Tumgik
#Özgürlük Sosyolojisi
benimpencerelerim · 3 months
Text
AHLAKIN SOSYOLOJISI
Ahlakın Sosyolojisi
Tumblr media
BESİM F. DELLALOĞLU
14 Nisan 2022
Bir toplumda çalışma yaşında olanların yaklaşık yüzde 15’i işsizse, çalışanların yüzde 45’i asgari ücretle çalışıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, emeklilerin büyük bölümü asgari ücretin altında ve açlık sınırının yaklaşık yarısı kadar bir gelire sahipse o toplum ahlak-sızdır. Toplanan verginin üçte ikisinin tüketimden alındığı bir topluma ahlak henüz uğramamıştır.  
Ahlaksız insan olur mu? Ya ahlaksız toplum? Bu tür sorulara cevap vermek kolay değildir. Zorluk, cevap bulmanın zorluğundan kaynaklanmaz. Öznenin kendini dâhil etmediği bir dünya için nesnel bir yargıda bulunmasının bizatihi kendisinin ahlaksızlık içermesidir asıl mesele. Dolayısıyla ahlak sorumluluktur. Kendi halinden, toplumun halinden, dünyanın halinden duyulan bir sorumluluk.
Genellikle ahlaksız insan ve ahlaksız toplum olmayacağını düşünürüz. Aslında pek de yanlış değil gibi gözükür bu değerlendirme. Çünkü eninde sonunda, iyi kötü, doğru yanlış herkesin bir ahlakı vardır. Herkes kendine göre bir ahlak evreni içinde yaşar. Ancak belli bir ahlak kavramına sahip olmak, belli bir ahlak evreninde yaşamak bir insanı, toplumu otomatikman ahlaklı yapar mı? Bence yapmaz. Çünkü meselenin ahlaklı olunup olmamasından öte, bir de sahip olunan ahlakın kalitesi sorunu vardır. Bunu tartışabilmek ise hiç de kolay değildir.
Ahlak ve Ahlakçılık
Sorumluluk içermeyen bir ahlakın ahlakçılığa dönüşmesi kaçınılmazdır. Ahlakçılık ise ahlak sahibi olmayı gerektirmez. Yani bir tür sorumsuzluk ahlakıdır ahlakçılık. Ahlakçılığın nesnesi, konusu hep başkalarıdır, ötekilerdir. Ahlakçılık başkalarının olmasını istediğimiz haldir ve toplumsal iktidar ağından beslenir. Ahlakçılık çoğu zaman çoğunluğun azınlığa olan baskısıdır. İşte tam da bu nedenle ahlakçılık aslında ahlak-sızlıktır. Ahlakçılık, öznenin kendisiyle eşit görmediğine yönelttiği bir dayatmadır.
Tek kişilik bir dünyada ahlak olur mu? Aslında hayır. Doğayı, diğer canlıları ve Cuma’yı saymazsak Robinson Crusoe için ahlak ne kadar geçerlidir? Bu son cümleyi içerebileceği bütün ahlak-sızlık risklerini göze alarak yazıyorum. Meramım beşerî bir evrende ahlaka işaret edebilmek. Bu anlamda ancak iki kişilik bir evrende ahlaktan söz edebiliriz. Çünkü ahlak diğerlerine yönelik sorumluluğumuzdur. Ahlak her birimiz için ötekilere yönelik davranışlarımıza dairdir. Elbette bu ötekilere tüm diğer canlılar ve hatta doğa da dâhildir. Ahlakı, hatta giderek hukuku bir mecburiyet haline getiren aslında toplumsal hayattır. Ötekilerin varlığıdır.
Ahlak kendimize yöneltmemiz gereken bir dayatmadır. Başkalarına değil. Ahlak bir özeleştiridir. İlkelere sahip olmak ve onlara uymaktır. Öz-erklik, yani otonomi tam da budur. En azından bu noktada artık Kant’a bir şapka çıkarmanın vakti geldi sanırım! Ama genelde pek çokları tam tersini düşünür ve yaşar. Özerklik, özgürlük, bağımsızlık bazı zihinlerde birbirine karışır. Özerk birey kendine özgü ilkeleri olan ama aynı zamanda onlara mümkün olduğu kadar uyan kişidir. Pek çokları bunun ikinci kısmını biraz hafife alır. Hatta bu ilkeleri kendine uygulamak yerine başkalarından hesap sormak için kullanır. Bu nokta tam da ilkelere sahip olmanın tek başına ahlaklı olmaya yetmediğini kanıtlar. İlkelere sahip olmak ama onları başkalarına uygulamak daha önce ifade ettiğim gibi ahlak değil ahlakçılıktır.
Teist, deist, ateist, agnostik, seküler, laik olmak ahlaklılık/ahlakçılık/ahlaksızlık ekseninde hiçbir şeyi garanti etmez ya da dışarıda bırakmaz. Bu beş sıfatı kendim kabullendiğim için değil, yaşadığım toplumda kendini öyle ifade edenler olduğu ve onlara ahlaki saygım nedeniyle kullanıyorum. Teist olmak ahlaklı olmayı garanti etmez. Ateist olmanız otomatikman ahlak-sız olduğunuz anlamına gelmez. Her tercihin ahlaklı, ahlakçı, ahlak-sız formları mevcuttur tarihsel olarak. Yaklaşık 57 yıldır bu hayatın içindeyim. Kişisel tecrübelerime göre şunu net bir biçimde ifade edebilirim: Benim tanıdığım komünistler, sosyalistler genel ortalamada İslamcılardan çok daha ahlaklılardır. Türkiye’de. Ama dediğim gibi bu söylediğim benim tecrübemdir. Bunun evrensel olduğunu iddia edemem. Bu, ahlaksız ateistler, ahlaklı teistler olmadığı anlamına da gelmez. Söylediklerim ancak belli bir zaman ve mekânda, belli öznel tecrübe açısından geçerlidir.
Komünist ve sosyalistler içinde teist olma seçeneğinin toplumsal ortalamaya göre daha düşük, diğer dördünün ise daha yüksek olduğunu ileri sürmek sanırım fazla iddialı bir önerme olmaz. Aynı şekilde İslamcılar içinde teist olma seçeneğinin toplumsal ortalamaya göre diğer dördüne göre çok daha fazla olması gibi. Bir teist için çoğu zaman öyle gözükse de deist, ateist, agnostik, seküler ve laik aynı şey değildir. Bunların hepsinin kendilerine göre bir ahlak anlayışları vardır. Ancak her birinin ahlak anlayışı diğerine göre ve özellikle de teiste göre farklılaşabilir.
Ahlakın İdeolojisi Yoktur
Ayrıca genel ya da en azından geniş bir insanlık mefhumuna sahip olamayanların bir ahlaka sahip olmaları da zordur. Çünkü mahalli, yerel, ideolojik ahlak olmaz. Ahlakı sadece kendi ideolojisinden olanlardan ibaret bir evren için geçerli sayan biri aslında çok özel bir biçimde ahlak-sızdır. Kendi köyünden, dininden, mezhebinden, ideolojisinden, hayat biçiminden olmayana her şeyi reva gören de ahlak-sızdır. Kendisi dürüst olmadan herkesten dürüstlük bekleyen, kendisi demokrat olmadan toplumdan demokrat olmasını uman ahlak-sızdır. Kendi hırsızlığını başkalarının hırsızlıklarıyla meşrulaştıran da ahlak-sızdır. Başkalarının giydiklerini veya giymediklerini ahlak konusu yapmak ahlak-sızlıktır. Örneğin, sürekli olarak kadınlar hakkında yargılayıcı bir şekilde konuşan bir erkek genellikle ahlak-sızdır.
Ahlak ilkeseldir. Kategoriktir. Vicdansaldır. Ahlakın ilkesi tek kişilik bir dünyada, uygulaması ikinci kişiden itibaren gündeme gelir. Ama bütün bunlar ahlakın aynı zamanda tarihsel, sosyolojik, hatta sınıfsal bir boyutu olduğunu göz ardı etmemizi gerektirmez. Aç olana, garibana ahlak sorulmaz. Bu anlamda ahlakın bile toplumsal, ekonomik konfor talep eden bir yanı vardır. Zenginler genellikle ahlak-sızdır. Sadece zenginliklerinin kökenindeki muhtemel ahlak-sızlıklar yüzünden değil. Daha çok içinde yaşadıkları toplumun, dünyanın içerdiği sefalete rağmen geceleri rahat uyuyabildikleri için. Komşuları açken, tok ve rahat uyuyabildikleri için. Sorumsuzlukları için. Aslında dünyanın mevcut halinden fakirlere göre daha fazla sorumlu olmalarına rağmen…
Ahlak-sız Toplum
Bir toplumda çalışma yaşında olanların yaklaşık yüzde 15’i işsizse, çalışanların yüzde 45’i asgari ücretle çalışıyorsa, asgari ücret açlık sınırının altındaysa, emeklilerin büyük bölümü asgari ücretin altında ve açlık sınırının yaklaşık yarısı kadar bir gelire sahipse o toplum ahlak-sızdır. Toplanan verginin üçte ikisinin tüketimden alındığı bir topluma ahlak henüz uğramamıştır. Gelir dağılımı eşitsizliği sadece iktisadi bir mesele değildir, aynı zamanda bir ahlak sorunudur.
Bir toplumda aşırı siyasallaşma, kutuplaşma var olan ahlakı da çürütür. Çünkü ahlaki ilkeyi uygulamayı layık bulduğunuz beşerî evren daraldıkça ahlaki evren de daralır. İyi olmayı sadece ailenize, yakın arkadaşlarınıza, partidaşlarınıza layık görüyorsanız ahlaktan tamamen kopmuşsunuz demektir. Bir toplumda iyilik ve kötülük ideolojik olarak kataloglanıyorsa o toplumda ahlak yoktur.
Ahlak içselleştikçe vicdan gelişebilir. Yerleşik toplumsal normların çerçevesini aşamamış bir ahlak ortamında bireysel vicdana, hatta toplumsal vicdana gerek yoktur. Bu durumda aslında bireye de gerek yoktur. Aslında böylesi bir sorumsuzluk ortamında suçun, günahın da bir anlamı kalmaz. Hukukun varlığını tescil eden kanunların varlığı değildir, sorumlu ve vicdanlı yurttaşların varlığıdır.
Sonuç olarak, ahlak üzerine konuşmak kolay, hatta cezbedici ama ahlaklı olmak zordur. Çünkü ahlak ahkâm kesmekle ilgili değil, eylemle ilgilidir. Sürekli ahlak üzerine konuşanlar genellikle en ahlaklı olanlar değildir. Ahlak üzerine konuşmaya başladığınızda, ahlakın dışına çıkma riskiniz yüksektir. Ahlakçılığa düşmeden ahlak üzerine fikir beyan etmek de oldukça zordur. Son paragrafta yapılan bütün değerlendirmelerden bu satırların yazarı da azade değildir. Ancak en azından ben bu sorunun farkındayım. Ahlak üzerine yazarken kendimle de mücadele ediyorum. Ama bu dünyada genelde ahlakın yanından geçmemiş ahlakçılar hükümran.
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Jineoloji nedir? Jineoloji ne demek?
Jineoloji nedir? Jineoloji ne demek?
Jineoloji (Kürtçe: jineolojî‎), kadın bilimi olarak da anılan, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın teorize ettiği feminizm ve cinsiyet eşitliğini içeren doktrin. Kürtçe kadın anlamına gelen “jin” kelimesinden türetilen jineoloji ‘kadın bilimi’ olarak tarif edilir. Jineoloji kavram olarak ilk defa 2008 yılında Rêber Abdullah Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisi kitabı ile gündemimize girmiştir. Jineoloji;…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kolej-postasi · 3 years
Text
ZİMAN, RÛMETÊN MİROVATİYÊ NE
Tumblr media
Ziman, nişana heyînê ye.
Zimanê civake kê xwe buna wê ye . civaka zimanê wê ne bê kesitîya wê nine. Heyina wê dûmahîya civakên  di ye, Siya kesên di ye.
Bi vê nêrinê hemu ziman rumetên mirovatiyê ne. Tacên serê mirovan ê. Şunde mayina zimaneki, şunde mayina mirovatiyê ye.
Ku ziman bi rengek i xweşik, bi dengek i zelal  u şêrîn ne we pêk anin, Ra yên mirovati yê kûr cîh na girin. Mirovatî nikare li kevneşopên xwe yên taybet xwedi derkeve. Di dirokê de hemû civakan serpihatiyên xwe, sitran, xewn û  ceribandinên xwe, bi zimanê xwe yê dewlemend  parastine,û gihandine neviyên xwe.
Ji ber ku nivîs demeke dereng belav bû ye , di serî de hemû wêje, bi devkî pêk hatine. heta demên nêzik ji ev rewş bi vi awayi berdewam bu ye.
Mîna  hemû gelan, Kurdan ji demeke dirêj wêje ya xwe, bi devkî pêk ani ye. Wêje ya wan, ya devkî gelek qaim bû ye û pêş keti ye.  Mirov dikare bê je ketiya nava vêjeyên sereke yên devkî.
Lê belê piştî nivisandin u xwendin pêş ket, wêje ya Kurdan  li hember wêjeyên di şun de ma.ji ber ku , li hemû herêmên dinya yê pirbûn û belav bûna dibistana, Wêjeya nivisandi pêşdebir. Lê mixabin, Li hemu parçên Kurdistan’ê dibistan, ne bi zimanê Kurdi û pişti demeke dirêj  hatine vekirin. Ya xirabtir, li gellek herêma Kurdi hate qedexekirin. Balkêşe ku; nemaze li der û dora dibistana axaftina Kurdi mina gunehek mezin hate dîtin.
Zarokên Kurdan beri ku fêri xwendin û nivisandinê bibin, mecbûr man e ku fêri zimanê serdesta bibin. Bi vê re ji, roj bi roj, gav bi gav ji çanda xwe, çirok û helbestên xwe, ji sitran û  serpihatiyên bav û kalên xwe dûr ketin e. Ji  ra yên ku  ji hezar salan ve stûr bû ne û gihane ber kemalê, qut bû ne. Mina  çiqil ê di nava avê de geh bi vir ve çû ne , geh bi alî yê dî ve.
Demeke dirêj, keseki derfet ne dit ku bi Kurdî bixwine, an ji binivise. Çiqas ku hinek xebatên kesane çê bûbin ji, veşartî ma ne û piraniya gel, nekari ye ji va xebata istifade bike.
Pêş de çûna teknoloji yê û zêde bûna navgînên ragihandinê, serdestî li serdesta kiri ye,derfetên xebata nivis û xwendina Kurdî zê de kiri ye.Li hemû parçên ku Kurd lê dijîn, pirtukên Kurdî tên nivisandin, Rewşenbirên xwedî berpirsyarî, ramanê xwe bi Kurdî tîn ên ser ziman.
Lê bi rasti, ev xebat hêji negihane sinorekî ku mirov bikare bêje valahîya holê  tijî di kê.
Nemaze li bakur, xwendin û nivîsandina Kurdî, gelekî şund e ma ye. Di nav bawermendên Kurd de ev rewş  hê xirabtire. Ne xwendin û nivisandin tenê, bi pirani axaftina Kurdi ji bi şunde avêtine.Heger mirov hinek xebatên piçuk cuda bikê, tê dîtin ku di nav bawermendên Kurd’de nivis û xwendina Kurdî gelekî kêm ma ye.
Bi rastî dûr ketina vê civakê ya ji nivîs u xwendina zimanê xwe,  tişteki gelek balkeş û ecêbe. Weke ku tê zanîn jî,  bingeha nivisa Kurdî, xwendin û şirove kirina Kurdî di medreseyên İslami yên Kurdistanê’de hatîye danin. Xebatên wêjeya Kurdî, di serî de ji medresan despêkirine. Heta ku medrese hatine qedexekirin ji, ev rewş berdewam bû ye.
Lê mixabin ku mirov li vê  rojê dinêre, tê ditên ku  dengekî  bi Kurdî, dengekî ku hêza xwe ji dewlemendî ya gotin û ramanên  zanyarên Kurd standî, di nav Kurdan de xwe nîşan  na dê. piranîya  bawermendên Kurd, ji nêrin, gotin, xebat û têkoşînên misilmanên Kurd, yê di dirokê de hatine û çûne, dûrin. Haya wa ji çanda  Kurdi, ya bi rengê İslamî pêk hati, nîne.
Ev kes bi gotin û biwêjên Tirk’î berê xwe didin Kurdan. Bi nêrinên ku  bi haveynê çanda Tirki meyine, di meyzênin pirsgirêkên gelê xwe. Ji ber ku, bive neve ji piçûktayiya xwe û pê ve li  van tişta fêr dibin. Di fêrgehên “İslamî” de ji, va gotina  di bihîzin,
Hate dîtin ku, Xebatê bi vi rengî, nêrinê bi vî awayi ne çareserî kî tine ji boyî Kurdan, ne ji têkoşîneka ku hêza xwe ji nêrinên İslamî standî ye , pêk tine.
Dive bê zanîn , xebatên ku Kurdan, ziman û çanda wan, êş û pirsgirêkên wan nedin berçavan, di nava Kurdan de pêş ve naçin.
Kesên bivên di nava gelê Kurd’de  xwe bidin pejirandin, dive  ramanên xwe, nêrinên xwe, çand û hunerên xwe, bi Kurdî binên ziman. Divê bidin nişan ku heyîna Kurdî, dewlemendîya çanda Kurdî, ji boyî wan ji giring e.
Ji ber vê yekî divê di serî de xwendin û nivîsa Kurdî li nav van kesan  belav bibe. Giringe   bi taybet, bavermendên kurd, , vî karî pêk binên. Çiqas bizor be jî, divê  xwe bidin ber vî barî. Jiber ku , pêşeroja  gelê Kurd, pêşeroja xebata İslamî ya di nava Kurdan de, bi vê yekê ve girêdayi ye.
Kurd, îro agahdarê mafê xwene. Kesek nikare êdi wa bi gotinan  mijûl bi kê.
Dive bê zanin ku  Kurd, têr bune ji  biratiyeka liser ziman qedexekirinê, li ser asimilasyonê, liser, koçberkirinê ava dibe.
Îro Kurd dizanên ku zimanê wan, çanda wan, serpêhatiyên bav û kalên wan newin parastin, bi dilek paqij newin pejirandin, biratî nayê tê wateyî.
Ev gel, westayê êş û tevkujiyên sedsalaye. Ev psikolojî heye ku xeletiya bi wa bide kirin. Pêwiste  bi fêhm kirinê, arikariya wan bê kirin, de ji xeletiyan dûr bikevin, di xeletiyan de winda nebin.
Kesên xwedî raman, xwedî gotin, xwedî hêz û zanîn ku li vê mijarê xwedî dernekevin, di demek kurt de wê pirsgirêk geleki mezin bibe. Ji ber ku kesên bi xewnê Kurdan bileyizên, hêvi û bêriyên Kurdan ji boyî armancên xwe bişixulînên, gelekin.
Ku rastiya mijarê ji aliyê bawermenda ve newê pejirandin, sibê wê mafê keseki nebe ku  li ser mijarê şiroveki bi ke. Mafê kesekî dê ne be ku çêtirdîtinên Kurdan rexne bike. Ji boyî pêşanîya, wan gunehkar bike.
MART 13, 2007 | HAKSÖZ*
BENGİN BOTİ | ZİMAN, RÛMETÊN MİROVATİYÊ NE
Tumblr media
5 notes · View notes
hevalenroje · 4 years
Text
Tumblr media
Jineolojî ve ekoloji - kadınların özgürlüğü ve doğa arasındaki bağlantılar
@InfoAgitacion, 26 Haziran 2020 tarihinde yazdı
https://makerojavagreenagain.org/2020/06/22/jineoloji-and-ecology-links-between-womens-liberation-and-nature/
Rojava'yı tekrar yeşil yap
makerojavagreenagain.org - Yayının yazarı hakkında 25 Haziran 2020
İdeolojimizi ve hedeflerimizi bir kampanya olarak tanımlayan Make Rojava Green Again adlı kitabımızı yayınladığımızdan beri, dünyanın dört bir yanından yapıcı eleştiriler ve teklifler yanı sıra birçok hevesli ve olumlu yorum aldık. Bunların arasında bir eleştirmenin büyük önem taşıdığını görüyoruz: kitabımızda kadınların kurtuluş mücadelesi ile ekolojik mücadele arasındaki bağlantı hakkında bir bölüm yok.
Aslında kitabımızda, ekolojik kriz ile sosyal kriz, kapitalist modernitenin sonuçları arasındaki bağlantıyı sunuyoruz ve ikincisine cevap bulmadan ilkini çözmenin neden imkansız olduğunu açıklıyoruz. . Demokratik ve ekolojik bir dünya kurmaya alternatif bir çözüm olarak Murray Bookchin tarafından geliştirilen teori olan sosyal ekolojiyi de öneriyoruz.
Fakat Rojava'nın dayandığı ve Kürt filozof Abdullah Öcalan tarafından geliştirilen sistem olan Demokratik Konfederalizm, üçüncü temel sütun ve Kadınların Kurtuluşu olduğu için ekoloji ve radikal demokrasiden daha fazlası. Ekolojik ve sosyal krizi çözmek için kadınların kurtuluşunun da bir gereklilik olduğuna inanıyoruz. Öcalan'ın sözlerini kullanmak için: "kadınlar özgür olmadıkça toplum özgür olamaz." Ve bundan da öte, aynı zamanda kadınların ezilmesinin ve aynı zihniyetin etkilenen doğasının, baskın adamınkinin olduğunu da belirtiyor. Bu, bu zihniyeti değiştirmeden her iki soruna da çözüm olmayacağı anlamına gelir ...
Rojava'nın kadın yapılarında çalışan iki üyemiz tarafından yazılan bir sonraki makale kitabımızdaki bu boşluğu doldurmayı amaçlıyor ve kadınların mücadelesinin ve ekolojik mücadelesinin neden bir olması gerektiğine bir giriş niteliğindedir.
Jineolojî ve ekoloji: kadınların özgürlüğü ve doğa arasındaki bağlantılar.
Rojava tüm dünyada kadın devrimi yaptığı için ünlendi. Toplumun her düzeyinde, kadın yapıları devrimin öncüsü olarak kabul edildikleri için sosyal, politik, kültürel, ekonomik ve askeri yaşamın ön saflarında yer alır. Amaç, kadınları dünyadaki toplumu özgürleştirmek için kurtarmaktır. 2012 yılında özerk bir bölgenin ilan edilmesinden bu yana, kuzeydoğu Suriye'deki kadınlar tüm siyasi kurumlarda eşit temsil, bir başkanlık sistemi, yeni haklar, merkezler ve akademiler aracılığıyla toplumda yeni bir statü kazanmıştır. kadınlar vb.
Ekoloji, demokratik konfederalizmin kurucu bir ilkesi olduğundan, Rojava ekolojik bir devrim olarak da bilinir. Ancak, Rojava devriminin bu iki yönü aynı kitapta iki bölüm olarak okunabilir mi? Bu Rojava'daki kadın devriminin yanlış anlaşılmasından kaynaklanacaktır. Eğer ideolojik temeline daha fazla bakarsak, kadınların kurtuluşuna dayanan bu devrim bizi dünyamızı ve doğamızı nasıl gördüğümüzü radikal bir şekilde tekrarlamaya davet ediyor.
Baskıların köklerine geri dönme: ataerkilliğin yükselişi ve ana tanrıça kültürlerinin ortadan kalkması
Rojava'nın kadın devrimi hiçbir yerden düşmedi. Kökleri, dünyayı yöneten kadınların tarihsel mücadelesinden esinlenen 40 yıllık Kürt kadın hareketinin tarihi ve deneyimine dayanıyor. Kürt hareketinin kadınları Abdullah Öcalan'ın desteği ve ideolojik rehberliği ile bugün Rojava'da gelişen kadın devriminin temellerini attılar: Kürdistan dağlarında kendi muharebe birimlerini, akademilerini, kendi partilerini, normlarını ve değerlerini vb. yeniden keşfetti.
Bu süreç aynı zamanda baskı, sömürü ve hiyerarşinin köklerini derinlemesine yeniden gözden geçirmenin yolunu açtı. Abdullah Öcalan, savunmasında 5.000 yıl önce Mezopotamya'da ataerkil toplumların ve devlet sisteminin ortaya çıkışındaki baskıcı sosyal yapıların kökenlerini Sümer devletinin durumu ile tanımlıyor. Ataerkil figürlerin (krallar, rahipler, savaşçılar) kadınların daha önce eski anaerkil toplumlarda tuttuğu toplumsal gücü giderek zayıflattığı yeni bir hiyerarşik sosyal düzen kuruldu. Şimdi, ekoloji bunu nasıl yapıyor? Anaerkil kültürlerin ortadan kalkmasında baskının kökeninin araştırılması, toplumun doğa ile ilişkisini vurgular. Anaerkil toplumlar, diğer şeylerin yanı sıra, doğayı kutsal kabul eden ana tanrıça kültürüyle karakterize edilir. Bu tür kültürlerde tanrı, ataerkil kültürlerde ortaya çıkan Tanrı figürleri gibi insanların kafalarında yüzen, bedensel bir varlık değildir. İnsanların etrafındaki her şey kutsallık ile doludur ve kutlanmayı hak eder. Aslında, geleneksel anaerkil kültürlerde, ilahi olanın doğa ve kültürde içkin olduğunu anlar ve bu yüzden her şey kutsal kabul edilir. Dünya dışında aşkın bir Tanrı yoktur, ama dünyanın kendisi ilahidir, yani ilahi kadınsı3. ve her şeyin kutsal kabul edilmesinin nedeni budur. Dünya dışında aşkın bir Tanrı yoktur, ama dünyanın kendisi ilahidir, yani ilahi kadınsı3. ve her şeyin kutsal kabul edilmesinin nedeni budur. Dünya dışında aşkın bir Tanrı yoktur, ama dünyanın kendisi ilahidir, yani ilahi kadınsı3.
Tanrıçaların birkaç figürü, insanları ve doğayı kapsayan bu bütünsel dünya görüşünü açıklar: Mezopotamya tanrıçası Innana-Ishtar, Mısır tanrıçası Nut, tüm Dünya Ana Yunan öncesi Helen'i doğuran evren tanrıçası mevcut. Gaia, Sanskritçe'de aynı zamanda "dünya" anlamına gelen, bir tanrıçanın adı olduğu için Hindistan Prithivi: "Bu ilkel Tanrıçalar, her şeyi kapsayan kadınsı anaerkil algıyı dokulandırıyor" 4. Bu Tanrıça geleneğine karşı, yeni ortaya çıkan ataerkil düzen, kutsal olanı doğadan çıkararak ve bundan böyle insanlar ve ilahi arasındaki tek bağ olduğuna inanılan rahiplerin eline alarak bu bütünsel dünya görüşüyle ​​kopar. Kadınsı kararsızlıkla ataerkil zihniyet, kadınların ve doğanın hakimiyetine zemin hazırladı. İnsani gelişmedeki bu "ikinci doğa", sosyalleşmenin doğası, biyolojik özleri ve çevrelerinden kaynaklanan "ilk doğası" ndan kopuktur. Güçlü olan için zenginleştirme aracı olarak doğayı gözden uzak tutan bu zihniyet değişikliği.
Baskıların kökenlerine ilişkin bu perspektif, kadınların kurtuluşu ve ekolojisi arasında ayrılmaz bir bağlantı yaratıyor: doğayı toplumun merkezinde kaçınılmaz olarak yayınlayan özgür bir toplum kurmak için ataerkil zihniyetini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir toplumsal devrim.
Yeni bir bilimsel yaklaşım: Jineolojî ve kaynakları.
Rojava devriminin amaçladığı bu zihniyet değişikliği, toplumu ve doğal çevreyi yeni gözlerle analiz etmeyi sağlayan yeni bir bilimsel yaklaşımın geliştirilmesini gerektirir. Bu ihtiyaca cevap vermek için kadın bilimi Jineolojî'ye ihtiyaç vardır.
Jineolojî, anaerkil toplumlarda hüküm süren bütünsel dünya görüşünü düzeltmeyi ve bilime uygulamayı önerir. Terim olarak, Jineolojî ilk olarak 2008 yılında, Abdullah Öcalan'ın demokratik bir uygarlık olan "Özgürlük Sosyolojisi" manifestosunun 3d cildinde yer aldı. Jin, Kurmancı'da kadın anlamına gelir, ancak yaşam anlamına gelen Jiyan kelimesiyle aynı köke sahiptir. Bu nedenle, Jineolojî sadece kadınların bilimi olarak değil, yaşamın, bir bütün olarak toplumun, varoluş kalitesinde ve kadınların bakış açısından referans olarak ele alınmalıdır. Bu bilimin amacı bilgiyi topluma yeniden bağlamaktır. Bilgi, soyut ve bağımsız bir toplum biçiminde gelişemez, ancak daima etikine cevap vermelidir,
Jineolojî çok çeşitli alanları kapsar: ekonomi, ekoloji, demografi, tarih, sosyoloji, etik ve estetik, sağlık, eğitim ve kendini savunma. Jineolojî'nin yöntemleri yaşamın tamamını kapsar ve bu nedenle, hem teori hem de uygulama olan yaşamın bu alanları arasındaki bağlantıları vurgular. Bu bakış açısıyla, ekoloji alanı diğerleriyle bağlantılıdır: çevresel konular sosyal, ekonomik, politik ve kültürel bağlamlarında etkilenmelidir. Çevreyi korumak, dünyadaki yaşam için bir tehdit oluşturduğundan, toplumun kendini savunması meselesidir. Bu anlamda, ekoloji "sosyal ekoloji" 5 olarak anlaşılmaktadır çünkü toplumun sorunlarını ele almadan ekolojik sorunları çözemeyiz.
Jineolojî bu bağlantıları ve bağlantıları kurmaya çalışır ve araştırma alanlarının ayrılmasına radikal bir şekilde karşı çıkar ve insanların ve doğanın tahrip edilmesine yol açan "keşiflere" izin verir. Nihayetinde kapitalist ve ataerkil baskıya fayda sağlayan sahte bilimsel tarafsızlığı reddediyor ve araştırma ve bilginin kadınların kurtuluşuna dayanan ekolojik ve demokratik bir toplum inşa etme amacına hizmet etmesi gerektiğini savunuyor.
Jineolojî hala emekleme aşamasındadır. Bununla birlikte, bu bütünsel düşünce şu anda Rojava'da farklı projelerle geliştirilmekte ve uygulanmaktadır:
Andrea Wolf Enstitüsü tarafından geliştirilen Crown Virus Krizinin yeni bir analizi olarak Jineolojî araştırma merkezleri tarafından üretilen yazılar ve yansımalar
Jinwar, halkın köyü
Jinifa Jin, geleneksel ve geleneksel tıbbı birleştiren Jinwar'daki bir sağlık merkezi.
Tıbbi bitkiler hakkında kadınlar tarafından bilginin geri kazanılması:
Makale notları:
1. Daha fazla bilgi için, Rojava Bilgi Merkezi kuzeydoğu Suriye'deki kadın hareketinin başarıları ve hedefleri hakkında kilit belgeler sunmaktadır: Kadınlar için temel ilkeler ve genel ilkeler. Rojava Jazeera Kantonunun Özerk Yönetimi. Kadın Komitesi Başkanı, 22 Ekim 2014. Kongreya Star ve komiteleri hakkında daha fazla bilgi edinin.
2. Kürt kadın hareketini daha iyi anlamak için Sakine Cansiz'in otobiyografisini, “Sara: Tüm Hayatım Bir Mücadeleydi”, Pluto Press'i okumanızı öneririz.
3. Eşitlikçi bir topluma giden yol. Anaerkil politika ilkeleri ve uygulamaları, Dra. Heide Goettner-Abendroth, "HAGIA Uluslararası Akademi" Winzer / Almanya 2007 tarafından düzenlenmiştir.
4. Aynı kaynak.
5. Sosyal ekoloji kavramına ilişkin ek okumalar: Bookchin, Murray, "Sosyal Ekoloji ve Komünalizm", AK Press, 2007.
kaynak makerojavagreenagain.org
6 notes · View notes
lolonolo-com · 5 years
Text
Aile Sosyolojisi Ünite-2
Aile Sosyolojisi Ünite-2
1-Frederic Le Play”in “Dini özgürlük ve bireysel mülkiyet ile güçlendirilmiş modern aile, hiçbir zaman olmadığı kadar hakiki bir toplumsal birim olarak ortaya çıkar” sözüyle aile ile ilgili en çok hangi konu üzerinde durmuştur? a) Modern aile b) Din c) Gelenek d) Bireysel mülkiyet Cevap:  d) Bireysel mülkiyet 2-Göçebe kabilelerde ve tarım topluluklarında…
View On WordPress
0 notes
sizekitap · 5 years
Text
Bauman ve Postmodernite
0
Bauman ve Postmodernite Ahmet Ayhan Koyuncu Çizgi Kitabevi Yayınları
Modernitenin önemli bir eleştirmeni olan Zygmunt Bauman (1925-2017), kimine göre postmodernitenin sosyoloğu kimine göre modernlikten kopmamış bir düşünürdür. Sosyolog Bauman’ı postmodern olarak nitelemek literatürdeki pek çok eserde görülmektedir. Ancak bize göre Bauman’ı bir postmodern düşünür olarak tanımlamak indirgemeci bir yaklaşımdır. Bu anlamda kendisi de postmodernite kavramının yanlış bir kullanım olduğunu, doğrusunun “akışkan modernite” olması gerektiğini ifade etmektedir. Bu tanımlama/durum, Bauman’ın fikri dünyasında meydana gelen değişim ve dönüşümlerin bir sonucudur. Bauman, yazınsal süreçlerde yaşadığı ya da izlediği modernleşme serüveninde akışkan sosyolojik bir seyir izlemiştir. Fikri muhayyilede akışkan sosyoloji gibi akışkan bir Bauman ile de karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Bu yönelim abartılı bir yaklaşım olmakla birlikte meselenin özünü yansıtıyor gibidir. Çünkü tecrübelerinin onun sosyolojik düşüncesinin temaları ve terkibi üzerinde etkisi olmadığını tahayyül etmek neredeyse imkânsızdır. Bauman, bu bağlamda 90 yıla yaklaşan uzun ömrüne pek çok eser sığdırmış ve Holocaust, modernite, postmodernite, kapitalizm, küreselleşme, özgürlük, yoksulluk, sosyal teori, kimlik, etik, akışkanlık ve belirsizlik gibi pek çok sosyoloji ile ilgilenmiştir. Bu çalışma, sosyolog Bauman’ın bu dolayımda yer alan postmodernite yaklaşımına dair giriş mahiyetinde bir kavramlar sosyolojisi olarak okunabilir.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/sosyoloji/bauman-ve-postmodernite/
0 notes
exxennews · 6 years
Text
Yarım kalan hayal Cumhuriyet köyleri
New Post has been published on https://www.bitarafhaber.net/yarim-kalan-hayal-cumhuriyet-koyleri/
Yarım kalan hayal Cumhuriyet köyleri
Mesudiye kaymakamlığı görevini yürütürken dönemin başbakanı Bülent Ecevit tarafından örnek bir Köykent projesinin hazırlanması ve uygulanmasıyla görevlendirilen Tekirdağ Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü Şafak Başa, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ideali, Bülent Ecevit’n hayali olan Köykent projesinin neden yarım kaldığını, proje tam anlamıyla hayata geçse Türkiye’de nelerin değişebileceğini anlattı.
Projenin temel amacının insanların doğduğu yerde doymasını sağlamak olduğunu belirten Şafak Başa’ya göre projeyi yeniden yaşama geçirmek mümkün. Uzun yıllar boyunca kaymakam ve mülkiye müfettişi olarak çalışan, Çin ve ABD’de yerel yönetimler konusunda akademik çalışmalar yapan, bu konuda yayımlanmış kitapları, doktora tezi bulunan Şafak Başa’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
– Köykent projesiyle nasıl tanıştınız?
Köykent projesiyle Ordu’nun Mesudiye ilçesinde tanıştım. Eski başbakanlardan rahmetli Bülent Ecevit’in talimatıyla bu projenin hazırlanması ve uygulanmasında görevlendirildim. Mesudiye Köykent projesi 2000 ve 2002 yılları arasında benim kaymakamlığım döneminde Mesudiye’nin 9 köyünde uygulandı.
Köyler canlandı
-Neden Mesudiye? Özel bir nedeni var mı?
Mesudiye Ordu’nun özel ve farklı bir ilçesi. Kaderine terk edilmiş, göç vermiş bir ilçe. Ormanları, meraları, tarım alanları kaderine terk edilmiş. Bu ilçenin yetiştirdiği insanlar, “Memleketimize nasıl katkı yaparız” düşüncesiyle, ortaya bir yerel demokrasi deneyimi olan Mesudiye Kurultayları’nı çıkarıyor. Bu organizasyon sayesinde Mesudiye öne çıkıyor. Proje uygulandıktan sonra insanlar daha uzun süre orada kalmaya başladı. Köylerimizde ciddi bir canlanma görüldü. Yaşam şartları düzeldi. Proje üç önemli saç ayağı üzerinden yürüdü. Altyapı hzimetleri, yol, içme suyu, kanalizasyon, temel haberleşme imkânları sağlandı. Ciddi manada vatandaşların hayatı kolaylaştı. Bir merkez köye sağlık ocağı, ilköğretim okulu, köy konakları, çocuk parkları gibi üstyapı hizmetleri götürüldü. Son olarak da kırsal kalkınmaya yönelik, ekonomik olarak insanları destekleyecek projeler geliştirildi. Başbakan özellikle kooperatifleşme üzerinde çok duruyordu. Bu köyleri bir kooperatif çatısı altında bir araya getirmek çok önemli. Biz de onu yaptık. 9 köyün üye olduğu tarımsal kalkınma kooperatifi aracılığıyla bir takım ekonomik faaliyetler yapılıyordu.
Tekrar alternatif olabilir
-Bu proje uygulanabilir mi? Türkiye’nin her yeri eşit şekilde kalkınabilir mi?
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen eğer tekrar seçilirse şehrin kırsal bölümünde bu projeyi uygulamak istediğini dile getirdi. Kendisine Köykent Projesi’ni yazan, çizen ve pilot olarak uygulayan biri olarak her türlü desteği sağlayabileceğimi söyledim. Türkiye’de büyükşehirler yaygınlaşıyor şu anda. 30 büyükşehir belediyesi var. Büyükşehirlerde kırsal alan sahipsiz kaldı. Her ne kadar bir gecede mahalle statüsüne sokulsalar da kırsal alanların sorunları ve göç devam ediyor. Köy tüzel kişilikleri de kaldırıldı, arazileri belediyelere geçti. Bazı belediyeler o arazileri satıyor. Kırsal alanda hala bir köy sosyolojisi egemen. Büyükşehir Yasası’yla beraber köy sosyolojisi üzerine bir kent hukuku uygulanmaya başladı. Bunun yarattığı sıkıntılar var. Herhangi bir kırsal mahallede uygulanan büyükşehir statüsüyle lüks bir ilçede uygulanan statü aynı. Bu nedenle ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bu da tarım ve hayvancılığın gerilemesine sebep oluyor. Büyükşehir belediyleri, tam manasıyla mahalle olamamış, şehirleşememiş ama büyükşehire dahil olduğu için köy tüzel kişilikleri kalkmış olan mahallelerimize Köykent projeleri aracılığıyla önemli yatırımlar yapabilirler. Ben Köykent projesinin tekrar bir alternatif olabileceğini düşünüyorum”.  Bizim bu projeyi uyguladığımız 9 köyün halkı “Eskiden komşuyduk, Köykent’le kardeş olduk” dediler.  
-Bu proje şehre göçü engeller mi?
Tek başına göçü engellemez ama en azından köylerin daha da boşalmasını durdurur. Köyde kalanları teşvik eder, şehre göçenlerin bir kısmının geri dönmesini sağlar. İnsanlar kentlerde yaşamaktan mutsuz. Doğdukları yerde doymak istiyorlar. Köykent projesi, köyüne dönmek için fırsat arayan insanlara alternatif bir yaşam sunabilir.
Yazık edildi bu projeye ama geç değil. Yeni Büyükşehir Yasası’yla buna artık Köykent diyemeyebiliriz ama Cumhuriyetimizin 95. yılını kutladığımız bugünlerde Atatürk’ün ideali olan Cumhuriyet Köyü olarak hayata geçirebiliriz. Kırsal alanlarda hâlâ ciddi bir nüfus yaşıyor. Bir süre sonra kırsalda tarım, hayvancılık, ormancılık yapacak insan bulamayacağız. Bunların Cumhuriyet Köyü projesiyle desteklenmesi gerekiyor.
Ecevit bize projeyi anlatırken köylülerin ekonomik manada bir araya gelerek birlikte hareket etmesini, bir güç olmasını önemsiyordu. Ama malesef Türkiye’de kooperatifçiliği yeterince önemsemedik. Kooperatifçilik Türkiye’de içi boşaltılmış ve kötüye kullanılmış bir kavram haline geldi.  CHP’li büyükşehir belediyeleri Atatürk’ün bu idealini, Bülent Ecevit’in idealini uygulayabilir. Sosyal demokrat belediyelerin kalıcılığı ve benimsenme oranı artar.
Her yer ranta açıldı
-Biraz da Büyükşehir Yasası’nı konuşalım. Ne getiriyor bu yasa? Daha doğrusu ne götürüyor?
Büyükşehir ile bütünşehir arasında bir fark yok. Türkiye’deki bütün tarım, orman, mera alanları tamamen büyükşehir statüsünü girdi. Eğer niyetiniz burayı korumaksa sorun yok ama buraları ranta açmaksa büyük tehlike var. Bu yasayla tarım alanları ve meralar imara açık hale geliyor. Buralar korumasız kalıyor. Ranta açarak belki oy desteğinizi artırırsın ama gelinen noktada, kirlenen dereler, yapılaşan tarım arazileri ve ciddi çevre sorunları ortaya çıkıyor. Bütünşehir esasen bugünkü iktidarın mantığına uygun çünkü  iktidar bugüne kadar rantı artırarak ve paylaştırarak iktidarını devam ettirdi. Bütünşehir yasası hizmet noktasında bir takım artılar sağlasa bile istenen her yerin ranta açılması tehlikesini de getiriyor.  Büyükşehir yasasıyla birlikte yerel yönetimlerdeki yerellik probleminin daha da arttığını görüyoruz. Çünkü ölçek çok büyüyor ve ölçek büyüdükçe yerellik azalıyor. Halkın yönetime katılması nostalji halinde kalıyor. Yerelleşme yaratalım derken yerelde merkezileşme sağlandı. Yerel demokrasiyi güçlendirmek için ilçe belediyelerinin mutlak suretle güçlendirilmesi gerek. Kırsal mahallelere tekrar tüzel kişilik verilebilir.
Oyumuzu kullanalım
-Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bir yerel seçim arifesindeyiz. Burada Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ve TESKİ olarak bir başarı hikâyesi yazdık. Diğer büyükşehirlere örnek olacak çalışmalar yaptık. Merkezi hükümetin yapması gereken hizmetleri bile belediye olarak yaptık. Lütfen vatandaşlarımız iyi düşünsün. Sosyal demokrat belediyelerin sayısını artıralım ki yaşam alanlarımız daralmasın. Çünkü bugün insanların en çok yaşamaktan hoşnutluk duyduğu yerler sosyal demokrat belediyeler. Çünkü sosyal demokrat  belediyelerin olduğu yerlerde özgürlük, dayanışma, kardeşlik üst seviyede. Oyumuzu kullanalım, sosyal demokrat belediyeleri destekeleyelim. .
Köylünün gücünü birleştirmek
– Köykent nedir?
Köykent yaklaşımı büyük önder Atatürk’ün ideal Cumhuriyet Köyü projesine dayanıyor. Fikir babası Mustafa Kemal Atatürk. 1932 yılında hazırlanan 1. Sanayi Planı’nda, köylerin kentleştirilmesini öngören kapsamlı bir kırsal kalkınma projesi hazırlanıyor. Proje birçok çağdaş hizmetin köylünün ayağına götürülmesini öngörüyor. Ancak o yıllarda uygulanamıyor, bir ideal olarak kalıyor. 1969 yılında ilk defa CHP’nin seçim bildirgesine giriyor. O dönemde kurulan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından bu proje geliştirilmeye çalışılıyor. En güzel tanımı CHP’nin 1973 yılında hazırladığı seçim bildirgesinde görebiliyoruz. Köykent, sadece kamu hizmetlerini, kırsal alanlara daha düşük maliyette, daha yeterli ölçüde ve daha çabuk götürmenin bir aracı olarak değil, köylüden başlayacak kalkınmanın temeli olarak görülüyor. Topyekûn kalkınmanın, kırsal kalkınmanın bir temel aracı olarak görülüyor. Asıl amaç köylünün gücünü birleştirmek, kırsal ekonomiyi canlandırmak. Yani insanın doğduğu yerde doyması hedefleniyor.
Seçim bildirgesine giriyor ama o yıllarda da uygulanamıyor. Köykent ideali yarım kalıyor ve Ecevit’in son koalisyon hükümeti döneminde tekrar gündeme geliyor.
Ecevit’in amacı projeyi pilot olarak başlatmak, Dünya Bankası’na götürmek ve alınacak destekle tüm ülkede uygulanabilir hale getirmek. Nitekim proje uygulandıktan sonra Dünya Bankası heyeti geldi, projeyi inceledi, başarılı ve uygulanabilir buldu. “Mesudiye’nin köylerini gezdiğimizde hayran kaldık” dediler ve Dünya Bankası hükümete bu projeyle ilgili ciddi bir kredi imkânı sağladı. Malesef 2002 yılındaki kriz ve hükümetin düşmesi sonucu Köykent projesi yine yaygınlaşamadan bir rüya olarak kaldı. Alınan kredi de iptal edildi ve bir daha da gündeme gelmedi.
Ergene’yi belediyeler kirletmiyor
-Şu an TESKi’nin başındasınız. Ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
Büyükşehirleri büyük şehir yapan idareler su ve kanalizasyon idareleridir. Bunlar sadece su ve kanalizasyon işlerini yapmak üzere kurulmuş, kendi tüzel kişilikleri, bütçesi, yönetim organları, gelirleri, çalışma usulleri olan idareler. Bu idareler gelirlerinin büyük kısmını yatırıma harcayabiliyor. Bu idareler kurulmadan önce toplanan para başka yerlere harcanıyordu.
Örneğin TESKİ de bu başarı hikâyelerinden biri. 3.5 yıldır TESKİ’nin başındayım. Kurulduğumuz günden beri 2 bin 500 kilometrelik altyapı çalışmasını tamamladık. Bin kilometrenin üstünde içme suyu, 1300 kilometrenin üstünde atık su ve 150 kilometre yağmur suyu altyapısını tamamladık. Yatırım hacmimiz 780 milyon lirayı buldu. Tekirdağ, içme suyu kalitesi olarak en iyi iller arasında. Kanalizasyona erişim oranı yüzde 92’yi geçti. TESKİ kurulduğunda atık su arıtma tesisi yoktu veya çok yetersizdi. Bugün bütün ilçelerde arıtma yapabiliyoruz. Tekirdağ’da mavi bayraklı sahillerimiz arttı. Denizlerimiz temizleniyor. Yerli uskumru 30 yıl sonra geri döndü. Bu çevre, gelecek ve Marmara adına bir sevinç, bir umut. Ergene Nehri’ne büyük ölçüde atık su bırakmıyoruz. Ergene kirleniyor ama artık Ergene’yi belediyeler kirletmiyor. Kimin kirlettiği aranıyorsa her gün çevre suçu işleyen sanayi tesislerine bakılmalı.
Kaynak: CUMHURİYET GAZETESİ
0 notes
guncelpdfindir-blog · 6 years
Text
Beden Sosyolojisi
Beden Sosyolojisi • İnsan ne oranda biyolojik-genetik ve ne oranda sosyo-kültürel bir varlıktır? • Bedenler toplumsal ve kültürel olarak olarak nasıl dizayn edilmektedir? • Çağdaş toplumlarda insan bedeni neden metalaştırılmakta ve bedene ne tür müdahalelerde bulunulmaktadır? • Siyasal iktidarlar kadar dinler ve ideolojiler neden insan bedenine çekidüzen vermek isterler? • Modernleşme, özgürlük politikaları neden kadın ve kadın bedeni üzerinden yürütülüyor? • Beden sosyolojisinin diğer disiplinlerle ilişkileri ve farklılıkları nelerdir? Beden sosyolojisi, sosyolojinin en yeni uzmanlık alanlarından birisi olup, bedenlerin toplumsal olarak nasıl oluşturulduğunu ve düzenlendiğini incelemektedir. Seksenli yıllardan itibaren sosy¬olojide bedene duyulan ilgi, neticede böyle bir disiplinin doğmasına yol açmıştır. Bedene duyulan ilgi, her şeyden önce sosyolojinin kendi gelişiminin bir parçası olarak görülmelidir. Sosyolojide bedene duyulan ilginin nedenleri arasında kamuda fiziksel sağlık ve iyilik alanına yönelim başat bir rol oynamaktadır. Bir başka deyişle tüketim çılgınlığı ve aşırı beslenmenin olumsuz neticeleri dolayısıyla insanlar vücutlarını yeniden şekillendirmek üzere diyet ve spora yönelmekte ya da kimyasallar kullanma ve estetik cerrahi yolunu tercih etmektedir. Böylece bedene çeşitli yollarla müdahalede bulunmaktadır. Müdahale biçimi ne olursa olsun bedenin çağdaş toplumlarda bir sorun olarak algılandığı açıktır. Bu noktada, hem genel anlamda hem de erkek ve kadın olarak insanın ne kadar biyolojik-genetik bir varlık olduğu, ne kadar sosyo-kültürel bir varlık olduğu tartışması ortaya çıkmaktadır. Sosyo-biyolojist yaklaşımı temel alan biyologlar, genetikçiler ve tıpçılar bedeni kendi doğası ve sınırları olan bir varlık alanı olarak tanımlarken, sosyolojist yaklaşımı temel alan sosyal bilimciler bedenin toplumsal ve kültürel olarak tümüyle inşa edildiğini savunuyorlar. Bu tartışma hala sonuçlanmış değildir ve zaman zaman da yeni araştırma bulgularıyla yeniden alevlenmektedir. Bedene çok-disiplinli bir yaklaşım gerekmektedir. Üstelik bedenin çoğul bir yapı olduğu da dikkate alınırsa, mülti-disipliner yaklaşım kaçınılmazdır. Beden sosyolojisi konusunda, elinizdeki edisyonu hazırlamaya kalktığımızda bunun farkında olarak, farklı disiplinlerde çalışan bilim insanlarına çağrıda bulunduk. Bir yıllık çalışma sonunda, yedi bölümden oluşan ve son derece zengin kay¬nakçaya sahip bu hacimli eser ortaya çıktı. Alanında ilk olma özelliği taşıyan eser, pek çok bilim insanının katkı ve destekleriyle biçimlendi.
Beden Sosyolojisi
0 notes
kolej-postasi · 4 years
Text
GENÇLİK FİZİKİ BİR OLAY DEĞİL TOPLUMSAL BİR OLAYDIR
Tumblr media
Hiyerarşik toplumda, tecrübeli yaşlıların gençler üzerinde kurduğu baskı ve ba­ğımlılaştırmadan da, önemle bahsetmek gerekir. Jerontokrasi diye literatüre geçen bu konu bir gerçektir.
Tecrübe yaşlıyı bir yandan güçlü kılarken, diğer yandan yaş­lılık onu gittikçe zayıf, güçsüz kılmaktadır. Bu özellikleri yaşlıların, gençleri kendi hiz­metlerine almaya zorlamaktadır. Zihin­lerini doldurarak bu işlemi geliştirmek­tedirler.
Tüm hareketlerini kendilerine bağlamaktadırlar. Erkek egemenlikli sistem, bu olgudan da büyük güç almaktadır. Onların fiziki güçlerini kullanarak dilediklerini yaptırabilmektedirler. Gençlik üzerindeki bu bağımlılaştırma günümüze kadar derinle­şerek devam etmiştir.
Tecrübe ve ideolo­jinin üstünlüğü kolayca kırılamaz. Gençli­ğin özgürlük istemi kaynağını bu tarihsel olgudan almaktadır. Yaşlı bilgelerden gü­nümüz bilim insanı ve kurumlarına kadar gençliğe stratejik, hassas denilen bilgilerin en can alıcı kısmı verilmez.
Verilenler daha çok onu uyuşturan ve bağımlılığını kalıcılaştıran bilgilerdir. Bilgiler verildiğin­de uygulama araçları verilmez. Sürekli bir oyalama değişmez bir yönetim taktiğidir.
Kadın üzerinde kurulan strateji ve taktik­lerle ideolojik ve politik propaganda ve baskı sistemleri gençler için de geçerlidir. Gençliğin her zaman özgürlük istemesi fi­ziki yaş sınırından değil, bu özgül toplum­sal baskı durumundan ileri gelmektedir.
'Ayyaş, toy, delikanlı' kavramları gençliği küçük düşürmek için uydurulan temel propaganda sözcükleridir. Yine hemen cinsel güdüye bağlamak, serkeşliğe çek­mek,ezbere katı doğmalara bağlamak,gençlik enerjisinin sisteme yönelmesini engellemek ve düzeni sağlamakla bağ­lantılıdır.
Tekrar vurgulamalıyım: Gençlik fiziki bir olay değil toplumsal bir olaydır. Tıpkı kadınlığın fiziksel değil toplumsal bir olgu olması gibi. Bu iki olay üzerin­deki çarpıtmaları kaynağına inerek açığa çıkartmak sosyal bilimin en temel görevi­dir.
Bu kapsama çocukları da almak gere­kir. Zaten kadını ve gençliği tutsak kılan, çocukları da dolaylı olarak dilediği sistem altına almış sayılır. Çocuklara hiyerarşik ve devletçi toplumun yaklaşımının çok çar­pık yönlerini açığa çıkarmak büyük önem taşımaktadır.
Çocukların anadan ötürü doğru temelde eğitilmemeleri, sonraki tüm toplumsal gidişatı çarpık ve yalancı kılar. Çocuklar üzerinde de muazzam baskı ve yalanlamaya dayalı eğitim sis­temi kurulur. Çok çeşitli yöntemlerle sistemin daha beşikten bağımlıları haline getirilmeye çalışılır.
'Yedisinde neyse yet­mişinde de o odur' deyişi bu gerçeği dile getirmektedir. Çocuklara doğal toplu­mun özgür yaklaşımı hep bir hayal olarak bırakılır ve bu hayallerini yaşamalarına hiç izin verilmez. Çocukları doğal hayalle­rine göre yaşatmak en soylu görevlerden biridir.
Uygarlığın büyük aşamalarından biri sayılan Yunanlılarda gençler resmen tec­rübeli bir erkeğe 'oğlan' olarak sunulurdu. Uzun süre bunun nedenini çözememiştim. Sokrates gibi bir filozof bile 'Önemli olan oğlanın sürekli kullanılması değil, efendisinden terbiye görmesidir' der.
Buradaki mantık, asıl gaye gençlerin oğlan olarak sürekli kullanılmasından ziyade, kadınsı özelliklere hazırlanmasıdır. Daha da açıklayıcı olarak, Yunan uygarlığı da karılaşan bir toplum ister. Soylu, asil gençler oldukça, bu toplum oluşamaz.
Bu toplumun oluşması için kadınsı davranış­ları içselleştirmeleri gerekir. Tüm uygarlık toplumlarında benzer eğilimler vardır. Oğlancılık bu toplumda çok yaygındır. Öyle bir hal almıştır ki, her efendinin oğlan sahibi olması gelenekselleşmiştir.
Oğlancılığı bir bireysel cinsel sapıklıktan, hastalıktan ziyade, sınıflı toplumun, ikti­dar toplumunun yol açtığı sosyal bir olgu olarak anlamlandırmak önemlidir.
Cinsel­lik ve iktidar uygar toplumda, toplumsal bir hastalıktır. Birbir­leri olmaksızın edemedikleri gibi birbirle­rini çoğaltırlar: Tıpkı kanser hücrelerinin çoğalması gibi.
Greko-Romen toplumunda kölelerin du­rumunun karıdan beter olduğu çokça bi­linen husustur. Sorun köle olmayan erke­ğin karılaştırılmasıydı. Ensest veya cinsel sapıklıktan, çifte cinsellikten bahsetmiyo­rum.
Psikolojik boyutları, hatta biyolojik nedenleri olan bazı olguları, bahsetmek durumunda olduğum olaydan ayrı değerlendirmek gerekir. Klâsik Yunan toplu­mundaki moda, her özgür genç erkeğin mutlaka bir sahibi, bir erkek partneri olmalıydı.
Genç tecrübe kazanıncaya kadar partnerin sevgilisi olmalıydı. Daha önce değindiğim gibi, Sokrates bile 'Bu olayda önemli olanın genç oğlanın çok kulla­nılması değil, o ruhu yaşamasıdır' diyor.
Buradaki zihniyet açık; kölelik toplumu özgürlük, onur ilkesiyle bağdaşmayaca­ğından, bu özellikler toplumdan silinme­liydi, çünkü toplumu tehdit ediyorlardı.
Doğruydu da, İnsan özgürlüğü ve onuru­nun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sis­tem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak durumundaydı.
Doğruydu da, İnsan özgürlüğü ve onuru­nun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sis­tem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak durumundaydı.
Şüphesiz Greko-Romen kültürü bu mis­yonu tamamlayamadı. İçte özgür felsefi okullarla gelişen Hıristiyanlık, dışta ise et­nisitenin ardı arkası kesilmeyen saldırı ve başkaldırıları toplumu başka durumlar­la yüz yüze bırakacaktı.
Maddi kültürün her şey olmadığının, her şeye gücünün yetmeyeceğinin işaretleri de az değildi. Toplum ancak kapitalizmde 'oğlancı­lığa' hiç gerek duyulmadan da karılaştırılabi­lecekti.
Modernitenin ideolojik tekeli olarak liberalizm,bir yandan görüş enflasyo­nu yaratırken,öte yandan en büyük vurgunu enflasyonda yaptığı gibi,görüş enflasyonunda da işine en yarayan­ları kullanıp medyası aracılğıyla zihinleri bombardımana tabi tutarak azami sonuç almaya çalışır
Görüş tekelini sağlama al­mak, ideolojik savaşının nihai amacıdır. Temel silahları dincilik, milliyetçilik, cin­siyetçilik ve pozitivist din olarak bilimci­liktir. İdeolojik hegemonya olmadan, sa­dece siyasi ve askeri baskıyla moderniteyi sürdürmek olanaklı değildir.
Dincilik yo­luyla kapitalizm öncesi toplum vicdanını kontrol etmeye çalışırken, milliyetçilik yo­luyla da ulus-devlet vatandaşlığını, kapitaliz­min etrafında gelişen sınıfsallıkları kont­rol edip denetim altında tutar.
Cinsiyetçi­liğin hedefi, kadına nefes aldırmamaktır. Hem erkeği iktidar hastası yapmak, hem de kadını tecavüz duygusu altında tut­mak cinsiyetçi ideolojinin etkili işlevidir.
Pozitivist bilimcilikle akademik dünya­yı ve gençliği etkisizleştirirken, sistemle bütünleşmekten başka seçeneklerinin olmadığını gösterip, tavizler karşılığında bu bütünleşmeyi sağlama alır.
Temmuz 20, 2020 | Yöntem ve Hakikat Rejimi* | Özgürlük Sosyolojisi
ABDULLAH ÖCALAN |  GENÇLİK FİZİKİ BİR OLAY DEĞİL TOPLUMSAL BİR OLAYDIR
Tumblr media
0 notes
hevalenroje · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Özgürlük sosyolojisi
1den 11. Kadar kısım sırası ile okunmanızı öneririm konu bütünlüğü için
3 notes · View notes
raperinagel · 4 years
Text
Aşkın sosyolojisinden damlalar; Toplumsal aşklar özgür eş yaşama
Aşkın sosyolojisinden damlalar; Toplumsal aşklar özgür eş yaşama
  İKTİDARLAR KARI VE KOCALIĞA GÖTÜRÜR!
Günlerce bu yazıyı nasıl yazmam gerektiği üzerinde yoğunlaştım. Özgür Eş Yaşamda Aşk gerçekliği, Aşkın Sosyolojisi konusunu nasıl yazabilirdim, anlatabilirdim? Aşkın çok farklı bir anlam ve yeni bir boyut kazandığı özgürlük mücadelesindeki yaşamın öğrettiklerini, kazandırdıklarını nasıl ifade edecektim? Okuduğum kitap ve yazarlar üzerinden teorik bir yazı…
View On WordPress
0 notes