#o yüzden sürekli yanlış yapıyorum
Explore tagged Tumblr posts
ikdlin · 5 days ago
Text
BU BEN DEĞİLİM Kİ
2 notes · View notes
girifit · 2 years ago
Text
ellerimdeki izlerden bahsedeceğim sana. farkında olmadan kanayan izlerden. sırtım fayansa dayalıyken kendimi susturmaya çalışmamı anlatacağım. içimdeki çabadan bahsedeceğim. hiç olmayan şeyler var hayatımda. bazen ise olmasına rağmen ellerimle öldürdüklerim. bir sokak sonunda veya bir duvar dibinde. elveda bile demeden gitmelerim de çok fazla. acım var derdim eskiden, şuan var mı bilmiyorum. sırtımdaki ağrı ev bellediğim yerin bana hediyesi. ciğerlerimi çürüten dumanı kurtarıcı belliyorum, her saniye beni öldürüşünü görmezden geliyorum. elimde sigara, bir park köşesinde okuduğum kitaplar. biten paketler. hep bir şeylerden kaçışım. korku iliklerimde. korku benliğimde. korku her yerimde. bir yolunu bulurum, cümlesi yalan. inanma artık bana. iyiyim derken bile titriyor ellerim. geceden kalma uykusuzluğumu makyajla kapatıyorum. yüzüme en acısından bir gülümseme koyuyorum. insanların acıyan bakışlarına daha fazla katlanamıyorum. sorular soruyorlar. bir şeyler söylüyorlar. duymak istemiyorum. o an, tam olarak yok olmak istiyorum. adım atarsam yeri öpeceğimi biliyorum. bu yüzden yerimde sayıyorum. yani, böyle avutuyorum kendimi. yalan olduğunu biliyorum. nefret ettiğim her şeyi bir bir yapıyorum. gittikçe babama dönüşüyorum. bazı şeyler oluyor. zaman geçiyor. ben günlerimi ya dört duvar arasında ya da bir park köşesinde elimde sigarayla öldürüyorum. ölüşümü kurtuluş sanıyorum. keşke çocuk olsam düşüncesinden kurtulamıyorum. intiharımı tasarlıyorum her gece. her sabah. her saat. elimi neye atsam zarar veriyorum. bana iyi geldiğini düşündüğüm hiçbir şeyi yapamıyorum. insanlardan uzak duruyorum. anlayamıyorum. anlamlandıramıyorum. şiir dinlemeyi azalttım. piyano dinlemeye başladım. kalktığım yemek masasında dönen kavgadan kaçıyorum şuan. küçük bir çocuk ellerim kulaklarımda, bedenim kapıya yaslı. evin içi bir fırtına misali soğuk. ya da ben üşüyorum yalnızca. bilmediğim çok fazla şey var. bilmek için çabalamıyorum artık. olmayacak şeylere bel bağlamıyorum. içimde umut kırıntısı var mı, bilmiyorum. varsa şayet, nefes alışımı ona bağlıyorum. kimseye tutunmuyorum. dallarımı kestikleri baltadan kaçıyorum. bir şeyler yazıyorum. sürekli ve sürekli. bir köşede karalıyorum satırlarca. bana dönen gözlerin farkındayım. bana bir şeyler olduğunun farkındalar. bana. neyse. odamın bir köşesindeki tükenmiş mumlara benzetiyorum kendimi. gözümü alan ışığı kapatmaya uzanıyor ellerim. karanlığa sığınıyorum. oysa ne çok korkardım karanlıktan. kitaplar okuyorum. her defasında içimde farklı bir umutsuzluk ağaç oluyor. ben susuyorum. her şeyin üzerime geldiğini hissettiğimde ise ağlıyorum. ağlamayı artık bir suç olarak görmüyorum. görmek istemiyorum. ama hâlâ saklıyorum yaşlı gözlerimi. ellerimi saklayacak bir yer bulamıyorum. öylece bekliyorum bazı şeylerin geçmesini. çabalamam gerektiğini söylüyorlar, gittikçe eridiğimi söylüyorlar. mecazi anlamda değil üstelik. bedenimdeki çürükler ve morluklar bedenimi acı içinde kıvrandırtıyor son zamanlarda. temastan kaçıyorum. bana uzatılan elleri bile tehdit olarak algılıyorum. ben kendime olan güvenimi ve inancımı kaybediyorum. ben kendimi kaybediyorum. yanlış anlama, senden yardım istemiyorum. artık ben bile kendime yardım edemiyorum. neyse. sigara?
72 notes · View notes
egotangoo · 5 months ago
Note
Huzur evi, sokak çocukları ve hayvanlar... çadır, dizi, depresyon... hepsi ayrı ayrı muazzam düşünceler ve planlar. Umarım karşına bunları ve fazlasını doyasıya yapacağın biri çıkar ve umarım ki saydığın her şeyi yapabilirsin. Fikrin ve zihnin kadar güzel geçsin hayatın geleceğinn. Ve o kadarda güzel bir kadın yerleşsin kalbine, evine, çadırına. Monoton ve rutin ilişkiler planlar görmekten sıkılmıştık, herkese ilham olsun bu yazdıkların (: Nazım Hikmet alıntın çok nahif, söylemeden geçemem.
Doğa bize tüm güzelliği verecek olan bence yeşili,mavisiyle,çocuğuyla. Ben bunları kendi hayatımda bazılarını zaten yapıyorum benim için keyifli aktiviteler. Bir de arabam olacak işte motorum olacak villada yaşıycam yok 2 çocuk yapıcam kocama şöyle yapıcam karıma böyle işte sevgilimin arabası olması lazım falan bunlar biraz bana uzak ve açıkçası acınası buluyorum. Hayat maddiyatla sonuçlanmıyor. Eşyalar kullanılmak içindir,insanlar ise sevilmek. Cemil meriçin bunun için çok güzel bir sözü var ve onun da dediği noktadayız. Artık eşyaların sevildiği ve insanların kullanıldığı. Hatalar yapabiliriz bu çok normal. Yanlış yapabilirsin. Ama bilinçli bir eylem ve olaylara böyle bakabilmek bana göre oldukça korkunç. Maddiyatın önemsiz olduğunu söylemiyorum. Konfor için ihtiyaç olan ilk şey maddiyat lakin bu şekilde. O yüzden mutsuz ilişkiler,insanlar görüyoruz ve sürekli bir öfke, güvensizlik halindeyiz. Dünya senin ya da benim için değişmeyecek ama bizler kendimiz için küçük dünyalar oluşturabiliyor olmalıyız. Ve ben küçük dünyasında yaşamaya çalışan biri olucam yalnızca. Nahiflik konusunda da teşekkür ettim.
0 notes
hetesiya · 8 months ago
Text
Devrimcilik Bu Değil - Nokta Haber Yorum
Devrimcilik Bu Değil
Rabia MİNE
Soru: Neden sürekli devrimcilerin hassasiyetlerini kaşıyorsun Rabia Mine?
Yanıt: Özellikle yapıyorum sevgili kardeşim.
Hayır. Bazı düz kafalı fanatiklerin zannettiği gibi, yurdum devrimcilerini gıcık edip nefretlerini kazanmaktan zevk alan sadomazoşist bir manyak ya da devrimcileri kendi içlerinden bombalamak üzere eğitilmiş bir ajan olduğum için değil; onları rahatsız ederek, devrimciliğin ne olup ne olmadığını hatırlatmak istediğim için…
Çünkü -kesinlikle çok değerli istisnaları ayrı tutarak söylüyorum- çoğu, bunları ya hiç öğrenmemiş ya da çoktan unutmuş gözüküyor; bu durum da beni, halk adına büyük bir umutsuzluğa düşürüyor.
Bu yüzden de düşmanlıklarını kazanmak pahasına da olsa sürekli onları dürtüyorum.
Bir kere, devrimcilerin hassasiyetleri olmaz; çünkü devrimcilik bir din değildir.
Devrimcinin, değişmez insanî değerler bütünü olur. Bunun dışında, önderleri de dahil, sorgulayamayacağı ya da sorgulanmasına sansür koyacağı hiçbir hassasiyeti olamaz.
Olduğu anda devrimci olmaktan çıkıp, faşizan bir müride, yani karşıtına dönüşür; ki benim dürtmelerimden rahatsız olanlar da gerçek devrimciler değil, o robotlaşmış müritlerdir.
Bu kadar başarısız olan bir ülke solunun, yoluna kendini hiç sorgulamadan ve sorgulatmadan aynen devam etmek istemesi, bir kere hem misyonuna hem de diyalektiğe aykırıdır.
Ben, bu ülkede burjuva Türkler dışında, başta Kürtler olmak üzere bütün azınlık halklar hatta inanç kesimleri için türlü baskılar, yasaklar ve zulümler getiren Kemalist damarın, devrimcilikle nasıl bağdaşabildiğinin de…
Mahir Çayan’ın, devrimci kadroların düşünsel ve duygusal evrimine ket vurup, onları hedefe kilitlenmiş birer robotik sıra neferine dönüştürdüğü için çok yanlış bulduğum, “Amaç, ele geçen her türlü kitabın okunması ya da entelektüel bilgi edinilmesi değil, belirli bir sıra içinde eğitim yapmak, belirli bir düşmanla savaşmak için iyi biçimde öğrenim görmek olmalıdır,” şeklindeki sözlerinin de…
Deniz’leri idamdan kurtarmak amacıyla kaçırdıkları İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un aslında Hitler’in ikinci adamı olan Adolf Eichman’ı yakalayarak, toplama kamplarında vahşice katledilen 6 milyon Yahudi’nin intikamını alan ve kendi annesi babası ile kız kardeşini de o toplama kamplarında kaybetmiş bulunan bir Nazi avcısı olduğunu bile bile, onu hem de ne hikmetse Eichman’ı yakaladığı tarihin yıldönümünde, elleri arkasından bağlı ve ağzı bantlı bir şekilde kafasına sıkarak öldürmelerinin ne kadar devrimci bir eylem olduğunun da…
Komünist SSCB’de ve Küba’da lgbtiq+ bireylere uzun yıllar uygulanan korkunç baskı, yasak, şiddet ve zulümlerin devrimcilikle nasıl açıklanabildiğinin de…
Son yıllarda jet hızıyla ilerleyen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin kapitalist sistemi götürdüğü yeni siber boyutta, Marks’ın geçmişte büyük anlamlar ifade eden Kapital’inin artık ciddî oranda işlevini yitirmiş olabileceğinin de…
Stalin’in Naziler’inkiyle yarışan Gulak Toplama Kampları’nın da…
Ölüm orucu tabusunun da…
Ve çok daha fazlasının da hiçbir baskı, sansür ya da tehdit korkusu olmadan, rahat rahat sorgulanabilmesini istiyorum.
Bunlardan herhangi birini sorgulamaya cesaret eden hiç kimsenin, birkaç ay önce Efraim Elrom meselesine ucundan acık dokunan Ufuk Uras’a yapıldığı gibi, faşistlerden beter tehditlere maruz bırakılarak “sosyal medyadan çekildiğini” açıklamak zorunda kalacak derecede küstürülmesini ya da sindirilmesini istemiyorum. Bunu Ufuk Uras’a ve fikirlerine değil, ifade ve sorgulama özgürlüğüne çok değer verdiğim için istemiyorum.
Ya da anarşist yazar Rabia Mine’ye iki yıl önceki ölüm oruçları döneminde, kırk yıldır sol muhalif cephede tabu olan bu konunun özgürce eleştirilebilmesinin önünü açan -dört dile çevrilip bir çok Avrupalı entelektüelin de okuduğu- fikir yazılarından dolayı, yine faşistlerden beter küfürler, tehditler, nefretler, kinler, hatta iftiralar kusulup, o günden bu yana olmadık komplolar ve kumpaslar kurulmasını protesto ediyorum.
Bütün baskı, sansür ve yıldırma girişimlerini protesto ediyorum; çünkü iyiye ve güzele ulaşmanın yolunun, öncelikle sınırsız bir ifade özgürlüğü ortamından ve özeleştiri yaparak geçmişin hatalarından ders çıkarmaktan geçtiğine inanıyorum.
Protesto ediyorum; çünkü devrimcilik bir din, devrimci önderler peygamber, devrimciler de mürit değildir.
Devrimciliğin temeli, “sorgulamak, özgür düşünmek ve erdemli olmaya çabalamak” üzerine kuruludur.
Devrimci önderler de etten kemikten, doğrudan ve yanlıştan yapılma insanlardır. Özellikle de bizimkiler gibi çok genç yaşlarında öldürülenler; belki de yaşasalardı süreç içinde o yaştaki “Kemalistlik gibi” fikir ve düşüncelerinin pek çoğunu aşarak çok başka boyutlara geçeceklerdi. Onları yirmili yaşlarının başındaki düşüncelerinde dondurmak, öğretilerini sorgulamayı ya da üzerlerine tek kelime eklemeyi tabu saymak, her şeyden önce onların devrimci ruhlarına hakarettir.
Siz zannediyor musunuz ki hepsi daha 25 yaşlarını bitirmeden hayattan koparılan o değerli kişiler, henüz tekamüllerini tamamlamadan öldükleri o genç hallerinde tamamen olgunlaşmış olması imkânsız olan “coşku ağırlıklı” fikirleriyle kendilerine peygamber gibi tapmanızı isterlerdi?..
Hiç zannetmiyorum. Bilakis, mezarlarından çıkıp gelseler onları bugünden bakıldığında eleştirilebilecek hiçbir şeylerine toz kondurmadan, tıpkı Atatürk gibi putlaştırdığınız; tepelerine, “aşılmaları olanaksız üst insanlarmış” gibi koyarak, gençlerin heveslerini kırdığınız için kıyasıya yargılarlardı sizi…
Hele ki başarısızlığınızın hırsı yüzünden giderek karşıtınızla aynılaşmanız; bizzat karşıtınızın kontra taktiklerinden, baskılardan, sansürlerden, ifşalardan, porno kasetlerden, iftiralardan, komplolardan, tehditlerden, linçlerden medet umacak kadar dejenere olup kirlenmeniz karşısında, yüzünüze tükürürlerdi.
İş bu nedenlerden dolayı ben sürekli bir kısım, “devrimci oldukları iddiasındaki” yolunu kaybetmiş şahısların hassasiyetlerini kaşıyorum; çünkü hakiki devrimcilerin hassasiyetleri olmaz!
Hakiki devrimcilerin, her türlü sorgulamaya ve gerektiğinde değiştirmeye açık oldukları fikirleri ve eylemleri ile değişmez temel insanî değerleri olur. Onlar da zaten hiçbir şekilde ortalığa düşerek, “sorgulayan insan” avına çıkmazlar.
Benim derdim kendilerini “devrimci” diye tanımlamalarına rağmen hiçbir değerleri, vizyonları, ilkeleri, erdemleri, hatta vicdanları bulunmayıp, karşıtlarıyla aynılaşmış olan o “bir kısım” sözde sol muhalif kesimlere, gerçek devrimciliğin ne olduğunu hatırlatmak.
Yerlerinde olsam, onlara unuttukları misyonlarını hatırlattığım için bana teşekkür ederdim. Eleştirilerimin bire bir karşılığı olduklarını görmeleri yüzünden çılgına dönen o, “karşıtlarıyla aynılaşmış, kültürsüz inanç asalakları” ise beni, sanki hakikaten devrimcilermiş gibi “devrimci düşmanı” ilan ederek her türlü iftira, baskı, tehdit, linç ve komployla susturmaya uğraşıyorlar.
Bu yazıyı okuyan herkese sormak istiyorum: Sadece arkasında hiçbir örgüt, parti, hatta dernek bile bulunmayan tek başına bir marjinal kadın yazara, sırf tabularını sorguluyor diye faşistlerden beter tedhiş uygulamaları bile, haklarında yazdığım her satırda ne kadar haklı olduğumun kanıtı değil midir?
Ben onların yerinde olsaydım, bir yandan deli diyerek arkasından teneke çaldığım marjinal bir yazarın -üstelik de son derece sınırlı bir kesime ulaşan- ezber bozan yazılarını, öylesine büyük bir inançla bağlı olduğum koskocaman ideolojime tehdit olarak görmekten ar ederdim.
Şayet hakikaten tehdit olarak görüyorsam da önce dönüp, o koskoca davamı neden “üflense yıkılacakmış gibi” hissettiğimi sorgular; bu noktada da şapkamı önüme koyup, o delinin beni bu kadar korkutan eleştirileri üzerine kafa yorardım.
Ama tabii böyle davranmak için, asgarî bir vizyon sahibi olmak gerekiyor. Bu kifayetsiz muhteris güruhta o vizyonun zerresi bulunmadığı için de çareyi benim gibi, ucuz saltanatlarını sarsan kalemleri her türlü ahlâksızca hatta kontra yöntemle itibarsızlaştırarak susturmakta arıyor; asıl eleştiriye katlanamayan kendileri iken, benim dibine kadar haklı eleştirilerim karşısında kustukları kini ve nefreti, eleştiri olarak kabul etmemi bekliyorlar.
Büyük Sovyet yönetmen Tarkovski, “Nostalji” filminde diyor ki:
“Bir deli size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası?”
Devrimcilik de insanlık da bu değil, kendinizden utanın.
Her şeye rağmen ilkelerinden ödün vermeden ve toplumun geneline sirayet eden yozlaşmaya kapılmadan yollarına devam eden bir avuç hakiki devrimciye saygı ile!..
0 notes
hasansonsuzceliktas · 1 year ago
Text
Bir yolculuğa çıktığınızda ve bunu sayfanızda paylaştığınızda, paylaşımınızın hemen altına "aman şunu yap, şuraya da git" diyen kişiler beliriyor. Bunlar arkadaşlarınız ve güya size "iyilik" ediyorlarmış gibi duruyorlar. Fakat esasında yaptıkları "Bak ben senden daha önce gittim" deyip egolarını rahatlatmaktan öte bir şey değil. Keza verdikleri bilgiler de gayet yanlış. Eğer o ülkeyi iyi tanıyorsanız verdikleri bilgilerin yanlışlığını hemen anlıyorsunuz, ama bilmiyorsanız, orasının öyle olduğunu zannediyorsunuz. Ben yıllardır yolculuklarımda hep bunlarla karşılaşırım. Önden bir çok bilmiş arkadaşların önyargıları vardır. "Hasan Bey, şuraya gideceğimi duyunca arkadaşlar, aman orası öyle sakın gitme dediler." Ee ben yıllarca gitmişim, orasının öyle olmadığını biliyorum ki gidiyorum. Ama yok, çok iyi bilen arkadaşlar vardır. Mesela bu arkadaşlara göre Mısır, yıllardır iç savaştadır; gidilmez. Ama gidince oraya görürler ki gidenler, böyle bir durum yok. Ben de cesaretlerinden ötürü hep tebrik ederim. Çünkü bunca baskıya direnip gelmek bir başarıdır. (Gerçi hoş benim yolculuklarım, bir nevi inisiyasyon yolculukları gibi olduğundan, bu "aman gitmeler" de bir sınav oluyor aslında.) İkinci karşılaştığım ise, tam ülkeye gideriz, program belli, akış belli. Bir paylaşımın altına çok bilmiş birisi "Aman oraya da gidin" yazar. Hemen bana sorulur, "Oraya da gidecek miyiz?" Yazılan yerler zaten en bilinen yerlerdir, ya da hiç değmeyecek yerlerdir, ya da rotaya uymazlar. Ama oradaki amaç dediğim gibi katkı değildir, "Bak senden önce ben gittim hayatım" egosudur. Tabii bu satırları yazmamdaki amaç bu durumu eleştirmekten öte, kendi hayatıma geçirdiğim iki durum üzerine. Birincisi "Sorduk mu?" hali. Gerçekten "Sorduk mu?" Ben bir paylaşım yapıyorsam, oradayım diye yapıyorum. Bunun altındaki dürtü ayrıca tartılışılır, ama cidden sevgili yorumcu kardeşim, sana soran oldu mu? Sana sorulmayan şeye neden cevap veriyorsun. İkincisi de "Gerçekten acaba öyle mi?" sorusu. En son Bali yolculuğumuzda iki Türk'e denk geldik. "Ay spadan da, alışverişten de sıkıldık. Bu Bali ne kadar sıkıcıymış" diyorlardı. Yahu biz bir Bali yaşadık, 15 gün yetmedi. Daha nice yerler bulduk gidecek de zaman kalmadı. Keşfettikçe dahası geldi. Ama diğer tarafta "Ay ne sıkıcı." Veya şimdi okuyorum bir arkadaşımın sayfasında Bali'ye gidiyorlar. "Ay tapınaklara almıyorlar" yazmış birisi. Yanlış bilgi. Gayet de alıyorlar. Ama yolunu yöntemini bilirsen. Veya "Mutlaka Jimbaran'da deniz ürünü ye" diye yazmış başkası. Hangi Bali blogunu açarsanız açın bunu zaten söyler. Ama Jimbaran'da ilk gittiğimizde yemiştik ve cidden rezaletti. Zaten bizim Balili rehberimiz bize asla önermez orayı. Başka restoranlara yönlendirir. Şimdi gelelim hepsinin bağlanacağı noktaya. Biz bunları "Yaşam" için de yapıyoruz. Bize sorulmayan şeylere atlıyoruz veya müdahale etmekte beis görmüyoruz ve kendimize hiç sormuyoruz da "Bu bana soruldu mu?" diye. Çünkü haddimizi bilmiyoruz. Aslında kimse haddini bilmiyor. Biz bilmeyince başkaları da bilmiyor ve onların üstüne vazife olmayan şeylere atlayıveriyorlar bizim hayatımıza dair. "Kardeş sana soran oldu mu?" demek de pek kolay olmuyor bu durumda... Ayrıca insanların hayata dair kendi deneyimlerini dinleyip dinleyip, "Yaşam"ı öyle zannediyor ve yargılıyoruz. Birisi geliyor "Bu hayat ne zor" diyor. Diğeri ise "Ne sıkıcı". Bir öteki "Şöyle yapacaksın, o zaman tadı çıkar." Bir diğeri "Disiplin lazım, organize olmak lazım, kariyer planı lazım bu hayatta" diyor. Bir de üstüne kocaman bir sistem var ki "Sahip olursan varsın bu hayatta, yoksa yoksun. Bu yüzden al al al" diye sürekli propaganda yapıyor. Tüm bunlar üstüste gelince de yaşamdan korkup kaçıyoruz, içine dalamıyoruz ve kendi özgün deneyimimizi yaşayamıyoruz. Halbuki "Yaşam"ın kendisi, aynı Bali adası gibi. Sen neyi ararsan ve arzularsan, sana onu sunuyor. Git Bali'ye sana turistik deneyim de sunar, balayı da veya yüzeysel ruhsallık da veya derin ruhani keşifler de. Ne istersen onu alırsın. Burası küçücük bir ada iken, sonsuz bir evren neler sunabilir bir düşünün bakalım.
Bu noktada ne yapacağız peki arkadaş sorusunun yanıtı ise şurada yatıyor. Herkes kendi bildiğiyle kafanızı sikip, sizin hayatınızı sikip atıyorsa; o zaman hepsini cümleten bir siktir çekip, kendi özgün deneyimize odaklanın. Bu kadar basit! Çünkü hiç kimse bir diğerinin hayatını yaşamıyor ve dünyayı diğeri gibi algılamıyor. O zaman kendi algını, "onay almak" adına bana dayatmaya kalkamazsın arkadaş. Hadi yallah! Ben kendi yoluma gidiyorum. Ha eğer bilgiye ihtiyacım varsa ve senin bildiğine inanıyorsam, sana zaten sorarım. Hele ki senden yansıyan bir güzellik varsa koşa koşa gelirim ve senden bunu nasıl yaptığını bana öğretmeni isterim. Ama ancak ben talep edersem veya sen talep edersen olur bu. Çünkü o zaman sana enerji alanımı açmışım demektir ve senden aldığım tohumla ben de kendi bahçemi büyütürüm. Ama sana sormamışım, sen gelip bana bu tohumu ek diyorsun. Enerji alanım açık değil ama zorluyorsun. Buna tecavüz derler ve koskoca evrensel sistem bana bunu yapmazken; onca ruhsal rehber ben talep etmeden bana yanıt vermez veya yardım etmezken; sen kim oluyorsun da beni zorluyorsun. Bu noktada, siktir çekilmeyi gayet hak ettin arkadaş ve sana olan ilahi sevgim bu "Siktir Git"in arkasına yatıyor, haddini bil ve sen de kendi haddini hududunu çiz ki kimse sana bunu yapamasın diye...  Ama gel gör ki benim gözlerim kör değil. Her türlü güzelliği de görmeye muktedir. Hayata duruşum da 7 gün 24 saat "Siktir git" modu değil. Bilakis kucaklama, kabullenme ve birlikte akma üzerine... Bu haddini bildirme modu ise ara bir basamak, benim de kendi haddimi bilene kadar. Zaten had hudud belli olduktan sonra da sistemden böyle saldırılar gelmiyor onu da biliyorum. Nerede bir açık varsa, oradan kendimi savunmak zorunda hissediyorum. Nerede bir savunma varsa da oradan saldırı geliyor. Ne zaman o açık kapanıyor, işte o zaman zaten savunma saldırı süreci de tamamlanıyor. Bunu da ekstra bir not olarak düşeyim... Bir diğer ekstra not da şu olsun: nasıl Bali de Bali'yi iyi bilen bir rehberimiz var ve bizi enfes yönlendiriyorsa; şu hayatta da hayatı iyi bilen rehberler var çok şükür. Önemli olan doğru rehberi bulabilmek... Peki illa rehber şart mı? Değil tabii ki... Ama kendi başına keşfetmek çok uzun zaman alabilecekken, doğru rehberle nokta atışı yapabiliyorsun, bu da sana yaşamın için daha fazla zaman sağlayabiliyor. Böylece tüm hayatını Bali'yi keşfetmeye adamıyorsun da dünyanın başka bölgelerine de gidebiliyorsun. Haddimizi hududumuzu her türlü bilebilmemiz ve bildirebilmemiz dileğiyle...
0 notes
sisikayla · 2 years ago
Text
Nebersiniz? Ben kötü. Aslında sene başından beri kötüyüm ve giderek daha da kötüye gidiyorum. Her ne kadar dışarıdan belli etmesemde o komik kız çizgimi aşmasamda psikolojik olarak çok kötü hissediyorum. Depresyonda değilim. Yani öyle sanıyorum. 11. Sınıf başladığından beri hiçbir şeyi toparlayamadım. Ne dersleri,ne düzenimi,ne kafamı ne de fiziksel olarak hiçbir şeyi toparlayamadım aksine daha da kötüye gitti. Geçen yılı o kadar özlüyorum ki aslında her yıl atlayışımda geçmişi özlüyorum. Iyi ya da kötü olsun hiç farketmiyor. Geçen sene derslerim iyiydi. Ortalamamı 70 yapmıştım. Tamam yine psikolojim iyi değildi, o zaman da sinirli bir insandım ama bu seneye göre daha iyiydi. Artık her şeyi takıntı yapmaya başladım. Zaten mükemmelliyetçi bir yapım olduğu için daha da berbat duruma düşüyorum tabi bu da kendi içimde oluyor. Sorunun ne olduğunu bilmiyorum aslında biliyorum. Sorun şu ben çok fazla geziyorum,internetle çok oynuyorum. Gezmek de şu sürekli Melek abladayım. Haftaiçi cuma günü dışında gitmiyorum aslında sadece cuma günü gidiyorum ama o beni bazen gezmeye çağırıyor ve hayır diyemiyorum. Bu kesinlikle onun suçu değil. Onu suçlamıyorum çünkü benim elimde olan bir şey bu. Eskiden ınstagram kullanmıyordum yani geçen sene mart ayına kadar onu da dil sınıfı için açmıştım grup kuracaklardı o yüzden yani. Sonra daha da silemedim. Aşırı yorgun hissediyorum,sürekli yatmak istiyorum ve yemek yemek istiyorum. Değerlerimin düştüğünü düşünüyorum. Bunun için hastaneye gitmem gerek. Bir de dış görünüşümü takıntı yapıyorum çünkü kilo aldım. Hani zaten önceden o kiloları vermiştim fiziğim çok güzeldi ama geçen senenin yazında bir aldım daha da toparlayamadım. Melek abla ile sürekli yediğimiz için o da benim gibi bu durumdan müzdarip. Eskiden karın kasım vardı şimdi göbeğim var. Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum. Sadece gözüm doluyor. Sonra cildim de sivilce yok sadece bir kaç leke var bunlar beni rahatsız etmiyor ama siyah noktalar sinirimi çok bozuyor. Kendimi seviyorum,güzel olduğumu da düşünüyorum. Saçlarım çok yıprandı. Kışın 2 günde 1 banyo yapıyorum yazın da her gün banyo yapıyorum ve bu da zamanla saçlarımı cansız yaptı. Hem dökülüyor hem de kepek var ve çok seyrek yani gür değil. Bir şeyler almak istiyorum her şey çok pahalı. Annem para yolluyor hemen bitiyor. Yani bir cilt ürünü alsam zaten 500 tl'nin 300 ü gidiyor o şeye. Erken yaşlandığımı hissediyorum. Sonra erken kalkamıyorum bence bu da değerlerimden. Düştü kesin. Eğer ben erken kalkmazsam o gün benim için bitmiştir hep kötü geçer yani. Bir işi yapmadım mı,onun saati mi geçti? O gün benim için mahvolmuştur. Hiç ortam yok. Bunu hiç sevmiyorum bu çok moralimi bozuyor. Sonra dersler. Bugün deneme yaptık. Berbat yapmışım. Sen seneye de mi böyle olacaksın yani? Bu nedir? Millet uçuyor. Diğerleri 50 net yapıyor örneğin ben 50 soru ancak yapıyorum 3 derste. Hızlı ve çok yapsam e daha fazla yanlış çıkacak o zaman netim daha da düşecek. Derslerim berbat. Yerlerde. Osmanlı bile böyle çökme görmedi yani. Bugün kurs vardı. Kurs hocamız sordu işte ne kadar yaptınız diye. 3 kişiydik. Diğerleri bana göre çok iyi yapmış benim yapamayacağım kadar hem de bana sordu ben söylemedim. Kötü mü dedi evet bana göre kötü dedim ve bence hocaya göre de kötü olabilirdi yani. Eminim buna. Denemeyi çözdük yani yapamadıklarını sordular ben de yanıma almadım(başka sınıfta yaptık kursu) bilmiyordum çünkü. Sonra hoca hadi sen de al gel dedi. Almak istemiyorsun galiba dedi ben de evet dedim almadım ilk derste. Sonra öğle arası oldu. Ondan sonra aldım. Çözdük ama hoca bakmadı. Hoca soru soruyor hani niye böyle diye. Bilmiyorum dedim. Uykum geliyor hep dedim o da bir değerlerine baktır dedi ve bir tık sinirlendi ama bir şey demedi. Üzüldüm yani gözüm doldu o an. Ağlamak istedim ama yapamadım. Öyle yani. Kendimi çöp kovası gibi hissediyorum.
310523
Kayla
1 note · View note
bosayasiyoruzbuhayat1 · 2 years ago
Text
ellerimdeki izlerden bahsedeceğim sana. farkında olmadan kanayan izlerden. sırtım fayansa dayalıyken kendimi susturmaya çalışmamı anlatacağım. içimdeki çabadan bahsedeceğim. hiç olmayan şeyler var hayatımda. bazen ise olmasına rağmen ellerimle öldürdüklerim. bir sokak sonunda veya bir duvar dibinde. elveda bile demeden gitmelerim de çok fazla. acım var derdim eskiden, şuan var mı bilmiyorum. sırtımdaki ağrı ev bellediğim yerin bana hediyesi. ciğerlerimi çürüten dumanı kurtarıcı belliyorum, her saniye beni öldürüşünü görmezden geliyorum. elimde sigara, bir park köşesinde okuduğum kitaplar. biten paketler. hep bir şeylerden kaçışım. korku iliklerimde. korku benliğimde. korku her yerimde. bir yolunu bulurum, cümlesi yalan. inanma artık bana. iyiyim derken bile titriyor ellerim. geceden kalma uykusuzluğumu makyajla kapatıyorum. yüzüme en acısından bir gülümseme koyuyorum. insanların acıyan bakışlarına daha fazla katlanamıyorum. sorular soruyorlar. bir şeyler söylüyorlar. duymak istemiyorum. o an, tam olarak yok olmak istiyorum. adım atarsam yeri öpeceğimi biliyorum. bu yüzden yerimde sayıyorum. yani, böyle avutuyorum kendimi. yalan olduğunu biliyorum. nefret ettiğim her şeyi bir bir yapıyorum. gittikçe babama dönüşüyorum. bazı şeyler oluyor. zaman geçiyor. ben günlerimi ya dört duvar arasında ya da bir park köşesinde elimde sigarayla öldürüyorum. ölüşümü kurtuluş sanıyorum. keşke çocuk olsam düşüncesinden kurtulamıyorum. intiharımı tasarlıyorum her gece. her sabah. her saat. elimi neye atsam zarar veriyorum. bana iyi geldiğini düşündüğüm hiçbir şeyi yapamıyorum. insanlardan uzak duruyorum. anlayamıyorum. anlamlandıramıyorum. şiir dinlemeyi azalttım. piyano dinlemeye başladım. kalktığım yemek masasında dönen kavgadan kaçıyorum şuan. küçük bir çocuk ellerim kulaklarımda, bedenim kapıya yaslı. evin içi bir fırtına misali soğuk. ya da ben üşüyorum yalnızca. bilmediğim çok fazla şey var. bilmek için çabalamıyorum artık. olmayacak şeylere bel bağlamıyorum. içimde umut kırıntısı var mı, bilmiyorum. varsa şayet, nefes alışımı ona bağlıyorum. kimseye tutunmuyorum. dallarımı kestikleri baltadan kaçıyorum. bir şeyler yazıyorum. sürekli ve sürekli. bir köşede karalıyorum satırlarca. bana dönen gözlerin farkındayım. bana bir şeyler olduğunun farkındalar. bana. neyse. odamın bir köşesindeki tükenmiş mumlara benzetiyorum kendimi. gözümü alan ışığı kapatmaya uzanıyor ellerim. karanlığa sığınıyorum. oysa ne çok korkardım karanlıktan. kitaplar okuyorum. her defasında içimde farklı bir umutsuzluk ağaç oluyor. ben susuyorum. her şeyin üzerime geldiğini hissettiğimde ise ağlıyorum. ağlamayı artık bir suç olarak görmüyorum. görmek istemiyorum. ama hâlâ saklıyorum yaşlı gözlerimi. ellerimi saklayacak bir yer bulamıyorum. öylece bekliyorum bazı şeylerin geçmesini. çabalamam gerektiğini söylüyorlar, gittikçe eridiğimi söylüyorlar. mecazi anlamda değil üstelik. bedenimdeki çürükler ve morluklar bedenimi acı içinde kıvrandırtıyor son zamanlarda. temastan kaçıyorum. bana uzatılan elleri bile tehdit olarak algılıyorum. ben kendime olan güvenimi ve inancımı kaybediyorum. ben kendimi kaybediyorum. yanlış anlama, senden yardım istemiyorum. artık ben bile kendime yardım edemiyorum. neyse. sigara?
0 notes
jayblog · 3 years ago
Text
Günaydın. Bazen ayağa kalkmak çok zordur. Kötü hissettiğinde seni iyi hissettirebilecek şeyler bulmak zordur. Amaç edinmek, çabalamak zor gelir. Aylar önce; enerjilere, rüyaların anlamlarına, kadere, bir düşüncenin aslında ne kadar güçlü olabileceğine inanmazdım. Şimdi gittikçe daha fazla içine girdiğim bir dünyadayım. "İnsan oğlu ağızdan çıkan cümlelerin, beyninden çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp tekrar ona döneceğinin farkında olsa idi eminim daha dikkatli davranırdı" demiş Abert Einstein. Aslında bu; "Hayatım berbat, hiçbir konuda yetenekli değilim, hiçbir şeyi beceremiyorum, ben aptalım..." gibi düşüncelere girdikçe içinden çıkamayıp daha da fazla düşündüğümüz gibi olmamızı açıklıyor. Negatif düşünceler ve sözler evrene negatif olarak yayılır. Geri dönerken de kendi gibi negatif enerjiyi çeker. Negatif enerji ise hayatına olumsuzlukları çeker. Bu sayede bilincimizin farkında olmadan, onun nasıl işleyeceğine kendimiz karar vermek yerine alışkanlık haline işlemesini sağlarız. Bu telefonda sürekli kullandığın bir uygulamayı ekranda yerini değiştirdikten sonra eski yerine tıklayarak açmaya çalışmak gibidir. Alışkanlık olduğu için bunu bilinçli bir şekilde yapmayız. Uygulamaya bilinçli olarak girmek istediğimizde ise eski yerne değil de yeni aldığımız yere tıklarız. Neyi sevdiğini, neyi düşündüğünü, neyi istediğini, ne olduğunu alışkanlık olan düşüncelerin ile bilinçsizce karar veririz. Hayatının berbat olmasını düşünen kişi, hayatını berbat olarak görmeye başlar. Hayatımız aslında sandığımızdan çok daha değerlidir. Birden kör olduğunu düşündüğümde, aslında görmenin bana verdiği güzellikleri anlamaya başladım. Renkleri unutmak, belki de rüyalar görmemek, sevdiğimiz şeylerin görüntüsünü unutmak gibi eksikleri hayatıma getirecek olmasını anladığımda; görmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu keşfettim. Görebildiğim için kendime teşekkür ederim...
İnsanlar geçmişi ve geleceği düşünürler. Yapacaklarını ertelerler. Negatif düşüncelere sahip oldukça negatif bir hayata sahip olurlar. Negatif bir hayat ise onlara daha fazla negatif düşünce getirir. Hayatımı kökten değiştirmeye başlayan bir şey anlatmak istiyorum. Kiraladığımız eve Azerbaycanlı bir çift geldi. Türkiye'de kalma sebibini anlattı. Çocukları felçli olduğu için tedavi amacı ile gelmişler. Çocukları balerin ve piyanistmiş, birçok ülkede gösteri-konser sergilemiş. Dans ederken yanlış bir hareket ile felç kalmış. Bu beni kendime gelmemi sağladı. Uzun zamandır depresif ve bunalımdaydım. Hiçbir şeyden zevk almıyor ve hiçbir şey yapmak istemiyorumdum. Bu hikâyeyi düşününce, kendime "Silkelen" dedim. Yarın ne olacağı, neleri kaybedebileçeğim belli değil. Onları kaybettiğimde, yapmak istediklerimi yapamadığımda... Pişman olacağım. Belki hayatımı, belki duyu organlarımdan birini, belki de çabalayacak/ bir şeyleri yapabilecek imkanlarımı kaybedeceğim. O yüzden şimdi, tam da şimdi kendim için ayağa kalkıyorum. Şimdiyi yaşıyorum. Kendimi seviyorum, kendime sahip olduğum tüm güzellikler için teşekkür ediyorum. Teşekkür ederim. Derin bir nefes alıyorum. Sürekli bunu bilinçsiz yapsam da artık istediğim zaman bilinçli bir şekilde yapıyorum. Derin bir nefesle birlikte, şimdinin kıymetini biliyorum. Şimdi burda olduğum için teşekkür ediyorum kendime. Çünkü şimdi farkına vararak çok büyük bir şey başardım. Tekrardan günaydın.
11 notes · View notes
olumsuzsozler · 4 years ago
Text
Tumblr media
Biz iki düşmanız, devlet ve ben. Her devlet bir tiranlıktır; ister tek bir adamın, isterse bir grubun tiranlığı olsun. Her devlet mecburen şimdi totaliter dediğimiz şeydir: Devletin her zaman tek bir amacı vardır: Bireyi sınırlamak, kontrol etmek, ona hakim olmak ve onu genel amaca tabi kılmak. Sansürü, denetimi ve polisiyle; devlet tüm serbest faaliyetlere engel olmaya çalışır ve bu baskıyı da kendi görevi olarak algılar, çünkü bu kendini koruma içgüdüsünün bir gereğidir. Devlet, kendisininki ile aynı olmadıkça. Benim kendi düşüncelerimi tam anlamı ile kullanmama ve onları başka insanlara iletmeme izin vermez. aksi her durumda da beni susturur.
Max Stirner
Tumblr media
https://i.ibb.co/s57NtFv/Max-Stirner-S-zleri.gif
Max Stirner Sözleri: (1806 -1856)
Benim özüm insan'dır. Max Stirner
Hiçbir şey kutsal değildir. Max Stirner
Sevgi hükmetmek içindir. Max Stirner
Dünya benim mülkiyetimdir. Max Stirner
En iyi iktidar, olmayan iktidardır. Max Stirner
Hiçbir şey benden üstün değildir! Max Stirner
İnsanın cenneti, düşünmektir-tindir. Max Stirner
İnsan için en yüce varlık gene insandır. Max Stirner
Emek, özgür olduğu anda devlet çöker. Max Stirner
İtaat sona ererse, efendilikte sona erer. Max Stirner
Hiçbir şey beni aşacak yücelikte değildir! Max Stirner
Ben, Herşeyde Herşeyim, Ben Herşey’im ve Hiç’im. Max Stirner
Din dünyası özlerin,hayaletlerin, cinlerin dünyasıdır. Max Stirner
İnsanı felakete götüren yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Max Stirner
Kutsal olan her şey insan için bir bağ, bir boyunduruktur. Max Stirner
Devlet, birey her şey olmadığı sürece varlığını sürdürebilir. Max Stirner
Sen gerçeği ararken, hayalin neyi özlemekteydi ki? Efendini! Max Stirner
Devlet, kendi şiddetine hukuk bireyinkine ise, “suç” adını verir. Max Stirner
Egoizmin en yalın biçimi de biricik olmak, “tek başına olmak”tır. Max Stirner
Dünyanın itibarı bozulmuştur, zira Biz ondan üstünüz ,biz tin’ iz. Max Stirner
Ancak yarısını başarmış olduğumuz bir işi tamamına erdirmeliyiz. Max Stirner
Boyun eğmenin bittiği yerde efendilik de, egemenlik de sona erer. Max Stirner
Özgürlüğüm, ancak benim kudretim olduğu zaman tamamlanmış olur. Max Stirner
Dindarlık, kendini inkarla başlar ve eksiksiz tam bir eleştiriyle son bulur. Max Stirner
Efendi kölenin yarrattığı bir şeydir. İtaat sona ererse, efendilikte sona erer. Max Stirner
Hiçbir şey, önünde, kendimi alçaltmamı gerektirecek bir yücelikte değildir! Max Stirner
Devlet, emeğin köleliği üzerine oturur. Emek, özgür olduğu anda devlet çöker. Max Stirner
Devlet benim kısıtlanmamın, sınırlanmamın, köleliğimin somut görünümüdür. Max Stirner
Eğer sen geçmişe bağlı kaldıysan, dün saçmaladığın için bugün de saçmalarsın. Max Stirner
Haklı ya da haksız olduğumu yargılayan benim, benden başka bir yargıç yoktur. Max Stirner
İnsan kişiliği zedelendikten sonra, bütün dünya onun olsa ele geçirse, neye yarar? Max Stirner
Diğerleriyle aranızda tek bir bağlantı dahi varsa, nasıl hakikâten biricik olabilirsiniz? Max Stirner
Geleceğin adamları henüz kaçırmadığımız birçok özgürlüğe karşı mücadele edecekler. Max Stirner
Bağımsızlık, tam bağımsızlıktan başkası olamaz. kısmi bağımsızlık, bağımsızlık değildir. Max Stirner
Ben kimseden hak talep etmiyorum. Bu yüzden kimsenin hakkını kabul etmem gerekmez. Max Stirner
Şimdiye kadar hiçbir din bu dünya veya öte dünyaya dair güzel vaatler vermekten kaçmamıştır. Max Stirner
Büyükler neden büyüktür, bilir misiniz? Biz, dizlerimizin üstüne çökmüşüz de ondan. Artık kalkalım! Max Stirner
Devletin amacı her zaman aynıdır: bireyi sınırlandırmak, emri altına almak, uysallaştırıp boyun eğdirmek. Max Stirner
Ancak otoritenin etkisi dışında kalan, her tür bilginin yanlış olabileceğini düşünen beyinler yaratıcı olabilir. Max Stirner
Gündelik deneyimler göstermiştir ki, akıl bir konudan vazgeçse de, yürek yıllar boyu onun için çırpınır durur. Max Stirner
Devlet efendilik ve kölelik olmadan düşünülemez; Çünkü devlet içerdiklerinin hepsinin efendisi olmayı amaçlar. Max Stirner
Oysa hâkikat sadece Sensin, daha doğrusu Sen hakikâtten da fazlasısın, çünkü Senin önünde hakikât bir Hiçtir. Max Stirner
İnsan birçok şey arasında özellikle “kendi başınalığa", kendi ayakları üzerinde durabilmeye çok değer vermelidir. Max Stirner
Ego tek yasadır ve onun dışındaki, herhangi bir kanuna, inanca ya da anlayışa karşı hiçbir yükümlülüğüm yoktur. Max Stirner
Hiçbir şey benden üstün değildir! Hiçbir şey beni aşacak yücelikte değildir. Beni hiçbir şey aşamaz! Hiçbir şey özgünlüğümü aşamaz! Max Stirner
Özgürlük sadece şunu öğretir: bağlarınızı koparın, sizi rahatsız eden her şeyi başınızdan savın; özgürlük size kim olduğunuzu öğretmez. Max Stirner
Yarın seni mezara taşıyacaklar; ve çok yakında kardeşlerin, diğer halklar, ardından gelecek. İşte o zaman insan alemi gömülmüş olacaktır. Max Stirner
Hiçbir zaman bir Devlet bireyin serbestçe faaliyet göstermesini sağlamayı sürekli amacı haline getirmez, bireyin etkinliğini amacına bağlar. Max Stirner
Ne dersiniz sosyalistler? Zira sadece para ya da mal mı mülkiyet sayılır? Her fikir ve görüş de 'benim’ mülküm, bana özgü bir mülk değil midir? Max Stirner
Benim eylemlerimi komuta etmek, nasıl davranmam gerektiğini söylemek ve bunu yönlendirecek bir yasa oluşturmak hiç kimsenin üstüne vazife değildir. Max Stirner
Oysa hiçbir şey kendi başına kutsal değildir, ona kutsallık payesini veren ben'im, benim sözüm, benim kararım, benim diz çöküşüm, kısacası benim vicdanımdır. Max Stirner
Her hayvan türünde açıkça görülen farklılıklar neden insan türünde bulunmasın ki? Her yerde hem çok yetenekli kişiler, hem de daha az yetenekli kişiler bulunur. Max Stirner
Sadece dünya olarak, nesneleri sadece nesne olarak algılayan, kısacası herşeyi olduğu gibi, hayal gücünü devreye katmadan yorumlayan kişiye filozof denilemez. Max Stirner
Şimdi artık o denli dinselleşmişiz ki, “mahkeme jürisi” Bizi ölümle yargılıyor ve her hizmetçi polis iyi bir Hıristiyan olarak “görevine başlama yeminiyle” Bizi deliğe tıkıyor. Max Stirner
Politik özgürlük" adı altında…yasal devlette insan emir kulu olmaktan kurtulsa ve ‘kimse bana emir veremez’ dese de, yasalara boyun eğmeye eskisinden daha mahkumdur. Max Stirner
Ben hiçbir hak istemiyorum, bu nedenle de hiçbir hak tanımaya mecbur değilim. Elde etmeye muktedir olduğu elde ederim. Elde edemediğim benim hak alanımın dışındadır. Max Stirner
Cumhuriyet mutlak monarşiden başka bir şey değildir. Çünkü monarkın bir kral ya da halkın kendisi olması hiç fark etmez, çünkü her ikisi de “iktidarı” elinde tutan bir kurumdur. Max Stirner
Kendisine sahip olmak için başkalarındaki irade eksikliğine bel bağlayan, başkalarının yarattığı bir şeydir. Efendi kölenin yarrattığı bir şeydir. İtaat sona ererse, efendilikte sona erer. Max Stirner
Ben kendi mülkiyetimle ilgili bir yükümlülük taşımam, tıpkı gözümle ilgili bir yükümlülük taşımadığım gibi. Eğer onu büyük bir itinayla koruyorsam, bunu da Kendim için yapıyorum. Max Stirner
Şimdiye kadar hiçbir din, bu dünya veya öte dünyaya dair “güzel vaatler” vermekten kaçmamamıştır, çünkü insanlar hep ödül peşinde koşarlar ve “bedavaya” hiçbir şey yapmazlar. Max Stirner
Bireyler “halkın yüce davası” uğruna can verirler, halk da ölenlerin ardından bir kaç söz söyler ve minnettarlığını dile getirip tüm parsayı toplar; işte ben kârlı egoizm diye buna derim. Max Stirner
Bu dönemde çıkan günlük gazeteleri okuyup, dar kafalı bürokratların palavralarını dinleyince, insan bir sürü deliyle bir akıl hastanesine kapatılmış olduğunu sanıyor ve dehşete kapılıyor. Max Stirner
Eğer bir başkasının karşısında ben kendimden vazgeçersem, kendi irademde ısrar etmez, aşağıdan alır, teslim olursam yani tâbiiyet ve teslimiyete başvurursam, “Kendimi” inkâr etmiş olurum. Max Stirner
Kendimi tamamıyla kadınlara adadım. Başıma neler geldi neler. Hain olanı kaçtı, ellere gitti. Sadık olanı dırdırıyla başımın etini yedi, bıktırdı. Ben de kendimi hiçliğe bıraktım. Bu dünyada tamamıyla rahatım. Max Stirner
Kutsalın karşısında, insan tüm cesaretini ve güçlü olma duygusunu kaybeder: Davranışları güçsüz ve itaatkârdır. Oysa hiçbir şey kendi başına kutsal değildir, ona kutsallık payesini veren Ben'im. Benim sözüm, Benim kararım, Benim diz çöküşüm, kısacası Benim -vicdanımdır. Max Stirner
Her birey benzersizdir ve hayatına anlam verilmesi için geliştirmesi gereken bu benzersizliğidir. “ben” en yüksek değerdir. bireyin kendisi dışında hiçbir şeye sorumluluğu yoktur. özgürlüğümüzü kısıtlayan herşey kötüdür ve yıkılmalıdır. bu yüzden devlet, yasa, ahlaki değer ve ödev gerçekte var olmayan gereksiz soyutlamalardır. Max Stirner
Tüm alçaklıklar Tanrı adına yapılmadı mı, tüm kanlı idam sehpaları Tanrı adına kurulmadı mı, insanlar yakılmadı mı, zındıkları öldürmek için mahkemeler ve engizisyon onun adına kurulmadı mı, bütün aptallaştırma çalışmaları onun adına yapılmadı mı ve günümüzde bile çocukların hassas ruhları dinsel eğitimle Tanrı adına zedelenmiyor mu [kelepçelenmiyor mu?] Max Stirner
Biz iki düşmanız, devlet ve ben. Her devlet bir tiranlıktır; ister tek bir adamın, isterse bir grubun tiranlığı olsun. Her devlet mecburen şimdi totaliter dediğimiz şeydir: Devletin her zaman tek bir amacı vardır: Bireyi sınırlamak, kontrol etmek, ona hakim olmak ve onu genel amaca tabi kılmak. Sansürü, denetimi ve polisiyle; devlet tüm serbest faaliyetlere engel olmaya çalışır ve bu baskıyı da kendi görevi olarak algılar, çünkü bu kendini koruma içgüdüsünün bir gereğidir. Devlet, kendisininki ile aynı olmadıkça. Benim kendi düşüncelerimi tam anlamı ile kullanmama ve onları başka insanlara iletmeme izin vermez. aksi her durumda da beni susturur. Max Stirner
youtube
2 notes · View notes
gelenigeleneaktar · 4 years ago
Text
“İçim”den gelenler - 5
(Son günlerde üstbenimle sohbet etmek beni oldukça rahatlatmıştı. Nezlem durmuş, iki tane de iş teklifi gelmişti. İki iş de gayet iyiydi ama ben biraz panikledim, heyecanlandım. İki iş de birbirinden çok farklıydı ve nasıl karar vereceğimi, hangisini ya da ikisini birden mi kabul edeceğimi bilememiştim)
Ben: Tüm bunları düşününce kontrolü ele alıp bir karar vermem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Ne dersin? 
İçim: Biraz duralım Onur. Hiç acele etmeyelim çünkü acele etmemizi, hemen karar vermemizi gerektirecek bir şey yok. Öyleyse yapmamız gerekenleri yapıyoruz, üstümüze düşen görevi yerine getiriyoruz ve yolumuza bakıyoruz.
B: Sadece X abiye(İlk teklifi yapan) bir cevap vermek ve bu konuda net olmak konusunda sıkıştırıyorum kendimi.
İ: Görüyorum. haklısın da! Bir an önce bu konuyu kapatmak istiyorsun çünkü bir şeyler net olmayınca oran buran oynuyor, rahat duramıyorsun:) Sen nasıl istersen öyle yap. Unutma, asla hiçbir konuda yanlış yapamazsın! Çünkü öyleyse öyledir. (Burada üstbenim bana “içinden gelen doğrudur, nasıl bir cevap vermek istiyorsan, o cevabı ne zaman vermek istiyorsan öyle yap, içinden öyle geliyorsa yanlış olamaz” diyor.) 
B: Peki, paniğimi sevgiyle kabul edebilirim o zaman. Ama zaten istesem de yapamıyorum bir şey. Ama yapacaksam da telaşla, panikle yapmama gerek yok. Y’de(İkinci iş teklifini yapan) zaten hızlı hızlı çözmeye çalışıyor, beni de panikletiyor. Onunl... (sözümü kesiyor)
İ: Öyleyse bunca akan şey arasında sen sakin ve merkezinde kalabilir misin? Ne istediğini ve ne istemediğini iyi bilen ve gerekli olduğunda bunları doğru ve net şekilde anlatabilen biri olmak için sakin ve merkezinde kalabilir misin? (Ben “evet” diyorum içimden) O zaman sorun yok Onur. Daha çok teklif alacaksın, pek çok iş gelecek ve sen bazı kararlar almak durumunda olacaksın. O yüzden temelinde sağlam ve kararlı durabilmek için sakin, soğukkanlı, güvende ve merkezinde kalman çok önemli olacak.
Rakamları da kafana takma. Senin dışında, senin dışındaki insanlar arasında gelişen bir durum u. Sen sadece sana söyleneni, sana tavsiye edileni dinledin. Suçlu hissetmene gerek yok. (İşlerden biri için menajerimi arayıp “bütçeye ne rakam söylemeliyim?” diye danıştım. Onun söylediği bütçe benim düşündüğümün 10 katıydı. Şoke olmuştum! Ama menajerim “bu işin normali bu, sakın çok düşük bir şey söyleme” dedi. Ben 10 katını söyleyemedim tabi ama neyse ki beş katını söyleyebildim! Üstbenim de buna istinaden “piyasa koşulları böyle, sende bunu keyifle kabul et” diyor burada. Ben ise “ayıp br şey yapıyormuşum gibi hissediyorum)
B: Ama öyle hissediyorum! Bir günlük iş için bu kadar para alıyorum! Herkesin bu kadar çok kazanmasına inanamıyorum zaten. Ben de mi onlardan biri olacağım? (Suçluluk hissi devam ediyor)
İ: Biliyorum, olağandışı geliyor sana. Ama bunun ne zararı olduğunu benimle paylaşır mısın? Beraber karar verelim istersen bu duruma?
B: Yani bunca paraya gerek olmadan da yaşayabiliriz hayatımızı. Herkes hırslı hırslı para alıyor, para konuşuyor sürekli. Herkes daha çok kazanmanın, yolmanın peşinde. Aç insanlar var ya da o parayı zor kazanan insanlar! Niye böyle bir adaletsizliğin içine gireyim ki?
İ: Peki nasıl bir adalet dağıtmak isterdin?
B: Herkes ayda 4-5 bin tl kazansın ve herkes o parayla her istediğini alsın. Bence parayı hiç dert etmemeli “kazanacak mıyım, kazanamayacak mıyım?” diye dert etmemeliyiz. Ben Mercedes’le gelen bir adam görüp de paraya susamamalıyım. Bu kadar hırsala parayı istememeliyim. O Mercedes benim doğalım olmalı. (Geçenlerde çok güzel bir Mercedes’le bir misafir gelmişti ve arabasına çok özenmiştim)
İ: İşte sana fırsat; istersen o Mercedes senin doğalın olabilir Onur! Parayı düşünmeden parayı kazanabilirsin. Hırslanmadan, kıskanmadan, sinirlenmeden! Ve bunun için hiçbir şey yapmana gerek olmadığını görebilirsin. İnsanlar(ve sen de) bulunduğunuz yerden çıkmanın parayla olduğunu, dünyadaki sefaletin “parayı daha çok kazananlar” yüzünden olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki herkesin deneyimi farklı olduğu için bunu yaşıyoruz. Sen “sengin ol” diye gelmiyor bu para! Sen bu parayla beraber yeni bir deneyime kapı açıyorsun.Senin hayal ettiğin gibi olmayacak bu deneyim. Çünkü sen “parayla, ona bağlı bir hayat kurmayı” hayal ediyorsun. O yüzden altında korku da var! Kaybetme, hep kazanamama korkusu. Sen şu an o yolun yolcusu değilsin ve olmadığını da göreceksin. Parayla kurduğun hayallerle, deneyimleyip yaşayacağın hayaller farklı olacak. Ve bu işten ne kadar para kazanırsan kazan, sorunlarının üstünü örtemeyeceksin! Para kurtarıcı değildir Onur, bunu göreceksin. Her daim verilmesi gereken kararlar, atılması gereken adımlar vardır. Sen bunları görüyorsun. Lütfen acele etme. Deneyimle, yaşa... Sonra beraber bakarız; hayal ettiğin gibi mi yoksa değil mi?
Sen sadece bir iş aldın ve gördüğün gibi şu an hiçbir sorununu çözmedi. Daha çok işin var. Adım adım yürüyecek, her gün bir şeylerle karşılaşacaksın ve sakin, soğukkanlı Onur olarak hepsini anlayacaksın.
B: O zaman anladığım kadarıyla her adımımızda “nasıl yaşayacağımızı” anlıyoruz. Güvenli, huzurlu, mutlu, sakin ve merkezinde nasıl yaşanacağını, gerçek huzuru uzun uzun, hafif hafif deneyimlemeyi, yaşamayı anlıyoruz. Huzuru paranın getirmediğini, hayatı nasıl yaşadığımızla ilgili olduğunu anlıyoruz.
İ: Tam da bu!
B: Şimdi daha iyiyim. Çok şaşırttın beni! Hiç bunları duymayı beklemiyordum. Parayla uçuyor, ama aynı zamanda suçlu hissediyordum, kesildi şu an. Teşekkür ederim, kendimi çok iyi hissediyorum. Parayı alıp üzerime giymedim ya da başka bir insan olmadım. Sadece bir iş yapıyorum ve belli bir para alıyorum. O sırada da diğer işte çalışabilirim. Çok güzel bir dersti, çok teşekkür ederim. 
Not: Bu sohbetten sonra teklif ettiğim bütçeye “gayet normal” diye geri dönüş yaptılar:) Ben ise şu an bu rakamları çok normal karşılıyorum.  
(5 Ekim 2020)
7 notes · View notes
tutarsizyalanlar · 4 years ago
Text
Bunu kimsenin okumasına ihtiyacım yok sadece ufak bir konuşma yapıp yatıp uyuyacağım. İçimi dökmek istiyorum.
Ciddi anlamda kendimden nefret ediyorum. En sevmediğim 3. İnsan kendimim gerçekten ve bu konuda ne yapmam gerektiğini terapistim bana söylemedi henüz. Hiçbir işimi doğru yapamıyorum, hep bir şeyleri erteliyorum, saçma sapan şeylere fazla vakit harcarken gerekli şeylere dakikalarımı bile ayırmıyorum. En basiti bu sene üniversite sınavım var ve ben günde 10 soruyu bile zorla çözüyorum eğer hoca ödev verirse maximum 50 soru. Dilciyim ve şu an derslerim ağır değil, yaptığım bütün dersleri seviyorum(matematik hariç) ama yine de oturup türkçe testi bile çözmüyorum. Neredeyse senenin başından beri böyle ve buna rağmen sürekli netlerim artıyor ama yine de şu anki deneme puanlarım istediğim üniversiteye yetişmiyor. Çalışmam gerektiğini biliyorum, nasıl çalışacağımı biliyorum, konuları biliyorum, çalışabilirim ama çalışmıyorum. Bir şeyin farkında olup buna rağmen yapmamak kadar saçma bir şey yok ama ben ciddi anlamda içine düştüğüm bu kısır döngüden çıkamıyorum. Sınavdan sonra vicdan azabı çekeceğimi, keşke çalışsaydım diyeceğimi biliyorum ama şimdi çalışmak için çok geçmiş gibi hissediyorum ~ya da bunu da çalışmamak için bahane olarak kullanıyorum~ cidden her şeyden o kadar bıktım ki. Hem neler yaptığımın farkında olup hem de onları yapmaya devam etmek ciddi anlamda beni ruhsal olarak yoruyor çünkü kendi üzerimde kendim hakimiyet kuramıyorum. Bu yüzden kendimden nefret ediyorum galiba. Hep yapmak istemediğim şeyleri yapıyorum ya da en ufak bir yanlışın, normal bir insanın yanlış olduğunu anlayamayacağı bir yanlışın bile ne olduğunu neden yapmamam gerektiğini biliyorum ama yapıyorum. Neden böyle? Bende bir sorun mu var? Her şeyin farkında olup nasıl hiçbir şey yapamıyorum. Elim kolum bağlanmış gibi hissediyorum kendi bedenime hapsolmuş gibi ve ölmek istiyorum. Ölüp vücudumda yaşayan bu ikinci kendimden kurtulmak istiyorum iyi şeyler yapan kız olmak istiyorum. Ben vicdan azabı çekmek istemiyorum sürekli. Her neyse, diyeceklerim bu kadardı. İyi geceler.
6 notes · View notes
koaladamjr · 4 years ago
Text
bakıyorum ayrılanlar kavuşamayanlar hala seviyo, sürekli bişeyler yazıyo çiziyo ediyo güzel bi şekilde.. benimkiler beddua makinesi iki yakam bi araya gelmiyo o yüzden. her yerden engelliyolar falan. ben bu ilişki işlerinde neyi yanlış yapıyorum bilmiyorum. tek bildiğim şey şerefsiz değilim şeref oranım düşük o kadar.
12 notes · View notes
logos-mitos · 4 years ago
Text
               Haydi biraz daha konuşalım. Bu dünyada kendinden başka geçer akçe yok. Genel geçer bir gerçek yok. Hepimiz kendi yolumuzda yürüyen ve kendimiz dışında hiçbir bok bilmeyen garip varlıklarız. Hepimiz gerçeği bildiğimizi iddia ediyoruz ama kimseyi buna ikna edemiyoruz. İkna etsek sanki bilmediğimizi unutacakmışız gibi hissediyoruz, ikna etmek için elimizden geleni yapıyoruz ama kimse bizi anlamıyor değil mi? Sana kötü bir haberim var dostum, ne ikna edebileceksin ne de tatmin olacaksın. Bu bilinmezlikten kurtuluş yok. Hepimiz yalnız kurtlarız ve ne dişimiz var ne de pençemiz. Çıplak bir şekilde atıldığımız bu dünyada (ne klişe laflar!) düşe kalka neresi olduğunu bile bilmediğimiz bir yere gitmeye çalışıyoruz ve önümüze çıkacak tüm engelleri savuşturmakta üstümüze yok. En azından nereye gittiğimi bilebilmek isteğiyle bir başka yolculuğa daha çıktım felsefe denen. Yanlış yolda yürüyor olmaktan çok korkan biri olarak başladığım bu yol bana kendi bildiğimi okumayı ve hata denen şeyin bir illüzyondan ibaret olduğunu öğretti. Anlam yok, yaratıyoruz. Fazla varoluşçu oldu, pek varoluşçu değilimdir halbuki. Daha varoluşçuluğun ne olduğunu bile bilmiyorum ki varoluşçu olayım! Bir yerlerden bir şeyler duyuyor ve bir şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. Kendime ait bir bilgim var mı lan benim?! Ne arıyorum burada? Ne yapıyorum? Nereye gidiyorum biri bunu da söylesin artık bana! 
              Ünlem işaretlerini çok kullanmaya başladım çünkü öfkemle barışıyorum. İçimde olan ve her şeyden çok korktuğum bu gücün farkına yeni varıyorum. Birine zarar vermekten korktuğum için var olmaktan çekinen biriydim. Böyle yaparak kendime ne kadar büyük zararlar verdiğimi, verebileceğimi hayal bile edememiştim. Başkalarının gerçekten de umurumda olmadığını kendime itiraf edememiştim. Ben başkasına zarar vermezsem onların da bana zarar veremeyecekleri gibi bir yanılgı içindeydim. Bu yüzden kendime zarar verdim ve kendim zarar gördüm. Bir sürü şey söyledim, bir sürü şey yaptım ve sürekli ama sürekli yanıldım. Sanki bu yanılgılar benim değilmiş gibi yaşamaya çalıştım ve böyle yaşamaya alıştım. No more! Tüm yanılgılarımla çıkıyorum karşınıza. Şimdi ister taşlayın beni, ister bağrınıza basın ama karşınızdayım kendimce. Ne taşlardan kaçış var ne güllerden. Atan da bir atılan da bir. Bu dünya benim dünyam. Görebildiğim tek bir pencere var o da benim pencerem. İnanın denedim başka pencerelerden de bakabilmeyi ama olmadı. Olsun ister miydim? Evet. Olmadı, kendi pencereme odaklanmanın değerini öğrendim ve bu pencereden, gözümü kaçırmadan, ne görebileceğimden korkmadan bakmaya çalışıyorum ilk defa. Hala korkuyorum ve hep de korkacağım. Olay o değil zaten. Korkmayan insan için cesaretten de bahsedilmez nasılsa. Korkularımla da duruyorum karşınızda ama artık bunlardan faydalanan başkaları değil ben olacağım.
                                              Ve en önemli söylem: Bunu sen çözeceksin.                                                                                                                                                                                                                       
                                                                                            04.11    10.01.2021
2 notes · View notes
acid-gramma · 5 years ago
Note
Nej bunu ciddi soruyorum lütfen cevapla, Google’da bununla ilgili bir ton video ve yazı var ama ben senin fikrini öğrenmek istiyorum. Ve eminin buradaki herkese yararı olacak. Bize İngilizceni nasıl geliştirdiğini, kelime ezberini nasıl yaptığını , konuşma korkunu nasıl yendiğini (eğer varsa, yoksa bile biz nasıl yenebiliriz) , ve birde nasıl sürekli pratik yaptığını anlatır mısın rica etsek ? Burda hep bize güzel şeyler öğrettin, şu karantina olayını en azından değerlendirmek istiyorum. ._.
Şimdi zaten ing biliyorum ama bilmediğim kelimeler elbette oluyor ve onları cümlenin gelişinden ne anlama geldiğini öğreniyorum ya da anlamazsam araştırıyorum öğreniyorum yine. Ve aklımda kalıyor konuşurken yazarken ya da ne bileyim ing düşünürken direkt o yeni kelimeleri oraya koyabiliyorum doğal olarak. İstemsiz yerleşiyor ve bilgi dağarcığıma ekleniyor. Bu şekilde ilerliyor benim için genel olarak. Rahat bi insanım o yüzden yanlış yaparım diye endişelenmiyorum bu yüzden yanlışlar da yapıyorum ama genelde beynim düzeltiyor çünkü çoğu şey kalıplaşmış oluyor. Üniversitem %100 ingilizce eğitim veriyor ve hocalarımız çoğunlukla yabancı olduğu için onlarla ing anlaşmamız gerekiyor. Konuşurken doğru kelimeyi bulamasam da tıkansam da bir şekilde cümle yapısını değiştirerek veya ne bileyim alternatif şeyler söyleyerek çok rahat anlaşabiliyorum. Beni anladıklarında ve cevap verdillerinde ister istemez konuşabildiğin farkındalığına sahip oluyorsun dolayısıyla yanlış mı yapıyorum diye düşünmüyorsun yanlış olsa bile. Dilciler gibi pratik yapmıyorum kelime ezberlemiyorum ama bir şekilde öğreniliyor işte
21 notes · View notes
sarhosum · 5 years ago
Text
Bi küçük 2019 anelizi evet aneliz evet evet  Ocak ayı aile değerlerimin ön plana çıktığı bir aydı. Dedemin hastalığının çıkması ve sonra benim grip yüzünden aralıklarla hastaneye taşınmam. Babamın telefonlarıma bakmamaya başlamasındaki şok etkisi üzerine eklenince annem ananemlere daha bi bağlılık oldu. Gerçi şok geçirmedim o ama bu kadarını beklemiyordum. Bütlerle almancaları vermiştim. Onun sevinciyle her şeyi yapabileceğime inanmıştım. Bunda öğretmenin de etkisi büyük, ayrıca çalıştırmıştı bakmıştı zorlanıyorum.. neyse.  Şubat ayına girdiğimizde, ayın üçü idi sanırım. sevdiğim biri ile ‘siktirgitleşmiştik’ evde unutulduğum yegane olay işte. Bir süre ağlayarak paso çikolata yemek sonra kitap okumak, dergi okumak sonra çikolata yemeğe devam etmek. Ha artı olarak kore alfabesine sarmıştım onu da öğrenmiş idim. Korelilerin müzik grubundan bir kız grubuna düşmüştüm. Doctor whonun klasik serisini bitirmiştim. İkinci dönem için plan yapıyordum. Pek yararlı oldu mu, az biraz dersi geçtim. Geçtim sandığım derslerden kalmıştım. Neyse onu da toparlayacağım.  Martın başında eski konuştuğum kızla barıştık, arkadaş kaldık. Onu hayatıma tekrar kattığım için mutlu oldum. Spora başlamıştım. Şubat başında yaşadığım olayın ardından spor ilaç gibi geldi. Düşünmemi azalttı, fit hissettikçe kendimi iki tık daha fazla sevmiştim.  Mart ortası biriyle tanışmıştım. Bir ay boyunca aramızdaki iletişime hiçbir şekilde bir isim koymamıştı. Sinirlenip bırakmıştım. Zaten hayatımda okul durumum aile durumum geleceğim net değildi bir de onunla uğraşamazdım doğrusu. Gerçi bu olaylara bakış açım değişti artık olmasa da olur kafasındayım.  Şu 3 aya bakınca basbasit yaşamışım gibi gözüküyor. Baharın gelmesiyle kendimi aşırı enerjik hissettiğimi hatırlıyorum. Bir renk gelmişti yüzüme sanki.  Nisanın ortasına geldiğimizde, 5 aylık bir ilişki sayılabilecek döngünün başlangıcına geldik. Çok tesadüf eseri tanışmıştık, birlikte oturup bi şeyler içme sözümüz mü ne vardı hatta. Tur için istanbulda kalacak yer bulamayınca ona sormuştum. Sonrası malum. Cidden sevildiğimi hissettiğim, değerli hissettiğim kısa zamandı. Bi kaç ay yaşandı. Birlikte çıkılan tatiller. Alınan hediyeler. Birlikte yaşamalar. Hani hayatımda netlik istiyordum ya olmuştu. Dileğime dikkat etmem gerekiyormuş tabi ki. Ben böyle bir hayat gerçekten istedim mi ki. Temmuza kadar güzeldi çok güzeldi.. Kendimi adapte etmiştim onların hayatına, başka biri gibiydim. Kendimi keşfettiğim bir zaman dilimi oldu. Çok şehir gezip kendime bir şeyler kattım. İki kişilik düşünmek nasıl bir şey onu gördüm. Sonrasında hayal kırıkları vs. Bir tatilimizde yaşanan olay sonucunda yanlış anlaşıldığım için ağustos sonuna kadar sürünmemin, psikolojimin bozulmasının ardından bitti işte. Gerginlikten aksiyete krizlerine girdiğim dönemdi. Şuan yok mesela. Bir insanda neyi istemediğimi ve nelere karşı çıkmam gerektiğini de öğrendim. Gurur denen olayın boşuna olmadığını da öğrendim. Her şeyden önce kendimi sevmemin ve kendime saygı duymamın bütün bunlardan daha önemli olduğunu öğrendim. Kendime iyi gelirsem başkalarına da iyi gelirdim. İşte buydu yapmam gereken aslında. Ayrıca çekilen fotoğrafların fotoğraflarda kalması gerektiğini de öğrendim. İnsanlar hayatınızdan gittiğinde ne olursa olsun iyi hatırlamam gerektiğini de öğrendim. Üzüntünün seni sadece aşağı çektiğini görmek gerekiyormuş. Bunu görünce aşağıda kalmayı sevmediğimi farkettim. Ruhu tamir ettiğim süreç oldu. Son eylül ayında bi kaç tura daha gittim. İnsanlar tanıdım. Bir an önce rehber olmam gerektiğini anladım. 4-5 aylık düşünme sürecim oldu. Sadece kendimi tamir etmeye odaklandım ruhsal bakımdan gelecek bakımından arkadaş çevresi bakımından. Hepsinin temellerini sağlam tuttuğumu sanırdım ki kasım ayında bir yıkıcı darbe geldi. Aileme olan güvencim de kalmadı, karşımdaki insanın duygularına olan güvenim de kalmadı sonra da mart başı tekrar barıştığım o kızın kaybolduğunu öğrendim, ablası telaşla beni aradı. Şehirlerarası yoldaydım geri dönmeye kalktım. Bir de muhabbet kuşumun ölümü derken her şeyin üst üste geldiği haftaydı. Toparlanmam iki haftamı aldı. Ne kadar güçlüyüm desem de kendime de bu konuda güvenmemem gerekiyormuş. Grup ödevlerine adapte oldum. İnsanları yönetmenin zorluğunu farkettim. İnsanlara iş yaptırmak bir turist kafilesini yönetmekten zormuş. Demiştim ki aralık ayı benim ayım olacak. Olmuştu. Ne kadar bazen zorlansam da mutlu eden olayların yoğunlukta olduğu bir andı.Uğraştım ve çok uğraştım mutlu olmayı elde etmek için bu kadar uğraşmak gerekiyormuş. Bu arada babamla tekrar konuşmaya başladım. Herhangi bi insanla konuşur gibi. Kendisi bana verdiği sözü halen tutacak, o yüzden konuşuyorum biraz menfaat meselesi evet. Arayı düzeltmişiz de güveniyormuşum gibi yapıyorum bu bir nevi kendisini affettirmek için bir şans. Arada kan bağı olduğu için bu kadar tavizi veriyorum gerçekten.  Beni bu yıl bir tık daha olgunlaştırdı. Yolumu netleştirdim. İnsanlara nasıl yaklaşmam gerektiğini netleştirdim. Kendime de sevdiklerime de sonuna kadar yardımcı olmak için gerekli temelleri attım. Sürekli plan yapma halindeydim zaten, bu yıl için yere daha sağlam basan planlar yaptım. Doğayı biraz daha sevdim. Sessizliği çok fazla dinledim. Sessizlikten bile anlamlar çıkardım.  Her şeyin güzel olacağına dair inancım tam.  Güzel bir kapanış yapacağım.  2020 planlarımı uygulama senem olacak ve bambaşka bir yerde olacağım. İnanıyorum.
12 notes · View notes
uchello-blog · 5 years ago
Text
Aylak kadının ölümü
Eğer ben geldiğim zaman, tarihimde bir leke gibi duruyorsa, bir kaç yüz eski çağ, ben derim ki o zaman: “Be hey ne kocaman bir hayat; daraltalım biraz, bedenime uygun, ne dar ne de büyük olsun bu kadar” Annem ne der biliyor musunuz? : “Dört dörtlük insan yok” Birisi annemin beynini yıkamış ki dört dörtlük olmak gibi bir ütopyanın içinde olmamaktan ötürü, üzülüyor kimi zaman, dertlerine bakıp. 
Ben de bu yüzden ona bakıp lafımı geri aldım. Vazgeçtim, benzemekten de olmaktan da her şeyden de…
“Yemem ben bu numaraları, o hayatın içine tam geleceğim diye, şişemem ya da küçültmem” gibi maskeli cümlelerle kendimi marjinalize etmeye çalışsam da aslında tam bir “gücenik” tim. Bu yüzden iyisi mi öldürün beni, kumsalda kumlarla doldurarak burnumu genzime kadar. Ölürken denizin sesini duymak isterim illa ki, çölü duyumsatan kum taneleri ile o tek parçalı büyük kumlukla birlikte, doluversin içime Allah’a olan tüm inancım. Sonra da beni, denizdeki kumların arasına gömün ve öyle heybetli olsun ki mezarım, mezar taşımın üzerine sığsın Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar’ının hepsi. Ben bensem onlar da kim demeyeyim artık, kemiklerim sızlamasın düşünmekten; açık seçik yazın, okusun gelen geçen ve başımı uzatıp kumdan dışarı korkunç bir gül gibi, ben de; güleyim, benden, gözleri olan ve burnu akan bir gülden korkar gibi korkan herkese, onlara! Denizin içindeki kocaman bir taşın dibinde açmış tuhaf bir gülün etrafında dolaşan dalgıçlara yani ve ben diyeyim ki onlara: “Öldüm ve hala irdeliyor musunuz beni insanlar! Ruhum size musallat olacak. Beyaz çarşaflarımı giyip, uğuuuuuuu diyeceğim evlerinizin içinde. Çocuklarınızın burunlarını ısıracağım ve onlarla arkadaş olup, sizi daha da çok korkutacağım. Kendi kendine konuşan kızını pedagoga götürünce dalgıç, o pedagogu da korkutacağım. Sonra bütün çocukların ellerinden tutup, dünyayı ele geçireceğim.”
Dünyayı ele geçirmek: Aslında ne kadar da modernist bir dert. Burada kendimle çelişir gibi görünmüş olabilirim. Aslında bilinenlerin şekline uygun olamadığım için beni öldürün dediğim için. Ama sonuçta ölülerin her şeye hakkı olabilir. Zaten yıkım tarafında durmasaydım insanın, geçen çağlar boyunca, şimdi bir yaşayamayan değil, “çantalı” bir insan olmaz mıydım? Sonuçta sorgulamadan ve sorgusuzluğun “muhteşemliğinin” eksikliğinden doğan uykulu halimle her şeye geç kalmadım mı? Beni bu yüzden yargılamazsınız umarım.
Tamam tamam, şaka yapıyorum tabiki de -öyle diyelim burda- ağzımı açıp tek kelime etmem pedagoga da dalgıca da… Belki de ederim. Sonuçta ben rüyanın ötesine geçmiş birisiyim ve kaybedecek neyim var ki; hiç kendimde olmayan kendimden başka? 
Aslında, şöyleydim bir zaman -hatırlıyorum-; hep gevelerdim lafı ağzımda, bir o yana bir bu yana; potansiyel bir enerji gibi, tortop olmuş, zıp zıp zıplardım en fazla yerimde ve yine gevelerdim lafı ağzımda, bir o yana bir bu yana:
O yüzden beni defterden silin  istiyorum ki artık düşünmeyeyim; her şeyi. Ben, benler yani biz ve Türkçeye aykırı olmaksızın söylüyorum bunu, bizler! Hepimiz… Tam da şimdi, bir ayet gibi olsun istiyorum yazdıklarım, kadim ve vakur: “Seni, biz, bir gülün içindeki koku gibi sakladık.” derken biz, “Gül, kendi kendini koklar mı? Koku kendisini koklar mı? O zaman beyin neden düşünsün ki, yaşa gitsin” diyen bir çağda, her şey başka birisi gibi artık. Halbuki, koku kendisini çok iyi bilmeseydi ve gül kendisini koklayabileceğine inanmasaydı, olur muydu ki hiç, bu kadar zamansız bir hakikat. O hakikati unutturacak kadar uzak şimdi kadim kitaplar ve şiirler. Konuştuğumuz kayıp bir dil, unutlmuş bir lisan gibi değil mi? 
Eğer ben - ya da parçalanarak sağa sola dağılan biz- geldimse, durdumsa, baktımsa ve bir de gördümse; güldümse aslında korkudandı. “Kopartmayın beni topraktan yolmayın!” Eğer biz, ya da sıkışa sıkışa taş kesilen bir ben, geldimse ve yeşerdimse; korkudan, vakti geçmeden koparıverirler diye, vazoda bir süs olmaktan çok korkardık çünkü biz. Kendi varoluşumuzdan uzağa daha uzağa giderdik, ondan korkardık, onu tanımaktan korkar tanımamaktan acırdık. Çağların en korkuncu hiç gelmemişken daha, onun içinde, kendi kokusunu arayan bir gül gibi havayı solurduk. Olduğumuz yerde, onun içinde, hep ondan kaçardık. 
Çağların en korkuncunda yine, şimdi, öldürün beni; ki heybetli bir mezarım olsun -ve üzerine sığsın, hem Kafka’nın Dönüşüm’ü hem de geri kalan her şey- beni orda bırakın. 
Eğer ben, ya da korkuların önünde bayrak açıp borazan öttüren benlerden bir kaç tanesi, yağmursam da kuraksam da, bir zararım dokunurdu kendime bu yüzden. Ölümden korkup, hakikakatten kaçtığım için. Buna rağmen sorduğu zaman geçmişte bir ses, oldurmadan önce bize ya da parçalarımızdan bir tanesi olan bana, “nesin sen?” diye, “gül!” der miydim hiç? Yalan olduğunu bile bile…Doğru olduğuna bu kadar inandığım halde… Demez miydim? İşte hep bunun cevabına kani olmaya çalışırken, bir yüzyıl daha devrildi gözlerimin önünde. Annem hep, dört dörtlük insan yoktur derdi. Ben de neydim hiç bilemediğim için, bütün suçu o geçmiş yüzyıla atabilirdim. 
Başa dönelim. 
1-ben öldüm
2- ben ölüyorum
3-ben yaşamıyorum
4- ben yaşayamıyorum
5-siz ne için yaşıyorsunuz?
6-siz koku değilsiniz, değilsiniz
Diğer her şeye  gelince, bu kadar hızla çoğalan bir şey, hayra alamet değildir; olsa olsa, habis bir ur. Acılı bir ölüm ve içinden söküp atma isteği... Sahi ben neden ölmüştüm? Çirkinlikten mi? Korkudan mı?Çok uyumaktan mı?Uyumamaktan mı? Bademciklerimi aldırırken masa da mı kaldım? Narkozdan mı? İçimde neşter mi unuttunuz yoksa içtiğim son çeyrek yüzyıl reflüden geri fışkırıp, bir gece güzel rüyamda boğdu mu beni? Sahi ben neden öldüm, bisiklet mi çarptı yoksa uçak mı? Yaram neremde, bir bakar mısınız? Ölülerden korkuyorsanız, sayın dalgıçlar, denizin ortasındaki bu anıt mezarda, işiniz ne? Tutunamayanları okumaya geldiyseniz mezar taşımdan, bir iyi bir kötü haberim var sizlere; iyisi, bu hayli ünlü bir roman; kitabı var yani, alıp okuyabilirsiniz, bu kadar zahmete gerek yok ki... Kötü haberse, artık zaman bu kadar “kalın” bir kitabı okumak için çok dar. Onun sadece özeti olduğu esas bulutsa, hiç yağamadan buharlaşıp gitti. Zaten her şeyin sebebi bu.
Bir yaram vardı ve ona sahip olmak istemiyordum. Madem onu atamıyordum kendimden o zaman kendimi attım o yaradan dışarı. Ölümüm böyleydi benim, şimdi yanlış hatırlamadıysam. Yaram yaşamaya devam ediyor dünyada. Bugün öğle yemeğinde, biber dolması yedi. Bazen ne yaptığını hissedebiliyorum onun. Üzüldüğü zaman rüyamda görüyorum, üzülme, sen sadece yarasın, canı acıyan benim diyorum. 
16- (biraz daha düşündükten sonra dediklerim) Varoluşumuzun içini oyup, pirinçle doldurdum. Daha basit bir başka yaşamı da olmalı insanın, içini eşyalarla ve istedikleriyle doldurup durduğu bir başarı hikayesi filan. Karanlık ve karmaşık yaşamının bir kenarında, bunaldığı zaman orada yemek yiyip denize baksın. Ayaklarını uzatıp uyuyakalsın ve uyandığı zaman saçlarının dibi terlemiş olsun. “Amma da terlemişim yav” diyen ve göbeğini kaşıyan birisi olarak kalkıp, bir renk cümbüşünün içinden geçerek, ki geçerken, varoluşunun dolmasına bir baksın ki yanmasın ve bir kitaba varsın; çamaşır iplerinin üzerinde, yer çekimine mahkum, baş aşağı duran beyaz çamaşırların arasından geçerken, yanık tenine güneş vursun. “Ben tatili”nde, her şeyden bir sıyrılsın bir sıyrılsın ki, ben olsun. Ne gül ne fiyonk ne lale ne koku, ne tencere ne tava ne hayal ne güzel ne de çirkin değil. Ben, ben oldum. Sen ya da sürekli kabarıp taşan ve taşarken bir sürü ilham verip, sonunda ocağı batıran ama sonra yanık yanık kokup yine ilham veren ama ocağı illa ki batıran süte benzeyen her şeyden başka bir şey. 
"Çok başka bir şey olmak için ölmek" belki de modası çoktan geçmiş bir şeydir. Biteviye yaşamak, modası geçmiş bir şeydir. Yaşamın içinde kendine tutunarak aylaklık edebilmek gibi. 
2 notes · View notes