışan, işi bu olan] ajanlara devrettiği bir yerde birçok şey olur. İlk olarak, sendika üyelik aidatları çok yüksek olmadığı ve gecikmiş aidatlar konusunda çok katı olunmadığı müddetçe, [doğrudan yönetimin] yerini alan organlar neredeyse tam bir muafiyetle faaliyet gösterirler. Bu, komiteler açısından iyidir, ancak sendikanın demokratik yaşamını neredeyse tamamıyle sona erdirir. Aynen tüm hükümetler[-de olduğu] gibi, bu komiteler ve organlarda da giderek yoğunlaşan güç, üyelerinin iradesi yerine kendi iradesini geçirecektir. Bu ise sonucunda kişisel entrikaların, kibirin, ihtirasın ve bencilliğin ifade edilmesine olanak yaratır. Görünürde ideolojik temellerde yürütülen pekçok sendika içi çatışma, aslında kendi kariyerleri için sendikaları seçen doymak bilmez bencillerin kontrol sağlamak için yürüttükleri mücadelelerdir. Bu kariyerizm –örneğin çatışma için hiçbir siyasi nedeninnin olmadığı durumlarda– rakip solcular arasındaki çarpışmalarda zaman zaman yüzeye çıkar. Geçmişte Komünist Parti bazı sendikalarda sendika kariyeri uygulamasını teklif etmiş ve bu tip çatışmalar devamlı ortaya çıkmıştır.
Açıktır ki, sendikaları ele geçirmeyi hedefleyen Militan Eğilim içinde de bu sorun var olmaktadır.
(Kapitalizmi yansıtan bir şekilde) hiyerarşik bir temelde düzenlenen pekçok sendika komitesi içinde, bir ya da iki birey üstün zekaları veya saldırganlıkları temelinde hakim hale gelirler. En nihayetinde, demokratik yönelge ve tüzüklerin korumasına rağmen, sendikalar kendi örgütlerinde büyük bir güce sahip olan patronların hakimiyetine geçer. Son bir kaç on yıldır, bu tip pekçok sendika patronu –özellikle de İşçi [partisi] hükümeti dönemlerinde– ulusal şahsiyetler haline gelmiştir.
Bakunin, sıradan işçilerin [üyelerin] yokluğu, demokratik olmayan eğilimlere karşı muhalefetin yokluğu ve kendilerinin ayartılmasına müsade edenlerin sendika erkine erişimi durumlarında, bu tip bir sendikal dejenerasyonunun [bozulmanın] kaçınılmazlığının farkındaydı. Bakunin, samimi olarak kendi kişisel bütünlüklerini [ing. integrity, dürüstlük] muhafaza etmek isteyen bireylerin görevde uzun süre kalmamaları ve sıradan üyelerin güçlü muhalefetini cesaretlendirilmesinin gerektiğini ifade ediyordu.
Ancak kişisel bütünlük yetersiz bir koruma olacaktır. Diğer kurumsal ve örgütsel unsurlar da işin içine dahil edilmelidir. Bunlar görevliler tarafından yapılan önerilerin ve nasıl oy kullandıklarının düzenli olarak rapor edilmesini, diğer bir ifade ile sürekli ve doğrudan bir denetlenebilirliğin içerilmesidir. İkinci olarak, bu tip sendika delegeleri sıradan üyelerin direktiflerine tabi olan üyeler arasından aday gösterilmelidirler. Üçüncü olarak, Bakunin yetersiz olan delegelerin anında geri çağrılmasını önerir. Nihayetinde ve en önemlisi, [Bakunin] demokratik olmayan yollardan davranan liderlerin önünü kesmek için kitle toplantılarının ve diğer tabandan [ing. grassroots] faaliyet şekillerinin geliştirilmesi çağrısında bulunur. Pasif üyeleri eylemliliğe çağıracak kitle toplantıları, sözde liderlerin tanınmaması eğilimini yaratacak bir yoldaşlık ortaya çıkaracaktır.
(Web için ekleme – Bundan hareketle, Bakunin’in anarko-sendikalist hareketin en önemli esin kaynağı olduğu söylenebilir).
Devrimci Örgütlenme
Bakunin, her şeyin ötesinde anarşiyi başarmak için kolektif eylemliliğin gerekli olduğuna inanan bir devrimciydi. Ölümünden sonra, anarşist hareket içinde küçük gruplar ve bireysel eylemlilik lehine, örgütlenmenin terk edilmesi yönünde güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştı. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda Fransa’da bireysel terör eylemlerine yol açan bu gelişme, anarşizmi devrimin asıl kaynağından, yani işçilerden izole etmiştir.
Bakunin, düşüncesinin diğer yönleriyle tutarlı bir şekilde, örgütlenmeyi merkezileşmiş ve disiplinli bir ordu biçiminde (özdisiplinin [ing. self-discipline] hayati olduğunu düşünüyor olsa da) değil, kolektif içinde yapılan karşılıklı anlaşmalar sayesinde devrimcilerin enerjilerini yönlendirebilecekleri merkezsizleşmiş federalizmin bir sonucu olarak görüyürdu. Pekçok nedenden ötürü koordine edilen bir devrimci harekete gereksinim olduğunu söyler Bakunin. İlk olarak, [belirli] bir yönelimi olmadan hareket eden anarşistler en nihayetinde farklı yönlerde hareket ediyor olacaklar, ve bunun sonucunda da birbirilerini etkisizleştirme eğilimini göstereceklerdir. Örgütlenme kendi hatırına gereken bir şey değildir, kapitalist devlet tarafından idare edilen büyük kaynağın karşısında devrimci sınıfların kuvvetini azami kılmak için gereklidir.
Ancak Bakunin’in bakış açısından, en önemlisi insanlar tarafından otoriteye karşı yapılacak kendiliğinden isyandır. Eşitsiz olmaları ve yoğunluklarının zamana ve yere göre değişiklik göstermesi, tamamen kendiliğinden olan ayaklanmaların doğasıdır. Anarşist devrimci örgütlenme ayaklanmayı ele geçirmeye ve yönlendirmeye teşebbüs etmemelidir; ancak hedefleri belirginleştirme, devrimci propagandayı öne çıkarma ve kitlelerin devrimci içgüdüleriyle uyum içinde olan fikirleri geliştirme sorumluluğuna sahiptir. Bunun ötesine geçmek devrimin tüm kendinden-özgürleştirici [ing. self-liberatory] amacının altını kazacaktır.
Böylece Bakunin devrimci örgütü devrimi ikame eden [onun yerini alan] bir şey olarak değil, ona yardımcı bir şey olarak görür. Bakunin’in “gizli devrimci öncüler” ve öncülerin “görünmez dikatörlüğü” çağrılarını işte bu bağlamda yorumlamalıyız. [Bakunin’in bahsettiği bu] öncünün, işçi sınıfı üzerinde fiili ve doğrudan kontrolü amaçlayan Leninist modeldeki [öncü kavramı] ile hiçbir ortak yanının olmadığı söylenmelidir. Bakunin bu tip yaklaşımlara şiddetle karşı çıkarak, takipçilerine “ne hiçbir üyenin … –devrimin tam ortasında bile– herhangi bir kamusal görevi, ne de (devrimci) örgütlenmenin bunu yapmasına müsade edilecektir; … daima uyanık kalınarak, otoritelerin, hükümetlerin ve devletlerin kurulması imkansız kılınacaktır”. Öncü ise, sonuçları elde etmek için resmi olmayan bir temelde üyelerinin yeteneklerine dayanan devrimci hareketi etkilemek için oradadır. Bakunin, doğal eşitsizliklerin değil de otoritenin kurumsallaşmasının devrim için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyordu. Öncü, işçi sınıfının kendi devrimci eylemliğinde bir katalizör olarak hareket edecektir ve kendini tamamen harekete adayacaktır. Bu durumda Bakunin’in öncüsü eğitim ve propaganda ile ilgili olup; Leninist öncü partinin aksine sınıftan bağımsız ayrı bir organ değil, onun içinde yer alan aktif bir ajan olacaktır.
Bakuninci bir örgütün başka bir önemli meselesi de, işçi sınıfının bekçi köpeği gibi davranacak olmasıdır. Aynen şimdiki gibi o zaman da, devrimin liderleri olarak poz takınacak ve kendi üyelerini “sırada bekleyen hükümet” olarak hazırlayacak otoriter gruplar olacaktır. Devrimin bir temsili hükümeti başka bir “devrimci” [hükümetle] değiştirmemesi için, anarşist öncü bu tip hareketleri deşifre etmelidir. İlk zaferin ardından siyasi devrimciler, sözde işçi hükümeti ve proletarya diktatörlüğü taraftarları; Bakunin’e göre “popüler tutkuları susturmaya” çalışacaklardır. “Onlar düzen[-in sağlanması], devrim yolunda ve [devrim] adına kendi diktatöryal iktidarlarını kuran ve bunu meşrulaştıranlara güven duyulması, [onlara] tabi olunması çağrılarında bulunacaklardır; bu tip siyasi devrimciler işte böylece devleti yeniden kurarlar. Diğer yandan biz ise, halkın tüm dinamik tutkularını uyandırmalı ve canlandırmalıyız”.
Anarşi
Kapitalizm ve devlet sosyalizmine karşı yaptığı eleştirilerde, Bakunin devamlı olarak özgürlükten bahseder. Bu nedenle geleceğin anarşist toplumuna dair taslaklarında özgürlük ilkesinin hakim olmasına şaşmamak gerekir. Birçok devrimci programda, olası azami bireysel ve kolektif özgürlüğü teşvik edecek toplumların esas özelliklerini ele alır. Bakunin’in programlarında tasavvur edilen toplumlar –hiçbir sorunu olmayan, ayrıntılı kurmaca topluluklar olmaları anlamında– birer Ütopya değildirler; daha ziyade özgürlüğü garanti edecek asgari bir iskelet benzeri yapılara dair önerilerdir. Bakunin tarihsel, kültürel, ekonomik ve coğrafi etmenlere bağlı olarak, geleceğin anarşist toplumlarının karakterinin değişeceğini söyler.
Temel mesele, herkes için adalete ve toplumsal refaha dayanacak ve özgürlük de üretecek bir toplumu ortaya çıkaracak asgari gerekli koşulları sağlamaktır. Programların olumsuz, yani yıkıcı özelliklerinin tamamı tahakküm ve sömürüye yol açan kurumların yıkılması ile ilgilidir. Yerleşik kilise, yargı, devlet bankaları ve bürokrasisi dahil olmak üzere devlet, silahlı güçler ve polis tamamı ile süpürülmelidir. Keza tüm rütbeler, imtiyazlar, sınıflar ve monarşiler lağvedilmelidirler.
Yeni toplumun olumlu, yapıcı özelliklerinin tümü özgürlük ve adaleti yaymakla ilintilidir. Toplumun özgür olması için, Bakunin eşitliğin ortaya konmasının yanlızca yeterli olmadığını söylüyordu. Hayır, özgürlük ancak toplumsal ve ekonomik endişelerden kurtulmuş, tamamıyla iyi eğitimli ve sağlıklı bir nüfusun tam katılımının olduğu bir toplum sayesinde başarılabilir ve korunabilir. Böyle bir aydınlanmış toplum gerçekten de özgür olabilir; ve söz konusu olan şeyler hakkındaki bilgi ve halk tarafından kontrol edilen bilim temelinde, rasyonelce hareket edebilir.
Bakunin, insanların inançları ve eylemleri yüzünden hiç kimseye karşı sorumlu olmayacakları tam bir hareket, görüş ve ahlak özgürlüğünü savunur. Bunun tam ve sınırsız bir konuşma, basın ve toplantı özgürlüğü olması gerektiğini belirtir. “Savunulması bahanesiyle özgürlüğün kısıtlanmasını savunmak tehlikeli bir aldanma” olduğu için, özgürlüğün ancak özgürlükle savunulabileceğine inanır. Bakunin, gerçekten özgür ve aydınlanmış bir toplumun özgürlüğünü yeterince savunabileceğini söyler. Düzenli bir toplumun, sonuçta sadece muhalefeti ve gruplaşmayı besleyecek olan fikirlerin bastırılmasından değil, tüm herkes için sağlanan tam bir özgürlükten ortaya çıkacağını düşünür.
Bu, Bakunin’in toplumun kendini savunma hakkının olmadığını düşündüğü anlamına gelmez. Özgürlüğün [toplumun] yıkımında değil, toplumun içinde bulunduğuna inanıyordu. Diğerlerinin özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde hareket eden insanlara yer yoktur; bu başkalarının emeğiyle yaşayan tüm asalakları da içerir. Çalışma –yani bir kimsenin emeğiyle refahın yaratılmasına yaptığı katkı– öne sürülen anarşist toplumdaki siyasi hakların temelini oluşturur. Diğerlerini sömürerek yaşamlarını sürdürenler siyasi haklara layık değildirler. Hırsızlık yapan, toplumdaki ve toplumla yaptıkları gönüllü anlaşmaları ihlal edenler, fiziki zararlara yol açanlar vb., o toplum tarafından oluşturulan yasalar uyarınca cezalandırılmaya hazır olmalıdırlar. Öte yandan, suçu karara bağlanan suçlu kendisini toplumdan ve onun sağladığı faydalardan dışlayarak, toplumun verdiği cezadan kaçınabilir. Eğer isterse toplum da suçluyu ihraç edebilir. Temel olarak, Bakunin toplumsal karşıtı faaliyetleri asgari kılmak için aydınlanmış bir kamu görüşünün gücüne büyük bir değer vermiştir.
Bakunin farklı yetenek, enerji ve tasarruf düzeylerinin bir yansıması olan doğal eşitsizliklere tolerans gösterilmesi gerektiğini belirtirken, refahın eşitlenmesi [gerektiğini] öne sürer. Bu eşitliğin amacı, bireylere toplum içinde insanlıklarının tam bir ifadesini bulmalarına imkanını tanımaktır. Bakunin, anarşist bir toplumda uygulanırsa eşitsizlik ve ücretli köleliğin yeniden inşasına yol açacak olan kiralanan emek fikrine şiddetle şekilde karşı çıkar. Bunun yerine, daha etkin olma eğilimine sahip olduğunu düşündüğü kolektif çabayı öne çıkarır. Ancak bireyler diğerlerini istihdam ediyor olmadıkça, [bireylerin] kendi başlarına çalışmalarına hiçbir itirazı yoktur.
İşçilerin faaliyetlerini koordine edebilecek olan emek birliklerinin oluşturulması yoluyla, Bakunin ürünlere olan taleple üretimi uyumlandıracak bir sanayi meclisi teşkil edilmesini önerir. Piyasanın yokluğunda bu tip bir meclis gerekli olacaktır. Federe hale gelmiş olan değişik gönüllü örgütlerden toplanan istatistiki bilgiyle donanmışken, üretim uluslararası bir temelde uzmanlaştırılabilir; böylece de halihazırda ekonomik avantajları olan ülkeler genel fayda yararına en etkin şekilde üretim yaparlar. Böylece, Bakunin’e göre israf, ekonomik kriz ve durgunluk “artık insanoğlunun başına bela olmayacaktır; insan emeğinin kurtuluşu dünyaya yeniden hayat getirecektir”.
Toplumun siyasi örgütlenmesi sorununa geri dönersek, Bakunin [siyasi örgütlenmelerin] tümünün gönüllü örgütlerin bir federasyonu temelinde özgürlüğün sağlanması yoluyla düzeni sağlayacak bir şekilde inşa edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu tip tüm siyasi organlarda, erk “tabandan yukarı doğru” ve “çeperden merkeze doğru” akacaktır. Diğer bir deyişle, bu tip örgütler insanları kontrol edecek yönlendirme merkezleri değil, birey ve grup görüşlerinin birer ifadesi olmalıdırlar.
Bakunin karar alma sürecinin, federalizm temelinde tüm katılımcılar için –eğer sistemi destekliyorlarsa– bağlayıcı olacak çok katmanlı bir sorumluluk sistemi olmasını önermiştir. Bütün bir yapıyı meydana getiren bireyler, gruplar veya siyasi kurumlar ayrılma hakkına sahip olacaklardır. Her bir katılımcı birim kendi kaderini tayin, daha büyük bir organa katılma veya katılmama haklarına mutlak olarak sahiptir. Bakunin, yerel düzeyden başlamak üzere, tamamen özerk [olan] komünü temel siyasi birim olarak değerlendirir. Komün evrensel oy kullanma [herkesin oy kullanması] hakkı temelinde, tüm görevlilerini, yasa yapıcılarını, hakimlerini ve komünal mülkü yönetecek kişileri seçecektir.
Komün kendi işlerini kendisi karara bağlayacaktır; ama eğer gönüllü olarak bir sonraki [üst] yönetim kademesine –yani bölge meclisine– federe olmuşsa, o zaman anayasası bölgesel meclisle uyumlu olmalıdır. Benzer şekilde, bölge anayasası katılan komünler tarafından onaylanmalıdır. Bölge meclisi komünler arasındaki hakları ve yükümlülükleri tanımlayacak, bir bütün olarak bölgenin tümünü etkileyecek yasaları ele alacaktır. Bölge meclisinin kompozisyonu yine genel oy kullanma temelinde belirlenecektir.
Siyasi örgütün daha üst seviyeleri, ulusal organlar ve en nihayetinde de uluslararası meclis olacaktır. Bakunin, uluslararası örgütler bağlamında, devamlı silahlı güçlerin olmaması gerektiğini, bunun yerine yerel yurtdaşların oluşturacağı savunma milislerinin oluşturulmasını tercih ettiğini belirtir. Uluslar ve bölgeler arasındaki anlaşmazlıklar uluslararası meclislerde çözüme bağlanır. Bu meclis eğer gerekirse yabancı saldırganlara karşı savaş yürütebilir; eğer uluslararası federasyonun bir üyesi bir başka üyeye saldırırsa, o zaman [saldırgan] ihraç edilmeyle ve tüm federasyonu karşısına almakla yüz yüze kalacaktır.
Bu nedenle Bakunin’in çizdiği anarşi taslağı baştan sona bireysel ve kolektif iyiliği azami kılmak için katılımcılarının özgür federasyonuna dayanacaktır.
Bakunin’in Bugüne Uygunluğu
Bu broşür boyunca Bakunin’in kendisinin konuşmasına imkan tanındı; ve broşürün yazarlarına ait herhangi bir görüş gayet açıkça görülebilir. Bu son kısımda Bakunin’in fikirlerinin ve eylemlerinin genel bir değerlendirmesini yapmak faydalı olabilir.
Yirminci yüzyılda Marksizmin dünya emek ve devrimci hareketine hakim olması ile beraber Bakunin’i kafası karışık ya da ilgilisiz [konu dışı] değerlendirerek göz ardı etmek adeta bir kural haline geldi. Ancak Bakunin, yaşamı boyunca oldukça ciddi bir destek kazanmış bir kişilikti. Marks, Bakunin ve taraftarları tarafından o kadar baskı altına alınmıştı ki, en sonunda Birinci Enternasyonal’i New York’a taşıyarak dağıtmak zorunda kaldı. Marks, –anarşizme mağlup olmasını engellemek için– yaptığı bürokratik manevralarla [Enternasyonal’i] öldürdü.
SSCB’nin dağılmasının ve Çin’deki belirgin bozulmanın ardından Marksizmin ciddi ölçüde zayıfladığı bugün, Bakunin’in fikirleri ve devrimci Anarşizm artık yeni olanaklara sahip. Eğer otoriter, devlet sosyalizminin canavara dönüşecek bir çocuk olduğu ispatlanmışsa, [artık bu durumda] liberter komünist fikirler bir kere daha geçerli bir alternatif ortaya koymaktadır.
Bakunin ve takipçilerinin kalıcı olan pekçok nitelikleri var, ancak kapitalizm ve devletin devrimci yıkımına dair ciddi kararlılıkları [bunlar arasında] en yüksek değerde olanıdır. Bakunin bir kuramcıdan ziyade bir eylem adamıydı; kendisini Avrupa devletlerinin başındakileri [korkudan] dehşete düşüren fiili ayaklanmaların içine atmıştır. Bu militan gelenek Malatesta, Makhno, Durruti ve diğer birçok isimsiz militan tarafından devam ettirilmiştir. Aşamalı bir yaklaşımı benimseyen anarşistler Anarşizme karşı birer hakarettirler. Ya devrimciyizdir, ya da etkisiz bir pasifizme doğru yozlaşırız.
Bakunin devlet sosyalizminin tehlikelerini önceden görmüştü. Her ne kadar Bakunin tam olarak tasavvur edemese de, onun Marksist yönetici sınıfça hakim olunan askeri, köleleştirilmiş toplum tahmini gerçekleşmiştir. Kibir ve vahşilik açısından Lenin, Troçki ve Stalin Çarları bile geride bırakmıştır. Ve sıkça hükümetler kuran reformist sosyalizmin on yıllarının ardından, Bakunin’in değerlendirmelerinin doğru olduğu ispatlanmıştır. Britanya’da en sonunda “sosyalist Lordlar” biçiminde işçi sınıfına karşı yapılan bir hakaretle karşılaştık. Kapitalizme yaptıkları hizmetleri karşılığında, İşçi [Partisi] millletvekillerine en sonunda aristokrasi [kademesine] yükselme [hakkı] bahşedildi.
Bakunin, adalet, eşitlik ve özgürlüğe dayanan bir toplum için mücadele etmiştir. Solun siyasi liderlerinin aksine, onun işçi [sınıfından] insanların kendiliğinden, yaratıcı ve devrimci potansiyallerine karşı büyük bir inancı vardı. Onun inançları ve eylemleri bu yaklaşımı yansıtır. Yirminci yüzyılda devasa ve tehlikeli boyutlara varan devlete karşı tutumundan, onun militanlığından ve onun federalizminden devrimciler pekçok değerli şey öğrenebilirler. Bakunin’in bize öğreteceği pekçok şey var, ama biz de yeni sorunlar ve fırsatlar karşısında fikirlerimizi geliştirmeliyiz. İşte bu Bakunin’in mirasıdır.
Bunları zihninde tutan Anarşist Komünist Federasyon en nihayetinde Bakunin’in fikirlerine dayanan, ama bugünkü kapitalizmin gereklerini karşılamak üzere daha ileri giden bir devrimci anarşist doktrin geliştirmektedir. Ekolojik meseleler, dünyanın emperyalistlerce hakimiyeti sorunu, kadınların kitlesel olarak ezilmesi, endüstrinin otomasyonu, bilgisayarlı teknoloji vb., tüm bunlar uğraşılması gereken şeylerdirler. Biz bu mücadeleye hazırız!
Daha fazla okuma için
Kamu kütüphanelerinde bulunan, Bakunin’in çalışmalarının toplandığı iki temel kitap vardır. Bunlar Sam Dolgoff tarafından düzenlenen “Bakunin on Anarchy” ve G.P. Maximoff’un düzenlediği “The Political Philosophy of Bakunin”‘dir. Dikkate değer olan Robert M. Cutler’ın düzenlediği “The Basic Bakunin – Writings 1869-1871” ve yine aynı kişi tarafından düzenlenen “Mikhail Bakunin – From Out of the Dustbin”‘e bakabilirsiniz.
Bakunin’in fikirlerini derinlemesine anlamak için, Richard B. Saltman’ın “The Social and Political Thought of Michael Bakunin”inin bir eşi yoktur.
Bakunin’in eserleri şunlardır:
– “God and State”
– “Marxism, Freedom and State” (düzenleyen K.J. Kenafik).
– “The Paris Commune and the Idea of the State”
– “Statism and Anarchy” (ağır giden bir metin, düzenleyen Marshall Shatz).
Çeviri: Anarşist Bakış
Kaynak: “Basic Bakunin”
https://anarsizm.org/temel-bakunin-1993-anarsist-komunist-federasyon/?__cf_chl_jschl_tk__=pmd_1sxbVIrF9Od1PkVIwKb8YRLck0qKfRmGfuBYnxtT38E-1630240203-0-gqNtZGzNApCjcnBszQkl
0 notes
alperenreis44 · 3 years
Text
Arslantepe Höyüğü - Malatya
Malatya’nın en önemli arkeolojik alanı olarak kabul edilen ve 1932 yılından beri kazı çalışmaları yürütülen Arslantepe, 2011 yılında açık hava müzesine dönüştürülüp ziyarete açılmıştır.
Müze girişine 1900-1932'li yıllarda bulunup Ankara’ya götürülmüş Malatya Kralı Tarhunza ile iki aslan heykeli ve duvar kabartmalarının aynı malzemeden yapılmış birebir kopyaları yerleştirilmiştir.
Ziyaretçiler kazı alanındaki kerpiç saray ile duvar bezemeleri ve diğer kalıntıları görebilmektedir.
Arslantepe’de koruma ve sergileme olanağı bulunmayan buluntular Malatya Müzesi’nde sergilenmektedir.
"Arslantepe Höyüğü Artık Bir Dünya Mirası!"
Malatya'nın Battalgazi ilçesindeki Arslantepe Höyüğü Türkiye'nin 19'uncu varlığı olarak UNESCO Dünya Miras Listesi'ne kaydedildi.
M.Ö. 4'üncü bin yıl boyunca Doğu Anadolu ve Mezopotamya toplumlarında devletin oluşum sürecindeki esaslı değişiklikleri gösteren Arslantepe Höyüğü çevrim içi düzenlenen 44. Dünya Miras Komitesi toplantısında alınan kararla dünya mirası oldu.
Arslantepe Höyüğü'nün UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmesi kararında, kültürel gelenekler ve toplumsal değerlerin değişimi, hiyerarşi, sosyal farklılıklar ve ekonomik ayrıcalıklara dayanan yeni sosyal ve siyasi sistemlerin ortaya çıkışına tanıklık etmesi gibi üstün evrensel değerleri etkili oldu.
📸#officialturkishmuseums
Metin: #kulturportali,#tckulturturizm
#Turkiye #kulturportali #gezilecekyerler #malatya #arslantepe #unesco
Tumblr media
0 notes