#her solukta
Explore tagged Tumblr posts
harepare · 2 months ago
Text
bogazinda dugumlenen hickirik olayim
0 notes
photographss-world · 2 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Bu gecede sana mutlu uykular dilerken,
her şeyimi sana veriyorum
bir solukta!
benim mutluluğum
sende erimektedir...
Franz Kafka...
142 notes · View notes
nesrin-c · 11 months ago
Text
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR?
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Alıntı
Tumblr media
162 notes · View notes
mucizeblogececi · 25 days ago
Text
Gölgen gibi adım adım her solukta benim adım
25 notes · View notes
guzide1 · 14 days ago
Text
"her solukta ömrümü çürütse de bin cefâ gülüme sitem bile edemedim bir defa..
24 notes · View notes
olafkardanadam · 4 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
•["Hangi mevsimin çiçeğisin bilmiyorum ama vuslatın hatırına siyah ayçiçekleri biriktiriyorum sana. Uzun, uzun kavuşmalar, gizli saklı bakışmalar ve adına umut dediğim yarınlar biriktiriyorum. Biliyor musun? bir gülüşünle şiire bulanıyor bu şehir, denizler mürekkep olup taşarken dudaklarımdan, sokaklar adını ezberliyor her solukta. Sakallarımda dolaşan parmak izlerin ele veriyor eksik yanlarımı, ya kimseyi böylesine sevmedim, ya da bugüne kadar sevda nedir bilmedim."]
46 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 5 months ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Hangi işi yaparsan yap, Kur’ân’dan ne okursan oku, ne işte çalışırsan çalış, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, biz sizin üzerinizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.
Yunus suresi /61
Bulunduğun konumda, yaptığın işlerde uğradığın sıkıntıları Allah azze ve celle’nin görüyor olması, kalbini sakinleştirmek için kâfi geliyor. Yine tam da böbürlenmeye kalbimiz meyletmişken veyahut türlü imtihanlara şımarıklık içinde oflayıp puflarken Allah c.c bizi izliyor olduğunu hatırlamak, haddimizi bilmemiz için yetiyor.
Bu ayeti kerime ansızın müjde olurken ansızın insanın tüm azalarını korkudan titretebiliyor. Bulunduğumuz asır, şahit olduğumuz zulümler, kulluk adına üzerimize düşen görevler, yapmadıklarımız, yapmak için çabalayıp başaramadıklarımız…
Yine de her solukta Rabbimin sonsuz rahmetine ümidimi bağlamaktan geri durmuyorum. O’ndan başka sığınılacak bir yer bilmiyorum ve dert edindiklerimi O’ndan daha güzel çözümlendirecek daha iyi birinin de olduğunu düşünmüyorum.
Beni yaratan Rabbimin bana umut olabilecek vesileler gönderdiğini biliyorum.
Zilhicce işte müminin içinde çiçekler açtırmaya vesile olabilecek bir mevsim. Tüm hata ve kusurlarımızı Rabbimize itiraf edip rahmetine sığınabilecemiz bir fırsat.
Ramazanı istediğimiz gibi geçiremediysek işte şimdi telafi etme zamanı.
Mükemmel olması, çok olması gerekmez. Samimi olmak yeterli.
Mümin kul zekidir. Hacca gidemedik ve kervandan bu sene de geride kaldık belki. Fakat öyle kullar vardır ki oturdukları yerde niyetleri sayesinde yürüyenleri geçerler.
Yeter ki bıkmadan merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimizin kapısını hep tıklatalım. Belkide bu bazılarımızın son Zilhicce mevsimi.
Değerlendirmekte gaflete kapılmayalım İNŞAALLAH.
____________🌺💞🌸______________
🎀
28 notes · View notes
papatyademetii · 6 months ago
Text
Hava kararmış yıldızlar göstermeye başlamıştı kendini
Ay belli belirsiz gizlenmiş bulutların arkasına
Adam dağların arasında kıvrak yollardan geçmiş
Kadın yollara çiçekler ekmiş kolay gelsin diye sevdiği
Aralarinda kilometreler değil artık bir cadde kadar mesafe kalmış
her geçen dakika cehennem gibi gelmiş ikisini de
Kavusmaya can atan iki kalp tek beden
Adam gelmiş varacağı yere tam karşısında sevdığı kadın belırıvermiş
Tek solukta tek bedene dönüşmüşler
Hasret kaldıkları o koku yeniden buram buram duyulmaya başlanmış
Adam tek birşey söylemiş çok özledim
Kadın gözlerine bakıp bende sevgilim bende seni çok özledim
Adam hasret kaldığı dudakları tekrardan mühürlemiş
Aralarına artık mesafe bile girememiş
22 notes · View notes
izlerdurursun · 6 days ago
Text
dudaklarında yer ver bana; her solukta beni çek ciğerlerine✨️
13 notes · View notes
aykoza · 11 days ago
Text
GÖLGEN GİBİ ADIM ADIM
her solukta benim adım
ben nasıl ki unutmadım.. sen de unutma beni
UNUTAMA BENİ
8 notes · View notes
wehuzunngeldi · 1 year ago
Text
İnsan birini özlemeye görsün, özlenenin sureti inatçı bir hayalet gibi yakasına yapışıyor. Atılan her adımda, alınan her solukta sinsice kendisini hatırlatıyor. O zaman özlediğine dair tüm hatıraları bir bir temize çekiyor kişi ve en çok onların arasına yenilerini katamayacağına üzülüyor. Galiba hatıralar böylesine kederli yapan, onları çoğaltamayacağımızı bilmek...
68 notes · View notes
dizimdedinlen · 1 year ago
Text
-Bu gecede sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta. Benim mutluluğum sende erimektedir.
49 notes · View notes
karanlikgecemmm · 6 months ago
Text
Hayatın kaçıncı sayfasındayım bilmiyorum artık Bir ara takip ediyordum hatta kaldığım yere ayraç koyacak kadar önemsiyordum hayatı Hatta altını çiziyordum önemli anların ve hevesle bir solukta okuyordum her geçen günü Ama şimdi bakıyorumda hayatımı yazan yazar belli bir sayfadan sonra kitabın heyecanını kaçırıp Konudan çok bağımsız kelimeler yazmış nokta virgül kurallarına bile uymadan..
14 notes · View notes
azad30altug · 7 months ago
Text
CELAL BAŞLANGIÇ'IN KALEMİNDEN: YEŞİLYURT'TAKİ DIŞKI YEDİRME HABERİNİN HİKAYESİ
68 yaşında vefat eden gazeteci Celal Başlangıç, Cizre'nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkardığı haberinin hikayesini şu sözlerle anlatmıştı: "İnanamıyordum. Üstüne basa basa sordum: Size insan pisliği mi yedirildi?'"
Artı Gerçek - Kürtlerin hedef alındığı hak ihlallerini ifşa eden haberleriyle hatırlanan gazeteci Celal Başlangıç, uzun süredir tedavi gördüğü Almanya'da vefat etti. Artı TV ve Artı Gerçek'in kurucu yayın yönetmeni olan Başlangıç, Cizre’nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkaran isimdi. 1989 yılında yaşanan olay bir ilk değildi ama Başlangıç'ın haberiyle, sorumlusunun mahkum edildiği ilk olaydı.
Başlangıç, o gün Yeşilyurt köyünde yaşananları ve haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasına giden süreci Bianet için kaleme aldığı yazıda şöyle anlatmıştı:
Play Video
"Buluşma saati gelmişti.
Dışarıda yağmur, karanlık, bir de soğuk var.
Elektrikler biraz önce kesildi. Otuz kişilik yer sofrasından geriye tabaklardaki artık kalmıştı. Sıyrılmış kuzu kemikleri ve pirinç tanelerine, solgun mum ışığı vuruyordu.
Günlerdir yaşananlar, derin çizgilere dönüşüp sofranın çevresindeki herkesin yüzüne yapışmıştı gölge gölge. Suskunluğu sesi egemendi; iç çekme, öksürük, tesbih şakırtısı, çakan çakmak, sönen çakmak...
Yeşilyurt köylüleri bekliyordu. Soğuk bir karanlıktaydılar mutlaka.
Kalkmam gerekiyor.
"Ben gidiyorum."
Sanki boşluğa düşmüştü bu ses. Gözler gizliden gizliye birbirine değdi.
Gözlerin birleştiği noktada Cizre'nin Sosyaldemokrat Halkçı Partili (SHP) Belediye Başkanı Tahir Vesek vardı. Belli ki gecenin bu saatinde evinden bir kişinin tek başına çıkması onu tedirgin ediyordu.
Yemek boyunca ayakta dikilip duran ince uzun gence parmağının ucuyla belli belirsiz bir işaret yaptı. Fırlayıp çıktı dışarı, işareti görünce.
Dışarıda yağmur, soğuk, bir de karanlık vardı. Tahir Vesek cama doğru uzattı elini:
"Şimdi gidebilirsin. İşin bitince çocuklar seni geri getirir. Sakın sokaklarda yalnız gezme."
Oda geniş bir avluya açılıyor, avlunun çevresi kale gibi yüksek duvarlarla çevrili. Amansız bir kan davasının ürünü bu duvarlar. Avludan dış kapıya kadar uzun bir koridor var. Her girintide filinta boylu gençler bekliyor.
Dış kapı açıldı. Çevredekiler kartal bakışlı, elleri kabzaya bir solukta uzanacak tetiklikte.
Hala bekliyordur Yeşilyurt köylüleri.
İki koldan iki insan kümesi, elektrik direklerinin diplerinden karanlığa doğru daldı. Bir "U" biçiminde sarmışlardı çevremi. Ceketlerinin yırtmacı, bir kabza kalınlığında açılmıştı. Soğuğa ve yağmura, bir de karanlık eklenince ortalık olduğundan da fazla ürkünçleşiyordu.
Bölgede yaşanan işkence olaylarını incelemek için yola çıkan SHP heyetiyle birlikte Batman üzerinden İdil'e, oradan Cizre'ye gelmiştik. Yol boyunca korkunç işkence öyküleri dinlemiş, büyük bir gözaltı dalgasının yarattığı tedirginliğe tanık olmuştuk.
Her yerde karşımıza işkence yaralarını hala üzerinde taşıyan, gözaltına alınan yakınlarının akıbetini merak eden insanlar çıkıyordu.
İdil'den Cizre'ye geçerken SHP Merkez Disiplin Kurulu Üyesi olan İdilli avukat Hasip Kaplan kalabalıktan sıyrılıp yanımıza gelmişti. İşkence ve gözaltı belgeleri vardı Kaplan'ın elindeki dosyalarda. Bunlardan biri de elle yazılmış iki sayfalık dilekçeydi ve işte bu dilekçe beni Cizre'nin karanlık sokaklarından Yeşilyurt köylülerine doğru götürüyordu.
Günlerdir süren bir kabus yaşanıyordu Cizre'de.
İdil Caddesi'nden gelen polis aracı, yolun soluna yanaşmış. Kapıları açan resmi giysili iki polis tam araçtan inerken çapraz ateşe tutulmuşlar.
Günün tam ortası. Tarih 13 Ocak 1989... Saat 13.25...
İki kişiymiş ateş edenler. Cizre'de bir yıldır süren "kaldırımüstü cinayetleri"nin bir benzeriymiş yaşanan. İki tetikçi 14'lü tabanca, yakın mesafeden çapraz ateş... Ancak bir farkla ki, bu kez öldürülenler ihbarcılar değil, polisti!
İşte bu olay, bir dönüm noktası olmuştu Cizre'de. İki polisin öldürülmesiyle ilçede büyük bir operasyon ve gözaltı dalgası başladı.
Mahalleler tutuldu, girişler çıkışlar yasaklandı. Çarşıya ancak "ekmek alabilecek kadar küçük çocuklar" gidebildi. Büyük bir gerginlik yaşanıyordu Cizre'de. Bir yandan operasyon sürüyor, evlerin kapıları kırılıyor, içerdekiler dövülüyor, kimi gözaltına alınıyor, diğer yandan da halkın tepkisi giderek artıyordu. Geceleri "ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı" uygulanıyordu. Anlatılanlara göre, gözaltına alınanların sayısı 300'ü aşmıştı.
celal-baslangic-001.jpgCelal Başlangıç milletvekilleri Cüneyt Canver, Fuat Atalay ve Yeşilyurt Köyü Muhtarı Abdurrahman Müştak ile birlikte Yeşilyurt köyünde. (Fotoğraf: Cengiz Mumay)
İşte böyle bir Cizre'de, gecenin karanlığında, Yeşilyurt köylüleriyle sözleştiğim dükkanı arıyordum. Tahir Vesek'in evinden birlikte çıktığım gençler de bir bir bakıyorlardı kararlığın gölgesindeki tabelalara. Biri, "Tamam, buldum" dedi , "Kent Gıda Pazarı..."
Dükkanın aralık kapısından içeri girdim.
İçerde sekiz kişi oturuyordu. Sekizi de Yeşilyurtlu. Hasip Kaplan'ın bana İdil'de verdiği dilekçenin fotokopisini uzattılar:
"Okun mu bunu?"
Okumuştum ama, inanılır gibi değildi. Dilekçe önümde duruyordu. Mumun titrek ışığında gördükleri daha bir inanılmaz geliyordu insana.
"Cumhuriyet Savcılığı'na,
Sanıklar: 14-15 Ocak 1989 günü Yeşilyurt köyüne gelen güvenlik kuvvetleri.
Suç: Efrada suimuamele, işkence
Olay: 1) 14-15 Ocak 1989 gece saat 02.00'de Cizre'ye bağlı Yeşilyurt köyümüz, jandarma, komando, özel tim ve diğer güvenlik güçlerince sarılmıştır. Sabaha doğru köy yakınında bir eşek ve iki sıpa karaltı olarak görülmüştür, açılan ateş üzerine eşek yaralanmıştır.
2) Köye giren güvenlik görevlileri ise köyden üç kişinin kaçtığını söyleyerek tüm köylüleri kadın erkek bir araya toplamışlardır. Evler aranmış, hiçbir suç unsuru bulunamamıştır. Kadınların tek tek ağızları açılarak bakılmış, üstleri aranmış, tüm erkekler yüzükoyun yere yatırılmıştır. Burada sürekli olarak "Siz PKK besliyorsunuz, düşmansınız, bu köyü yıkacağız" denilerek her türlü küfür edilmiştir. Köy muhtarına 'Sen devletin değil, PKK'nin muhtarısın' denilmiş, yere yatırılan köylülerin sırtında, karda kışta saatlerce güvenlik güçleri gezmiş, kaba dayak atılmıştır.
3) Muhtar Abdurrahman Müştak, amcası Kamil Müştak, Abdullah Gündoğan ve Bahattin Müştak soruşturmaya alınmış, saatlerce dayak atılarak yaralanmışlardır.
4) Çevreden insan pisliği toplatılarak, muhtarın amcası Kamil Müştak'a, zorla, tek tek, yaşlı genç demeden pislik ağızlarına verilmiştir. Daha sonra bu insan pisliği, Kali Müştak'ın oğlu olan Bahattin Müştak'a zorla babasının ağzına verdirilmiştir. Yaşlı olan Kamil Müştak yaralanmıştır. Abdurrahman Müştak yaralanmış, Abdullah Gündoğan yaralanmıştır.
5) 15 Ocak günü köylü bırakılmamış, şikayet etmeleri önlenmiş, Kamil Müştak ve Ahmet Kaya yalınayak karda yedi kilometre ötedeki Cizre ilçesine götürülmüştür.
6) Köyde hiçbir suç unsuru bulunmadığı halde, her türlü aşağılık, yakışıksız ve yaslara aykırı olarak bize suimuamelerde bulunulmuş, işkence yapılmıştır."
Karanlıkta bir daha yüzlerine baktım. Okuduklarıma inanamıyordum. Üstüne basa basa sordum:
"Size insan pisliği mi yedirildi?"
Sekizi birden kafasını salladı:
"Evet, hepimize birden insan pisliği yedirilmiştir."
ARKA BACAĞI YARALI TERÖRİST!
Yeşilyurt köylülerinin başına gelenler pek öyle inanılır cinsten değildi. Aslında 12 Eylül'den bu yana yaşadıkları sözün dar gelmeyeceği bir öyküydü. Ama onlar sadece 14-15 ocak gecesi başlarına gelenleri bir dilekçeye yazıp önce Cizre Cumhuriyet Savcılığı'na, ardından Cumhurbaşkanlığına [Kenan Evren], Anavatan Partisi (ANAP), Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Doğru Yol Partisi (DYP) genel merkezlerine, İçişleri Bakanlığı'na [Mustafa Kalemli], Genelkurmay Başkanlığı'na [Necip Torumtay], İnsan Hakları Derneği'ne göndermişler, bu baskı belki bir gün biter diye.
12 Eylül'den bu yana hiç boş bırakılmamış Yeşilyurt köylüleri. "Korucu ol" baskısı, "Bize silah teslim etmezseniz..." tehdidi, gece baskınları, gündüz baskınları... 12 Eylül 1980'de 120 ev ve yedi mezrasıyla Cizre'nin en büyük köyü olan Yeşilyurt'ta ev sayısı 80'e inmiş. Onlar yıllardır yaşadıklarını değil, sadece bir gece başlarına gelen utanç verici öykülerini son bir umutla duyurabileceklerine inandıkları her yere dilekçe yazıp göndermişler.
Aslında resmi makamlara verilen bu dilekçede anlatılanların çok daha ötesindedir Yeşilyurtluların yaşadıkları.
13 Ocak'ta iki polisin öldürülmesinden sonra ilçe merkezinde başlatılan operasyonlar, bir gece sonra köylere kaydırılmış. Cizre'ye yedi kilometre uzaklıkta olan Yeşilyurt köyünün çevresi, komando, özel tim, jandarma ve yörede görev yapan "sivil zevat" tarafından sarılmış.
15 Ocak başlayalı daha birkaç saat olmuştur. Saat 02.00'de kuşatma tamamlanmıştır. Köye birkaç yüz metre uzaklıktaki mezrada üç karaltı hareket eder. Askerler yaylım ateşine başlarlar. Karaltılar kaybolur. Köyün dört bir yanından ateş edilmektedir. Sıcak yataklarındaki Yeşilyurtlular neye uğradıklarını anlayamazlar. O anda anons duyarlar:
"Başını çıkartan öldürülür. Herkes evine gitsin. Pencerelerin kepekleri kapatılsın."
Köyü bir sessizlik basar. Köy halkı evlerine çekilmiş, ne olacak diye beklemektedir.
Bir süre sonra görevli binbaşı, herkesin evlerinden çıkmasını ister. Kadın erkek, çoluk çocuk... Hatta çocukların beşikleriyle kapının önüne konulması emredilir. Bütün köy halkı alanda toplanmıştır. Komutan, kadınlarla erkeklerin ayrılmasını ister. Sonra, erkeklere döner, yaşlılara gençlerin iki ayrı grup oluşturmasını söyler. Yörede yaşlılık ölçüsü altmış ve sonrasıdır. Komutan genç gruba döner, "Yere yat" emri verir. Sonra köyden üç teröristin kaçtığını söyleyerek bunların bir an önce bulunmasını ister. Muhtar Abdurrahman Müştak ile amcası Kamil Müştak, köyde terörist olmadığını anlatmaya çalışırlar. Bunun üzerine muhtarla amcası "sorguya" alınır. Yörede "sorgu", aslında kaba dayaktır. Ardından komutan, askerlere emir verir ve onlar da yere yatmış gençlerin üzerinde dolaşırlar bir süre.
Köydeki tüm evler aranır. Hiçbir suç unsuru bulunmaz. Ama jandarma, köylülerin ilçeye inip şikayet etmesini önlemek amacıyla köyden ayrılmaz. Bu arada köyün çevresindeki göçebeler, muhtara bir haber salarlar. İş anlaşılmıştır. Köyden sabaha karşı çıktığı sanılan üç terörist, köyün eşeğiyle onun sıpalarıdır. Muhtar, açılan ateş sonucu arka ayakları parçalanan eşekle başında bekleyen sıpalarını alır, ahıra kapatır.
Ertesi gün binbaşı gelir, "Teröristleri buldun mu?" diye sorar muhtara. "Evet" der muhtar, "Buldum". Komutan duyduklarına inanamaz. Nerede olduklarını merak etmektedir. Muhtar ahırı gösteri; "İşte orada". "Ne işleri var orada?" diye bağırır komutan. Muhtar sakindir, yanıtlar:
"Eşekle sıpalarıdır. Dün terörist diye onları vurmuşsunuz."
Sonu dışkı yedirmeye kadar varacak olan baskı ve işkenceler işte bu olaydan sonra bir dilekçeye dönüşür ve ilgili olduğuna inandıkları her kişiye, kuruma başvururlar. Bir de raporları vardır ellerinde işkence gördüklerine dair.
'GİTMEYİN SİZİ VURACAKLAR'
"Bir kazaya kurban gitmemek" için yazıyı bölgeden ayrıldığım gün yazdım.
Ancak, 1989'un Ocak ayında "Yeşilyurt köylülerine asker dışkı yedirdi" diye bir haber girebilir miydi?
Bu soruya "Evet" demek pek kolay değildi.
Bu yüzden haber olarak değil de izlenim olarak yazdım. Dışkı yedirme olayını yazının sondan bir önceki paragrafına deyim yerindeyse "gizledim". Başlığını da "Münferit bir işkence öyküsü" diye attım.
22 Ocak 1989 tarihli Cumhuriyet'te, birinci sayfadan tek sütuna anonslanarak yayınlandı yazı.
Ancak korktuğum başına gelmişti.
Sondan bir önceki paragrafa gizlediğim "dışkı yedirme" olayı, köylülerin bu konuyla ilgili anlatımları tümüyle çıkartılmıştı yazıdan.
O zamanlar böyle durumlarda akla ilk gelen soru "Bu mesleği bırakmalı mı artık?" oluyordu.
Değişik duyguların git-gelinde yaşarken telefon çaldı. Arayan Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal'di.
"Yazın çok güzel olmuş eline sağlık" diyordu.
Durumu anlattım, atılan bölümü aktardım ve artık gazetecilik yapmanın pek anlamlı olmadığını, bu yüzden istifa etmeyi düşündüğümü söyledim.
O da şaşırmıştı.
"Köye bir daha girer misin?" dedi. Hiç tereddüt etmeden "Evet" deyince, "Sen köye git, ben de manşet yapacağım" diye söz verdi.
Cumhuriyet'in Adana'daki bürosunda yeniden Yeşilyurt'a gideceğimi duyan herkes aynı görüşte birleşiyordu:
"Gitme, senin vururlar."
Bu tartışma sırasında, bürodan içeri SHP Adana Milletvekili Cüneyt Canver girdi. "Gitmeli mi, gitmemeli mi" tartışmasına o da karıştı. sonunda Canver kararını açıkladı:
"Gidersen ben de seninle gelirim Yeşilyurt'a."
Bu kimsenin görüşünü değiştirmemişti:
"Gitmeyin, bu sefer ikinizi de vururlar."
'DEMEK Kİ DAHA KALABALIK GİTMEK GEREKİYORDU'
Demek ki, daha da kalabalık gitmek gerekiyordu.
SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay'ı aradım. "Tamam" dedi Atalay, "Ben de gelirim."
Sonunda bir plan yapıldı. Canver'le ben Adana'dan Cizre'ye gidecektik. Atalay da ilk uçakla Ankara'dan Diyarbakır'a gelecek, orada Siirt muhabirimiz Cengiz Mumay'la buluşacaktı. Birlikte Cizre'ye geçeceklerdi. Buluşma yerimiz de Cizre Belediye Başkanı Tahir Vesek'in makamıydı.
Hemen Tahir Vesek'i aradım "Biz geliyoruz" diye.
Daha bu telefonun üzerinden yarım saat geçmemişti ki Vesek, Cizre'den soluk soluğa arıyordu.
"Senin telefonun ardından bana 'faili meçhul' bir telefon geldi. 'Gelmesin, vurulacak' diye."
Belli ki telefonlar çok sıkı dinleniyordu. Hatta dinlemeye kalmayıp tehdit etmeye de sıvanmışlardı.
Tumblr media
8 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 9 months ago
Text
Tumblr media
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR?
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Mutlaka okuyun hiç yalansız dolansız bizim hayatımız.
karekter dediğimiz şey bu insanlarda o kadar çok ki karekter abidesi her biri
13 notes · View notes
yeisnepenth · 24 days ago
Text
HİÇLİĞİN TADI
Ey hüzünlü ruhum.
İhtiyar budala.
Kanının kanatlarında hırçın bir kıvılcım yanardı,
Umudun mahzunu yavaşça dokunsa şaha kalkardın.
Ey şimdi her adımda derin derin soyulan hasta işe yaramaz beygir
Uzan olduğun yere dayanmasını bil.
Sönmeyen yanı var mı dünyanın...
Ruhum, acılarını örtün.
Ağır mermer zamanlarda uyanacak zamandır.
Yenilmiş yaralar içindesin kocamış bunak
Artık ne kavganın tadı
Nede aşkın dinmeyen fırtınası ulaşmaz sularına.
Eldeva kavalın türküsü
Fülütün iç çekişi elveda
Somurtkan ve karanlık kapılarımı çalmayın artık
Ey hazların derinliği duyumların ateşi eldeva...
Ruhum, sevgili baharın bitti.
O çılgın kokuların tükendiği zamandır...
Ayaklarımın altında yusyuvarlak dönüyor dünya
Issız dağların karlı ağzında donmuş bir yolcu derinlere kayıyor
Geçmişin titreyen eli sazdan örülmüş rüzgarlı kulübesi
Gerek yok sığınmaya
Ey her solukta gövdemi yutan zamanın muazzam ürperişi
Ruhum dünyanın çığlarını çağır.
Seni sarp döne döne götürecektir zaman.
2 notes · View notes