#her şey çok garip
Explore tagged Tumblr posts
Text
BU BEN DEĞİLİM Kİ
#noldu bana ya#başına bir şey gelme ihtimali bile deli gibi korkutuyor beni#en ufak lafına bile çok üzülüyorum#canımdan bi parça gibi hissediyorum#doğrularıma çok ters bu hisler#bence kimse bu kada#sevilmemeli#kimse bu kadar sevmemeli#kadar*#her şey çok garip#ben rasyonel bi insandım#mantığımı devre dışı bırakıp duygularımla hareket etmek benlik değil#buna ayak uyduramıyırom#beynim ve kalbim bi savaş içinde#o yüzden sürekli yanlış yapıyorum#OFFFF#bu savaşta tek yaralanan benim#tek kazanan da ben olucam#bunu bi zemine oturtamıyorum
2 notes
·
View notes
Text
Her gün yürüdüğüm şu yolda kendime dert edinecek bişey bulmayı nasıl başarıyorum acaba
2 notes
·
View notes
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
162 notes
·
View notes
Text
Deniz dalgalı, şehir ise sessizdi. Bütün tüccarlar dükkanları çoktan kapatmış, dışarıda sadece hırsızlar, fahişeler ve evsizler kalmıştı. Şehir her ne kadar sessiz ve karanlık olsa da bu söylenenlerin dışında olan tek bir yer vardı. Şehrin hanı olan DAveram. DAveram'ın içi sesten geçilmiyordu ki sadece ses değildi problem. Herkes sarhoştu ve bu sarhoşlardan faydalanmak isteyen fahişeler ile hırsızlar da olay yerine yakınlardı. DAveram şehirdeki tek han ve tek eğlenilecek yerdi. Bu yüzden de herkesin ortak noktalarından biriydi. Hanın sahibi Etienne Delcroix illa ki handa olur ve her gün mütemadiyen çıkan kavgaları sakinleştirmek için hazır ol da beklerdi. Etienne Delcroix'in Kral Ephilianus Ravelin ile arası oldukça iyiydi ve bu da onu konumunda tutmaya yeterken, aynı zamanda elini güçlendiriyordu. Han sıradan bir günmüş gibi sarhoşların kavgalarına ve kusmalarına şahitlik ederken, kimileriyse mutluluktan içiyor ve resmen deliler gibi eğleniyorlardı. Sadece içerek de eğlenmiyorlardı, handa çalışan soytarı Sven Sibley'de handaki kimseleri eğlendirmek konusunda, özellikle de sarhoş kimseleri eğlendirmek konusunda son derece başarılıydı. Handa adım atılacak yer yoktu ve her masada bir kız dans ediyor, erkekler ceplerinde bulunan son birkaç bronzu da kızların göğüslerinin arasına atma yarışması yapıyorlardı. Kavga yok denecek kadar azalmıştı ve bu hem içeride kendi halinde eğlenen halk için hem de Etienne Delcroix için çok iyi bir haberdi. Saniyeler saniyeleri, dakikalar dakikaları ve saatler saatleri kovaladı. Bronzu bitenler handan yaka paça kovuluyor, parası bittiğini bilen kimseler ise kendi istekleriyle DAveram'ı terk ediyordu. Kısacası artık gecenin ilerleyen saatleriydi ve müdavim sayılacak zenginler kalmıştı handa. Hanın çalışanlarından biri olan Viola Velin masaları temizliyor, Sven Sibley ise insanları güldürmeye devam ediyordu. Birkaç dakika içinde hanın kapısı açıldı ve içeri bir yabancı girdi. Üzerinde simsiyah bir pelerin vardı ve yüzü seçilemeyecek kadar az gözüküyordu. Yabancıyı ilk fark eden kişi Viola oldu ve ilk işi Etienne Delcroix'in yanına gitmek oldu.
"İçeriye giren adam da kim?"
Etienne baştan aşağı süzdü yabancıyı fakat yüzü seçilmiyordu.
"Gecesini güzelleştirmeye gelen herhangi biri." dedi fakat kendinden çok da emin değildi.
Viola omuz silkti. Yabancının hana eğlenmek veya bir şeyler içmek için gelmediğini düşünüyordu. Viola'ya göre yabancı buraya bir amaç için gelmişti. Zaten kıyafetlerinden ve davranışlarından bu kolaylıkla anlaşılıyordu. Viola bir kez daha döndü ve sildiği bira bardağını masaya koydu.
"Gidip konuşmaya ne dersin?" diye sordu fakat Etienne çok da oralı olmamıştı. Viola bu duruma sinirleniyor, aynı zamanda içini garip bir korku da kaplıyordu. Yabancı etrafını iyice kontrol ettikten sonra Etienne ve Viola'nın olduğu yere geldi.
"Bira," dedi fakat onlara bakmıyordu.
Viola gözlerini dikkatli bir şekilde Etienne çevirdi ve ne yapacağına baktı. Etienne sakince temiz bir bardağa bira koyup yabancıya uzattı. Yabancı arkasını dönüp birayla dolu bardağı kavradı ve tekrardan eğlenen insanlara döndü ve onları izlemeye devam etti.
"Birini arıyorum," dedi yabancı. Eğlenenleri izlemeye devam ediyor ve birasını yudumluyordu.
Etienne ilk olarak Viola'ya bir bakış attı, ardından tekrardan yabancıya dönerek, "Burada kimseyle ilgili bilgi veremiyoruz bayım," diye yanıtladı yabancıyı. "Kusura bakmayın."
Viola hemen gözlerini yabancıya dikti ve tepkilerini ölçmeyi denedi fakat yabancı ne bir tepki veriyordu ne de herhangi bir şey yapıyordu. Beş, on saniye kadar hiçbir şey demeden öylece eşrafı izlemeye devam etti. En sonunda buz gibi birasından bir yudum daha aldı.
"Irkınızdan birini arıyorum," dedi yabancı ve sesini bir nebze de olsa yükseltti. "Bir insan."
Etienne adamın söylediklerini pür dikkat dinliyor aynı zamanda Viola'yla birbirlerine bakıyorlardı. Artık sadece Viola'nın değil, Etienne'nin de içini huzursuzluk kaplamıştı. Yabancı ortamda oluşan sessizlikten sonra masaya doğru döndü ve birasını masanın üzerine koydu. Birkaç saniye kadar bekledikten sonra gözünü Etienne dikti. Etienne'nin derisi buz kesmişti.
"On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insan," dedi ve gözlerini hiçbir koşulda Etienne'den ayırmadan devam etti. "Windripcliff'te olduğunu duydum."
Etienne iyice ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Viola bu durumu en hızlı şekilde fark etti ve sözü devraldı.
"Yüzlerce kıza ev sahipliği yapıyor şehrimiz," dedi ve bunları derken sakin kalmaya çalıştı. "Kral Ephilianus Ravelin son derece halkına düşkündür. Erkekler ve kadınları asla ama asla ayırmaz. Hem ayırsa da eminim ki kadınların hakları erkeklerden daha iyi olur."
Yabancı kafasını Viola'ya doğru çevirdi ama ona bakmak yerine boşluğa bakmayı seçti.
"Kralının düşünceleri ile ilgilenmiyorum," dedi yabancı ve bunları söylerken sesini bir nebze yükseltti. "Kızı arıyorum."
Viola terslenmesinin verdiği şaşkınlığı yaşarken arkadan gürültülü bir şekilde Sven Sibley sohbete dahil oldu.
"Şuradaki pembe elbiseli kısrağı gördün mü?" diye hanın arka sıralarında oturan kızı gösterdi Viola'ya. "Esprilerim karşısında sütü daha yeni sağılmış bir ineğin memeleri gibiydi memelerinin ucu."
Viola normal şartlarda bu esprilere güler eğlenirdi fakat gülümsemek yerine kafasını yabancıya geri çevirdi ve tam o sırada Sven ortamdaki soğukluğu hissetti. Hayatı boyunca hiç gülmeyen bir cüceyi bile güldürebilecek birisiydi Sven ve bu yeteneğe sahip olduğunun farkındaydı. Bu yüzden şansını denemek istedi ve gözlerini yabancının üzerine dikti.
"Çok şanslısın çünkü bu içkiyi her yerde içemezsin. Bu içki için annemi birkaç defa tokatlamışlığım bile var. Babamı dört tane kırma orospu çocuğu ile aldattığı için değil, Etienne'in içkisini alıp o orospu çocuklarına sattığı için!" diye sesini yükseltti Sven. "Her şeye rağmen anne, satsan da satılmıyor diye bir söz var ama bu benim için geçerli değil. Geçen hafta onu yaşlı bir ibneye kırk gümüş karşılığında satıp biraları tutacağımız yeni variller aldık. Babam zaten bir cadı tarafından büyülendi ya da iyice kafayı yedi. Annemi nedendir bilmem evde duran askılıklardan biri sanıyor."
Sven anlatmaya devam ederken yabancının suratı bir nebze bile gülmedi. Konunun düşündüğünden çok daha ciddi olduğunu o an iyice kavradı Sven fakat iş işten geçmişti.
Yabancı birasını tekrardan eline alıp Sven'e döndü, "On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insanı arıyorum," diye yineledi sorusunu. "Gördün mü?"
"Burası Windripcliff. Birçok genç kız var ve bazılarının saçları da kızıl."
"Saçları ateşte kavrulmuş gibi kızıl ve normal bir kızdan daha uzun boyda."
"İsmini bilmiyor musunuz?" diye araya girdi Etienne ve yabancıya pür dikkat bakmaya devam etti. "Normal şartlarda yardımcı olamayız ama istisna olabilir."
Yabancı elindeki biradan bir yudum daha aldı ve kafasını salladı aheste aheste.
"Ilgım," diye yanıt verdi Etienne'e. "Kızıl Cadı."
Sadece Etienne değil, sohbetteki herkes böyle bir ismi ilk kez duyuyor gibiydiler.
"Windripcliff'e özgü bir isim olduğunu sanmıyorum," dedi Viola. "Çevre şehirlerde de olduğunu sanmıyorum ama yine de bakmanızı öneririm. Kim bilir belki de bilen birileri karşınıza çıkar."
Yabancı kafasını salladıktan sonra birasını masaya geri bıraktı ve ayağa kalktı. Birkaç saniye boyunca üstünü temizledikten sonra cebinden tek bir gümüş çıkardı ve Viola'ya uzattı.
"Bira iki bronz," dedi Viola. "Bu fazla."
Yabancı, Viola'nın almadığı gümüşü masaya koydu ve, "Bugün gümüş, yarın çelik," dedi. Savaşı kastediyordu ve ortamdaki herkes bu iğnelemeyi anlamıştı. Viola cevap vermek istese de bir türlü kelimeler ağzından çıkmıyordu.
Sven'in ise kaşları çatıldı ve handa halen kendilerine yardımcı olabilecek kadar insan olduğu aklına geldi. En fazla ne olabilirdi ki?
"Burada bizi tehdit etmen için hiçbir sebep yok dostum," dedi ve vücudunu dikleştirdi. "Nerede olduğunun farkına var."
Yabancı duraksadı. Yavaşça yüzünü Sven'e doğru döndü ve baştan aşağı süzdü. Sven hala dik duruyor ve kendine güveniyordu fakat yabacının da kendine olan güveni bariz şekilde ortadaydı. Yabancı birkaç saniye kadar daha bakındıktan sonra Sven'e doğru bir adım daha attı ve o adımı atar atmaz yabancının kokusunu aldı Sven. Buram buram kokan bir nane vardı ve bu genelde elfler de oluyordu fakat ne bir elf kadar uzun ne de bir elf kadar teni sarıydı. Yabancı iyice Sven'e yaklaştı ve gözlerini gözlerine dikti. Ortalık karışabilirdi ve bu istenecek son şeylerden biriydi. Bu yüzden Etienne hızlı şekilde aralarına girdi.
"Lütfen yapmayın," dedi Etienne aceleyle. "Biranız bu seferlik bizden olsun beyim."
Yabancı üzerindeki pelerini düzeltti ve tam gitmeye hazırlanırken içeri bir kişi daha girdi. Sapsarı saçları ve kalçasına kadar uzanan yırtmacıyla bütün gözler kendisine dönmüştü. İçeri giren kişi Jeanne Magseric'ten başkası değildi.
"Fare kokusu alamayacağım bir içkin varsa çok iyi olur Etienne," dedi Jeanne. "İçtikten sonra kusmak istemiyorum."
"Biralarımız her zaman olduğu gibi tertemiz ve buz gibi Jeanne," diye cevap verdi Etienne ama aklı yabancıdaydı. "Hemen getiriyorum."
"Elfler yine bir şeyler karıştırıyorlar ama anlayamadım," dedi Jeanne ve etrafına bakındı. "Birkaç saat önce ormanı ateşe vermişler. Mecia ve Jocelyne büyü güçlerini kullanarak bile zor söndürmüşler yangını."
Yabancı Jeanne'nın dediklerine kulak misafiri oluyor ve pür dikkat dinliyordu fakat bunu Viola fark etmişti.
"Birini ya da birilerini arıyorlarmış galiba," dedi Sven ve Viola'ya bakındı. "Umarım çevremizde bir elf ajanı yoktur."
Viola iyice şüphelenmeye başlamıştı ve daha fazla dayanamayıp yabancıya doğru bir adım attı.
"Umarım bir elf değilsindir," diye fısıldadı. "Yoksa askerleri çağırmak zorunda kalırım."
Yabancı birkaç saniye kadar tepkisiz kaldığı bu yarım yamalak ithama karşılık olarak Viola'ya döndü.
"Elf değilim," dedi ve üstündeki pelerini çıkardı. Viola resmen olduğu yerde kalakalmıştı. "Kızın nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye tekrardan sordu yabancı.
Viola'nın karşısında duran yabancı Vika'ydı. Elflerin insan generali! Jeanne tutuk bir şekilde ayağa kalktı ve Vika'ya baktı. Viola'nın ise resmen donakalmıştı.
"Askerler dışarıda fink atıyor," dedi ve geri geri adımlar attı. "Yanlış bir şey yaparsan buradan canlı çıkamazsın."
Bunu duyan Etienne ve Sven hızlıca arkalarını dönüp Vika'ya baktılar. Sven'in resmen nefesi kesilmişti çünkü demin diklendiği adam Cadı Avcısıydı.
"Askerleriniz buraya gelene kadar ölmüş olursunuz," dedi Vika. "Kızın Windripcliff'te olduğuna dair haberler aldık. Buradaysa ve yerini söylemiyorsanız kaderiniz çok uzun yazılmamış olacak."
"Söylediğin kızın kim olduğunu dahi bilmiyoruz. Söylediğin isim yurdumuzda kullanılan bir isim değil," diye cevap verdi Sven. İçinde korku ve bir o kadar da pişmanlık vardı. "Burada olsa emin ol bilirdik."
"Kız buraya gelecek olur ve haberimiz olmazsa sizin için geliriz," dedi ve gözlerini Etienne çevirdi. "Aileleriniz var ve onlarla ilgili her şeyi biliyoruz."
Sven ve Etienne buz kesmişçesine duruyor, Viola ve Jeanne ise korku dolu bakışlarla dinliyorlardı Vika'yı. Cadı avcısı pelerini tekrardan üzerine aldı ve kendinden emin bir şekilde handan yürüyerek çıkıp gitti. Vika'nın çıktığını görür görmez Viola ilk bulduğu sandalyeye oturdu ve derin derin nefesler almaya başladı.
"Bu adamı tanıyorum ama tam olarak kim bilmiyorum," dedi ve diğerlerine bakındı Jeanne. "Neden bir kız arıyor?"
"Elflerin insan generali," dedi Etienne donuk bir sesle. "Hain olan."
"Elf değil ki," diye araya girdi Jeanne. Kafasında oluşan soru işaretlerini herkes yüzünden okudu. "Elfler bir insanı nasıl general yaparlar?"
Etienne kafasını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı ama sanki aldığı nefesler ona iyi gelmiyormuş gibi hissetti.
"Gadanfar kalesi kuşatmasında orada olan bir çocuk olduğunu söylüyorlar." dedi Etieene ve Jeanne'e döndü. "Kralın en büyük çocuğu Asgeies Ravelin'in ilk savaşıydı ve şehirde birçok elf olduğu söyleniyordu. Asgeies ise onları temizlemek için şehire gitti ve elfleri tek tek öldürdü ama orada yaşayan insanlar birlikte yaşadıkları elflere ihanet etmedi ve Asgeies Ravelin'e karşı savaştılar fakat başaramadılar. Asgeies Ravelin orada bulunan isyan etmiş veya etmemiş bütün insanları aynı elfler gibi yok etti ve bu insanların arasında Vika'nın ailesi de vardı. Anlatılanlara göre Vika yıkılmış bir evin içine girmiş ve orada hayatta kalmayı başarmış tek kişiydi. Tabi günler geçmiş ve elfler olay yerine gelmişlerdi ama Asgeies'in ordusu çoktan Windripcliff'e geri dönmüştü. Asgeis ve ordusu Windripcliff''te eğlenmeye devam ederken, elfler araziyi normal askerlere aratmak yerine büyücüleri kullanmışlar ve Salihn Wynmenor'un büyü güçleri sayesinde az daha susuzluktan ölecek olan Vika'yı bulup onu Selu Quessir'e götürmüşler. Ne ismini söyleyebiliyormuş ne de herhangi bir şey anlatabiliyormuş. Altı yaşında bir erkek olduğu ve elflerle iç içe yaşamaya alışık olduğu için onu bir elf gibi yetiştirmeye başlamışlar. İsmini nedendir bilinmez ama manası 'Erkek Cadı' olan Vika koymuşlar. Elfler Vika'yı bir asker olarak yetiştirmeye başlamışlar ama bu kadar iyi bir asker olacağını muhtemelen Selu Quessir'de bulunan en iyi büyücüler bile tahmin edememiştir. Henüz on yedi yaşındayken Valenvers savaşında elflere önderlik etmiş ve savaşı kazandırmıştı. Orada bulunan bütün erkekleri, kadınları, çocukları hatta ve hatta bebekleri bile yaktırdı. İnsanlara karşı büyük bir nefret duyuyordu ve bu nefret onun içindeki güçü her geçen gün büyütüyordu. Vika yirmi yaşına bastığı günden on üç gün sonra elf generali Arathorn Normaer öldü ve elflerin Yüksek Kralı Flandryn tarafından general ilan edildi. Birçok elf bu kararı büyük bir risk olarak gördü ve bu kararın değişmesini istedi ama aldıkları bu riskli karar onları resmen en alttan en yükseğe taşıdı. Kılıç tutmayı bile bilmeyen elfleri ölümcül birer savaşçıya çevirdi ve saygı kazanmaya başladı. Elfler generallerini iyice benimsemeye başladılar ve bu durumdan elf soyluları da oldukça memnundu ki bundan bir sene sonra elf köylerinde yaşayan bütün insanları toplamaya başladı. Topladığı insanları tek tek Selu Quessir'e getiriyor ve teker teker hepsini yakıyordu. Ne yaşlı ne de bebek dinliyordu. Elflere göre Vika; Tanrıların elflere olan büyük bir mucizesiydi. Vika ise bu tanrı anlatımlarına inanmıyor ve insanlardan intikam almaya devam ediyordu. Bir sonraki adresi Tivl Edhil oldu. Tivl Edhil'de yaşayan herkesi tek tek yakmış ve orada yaşayan elfleri de insanlarla yaşıyor diye kulaklarının sivri bölümlerini kestirip insanlara benzemelerini sağlamış. Hem elfler hem de insanlar için büyük bir boşluktu Tivl Edhil. Orada ölen kırk beş bebek o kadar çok ağlamışlar ki ateş bile buna dayanamayıp sönmüş ama ateş tekrardan yakılmış ve her şey kaldığı yerden devam etmiş. Anlatılanlar doğruysa yakılan bebeklerin çığlıkları halen daha Tivl Edhil'de duyabiliyormuş. Şimdiyse başka bir kız aradığını söylüyor ve muhtemelen insanlık için çok ama çok önemli biri o kız. Her ne olursa olsun kızı bulmamalı."
Etienne uzun uzun anlattıktan sonra, "Sonuç olarak bir cadı arıyor değil mi?" diye sordu Viola ama kimseye bir cevap şansı vermeden devam etti. "Belki de hiçbir zaman bulamaz ve mutlu mesut yaşamaya devam ederiz. Hem aradığı kız gerçek bir cadıysa ve onu öldürse bile kendisine musallat olacağını kesinlikle biliyordur. Binlerce sene sonra bile onu arayacak, bulacak ve intikamını alacaktır. Bir cadının musallat olduğu herhangi bir ruh olacak ve bundan asla kurtulamayacak. Bu yüzden onu öldürüp öldürmeme konusunda çok ama çok dikkatli düşünmesi gerektiğinin farkındadır. Şimdilik cadı avcısı o olabilir ama ileride cadının avı olacağından hiçbir şüphem yok."
#Witch#Witches#Wicca#Witchcraft#Witchblr#Pagan#Gothic#Dark#Art#Painting#Artists On Tumblr#Illustration#Aesthetic#Kitap#Alıntı#Edebiyat
250 notes
·
View notes
Text
Karımla Karavan Anılarımız! (2) (Gökhan 48 Y., İzmir)
Ne diyeceğimi ya da nasıl başlayacağımı bilemiyordum. Karım toparlandı ve yanımdaki yardımcı şoför koltuğuna oturdu. Karımın içinde halen Akın'ın dölleri vardı ve o hiçbir şey olmamış gibi yanıma geldi, sigarasını yaktı ve konuşmamaya devam etti. İçim içimi yiyordu; hem dimdik olmuştum ve karımı sikmek istiyordum, ama bir yandan da onu o halde izlemek, ortamın ambiyansını bozmak içimden gelmiyordu. Yemek yemek için duracağımız 1.5 saatlik mesafe boyunca hiç konuşmadım; durduğumuz restoranda da denizin yanındaki masamıza geçip, siparişlerimizi verince artık konuşma zamanı gelmişti.
Önce etrafa baktım biraz, konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Karım da zaten hiçbir şey olmamış gibi davranıyor ve o olaydan önceki küslüğümüzü devam ettiriyordu. "Sanırım konuşmamız gerek!" diye bir girizgah yaptım. Karım, "Öyle diyorsan!" diye kestirip attı, ama hangi konuda konuşmaya gireceğimden çok da net emin olmasa gerek, bir konuya yönelik bir şey söylemedi. "Neydi o yaptığın?" diye sordum. Ben de daha lafları yuvarlıyordum. Karım, "Neyden bahsediyorsun?" dedi. Bir süre daha lafı çevirdikten sonra, "Karavanda yaptığından bahsediyorum tabii ki!" dedim. Biraz sinirli ve kızmış gözükmeye çalışıyordum, ilk dakikadan bu olaydan keyif aldığımı öğrenmesin diye.
Karım, "Ne yapmışım ki?" deyip gevrek gevrek gülünce, "O çocukla neden o kadar ileriye gittin?" dedim. Karım gayet rahat bir ifadeyle, "Ben hep sana bakıyordum ve senin de bana baktığını biliyordum; rahatsız olduğunu anladığım anda bırakacaktım, ama sen görmene rağmen beni asla durdurmadın. Ben de sonuna kadar gittim!" dedi. Bu kadar rahat ve pişkin olması bir parça canımı sıkmıştı, ama bir yandan da hhalen hoşuma gidiyordu. Ben de, "Ben de senin beni kızdırmaya çalıştığını anladım, ama makul bir anda bırakacağını düşünerek müdahale etmedim. İşleri bu noktaya getirip 19 yaşında çocuğa vermen mi gerekiyordu?" dedim. Karım, "Özür dilerim, bir daha olmaz!" diyerek kestirip attı. O an, belki de kendimde bile garipsediğim, bir his oldu. Neredeyse (Bir daha olmaz!) dediği için, (Öyle demek istemedim!) diyecektim. O haz, garip bir biçimde hoşuma gitmişti.
Daha sonra da yemeklerimiz geldiği için konuyu açamadım. O günün akşamında, karavanı kenara park ettiğimde karımla harika bir sevişme yaşamıştık. O ana kadar aramızda uzun süredir olmayan bir haz ve istek vardı üzerimizde. Sevişmem bitip, Akın�ın yaptığı gibi, karımın içine boşaldıktan sonra, karım, "Sen bundan hoşlanmışsın!" dedi. İnkar veya kabul etmedim. Sadece susup oturdum. Karım, yıkanmak için, karavanın banyosuna doğru ilerleyince, "Bir daha yapacak mısın?" dedim. Banyonun kapısından bana bakarak, "İster miydin?" dedi. Ben sessiz kalınca, "Bakarız!" diyerek duşa girdi.
Sonraki 3 gün boyunca bu konu aramızda hiç açılmadı ve otostopçuya da denk gelmedik. Artık Muğla'dan çıkmış, daha da aşağılara doğru gidiyorduk. Rotamız güzeldi ve sanki birkaç gün önce yaşanan olay ikimizin de sinirin, stresini almış, bizi bambaşka iki insan yapmıştı. Şimdi odağımız daha farklıydı. Artık neredeyse durduğumuz her yerde, yol kenarında gördüğümüz her insana bu tarz fantaziyi yaşayıp yaşamayacağımız kişi mi diye bakıyorduk.
Saat 16:30 civarı, yine yolda ilerlerken bir otostopçu gördük. Bu çocuğu benim gözüm pek tutmamıştı, çünkü daha ufak duruyordu. Karım ise, "Alsana şunu!" dedi sadece. Biraz yavaşlatsam da arabayı, "Daha ufak duruyor o!" dedim. Ama karım, "Boş versene, ne olacak?" dedi. Daha fazla diretmeden arabayı durdurdum ve çocuğu karavana aldım. İsmi Orkun'du ve 17 yaşındaydı. Lise öğrencisiymiş ve o da klasik bir biçimde otostopla tatile çıkmış. Zaten bu yazlık bölgelerin yollarında genellikle bu tarz tatilcilere çok fazla rastlamak mümkündü.
Karımın üzerinde o gün daha da dar ve dekoltesi belli bir bluzla mini etek vardı. Karım onunla sohbet etmeye başlamıştı. Ben daha çok ipleri onun eline bırakıyor ve anın tadını çıkartıyordum. Daha rahat bir imaj vermeye çalıştığım için; karımdan olur olmaz şeyler istiyor ve teşekkür etmek için orasına burasına dokunarak dudaklarından öpüyordum. Orkun da bizi ilgiyle hissediyordu ve davranışlarından rahatlamaya başladığı da anlaşılıyordu. Atağa geçeceği ve hamle yapacağı doğru anı karımın bileceğinden emindim ve bu yüzden de onu uyaracak bir şey yapmıyordum.
Karım yine arkaya geçti ve mutfak tezgahının önünde sözde bir şeyler hazırlıyormuş gibi yaparak bacaklarını sergilemeye başladı. Ara sıra çekmecelerden bir şey almak için eğilirken minicik olan eteği yüzünden kalçalarının alt kısımları hafif hafif gözüküyordu. Çocuğun inanılmaz derecede bunu beğendiğini ve istekli olduğunu görebiliyordum; ancak beklediğimden daha cesur çıkmıştı. Çantasını kucağına almıştı ve eli, çantanın altında yavaş yavaş hareket ediyordu. Karıma bakarak 31 çekmeye başlamıştı. Hiçbir şey demeden ve fark etmeden karavanı sürmeye devam ediyordum. Karım da sanırım 31 çektiğini fark ettikten sonra bana bir şey söylemek için iyice eğilince resmen kalçalarının yarısını göstermiş oldu. O pozisyonda da neredeyse yarım dakika kadar kaldı.
Orkun'un gözleri karımın kalçalarındaydı. Bir yandan numaradan karımla konuşuyor gibi yaparken, diğer yandan da dikiz aynasından Orkun'u kesiyordum. Gözlerini dahi ayırmadan karımın kalçalarına bakıyor ve bir yandan da sikini okşuyordu. Karıma, "Ne yapacaksan yap, bu salak yoksa çantasına boşalacak!" dedim. Güldü ve, "Merak etme, ben halledeceğim!" diyerek toparlandı yavaştan. Ben, "Orkun, eğer bir problem olmazsa şurada bir 20 dakika kadar mola vereceğim." diye seslendim. Orkun da anın şoku ve zevkiyle, "Tabii efendim, sorun yok." dedi.
Arabayı durduğumda yerimden kalktım ve karavanın iç kısmına geçtim. Karımla göz göze geldik ve artık yılların getirmiş olduğu birbirini tanıma yeteneği ile birlikte hiç konuşmadan sadece bakışlarımızla birbirimizle anlaşıyorduk. Karım bir anda, "Burada mı duracaksın? Hani o söylediğim yerde duracaktık?" dedi. Ben de ters davranarak, "Ben burada durmak istedim. Senin o söylediğin yere girmeyeceğim. Orası yolumuzun 20 kilometre ötesinde, boşuna zaman harcayacağız!" diye cevap verdim. Biz orada suni ve tamamen uydurmaca bir kavgaya tutuştuk. Yaklaşık 5 dakikalık bir kavgadan sonra seslerimiz iyice yükselince, karıma, "Sen hep böyle yapıyorsun! Hiçbir şeyden memnun olmuyorsun!" diyerek kapıyı vurup dışarı çıktım. Planımız tıkır tıkır işliyordu. Amacım; Orkun ve karımı yalnız bırakmaktı. Şimdi, karımın benim için aralık bıraktığı, perde aralığına geçmiştim ve karavanın içini seyrediyordum.
Karım numaradan ağlayarak Orkun'un yanına oturdu. Konuşmaları yarım yamalak da olsa duyuyordum. "Hep böyle davranıyor bana, benim isteklerime hiç önem vermiyor!" dedi. Orkun da onu teselli etmek bahanesiyle karımın omuzlarını okşamaya başlamıştı. "Sadece gezide değil; yemekte, özel günlerimizde... hatta... özel anlarımızda bile benim isteklerime önem vermiyor. Bana yetmiyor!" dedi. Orkun'un şaşkınca baktığını görebiliyordum. O an muhtemelen kapıyı açıp içeriye girsem bile beni fark etmeyecek kadar şaşırmış ve odaklanmıştı.
Birkaç dakikalık konuşmadan sonra karım aniden Orkun'un dudaklarına yapıştı ve elini, çantayı kaldırıp, Orkun'un açıktaki sikine attı. Çok büyük bir siki yoktu, ama epey kalındı. Karım benim gibi 48 yaşında bir adamdan sonra iki seferdir genç erkeklerle birlikte oluyor ve onların enerjisiyle sikiliyordu. Orkun'un siki, karımın elinde dimdik ve kıpkırmızı olmuştu. Karım, Orkun'un çok fazla dayanamayacağını anladığı için de ön sevişmeyi biraz hızlı geçmek niyetindeydi. Ufak birkaç öpüşmeden sonra, üstündekileri bile çıkartmadan, sadece içindeki külotu dizlerine kadar indirdi ve eteğini hafifçe beline doğru toplayarak Orkun'un kucağına oturdu.
Karım bilerek sırtını Orkun'a vermişti ki, hem benim için aralık bıraktığı yerden bana bakacaktı, hem de Orkun'un beni görmesini engelleyecekti. Karımın ıslanmış amcığına Orkun'un yarrağı girerken, ben de 31 çekmeye başlamıştım. Kendimi garip hissediyordum; hem bir ezik gibi hissediyordum, ama aynı zamanda da çok keyif alıyordum. Benim neredeyse üçte birim yaşındaki ergen şu an gözlerimin önünde karımı sikiyordu ve bu yaz bittiğinde de lisedeki arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlatacaktı bu tecrübesini...
Karım, Orkun'un kucağında hızla zıplıyordu ve çocuğun da eli sanki yapıştırıcıyla yapışmış gibi karımın göğsünün üstündeydi. Sıkmıyor, okşamıyordu, ama muhtemelen bir refleksle oraya atmıştı ve tutuyordu. Orkun, karımın azgınlığını ve ateşine 3-4 dakikadan fazla dayanamadı ve karımın içine patladı. Orkun'un boşaldığını gördükten sonra ben de geri çekildim ve 10 dakika kadar etrafta turladıktan sonra karavana geri geldim.
Karım toparlanmıştı. Orkun da bir köşede sessizce oturuyor ve göz teması kurmamaya çalışıyordu. Karım, yakınlaşma numaraları yaparak aramızdaki (sözde) kavgayı ve soğukluğu kırmaya çalışıyordu. Ben de belli olmasın diye önce birkaç dakika soğuk durup, ardından da onu affettiğimi söyleyerek aramızdaki buzları erittim. Orkun'u ineceği yere kadar götürüp bıraktığımda, "Her şey için teşekkürler!" dedi. Karımla birkaç saniye göz göze geldiler. Karım, ben fark etmemişim gibi yaparak Orkun'a bir göz kırptı ve Orkun'un da duyacağı şekilde "Hadi kocacığım, gidelim!" dedi. Biz de yola koyulduk!
[Gökhan]
118 notes
·
View notes
Text
Yorgunluğun Ertesi
Pür telaş yaşadım sanki çok acelem varmış gibi.
Her şeyde olmaya çabaladım...
Sanki ben olmayınca bir şeyler eksik kalacakmış gibi...
An oldu zamanla yarıştım
Geçme ihtimalim varmış gibi.
Yanılttıkça insanlar Hep bir şans daha tanıdım bazen abarttım
Üç beş sayısını sayamadım.
Meğer her şey değişir de bir tek insanlar değişmezmiş.
Ve ben en çok kendimde yanılıp
Kendime mahçup kaldım.
Ne zamana yetişebildim
Ne yanında olduklarımı gün geldi yanımda bulabildim.
Meğer yorulmayı ben yaşamak sanmışım.
Meğer en lazım olan kendimi hep başkaları kazansın diye harcamışım.
Meğer daha dün gibi aklımda olan çocukluğum, çok geride kalmış.
Dağ gibi bir ömrü bilmeden yerle bir etmenin Şimdi kâh şaşkınlığını yaşıyorum ...
Kâh pişmanlığını.. Ahraz snr
💙🦋🥀😔😞
💙🦋🥀😔😞
Bir garip hüzün çöker insana🥀
El, ayak çekilince🥀
Tek başına kalırsın dünyada🥀
Etraf sessizleşince🥀
108 notes
·
View notes
Text
İş ortağım
Her şey çalıştığım iş yerinde Erdal adında yeni evli bir arkadaşın işe girmesiyle başladı. Erdal benden iki yaş büyüktü. Ara sıra işyerine gelen karısıyla da tanıştırdı beni…
Gül benimle aynı yaştaydı. Güzel, seksi, yuvarlacık hatlarıyla, uzun bacaklarına güvenerek giydiği mini etekleriyle harika bir kadındı. Gerek Gül, gerek Erdal ile kısa sürede samimiyetimiz arttı, kafalarımız uyuyordu. Her konuda rahatça konuşabiliyorduk, zevklerimiz hemen hemen aynıydı.
Aramızdaki ilişki koyulaşıp ilerledikçe, kanka konumuna yükselen arkadaşlığımız derinleştikçe Erdal'ın garip bir huyu olduğunu öğrendim zamanla... İş yerindeki kadınlarla ilgili geyik muhabbetleri yaparken listeye karısını da ilave etmeye başladı. Bana sürekli karısıyla olan yatak odası ilişkilerini anlatıyordu.
"Kanka, benim karı çok azgın!" dedi bir gün…
"Eve girer girmez üstüme atladı!" diyordu benden hiç çekinmeden… Zamanla daha çok ayrıntı vermeye başladı,
"Şu pozisyonda siktim!" , "Şöyle soktum!" , "Böyle inledi!" , "Kasıla kasıla orgazm oldu!" gibi sözlerini sık sık duyar oldum.
"Karım doymak bilmiyor kanka..! Yatakta çok yoruyor beni…" gibi sürekli karısıyla nasıl seks yaptığını anlatması ilk başlarda bana tuhaf gelse de, sonradan bunları anlatmasını bekler oldum. Sonunda bir sohbet sırasında,
"Kanka, bak sana ne göstericem. Ama ölümü gör, aramızda kalacak." diyerek telefonunu uzattı bana…
Merakla alıp baktım, çırılçıplak bir kadın, yatakta poz vermiş, yüzü görünmüyor. Vücut yapısından bir şeyler tahmin ediyordum ama yine de buna cesaret edeceğini zannetmemiştim.
“Nasıl? Güzel değil mi?” diye sordu. Resmi büyütüp büyütüp bakıyordum kadının her yerini iyice inceledim. İri memeler, tertemiz kaymak gibi amı, her şeyi meydandaydı.
“Of, kanka… Harika bir kadın… Tam sikilecek pozisyonda poz vermiş. Her yeri mükemmel, taş gibi… Ne amcık vardır bunda…” dedim sonunda… Sertleşen sikimi pantolonumun üstünden oğuşturarak zaptetmeye çalışıyordum bir yandan… Gözleri parladı,
“Kanka, karımın resmi bu… Gül…” dedi heyecanla… Tahmin ettiğim şey gerçekti, karısının çırılçıplak, amı götü meydanda resimlerini gösteriyordu bana… Yine de gözlerime inanamadım. Tekrar tekrar baktım resme… Evet, oydu, karısıydı.
“Gerçekten mi? Erdal, sen baya ilerlettin işi kanka… Gerçekten, Gül mü bu?”
“Evet kanka… Karımın resimleri… Sen doymadın galiba bakmaya… Hem de inanmadın sanki bana… Dur, başka resimler de var. Onları da göstereyim sana…”
Gösterdi. Diğer resimlerde yüzü de görünüyordu. Her şeyiyle mükemmel bir seks abidesiydi karısı… İçim gitti. Telefonu geriye verdim.
“İyisin valla Erdal… Ne güzel, sana çırılçıplak poz veren bir karın var. Peki neden bana gösterdin bu resimleri? Bekar adamım, senin yüzünden evde kaç posta otuzbir çektireceksin bana…”
“Hoşuma gidiyor kanka, elimde değil. Zevk alıyorum. Ne yapayım, ben böyleyim işte… Cuckold olayı acayip tahrik ediyor beni… İstersen sana da atayım Gül'ün resimlerinden… Karımın çıplaklığına, amcığına götüne bakıp otuzbir çekersin. Ne diyorsun buna?”
“İnanamıyorum kanka…” diyebildim. “Demek karının amını görmemden zevk alıyorsun ha? Peki… Madem istiyorsun, akşam karının resimlerine bakıp bakıp asılırım artık… Yarın söylerim sana, karını hayal ederek kaç posta attığımı…”
“Off… Karımın amına bakıp otuzbir çekeceksin kanka… Gül'ümü siktiğini hayal edeceksin, sikini okşarken boşalacaksın, döllerin fışkıracak karım için… İnan şu anda benimki taş gibi oldu. Söylemesi bile sertleşmeme yetiyor inan...”
Zamanla Erdal bu olayı iyice ilerletti. Artık karısıyla seks yaparken fotoğraflar ve videolar çekip bana gösteriyordu. Karısına sakso çektirirken... Gül'ü altına almış, iki büklüm yapmış vaziyette sikerken... Seksi iç çamaşırları giymiş veya çırılçıplakken…
Bir erkeği tahrik edip sikini kaldırabilecek, şehvetten delirtebilecek bir sürü fotoğraf ve videolar...
“Nasıl poz veriyor sana böyle?” dedim bir gün, öyle pozisyonlarda çekmiş ki kendilerini… Uzaktan, yakın plan amına girerken, götünü sikerken… “Çoğu kadın bacaklarını bile göstermez, senin Gül hiç çekinmiyor bakıyorum.”
“Sana söylüyorum, inanmıyorsun kanka… Benim karım azgın diyorum. Hoşuna gidiyor böyle pozlar vermek, o da teşhircilikten, çırılçıplak poz vermekten zevk alıyor. Gündüz ben evde yokken sikiş resimlerimize bakıp kendini okşuyormuş.”
Erdal'ın karısı Gül dediğim gibi genç, güzel, taş gibi, çok seksi, biraz zayıf, bembeyaz teni olan biri, ama özellikle tahrik edici olan sesiydi. Konuşmasını duymak bile resmen insanın sikini kaldırmaya yetiyordu.
Fotoğraflara ve videolara bakarken, karısıyla çırılçıplak sikişen Erdal'ın sikinin küçük bir şey olduğunu görmüştüm. Artık benim bütün odağım Gül olmuştu. Fırsat buldukça Erdal'la sohbet etmek ve bir şeyler içmek için bahane uyduruyor, sık sık onlara gidiyordum.
Resimlerinden ve videolarından o kaymak gibi amcığının her ayrıntısını bildiğim, sakso çekerken kocasının küçük sikini boylu boyunca kavrayışını, o narin dudakların hırsla emişini, orgazm olurken attığı zevk çığlıklarını bildiğim kadına hasta oluyordum. Karşımda hanım hanımcık oturan bu azgın kadının hep yakınında olmak istiyordum...
Erdal da anlıyordu elbette… Evlerinden neden çıkmadığımı, sık sık neden bir bahane uydurup onlara damladığımı gavur gibi biliyordu. Pek şikayetçi de sayılmazdı, hatta kendisi çağırıyordu evlerine…
Karısı karşımda otururken açılan eteğinden sergilediği güzel bacaklarına bakarken dalıyordum bazen… Başımı çevirdiğimde kocasının gülerek beni izlediğini görüyordum. Gül içeriye gittiğinde bana dönüyor,
“Karımın çıplak resimlerine bakmak kesmedi galiba kanka… Gözünü ayıramadın bacaklarından… Bir şey görebildin mi bari, külodunu gösterdi mi sana?” diyerek kahkahayı basıyordu pezevenk… Gülmesini duyan karısı yanımıza gelirken cümlenin sonunu yakalıyordu,
“Neye gülüyorsunuz bakayım siz? Kim külodunu göstermiş?”
“Aşkım, bu benim abaza kankam var ya… Bugün muhasebedeki mini etekli kızın külodunu görücem diye deli oldu da… Ona gülüyorduk.” diye geçiştirdi…
“Aman ne meraklısınız bacak görmeye… Ondaki bacak bende de var aşkım…” diyerek mini eteğini biraz daha yukarı çekip bacaklarını gösterdi bize… İkisi de birbirinden çılgındı bu karı kocanın…
İki ay önce ev sahibim kiramı aşırı yükseltmişti ve ben kirası daha uygun başka bir kiralık ev arıyordum. Bir gün Erdal karşılarındaki dairenin boşaldığını, kirasının da uygun olduğunu, kaçırmamamı söyleyince hemen tuttum ve oraya taşındım.
Artık karşılıklı dairelerde, hep birlikte yaşıyor gibi olmuştuk. Fırsat buldukça akşam yemeklerini beraber yiyor, içiyor, televizyondan dizi, film izliyor, beraber bolca zaman geçiriyorduk. Tabii ben sürekli Gül'ü dikizliyor, adeta gözlerimle sikiyordum.
İlerleyen haftalarda birbirimize iyice kaynaşmış ve bunun neticesinde Gül ile iyice samimi olmuştum. Artık yanımda iyice rahatlamıştı. Kısa ve açık şeyler giymeyi seviyordu zaten, artık benden hiç çekinmiyordu. Erdal ara sıra takılıyordu karısına,
“Aşkım, biraz daha kısa giy istersen, kankam iyi göremiyor bacaklarını…” diyerek gülüyordu. Benim yüzüm kızarırken karısı aldırmıyor,
“Ne diyorsun sen aşkım?” diyerek gülüyordu.
“Ne bu kızım, bu kadar mini etek giymişsin. Üstün başka alem, memelerin yarısı meydanda… Çocuğun canı çekecek seni göre göre… Bekar adama otuzbir mi çektireceksin akşam akşam…” Karı koca kahkahayı patlatıyor, ben de biraz utanmış, biraz şaşkın vaziyette gülmeye, onlara katılmaya çalışıyordum.
O bembeyaz güneş görmemiş teni canlı canlı gözlerimin önündeydi. Bazen el şakası bahanesiyle dokunuyordum ve teninin o tazeliği, pürüzsüzlüğü beni kendimden geçiriyordu.
Bir hafta sonu onlarda akşam yemeği yedik. Yemeğin üstüne de Erdal'ın açtığı viskiden içtiğimiz birkaç duble ile gece yarısını etmiştik. Televizyonda film izlerken içim geçmiş ve kanepede uyuklamışım. Erdal'ın beni dürtmesiyle uyandım, gözlerimi açıp bakındım. Gül yoktu yanımızda... Erdal,
“Kanka, miskin miskin uyuma, biraz hareket edelim.” Uykum açılmıştı bile, bu deli herif ne planlıyordu acaba? Doğrulup merakla yüzüne baktım,
“Gül yine azdı, ille de sik beni diye tutturdu. Ben birazdan karımı sikicem. Yatak odasında beni bekliyor. Kapıyı aralık bırakayım, istersen sen de gizlice bizi sikişirken izlersin!” dedi.
Bir yandan da pis pis sırıtıyordu. Gerçekten tuhaf bir insandı bu Erdal... Benim bir şey dememe fırsat vermeden karanlıkta süzüldü gitti yatak odasına... Böyle bir şey yapmasını beklemem lazımdı aslında… Karısıyla sikişirken videolarını çeken, benimle paylaşan kocadan her şey beklenirdi.
Biraz sonra içerden belli belirsiz fısıltı ve şapırtı sesleri gelmeye başladı. Yavaşça yatak odasının önüne gittim. İçerisi gece lambasının loş kırmızı ışığıyla aydınlanıyordu, ama Gül'ün çıplak beyaz teni ay gibi parlıyordu.
Yatağın önündeydi karı koca... Gül ayakta duran Erdal'ın önüne diz çökmüş, benimkinin yarısı kadar büyüklükte olan sikini iştahla yalıyordu. Sikim bir anda kalkmıştı onu öyle görünce...
Gül bir süre Erdal'ın sikini yalayıp emdi. Sonunda Erdal karısını ayağa kaldırıp dudaklarına yumuldu. Deli gibi, hırsla, şehvetle öpüşüyorlardı. Erdal Gül'ün dolgun dudaklarını öpüp emerken, elleriyle de götünü avuçluyordu. Onları böyle izlemek kafamı allak bullak etmiş, sikim kazık gibi olmuştu.
Erdal, ayağa kaldırdığı Gül'ün arkasına geçip çömeldi. Yüzünü Gül'ün götünün yanakları arasına soktuğunda, Gül çıldıracak gibi oldu ve
“Ohhhhh!” diye inledi, sonra da yalvarırcasına, “Yala hadi beni! Hadi yala, ne olursun...” demeye başladı.
Erdal Gül'ün götünün yanaklarını iki eliyle iyice ayırıp ağzını amına yapıştırmış, şapırtılı sesler çıkararak amını götünü yalıyordu. Gül ise gözleri kaymış, Erdal'ın götünün yanaklarına yaptığı destekle ayakta durabiliyordu.
Biraz daha yaladıktan sonra Erdal ayağa kalktı, yüzü Gül'ün zevk sıvılarıyla iyice ıslanmış, parlıyordu. Gül yatağa sırt üstü uzanırken, Erdal sinsi bir bakış attı kapıya, beni görünce sırıtarak göz kırptı.
Gerçekten deliydi bu Erdal ve beni de kendine uydurmuştu. Ben de pantolonumu indirip zonklayan sikimi serbest bıraktım ve tekrar içeriyi izlemeye başladım.
Erdal, zevkten iyice ıslanmış olan G��l'ün amının girişine dayamıştı sikini. İyice kendinden geçmiş olan Gül iki eliyle Erdal'ı belinden asılarak içine istiyordu, ama Erdal sikini sürekli yukarı aşağı sürtüp Gül'ü delirttikçe delirtiyordu.
“Hadi aşkım sok içime sikini, hadi yar beni!” deyince sonunda Erdal var gücüyle bastırdı.
“Ohhhhh!” diye bir inleme koptu Gül'den. Erdal'ın sikini amında hissetmekten müthiş bir zevk aldığını görebiliyordum saklandığım yerden. Gül Erdal'ın boynuna sarılıp dudaklarına hırsla yumuldu.
Erdal belini oynatmaya, yavaşça pompalamaya başladı. Gül'ün zevkten gözleri kaymış, bacaklarını Erdal'ın beline dolamış vaziyetteydi. Dudaklarını ısırarak amına girip çıkan sikin verdiği zevkle inliyordu. Erdal da,
“Aşkım... Güzel amcıklım benim... Dar amcıklı orospum benim!” diyerek var gücüyle Gül'ün kaymak gibi amını sikiyordu.
Elimi tükürükleyip kayganlaşan parmaklarımla sikimi sıvazlamaya başladım. Manyak herif, benim onları izlediğimi bilerek, beni delirtmek, daha çok tahrik etmek için konuşuyordu böyle, emindim buna…
Dakikalarca sürdü bu sahne... Hırsla, vahşice sikişiyorlardı. Gül bacaklarını Erdal'ın bacaklarına sarmıştı şimdi. Kocasının acımasız köklemelerine zevk çığlıkları ile karşılık veriyor, dudakları titriyor, iki eliyle Erdal'ın belini tutmuş, amına daha çok köklemesini istiyordu.
“Ohhhh!” diye bir çığlık kopardı Gül, sonra da, “Dayanamıyorum... Geliyorumm kocacım..." diye kıvrandı. Erdal da ona homurtularıyla eşlik ediyordu.
Ve birden o videolarında defalarca izlediğim Gül'ün kasılması başladı. Amının o anda Erdal'ın sikini sağdığına emindim. Zaten Erdal da daha fazla dayanamadı ve var gücüyle son bir kez altında çırpınmakta olan Gül'ün amına kökleyip kasılmaya başladı. Erdal da boşalmıştı.
Manzara mükemmeldi. Hayvanlar gibi sikişen bu çifti izlerken otuzbir çekerek deli gibi asılıyordum. Gül'ün o pürüzsüz amının kenarından dışarıya taşan zevk sıvıları ve kocasının dölleri kendimden geçmeme yetmişti. Hiç boşalmadığım kadar boşalıyordum avucuma.
Döllerimi yerlere damlatmamaya özen göstererek banyoya gidip temizlendim. Geri geldiğimde içeriye bir bakış attım, çırılçıplak ve sarmaş dolaş uykuya dalmışlardı. Bir süre yatakta yatan şehvetli ve isterik kadının çıplak, bembeyaz tenli bedenine baktım.
Daha az önce boşalmama rağmen sikim taş gibi olmuştu. Ama yapacak bir şeyim yoktu. İçeri dalıp Gül'ü pezevenk kocasının yanında sikmeyi düşündüm bir an, ama sonra vaz geçtim.
Ne tepki vereceğini bilemezdim. Kocasıyla aynı şeyleri düşünmüyor olabilirdi Gül…Ben de geri salona döndüm. Artık kafama koymuştum, bir yolunu bulup Gül'ü sikmem lazımdı...
Ertesi gün birlikte kahvaltı yaptıktan sonra, Erdal Gül'e çaktırmadan benimle konuşmak istediğini söyledi. Benim eve geçip birer bira açtık ve anlatmaya başladı.
“Biliyorsun, daha önce sana söylemiştim. Uzun zamandan beri Cuckold olayına ilgi duyuyorum. Bu olay beni aşırı derecede tahrik ediyor kanka… Adeta deliriyorum.”
“Biliyorum sapık herif… Dün gece de harikaydınız, çok güzel siktin karını… Siz yatakta, ben de kapının önünde boşaldım.” diyerek güldüm.
“Her zamanki halimiz arkadaşım. İnan hep böyle bu kadın… Delirtiyor beni sikişirken… Hele dün gece senin bizi sevişirken izlediğini, otuzbir çektiğini bilmek de zevkimi ikiye katladı.”
“Eee, kanka? Şimdi benden ne istiyorsun? Bu kadar önemli olan ne?” dedim. Yüzüme baktı Erdal... Söylesem mi söylemesem mi diyordu, çok belliydi. Sonunda,
“Kanka, bunu çok düşündüm inan… Artık bu cuckold işini bir adım daha öteye taşımak istiyorum.”
“Nasıl yani?” Derin bir soluk alıp derdini döküverdi bir anda,
“Nasıl var mı işte kanka… Ben… Ben senin karımı sikmeni istiyorum… Ama ben de izleyeceğim siz sevişirken… Gizlice… Sen karımı sikerken ben bir şekilde röntgenleyeceğim sizi…”
Doğrusu hiç şaşırmadım buna… Zaten karısını sikmek için fırsat kollamaya başlamıştım. Bir punduna getirip sikmeliydim o seksi kadını… Şimdi bunu bizzat kocasından teklif olarak duyunca ağzım kulaklarımda kabul ettim elbette…
“Ama ufak bir sıkıntı var kanka... Karımın bu konulardan haberi olmasını istemiyorum. Gül, seninle sevişirken kocasını aldattığını, beni boynuzladığını sanmalı... En azından şimdilik... Belki böylesi onun için daha da zevkli olur aslında… Adrenalin patlaması yaşar.”
“Peki, karın kabul edecek mi bunu?”
“Ben elimden geldiğince seni Gül'e anlattım, her fırsatta methettim. Gül de zaten seni çok seviyor, beğeniyor seni...”
“Vay anasını kanka… Desene işimiz pek zor değil öyleyse…”
Erdal ile oturup iyi bir plan yaptık. Öncelikle Erdal yorgun, hasta ve keyifsiz olduğunu söyleyip Gül'e bir hafta hiç dokunmayacaktı. Her gün, her gece sikişmeye alışmış karısını duvara tırmanır hale getirip, sonra da öylece bırakacak, memlekete gidecekti.
Öyle de oldu. Bir hafta sonra Erdal memlekete gidiyorum diyerek benim eve geldi saklandı. Planımıza göre ben de o gün akşam yemeklik malzemeleri alıp, Gül ile birlikte yemek için kapısını çaldım.
Gül kapıyı açtı ve beni içeri davet etti. Üzerinde göğüslerini belli eden beyaz ince bir tişört vardı. Altında ise siyah renkte tayt vardı. Eli yüzü kıpkırmızıydı, sanki ateşi varmış gibiydi.
Onu biraz tanıyorsam, amını parmakladığı resimlerini, kocasıyla sikiştiği videolarını gördüğüm, kocasının altında sikişirken canlı izlediğim kadın, ben kapıyı çaldığımda kesin mastürbasyon yapıyordu.
Erdal bir haftadır karısına elini sürmemişti ve kalıbımı basarım, Gül kesin azgınlıktan delirmek üzereydi.
Birlikte mutfağa geçtik. Ona güzel bir yemek hazırlayacağımı söyledim. Yine o sik kaldıran şuh kahkahasını attı ve sonra dilini çıkarıp dudaklarını yalarken,
“Mmmm, desene bu gün tıka basa doyacağım!” dedi.
Pembe dilinin etli dudaklarını yaladığını görünce içim eridi birden… İçimden (Doyuracağım seni yavrum... Hem karnını yemeğe, hem amını yarağa doyurucam!) dedim.
Yemekleri hazırlarken mutfakta bana yardım etti. Arada ona sürtünmeyi ve dokunmayı ihmal etmiyordum.
Mutfak dardı ve mecburen sürekli birbirimize sürtünmemiz gerekiyordu. Bilerek her seferinde onu önümden geçmeye mecbur bırakıyor ve o güzel götüne önümü bastırıyordum.
Gül hiç tepki vermiyor, aksine o geçişlerini elinden geldiğince yavaşlatıyordu. Gerçekten iyice kızışmıştı, benim birşey yapmama gerek kalmadan o üzerime atlayacaktı anlaşılan…
Yemeği masaya servis ederken gecenin biraz daha ısınması için getirdiğim viskiyi de masaya koydum. Bunu yapmamı Erdal istemiş, içkinin onu daha da isterik bir orospuya çevirdiğini söylemişti. Erdal ile içerken bazen Gül bize eşlik ederdi zaten.
Küçük yemek masasında çok yakın oturmuştuk, bacaklarımız birbirlerine değiyordu. Sikim kazık gibi olmuştu. Gül viskinin verdiği gevşemeyle bacaklarımı okşamaya başlamıştı. Hiç konuşmuyor, sadece birbirimizi süzüyorduk.
Aklımdan onun Erdal ile sikişirken çıkardığı inleme sesleri ve orgazm kasılmaları geçiyordu. Ve bu gece o güzelliğin tadına bakma fırsatını bana bizzat kocası olacak pezevenk sunmuştu.
Ama işi dayanabildiğim kadar uzatmak ve Gül'ü adeta kudurtmak istiyordum. Ne kadar azdırırsam o kadar ateşli sevişeceğini biliyordum.
Yemekten sonra yine elimden geldiğince götüne sürtünerek gelip geçtim. Artık viski onu iyice gevşetmiş, bilerek gelip önümde oyalanır olmuştu. Götünün o sıcaklığını ince taytının üzerinden hissedebiliyordum. O da götünü iyice bana yaslayıp adeta sikimi içine davet ediyordu.
Artık iş o kadar uzamaya başladı ki, nerdeyse boşalacaktım. Neyse ki mutfaktaki işimiz bitmişti, ama ikimizde de artık film koptu kopacaktı. Ben lavaboya giderken, Gül de terlediğini ve üzerini değiştirmesi gerektiğini söyleyip kendini yatak odasına zor atmıştı.
Ben ondan önce lavabodan çıkıp mutfağa geçtim, ikimize birer kadeh daha viski hazırlayıp salona geçtim. Artık son noktayı koymanın vakti gelmişti. Biraz sonra Gül de salona gelince dilimi yutacaktım.
Göğüslerinin büyüklüğünü meydana çıkaran minik bir gecelik giymişti. Gecelik tam olarak erotik iç çamaşırı sayılmazdı. Ama ancak kendi kocasının yanında, yatak odasında giyilebilirdi. Başka bir yerde, yabancı bir erkeğin yanında giyilecek bir giysi değildi.
Gül'ün yüzünde de heyecan ve karışık duygular belirmişti. Şeffaf gecelik kumaşından minicik tanga külodunu görebiliyordum. Geceliğin boyu o tanga külodun hemen altında bitiyordu zaten, kısacıktı.
Sütyen yoktu içinde. Meme uçlarının pembemsi koyuluğu ve kabarıklığı belli oluyordu. Gözlerimi ince geceliğin altında sergilenen hazinelerine diktim. Gülümseyerek,
“Gül… Geceliğin çok seksiymiş!” dedim.
“Sen yabancı sayılmazsın canım... İyice sıcak bastı!” dedi.
Gerçekten beni istiyordu, onu sikmemi istiyordu. İncecik şeffaf kısa geceliği bütün güzelliğini meydana çıkarmıştı, uzun ve çıplak bacaklarını, güzel götünü zor kapatıyordu.
Eline içkisini tutuşturdum. Hemen çaprazıma oturdu. Otururken özenle geceliğinin eteğinin sıyrılmasına dikkat etti. Bacak bacak üstüne atmıştı. Götünün bir yanağına kadar görünse de o beni delirten tazecik şeftalisini bacakları kapatmaktaydı.
Sohbet havadan sudandı, ama odanın havası seks yüklüydü. Tıpkı hayvanların çiftleşmeden önce yaptığı gibi birbirimizi tava getirmeye çalışıyorduk.
Bacak bacak üstüne atmışken vazgeçti, bacağını indirip sürekli hareket ettirmeye başladı. Tangasından taşmış amı bir görünüp bir kayboluyordu. Onun gözleri de önümdeki kabarıklıktaydı. Birden kumandaya uzanıp,
“Hadi film izleyelim!” diyerek televizyonu açtı, sonra da kalkıp salonun ışığını dimerden kısıp geldi, yanıma oturdu. O baştan çıkarıcı kokusu kendimi kaybetmeme sebep olmuştu. Bana dönüp,
“Ne izleyelim?” dediğinde burunlarımız birbirine değecek kadar yakındı ve birden dudağına yapıştım.
Öyle iştahla öpüşüyordu ki nerdeyse dilimi kopartacaktı. Dudağına bir ısırık atıp kendimi kurtardım. Erdal'a söz vermiştim, karısını sikerken onun da izlemesini sağlayacaktım. Ama Gül,
“Seni istiyorum!” dedi. Uzun parmaklarıyla düğmelerini açtığı gömleğimden vücuduma öpücükler kondurup aşağılara iniyordu. Öyle azmış bir hali vardı ki, kendini kaybetmiş gibiydi. Fazla zaman kaybetmeden pantolonum ve boxerimden de kurtulmuştu.
“Offf, ne kadar büyük sikin! Erdal'ın siki bunun yarısı kadar…” diyerek yirmi santimlik sikimi eline almış, gözleri parlayarak inceliyor, sikimin başına küçük öpücükler konduruyordu.
Ayağa kalktım ve üzerimdekileri tamamen çıkardım. Çıplak vücudumu hayranlıkla izleyen Gül'ü de ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve tekrar dudaklarına yumuldum. Öpüşürken üzerindeki gecelikten de kurtuldum. Sonra da ondan yatak odasına geçip jartiyer çorap giymesini istedim.
İstemeye istemeye yatak odasının yolunu tuttu Gül. Ben de o arada benim evde beklemekte olan Erdal'a mesaj atıp gelebileceğini yazdım.
“Gelebilirsin kanka… Senin azgın karını sikmek üzereyim. Yatak odasına gönderdim. Benim için jartiyer giyecek orospu karın… Biraz sonra yarağı karıcığının kızışmış amcığına geçiricem. Kaçırma istersen, çabuk gel…”
Garip bir duyguydu. Ben arkadaşımın karısını sikecektim ve o gizlice bizi izleyecekti. Bana karısını siktiği videoları izletirken duyduğu heyecanın aynısını yaşıyordum şu anda… Tek farkı Erdal bizi canlı izleyecekti.
Bu durum beni daha da tahrik ediyordu. Artık sikim zonklamaya başlamıştı ve yatak odasına gidip bir an evvel sikimin sızısını geçirmek istiyordum.
Yatak odasının kapısına geldiğimde, Gül arkası kapıya dönük, siyah dantelli bir jartiyer giyiyordu. Doğrusu çok zevkli kadındı. Üzerindeki son bez parçası olan tangadan da kurtulmuştu. Gece lambasının loş ışığında kabarmış ve ıslaklıkla parlayan amı ve siyah jartiyerin vücuduyla oluşturduğu kontrast çok tahrik ediciydi.
Onu jartiyerini giyene kadar izledim ve arkadan yaklaşıp o dolgun memelerini bir elimle mıncıklayıp boynuna öpücükler kondurmaya başladım. Elini arkaya atıp sikimi avuçladı ve
“Mmhhhh!” diye inledi. “Epey kalınmış senin şeyin…” diyerek inledi.
“Kalındır benim yarak… Sen bir de amcığına soktuğumda gör onu…” diye yanıtladım kulak memesini emerken…
“Terbiyesiz…” diyerek kikirdedi. “Amıma sokacakmış yarağını…” Kulak memesini emmemden huylanmış, dudaklarımdan, dilimden kaçırmaya çalışıyordu bir yandan da…
Gül'ü yavaşça yatağa sırt üstü uzattım. O da beraberinde beni bacaklarının arasına çekmiş, hırsla boynuma sarılmıştı. Dudaklarıma, boynuma her yerime öpücükler konduruyor, elleri sabırsızca omuzlarımda, kollarımda, sırtımda, belimde dolaşıyordu.
Sikim taş gibi olmuş, hareket ettikçe Gül'ün ıslak amına sürtünüp duruyordu. Dudaklarımı öpmüyor, adeta yiyor, somururcasına emiyordu. Dillerimiz birbirini okşuyordu. Dudaklarımı kurtarıp,
“Ağzına al yavrum!” diyerek üzerinden kalktım. Doğruldu ve hiç vakit kaybetmeden etli dudaklarını araladı.
Kalın sikimi ağzına almaya çalışıyordu. E tabii, Erdal'ın minik boy sikine alışkın olduğundan, benim sikimi almakta zorlanıyordu. Kırmızı loş ışıkta Gül'ün açılıp kapanan o narin dudakları harika görünüyordu.
Birden kapı aralığından bizi izleyen Erdal'ı fark ettim. Benim yönüm kapıya dönüktü, Gül'ün ise sırtı... Erdal sırıtarak, heyecan içinde, gözlerini fal taşı gibi açmış, bizi izliyordu. En küçük bir ayrıntıyı kaçırmak istemiyor gibiydi. Küçük sikini çıkarmış bizi izleyerek sıvazlıyordu.
Deliydi bu adam... Ben karısını sikmek için fırsat kollamaya başlamışken, o bana karısını kendi elleriyle ikram etmişti. Birazdan onun tazecik, körpe karısının tadına bakacaktım. Var gücümle sikimi onun o narin amına kökleyecek, altımda zevkten bayıltana kadar sikecektim.
Ve bu imkanı bana kocası olacak pezevenk sağlamıştı. Bunu düşünmek bile beni delirtiyordu. Sikimi karısının ağzına kökledikçe duyulan boğuk sesler, nefessiz kalan karısının çırpınmaları, beni daha da kendimden geçiriyordu.
Gül'ün başını tutup sikimi ağzından çıkardım. Dakikalarca sikimi yalayan ıslak dudaklarına yumuldum. Vahşice öpüşmeye başladık. Tekrardan yatağa uzattım ve memelerini yalayıp aşağıya indim, o ıslanıp kabarmış şeftalisine yumuldum.
Amcığının tadı, kokusu harikaydı. Amını şapırdatarak yalıyor, akan zevk sularını büyük bir iştahla yutuyordum. Gül kendinden geçmiş, saçlarımı çekiştirip duruyor, bir taraftan da kıvranıyor,
“Ohhh, çok güzelll, harikaaa!” diye inliyordu. Beni gazladıkça daha bir iştahla yalıyordum. Dilimi amının en dibine kadar sokup orda dolandırıyor ve geri çıkarıyordum. Arkadaşımın karısını resmen dilimle sikiyordum. Biraz sonra o adım gibi bildiğim, artık tanıdığım kasılmaları başladı, orgazm oluyordu. Zevk feryatları eşliğinde beni bacaklarıyla sıkıştırarak dakikalarca kasıldı.
Neden sonra durulunca ayağa kalktım ve bacaklarının arasındaki yerimi aldım. Gül başını kaldırmış sikime bakıyordu. Biraz önce yalaya yalaya zevk sularını akıttığım amcığına bu kez kol gibi kalın, kavisli sikimi dokundurdum. "
“Ohhhh!” diye bir inleme kopardı, müthiş bir zevk aldığını görebiliyordum. Arkadaşımın karısı altımda onu sikmem için kıvranıyordu. “Hadiii!” diyerek bana ellerini uzatıp üzerine çekmeye çalışıyordu. “Beni mi istiyorsun?” diye sordum.
“Evet seni istiyorum!” dedi hırsla, ardından şehvet dolu bir sesle,
“Sikini istiyorum... Beni sikmeni istiyorum!” diye ekledi. Bunları kocasının da dinlediğini bilmek beni çileden çıkartıyordu.
“Hadi içime sok artık şunu... Sik artık beni... Dayanamıyorum!” diye feryat edip altımda kıvranıyordu azgın kadın...
Sikimi gövdesinden tutup o ıslak amcığına sürttüm biraz, klitorisine bastıra bastıra ileri geri yaptım. Jartiyerli dizlerinden tutup bacaklarını ikiye ayırdım. Şimdi amı tam anlamıyla önümde serili vaziyetteydi. Yavaş yavaş yüklenmeye başladım çizgi gibi duran tazecik amına... O kadar dardı ki, girmekte zorlanıyordum. Olanca gücümle bastırınca nihayet sikimin başını sokabildim. Kalanını da sokacaktım. Gül,
“Ahhh, acıyor, acıyor!” diye altımda ciyaklıyor, elleriyle de yüklenmemi engellemeye çalışıyordu.
Biraz bekledikten sonra sikimin başıyla yavaş yavaş git gel yapmaya başladım. Rahatlaması için kilitorisini okşuyor, eğilip memesine ve dudağına şehvetli öpücükler konduruyordum.
Sikim Gül'ün amında milim milim ilerliyordu. Zevkten gözleri kaymış, belimi tutan elleri kasılmış vaziyetteydi. Dudaklarını ısırarak içine giren sikime dayanmaya çalışıyordu. Amcığı ateş gibiydi, daracıktı ve tazecikti. Dayanacak gücüm kalmamıştı artık, bir hamlede kalanını kökleyiverdim amına. Kasıklarımız birleşince Gül bir çığlık kopardı,
“Aaahhhh! Yandııımmm!” diye yankılandı sesi... “Ahhh! Yavaş... Yavaş sik ne olur... Yardın beni... İkiye ayrıldım sanki... İçim yanıyor... Amım yanıyor!” diye feryat ediyordu.
Üzerine uzanıp iyice altıma aldım, yavaş yavaş gidip gelmeye devam ediyordum. Biraz sonra acının yerini zevk çığlıkları almaya başladı.
“Ohhhh, devam et aşkım, sik beni, daha hızlı sik!” diye inliyordu. Kocaman sikimi arkadaşımın karısına hırsla sokup çıkarıyordum. Gül bacaklarını açabildiği kadar ikiye ayırmıştı. Ellerini belimde, kaba etlerimde dolaştırıyor, kasılmış bir vaziyette, sürekli inliyor, çığlıklar atıyordu.
Kendinden iyice geçmiş, gözleri kaymıştı. Teni sıcaktan ve şehvetten kıpkırmızı olmuştu. Yine o defalarca videolardan izlediğim orgazmına ulaşmaya yaklaşmıştı. Bu kez şahane kadın benim altımdaydı. İçindeki benim sikimdi.
Hırsla sikiyordum, kapıda bizi izlemekte olan kocasına kadın nasıl sikilirmiş göstermek istercesine, sikimi dibine kadar kökleyip çıkarıyordum. Gül elektrik çarpmış gibi sarsılmaya başladı. Aslında kendimi kasmasam ben de onunla birlikte boşalabilirdim, ama elimden geldiğince ilk sikişimizi uzatmak istiyordum.
Sikimi dibine kökleyip dudaklarına hırsla yumuldum. Gül orgazm olurken ker tarafı titriyordu. Dakikalarca sürdü titremesi. Titremesi bitip kendine gelince ben de kendimi biraz toparlanmıştım. İçinden çıkıp yana devrildim ve
“Hadi bakalım Gül hanım, sıra sizde!” dedim.
“Zevkle beyefendi…” dedi ve şehvetten kaymış gözlerle tebessüm ederek kalkıp üstüme çıktı.
O koca sikimin kafasını amının girişine hizalayıp yavaş yavaş alçalmaya başladı. İkimiz de yeni bir zevk dalgasının içine giriyorduk.
Gözlerim kapıya ilişti yeniden. Erdal da çoktan boşalmıştı, inik sikiyle oynayarak karısını nasıl siktiğimi izliyordu. Göz göze gelince, eliyle 'Süper' işareti yapıp memnuniyetini belli etmeyi de ihmal etmedi.
Artık kasıklarım sızlamaya başlamıştı, ama dayanabildiğim kadar dayanıp Gül yeniden orgazm olurken birlikte gelmeye çabalıyordum. Gül kalın sikimin üstünde yaylanmaya başladı. Ellerini göğsüme dayamış vaziyette, yavaş hareketlerle götünü indirip kaldırıyordu.
Amcığı sikimi öyle sıkı sarıyordu ki, delirtiyordu beni. Koca sikim bir görünüp bir kayboluyordu, her kaybolduğunda Gül'den bir inleme sesidir yükseliyordu.
“Ohhh... Çok güzelll...” diye mırıldanıyordu arada, “Başını hissediyorum, yumurtalıklarıma dayandı, en derinlerimi okşuyor sikin...” diyordu... “Harikasın Gül! Aşkım! Çok güzel sikişiyorsun bebeğim!” deyip bu kez sımsıkı beline sarıldım, boynunu, memelerini hırsla öperken, üstten sabitlediğim Gül'e alttan hızlı hızlı köklüyordum şimdi.
Yine orgazm olmaya yaklaşıyordu. Gözleri kaydı zevkten, inlemeleri sıklaştı, zevk çığlıkları yükselmeye başladı. Orgazmın eşiğindeydi, iyice yükselmiş, gelmek üzereydi tekrar...
Bir hamlede içinden çıkmadan altıma aldım onu, artık benim de dayanacak gücüm kalmamıştı, transa girmiştim, var gücümle pompalıyordum... Kızarmış, ter ve zevk sıvılarımızla ıslanmış kasıklarımızdan çıkan ses ikimizin homurtusuna eşlik ediyordu.
“Geliyorum!” dediğimde,
“İçime gel, korunuyorum!” diye inledi.
Son gücümle sikimi dibine kadar kökleyip hayvan gibi böğürerek boşalmaya başladım. İlk defa böyle iştahla boşalıyordum! Sanki taşaklarım birbiri ardınca kasılıp içindeki yükleri boşaltıyordu.
Gül de titreyip kasılmaya, orgazm olmaya başladı. Amı kasılıyor, içindeki sikimi adeta sağıyordu.
“Ohhh, içimi yakıyor döllerin, hissediyorum, rahmime ulaşıyor döllerin, ohhhh!” diye mırıldanıyordu sürekli… Sonra ikimiz de durulduk. Doğrulup, içinden halen çıkarmadığım ve yavaş yavaş sertliğini kaybeden sikimin olduğu amına baktım. Manzara müthişti.
Sevgili arkadaşımın karısının sikilmekten kızarmış, açılmış, kaymak gibi amının etrafından süzülen zevk sıvıları ve benim döllerim... Çıkardığımda ölü bir yılanı andıran ve amıyla mükemmel bir tezatlık oluşturan koyu renk sikim! Kendine gelen Gül doğrulup dudaklarıma şehvetli bir öpücük kondurdu ve
“Çok iyiydin aşkım, kocam beni hiç böyle sikemiyor inan..!” dedi. Sonra hınzırca gülümseyip omuzlarımı okşayarak, “Kocam ikinci postayı da atamaz, eminim sen sabaha kadar rahat durmazsın!” dedi ve yeniden yatağa uzandı... O gece uyku çökene kadar sikiştik. Bu böyle bir hafta devam etti. Erdal güya memleketten dönünce Gül ile yatakta baş başa sabahlama olayımız bitti doğal olarak...
Ama yine de, sevgili arkadaşımın karısını artık ortak kullanır olmuştuk. Daha doğrusu, ben ondan çok kullanır olmuştum. Çünkü adamın en büyük zevki karısının başka bir erkekle sikişmesini izlemekti. En çok bundan zevk alıyordu.
Gül, kocasının bilmediğini sansa da herkes durumundan gayet memnundu.
Erdal evin her yerine gizli kameralar kurmuş, benim Gül'ü sikmelerimi gizli gizli izlediği yetmiyormuş gibi bir de kaydedip tekrar tekrar izliyordu.
Hatta işi daha da ileriye götürmüştük. Gül'ün olmadığı zamanlarda iki ortak, benim evde oturuyorduk. Rakıyı açıp yudumlarken karısını siktiğim videoları ikimiz beraber büyük ekran televizyonda heyecanla izliyorduk.
“Of kanka… Şurda ne biçim geçirdin Gül'e yaa… Nasıl da zevkle bağırıyor karım… Muhteşemsin kanka…” diye yorumlar yapıyordu sertleşmiş sikini okşarken…
“Senin sikin ufak ya Erdal... Karın kalın yarağı yedikçe bağırıyor işte... Korkarım Gül zevkten geberecek bir gün altımda…” diyerek kahkahayı basıyordum ben de…
Neden bize katılmadığını sorduğumdaysa, büyünün bozulmasını istemediğini söyledi. Azgın karısının o kocasını aldatma heyecanını, şehvetini sürekli yaşamasından haz aldığını söyledi.
Garip bir adamdı Erdal, ama bu garipliği hiç tahmin edemeyeceğim kadar zevk almama yarıyordu...
155 notes
·
View notes
Note
Nagi çok geniş bir hayal gücün ve birbirinden farklı evrenlerin var.
Kafanda ve kalbinde seni gerçeklikten fazlaca uzaklaştırdığı oluyor mu. Olduğunda başa mı çıkmaya çalışıyorsun yoksa bu senin kalkanın gibi mi.
sen ve kitaplarınla tanıştığım için çok mutluyum.
Her şey ne kadar iyiyse o kadar kötüdür diye düşünürüm ben bu yüzden ne kadar lütufsa o kadar lanet diye tanımladım yeteneğimi çünkü güzeli daha güzel hayal ederim kötü azap haline gelir bu yüzden bu kadar garip biriyim ve yaşam genelde tatsız tuzsuz beni etkileyemezsin çünkü seninle tanıştığım anda kafamda bir sürü ihtimal belirir ve bunlar gerçekçi olmaz bu da yapabileceğin hiçbir şeyi yeterli kılmaz, aynı şekilde beni incitemezsin çünkü zaten olası mümkün olmayan dahi tüm senaryoları kafamda yaşadım yani tedavi edilmeli sjsjsksks
65 notes
·
View notes
Text
Temmuz ayı okuduklarım :
CHARLIE'NİN ÇİKOLATA FABRİKASI:(Roald Dahl)
Charlie adındaki bir çocuğun yoksulluk içinde büyümesi ve bu sebepdendir ki senede sadece bir sefer doğum gününde çikolata yiyebiliyor. Bi yarışma sonucu dünyanın en büyük çikolata fabrikasına girmeye hak kazanıyor. Ve o çikolata fabrikasının sahibi oluyor...
Sayfa sayıs�� :205
📖🤍:10/6
MACBETH(WILLIAM SHAKESPEARA)
Tiyatro türünde bir kitap birazda fantastik. Konusuna gelecek olursak hatırlamaya çalışıyorum :) macbeth adında bir gencin bir savaşta büyük başarı gösterip krallığa oturuşuna sonrasında düşmanlarının onun elinden krallık koltuğunu alışını anlatıyor...
Sayfa sayısı :105
📖🤍:10/4
PİNAKYO(CARLO COLLODI)
Gapetto adındaki bir ustanın bir odun parçasından bir Pinokyo yapışını, bu küçük çocuğun fazlasıyla yaramaz oluşunu tek dileğinin ise gerçek bir çocuğa dönüşme arzusu olduğunu anlatıyor...
Sayfa sayısı :192
📖🤍: 10/5
TOPRAK ANA (CENGİZ AYTMATOV)
Bozkırın ortasında bir Kırgız köyünde erkeklerin savaşa gidişini geride kalanların çektiği zorlukları, savaşın uzaması sonucu aşağı çekilen cepheye çağrılma yaşı, bi kadının 3 oğlunu eşini kaybedişini konu edinmiş çok acıklı ama akıcı bir roman 🤍
Sayfa sayısı :135
📖🤍:10/10
Yaşlı Adam ve Deniz (HEMINGWAY)
Yaşlı bir adamın okyanusta geçen bikaç gününü anlatıyor. Okyanusta bi tane büyük bir balık tutuyor bu balık hayallerimiz oluyor yaşlı adam biz oluyor :)) yani şöyle ki hayallerimizin peşinden gitmeliyiz bütün zorluklara rağmen. Değişik bi dili var kitabın beni böyle aşırı sarmadı kitap oysaki Nobel edebiyat ödülü almış
Sayfa sayısı :86
📖🤍:10/6
Her Şey Seninle Başlar (Mümin Sekman)
Ihımm sadece 69 sayfa okumuşum ayy bi sarmadı bi sarmadı anlatamam normalde sevmesem de bitiririm bitirmeye çalışırım ama olmadı. Kitap gözümde dağ oldu konusuna gelecek olursak kişisel gelişim kitabı insanın başarılı olması için yapması gerekenler, sürekli örnekler veriyor yazar. Ve bunu hayvanlar üzerinden yapıyor sürekli aynı şeyi tekrarlıyormuş gibi geldi
Sayfa Sayısı :238
📖🤍:10/2
KÜÇÜK PRENS (Antoine de Sint _Exupery)
Okumak için geç kaldığım tek kitap budur. Okadar tatlıydı ki pamuk gibi hissettim son sayfalarını sabah okudum neden se çok ağladım. Bana onu hatırlattı. Bitirdikten sonra bi ilk 20 sayfayı tekrar okudum daha da okurum ben bunu kafama estikçe tekrar tekrar 🌟⭐☀️🌟⭐☀️🌠🌟☀️⭐🌠☀️🌟
Sayfa sayısı :106
📖🤍:10/10
GENÇ WERTHER'İN ACILARI (GOETHE)
Fotoğrafa kitabı dahil etmeyi unutmuşum 🍂
Garip bi kitaptı, herkes aşık olabilir ama ben saplantılı aşk sevmiyorum, sevmenin de bi sınırı olmalı bence, sonu çok duygusaldı ama benim sadece sinirim bozuldu..
Sayfa sayısı :126
📖🤍:10/6 yada 5 mi bilemedim
63 notes
·
View notes
Text
hayatımın çok garip bi dönemindeyim hem hiçbir sorunum yok hem de her şey sorun.
134 notes
·
View notes
Text
Pekala pekala toparlanma zamanı. Şimdi size olmadığım sürecin özetini geçeceğim. Bir çeşit "ben kimim" kargaşası içine düştüm. Ayrıca Gereksiz depresif hissediyordum ve bunu düzeltmek için bir çaba göstermedim. Zaten enerjim de yoktu ve garip bir şekilde böyle hissetmek istedim.
Ayrıca insanlara dayanamadığım için dershaneyi bıraktım. Biraz olsun düzeldim bu kez olur demiştim ama kendimi çok büyük hayal kırıklığına uğrattım.
Mühendislik okumak istemediğim karar verdim ve tüm hayatımı bunun üzerine planlamıştım bu yüzden sıfırdan başlmam gerekti. Ne yapacağım onu da bilmiyorum.
Psikiyatriste gitmeyi bıraktım. Çünkü sikik ilaçlar işe yaramıyordu ve o da bu konuda beni dinlemiyordu. Bir ara belki biraz olsun iyi hissederim diye tonla ilaç aldım. Anlık olarak ölmek istedim. Sonra günlerce hastanede yattım. Ama şuan bir şey olmadığı için gerçekten mutluyum. Anlık alınmış son derece gerizekalıca bir karardı
Ehliyet sınavımdan kaldım. Ve aileme bir kez daha beceriksiz olduğumu kanıtladım.
En ağırı bay pişmaniyenin hasta olduğunu öğrendim.
Kısaca Baya bir boşluktaydım. Hala daha öyleyim ama garip bir şekilde bu artık hoşuma gidiyor. Her şeye baştan başlamak bence bir bakıma harika bir fırsat.
Yani şuan iyiyim. Benden beklenmeyecek derece de fazla iyiyim fksşfjsşkd. Umarım bunu korurum. Ve ayrıca sizi çok özledim🫀
27 notes
·
View notes
Text
hayatımın çok garip bir dönemindeyim hem hiçbir şey umrumda değil hem de her şey umrumda
26 notes
·
View notes
Text
bazı geceler sana küsüyorum. ertesi gün hiç sana küsmemiş gibi gördüğüm yaşadığım her şeyi içimden sana anlatıyorum. bazı geceler seni affediyorum. sonra seni affettiğim için kendime kızıyorum. ama yine dönüp dolaşıp sana geliyorum. bir insanı içinde yaşatmak zordur, derlerdi. şimdi çok daha iyi anlıyorum. kendi içimde sana küsüyor, affediyor , ağlıyor , gülüyorum. bir şekilde yaşatmaya çalışıyorum. ve seni yaşatmaya çalışırken yanında ben ölüyorum. çok garip değil mi , seni içinde yaşatan benim ama ölen de benim. senin kirpiğinin tanesi bile zarar görmüyor. günün birinde, senin ölümüne karar verirsem -ki bu gün çok yakın olacak sanırım-, o zaman yaşayan , kirpiğinin tanesine zarar gelmeyen ben olacağım. sen diye bir şey olmayacak. kalmayacak. kül olacak.
19 notes
·
View notes
Text
Mükemmel kadın olmayın.
İyi bir eş, anne, dişi, seksi, ev hanımı, iş kadını, dost, evlat, sevgili ve daha birçok şey olan mükemmel kadın, neden mutsuz olur..….
Çünkü bu kadınlar başkaları için yaşarlar..
Bir ilişkide kadın, eşinin hayatını gereğinden fazla kolaylaştırdığında, iyi bir iş yapmış olmaz.
Her sorunu çözebilen, sorumlulukları üstünde taşıyan, düzeni koruyan ve bunun için insanüstü çaba gösteren kadın, karşısındaki erkeğin genetiğini bozar.
İnsan doğası almaya, tüketmeye eğilimlidir ve rahata çabuk alışır
Mükemmel kadın, her konuda başarılı olduğundan, karşısındakine yapacak bir şey bırakmaz.
Armut piş, ağzıma düş..
İlişkiler, paylaşım olmadan büyümez..
Kadın ve erkeğin gelişimi, yaşamın getirdiği sorumluluklar, dersler ve çaba ile doğru orantılıdır.
Çocuğunun okul ödevlerini kendisi yapan bir anne, evladının öğrenmesini ve yeteneklerini geliştirmesini engellediğinin farkında değildir.
Aynı durum ilişkilerde de geçerlidir.
Eşinin işlerini üstlenen, yapması gerekenleri onun yerine yapan, beceremediklerini bir şekilde halleden mükemmel kadın, mutsuz olmaya mahkumdur.
İşin garip tarafı, bu yapıdaki kadınların ilişkileri, genellikle hayal kırıklığı ile biter.
En çok aldatılan, terk edilen kadınlar, kusursuz kadınlardır.
Neden aldatıldıklarını anlayamazlar.
Üstelik, eşlerinin seçtikleri kadınlar, kendilerinden çok daha vasıfsız olanlardır.
“Benim neyim eksikti”
Bu cümlenin cevabı havada kalacaktır, hatta şok etkisi bile yaratabilir ama eksik olan kusurdur.
İlişkiler paylaşım üzerine kuruludur.
Mükemmel kadın, eşinin yapacaklarını üstüne aldığında, zaferlerini de elinden almış olur. ,
Çaba göstermek uğraşmak için ortada sebep bırakmaz.
Heyecanı, hevesi kalmayan bir eş, doğal olarak gidip, kendini göstereceği, yaratacağı başka ortamlar arar.
Çevrenizdeki insanları bir düşünün.
İçlerinde, mükemmel olduğuna inandığınız ama hala neden evlenemediğini ya da mutsuz bir ilişkisi olduğunu anlayamadığınız kişiler yok mu
Dışarıdan bakıp, dört dörtlük kadın dediklerinizle birlikte yaşadığınızı hayal edin.
Hazır bir hayat.
İlk başlarda çok keyifli gelse de, zaman içinde son derece sıkıcı, tek düze ve boş bir yaşam şeklini alır.
İnsani egonuz zarar görür..
Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir.
Sürekli başkaları için yaşamak,onların ihtiyaçlarını gidermek, onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak, hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek, karşı taraftan alkış ve takdir almaz.
Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez.
Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar. ilişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.
Mükemmel kadın mutlu olamaz.
Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur.
Mükemmellik, insana ait değildir.
Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın..
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.
Sevgiyle kalın…
Candan Ünal.
163 notes
·
View notes
Text
Cuckold Arkadaşımın Azgın Karısı! (Sezgin 28 Y., İstanbul)
Selamlar, adım Sezgin, 28 yaşında ve bekarım. Herşey çalıştığım iş yerine Erdal adında yeni evli birisinin işe başlamasıyla başladı. Erdal benden iki yaş büyük, karısı Gül ise benimle aynı yaştaydı. Erdal ile kısa sürede samimiyetimiz arttı, kafalarımız uyuyordu, ama Erdal'da garip bir huy vardı. Bana sürekli karısıyla olan yatak odası ilişkilerini anlatıyordu. "Kanka, benim karı çok azgın!" , "Eve girer girmez üzerime atladı!" , "Şu pozisyonda siktim!" , "Şöyle soktum!" , "Böyle inledi!" , "Kasıla kasıla orgazm oldu!" , "Doymak bilmiyor!" gibi sürekli karısıyla nasıl seks yaptığını anlatması ilk başlarda bana tuhaf gelse de, sonradan bunları anlatmasını bekler oldum.
Zamanla Erdal bu olayı iyice ilerletti, artık karısıyla seks yaparken fotoğraflar ve videolar çekip bana gösteriyordu. Karısına sakso çektirirken, onu altına iki büklüm almış sikerken, sexy iç çamaşırları giymişken veya çırıl çıplakken, bir erkeği delirtebilecek bir sürü fotoğraf ve videolar. Erdal'ın karısı Gül 28 yaşında, 1.70 boylarında, çok sexy, biraz zayıf, bembeyaz teni olan biri, ama özellikle tahrik edici sesi resmen insanın sikini kaldırmaya yetiyor...
Fotoğraflarda ve videolarda Erdal'ın sikinin küçük bir şey olduğunu gördükten sonra benim artık bütün odağım Gül olmuştu. Fırsat buldukça (güya) Erdal'la sohbet etmek ve birşeyler içmek için onlara gidiyordum. Resimlerinden ve videolarından o kaymak gibi amcığının her ayrıntısını bildiğim, sakso çekerken kocasının küçük sikini boylu boyunca kavrayışını, o narin dudakların hırsla emişini, orgazm olurkenki zevk çığlıklarını bildiğim, ama karşımda hanım hanımcık duran bu azgın kadının hep yakınında olmak istiyordum...
İki ay önce ev sahibim kiramı aşırı yükseltmişti ve ben kirası daha uygun başka bir kiralık ev arıyordum. Bir gün Erdal karşılarındaki dairenin boşaldığını, kirasının da uygun olduğunu, kaçırmamamı söyleyince hemen tuttum ve oraya taşındım. Artık hep birlikte yaşıyor gibi olmuştuk. Fırsat buldukça akşam yemeklerini beraber yiyor, içiyor, TV'den dizi, film izliyor, beraber bolca zaman geçiriyorduk. Tabii ben sürekli Gül'ü dikizliyor, adeta gözlerimle sikiyordum.
İlerleyen haftalarda birbirimize iyice kaynaşmış ve bunun neticesinde Gül ile iyice samimi olmuştum. Artık yanımda başörtüsü takmıyor, kısa ve açık şeyler giymekten çekinmiyordu. O bembeyaz güneş görmemiş teni canlı canlı gözlerimin önündeydi, bazen el şakası bahanesiyle dokunuyordum ve o tazeliği, pürüzsüzlüğü beni kendimden geçiriyordu.
Bir hafta sonu onlarda akşam yemeği yeyip, yemeğin üstüne de Erdal'ın açtığı Viskiden içtiğimiz birkaç duble ile gece yarısını etmiştik. TV'de film izlerken içim geçmiş ve kanepede uyuklamışım. Erdal'ın beni dürtmesiyle uyandım. Gül yoktu yanımızda. Erdal, "Kanka, birazdan Gül'ü sikeceğim. Yatak odasının kapısını aralık bırakayım, izlersin!" deyip pis pis sırıtıyordu. Gerçekten tuhaf bir insandı bu Erdal, benim birşey dememe fırsat vermeden karanlıkta süzüldü gitti yatak odasına.
Biraz sonra içerden belli belirsiz fısıltı ve şapurtu sesleri gelmeye başladı. Yavaşça yatak odasının önüne gittim. İçerisi gece lambasının loş kırmızı ışığıyla aydınlanıyordu, ama Gül'ün çıplak beyaz teni ay gibi parlıyordu. Yatağın önündelerdi, Gül ayakta duran Erdal'ın önüne diz çökmüş, benimkinin yarısı kadar büyüklükte olan sikini iştahla yalıyordu. Sikim bir anda kalkmıştı onu böyle görünce. Gül bir süre Erdal'ın sikini yalayıp emdikten sonra, Erdal Gül'ü ayağa kaldırıp dudaklarına yumuldu. Deli gibi şehvetli öpüşüyorlardı. Erdal Gül'ün dolgun dudaklarını öpüp emerken, elleriyle de götünü avuçluyordu. Onları böyle izlemek kafamı allak bullak etmiş, sikim kazık gibi olmuştu.
Erdal, ayağa kaldırdığı Gül'ün arkasına geçip çömeldi. Yüzünü Gül'ün götünün yanakları arasına soktuğunda, Gül çıldıracak gibi oldu ve "Ohhhhh!" diye inledi, sonra da yalvarırcasına, "Yala hadi beni! Hadi yala, ne olursun..." demeye başladı. Erdal Gül'ün götünün yanaklarını iki eliyle iyice ayırıp ağzını Gülü'n amına yapıştırmış, şapırtılı sesler çıkararak amını götünü yalıyordu. Gül ise gözleri kaymış, Erdal'ın götünün yanaklarına yaptığı destekle ayakta durabiliyordu...
Biraz daha yaladıktan sonra Erdal ayağa kalktı, yüzü Gül'ün zevk sıvılarıyla iyice ıslanmış, parlıyordu. Gül yatağa sırt üstü uzanırken, Erdal sinsi bir bakış attı kapıya, beni görünce sırıtarak göz kırptı. Deliydi bu Erdal ve beni de kendine uydurmuştu. Ben de pantolonumu indirip zonklayan sikimi serbest bıraktım ve tekrar içeriyi izlemeye başladım. Erdal, zevkten iyice ıslanmış olan Gül'ün amının girişine dayamıştı sikini. İyice kendinden geçmiş olan Gül iki eliyle Erdal'ı belinden asılarak içine istiyordu, ama Erdal sikini sürekli yukarı aşağı sürtüp Gül'ü delirttikçe delirtiyordu.
Gül, "Hadi aşkım sok içime, hadi yar beni!" deyince sonunda Erdal var gücüyle bastırdı. "Ohhhhh!" diye bir inleme koptu Gül'den. Erdal'ın sikini amında hissetmekten müthiş bir zevk aldığını görebiliyordum saklandığım yerden. Gül Erdal'ın boynuna sarılıp dudaklarına hırsla yumuldu. Erdal belini oynatmaya, yavaşça pompalamaya başladı. Gül'ün zevkten gözleri kaymış, bacaklarını Erdal'ın beline dolamış vaziyetteydi. Dudaklarını ısırarak amına girip çıkan sikin verdiği zevkle inliyordu. Erdal da, "Aşkım... Güzel amcıklım benim... Dar amcıklı orospum benim!" diyerek var gücüyle Gül'ün kaymak gibi amını sikiyordu.
Dakikalarca sürdü bu sahne. Hırsla, vahşice sikişiyorlardı. Gül bacaklarını Erdal'ın bacaklarına sarmıştı şimdi. Kocasının acımasız köklemelerine zevk çığlıkları ile karşılık veriyor, dudakları titriyor, iki eliyle Erdal'ın belini tutmuş, amına daha çok köklemesini istiyordu. "Ohhhh!" diye bir çığlık kopardı Gül, sonra da, "Dayanamıyorummm... Geliyorumm..." diye kıvrandı. Erdal da ona homurtularıyla eşlik ediyordu. Ve birden o videolarında defalarca izlediğim Gül'ün kasılması başladı. Amının o anda Erdal'ın sikini sağdığına emindim. Zaten Erdal da daha fazla dayanamadı ve var gücüyle son bir kez altında çırpınmakta olan Gül'ün amına kökleyip kasılmaya başladı. Erdal boşalmıştı.
Manzara mükemmeldi. Hayvanlar gibi sikişen bu çifti izlerken 31 çekerek deli gibi asılıyordum. Gül'ün o pürüzsüz amının kenarından dışarıya taşan zevk sıvıları ve kocasının dölleri kendimden geçmeme yetmişti. Hiç boşalmadığım kadar boşalıyordum avucuma. Döllerimi yerlere damlatmamaya özen göstererek banyoya gidip temizlendim. Geri geldiğimde içeriye bir bakış attım, çırıl çıplak ve sarmaş dolaş uykuya dalmışlardı. Ben de geri salona döndüm. Artık kafama koymuştum, bir yolunu bulup Gül'ü sikmem lazımdı...
Ertesi gün birlikte kahvaltı yaptıktan sonra, Erdal Gül'e çaktırmadan benimle konuşmak istediğini söyledi. Benim eve geçip birer bira açtık ve anlatmaya başladı. Uzun zamandan beri Cuckold olayına ilgi duyduğunu ve bu olayın kendisini aşırı tahrik ettiğini söyledi. Şimdi anlaşılmıştı bu değişik davranışlarının sebebi. "Eee, benden ne istiyorsun?" dedim. Erdal, çok düşündüğünü, artık işi bir adım daha öteye taşıyıp karısını sikmemi istediğini söyledi. Zaten fırsat kollayan ben, ağzım kulaklarımda kabul ettim bu teklifi.
Ama ufak bir sıkıntı vardı, Erdal karısının bu konulardan haberi olmasını istemiyordu. Gül, benimle kocasını aldattığını sanmalıydı, en azından şimdilik. Erdal, elinden geldiğince beni Gül'e anlattığını, Gül'ün zaten beni çok sevdiğini söyledi. Erdal ile oturup iyi bir plan yaptık. Öncelikle Erdal yorgun ve keyifsiz olduğunu söyleyip Gül'e bir hafta hiç dokunmayacak, sonra da memlekete gidecekti...
Öyle de oldu. Bir hafta sonra Erdal memlekete diye benim eve geldi saklandı. Plamımıza göre ben de o gün akşam yemeklik malzemeleri alıp, Gül ile birlikte yemek için kapısını çaldım. Kapıyı açtı ve içeri davet etti. Üzerinde göğüslerini belli eden beyaz ince bir tişört vardı. Altında ise siyah renkte tayt vardı. Eli yüzü kıpkırmızıydı, sanki ateşi varmış gibi bir hali vardı. Onu biraz tanıyorsam ben kapıyı çaldığımda kesin masturbasyon yapıyordu. Erdal iki haftadır elini sürmemişti ve Gül kesin azgınlıktan duvara tırmanıyordu.
Birlikte mutfağa geçtik. Ona bu gün güzel bir yemek hazırlayacağımı söyledim. Yine o sik kaldıran şuh kahkahasını attı ve sonra dilini çıkarıp, "Mmmm, desene bu gün tıka basa doyacağım!" dedi. İçimden (Doyuracağım seni yavrum, hem karnını yemeğe, hem amını yarağa!) dedim. Yemekleri hazırlarken mutfakta bana yardım etti. Arada ona sürtünmeyi ve dokunmayı ihmal etmiyordum. Mutfak dardı ve mecburen sürekli birbirimize sürtünmemiz gerekiyordu. Bilerek her seferinde onu önümden geçmeye mecbur bırakıyor ve o güzel götüne önümü bastırıyordum. Gül hiç tepki vermiyor, aksine o geçişlerini elinden geldiğince yavaşlatıyordu. Gerçekten iyice kızışmıştı, benim birşey yapmama gerek kalmadan o üzerime atlayacaktı anlaşılan.
Yemeği masaya servis ederken gecenin biraz daha ısınması için getirdiğim Viskiyi de masaya koydum. Bunu yapmamı Erdal istemiş, içkinin onu daha da isterik bir orospuya çevirdiğini söylemişti. Erdal ile içerken bazen Gül bize eşlik ederdi zaten. Küçük yemek masasında çok yakın oturmuştuk, bacaklarımız birbirlerine değiyordu. Sikim kazık gibi olmuştu. Gül Viskinin verdiği gevşemeyle bacaklarımı okşamaya başlamıştı. Hiç konuşmuyor, sadece birbirimizi süzüyorduk. Kafamdan onun Erdal ile sikişirkenki sesleri ve orgazm kasılmaları geçiyordu. Ve bu gece o güzelliğin tadına bakma fırsatını bana bizzat kocası olacak pezevenk sunmuştu. Ama işi dayanabildiğim kadar uzatmak ve Gül'ü adeta kudurtmak istiyordum. Ne kadar kudurtursam o kadar ateşli sevişeceğini biliyordum.
Yemekten sonra yine elimden geldiğince götüne sürtünerek gelip geçtim. Artık Viski onu iyice gevşetmiş, bilerek gelip önümde oyalanır olmuştu. Götünün o sıcaklığını ince taytının üzerinden hissedebiliyordum, o da götünü iyice bana yaslayıp adeta sikimi içine davet ediyordu. Artık iş o kadar uzamaya başladı ki, nerdeyse boşalacaktım. Neyse ki mutfaktaki işimiz bitmişti, ama ikimizde de artık film koptu kopacaktı. Ben lavaboya giderken, Gül de terlediğini ve üzerini değiştirmesi gerektiğini söyleyip kendini yatak odasına zor atmıştı.
Ben ondan önce lavabodan çıkıp mutfağa geçtim, ikimize birer kadeh daha Viski hazırlayıp salona geçtim. Artık son noktayı koymanın vakti gelmişti. Biraz sonra Gül de salona gelince dilimi yutacaktım, göğüslerinin büyüklüğünü meydana çıkaran minik bir gecelik giymişti. Gecelik tam olarak erotik iç çamaşırı sayılmazdı. Ama anca kendi kocasının yanında yatak odasında giyilebilirdi. Başka bir yerde giyilecek bir giysi değildi. Gül'ün yüzünde de heyecan ve karışık duygular belirmişti. Şeffaf gecelik kumaşından minicik tanga külodunu görebiliyordum. Geceliğin boyu o tanga külodun hemen altında bitiyordu zaten, kısacıktı. Sütyen yoktu içinde. Meme uçlarının pembemsi koyuluğu ve kabarıklığı belli oluyordu.
Gülümseyerek, "Geceliğin çok sexy imiş!" dedim. O da, "Sen yabancı sayılmazsın, iyice sıcak bastı!" dedi. Gerçekten beni istiyordu, onu sikmemi istiyordu. İncecik şeffaf kısa geceliği bütün güzelliğini meydana çıkarmıştı, uzun ve çıplak bacaklarını, güzel götünü zor kapatıyordu. Eline içkisini tutuşturdum. Hemen çaprazıma oturdu. Otururken özenle geceliğinin eteğinin sıyrılmasına dikkat etti. Bacak bacak üstüne atmıştı. Götünün bir yanağına kadar görünse de o beni delirten tazecik şeftalisini bacakları kapatmaktaydı.
Sohbet havadan sudandı, ama oda seks yüklüydü. Tıpkı hayvanların çiftleşmeden önce yaptığı gibi birbirimizi tava getirmeye çalışıyorduk. Bacağını diğer bacağından indirip sürekli hareket ettirmeye başlamıştı. Tangasından taşmış amı bir görünüp bir kayboluyordu. Onun gözleri de önümdeki kabarıklıktaydı. Birden kumandaya uzanıp, "Hadi film izleyelim!" diyerek TV'yi açtı, sonra da kalkıp salonun ışığını dimerden kısıp geldi, yanıma oturdu. O baştan çıkarıcı kokusu kendimi kaybetmeme sebep olmuştu. Bana dönüp, "Ne izleyelim?" dediğinde burunlarımız birbirine değecek kadar yakındı ve birden dudağına yapışt��m...
Öyle iştahla öpüşüyordu ki nerdeyse dilimi kopartacaktı. Dudağına bir ısırık atıp kendimi kurtardım. Erdal'a söz vermiştim, karısını sikerken onun da izlemesini sağlayacaktım. Ama Gül, "Seni istiyorum!" deyip açtığı gömleğimden vücuduma öpücükler kondurup aşağılara iniyordu. Öyle azmış bir hali vardı ki, kendini kaybetmiş, zaman kaybetmeden pantolonum ve boxerimden de kurtulmuştu. "Offf, ne kadar büyük sikin!" diyerek 20 santime yakın sikimi eline almış, gözleri parlayarak inceliyor, sikimin başına küçük öpücükler konduruyordu.
Ayağa kalktım ve üzerimdekileri tamamen çıkardım. Çıplak vücudumu hayranlıkla izleyen Gül'ü de ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve tekrar dudaklarına yumuldum. Onun üzerindeki gecelikten de kurtuldum. Sonra da ondan yatak odasına geçip jartiyer çorap giymesini istedim. İstemeye istemeye yatak odasının yolunu tuttu Gül. Ben de o arada benim evde beklemekte olan Erdal'a mesaj atıp gelebileceğini söyledim. Garip bir duyguydu, ben karısını sikecektim ve o bizi izleyecekti. Bu durum beni daha da tahrik ediyordu. Artık sikim zonklamaya başlamıştı ve yatak odasına gidip bir an evvel sikimin o sızısını geçirmek istiyordum.
Yatak odasının kapısına geldiğimde, Gül arkası kapıya dönük, siyah dantelli bir jartiyer giyiyordu, zevkli kadındı. Üzerindeki son bez parçası olan tangadan da kurtulmuştu. Gece lambasının loş ışığında kabarmış ve ıslaklıkla parlayan amı ve siyah jartiyerin vücuduyla oluşturduğu kontrast çok tahrik ediciydi. Onu jartiyerini giyene kadar izledim ve arkadan yaklaşıp o dolgun memelerini bir elimle mıncıklayıp boynuna öpücükler kondurmaya başladım. Elini arkaya atıp sikimi avuçladı ve "Mmhhhh!" diye inledi. Gül'ü yavaşça yatağa sırt üstü uzattım. O da beraberinde beni bacaklarının arasına çekmiş, hırsla boynuma sarılmıştı. Dudaklarıma, boynuma her yerime öpücükler konduruyor, elleri sabırsızca omuzlarımda, kollarımda, sırtımda, belimde dolaşıyordu.
Sikim taş gibi olmuş, hareket ettikçe Gül'ün ıslak amına sürtünüp duruyordu. Dudaklarımı öpmüyor, adeta yiyor, somururcasına emiyordu. Dillerimiz birbirini okşuyordu. Dudaklarımı kurtarıp, "Ağzına al yavrum!" diyerek üzerinden kalktım. Doğruldu ve hiç vakit kaybetmeden etli dudaklarını araladı. Kalın sikimi ağzına almaya çalışıyordu. E tabii, Erdal'ın minik boy sikine alışkın olduğundan, benim sikimi almakta zorlanıyordu. Kırmızı loş ışıkta Gül'ün açılıp kapanan o narin dudakları harika görünüyordu...
Birden kapı aralığından bizi izleyen Erdal'ı fark ettim. Benim yönüm kapıya dönüktü, Gül'ün ise sırtı. Erdal sırıtarak bizi izliyordu, küçük sikini çıkarmış bizi izleyerek sıvazlıyordu. Deliydi bu adam, bana karısını ikram etmişti. Birazdan onun taze karısının tadına bakacaktım, var gücümle sikmi onun o narin amına kökleyecek, altımda zevkten bayıltana kadar sikecektim ve bu imkanı bana kocası olacak pezevenk sağlamıştı. Bunu düşünmek bile beni delirtiyordu. Sikimi karısının ağzına kökledikçe duyulan boğuk sesler, nefessiz kalan karısının çırpınmaları, beni daha da kendimden geçiriyordu.
Gül'ün başını tutup sikimi ağzından çıkardım. Dakikalarca sikimi yalayan ıslak dudaklarına yumuldum. Vahşice öpüşmeye başladık. Tekrardan yatağa uzattım ve memelerini yalayıp aşağıya indim, o ıslanıp kabarmış şeftalisine yumuldum. Tadı, kokusu harikaydı, amını şapırtadarak yalıyor, o akan zevk sularını büyük bir iştahla yutuyordum. Gül kendinden geçmiş, saçlarımı çekiştirip duruyor, bir taraftan da kıvranıyor, "Ohhh, çok güzelll, harikaaa!" diye inliyordu. Beni gazladıkça daha bir iştahla yalıyordum, dilimi amının en dibine kadar sokup orda dolandırıyor ve geri çıkarıyordum. Arkadaşımın karısını resmen dilimle sikiyordum.
Biraz sonra o adım gibi bildiğim kasılmaları başladı, orgazm oluyordu. Zevk feryatları eşliğinde beni bacaklarıyla sıkıştırarak dakikalarca kasıldı. Neden sonra durulunca ayağa kalktım ve bacaklarının arasındaki yerimi aldım. Gül başını kaldırmış sikime bakıyordu. Biraz önce yalaya yalaya zevk sularını akıttığım amcığına bu kez kol gibi kalın, kavisli sikimi dokundurdum. "Ohhhh!" diye bir inleme kopardı, müthiş bir zevk aldığını görebiliyordum. Arkadaşımın karısı altımda onu sikmem için kıvranıyordu. "Hadiii!" diyerek bana ellerini uzatıp üzerine çekmeye çalışıyordu.
"Beni mi istiyorsun?" diye sordum. "Evet seni istiyorum!" dedi hırsla, ardından şehvet dolu bir sesle, "Sikini istiyorum... Beni sikmeni istiyorum!" diye ekledi. Bunları kocasının da dinlediğini bilmek beni çileden çıkartıyordu. "Hadi içime sok artık şunu... Sik artık beni... Dayanamıyorum!" diye feryat edip kıvranıyordu. Sikimi gövdesinden tutup o ıslak amcığına sürttüm biraz, klitorisine bastıra bastıra ileri geri yaptım. Jartiyerli dizlerinden tutup bacaklarını ikiye ayırdım. Şimdi amı tam anlamıyla önümde serili vaziyetteydi.
Yavaş yavaş yüklenmeye başladım çizgi gibi duran tazecik amına. O kadar dardı ki, girmekte zorlanıyordum. Olanca gücümle bastırınca nihayet sikimin başını sokabildim. Kalanını da sokacağımda, Gül, "Ahhh, acıyor, acıyor!" diye altımda ciyaklıyor, elleriyle de yüklenmemi engellemeye çalışıyordu. Biraz bekledikten sonra sikimin başıyla yavaş yavaş git gel yapmaya başladım. Rahatlaması için kilitorisini okşuyor, eğilip memesine ve dudağına şehvetli öpücükler konduruyordum. Sikim Gül'ün amında milim milim ilerliyordu. Zevkten gözleri kaymış, belimi tutan elleri kasılmış vaziyetteydi. Dudaklarını ısırarak içine giren sikime dayanmaya çalışıyordu. Amcığı ateş gibiydi, daracıktı ve tazecikti.
Dayanacak gücüm kalmamıştı artık, bir hamlede kalanını kökleyiverdim amına. Kasıklarımız birleşince Gül bir çığlık kopardı, "Aaahhhh! Yandııımmm!" diye. "Ahhh! Yavaş... Yavaş sik ne olur... Yardın beni... İkiye ayrıldım sanki... İçim yanıyor... Amım yanıyor!" diye feryat ediyordu. Üzerine uzanıp iyice altıma aldım, yavaş yavaş gidip gelmeye devam ediyordum. Biraz sonra acının yerini zevk çığlıkları almaya başladı. "Ohhhh, devam et aşkım, sik beni, daha hızlı sik!" diye inliyordu.
Kocaman sikimi arkadaşımın karısına hırsla sokup çıkarıyordum. Gül bacaklarını açabildiği kadar ikiye ayırmış, ellerini belimin kaba etlerinde dolaşıtırıyor, kasılmış, sürekli inliyor, çığlıklar atıyordu. Kendinden iyice geçmiş, gözleri kaymıştı. Teni sıcaktan ve şehvetten kıpkırmızı olmuştu. Yine o defalarca videolardan izlediğim orgazmına ulaşmaya yaklaşmıştı ve bu sefer benim altımdaydı, içindeki benim sikimdi. Hırsla sikiyordum, kapıda bizi izlemekte olan kacasına kadın nasıl sikilirmiş göstermek istercesine, sikimi dibine kadar kökleyip çıkarıyordum...
Gül elektrik çarpmış gibi sarsılmaya başladı. Aslında kendimi kasmasam ben de onunla birlikte boşalabilirdim, ama elimden geldiğince ilk sikişimizi uzatmak istiyordum. Sikimi dibine kökleyip dudaklarına hırsla yumuldum. Gül orgazm olurken ker tarafı titriyordu. Dakikalarca sürdü titremesi.
Titremesi bitip kendine gelince ben de kendimi biraz toparlanmıştım. İçinden çıkıp yana devrildim ve "Hadi bakalım Gül hanım, sıra sizde!" dedim. Zevkten kaymış gözlerle tebessüm ederek kalkıp üstüme çıktı. O koca sikimin kafasını amının girişine hizalayıp yavaş yavaş alçalmaya başladı. İkimiz de yeni bir zevk dalgasının içine giriyorduk. Gözlerim kapıya ilişti yeniden. Erdal da çoktan boşalmıştı, inik sikiyle oynayarak karısını nasıl siktiğimi izliyordu. Göz göze gelince, eliyle 'Süper' işareti yapıp memnuniyetini belli etmeyi de ihmal etmedi...
Artık kasıklarım sızlamaya başlamıştı, ama dayanabildiğim kadar dayanıp Gül yeniden orgazm olurken birlikte gelmeye çabalıyordum. Gül kalın sikimin üstünde yaylanmaya başladı. Ellerini göğsüme dayamış vaziyette, yavaş hareketlerle götünü indirip kaldırıyordu. Amcığı sikimi öyle sıkı sarıyordu ki, delirtiyordu beni. Koca sikim bir görünüp bir kayboluyordu, her kaybolduğunda Gül'den bir inleme sesidir yükseliyordu. "Ohhh... Çok güzelll..." diye mırıldanıyordu arada, "Başını hissediyorum, yumurtalıklarıma dayandı, en derinlerimi okşuyor sikin..." diyordu...
Ben de, "Harikasın Gül! Aşkım! Çok güzel sikişiyorsun bebeğim!" deyip bu kez sımsıkı beline sarıldım, boynunu, memelerini hırsla öperken, üstten sabitlediğim Gül'e alttan hızlı hızlı köklüyordum şimdi. Yine orgazm olmaya yaklaşıyordu. Gözleri kaydı zevkten, inlemeleri sıklaştı, zevk çığlıkları yükselmeye başladı. Orgazmın eşiğindeydi, iyice yükselmiş, gelmek üzereydi tekrar. Bir hamlede içinden çıkmadan altıma aldım onu, artık benim de dayanacak gücüm kalmamıştı, transa girmiştim, var gücümle pompalıyordum...
Kızarmış, ter ve zevk sıvılarımızla ıslanmış kasıklarımızdan çıkan ses ikimizin homurtusuna eşlik ediyordu. "Geliyorum!" dediğimde, "İçime gel, korunuyorum!" diye inledi. Son gücümle sikimi dibine kadar kökleyip hayvan gibi böğürerek boşalmaya başladım. İlk defa böyle iştahla boşalıyordum! Sanki taşaklarım birbiri ardınca kasılıp içindeki yükleri boşaltıyordu. Gül de titreyip kasılmaya, orgazm olmaya başladı. Amı kasılıyor, içindeki sikimi adeta sağıyordu. "Ohhh, içimi yakıyor döllerin, hissediyorum, rahmime ulaşıyor döllerin, ohhhh!" diye mırıldanıyordu halen.
Sonra ikimiz de durulduk. Doğrulup, içinden halen çıkarmadığım ve yavaş yavaş sertliğini kaybeden sikimin olduğu amına baktım. Manzara müthişti. Sevgili arkadaşımın karısının sikilmekten kızarmış, açılmış, kaymak gibi amının etrafından süzülen zevk sıvıları ve benim döllerim. Çıkardığımda ölü bir yılanı andıran ve amıyla mükemmel bir tezatlık oluşturan koyu renk sikim!
Kendine gelen Gül doğrulup dudaklarıma şehvetli bir öpücük kondurdu ve "Çok iyiydin aşkım, kocam beni hiç böyle sikemez!" dedi. Sonra hınzırca gülümseyip omuzlarımı okşayarak, "Kocam ikinci postayı da atamaz, eminim sen sabaha kadar rahat durmazsın!" dedi ve yeniden yatağa uzandı...
O gece uyku çökene kadar sikiştik. Bu böyle bir hafta devam etti. Erdal (güya) memleketten dönünce Gül ile yatakta başbaşa sabahlama olayımız bitse de, sevgili arkadaşımın karısını artık ortak kullanır olmuştuk. Daha doğrusu ben ondan çok kullanır olmuştum. Gül, kocasının bilmediğini sansa da herkes durumundan gayet memnundu. Erdal evin her yerine gizli kameralar kurmuş, benim Gül'ü sikişilerimi gizli gizli izlediği yetmiyormuş gibi bir de kaydedip izliyordu. Niye bize katılmadığını sorduğumdaysa, büyünün bozulmasını istemediğini, karısının o aldatma şehvetini sürekli yaşamasından haz aldığını söyledi. Garip bir adamdı Erdal, ama bu garipliği hiç tahmin edemeyeceğim kadar zevk almama yarıyordu...
Günler böyle geçerken yaz mevsimi geldi. Erdal ile ortak bir tatil planladık. Gül'e anlattığımızda o da çok sevindi. Tatil günü gelip çattığında herşey hazırdı, benim arabayla gidecektik. Erkenden eşyaları yükleyip tam yola koyulacakken, Erdal başka bir firmadan ek iş kabul ettiğini, kıramayacağı biri olduğunu söyledi. Bize, önden gidebileceğimizi, bir hafta sonra kendisinin de geleceğini söyledi. Yine Erdal'ın kafasında tilkiler dolaşıyordu, ama pek birşey demeden Gül ile yola çıktık.
Gül altına mini bir etek giymişti, üzerinde askılı tişört vardı. Yolda sütyenini ve tangasını çıkarttırdım, o güzel memlerini ve amını rahat okşayabilmek için. Güzel bir yolculuk oluyordu. Bir dinlenme tesisine girdiğimde sessizde olan telefonuma Erdal'dan uzun bir mesaj geldiğini fark ettim. Gül lavaboya gidince mesajı açıp okumaya başladım. Erdal, beni çok sevdiğini, onu hiç kırmadığım için kendince bir teşekkür etmek istediğini söylüyordu. Ben, bir hafta bize alan açmasını kastediyor sanmıştım, ama satırları okumaya devam ettikçe işin öyle olmadığını anladım.
Erdal, tatilin hemen öncesinde ezcacı arkadaşıyla anlaşmış ve Gül'ün kullanacağı doğum kontrol haplarının içeriğini gizlice vitaminle değiştirtmiş. Yani Erdal benden karısını hamile bırakmamı istiyordu. Deliydi bu adam. Aslında şimdiye kadar yaptıkları da pek akıl işi değildi, ama bu tamamen delilikti. Ne yapacaktım şimdi? Prezervatif kullansam veya dışarıya boşalsam Gül şüphelenebilirdi. Baba olma fikri garip geliyordu, hem de bir başkasının karısından. Ah Erdal ah, neler açıyordu başıma. Tabii işin şehvet dolu tarafı da beynimi gıcıklıyordu. İçimdeki, dişisini döllemek için yanıp tutuşan hayvanı dizginlemek imkansızdı. Ben bunları düşünürken Gül gelip dudağıma bir öpücük kondurdu. Resmen karı koca gibi takılıyorduk. Gül'e birşey belli etmedim, kaldığımız yerden yolumuza devam ettik...
Tatil yerindeki otele vardığımızda ikimiz de odalarımıza geçip duş alıp biraz yolun yorgunluğunu atmak için birkaç saat uyuduk. Kapımın çalmasıyla uyandım. Gelen Gül idi, "Hadi uykucu, yemek vakti, ben çok acıktım!" diyerek içeri daldı. Akşam olmuştu, ben de acıkmıştım. Gül yine o sexy elbiselerinden birini giymişti. Giysisinin beyaz ipekli kumaşı incecik ve son derece kaygandı. Eteği kısacıktı. Ensesinden dolanan incecik bir bandın tuttuğu çapraz kumaş parçaları memelerini örtüyor mu, yoksa büsbütün göze batar hale mi getiriyor, tartışılabilirdi. Sırtı tüm güzelliğiyle beline kadar açıktı. Yüksek topuklu dekolte ayakkabılarının ince bantları narin ayaklarını sarıyor, renksiz bir ojeyle boyanmış tırnakları nedeniyle büsbütün sexy hale gelen ayakları azdırıcı duruyordu. Kısacası, bir gören gözünü bir daha kolay kolay ayıramazdı.
Karşımda dikilen bu güzelliği izledikçe onu bir an evvel dölleme fikri beni delirtiyordu. Kararımı vermiştim, Erdal'ın bana sunduğu bu fırsatı sonuna kadar değerlendirecektim. Sikimden geldiğince o minik amcığını dölle dolduracaktım. Ama önce yemek için otelin restoranına indik. Gül güzelliği ve elbisesinin sexyliği ile bütün dikkatleri üzerinde topluyordu. Bu beni daha da gururlandırıyordu doğrusu. Yemeklerimizi yedik. Gül birkaç kadeh içki de içmek istedi, ama ben çaktırmadan alkolsüz içeceklere yönlendirdim, ne de olsa onu hamile bırakacaktım.
Yemeğimizi bitirip tam kalkacağımızda, bütün yemek boyunca Gül'ü dikizleyen, orta yaşlı, zengin görünümlü, yakışıklı bir adam masamıza geldi. Kendini tanıttı. Adı Kenan imiş. Otelin sahiplerinden olduğunu söyleyip, meşhur tatlılarını da denememizi istedi, ikramı olduğunu özellikle belirtti. Ben mırın kırın ederken Gül çoktan kabul etmişti. Tatlılar geldi ve yerken sohbet etmeye başladık. Daha doğrusu adam Gül ile kahkahalar eşliğinde sohbet ediyor, ben ise dumur olmuş vaziyette tatlımı yiyordum. Gül de adamın içine düşmüştü resmen, o sik kaldırıcı ses tonuyla kahkahalar atıyor, adamın eline ve dizine dokunuyordu sürekli. Nihayet tatlılarımızı bitirdik. Kalkmamıza yakın Gül lavaboya gidince Kenan beyle başbaşa kaldık. Kenan bey, "Direkt konuya gireceğim, belli ki sizinkisi bir kaçamak, kadının parmağında yüzük var, senin yok. Odalarınız da ayrı tutulmuş. Sana bir teklifim var..." dedi.
İçimden (Çattık!) diye düşünürken, adam lafı dolandırmadı. Gül ile sevişmek istediğini söyleyip bana 25 bin dolar teklif edince gözlerimde dolar işareti belirdi. Gül'ün bu adam tarafından sikilmesi benim için önemli değildi, ama korunmuyor olması ve hamile kalacak olması biraz canımı sıkıyordu. Ama adam zaten yaşlı görünüyordu, belki bir posta anca atar diye kendimi avuttum. Biraz kem küm edip, bir şartla kabul edeceğimi söyledim, ben de onları gizlice izlemek istiyordum. Erdal bana da bulaştırmıştı bu pezevenklik işini. Adam gülerek kabul etti. Telefonunu çıkarıp hesap numaramı istedi. Anında hesabıma geçmişti 25 bin dolar.
Adamla her konuda anlaşmıştık. Biraz sonra Gül lavabodan çıkıp yanımıza geldiğinde, ben, "Biraz midem ağrıyor!" deyip odama çıkıp yatacağımı söyledim. Kenan ise Gül'ü asla bırakmayacağını, otelin gece kulübüne götürmeyi teklif etti. Israr etmesine gerek kalmadan kabul edilmişti bu teklifi. İyi eğlenceler dileyip odama çıktım, onları beklemeye başladım. Olacakları düşündükçe kalbim deli gibi çarpıyordu.
Yaklaşık iki saat sonra Gül'ün kapısının açılma sesini duydum. Hemen balkona gizlenip beklemeye başladım. Odalarımız ve balkonlarımız yan yana olduğundan benim balkondan bakınca Gül'ün odası görünüyordu ve adamla anlaşmamıza göre perdeyi kapatmayacaktı. Gül girdi önce içeri, ardından da Kenan. İkisi de çakır keyifti. Sadece gülüşüyor ve sürekli birbirlerine dokunuyorlardı. Kenan eğilip Gül'ün dudaklarına yapıştı, hırsla emiyordu. Gül de ona şehvetle karşılık veriyordu. Sikim zonklamaya başlamış, pantolonuma sığmıyordu. Odamda pontolonumu çıkarıp, boxerimle çıktım balkona. Zaten balkon karanlıktı ve odalarımız otelin arka tarafında olduğu için ormana bakıyordu, kimse göremezdi beni.
Tekrar içeriye baktığımda Gül eğilmiş adamın haşmetli yarağını iştahla yalıyordu. Canlı canlı porno izliyordum, hem de bu seferki Erdal'ınki gibi pipi de değildi. Adam gözlerini kapatmış anın zevkini çıkarıyor, elleriyle Gül'ün kafasını hırsla bastırıp çekiyor, resmen Gül'ün ağzını sikiyordu. Ben de onları izleyerek sikimi boxerden çıkarmış sıvazlıyordum. Biraz sonra adam Gül'ü ellerinden tutup kaldırdı ve soymaya başladı. Soyarken de sürekli vücudunun çeşitli yerlerine öpücükler konduruyordu. Gül de aynı şekilde adamı soymaya çalışıyordu.
Dikkatimi çeken ilk şey adamın bir hayli kıllı olmasıydı, ama Gül o kadar iştahla adamın her yerine öpücükler konduruyordu ki, hayret ediyordum. Adam Gül'ü tamamen soyduktan sonra biraz geriye çekilip kendi de tamamen soyundu. Adamın, tıpkı göğsü ve kolları gibi, kapkara kıllarla kaplı yarağı kocaman ve dimdikti. İki adımda Gül'ün yanına sokuluverdi. Yiyeşerek birlikte yatağa uzandılar. Sonra adam iki eliyle Gül'ün dizlerinin altından tutup bacaklarını kaldırdı ve karnına doğru bastırdı. O kocaman yarağın morarmış başı hiçbir yardıma gerek kalmadan Gül'ün amını buluverdi ve sert bir hareketle, bir seferde dibine kadar giriverdi.
Çığlığa benzer bir inleme kaçırdı ağzından Gül. Bütün vücudu kasıldı. Adamın kasıklarındaki kıllar Gül'ün amının dudaklarına, kıllı taşakları da götüne yapışmıştı. Eskiden olsa kolay kolay girmezdi diye düşündüm, Gül'ün amını sike sike ben bu hale getirmiştim, izlediğim yerden göğsüm kabarıyordu. Ahhh sevgili Gül'üm, klitorisinden başlayıp yukarı doğru çizgi gibi bir tüy bırakıyordu amının üzerinde, bunu beni çok tahrik ettiği için bırakmasını ben istemiştim. Erdal Gül'ün amını kaymak gibi seviyordu, ama yapacağı birşey yoktu. Gözüme amındaki o tüyler çarptı ve bu beni nedense daha da tahrik etti.
Amın içini alabildiğine dolduran yarak birden hareketlenip, girip çıkmaya başladığında, Gül'den daha da yüksek inleme sesleri ve zevk çığlıkları yükselmeye başladı. Daha birkaç saat önce tanıştığı bir adam, onu altına almış hırsla sikiyordu. Daha karşılaştıkları andan itibaren, adam Gül'ü sikecek gibi bakmıştı. Sonunda sikiyordu işte. Hem de ne biçim sikiyordu. Çılgın bir şeydi bu. Adam Gül'ü öylesine ikiye katlamıştı ki, kımıldamasına bile imkan kalmamıştı. Gül, zevkten yarı kapanmış gözleriyle, içine bir sopa gibi girip çıkan kocaman yarağı seyrediyordu. Amının o narin dudakları yarağın çevresine sımsıkı yapışmıştı. Adam dibine kadar geçirip, ucuna kadar çıkardıkça, Gül'den de zevk çığlıkları yükselmeye devam ediyordu.
Ağzından kaçan boğuk iniltileri kontrol etmesine olanak yoktu. Artık neredeyse zevkten feryat eder hale gelmişti. "Ohhhh, çok güzel sikiyorsun!" diye söyleniyordu, "Ohhh, sikin çok güzelll..." derken birden vücudu sarsılmaya başladı. Götünün yanakları sağa sola çalkalanıyordu. Orgazm oluyordu Gül'üm. Hırsla sikildiği adamın altında sudan çıkmış balık gibi çırpınıyordu, ama adamın durmaya hiç niyeti yoktu. Olanca hırsıyla sikmeye devam ediyor, o koca yarrağı köküne kadar sokuyor, ucuna kadar çıkarıyor, yeniden sokuyordu...
Gül artık, "Hadi fışkırt içime! Hadi döllerini fışkırt içime! En dibime fışkırt, hadi boşal ne olursun!" diye yalvarmaya başladı. Bu sözler adamı daha da delirtti, şimdi daha da hırsla sikiyordu. Adamın ağzından derin bir homurtu çıktı önce. Sonra da dibine kadar geçirdi Gül'ün minik amına. Sevgili arkadaşımın karısı daha birkaç saat önce tanıştığımız bir adam tarafından dölleniyordu. O kapkara taşaklarını da sokacakmış gibi var gücüyle dibine kadar geçirmiş, döllerini rahmine bırakıyordu. Adamın boşalması Gül'ün bir kez daha orgazm olmasına neden olmuştu.
Artık ikisi de inliyor, titriyor, sarsılıyordu. Gül'ün o sikildikçe kızaran teni üstündeki hayvan gibi adamın böğürtüleri beni de daha fazla dayanamaz hale getirmişti. Müthiş bir şehvetle boşalmaya başladım. Döllerim sevgili arkadaşımın karısının gül gibi amı yerine balkona fışkırıyordu. Erdal'ı şimdi daha iyi anlıyordum, izlemenin zevki bir başkaymış...
O hafta Kenan ile paslaşarak Gül'ü siktik, amını dölledik. Tabii Gül'ün bu anlaşmadan hiç haberi olmadı. İkinci hafta Erdal'ın gelmesiyle Kenan yerine Erdal'la paslaşarak Gül'ü sikmeye ve amını döllemeye devam ettik. Tatilimiz bitip döndükten sonraki haftalarda Gül şaşkın vaziyette bana adetinin geciktiğini söyledi. Gül çok şaşırmıştı, ama sevgili arkadaşım sağolsun, ben öyle bir şaşkınlık yaşamadım.
Nihayetinde Erdal'ın arzusu gerçekleşmiş, Gül hamile kalmıştı. Ama kimden? Asıl şaşkınlığı ise ikiz olduğunu öğrenince hepimiz yaşadık :)
(Sezgin)
400 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
246. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 1- Büyük HuaHua Unutkan Lian'ı Alıyor
Xie Lian gözlerini açtığı an yerde uzandığını fark etti.
Garip bir odaydı. Aşırı derecede kafası karışmış hisseti.
Taichang dağındaki kraliyet tapınağında xiulian uyguluyordu, peki neden buradaydı?
Hafif bir kayıp hissi ile Xie Lian yerde oturdu.
Üzerinde gerçekten de biraz fazla basit, kaba ve zavallı halktan insanlarınki gibi ayrıntılardan yoksun bir dizi basit, beyaz cübbe olduğunu fark etti. Malzemesi de iyi değildi, dokusu pürüzlüydü ve cildine rahatsız edici bir şekilde sürtünüyordu.
Xie Lian kaşlarını kırıştırdı ve yerden yukarı tırmanmayı düşündü. Ayağa kalktığı anda vücudunda rahatsızlık hissettiği daha fazla yer keşfedeceğini tahmin etmemişti.
Kalçaları ağrıyordu, bacakları ağrıyordu, karnı ağrıyordu, boynu ağrıyordu. Bu, bir geceyi yerde yatarak geçirmenin ve üşümenin sonucu olabilir miydi? ...İmkansız. Ayrıca, o kadar da narin ve kırılgan değildi.
Peki ya Feng Xin ve Mu Qing? Xie Lian onları hatırlayarak, "Feng... öhö, öhö, öhö...??" diye seslendi.
Sesi bile çok rahatsız ediciydi.
Dün gece Feng Xin ve Mu Qing'in yine küçük, önemsiz bir şey yüzünden kavga etmeye başladıklarını ve meditasyon yapmasını imkânsız kılacak kadar çok gürültü çıkardıklarını hatırladı. Bu nedenle, tartışmaya dışarıda devam etmelerini emretmişti. İki yüzden fazla satır boyunca büyük bir kızgınlık ve öfkeyle onların tartışmalarını dinleyen Xie Lian'ın uykusu gelmeye başlamış ve dinlenmeye çekilmiş, uyandığında nasıl olmuştu da böylesine akıl almaz ve karmaşık bir duruma düşmüştü?
Bir masanın kenarından destek alan Xie Lian sonunda ayağa kalktı ve çevresini inceledi.
Burası bir han olmalıydı, ancak genel olarak konuşmak gerekirse, kamp yapmayı seçmeyip bir handa kalmayı tercih ettiyse, açıkça böyle bir handa kalmayı seçmezdi.
Elleri ve ayakları bağlanmamıştı ve odanın kapısı kilitli değildi, yani bu hapsedilmediği anlamına geliyordu. Eğer biri ya da bir şey ona karşı komplo kuruyorsa, onu buraya atmanın ne anlamı vardı?
Xie Lian düşündükçe bu durumu daha da tuhaf buluyordu ama en tuhafı hâlâ vücudunun şu anki durumuydu. Kollarındaki ağrıya tahammül ederek dış giysilerini çıkardı ve vücudunda ne tür yaralar olduğunu incelemeye hazırlandı. Ancak beklenmedik bir şekilde, dış giysilerini çıkardıktan sonra, bakmak için başını eğdiğinde, tüm yüzü bir anda soldu.
Karnından göğsüne kadar her yeri yoğun bir şekilde belirsiz kırmızı izlerle kaplıydı. Sanki büyük bir çiçek yaprağı düşmüş ve ince beyaz yeşim taşı kadar soluk olan cildini, al-kırmızı çiçeklerin açması gibi örtmüştü. O kadar kırmızıydılar ki hayrete düştü ve bakmak için yanındaki aynanın önüne geçti.
Sahiden! Sadece göğsünde ve karnında değil, boynunda, hatta çenesinde bile vardı!
"........"
Xie Lian bakmaya devam etmek için alt kısmındaki giysileri çıkarmaya cesaret edemedi. Durum çok açıktı.
Bilmediği bir nedenden ötürü baygın olduğu bir anda, birisi ona… çok büyük bir saygısızlık etmişti.
Xie Lian hayatında ilk kez "bacaklarının güçsüzleştiğini" hissetti, Ama kendini çelikleştirdi, dayandı ve sağlam durdu.
Geçmişte, kendisine hizmet eden oda hizmetçilerinin saray dışından gelen bazı korkunç efsanelerden bahsetmelerini çok dinlemişti; karaborsada çalışan ve kötü niyetli ya da cinsel nedenlerle kız kaçırma konusunda uzmanlaşmış, kötü şeyler yapmadan önce kızları uyuşturan kara kalpli insanlar gibi. Ama... ama...
Xie Lian başını iki eliyle kavrayarak mırıldandı: "Ama... Ben, ben bir erkeğim!....."
Şu anki görüntüsü gerçekten de çirkindi. Bu aşk ısırıkları ve çok fazla güçle tutulduğu yerlerdeki morlukların yanı sıra, utanç verici ısırık izleri bile vardı. Xie Lian yüzünü kapattı, vücudu üşürken başının ateşler içinde olduğunu hissediyordu.
Aniden, son derece ciddi bir şeyi hatırladı; Olamaz!
Onun xiulian uygulama yolu mutlak iffet gerektiriyordu, ama bundan dolayı büyük bir tabu işlemiş olmuyor muydu?
Xie Lian aceleyle bir deneme yaptı. Denedi, beklendiği gibi, artık herhangi bir büyü gücüne sahip değildi!
Xie Lian genellikle oldukça sakin biri olarak kabul edilirdi, ancak mevcut durumda, sanki yerlere yığılmak üzereymiş gibi hissediyordu.
Açıklanamaz bir şekilde, uyandıktan sonra bu hale gelmişti, Feng Xin ve Mu Qing'in ikisi de kayıptı ve kendisi hâlâ onu kandırmak ve kirletmek için kimin hangi yöntemi kullandığını bilmiyordu. Gerçekten yere yığılmak istiyordu.
Bir süre sonra, bu gerçeği hâlâ kabullenemiyordu ve kendini çok üzgün hissediyordu. Ancak, bu şekilde sersemlemeye de devam edemezdi ve bu yüzden dikkatsizce kıyafetlerini toplayıp giymekten ve handan ayrılmaktan başka çaresi yoktu. Çıkarken kimse onu durdurmaya çalışmadı. Xie Lian rahat bir nefes aldı ve etrafındaki binaların, yoldan geçenlerin kıyafetlerinin ve aksanlarının bile oldukça tuhaf olmasını umursamadı.
Ama belki de kalbinde bir kıpırtı olduğu için, sanki diğer insanlar vücuduna bir şey olduğunu anlayabiliyorlarmış ve onu tuhaf bakışlarla süzüyorlarmış gibi hissetmeye devam etti. Bu, yürüdükçe hızlanmasına neden oldu, sonunda ise çılgınca koşmaya başladı. Bir ormanlık alana girdi ve tek bir yumrukla bir ağacı yumrukladı. Ağaç bir "çatırtı" ile kırıldı. Öfkeyle bağırdı, "pislik!!!"
Kendisine böyle bir şey yapan kişiyi lanetlemek ve azarlamak için en kötü dili kullanmak istedi, ancak dönüp durduktan sonra tek söyleyebildiği "pislik, piç, alçak!" oldu ve kalbindeki yangını dışarı vuramadı, boğuldu.
Ama kendini bırakıp ağlayamıyordu da. Bu yüzden duygularını sadece içinde tutup çılgınca saldırabiliyordu. "güm güm güm güm güm güm güm", arka arkaya onlarca ağacı devirdi, sonunda olduğu yerde durdu ve çömelerek bacaklarına sarıldı, bağırdı ve ağladı; "Veliaht prens hazretleri, veliaht prens hazretleri, daha fazla vurmayın!"
Xie Lian'ın kalbi öfkeyle doluydu ama aniden yerden çıkan bu yaşlı adamın sıradan biri olmadığı açıktı. Bu manzara onu biraz ürküttü ve "Kimsin sen?" diye sordu.
Yaşlı adam gözyaşlarını sildi ve şöyle dedi: "Ben buranın toprağıyım, veliaht prens hazretleri! Bu orman parçası benim tarafımdan yetiştirildi! Senin gibi bir kıdemli vurmaya devam ederse, elimde hiçbir şey kalmaz!"
Xie Lian kendi kendine düşündü, sonuçta bu başka kimseyi ilgilendirmiyordu ve öfkeyle gelişigüzel hareket etmemeliydi. Ayrıca, bu küçük bir tanrı olsa da yine de bir tanrıydı, yaşlıydı ve saygı görmeliydi. Bu nedenle, isteksizce ateşinin bir kısmını geri çekti, elini geri çekti, nefesini yavaşlattı ve "... Üzgünüm, aşırı davranan bendim. Şuna ne dersin, az önce devirdiğim tüm ağaçların parasını sana ödeyeyim."
Yer, Xie Lian'ın bacaklarına sarılmış olan ellerini bıraktı ve aceleyle, "Hayır hayır hayır hayır hayır, gerek yok, senin gibi bir kıdemliden nasıl ödeme yapması beklenebilir? Benimle konuşmaya istekli olmanız, bu küçük tanrının mekânını şereflendiriyor!"
Xie Lian bunun biraz tuhaf olduğunu hissetti, nasıl söylenirse söylensin, bu Toprak hala bir tanrıydı ve görünüşe bakılırsa ondan çok daha yaşlıydı, hatta ona "senin gibi bir kıdemli" diyordu? Ancak daha fazla sorgulama havasında değildi ve kibarca sordu, "Bu bölgenin Toprağı olduğunuza göre, bu bölgenin giriş ve çıkışlarını çok iyi biliyor olmalısınız. İki kişiyi bulmama yardım eder misiniz?"
Bunu söylerken, ödeme olarak birkaç altın yaprak almak niyetiyle elini kolunun içine soktu, ancak Toprak onun hareketini gördü ve aceleyle ve çılgınca ellerini salladı, "Gerek yok! gerek yok! gerek yok! Kimi bulmak istiyorsunuz?"
Tesadüfe bakın ki, Xie Lian da hiçbir şey söylemedi. Ellerini uzattı ve "İki yardımcım, Feng Xin ve Mu Qing" dedi.
"......"
Toprağın ifadesi aniden çok garipleşti. Xie Lian, "Sorun ne? Bir sorun mu var?"
Toprak dedi ki, "Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hiç sorun yok. Sadece..."
Sadece, veliaht prens hazretlerinin nesi vardı? Sekiz yüz yıl oldu ve hala Nan Yang Generali ile Xuan Zhen Generali yardımcıları olarak çağırıyordu. İki generalin kızıp kızmayacağını kim bilebilirdi? Boş ver, iki generalin kızıp kızmaması önemli değildi; eğer bu kişi ona iyi hizmet etmediyse, o zaman o kişi kızdığında daha korkunç olurdu. Ve "Lütfen bir süre burada bekleyin, hemen sizin için bir arama yapacağım!" dedi.
Xie Lian "Çok minnettarım" dedi. Nezaketle eğildi ve başını kaldırdığında o toprak çoktan kaybolmuştu.
Xie Lian başının hâlâ ateşler içinde olduğunu hissetti ve alnını tuttu. Tanrı bilir ne kadar zaman sonra, önündeki kuşkulu sesin "Sorun nedir?" dediğini duydu.
Xie Lian başını kaldırdığında Feng Xin ve Mu Qing'i gördü. Ancak, tanıdığı Feng Xin ve Mu Qing değildi. Aslında ikisinin de görünüşü değişmemişti ama üzerlerindeki hava farklıydı; artık iki atılgan genç gibi değil, arenada birçok zafer kazanmış iki general gibiydiler. Dahası, her ikisi de pahalı ve lüks siyah cübbeler giyiyordu, sıradan insanların giydiği türden değil. En azından Xie Lian onları hiç böyle kıyafetler giyerken görmemişti.
Soruyu soran kişi Feng Xin'di ve "Ekselansları, burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?" diyerek yaklaştı.
"…..." Xie Lian, "Asıl sorması gereken benim, ikiniz de nereye kaçtınız? Dün gece tartışmanız için ikinizin de dışarı çıkmasına izin verdim, bu sabah neden ortadan kayboldunuz?"
Feng Xin ve Mu Qing ne dediğini anlamamış gibi garip bir ifade takındılar. Xie Lian'ın başı yarılacakmış gibi ağrıyordu ve tekrar, "İkinizin de kılık kıyafeti ne böyle? Neler oluyor?"
Feng Xin başını eğip kendini inceledi ve şüpheyle, "Bu kıyafetlerin nesi var? Çok normal değiller mi?"
Bunun üzerine Mu Qing, "Ne diyorsun sen? Uyurken aklını mı kaçırdın? Dün gece sende değildim."
Xie Lian kafasına sarıldı. Bağırıp çağırmak istedi ama kendini sakin kalmaya zorladı ve bir süre düşündükten sonra, "Anlıyorum? İkiniz de benim gibisiniz ve bir şey tarafından fidye için tutuluyorsunuz." Feng Xin ve Mu Qing'in yüz ifadeleri giderek daha da tuhaflaştı.
Feng Xin, "İhmalkâr davrandım. Ekselansları, bizi neden çağırdığınızı neden söylemiyorsunuz?"
Mu Qing gözlerini devirdi ve "Sormaya gerek yok. Dediğim gibi, birinden bizi aramasını isteyip Onu aramadığına göre, yüzde seksen ihtimalle beyninde bir sorun var demektir."
Xie Lian neden bahsettiklerini tam olarak anlayamadı ve "O mu? Guoshi mi?"
"…..."
Feng Xin ve Mu Qing birbirlerine baktı ve bir süre durakladıktan sonra Mu Qing bir adım öne çıkarak, "Ekselansları, veliaht prens" dedi.
Xie Lian "Ne?" diye sordu.
Mu Qing, "Şu anda hafızam biraz bulanık. Bana söyleyebilir misin, son birkaç gündür neler yaptığımızı hatırlıyor musun?"
Xie Lian, "Birkaç gündür kraliyet tapınağında xiulian uygulamıyor muyduk?" dedi.
Mu Qing, "Hua Cheng nerede?" dedi.
Bu ismi duyan Xie Lian güçlü bir aşinalık hissetti, ancak düşündükten sonra gerçekten de tanımadı ve bu yüzden aniden, "Hua... Cheng kim?......" dedi.
"......."
Mu Qing, "Tamam, anladım" dedi.
Yan tarafa bir bakış attı ve yüzünde şaşkın bir ifade olan Feng Xin'le konuşmak için kenara çekildi. Xie Lian birden bunun oldukça şüpheli olduğunu hissetti ve ihtiyatla, "Ne anladın? Siz ikiniz ne hakkında konuşuyorsunuz?"
Tartışmalarını bitiren iki kişi geri döndü. Feng Xin, "Ekselansları, gidelim" dedi.
Xie Lian'ın şüpheleri daha da arttı, "Nereye gideceğiz?"
Mu Qing, "Seni mevcut durumu çözebilecek birini görmeye götüreceğiz. Sen de gel!"
Xie Lian artık yüzde seksen oranında temkinli davranmaya başlamıştı ve birçok geri adım attı. Xie Lian'ın kaçmak istediğini gören Mu Qing, "Gitme!" diyerek elini uzattı ve sanki onu zapt etmeyi planlıyormuş gibi bir ruhani ışık hüzmesi savurdu. Ama Xie Lian nasıl gitmezdi? Koş!
O koşmaya başladığı anda, Feng Xin ve Mu Qing boylarından büyük bir işe kalkıştıklarını hissettiler. İkisi de rüzgârı kovalayıp kükrerken, Feng Xin şöyle diyordu: "S*ktir! Gerçekten b*ku yedik! Bu nasıl oldu? Hafıza kaybı olsa bile bu kadar şiddetli olamaz! Bir seferde sekiz yüz yılı unutmak mı?"
Mu Qing, "Nihayet! Sonunda, her türlü saçmalığı yemekten beyni hasar gördü!"
"Bu nasıl olabilir? Korkarım tek başına dışarıdayken bir kaza geçirmiş olabilir, acele edip onu bulalım! Şu anda aklı on yedi yaşında bir çocukta!"
Mu Qing bu sırada bile, "evet, saf, aptal ve şımarık ekselansları!" diye birkaç iğneleme yapmayı ihmal etmedi.
"Bekle! Önce ona söyleyelim, acele et ve önce ona söyle!"
Böyle bir şey olduğunda, elbette önce o kişiye söylemek gerekirdi!
Xie Lian bir solukta 20 Li[1] koştu, ancak sonunda durduğunda hafifçe soluk soluğa kaldı. Kendisini hâlâ devasa, kafa karıştırıcı ve sisli bir ağın içindeymiş ve henüz kurtulamamış gibi hissediyordu.
Neler oluyordu?
Her şey anormaldi. Çok fazla anormal!
Mu Qing'in Güçleri hakkında net bir bilgiye sahip değil miydi? Bu tür bir ruhsal ışığı geliştirebilmek için en az birkaç yüz yıl daha xiulian uygulaması gerekirdi. Şimdi bu nasıl gerçek Mu Qing olabilirdi? O sahte olmalı!
Ve o. Kendisi normal değildi. Sadece bu koşu ile vücudunun hareketlerinin bir kırlangıç kadar hafif olduğunu keşfetti. Hareketleri her zaman bir kırlangıç kadar hafif olsa da, şimdi vücudunun becerileri daha hızlı, daha güçlüydü.
Hiçbir şey doğru değildi.
Sakin ol, sakin ol ve tekrar sakin ol. Xie Lian birden hatırladı; az önce Mu Qing bir isimden bahsetmiş gibiydi.
"Hua Cheng" diye mırıldanmıştı.
Bilinmeyen bir nedenden ötürü, bu isim ona çok yabancı olmalıydı ama bu ismi söylediği anda kalbi sanki kalbinin bir köşesinde bir çiçek açmış gibi hafifçe kıpırdandı. Ve böylece, bu ismi birkaç kez yüksek sesle, ileri geri söylemekten kendini alamadı.
Hua Cheng, Hua Cheng, Hua Cheng.
Bu çok önemli bir kişi olmalıydı, belki de mevcut durumun anahtarı. Önce onu bulması gerekiyordu.
Bir karara varan Xie Lian şehre doğru yürüdü.
Xie Lian vücuduna bir şeyler olduğunu ilk fark ettiğinde bunu tamamen kabullenememiş olsa da şimdi sakinleşmeye başlamıştı. Kalbi ve bedeni hâlâ kendini aşırı derecede rahatsız hissetse de içinde bulunduğu bulmaca yüzünden endişelenecek zamanı yoktu. Gerçek Feng Xin ve Mu Qing hâlâ iz bırakmadan kayıptı ve perde arkasındaki faili ortaya çıkarana kadar bir an önce kendini toparlamalı ve gerçeği araştırmalıydı.
Böylece şehre adımını attığında tamamen sakinleşmişti. Rastgele bir çayevi seçti, üst katta pencere kenarında bir koltuk seçti ama çay içecek havası yoktu. Xie Lian masadan bir fincan aldı ve inceledi. Fincanın içinde silinemeyen bazı eski çay lekeleri vardı. Bu manzara onu bitkin düşürdü ve fincanı yere bırakıp görmezden geldi.
Çayevinde oldukça güzel genç bir kız elinde pipa tıngırdatarak şarkı söylerken, çeşitli yaşlardan bir grup erkek oturmuş ona bakıyordu. Kız aslında erkenden yer toplamaya giden bir genç kız hakkında sıradan, yerel bir halk şarkısı söylüyordu, ancak bir grup yaşlı adam "anlamsız, dinlemesi hoş değil, değiştir!" dediğinde daha bir süre söylememişti.
"Evet! Bu şarkıyı dinlemek hoş değil, değiştir, değiştir, değiştir!"
"Şarkıyı değiştir!"
Ne yapacağını şaşıran şarkıcının onların önerilerini kabul etmekten başka çaresi yoktu ve melodisi yavaş ve yumuşak olan, dinleyenlerin kızaracağı ve kalplerinin hızlanacağı ünlü bir erotik şarkıya geçti. İzleyici grubu ancak o zaman tatmin oldu ve onaylarını haykırdı. Ancak ikinci katta pencere kenarındaki koltuğunda oturan Xie Lian için bu son derece uygunsuzdu.
Sözleri dikkatle dinlediğinde, genç bir karı kocanın evlilik gecelerindeki bal gibi tatlı tutkularını anlatıyor gibi görünüyordu ve gerçekten de son derece cüretkârdı. Bunu geçmişte duymuş olsaydı, kulağına rüzgâr çarpmış gibi görmezden gelirdi, çünkü onu ilgilendirmiyordu, çünkü hayatında asla böyle şeyler yapmayı düşünmemişti. Ama şimdi durum pek de aynı değildi.
Ne olduğunu tam olarak hatırlamasa da bir şeyler olmuştu ve böyle şeyleri dinlerken insanın düşünceleri farklı olurdu. Dahası, korkutucu bir şey keşfetmişti; düşünceleri tamamen kontrolünün dışındaydı!
Şarkı yüzde otuz hafif ve alaycıyken, duyguları yüzde yüz ileri geri sallanıyordu. Dahası, zihninde sonsuz bir akış içinde birçok parçalanmış görüntü ortaya çıktı; parmakları sıkıca kenetlenmiş iki el; parmakların arasında sıkıca sarılmış ve asla çözülmeyecek kırmızı bir iplik; ve hatta kulağının dibinde, kırık nefesler, yalvaran hıçkırıklar ve bir adamın baştan çıkarıcı alçak sesini duyar gibiydi.
... bütün bunlar..? Bütün bunlar da neydi?
Xie Lian hem utanmış hem de sinirlenmiş hissetti ve dudağını ısırarak yumruğunu sıkıca sıktı. Ertesi an, kırılma noktasında, sonunda daha fazla dayanamadı ve elini acımasızca masaya vurdu.
Çıkan "güm" sesi yakındaki birkaç masada oturan ve ona iri gözlerle bakan müşterileri ürküttü. Xie Lian ancak o zaman irkilerek kendine geldi ve sessizce özür diledi. Umutsuzca iki eliyle kulaklarını tıkamak istedi, böylece artık hiçbir şey duyamayacaktı. Kendi kendine, eğer şarkı söylemeye devam ederse, o zaman gideceğini düşündü!
Birdenbire şarkı aniden kesildi ve keskin bir çığlık onu düşüncelerinde kaybolduğu yerden çekip çıkardı. Xie Lian başını kaldırdığında, bir grubun şarkıcı kızın etrafını sardığını ve onu yemliyor gibi göründüğünü gördü. Şarkıcı kız pipasına sarıldı ve korkuyla ayağa kalkarak üzgün bir sesle, "Lordum, şarkılarımı dinlemeniz yeterli, bana dokunmayı bırakın..." dedi.
Adamlardan birkaçı ikna edici bir tavırla, "Dokunmanın nesi yanlış? Sonuçta sadece biz dokunmuş olamayız, işinizi yaparken birkaç kişi tarafından ellenmediğinize inanmak istemiyorum!"
Şarkıcı kız o kadar üzgündü ki göz çukurları kızarmıştı. "Ne demek istiyorsunuz? İşimi satmak mı? Ben şarkılarımı satarım, bedenimi değil!"
Ancak çevredeki insanlar onun açıklamasını kasıtlı olarak duymadılar ve "Heh! Sanki bakireymişsin gibi konuşuyorsun. Eğer gerçekten düzgün biri olsaydın, dışarıda kendini satmazdın!"
"Evet! Az önce insanları kışkırtmak için o şarkıyı söylüyordun ve şimdi de satılık olmadığını söylüyorsun, nasıl bir geçidi etkilemeye çalışıyorsun, tamamen gülünç!"
Şarkıcı kız o kadar sinirlenmişti ki bayılabilirdi. Titreyen bir sesle, "Onu söylememe izin veren hepinizdiniz, onu söylememe izin veren hepinizdiniz, onu o yüzden söyledim!" dedi.
Ancak o ne söylerse söylesin, bir grup kötü kalpli dinleyicinin her zaman karşı koyacak sözleri vardı. "Yani sırf biz izin verdik diye mi şarkı söyleyeceksin? Bu kadar itaatkar mısın? Bu, kalbinde insanları baştan çıkarmak için şarkı söylemeyi çoktan planladığını gösteriyor!"
Xie Lian daha fazla dinlemeye dayanamadı.
Zaten öfkeli hissediyordu ve şimdi daha da öfkelenmişti. Beyaz bir gölge parladı ve terbiyesiz adam grubu ne olduğunu anlayamadan arka arkaya yere yığıldı. Kalabalığın başını çeken adam kıçıyla panayıra indi ve yüksek sesle azarladı, "Sen kim olduğunu sanıyorsun? Bizi kızdırmaya cüret mi ediyorsun?"
Xie Lian şarkıcı kızın önünde korumacı bir şekilde durdu. Parmak eklemlerini çıtırdatırken bile yüzünde herhangi bir öfke belirtisi yoktu. Derin bir sesle "Burada duralım. Böyle bir güzellikle karşılaşan herkesin kalbi etkilenir. Ancak ona nasıl nezaketle davranacağınızı bilmiyorsanız, bu utanç verici ve aşağılık bir durumdur." dedi
Birisi bağırdı, "İlk şarkı söylemeye başlayan açıkça oydu. O istediği gibi şarkı söyleyebilir ama biz istediğimiz gibi dokunamayız, öyle mi?"
Ancak Xie Lian her bir kelimeyi ve cümleyi telaffuz ederek şöyle dedi: "Bu doğru. Gerçekten de o istediği gibi şarkı söyleyebilir ama siz istediğiniz gibi dokunamazsınız!"
Daha konuşmasını bitirmeden yedi ya da sekiz iri yarı adamı alt kata fırlatmıştı. Kıçlarının üzerine düştüler ve düşüşleri onları korkuyla doldurdu. Aslında hiçbiri ağır yaralanmamıştı ama bu, bir noktaya dikkat çekmek için yeterliydi.
Ne de olsa kimse Xie Lian'ın nasıl saldırdığını net olarak göremiyordu, o halde nasıl karşı saldırıdan bahsedilebilirdi ki? Panik içinde dağıldılar. Üst katta, Xie Lian arkasına baktı. Şarkıcı kız ayağa kalktı ve büyük bir minnettarlıkla ona doğru eğilerek, "Bu kalabalığı dağıttığı için Daozhang'a çok teşekkürler!" dedi.
Xie Lian, "Elimi kaldırmaktan daha fazla çaba sarf etmedim. Hanımefendi, hâlâ burada kalmaya niyetli misiniz?"
Şarkıcı kız başını salladı. Xie Lian da başını sallayarak, "Pekâlâ. O zaman şarkı söylemeye devam edin."
Bunu söyleyerek yerine oturdu, cübbesini düzeltti ve kıyafetlerini düz bir şekilde giyerek nöbet tuttuğu yere oturdu.
Diğer adamlar onun gitmediğini görünce onlara doğru baktılar ama beklendiği gibi onları daha fazla rahatsız etmeye cesaret edemediler. Onun niyetini anlayan şarkıcı kız daha da minnettar hissetti. Bir sonraki ağzını açtığında, canlı ama sıradan bir yerel halk şarkısı söyledi.
Xie Lian kendine bir fincan çay doldurdu ve tam içmek üzereydi ki başını eğdi ve bir kez daha çay lekesini fark etti. Bir an tereddüt etti ama yine de hissettiklerinin üstesinden gelemedi ve iç çekerek çay fincanını yerine koydu. Hiç düşünmeden başını geriye çevirdi ve dondu kaldı.
Sokağın karşısında, bulunduğu çayevinden bile daha şık, çok katlı bir şarap evinde tek başına bir insan oturuyordu.
Kırmızılar giymiş, uzun boylu bir adamdı bu.
Kendisine biraz vahşilik havası katan siyah bir göz bandı takmış olsa da bu onun yakışıklılığını gizlemiyordu. Kıyafetleri akçaağaç yaprakları kadar kırmızı, teni kar kadar beyazdı ve elindeki şarap dolu gümüş kadeh, gümüş kollukları gibi ışığını yansıtıyordu. Tek bir bakışta bile son derece dikkat çekiciydi. Xie Lian'a doğru bakıyor, uzaktan onu izliyordu. Xie Lian'ın bakışlarını yakaladığını görünce hafifçe gülümsedi ve kadehini hafifçe kaldırarak sanki uzaktan ona saygı gösteriyormuş gibi bir tavır takındı.
"…..."
Açıklanamayan nedenlerden ötürü, Xie Lian'ın bakışları bu adamınkilerle karşılaştığı anda, vücudundan bir akım geçmiş gibi hissetti ve aceleyle bakışlarını geri çekti.
Ancak, her ne kadar soğukkanlıymış gibi davransa da kalbi çılgınca çarptı.
Ne kadar garipti. Bu adam gerçekten de göz alıcı ve dikkat çekiciydi, gizemli ve esrarengiz bir cazibesi vardı. Bununla birlikte, geçmişte bu kadar çekici erkekler görmemiş değildi, o halde neden bu adama karşı böyle bir tepki veriyordu?
Bir kez daha düşününce bu fikri bir kenara bıraktı. Bu tamamen yanlıştı. Çünkü dikkatlice düşündüğünde, gerçekten de geçmişte bu kadar çekici ve yakışıklı bir adamla hiç karşılaşmamıştı.
Düşünceleri bu noktaya ulaştığında, Xie Lian kendi kendine, bu kişi çok nadir bulunan biri olmalı; ona karşı daha dikkatli olmalıyım, diye düşündü. Başını geri çevirdi. Ancak bu kez karşıya baktığında kırmızılı adam ortadan kaybolmuştu.
Öylece ortadan kaybolduğunu düşünmek. Tıpkı parlak renkli bir akçaağaç yaprağının süzülerek aşağıya inmesi, gözlerinin önünde muzipçe yanıp sönmesi, kaybolmadan önce dünyasını bir anlığına aydınlatması gibi. Sanki gerçek değil de geçici bir rüya ya da balonmuş gibi.
Bir süre daha dikkatle zarif şarap evine bakan ama hâlâ adamdan bir iz göremeyen Xie Lian sonunda pes etti. Biraz hayal kırıklığına uğramış hissedip hissetmediğini bilmiyordu. Hafifçe nefes verdi ve "unut gitsin" diye düşünerek kaşlarını yoğurdu.
Beklenmedik bir şekilde tekrar arkasına dönüp baktığında, bir noktada, kendisinin de bilmediği birisinin masada karşısına oturduğunu fark etti. Bu kişi yanağını bir elinin üzerine dayamış oturuyor ve ona bakıyordu.
İki adamın bakışları birleşti. Xie Lian hafifçe irkildi ama adam küçük bir gülümsemeyle, "Bu Daozhang bana bir kadeh şarap ısmarlamak ister mi?" dedi.
Uzaktan onu selamlamak için kadehini kaldıran kırmızı giysili adamdı.
MXTX yazar notu; Lianlian dışarıdayken küçük bir kaza geçirmiş ve hafızasını kaybetmişti. Geçmişteki haliyle bilinç değiştirmesi söz konusu değil, zaman çizgisinde bir değişiklik yok, bu nedenle geçmişin veliaht prensi bu anılara sahip olmayacak.
Bu ekstraların asıl amacı, büyük Huahua'nın on yedi yaşındaki veliaht prensi deneyimlemesi, tabii ki Lianlian’ımız kesinlikle hafızasını geri kazanacak...
[1] 1 li = 576 metre
---
bu konu 4 bölüm sürüyor :3
güzel diye ekledim bölümle alakası yok:3
#tian guan ci fu#hualian#jun wu#ling wen#xie lian#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#pei su#peiming#pei ming#yushi huang#ban yue#bai wuxiang#mei nianqing#mu qing#nan yang#xuan zhen#he xuan#lang qianqiu#quan yizhen#yin yu
23 notes
·
View notes