#hikaye blog
Explore tagged Tumblr posts
sahnearkasi · 3 months ago
Text
hikayemin sonu | bir.
Hayatın bu kadar güzel olduğunu çok yenilerde öğrendim ben. Evet, yine bir gideri vardı ve güzeldi ama bu kadar olduğunu yeni öğrendim. Ağaçlar yeşil, gökyüzü mavi amenna ama yürürken ansızın durup ciğerlerini havayla doldurup o havanın serinliğini hissetmeyi yeni öğrendim ben. O serinlikte kişisel huzurumun gizli olduğunu yeni sezdim. Ne zaman başladı olanlar olmaya ve benim aklımı başıma getirmeye, tam olarak bir gün veremesem de bundan aslında yıllar öncesiydi. Temeli doğuştan saflığımı görmezden gelip kendimi akıllı sandığım ama aslında enayiliğe kaçacak bir iyi niyet beslediğim yıllardı. Aşkı hep uzakta arardım ve bir gün zengin olacağıma inanırdım. Zengin oldun mu derseniz, zenginlik aslında nedir derim. Zamanla kelimelerin anlamlarının değiştiğine şahitlik ettim. İnsanların değiştiğini görmekten çok daha iyi olsa da en acısı insanları hiç tanımadığınızı fark etmekti. Bu geç fark ediş de aslında kibrimde boğulup kendime yakıştıramadığım enayiliğimdendi. İnanın, gerçek bir enayilik bu. Saflık diyerek yumuşatmaya hiç niyetim yok. Çünkü siz kendinize acısanız da size acımayan başka birileri elbet çıkacak karşınıza ama eğer kendinizin en ağır eleştirmeni ve dürüstü olursanız hiçbiri çıkamaz karşınıza. Kulak verin sözlerime. Bundan yıllar önce birileri bana bunları söylemiş olsaydı size bugün çok daha farklı bir hikaye anlatabilirdim. Bi ihtimal anlatacak bir hikayem de olmayabilirdi ama işte nasılsa “yaşadığım her an aleyhime bir delil doktorların ve devletin nazarında”.
24 notes · View notes
lynnsdarkuniverse · 12 days ago
Text
Kendime gelirken yoruldum. İşte, bütün hikayem budur.
19 notes · View notes
penaber · 2 months ago
Text
Bana Sağır olanlara,
Dilsizim bundan Sonra…
.
39 notes · View notes
ayggsegul · 5 days ago
Text
Genç İhtiyar
“Yaşlı bir adamım ben.
Bir deri ceketim var, bir de kağıtlarım.
Çok şeyler yazıyor kağıtlarımda. Hep yanımda oluyorlar, elime bir kalem geçtiği gibi doluyorlar. Soluklanmadan, karalarcasına yazıyorum genelde. Yanımdan insanlar geliyor, insanlar geçiyor. Ne yazdıklarımı soruyorlar.
“İnsanlar” işte. Ne yazdıklarımı soruyorlar…
Kafamın içinde dev bir orkestra var, fakat her bir üye farklı bir şarkının notalarını takip eder; ben de deliririm, diyemiyorum.
Saatler süren bir yaz yağmuru altında sırılsıklam olmuşum, hastalanmışım, boğazlarım ağrıyor; dayanamayıp bir banka oturmuşum, ağlıyorum, diyemiyorum.
Yüzümde çıkan sakallarıma artık aklar düşüyor, yaşlanıyorum, ölüm yaklaşıyor, ama ben dehşet içerisinde kalakalıyorum, korkak olduğum için kaçmak istiyorum, diyemiyorum.
Elinden balonu kaçan bir çocuğu gördüm, çok duygusalım, çocuk ağlıyor ve ben de öylece ona bakıyorum; şu az ilerideki kırmızı tişörtlü çocuk, diyemiyorum.
Bunların yerine hafif mahcup bir tebessümle “Öylesine yazıyorum işte,” diye cevaplıyorum insanı. Öylesine yazmıyorum, fakat 60’ıma merdiven dayamış ihtiyar bir adamım ben.
Çok yormasınlar beni…”
Tumblr media
9 notes · View notes
mistikadiin · 6 months ago
Text
Çok ısrar edinilmesini sevmem, tekrar tekrar açılan konuları kapatmak için bahaneler ararım, beni yönetmeye çalışıldığını hissettiğim an ise sinirlenir o günü zehir ederim. Kusura bakmayın ama huyun kurusun diyenler; gözümde değerinizin olduğunu nereden çıkardınız?
28 notes · View notes
kalemineiyibak · 3 months ago
Text
Son Sinyal
Işıklarım yanıp sönüyor; bu, aktif olduğumu, çalıştığımı gösteriyor. Şu an bana bakıyorlar. Bensiz idare edemeyeceklerini biliyorum, artık bu dünyadaki en büyük, en gerekli obje benim. Adım: Modem. Ben varsam insanlar İnternete bağlanabiliyorlar, onlara Wi-Fi kolaylığı ile sınırsız bir İnternet'te gezinme imkanı sağlıyorum. Ama bugün çok yorgunum. Evinde bulunduğum insanlar, bir dakika olsun dinlenmeme izin vermiyorlar. İnsan bir tuşuma basar, kapatır ya da fişimi çeker. Benim de dinlenmeye hakkım var! Öksürüyorum, başım ağrıyor. Pencereyi açık bırakan sahibim, benim de hastalanabileceğimi düşünemedi tabii. Öksürüğümü işitsinler diye canhıraş bir halde öksürüyorum. Dönüp bakmıyorlar, beni duymuyorlar. Şimdi yapabileceğim en iyi şey: hastalandığımı fark etmeleri için bağlantılarını kesmek!
Sinyal yok, sinyal yok, sinyal yok... Gözüm seğirir gibi yanıp sönen ışığımı nihayet fark etti. Bana yaklaştı, tuşuma tekrar bastı. Sinyal vermediğimi görünce fişimi çekip tekrar taktı. Kendimi tamamen kapattım. Şaşırdı, başıma sert bir hücumla vurdu. Çalışmadım. Hiçbir tepki vermedim. Üzüldü, sinirlendi, karşımda karmaşık duygular yaşarken ben sakindim.
Telefonla birilerini aradı, sinirle konuştu, oralı olmadım. Yorgunum ve dinlenmem gerekiyor. Bir süre hayatına ben olmadan, İnternete bağlanmadan devam edebilir bence. Yapamıyorsa telefonundan bağlanmayı denesin. Her şeyi de ben düşünemem ki canım!
Karşımdaki sandalyeye oturup bu kez teknik servisi aradı. Aman Allah’ım! Korktuğum başıma geldi! Beni yine inceleyip söküp orama burama dokunacaklar. Dokundurmam! Dişi bir modemim ben, bu bir taciz! Ne yapsam, dinlenmekten vazgeçip çalışmaya devam mı etsem? Bu bana dokunacak olmalarından daha doğru bir seçim. Gözlerim seğirir gibi ışıklarımı yeniden açtım, sahibime göz kırptım. Beni çalışır vaziyette görünce heyecanlandı, yerinden kalktı, yanıma geldi. Telefonuna baktı, bağlı işaretini görünce coşkuyla yerinde zıpladı. Teknik servisten kurtardım. Bir kez daha başıma vurdu, aferin dostum der gibi bir edayla. Beni anlamaya çalışmak hiç yok zaten! Varsa yoksa kendisi! Yine sinirlendim, bir an evvel kendimi kapatmalıyım; yine... Tamamen kapandım, duraksadı, sinirlendi. Üstüme doğru geldi, beni kıracak sandım. Bir hışımla odadan çıktı, dış kapıyı sinirle çekti ve gitti. Saatlerce bekledim, gelmedi. Duvar saatinin tiktakları yalnızlığımı gidermeye yetmedi. Bir o kadar endişe ve korkuyla beklemeye başladım ve nihayet kapının kirişinde anahtar sesi duyuldu. Aman Allah’ım! Yalnız değil! Bana duyduğu öfke, onun benden tamamen vazgeçmesine yol açtı. Elinde yeni bir modemle bana bakıyor. Şimdi beni yerimden alacak ve yerime bir başkası geçecek. Gözyaşlarım düştü, o yine ışıklarımdan biri yandı sandı. Uzun süre bakıştık. Gözyaşlarımı fark etmesi için dua ettim. Fark etmedi. Şu insan denen canlı, her türlü şeyin empatisini yaptığını söyler durur; hüznü neden anlayamaz? Gideceğimi ve ayrılacağımızı anladım. Yorgunluklar aşkın en derinine dahi tahammül gerektirmiyordu. Kablolarımı söktü, son bir derin nefes aldım, bunu da fark etmedi ve beni çıkarıp koltuğun üstüne bıraktı. Boynumu büktüm. Ağlar, örümcek ağı kapladı bedenimde; İnternet ağırlığı çöktü bir de. Derin uykuya daldım...
10 notes · View notes
yildirimkemalsworld · 2 months ago
Text
Natascha KAMPUSCH
Tumblr media
Natascha KAMPUSCH
“Ben 18 yaşındayım daha.”
23 Ağustos 2006’da Avusturya’nın Deutsch-Wagram kasabası sakinleri caddede bir şeylerden kaçar gibi koşan bir kız gördüler. 18 yaşlarındaydı, öğlen vakti korkulu gözlerle yarın yokmuşcasınakoşuyordu.
Dakikalar sonra durdu ve yürüyen insanlardan yardım istedi, durumun acil olduğunu polisi aramaları gerektiğini anlattı ama insanların gözünde aklı dengesini yitirmiş saçmalayan birisiydi o yüzden önemsenmedi. Ona kimse yardım etmedi.
Genç kız tutacak bir yardım eli bulamayınca Hemen ilerdeki ev, IngeT, diye bilinen 71 yaşındaki birisinin eviydi. Genç kız kapıyı çaldı ve “Ben Natascha Kampusch, kaçırıldım hemen polisi aramalısınız.” dedi.
Ev sahibi kıza inanmıştı, çaresizliğini gözlerinden okuyabiliyordu. Ekipler kendilerine 13:04’te ulaşan çağrı çareyi yakınlardaki evlerden birisine gitmekte buldu. sonrasında hemen eve geldiler.
Natascha Kampus’un üzerinde yara izleri vardı. Yüzü oldukça solgundu, büyük bir sağlık sorunu görünmese de bir hayli zayıftı. Onun hikayesi oldukça sarsıcıydı, Natascha tam 8 yıl önce kaçırılmış ve kaçtığı güne kadar hücre benzeri bir yerde yaşamak zorunda kalmıştı. Kaçırılmadan önce yani 10 yaşlarındayken sahip olduğu ağırlıktaydı.
8 yılda boyu 15 cm uzamıştı. Genç kızın Natascha Kampus olduğu yapılan dna testleriyle onaylandı. Sabine Freudberger, Natascha ile konuşan ilk polis memuruydu. Natascha ile olan ilk temasında dikkatini sadece bir çekmişti: Natascha’nın zekası. Natascha esareti süresince eline geçen her şeyi okumuş, kısıtlı kanalları çeken bir radyoyu dinlemişti.
Natascha Kampus 1988’de Viyana’da dünyaya gelmişti. Bu karanlık ve etkileyici hikayenin kahramanı ailesinin boşanması sebebiyle stresli bir çocukluk dönemi geçirmişti.
Natascha kaybolmadan önce annesiyle yaşıyordu. 2 tane de ablası vardı. Kaçırılmadan bir gün önce 1 Mart 1998’de babası Koch ile beraber gittiği tatilden dönmüştü. Tatil için seçtikleri yer Macaristan’dı. Natascha1 Mart günü planlanan saatten biraz daha geç bir saatte eve geldi. Bu gecikme annesiyle ufak bir tartışma yaşamasına sebep oldu. Anne kız bir süre atıştılar.
2 Mart 1998 sabahı Natascha okula gitmek için evden çıkmış olsa da aslında 8 yıllık esaretine ilk adımını attı. Annesi ise evden kızına seslenmiş ve geceden kala küslüğe son vermek istemişti ama Nataschadurmadı ve yoluna devam etti. Nasıl olsa saatler sonra annesini yeniden görecekti ama olmadı.
Öğretmenleri o gün Natascha’yıokulda göremedi. Ailesi durumu öğrendikten sonra polise haber verildi. Tek bir tanık vardı: O da iki adamın Natascha’yı beyaz bir minibüse bindirdiğini söyleyen 12 yaşındaki bir öğrenciydi. Polisler elinde bu detaydan başka hiçbir bilgi yoktu Natascha o gün dersine yetişmek için aceleyle evden ayrılmıştı.
Hızlı adımlarla okuluna giderken omzuna uzanan bir elin sıcaklığını hissetti. Gözlerini açtığında “seni kaçırdım, ailen fidyeyi ödeyince serbest bırakacağım.” Diyen bir adamla aynı arabada olduğunu gördü. Yarım saat süren yolculuk bir evin garajında son buldu. Natascha dolabın arkasına gizlenmiş 5 metrekarelik bir odaya bırakıldı. Betondan yapılmış çelikle güçlendirilmiş bu oda uzun yıllar Natascha’nın evi olacaktı. Odada bir pencere yoktu, dışardaki sesin içeriye, içerdeki sesin dışarıya ulaşmadığı yalıtımlı bir yerdi.
Merdivenlerin altındaki bu yer oldukça karanlık kasvetli bir yerdi. Geçen ilk 6 ayda odadan bir kez bile çıkmasına izin verilmedi sonraki 1 senede geceleri bu odada gündüzleri de evde kalmaya başladı. Onu kaçıran isim Wolfgang Přiklopil’di Geceleri ve Wolfgang’ın işe gittiği saatlerde Ntasacha’nın gizli odadan çıkması yasaktı. Wolfgang Natascha’nınkendisine sahip demesini istiyordu.
Diğer taraftan polisler her şeyden habersiz, ellerindeki az bilgiyle arama çalışmalarına devam ettiler. O dönem Fransız seri katil Michel Fourniretgündemdeydi. Natascha birkaç gün önce Macaristan’dan döndüğü için aralarında bir bağlantı olabileceği düşünüldü.
Wolfgang’ın iş ortağı eve geldiğinde, Natascha’yı görmüş hal ve hareketlerinden gayet mutlu olduğu izlenimine varmış ve hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Wolfgang Natascha’yı ölümle tehdit ediyordu, herhangi birisine olanları anlatması durumunda ikisini de acımayacağını söylüyordu.
Natascha ilk zamanlar sadece belirli radyo programlarını izleyebiliyorken daha sonra evin her köşesine gidebilmeye ve televizyon dahi izlemeye başladı Natascha’nın kaldığı oda özenle hazırlanmıştı, Wolfgang onu burada uzun yıllar alıkoyacağını kafasında kararlaştırdığından her şeyi düşünmüştü. İkisi de her sabah erken kalkıp kahvaltı ettiler.
Wolfgang aldığı kitapları Natascha’yaverdi, bu sayede Natascha 8 yılda kendi kendini eğitti. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra verdiği ilk ifadede şunları söyledi: “O evde kaldığım 8 yılda, hiçbir şeyden geri kalmadığımı hissediyordum.
Kendimi birçok şeyden sıyırdım, hiç sigaraya başlamadım, içmedim ya da kötü bir şirkette para için zamanımı heba etmedim. Şunu da söylemelimorası kesinlikle umutsuzluğa kapılacağınız bir yerdi.” Onun hikayesi diğer benzer hikayelerden farklıydı.
Natascha, özgürlüğünü elinden alan adama kin beslemiyordu. Zamanın çoğunu ev işi yaparak ve yemek hazırlayarak geçirdi. Daha sonra danışmanı Ecker’a o dönemlerde çok fazla dayak yediğini, bu sebeple yürümekte zorlandığı anların olduğunu söyledi. Wolfgang ona evin kapı ve pencelerinde patlayıcıların ve bubi tuzaklarının olduğunu söylemişti.
Belinde bir silah taşıdığını bu yüzden kaçma teşebbüsünde bulunmamasını tembih etmişti. İkili birkaç kez markete bile gitmişti. O günlerden birinde Natascha gülümseyerek, kayıp ilanı fotoğrafındaki gibi görünmeye çalışmış ama bu planında başarılı olamamıştı. Kasiyer onu tanımamıştı.
23 Ağustos 2006 günü Natascha, Wolfgang’in aracını temizlemek ve bahçeyi süpürmek için dışarıya çıktı. Gölgesi gibi onu takip eden Wolfgang’te yanındaydı. Daha sonra Wolfgang’ın telefonu çaldı. Süpürge sesi karşı taraftan gelen sesi duymasını engelliyordu. Sessiz bir yere geçmek için oradan ayrıldığı sırada, Natascha var gücüyle kendini sokağa attı ve koşmaya başladı. 200 metre koştu çitlerden atladı insanlardan yardım istedi ve en sonunda amacına ulaşıp, özgürlüğe yeniden kavuştu. Wolfgang Natascha’ya 1 yıl evvel şunları söylemişti: “Eğer yaptığım şey ortaya çıkarsa polisler beni asla canlı yakalayamayacaklar. Dediğini yaptı, Natascha kaçarken o sadece arkasından baktı, hiçbir çaba göstermedi. Kafasını toplayıp biraz düşündükten sonra da Viyana’daki Wien Nord tren istasyonuna doğru yola çıktı.
Burası her şeyin bittiği yer olacaktı. İstasyona vardığında gelen ilk treni gördüğünde bu anlarının son anları olduğu biliyordu. Düşünmeden kendini raylara attı ve hayatına son verdi. Çek kökenli Wolfgang Priklopil1962’de doğmuştu. Uzun yıllar bir telekomünikasyon şirketinde teknisyen olarak çalışmıştı. Bir iş ortağının kız kardeşiyle bir ilişki yaşadığı ve bu ilişkinden bir kız evladı olduğu iddia edildi ama doğrulanamadı.
Sicil kaydı temizdi. Ekipler eve gidip inceleme yaptıklarında, 1980’lerden kalma Commodore 64 olduğunu gördü. Yakın bir zaman önce Çek vatandaşı olup ülkeyi terketmeplanları yapıyordu. giderken yanında Natascha’yı da götürecekti ama o gün plan değişti. Ekipler Wolfgang’ın bir suç ortağı olup olmadığını uzun bir zaman araştırdılar ama hiçbir kanıt bulamadılar.
Natascha’da başka bir isim görmemişti, bütün plan tek bir kişiye Wolfgang’a aitti. 3096 gün esaret altında yaşayan Natascha, Wolfgang’iöldüğünü öğrenince ağlamaya başladı. 8 yılın sonunda ona sempati duymaya başlamıştı. Natascha morga gidip onun için bir mum yaktı. Bu durum bir nevi Stokholm Sendromuydu. O ise yıllarca bu sendromu inkar etti. Psikologların onunla ilgili çıkarımlarda bulunmasına kızdı bağırdı isyanlar etti. Karmaşık ilişkisi hakkında bilgilerinin olmadığını, bunun kendisi adına saygısızlık olduğunu hayatını analiz etme hakkını kimseye vermediğini söyledi. Wolfgang’ın ona çok kibar davrandığını anlattı.
Natascha kaçtıktan anca aylar sonra ailesiyle görüşmesine izin verildi. Uzun bir zaman kimseyle görüşmesine izin verilmemişti. Onu korumak adına sadece doktorlarla görüşmesine müsade edilmişti. Natascha yeni hayatında kendini hayvan haklarına adadı. Birçok hayvan derneğine üye oldu ve sözcülük yaptı.
2016 yılında Alman Bild gazetesine verdiği röportajda oldukça ilginç sözler sarfetti: “Bazı günler esir tutulduğum eve gidip kalıyorum, ayrıca çantamda hâlâ Wolfgang’infotoğrafını taşıyorum.” 2013 yılında Natascha’nın esaretini anlatan 3096 isminde bir film çekildi.
Natascha Kampusch, kaçışından bu yana yaşadığı travmayı üç başarılı kitaba dönüştürdü. İlki onun yakalanmasını anlattı; ikincisi, iyileşmesini. Üçüncü kitabı, Kampusch’un son yıllarda hedef haline geldiği çevrimiçi zorbalığı tartıştı.
Garip bir şekilde kendisini esir alan kişinin evini ona miras kaldı ve kendisi o eve bakım yapmaya devam ediyor. “Bana yöneltilen nefreti görmezden gelmeyi ve sadece güzel şeyleri kabul etmeyi öğrendim.”
6 notes · View notes
sonkibrit2010 · 5 months ago
Text
Özgürlük sevgiliye köle olmaktır.
İskender Pala-Aşk Hikayesi
Sayfa-231
13 notes · View notes
soolipsistt · 7 months ago
Text
Bugün günlerden, yine kalıbıma sığamama günü sanırım... 
Pazar günü insanlar ne yapar? Aile büyükleri varsa ziyaret eder, imkanı varsa pikniğe gider, yalnızsa kafede takılır, hobi edinir, kitap okur, çay demler, müziği de çayına karıştırıp içer, hiç biri yoksa dinlenir...  Sanırım... 
Genetik lanetim sabah 05:00da gözümü açmak maalesef. Sabah 4te mi yattım? 1 saat sonra ayaktayım, bunu düzeltemiyorum, o yüzden tek çarem gece 1den önce yatabilmek... 
Ev ahali de 10:00dan önce kalkmıyor, o da benim zorlamamla. Bazen yaşayıp yaşamadıklarını nefes alıp veren göğüs hareketlerinden anlıyorum... Bu da ayrı bir takıntı... Takıntılar başka hikaye konusu... 
Neyse... 
Tabiri caizse hayvanlar gibi çalıştığım bir haftanın sonunda uyumam gerekir, ya da kafayı boşaltabileceğim bir aktivite... Son zamanlarda kitap okuyorum, olmuyor, sanki sayfalarda dolanan gözlerim ile beynim arasında bir iletişim eksikliği var. Okuduğumun farkındayım fakat kelimeler gözümden zihnime çıkamıyor, ulaşamıyor...
Müzik dinlediğimde de müzik eşliğinde bir şey yapmak, bir şeyle meşgul olmak, kısacası düşünmemek için ne gerekiyorsa onunla uğraşmak istiyorum, telefonumda bilmem kaçıncı kere silip indirdiğim rastgele bir oyunu açıyorum, fakat dinlediğim müzik ne olursa olsun, onun bana dayattığı ritimler yüzünden oyuna bile konsantre olamıyorum... 
Güzel bir şarkıysa mesela, önceki yazımda az çok çıtlattığım yol arkadaşımla dinleseydik diyorum, ne güzel olurdu, eşlik ederdik, sanki daha önce birlikte şarkı dinlemişiz de eşlik etmişiz gibi... En azından zevklerimizin aynı olduğunu biliyorum...
Neyse... 
Hüzünlü bir şarkıysa zaten düşünmekten kaçtığım ne varsa, sesi duyup çıkıyorlar zihnimin dışına... Kimi zaman gözlerimden, kimi zaman kaslarımdan... Kaslarımdan evet... Nasıl ya deme öyle, stressli bir anını hatırla şimdi, ayakların sürekli tepinir ya oturduğun yerde, huzursuz bacak sendromu... Hah işte o. Benim de parmaklarım durmaz, sürekli ya elimde kalem çevirim ya ritim tutmam gerekir bir şeyler üzerinde ya da ceplerimde ne varsa onu karıştırmam, sıkmam gerekir, o yüzden sürekli klavyeyle cebelleşirim, bir şeyler yazarım çok şeyler silerim, bir insanın yazdığından daha çok nasıl sildiği şey olabilir ki... 
Bugün de böyle başladı... Kalk, yürüyüş filan yapmak için kendinle savaş, her şeyden vazgeçtiğin gibi bundan da vazgeç, oyun oyna, sıkıl, kitap okuyormuş gibi yap, haberlere bakıp küfür et, anca 10 dakika geçmiş olsun... Hapishane gibi... 
Fakat dün yazdığım yazıdan sonra bugün biraz daha huzursuz geçiyor, sebebinin o olduğunu biliyorum, çünkü yazdığım hâlen ona ulaşmadı, bir an önce okusun da yanıt versin istiyorum, bunu yazarken bile ayaklarım huzursuzca hareket halinde... Yaptığım hiç bir şey anlam ifade etmiyor... 
Yıllarca şunu yaşadım; film mi izliyorum, tabi yine tek başıma, acaba burada olsaydı ne söylerdi filmle ilgili, izler miydi benimle, şu ayrıntıyı fark eder miydi, izlerken nasıl görünürdü, o film izlerken ben onu izlesem anlar mıydı, dizime mi yatardı yoksa dizine mi yatardım.... 
Ya da, dışarıda kulağımda kulaklıkla yürüyüş mü yapıyorum; benimle yürümek onu yorar mıydı, hangi şarkıyı tercih ederdi... Şu müzik listemi göstersem, "bu şarkı hiç olmuş mu ya, yürüyüş yapıyorsun sen, düğünde değilsin" der miydi, konuşur muydu, susar mıydı, dinler miydi yoksa uzaklara dalar mıydı... 
Hep bir şeylerin bilinmezliğini yaşadım, hep eksikliğini gördüm... Hangi faaliyette olursam olayım acaba burada olsa diye düşünüp anlamsız sorular sordum, oradaymış gibi hissettim, bazen küfür ettiğini duyar gibi oldum, bazen sevgi dolu gözlerle baktığını görür gibi... Ama hiç orada olmadı. Olsaydı nasıl olurdu hiç bir zaman bilemeyeceğim... 
Sanırım bu gizem hiç bir zaman çözüme ulaşmayacağı için de bu kadar çok takıyorum kafama... Acabalar ile dolu anlar... 
Neyse... 
Yazıyı yazdığımdan beri, okusa da ne derse dese diye bekliyorum, neden bekliyorum, malûm, olmaması gerektiği için hayatımda, normal mesaj filan ile olmuyor, güvercinlerle anlaşıyoruz desem yeri aslında.. ve aylardır doğru dürüst haberleşmiyoruz... Sabırsızlığım da ondan zaten... 
Yani sığmıyorum kalıbıma... Gelse de bana kap olsa, ya da dolsa içime, öyle ya da böyle, güzel ya da öfkeyle...
Gelse de sığsam artık şu kaba...
Buralara yazıyorum da, senin gibi okuyanlar kesin "git işine bak, bize ne" filan diyordur, ben çok yazdım, not tutma aplikasyonlarına, maillere, kimsenin görmeyeceği şekilde saklı sosyal medya platformlarına, 9 sene önceydi sanırım, 100 sayfa ortalamasında bir günlük tutmuşum, online tabi, sonra durdum, okudum, ne zaman okusam salya sümük ağladım, ona gönderdim, göndermez olaydım, salya sümük ağladı... Bir şey yapamama çaresizliğini bilirsin... Ne onun elinden, ne benim dilimden bir şey gelmedi... Sonra ben sildim o defteri, sonra çok şey yazdım yine, paylaşmadım bir daha onunla yine ağlamasın diye, sonra sildim... Nokta koyduysam sildim, virgül koyduysam sildim... İlk defa halka açık yazıyorum, ama sanırım ruh halimin savaş içinde kalacağı bir gelecekte, ölmemiş olursam bunları da sileceğim... 
Neyse... Birlikte müzik dinleyelim mi? 
Batuhan Kordel'den "Dönme" 
Ne kadar ironik oldu bu şarkı, bu yazıdan sonra (: sözleri güzel... 
Sağlıcakla...
Bir de varsa bir derdiniz, yazın dertleşelim... Buralara takılan insanları seviyorum, Instagram tripleri yok, Twitter havaları yok, daha rahatlar... İyi ki varlar.
Bu etiketleri de sırf daha çok insanla dertleşeyim diye ekliyorum, yoksa reklam gibi bir maksadım yok.
8 notes · View notes
sahnearkasi · 3 months ago
Text
“Deniz” dedi, “Onlar değişmiş olabilir. Herkes değişir biraz. Herkes kendisi olmak için değişir biraz. Ama sen hep çok güzel kalacaksın.”
Onun bu sözleri yüzünü gülümsetti. Onun gözünde güzel olmayı sevmişti.
0 notes
lynnsdarkuniverse · 8 days ago
Text
Tumblr'a da hikaye atma özelliği gelsin.
@ekip
10 notes · View notes
ceyflap · 12 days ago
Text
1
Her gün olduğu gibi, sabah genel mutsuzluğumla uyandım. Sayfaların, şişelerin ve izmaritlerin kirlettiği odamdan görece daha az dağınık olan mutfağıma ilerledim. Bir çok eski paketin arasından yarısı dolu olan sigara paketimi bulup, sigaramı dudaklarımın arasına aldım. Çakmağı ateşlediğimde çıkan ses ile ev bir anda doldu, sessizlikten rahatsız olduğumu hissedip bir müzik açtım. Tezgaha ilerleyip kahve yapmaya koyuldum, bu sırada müzik ilerledikçe zihnime belli görüntüler gelmeye başladı. Sanırım bu gece gördüğüm rüyamı hatırlıyordum - ya da çalan müzik hatırlatıyordu bana bunu - olduğum yerde kelimenin tam anlamıyla durup kendimi düşünmeye ve hatırlamaya zorladım. Her şey kesik kesikti, kahvem demlenirken odama dönmeye karar verdim belki de uyumadan -sızmadan- önce ki gördüğüm son şeyler o rüyanın daha net hatırlanmasına yardımcı olacaktı.
Uzun süredir yeni şeyler deniyorum, tek başıma bir şey yapmayı beceremem. Ve insanları da sevmem bu yüzden evimden çıkmazdım fakat dediğim gibi "yeni şeyler" deniyorum. Birkaç gündür bir bara geliyorum, sessiz sakin bir yer insanlar kendi halinde masalarında oturmuş. Buraya gelip insanları izlemeyi ve düşünmeyi sevmeye başladım. Yazmama yardımcı oluyor, önümde defterimle saatlerce oturuyorum, kulağımda kulaklığım müziğim çalıyor, onları izliyorum ama gürültülerini duymama gerek yok. Bir süre sonra, kalemimi alıp aklımdan geçenleri bir bir dökmeye başlıyorum defterime.
Evet, şu an yine o barda aynı masadayım, insanları izliyorum. Her biri kendi hayatlarıyla meşgul, etrafta ne olup bittiğinin farkında değiller. Onların bu saçma telaşları beni eğlendiriyor, kendilerine öylesine odaklanmışlar ki önemsiz olduklarının bile farkında değiller. Bir grup arkadaş hemen önümdeki masada sohbet ediyor, sohbetin sıkıcılığını tahmin edebiliyorum, bu onları mutlu ediyor olmalı, belkide bu şekilde dertlerinden kaçıyorlar, onları daha fazla yargılamak istemiyorum. Kötü birisi olmayacağım. Ama bu dönen koyu sohbeti de merak etmedim değil.. Kulaklığımı çıkarıp biraz dinleyeceğim sanırım. Evet, şaşırmadım tabii ki. "Evet! Harika bir indirim vardı! Keşke siyah olanını alsaydın. Ayrılmışlar duydun mu?".. Gülümsedim. Bu denli basit şeylerle günlerimi geçirsem acaba mutlu hisseder miydim? Beni üzen böyle olamamak mı acaba? Derin düşünmek mi? İnce düşünmek mi?
Ah, bir dakika.. merhaba? Sen kimsin? Kulaklığımı takıyorum tekrar. Karşımdaki masada oturan grupta biri var.. İlgimi çektin, seni tebrik ederim! Onca sohbetin arasında, sandalyeni onlardan biraz daha geride tutmuşsun ve kulaklığını takmışsın. Sen bundan memnun değilsin, ama o zaman neden buradasın? Tek oturmaktan mı korkuyorsun? Yoksa onlara hayır mı diyemedin?
İlgimi çeken sadece öyle oturman değil sanırım evet bunu kendime itiraf edeceğim. Güzel bir kadınsın. Kıvırcık saçların var, buklelerin biraz karışmış. İnce kaşların ve zayıf, keskin hatlı yüzün sana oldukça ciddi bir hava katmış. Hadi kafanı kaldır.. Evet! Gözlerini görebiliyorum. Yeşiller. Düşünceli bakıyorlar etrafa, yorgunsun. Seni yoran nedir, merak ettim. Sana büyük gelen kıyafetler giyiyorsun, rahatlığı mı seviyorsun yoksa kendini saklamak mı istiyorsun? Şu an ne dinliyorsun? Seninle sohbet etmek istedim.
Kendime şaşırıyorum şu an, ne bunu istememe sebep oldu? Kendimi gördüğümü mü sanıyorum acaba? İhtimalleri ve düşünceleri daha sonrasına erteleyerek, müsaadenle seni biraz daha izlemek isterim. Parmaklarında sade, gümüş renk yüzükler var. 2 tane kolye takmışsın, takıları seviyorsun. Etrafına bakınıp kafanı tekrar telefonuna gömdün, ne yapıyorsun orada?
Ah, dur artık! Yazmaya başlayalım hadi.. Birkaç şiir, sonra belki bugünle ilgili yeni pişmanlıklarım.
Bardağım bitmiş, sigaram bitmiş. Sayfalar olmuş yazmışım, odaklanabilmişim buna sevindim. Peki, sen orada mısın? Evet.. ama teksin. Arkadaşların gitmiş, sen kalmışsın. Tanrım bana oyun mu oynuyorsun? Hayatım boyuncu hiç yapamadığım belki de daha öncesinde isteyipte cesaret edemediğim bir şeyi denemeli miyim? Bunu yapan -yapabilen- insanlara hep çok imrenmişimdir. Hala kulaklığın takılı ama bu kez etrafı izliyorsun, sende benim gibi insanları mı inceliyorsun yoksa? Tamam, tamam pekala.. masadan kalkıp, kibarca senden bir ricada bulunacağım, en fazla bunu daha önce neden yapmadığımı anlar ve giderim, seninle de bir daha karşılaşmamayı garantilemek için buraya bir daha gelmem. Kaybedeceğim bir şey yok.
Tamam, defterimi kapatıp elime aldım, kulaklığımı çıkarıp cebime sokuşturdum, ayağa kalkalım.. Önce, bara uğrayıp ikimize de birer şişe almalı mıyım? Ne içiyorsun sen? Tamam, önündekinden alıp geliyorum hemen, orada kal. Bu, heyecan mı? Korku mu? Ben hiçbir şeyden korkmam, beni bir şey heyecanlandırmayalı yıllar olmuştur. Üstümde nasıl bir etkin oldu böyle, nesin sen? Kendine gel!
Evet, gidiyorum.. Karşısında durdum, gözlerinden anlayabilir miyim acaba?
...
5 notes · View notes
kucukprensingunlugu · 22 days ago
Text
O gece yaşananlar, bunu yaşayanlar arasında bir sırdı. Bu sırra Veronica hakim değildi. Agatha ise, yaşananların baş kahramanıydı. Radyoda duyduğu yarım kalmış cümle zihninin içinde tekrar ederken aynı cümleleri sayiklamaya başladı. Kontrolü kaybediyordu. Veronica, Agatha'yı olduğu yerden kaldırdı ve yatağa uzandırttı.
- Sana bir bardak su alıp geleceğim, sakince beni bekle.
Veronica, odadan çıkarken kapıyı aralık bıraktı. Hafif hızlı adımlarla mutfaga doğru yürürken yüzünde bir ıslaklık hissetti. Burnundan akan kan damlaları dudağına doğru süzülüyordu. "Bir bu eksikti!" diye söylenerek banyoya yöneldi. Burnunu yıkamaya başladı, suyu olabildiğince az açmıştı gürültü yapmaktan çekiniyordu. Kanamasının durduğunu fark edince kurulandı ve aynaya baktı. Aynanın köşesindeki kırık bir kısım olduğunu fark etti. Yavaşça oraya doğru yöneldi ve eliyle aynaya dokundu. Tam bu sırada elektrikler kesildi ve Veronica korkuyla beraber tıslayıp banyodan çıktı. Her zaman cebinde taşıdığı minik el fenerini çıkarttı ve Agatha'yı kontrol etmeye gitti. Odaya geldiğinde kapı kapalıydı, biraz şaşkınlıkla ve temkinli bir şekilde kapıyı açtı. Kapının girişinden tüm odaya fener tuttu fakat Agatha odada değildi. Telaşla odaya daldı ve "Agatha!" diye seslenmeye başladı. Seslenişlerinin dört duvarlara çarpması ve biraz yankı yapması dışında geceye dair başka hiçbir ses yoktu. Veronica, ne yapacağını bilemez bir halde evin içini gezmeye karar verdi. "Belki beni merak edip yanıma gelmiştir." Bu düşünceyle kendini sakinleştirdi ve mutfağa gitti. Feneriyle etrafa bakınıyor yavaş adımlarla yürüyordu. Mutfağın girişine fenerini tuttuğunda yerdeki cam kırıklarını gördü. Aniden "Bu nasıl olabilir?" diye kısık sesle kendi kendine konuşmaya başladı. Daha birkaç dakika önce mutfaktaydı ve herhangi bir şeyin kırılma sesini duyabilirdi. Cam kırıklarına aldırış etmeden mutfaga doğru yürümeye başladı. Bahçeye açılan kapı aralıktı. Bir küfür savurdu ve korkuyla geri döndü. Bahçeye çıkmaya cesaretini toplayamadı. Kol saatini kontrol etti, 04:27. Koridora döndü ve ev telefonundan Nick'in numarasını tuşladı. "Umarım uyanıksındır, umarım uyanıksındır, umarım uyanıksındır..."
- Hey! Rüyanda beni mi gördün?
- Nick...
- Sen, sen iyi misin Veronica?
- Acilen buraya gelmen gerekiyor.
- Hey, bekle sakin ol. Birkaç dakikaya yanındayım sakın kımıldama ve sakin ol. Geliyorum.
Veronica, cevap vermedi.
Puslu Aynalar' Devam edecek.
Yazar: Taha Öztürk.
2 notes · View notes
hurdahas-blog · 3 months ago
Text
İkimiz de hikayemizin kötü adamının ben olmadığımı biliyoruz. Ama şimdi kurbanı oynamak istiyorsan, ihtiyacın olan canavar ben olacağım.
4 notes · View notes
mistikadiin · 7 months ago
Text
Kardeş terörü denen şeyin cidden var olduğuna inanıyorum. İster yirmili yaşlarda olun ister otuz ister kırk. Ama o kardeş terörü gerçek. Bunu kardeşi olmayanlar anlamaz, kardeşi olanlar da bir şeyleri yarıştırır...
28 notes · View notes
yildirimkemal · 4 months ago
Text
NATASCHA KAMPUSCH
Tumblr media
23 Ağustos 2006'da Avusturya'nın Deutsch-Wagram kasabası sakinleri caddede bir şeylerden kaçar gibi koşan bir kız gördüler. 18 yaşlarındaydı, öğlen vakti korkulu gözlerle yarın yokmuşcasına koşuyordu.
Dakikalar sonra durdu ve yürüyen insanlardan yardım istedi, durumun acil olduğunu polisi aramaları gerektiğini anlattı ama insanların gözünde aklı dengesini yitirmiş saçmalayan birisiydi o yüzden önemsenmedi. Ona kimse yardım etmedi.
Genç kız tutacak bir yardım eli bulamayınca Hemen ilerdeki ev, Inge T, diye bilinen 71 yaşındaki birisinin eviydi. Genç kız kapıyı çaldı ve "Ben Natascha Kampusch, kaçırıldım hemen polisi aramalısınız." dedi.
Ev sahibi kıza inanmıştı, çaresizliğini gözlerinden okuyabiliyordu. Ekipler kendilerine 13:04'te ulaşan çağrı çareyi yakınlardaki evlerden birisine gitmekte buldu. sonrasında hemen eve geldiler.
Natascha Kampus'un üzerinde yara izleri vardı. Yüzü oldukça solgundu, büyük bir sağlık sorunu görünmese de bir hayli zayıftı. Onun hikayesi oldukça sarsıcıydı, Natascha tam 8 yıl önce kaçırılmış ve kaçtığı güne kadar hücre benzeri bir yerde yaşamak zorunda kalmıştı. Kaçırılmadan önce yani 10 yaşlarındayken sahip olduğu ağırlıktaydı.
8 yılda boyu 15 cm uzamıştı. Genç kızın Natascha Kampus olduğu yapılan dna testleriyle onaylandı. Sabine Freudberger, Natascha ile konuşan ilk polis memuruydu. Natascha ile olan ilk temasında dikkatini sadece bir çekmişti: Natascha'nın zekası. Natascha esareti süresince eline geçen her şeyi okumuş, kısıtlı kanalları çeken bir radyoyu dinlemişti.
Natascha Kampus 1988'de Viyana'da dünyaya gelmişti. Bu karanlık ve etkileyici hikayenin kahramanı ailesinin boşanması sebebiyle stresli bir çocukluk dönemi geçirmişti.
Natascha kaybolmadan önce annesiyle yaşıyordu. 2 tane de ablası vardı. Kaçırılmadan bir gün önce 1 Mart 1998'de babası Koch ile beraber gittiği tatilden dönmüştü. Tatil için seçtikleri yer Macaristan'dı. Natascha 1 Mart günü planlanan saatten biraz daha geç bir saatte eve geldi. Bu gecikme annesiyle ufak bir tartışma yaşamasına sebep oldu. Anne kız bir süre atıştılar.
2 Mart 1998 sabahı Natascha okula gitmek için evden çıkmış olsa da aslında 8 yıllık esaretine ilk adımını attı. Annesi ise evden kızına seslenmiş ve geceden kala küslüğe son vermek istemişti ama Natascha durmadı ve yoluna devam etti. Nasıl olsa saatler sonra annesini yeniden görecekti ama olmadı.
Öğretmenleri o gün Natascha'yı okulda göremedi. Ailesi durumu öğrendikten sonra polise haber verildi. Tek bir tanık vardı: O da iki adamın Natascha'yı beyaz bir minibüse bindirdiğini söyleyen 12 yaşındaki bir öğrenciydi. Polisler elinde bu detaydan başka hiçbir bilgi yoktu Natascha o gün dersine yetişmek için aceleyle evden ayrılmıştı.
Hızlı adımlarla okuluna giderken omzuna uzanan bir elin sıcaklığını hissetti. Gözlerini açtığında "seni kaçırdım, ailen fidyeyi ödeyince serbest bırakacağım." Diyen bir adamla aynı arabada olduğunu gördü. Yarım saat süren yolculuk bir evin garajında son buldu. Natascha dolabın arkasına gizlenmiş 5 metrekarelik bir odaya bırakıldı. Betondan yapılmış çelikle güçlendirilmiş bu oda uzun yıllar Natascha'nın evi olacaktı. Odada bir pencere yoktu, dışardaki sesin içeriye, içerdeki sesin dışarıya ulaşmadığı yalıtımlı bir yerdi.
Merdivenlerin altındaki bu yer oldukça karanlık kasvetli bir yerdi. Geçen ilk 6 ayda odadan bir kez bile çıkmasına izin verilmedi sonraki 1 senede geceleri bu odada gündüzleri de evde kalmaya başladı. Onu kaçıran isim Wolfgang Přiklopil'di Geceleri ve Wolfgang'ın işe gittiği saatlerde Ntasacha'nın gizli odadan çıkması yasaktı. Wolfgang Natascha'nın kendisine sahip demesini istiyordu.
Diğer taraftan polisler her şeyden habersiz, ellerindeki az bilgiyle arama çalışmalarına devam ettiler. O dönem Fransız seri katil Michel Fourniret gündemdeydi. Natascha birkaç gün önce Macaristan'dan döndüğü için aralarında bir bağlantı olabileceği düşünüldü.
Wolfgang'ın iş ortağı eve geldiğinde, Natascha'yı görmüş hal ve hareketlerinden gayet mutlu olduğu izlenimine varmış ve hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Wolfgang Natascha'yı ölümle tehdit ediyordu, herhangi birisine olanları anlatması durumunda ikisini de acımayacağını söylüyordu.
Natascha ilk zamanlar sadece belirli radyo programlarını izleyebiliyorken daha sonra evin her köşesine gidebilmeye ve televizyon dahi izlemeye başladı Natascha'nın kaldığı oda özenle hazırlanmıştı, Wolfgang onu burada uzun yıllar alıkoyacağını kafasında kararlaştırdığından her şeyi düşünmüştü. İkisi de her sabah erken kalkıp kahvaltı ettiler.
Wolfgang aldığı kitapları Natascha'ya verdi, bu sayede Natascha 8 yılda kendi kendini eğitti. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra verdiği ilk ifadede şunları söyledi: "O evde kaldığım 8 yılda, hiçbir şeyden geri kalmadığımı hissediyordum.
Kendimi birçok şeyden sıyırdım, hiç sigaraya başlamadım, içmedim ya da kötü bir şirkette para için zamanımı heba etmedim. Şunu da söylemelim orası kesinlikle umutsuzluğa kapılacağınız bir yerdi." Onun hikayesi diğer benzer hikayelerden farklıydı.
Natascha, özgürlüğünü elinden alan adama kin beslemiyordu. Zamanın çoğunu ev işi yaparak ve yemek hazırlayarak geçirdi. Daha sonra danışmanı Ecker'a o dönemlerde çok fazla dayak yediğini, bu sebeple yürümekte zorlandığı anların olduğunu söyledi. Wolfgang ona evin kapı ve pencelerinde patlayıcıların ve bubi tuzaklarının olduğunu söylemişti.
Belinde bir silah taşıdığını bu yüzden kaçma teşebbüsünde bulunmamasını tembih etmişti. İkili birkaç kez markete bile gitmişti. O günlerden birinde Natascha gülümseyerek, kayıp ilanı fotoğrafındaki gibi görünmeye çalışmış ama bu planında başarılı olamamıştı. Kasiyer onu tanımamıştı.
23 Ağustos 2006 günü Natascha, Wolfgang'in aracını temizlemek ve bahçeyi süpürmek için dışarıya çıktı. Gölgesi gibi onu takip eden Wolfgang'te yanındaydı. Daha sonra Wolfgang'ın telefonu çaldı. Süpürge sesi karşı taraftan gelen sesi duymasını engelliyordu. Sessiz bir yere geçmek için oradan ayrıldığı sırada, Natascha var gücüyle kendini sokağa attı ve koşmaya başladı. 200 metre koştu çitlerden atladı insanlardan yardım istedi ve en sonunda amacına ulaşıp, özgürlüğe yeniden kavuştu. Wolfgang Natascha'ya 1 yıl evvel şunları söylemişti: "Eğer yaptığım şey ortaya çıkarsa polisler beni asla canlı yakalayamayacaklar. Dediğini yaptı, Natascha kaçarken o sadece arkasından baktı, hiçbir çaba göstermedi. Kafasını toplayıp biraz düşündükten sonra da Viyana'daki Wien Nord tren istasyonuna doğru yola çıktı.
Burası her şeyin bittiği yer olacaktı. İstasyona vardığında gelen ilk treni gördüğünde bu anlarının son anları olduğu biliyordu. Düşünmeden kendini raylara attı ve hayatına son verdi. Çek kökenli Wolfgang Priklopil 1962'de doğmuştu. Uzun yıllar bir telekomünikasyon şirketinde teknisyen olarak çalışmıştı. Bir iş ortağının kız kardeşiyle bir ilişki yaşadığı ve bu ilişkinden bir kız evladı olduğu iddia edildi ama doğrulanamadı.
Sicil kaydı temizdi. Ekipler eve gidip inceleme yaptıklarında, 1980'lerden kalma Commodore 64 olduğunu gördü. Yakın bir zaman önce Çek vatandaşı olup ülkeyi terketme planları yapıyordu. giderken yanında Natascha'yı da götürecekti ama o gün plan değişti. Ekipler Wolfgang'ın bir suç ortağı olup olmadığını uzun bir zaman araştırdılar ama hiçbir kanıt bulamadılar.
Natascha'da başka bir isim görmemişti, bütün plan tek bir kişiye Wolfgang'a aitti. 3096 gün esaret altında yaşayan Natascha, Wolfgang'i öldüğünü öğrenince ağlamaya başladı. 8 yılın sonunda ona sempati duymaya başlamıştı. Natascha morga gidip onun için bir mum yaktı. Bu durum bir nevi Stokholm Sendromuydu. O ise yıllarca bu sendromu inkar etti. Psikologların onunla ilgili çıkarımlarda bulunmasına kızdı bağırdı isyanlar etti. Karmaşık ilişkisi hakkında bilgilerinin olmadığını, bunun kendisi adına saygısızlık olduğunu hayatını analiz etme hakkını kimseye vermediğini söyledi. Wolfgang'ın ona çok kibar davrandığını anlattı.
Natascha kaçtıktan anca aylar sonra ailesiyle görüşmesine izin verildi. Uzun bir zaman kimseyle görüşmesine izin verilmemişti. Onu korumak adına sadece doktorlarla görüşmesine müsade edilmişti. Natascha yeni hayatında kendini hayvan haklarına adadı. Birçok hayvan derneğine üye oldu ve sözcülük yaptı.
2016 yılında Alman Bild gazetesine verdiği röportajda oldukça ilginç sözler sarfetti: "Bazı günler esir tutulduğum eve gidip kalıyorum, ayrıca çantamda hâlâ Wolfgang'in fotoğrafını taşıyorum." 2013 yılında Natascha'nın esaretini anlatan 3096 isminde bir film çekildi.
Natascha Kampusch, kaçışından bu yana yaşadığı travmayı üç başarılı kitaba dönüştürdü. İlki onun yakalanmasını anlattı; ikincisi, iyileşmesini. Üçüncü kitabı, Kampusch'un son yıllarda hedef haline geldiği çevrimiçi zorbalığı tartıştı.
Garip bir şekilde kendisini esir alan kişinin evini ona miras kaldı ve kendisi o eve bakım yapmaya devam ediyor. "Bana yöneltilen nefreti görmezden gelmeyi ve sadece güzel şeyleri kabul etmeyi öğrendim."
2 notes · View notes