Tumgik
#hedef masum insanlar
Biz de bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?
Bizim insan olarak hiç değerimiz yok mu?
Devletin yapmadığı görevleri yapmak suç mu?
Can sevmek, yaşam hakkını savunmak suç mu?
Olan biten her şey o kadar anlamsız ve saçma ki…
+
Yıllardır o kadar çok barınak faciasına şahit olduk ki!
Açlık susuzluk işkence tecavüz diri diri gömülme!
Kalplerine çamaşır suyu enjekte edilen canlar!
Bu zavallılar hiç kimsenin umurunda olmadı!
Şimdi de kısacık ömürlerine göz diktiler!
+
Birileri yine birilerini linç etme peşinde…
Birileri yine yalan haberlerle algı peşinde…
Birileri yine bizlere seçkinler falan filan demiş…
Birileri yine halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekte…
Peki biz onlara ne diyelim?
+
Maç mı daha önemli yaşam hakkı mı?
Futbolcular mı daha önemli yaşam hakkı mı?
Neden insan türü bu kadar bencil ve çok yüzlü?
Futbol için konuşanlar masum canlar için susuyor!
Futbol için yazıp çizenler masum canları umursamıyor!
+
Umarım herkes aklı selim bir biçimde bir kararı verir
Umarım herkes aklını kalbini vicdanını aynı anda dinler
Umarım azınlıkları değil de gerçek insanları dinlerler
Aklı olana bir şeyi bir kere söylemek yeterli olur sanırım
+
Gencecik veteriner hekim intihar etmiş!
Çocuk üzüntüden çamaşır suyu içiyor!
Bu yasa geçerse intiharlar artacaktır!
Benim komşumun çocukları bile tedirgin!
Abla bu olay gerçek mi diye soruyorlar!
7 den 70 e herkesin psikolojisini bozdular!
+
Her yerde çatır çatır cins hayvan üretip satıyorlar! Üretip satmanın yanı sıra bir de eziyet ediyorlar! Devlet bunlara dur demedikçe iyice azıtıyorlar! Biz bu canların hangi birine nasıl sahip çıkalım?
+
Bakın bugün Nilüfer ve Nilgün Tanca kardeşler Küçükçekmece'de apartman bahçesine sığınmış sakat ve yavru kedileri besledikleri için komşuları S.D ve oğulları tarafından öldüresiye dövüldüler. Durumları ağır. Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gözetim altında tutulan iki kardeş de beyin kanaması ve göz kaybı riski taşıyorlar. Doktorlar gözüne ağır darbeler alan Nilgün hanımın görme kaybı yaşayabileceğini söylemişler.
+
Başka bir kadın arkadaş Tosya'da besleme yüzünden saldırıya uğruyor! Bu gece hastanede kalması gözetim altında tutulması gerekiyor! Arkadaşın kafasında darbeler var ayriyeten sinir krizi geçirmiş! Devlet besleyemezsin demiş! Vicdansızlar da besletmiyor!
+
Yine başka bir arkadaşın da 84 yaşındaki annesi kediye su ve yemek verdiği için komşusu tarafından taciz ediliyor, komşusu arkadaşın annesini korkutarak evde beslediği kediyi de öldüreceğim diyor!
Alın size daha şimdiden başladılar!
+
Hayvan ve hayvansever düşmanı, kadın düşmanı, kısacası her türlü canlının ve yaşam hakkının düşmanı yobaz troller, şimdi de Rukiye Bağcı teyzemizi ve oyuncu Özge Özder'i hedefe koymuşlar! Tüm sosyal medya mecraları, havuz medyası ve daha birçok hesaptan, iğrenç şeyler yazarak her koldan saldırıyorlar! Tehdit ediyorlar, hakaret ediyorlar, dalga geçiyorlar, ölmelerini istiyorlar, iftira atıyorlar… Kısacası yine olabilecek en ahlaksız en çukur en çirkin en iğrenç en korkunç en onursuz şekilde saldırıyorlar!
+
Doğa İnsan Hayvan Canlara Yaşama Barınma ve Adalet Derneği kurucu Başkanı Ayşen Değirmen; kadın hayvan, yaşam hakkı ve can düşmanı, havuz medyası, tüm sosyal medya mecraları ve daha birçok hesabın hedef göstermesi ve iftiraları sebebi ile tutuklanmış…
+
Paris2024 Olimpiyat açılışlarını izleyen oldu mu hiç aranızda merak ettim? Ben izlemedim, paylaşımları sosyal medyadan gördüm. Açılışta siyonist, satanist, paganist, kabalist, okültist, masonik kısacası ne kadar şeytani sembol varsa havada uçuşmuş! Tabi ki pedofili ve LGBT propagandası da malum! İklim değişikliği yalanıyla, iklim anlaşmasıyla, sömürdükleri ülkelerle, katlettikleri insanlar ve hayvanlarla, dünyada ve ülkemizde kedi ve köpeklerin katledilmesine olan teşvikleriyle; ölüm, vahşet, dehşet, savaş, kıyamet temalı, tüyler ürpertici korkunç bir açılış olmuş! Hele bizim ülkenin kıyafetleri tam bir rezalet, tam bir facia! Korkunç bir tasarım! Neresinden tutarsan tut elinde kalan bir organizasyon, tüm dünyanın da bunu alkışlaması...
#5199uYaşat #YaşamHakkı #DevletYaşatır #5199uUygula #CaydırıcıCeza #BizideUyutun #AdaletleYaşat #KomisyonuAç #YasayıGeriÇek #ÖldürmeYaşat #HayvanHakları #Adaletİstiyoruz #KatilBelediyeler #DerdimizAdalet #Çözümİstiyoruz #YasaGeçirilemez #ZulmüDurdurun #HayvanDüşmanı #BanaGözKulakOl #SessizlerinSesiyiz #YasaDeğilKatliam #YasaDeğilCinayet #Köpek #Köpekler #BarınakGerçekleri #MassacreinTurkey #HerYerSuçMahalli #KüreselOyunuBoz #ÇözümÖlümDeğil #habertürkBOYKOT #BelediyeGerçekleri #BarınaktaÖlüyoruz #HayvanDüşmanları #KomisyonuHalkaAç #KısırlaştırAşılatYaşat #KatliamaOrtakOlma #HerYerdeKatliamVar #BaşıboşİnsanSorunu #TürkiyedeKatliamVar #GerekenCezaVerilsin #Madde6yaDokunma #KatliamıYasalaştırma #YaşatanYasaİstiyoruz #YaşamEnTemelHaktır #YaşamHakkıKutsaldır #UyutmakÖldürmektir #KatliamYasasınaHayır #HayvanaŞiddeteHayır #HayvanaŞiddetSuçtur #HayvanKatliamınaSon #BarınaklarÖlümKampı #ŞiddetiAdaletBitirecek #VicdanınSesiAnkarada #HayvanlarıÖldürmeyin #6ıncıMaddeyiKaldırma #HayvanlarİçindeAdalet #KatliamdanYasamıOlur #AykırıToplamayıDurdur #ŞimdiDeğilseNeZaman #SokaktayımYanındayım #BarınaklardaKatliamVar #5199BilimselÇözümdür #SoykırımdanYasaOlmaz #YasalarÖldürmezYaşatır #KısırlaştırÜretimiDurdur #YavruKedi #KediYavrusu #HayvanlaraDokunmayın #6ıncıMaddeyeDokunma #ÖldürenYasaİstemiyoruz #HayvanaBelediyeVahşeti #KatliamVarSusmaTürkiye #BarınakDeğilÖlümKampı #BarınaklarÖlümKampıdır #KatilBelediyeİstemiyoruz #insan #insanlar #insanlık #HayvanlarYaşamakİstiyor #HayvanHaklarıAnayasaya #KöpeklerMahalleSakinidir #KısırlaştırAşılatYerineBırak #ÖlümBarınaklarıKapatılsın #TamKadroMeclisteHayırDe #ÖlümDeğilÇözümİstiyoruz #ŞiddetinHerTürlüsüneHayır #MahalleSakinimeDokunma #HayvanKatliamıİstemiyoruz #KısırlaştırAşılatYerindeYaşat #6ıncıMaddeKırmızıÇizgimiz #TümBarınaklardaKatliamVar #KediKöpekKatliamınaDurDe #YavruKöpek #KöpekYavrusu #YasayıGeriÇekKatliamaHayır #YasalHayvanKatliamınaHayır #TürkiyedeHayvanKatliamıVar #SokakHayvanlarınıKoruyalım #Uyutamazsın #Öldüremezsin #YasayıGeriÇekKatliyamaHayır #SokakHayvanlarıSahipsizDeğil #ÜlkedeHayvanlaraSoykırımVar #SokaktakiCanlarıUnutmayalım #SokakHayvanlarıYalnızDeğildir #SokakKöpeği #SokakKöpekleri #SokakKöpekleriniÖldüremezsin #KöpekBahaneKirliOperasyonVar #SokakHayvanlarınıÖldüremezsin #Toplayamazsın #Hapsedemezsin #BelediyelerCezaKapsamınaAlınsın #ÖldürenDeğilYaşatanYasaİstiyoruz #Açlık #Açız #Susuzluk #Susuyoruz #BelediyelerCezaKapsamınaAlınmalı #Sevap #Günah #İbadet #DilsizKullar #Müslüman #Müslümanlar #Müslümanlık #Güçlü #Zayıf #Merhamet #Haram #Helal #Kedi #Kediler #SokakKedisi #SokakKedileri #BurasıTürkiye #TürkHalkı #Türkİnsanı #TürkMilleti
3 notes · View notes
epifizz · 11 months
Note
Netenyahunun 2001 yılında sızdırılan bi videosu var onu izledin mi? Kasıtlı olarak halka nasıl zarar vereceğini anlatıyor. Direkt olarak halkı hedef alıyor ve hatta biri “dünya bizim saldırgan olduğumuzu düşünmeyecek mi “diyor ve buna karşılık netenyahu , dünya bizim kendimizi savunduğumuzu söyleyecek diyor. Bu noktada beni düşündüren haması ya da israili desteklemek noktası yani bir tarafı seçmek noktası değil. Dünyayla ilgili bir derdim var. Kaç tane ünlü marka milyonlarca dolar yardım ediyor israile ve bu söyledikleri tüm dünya tarafından bilinmesine rağmen. kaç tane marka kaç tane insan çocuk hakları, çocuk hayatları vb diye konuşurken şimdi hiçbirinin filistinli çocuklardan söz etmiyor oluşu beni çok rahatsız ediyor. Bu rahatsız edici bir durum değil mi senin için de? Hamas ya da israil destekçiliğinden bahsetmiyorum ama şimdi türkiyede hiç bir ünlünün bu savaştaki mağdur çocuklar hakkında konuşmaması adaletsiz değil mi, ırkçı değil mi
Yaptığın birkaç mantıksal ve bir büyük bilgi hatası var bunları düzeltmek istiyorum sadece. Dediğin videoyu söylemen üzerine bulup izledim. Videoda dünya bizim kendimizi savunduğumuzu söyleyecek falan demiyor. Kendisi (bence kesinlikle yanlış bir şekilde) bunun bir mevcudiyet mücadelesi olduğuna inandığı için, diğerleri ne söylerlerse söylesin diyor. Bunları söylerken kendisi siyaset dışı biriydi, videoda çok gizli saklı bir şeye benzemiyor zaten isteyenler buradan bakabilir. Kendi fanatik görüşlerini ifade etmiş, vadedilmiş toprakları için yaptığı saldırıyı hak gören bir ideolojik bakışa sahip bir insanın saldırı özlemiyle kişisel bir konuşma yapması çok da şaşırtıcı değil, ne mal olduğunu zaten bildiğimiz biri Netanyahu. Videoda Amerika'dan da korkmadığını söylüyor, Amerika desteğini de vurgulamaktan ve aksi durumda doğru yola sokulabileceğinden de bahsetmeyi es geçmiyor. Videoda bahsi geçen bu beyanlar ortalama bir nasyonalist sağcı insanın dünya görüşünü ifade ediyor esasında. Bunu düzeltmeye özen gösterdim çünkü senin dediğin haliyle öyle bir resim ortaya çıkıyor ki sanki Netanyahu derin bir komploya girişmiş ve kurduğu düzenek şimdi çalışırken, dünya desteğini de dediğin gibi alarak ilerliyor. Yani dediklerin dolaylı olarak Hamas'ı İsrail güdümlü bir yapı haline getiriyor. Ama bu pek doğru gözükmüyor çünkü Gazze'deki gerginliğe bakarsak Hamas gerçekten İsrail hükümeti için bir komplodan fazlası olacak kadar güçlü saldırılar düzenliyor, rehineler alarak counter-atackları bastırıyor, demir kubbeye ucuz füzelerle yoğun saldırı düzenleyerek %90lık bu pahalı savunma sistemini aşmak bir yana ekonomik zararlar da veriyor. Bunun yanında sınır güvenliğindeki zaafiyetlerin önceden rapor edildiğini ancak iktidar güçlerinin bunu bir zayıflık eleştirisi olarak algılayarak duygusal yaptırımlar uyguladığı eleştirisi de İsrail muhalifleri tarafından beyan ediliyor. Ortada derin bir komplo aramaya gerek yok. İsrail'in sivil zaiyatları kendi vatandaşları değilse umursamamasının kötü olduğunu söylemek için bir komploya ihtiyaç da yok zaten.
Mantıksal hatana gelirsek içten içe onu kast etmesen bile ölen bir masum insanı diğeriyle kıyas etme hatasına düşmüş olman. Bir insanın ölümüne tepki gösterilip diğerine gösterilmemesi dilsel olarak böyle bir kıyasla eleştirilmemeli, eleştirilecek şey ölen masum insanların ortak insan olmaklığı ile eleştirilmesi gerektiği yani İsrailli masum insanların ölümüne insanların üzülmesi ya da tepki göstermesi kızılacak ya da kıskanılacak bir şey değil, yalnızca sınırın öteki tarafında acı çekenlere tepki gösterilmemesini eleştirecek olsaydın mantıklı bir tavır olurdu. İkinci mantıksal ve bilgi hatan ünlülerin İsrailli sivil zaiyatları destekleyip de Filistinlileri desteklemediğin beyanın ki bu doğru değil, Türkiye'de bu kadar problematik olan bir konuda böyle kötü bir marketing hatasını kimse yapmaz. Yapan olursa da piyasadan silinir pek tabii. Bu insanlar kendi marka değerlerini düşünerek stratejik olarak susmayı tercih ediyorlar ki bu sektörde bir şeye destek ya da taziyede bulunmak da aynı motivasyonla olduğu için pek de umrumda olmuyor onların neye odaklandığı, herhangi bir destek beyanı yaptıklarında bunun içten olduğunu düşünecek kadar saf olmadığınızı düşünüyorum. İki taraf hakkında da konuşmadıklarına göre ortada bir ırkçılık da olmamış oluyor zaten yani sorunuzun cevabı açık bir şekilde hayır, bu ırkçılık olmuyor.
Ben açıkçası senin tarafsız olduğunu da düşünmüyorum, olmak zorunda da değilsin bence. Öyleymiş gibi yapman bence daha can sıkıcı. Ölen bir masumun taziyesini öbüründen kıskanman bence pek etik değil çünkü. Dev markaların desteğine de gelirsek yine ortada senin baktığın gibi bakmayan bir ortam buluruz. İsrail kimsenin babasının oğlu değil, kazanç getirecek söylem o olduğu için ona yöneliniyor. Yahudi lobileşmesi üst bir güç olmasa da var olduğu da aşikar bir şey. Destek açıklamaları aleni bir lobi desteği sağlamaz ama aksi durumda boykot risklerini kimse almak istemez. Markalar Gazze'ye destek açıklasalardı da bu sadece bir marketing olurdu, çünkü Gazze de kimsenin babasının oğlu değil. Bu sektör olay ve durumlara duygusal ya da etik yaklaşmıyor, bunu biz normal insanlar yapıyoruz. Tabi Amerikan desteğinde Yahudi lobisinden fazlası olduğunu da söyleyebiliriz, en nihayetinde İsrail'in ideolojik bir anlamı var İkinci Dünya Savaşından kalan ve bir Ortadoğu karakolu olma özelliği var. Batı medyasının İsrail odaklı olduğu doğru ancak bunun dışında habercilik yapılmadığını söylemek doğru değil. İsrail'in kendi içinde dahi bu savaşın İsrail kanadını eleştiren habercilik örnekleri var çünkü.
Toparlayıp kapatacak olursam markalara ya da celebritylere iki yüzlü demenin lüzumu yok çünkü onlar benim hoşuma giden açıklamalar yapsa dahi benimle aynı hisleri paylaştıkları anlamına gelmezdi. Sadece o zaman zarfında benim hoşuma giden fikirleri dile getirilmesinin daha kazançlı olduğu anlamına gelirdi. Bu kurum ve kişilerin tek ideolojisi reklam nezdinde yalnızca popülizmdir, anlıktır ve o an esen rüzgarın şeklini alırlar. KK Hamas'ı Filistin'in özgürlük mücadelesine dahil ederek destek açıkladığında mutlu olup, KK'nın gerçekten Filistin halkına sempati beslediğini düşünmek ne kadar yanlışsa, burada özel bir düşmanlık olduğunu düşünmek de bence o kadar yanlış. Çünkü aslında burada olan da popülist bir marketing örneğidir yalnızca. Tek sorun derin düşünülmemiş ve yakın geçmişe odaklı olarak hızlı planlanmış ve biraz suratına patlamış bir stratejidir, o sebeple bu konuda suskunlaştılar sonrasında zaten. Şunu unutmamak gerek aslında yıkım kapına gelmedikçe kimse kimin öldüğünü gerçekten umursamıyor. Bana burada yakındığın tüm o "onlar" da aslında sana satılan bir ideoloji yalnızca, seni ötekilerden ayrıksılaşan bir "bizdenlik" ürününü tüketerek bir kazanç sağlıyorsun birilerine yalnızca.
İyi akşamlar.
8 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
"Kim bilirdi yaşamın en ölüm olduğunu, ölümünde en yaşam... duymuştum birkez, yaşayan ölülerdik biz, ve bedenimiz en tabutumuz." (Socrates. Plato, gorgias 492e) ''"Biz insan öldürmedik. Biz katletmedik, biz zarar vermedik. Biz devirmedik şehirleri, dökmedik masumiyetin kanını. Biz suçsuzuz Biz aşığız, biz masum adamlarız." demiş... Bir yazı okurken Oflaz ne demektir diye bakmıştım: güzel, hoş, iyi, yerinde anlamındaymış... okuduğum cümle ise şu şekildeydi: "Kimse gerçek olmayabilirdi, tanıdığım veyahut tanımadığım herkes sahte olabilirdi ancak Oflaz olamazdı, o gerçekti. Oflaz tanıdığım tek gerçeklikti." Kimsenin gerçek olmadığını öğrendiğim gün, ben kendi ışığımı gördüm Gerçek aşk diye bir şey yoktur. Sadece bulabilirseniz ruhunuzu saracak insanlar vardır. Aslında gerçek olan hiçbir şey yoktur ve benim tek gerçekliğim de kitaplar. İşte bu yüzden Oflaz, işte bu yüzden kimse gerçek değil...Yaralı bir ruh kadar acı verici çok az şey vardır. Yaralı ruhunuzun merhemini bulmanız da maalesef size bağlıdır... yani Platon'un dediği gibi: ''Demek Tanrılar da sevginin insana kazandırdığı gücü ve erdemi her şeyden üstün tutuyorlar.(Şölen-Dostluk-Platon) Sevmek kendi yarısını aramaktır diyenler var, biliyorum. Ama ben derim ki, sevmek ne yarımı aramaktır, ne de bütünü; dostum, eğer bu yarım, bu bütün iyi şeyler değilse’’. kimsenin düşlerinin bedeli bu kadar ağır olmamalı... 
Aklıma Rome ve Juliet'ten bir sone geldi: ''Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateş ve barut gibi. En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir. Aynı tat isteği, iştah köreltir. Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, Hedefe hızlı giden, yavaş kadar geç varır.''
youtube
6 notes · View notes
lovelyyfluff · 2 months
Text
Başarısızlar | 16 - Hedef
Tumblr media
Hajime: Her neyse, biletiniz yok, değil mi?
Hajime: Biletleri kontrol etmekten ben sorumluyum, konser alanına böylece girmeniz başınızı belaya sokabilir.
Tatsumi: Hm. Böldüğüm için affet, ama Eichi iznimiz olduğumuzdan bahsetmedi mi?
Hajime: Tabiki. Eichi abi size özel bir oturma yeri ayırttı, size yolu göstereyim.
Hajime: Zaten bu yüzden sizi arıyordum.
Hajime: Ah, sonunda her şeyi söyleyebildim! Lafı uzattığım için çok üzgünüm...♪
Aira: Hiç dert etme! Çok yardımcı oldun!
Aira: ...Ama az önce "Eichi abi" mi dedin?
Hajime: Şey, önemli bir şey değil. Sanırım insanların önünde ona böyle seslenmemeliyim. Yanlış anlaşılmaya neden olabilir.
Aira: ......?
Eichi: Shi~nonon♪
Hajime: Ha? Akehoshi, sen misi—
Hajime: Gyahhhh!
Tumblr media
Eichi: Hehe. Neden öyle çığlık attın? Çok kırıldım. Bana bir canavarmışım gibi davranma.
Hajime: Ü-Üzgünüm! Beni korkuttun!
Hajime: Lütfen bana "Shinonon" deme, Eichi abi! Sadece Akehoshi bana öyle sesleniyor!
Eichi: Üzgünüm, ama sana takma isim takacak kadar yakın olduğumuzu düşünüyorum.
Hajime: Öyle mi? O zaman bana Ritsu gibi "Ha~kun" diye seslenebilirsin.
Eichi: Evet, aklıma geldi, ama öyle dersem Ritsu onu kopyaladığım için söylenip durur.
Eichi: Takma isim konusunda iyi değilim. Tabi başkasının düşündüğü ismi kullanmak daha kolay...
Tumblr media
Hiiro: (Hm. Tanımadık isimler söyledikleri için ne dediklerini anlamıyorum, ama... Eichi bir kaç saat önceye kıyasla daha farklı davranıyor.)
Hiiro: (Tıpkı masum ve mutlu bir çocuk gibi.)
Hiiro: (Bizimle konuştuğunda "idol" kişiliğime büründüğü için olmalı. Biliyordum, bu "idoller" insanı kötü yollara düşürüyor—)
Aira: Şey, affedersiniz...?
Eichi: Ah, üzgünüm. Sizi göremeyince kontrol etmeye geldim.
Eichi: Bir anlığını pes edip eve döndüğünüzü sandım—şaka şaka.
Eichi: Demek endişelenmeme gerek yokmuş.
Eichi: Şimdi ne olacağını bilemem—ama konser başlamak üzere. Yerlerinize geçseniz iyi olur.
Aira: Eh... Siz ikiniz arasındaki ilişki benim daha çok ilgimi çekti.
Hiiro: Hm. Shino ona "Eichi abi" demişti, yani kardeş olmalılar, değil mi?
Hiiro: İkisi de bana benzer geliyor.
Eichi: Hehe, dediğini beğendim, Amagi. Sana ödül olarak bir milyon L$ vereceğim.
Hajime: A-Ama Eichi abi, insanlara öylece büyük miktarda L$ veremezsin!
Eichi: Biliyorum, şakaydı. L$ sadece gerçek idollere verilir zaten...
Eichi: Sizi sınamadan kolayca kazanmanızı istemem.
Tatsumi: Sınamak mı?
Tumblr media
Eichi: Amanın. Sevgili rahibimiz, Kazehaya bu kelimeyi sevmedi mi?
Tatsumi: Hiç sorun değil. Herkesin konuşma özgürlüğü var ne de olsa.
Tatsumi: Bizi bu kadar zorlu yollardan geçirmenin daha mantıklı bir nedeni var mı merak ediyorum.
Eichi: Kim bilir? Belki sadece geçici bir hevestir?
Hiiro: Mm—
Tumblr media
Aira: Hey, dur, neler oluyor, Hiro?! Niye bana öyle aniden tutundun?
Hiiro: Özür dilerim. Etrafımızdaki insanlar bir anda hareket etmeye başladı.
Hiiro: Endişelenme, Aira. Ne olursa olsun arkadaşlarımı koruyacağım.
Aira: Ne zamandan beri arkadaşız biz...
Aira: Aa, galiba sahnede bir hareket var. O yüzden seyirciler heyecanlanmış.
Tumblr media
Hokuto: ......
Eichi: Ah, bu Hokuto. Trickstar'ın lideri, konseri hazırlayan kişi.
Eichi: Acaba neden öyle korkunç bir yüzle etrafa bakıyor... Sahneye yanlış zamanda çıkmışa benzemiyor.
Tumblr media
Aira: Belki hazırlık falan yapıyorlardır...?
Eichi: Değil. Öyle olsaydı bütün üyeler sahneye çıkmış olurdu. Ayrıca hazırlıkları çoktan bitirmeleri gerekiyor.
Eichi: Çoğu zaman düşünmeden hareket ediyorlar, ama bunun öyle bir durum olduğunu zannetmiyorum...
Hokuto: ... ..., ...?
Tatsumi: ? Sanırım bir şeyler söylüyor. Mikrofonu açık olmadığı için duyamıyorum.
Hiiro: Hm, haklısın. Konuştuğu kişi—
Hiiro: ......!
Aira: Wahhh!! D-D-Derdin ne, Hiro? Koşmasana!
Tumblr media
Hiiro: Oradaki...!
Hiiro: Aira, Tatsumi, çok özür dilerim! Halletmem gereken bir şey var, bana müsaade edin!
Hiiro: Siz yerlerinize oturun. Geri döneceğim!
Aira: Ha? Ne diyorsun? Halletmen gereken iş ne, Hiro...?
Hiiro: Her şeyi sonra açıklarım! O kişiyi yok etmem lazım...!
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
0 notes
fisiltihaberleri · 1 year
Text
Tumblr media
AK Parti Sakarya İl Başkanlığı’ndan İsrail’in, Gazze Şeridi'ne Yönelik Ablukası ve Saldırılarına yönelik bir basın açıklaması yapıldı. Ak Parti Sakarya İl Parti Binasında İnsan Haklarından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Merve Hilal Coşar tarafından yapılan basın açıklamasına İl Yönetim Kurulu Üyeleri katılım sağladı. Coşar, “Sivil yerleşimleri hedef almayı doğru bulmuyoruz. Savaşın da bir ahlakı vardır. Abluka uygulamaları savaş ahlakına uymamaktadır. Abluka savaş değil katliamdır. Sivilleri cezalandırmak kimseye kazandırmaz. Masumlar ölmesin, daha fazla kan akmasın” ifadelerine değindi.
İsrail’in, 10 Ekim 2023'te ilan ettiği abluka altındaki Gazze Şeridi'ne yönelik saldırıları sonucunda, çocuk, genç, yaşlı ve kadın erkek 700’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiğini, yüzlerce kişi yaralandığını söyleyen Coşar, “Dünya, İsrail tarafından Gazze Şeridi'ne yönelik devam eden ablukanın altında yaşayan masum sivillerin acılarını görmektedir. İsrail'in Gazze'ye uyguladığı bu abluka, uzun yıllardır devam eden bir insan hakları ihlali ve insani krizin sonucu oluşmuştur. Gazze halkı, yıllardır temel haklarından mahrum bırakılmış ve yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşmektedir.
İsrail ablukası altındaki Gazze Şeridi'nde yaşayan insanlar, temel ihtiyaçlara erişimlerinin sınırlanması, elektrik ve su kesintileri gibi ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ayrıca, Gazze'de ibadethaneler, hastaneler, okullar, hepsi acımasızca vurulmaktadır. Bu durum, masum sivillerin hayatlarını tehdit etmektedir. Ateşe benzin dökmenin, hele hele sivilleri ve sivil yerleşim yerlerini hedef almanın kimseye bir faydası olmayacaktır. Gazze Şeridi'ndeki ablukanın sonlandırılması ve Gazze halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi için uluslararası toplumun çabalarını artırması gerekmektedir.
Gazze halkı, barış ve adalet isteğiyle direnişini sürdürmektedir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da girişimleriyle uluslararası toplum, Gazze'deki insanların temel haklarına saygı gösterilmesi ve onların daha iyi bir geleceğe sahip olmaları için gereken adımları atmaya davet edilmektedir.
1967 sınırları temelinde bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti’nin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuda geç kaldığımız her gün, maalesef bölgemiz çatışma, kan ve gözyaşı girdabından kurtulamayacaktır. Sivil yerleşimleri hedef almayı doğru bulmuyoruz. Savaşın da bir ahlakı vardır. Abluka uygulamaları savaş ahlakına uymamaktadır. Abluka savaş değil katliamdır. Sivilleri cezalandırmak kimseye kazandırmaz. Masumlar ölmesin, daha fazla kan akmasın. Bölgede etkili tüm aktörleri, barışın tesisi için sorumluluk almaya çağırıyoruz.
Biz var olan gücümüz ve çıktığı kadar avazımızla 'Daha Adil Bir Dünyanın Mümkün' olduğuna dair inancımızı tüm meydanlarda söylemeye devam edeceğiz” dedi. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/ak-parti-sakarya-il-baskanligindan-israilin-gazze-seridine-yonelik-ablukasi-ve-saldirilarina-yonelik-bir-basin-aciklamasi-yapildi-9583.html
#gazze #filistin #yemen #iran #ürdün #tunus #mısır #paris #cezayir #konstantin #madrid #kahire #tebriz #poland #morocco #ispanya #iskenderiye #fransa #cidde #beyrut #tehran #sudiarabistan #lübnan #casablanca #iraq #erbil #kerbela #süleymaniye #zaho #baghdad
0 notes
elazigsurmanset · 1 year
Text
İsrail’in, Gazze Şeridi’ne Yönelik Ablukası ve Saldırılarına İlişkin Basın Açıklaması
Tumblr media
İsrail’in, 10 Ekim 2023'te ilan ettiği abluka altındaki Gazze Şeridi'ne yönelik saldırıları sonucunda, çocuk, genç, yaşlı ve kadın erkek 700’ü aşkın kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Dünya, İsrail tarafından Gazze Şeridi'ne yönelik devam eden ablukanın altında yaşayan masum sivillerin acılarını görmektedir. İsrail'in Gazze'ye uyguladığı bu abluka, uzun yıllardır devam eden bir insan hakları ihlali ve insani krizin sonucu oluşmuştur. Gazze halkı, yıllardır temel haklarından mahrum bırakılmış ve yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşmektedir. İsrail ablukası altındaki Gazze Şeridi'nde yaşayan insanlar, temel ihtiyaçlara erişimlerinin sınırlanması, elektrik ve su kesintileri gibi ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ayrıca, Gazze'de ibadethaneler, hastaneler, okullar, hepsi acımasızca vurulmaktadır. Bu durum, masum sivillerin hayatlarını tehdit etmektedir. Ateşe benzin dökmenin, hele hele sivilleri ve sivil yerleşim yerlerini hedef almanın kimseye bir faydası olmayacaktır. Gazze Şeridi'ndeki ablukanın sonlandırılması ve Gazze halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi için uluslararası toplumun çabalarını artırması gerekmektedir. Gazze halkı, barış ve adalet isteğiyle direnişini sürdürmektedir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın da girişimleriyle uluslararası toplum, Gazze'deki insanların temel haklarına saygı gösterilmesi ve onların daha iyi bir geleceğe sahip olmaları için gereken adımları atmaya davet edilmektedir. 1967 sınırları temelinde bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti’nin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuda geç kaldığımız her gün, maalesef bölgemiz çatışma, kan ve gözyaşı girdabından kurtulamayacaktır. Sivil yerleşimleri hedef almayı doğru bulmuyoruz. Savaşın da bir ahlakı vardır. Abluka uygulamaları savaş ahlakına uymamaktadır. Abluka savaş değil katliamdır. Sivilleri cezalandırmak kimseye kazandırmaz. Masumlar ölmesin, daha fazla kan akmasın. Bölgede etkili tüm aktörleri, barışın tesisi için sorumluluk almaya çağırıyoruz. Biz var olan gücümüz ve çıktığı kadar avazımızla Daha Adil Bir Dünyanın Mümkün olduğuna dair inancımızı tüm meydanlarda söylemeye devam edeceğiz.   Read the full article
0 notes
kumvekopuk · 1 year
Text
bir filmi unutulmaz kılacak bir çok şey olabilir.
ama kolaylıkla hafızada yer edinebilmesini sağlayan şeyin ikonik sahneler ve replikler olduğunu düşünüyorum.
şöyle bir hatırlayalım. fight club’ın son sahnesi, matrix’teki bullet time efekti, titanic batarken kemancıların eser icrasına devam etmesi, the godfather serisindeki bir çok sahne, boş ev filmindeki öpücük, selvi boylum al yazmalım da samet’in cemşit’i seçmesi, üç renk: mavi de binochet’nin yumruğunu duvara sürterek öfkesini dizginlemeye çalışması, aşk zamanı’nda dar sokaklarda yaşanan karşılaşmalar ve bu karşılaşmalara eşlik eden film müzikleri..
bu liste uzayarak gider. sıradan olanın şiire dönüştürülerek sunulduğu filmler en sevdiklerimden ama ben bugün fight club’ın vurucu yorumlarından bahsetmek istiyorum.
hayatı sorgulamaya iten filmde, tüketim toplumundan, güzellik normu dayatması ve çalışma hayatına dair ağır eleştiriler mevcut.
“Her gün işe gidiyorsun. Akşamları erken uyuyorsun. Ve bunun karşılığında aldığın tek şey koltuk takımı. Gerçekten acınası bir durumdasın.” bu minvalde düşüncelerin hepimizin dönem dönem aklında belirdiği aşikâr ancak benim kısmen katıldığım bir yorumdur kendisi. sadece para kazanmak için çalışmıyoruz, ana motivasyonumuz bu olsa da üretmek, işe yarar olmak, zekamızı bir yerlere kanalize etmek, kendimizi oyalamak, yapılan işi sevmek gibi bir sürü motivasyonumuz var. hem de doğru yere kanalize edilmeyen zeka sahibine dert olur sözüne de aşırı katılıyorum. buradaki sır orta hatta dengede kalabilmek ve uç noktalara kaçmamakta.
“Ancak her şeyini kaybettikten sonra gerçekten özgür olabilirsin.” sahip olduklarımız bizi kendine esir kılar. sürekli onları korumak, aynı standartta kalmak, standardımızın -yükselmese bile en azından- altına düşmek istemeyiz. bu nesnelere ulaşmak için çabalayıp sonra da onların bizi esir alması, onların bağımlısı olmak bizi kısır döngüye sokar. Lacan’a göre bölünmüş özne (anne ile dolaysız bağı kopan ve eksik hisseden) yaşadığı eksiklik duygusunu arzu nesnesi ile kapatmaya çalışır. ancak dramatik olan arzu nesnesinin ulaşılamaz oluşudur çünkü var olan bir nesne arzulanamaz ve arzulanması için onun mevcut olmaması gerekir. yani bir hedef belirleyip ona ulaştığımızda başka bir hedefe doğru koşmaya başlarız. bunu maddesel düzlemde yorumladığımızda, aslında sahip olmanın bizi asıl amacımıza ulaştırmadığı gibi bir de maddenin bize sahip olduğunu görebiliriz.
“Bizim neslimiz büyük depresyon’u ya da büyük savaşı yaşamadı. Bizim savaşımız ruhsal bir savaş. Bizim depresyonumuz kendi hayatlarımız.” beni filmde en çok etkileyen cümle sanırım bu. asırlar boyunca insanların çektiği acılar, yaşadıkları savaşlar, açlık, susuzluk, kıtlık, salgınlar, işgaller, en temel insani haklarının bile elinden alınması gibi bize çok uzak görünen rahat koltuğumuzda okuduğumuz ya da izlediğimiz durumların olması gerçeği var ki şu an bile dünyanın bir yerlerinde bunları yaşayan insanlar var. peki biz neden depresyona giriyoruz? modern hayatın getirdikleri, manasızca hızlı tüketim ve bu tüketime hizmet eden düzen, maneviyattan ve doğal olandan kopup metropol yaşamındaki hıza kapılma, dünyaya asıl gelme amacımızdan uzaklaşma, anlam bulamama durumu ve içe kapanış. bizim savaşımız da ruhumuzla bağımızı koparan bizi kendiyle uyuşturan modern dünya nesneleri ile. bunlardan uzak durmak çok zor çünkü uyaranlar her yerdeler ve ışıltıları ile geçici körlük yapmaktalar. bu nedenle biz, ambalajı gayet parlak ve masum görünen, hep orada olan ve bizi yoran modern yaşam ruh bükücüleriyle savaşıyoruz.
Tumblr media
0 notes
hanargelisim · 1 year
Text
Tumblr media
A1350...AÇIKMALA 1.
.
.
Herşeyi tüm açıklığı ile yazıyor ve anlatıyorum.
İnsanlar ört dedikçe ben toplumların bir göze yansıyan doğası konusunda yorumlar yapıyorum. Ancak bunu bir çözümlemek sürecinden çok bir zaaf, zaafların ortaya serilmesi aptallığı olarak görüyor ve bunun üzerinden baskı, sömürü, saptırma, yıldırmak.. şahsi menfaat süreçleri olarak okuyorlar ve bunu kişisel çıkarları için kullanabilmek için yeni kozlar ortaya seriyorlar. Oysa her yeni koz yalnızca yeni işlenecek bir veridir.
Tehditler geliyor. Şöyle yapmaz isen bu kişi ölür, böyle yapmaz ve davranmaz isen bu kötü son ile karşılaşırsınız. Şunu kazandın ve şu anda bunu kaybettin. Elde olmayan kaybedilir mi, hayır kaçırdın demek istiyorlar, oysa kazanılan geçmişte verilmiş, ödenmiş karşılık, fidyedir. Gerçekten kazanılmış olsa bu hakkı hiç kimse, kişinin yeni ve yıkıcı söylem ve eylemleri bile bu hak gaspına haklılık kazandırmaz.
Sözde siyasi, gerçekte ahlaki değeri olmayan eylemlere yönelik karşılık bildirileri, gösterileri, mesajlarıdır.
Yolda yürür iken - tüm çabalarınız beyhude, ifadeleri toplumsal alanlarda ve yüksek ses ile dillendiriliyor.
Yazılar saçmalık ve sıçkı, mesnetsiz ve kurtuluş arayan bir kişinin çırpınışları deniliyor. Kurtuluş arayan kurtuluş dönemlerinde ve tekliflerine sırtını dönmez.
Küfürlerimin hedefinde tümel yapılanmalar varmış gibi, topluma şikayet ediliyor ve zamanı geldiğinde meşru müdahale için zemin oluşturmak yönelimi kararlılık ile sürdürülüyor.
Ben hedefe, beni hedefe koyanlar dışında hiç kimseyi koymadım.
Ancak kapalı toplumsal yapı içerisinde her zaman hedefte idim. Hayat geçiyor ve babamın ölümüne sevindiğiniz gibi sizi sevindireceğimden emin olabilirsiniz. Sizin mutluluğunuz benim mutluluğumdur. Hazzın doruklarını izlemek yolu ile yakalayınız.
Zamanında neler olmuş bilmiyorum. Ancak son yüzyıl içerisinde devletin çıkarmış olduğu onlarca af yasa ile ilan edildi. Bu çıkan afların toplumsal karşılığının olmadığını düşünmemek gerekir.
Bazı masum insanlar,, insanlar, komşuları, akrabaları, insanlık adına kurban olarak gömüldü.
Allah'tan bağışlanmak dileyenler oldu, ALLAH'IN bağışlayıp bağışlamaması insanları pek de ilgilendirmez, çünkü bu Allah ile insan arasında olan bir şeydir. Hesap Allah katında ve kıyamet gününde Allah'a karşı verilir, imanlılara, imansız inançlılara, imansızlara, kafirlere karşı değil.
Bende bana yapılanların tamamı için iyi kötü, yakın uzak, dost düşman, tanıdık tanımadık herkesi af ilanı yaptığım güne kadar olanlar için affettiğimi belirttim. Sonrası için yapılacak olanlar için ise hesap yine toplumsal adalet kurucularına ve Allah'a aittir denilmelidir.
Affetmek barışmak değildir.
Affettiğim kişilerin hayatlarıma eski etkileşim konumu ile dahil olacakları, olmaları gerektiği söylenemez. Çünkü süreç içerisinde araya zaman girdi, insanlar girdi, ALLAH'IN kelamı, sözlü yada değil görüşü girdi.
Affetmek gizlemek değildir.
Affettiğim insanların geçmişe dair teşhir ve tedaviden çok yoketmek yönelimleri, girişimleri sadece topluma zarar verir. Çünkü ölüm biz insanların ellerinde değildir, öldürmek gücümüz olsa bile!
Burada tarihte emsal oluşturacak bir dava vardır ve fail, failler, bana kalır ise, bugünlerde mezarda yatıyor.
Bu gibi insanların mirasını servet korunumu, aile birliği korunumu, devlet ve sınır korunumu için kullanmak, edinmek, hayata geçirmek yeni kaotik dönemleri başlatır.
Ben, Erhan Billur,, Berrak BERRİ,, giden masum diğer insanlardan daha değerli olmayabilirim. Ancak herkesten daha tehlikesiz biriyim. Çünkü eleştirdiğim, ulaşılan sonuçta mahkum edilenlerin yaşam alanlarını terk ederek hiç kimseyi yalnız bırakmadım, çalışmak dışında da başka yerlere seyahat etmek niyetimde yoktur. Bu mekan bizimdir senin işin yoktur, toplumsal düzeni bozuyorsun diyenler, diyecekler olur ise önerilerine kulağım dönük, denileceklere bilincim açıktır.
Burada insanların insanlığa dahil olmak süreci yaşanmaktadır. En azından kısmi bir topluluk için! Bunları birer veri almak yerine eski model tutum ve davranışlar ile kavga, gürültü, mesajlar yolu ile tehditler, çıkar korunumu için müdahale bazılarının işine kısa süre için yarayabilir. Uzun vadede değil!
Dünya gelişen yeni bütünleşmek ve dönüşmek sürecine odakların gücünü korumak amacıyla yeni ittifaklar kuruyor, yeni toplumsal antlaşmalar kuruluyor.
Bunları gözeterek bir yaşam kurmak çokluk kendi davranış ve yönelimlerinden sorumlu olacak gelecek kuşakların lokal düzlemde mahalle kavgasını biraz aşacak savaş tamtamları çalmanın anlamı yoktur. Ne kurbanın, nede faillerin!
Çünkü o gün geldiğinde ya herkes kazanacak, yada herkes kaybedecektir. Herkesin kaybetmesi ruhsal istikrar için önem taşır, ancak - ben kaybedersem herkes kaybetmelidir, yaklaşımı ile tutum belirleyerek eylem dizisi ortaya koyanlar bir çeşit MASTÜRBASYON yapmaktadır.
Toplumsal MASTÜRBASYON a toplumsal alanda uzaktan bilinç manipülasyonu ile ulaşmak mümkündür ancak tarihsel olanı oldukça trajik sonuçlar doğuracağı yanında başkalarınca komiktir de!
.
.
HaNAR, Erhan Billur ex Berrak
.
.
                     #thehanardevelopment #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #dive #God #wievpoints #tasarım #religionofnewworldpeace #Ha #Ba #erhanberrak #Halinguistics #HaNARlinguistic #kesifgozlemdeneytasarimfinans #rastgeleyazilar #Ha_rastgeleyazilari
0 notes
weatra · 1 year
Text
Tumblr media
Sosyal Medya Reklamcılığı Nedir?
Temel olarak sosyal medya, kullanıcıların elektronik olarak bilgi gönderip almasını sağlayan bir iletişim ağı türüdür. Sosyal medyaya örnek olarak Twitter, Facebook, YouTube ve TikTok verilebilir. Ancak, tüm sosyal medya eşit yaratılmamıştır. Sosyal medya platformları, kullanılabilirlik, erişilebilirlik, etik standartlar ve kamusal veya özel ilişkileri teşvik etme açısından farklılık gösterir. Örneğin; Instagram, fotoğraflar ve videolar için bir sosyal medya platformu iken, LinkedIn profesyoneller için bir sosyal medya platformudur.
Sosyal Medya Reklam Yönetiminin Faydaları
Sosyal medyada başarılı olan markaların, şirketlerin ve kurumların hepsinin ortak bir yanı var: kitlelerini ve onlarla nasıl iletişim kuracaklarını biliyorlar. Markalarını, tekliflerini, ürünlerini veya hizmetlerini tanıtmak için bu medyadaki reklamları tam olarak kullanırlar:
Yerel olarak kullanılabilen kampanya türlerinin çeşitliliği, tüm pazarlama hedeflerini (ün, görünürlük, trafik, katılım, e-ticaret ve olası satışlar) karşılar.
Birçok yenilikçi reklam formatı bulunmaktadır. Fotoğraf, carousel, video, koleksiyon, sohbet, hikayeler, müşteri adayları, ürün etiketleriyle reklam gibi birçok çeşit vardır ve bu reklamlar etkileşim ve dönüşüm yaratır.
Sosyal medya platformları, potansiyel müşterilerin kesin olarak hedeflenmesini sağlar
Hızlı bir şekilde yüksek görünürlük sağlar.
Tumblr media
Sosyal medya, uygun, ucuz ve küresel olarak potansiyel müşteriler tarafından kolayca erişilebilir olduğu için modern pazarlama kampanyalarında devrim yarattı. Ancak, kullanıcıların sosyal medya kanalları aracılığıyla kişisel bilgilerinize erişmesine izin verirken her zaman bir risk unsuru vardır - özellikle de kendiniz farkında olmadan bir kurbansanız! Ayrıca etik olmayan kullanıcılar, Twitter ve Facebook gibi sosyal medya kanalları üzerinden çevrimiçi olarak belirli gruplara veya bireylere yönelik nefreti körükleyerek masum insanlar için ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Bu sebeple, sosyal medya yönetimini gerçekleştirirken ve reklamcılığını da kullanırken tüm detaylarıyla güvenli bir şekilde bu eylemleri gerçekleştirmek çok önemlidir. Eğer bir sosyal medya ajansıyla çalışırsanız tüm bu risklerden korunmuş olursunuz.
Tumblr media
Facebook Reklamcılığı
Dünyanın en popüler sosyal ağı, şirketinizi haber akışında tanıtmanıza olanak tanır. Facebook’da reklam vermenin avantajı, kampanyalarınızın tam olarak hangi hedef kitleyi hedefleyeceğini seçebilmenizdir. Reklamlarınızı görecek kişileri tam olarak hedeflemek için Facebook'un sağladığı tüm verileri kullanabilirsiniz.
Tumblr media
YouTube Reklamcılığı
YouTube, Facebook'tan sonra dünyanın en büyük ikinci sosyal ağı ve en çok ziyaret edilen ikinci web sitesidir. Gelişmiş bir müşteri deneyimi sağlayan ve performans hizmetinde bir markalaşma stratejisinin uygulanmasını sağlayan, tutsak bir kitleye sahip dijital bir stratejide güçlü ve önemli bir platformdur. YouTube; marka veya ürün veya hizmet farkındalığını artırır, televizyon kampanyalarınızı desteklemek için kullanılabilir, web sitesi etkileşimini ve trafiğini artırır ve ziyaretçileri müşterilere dönüştürür.
Tumblr media
Twitter Reklamcılığı
Twitter, sponsorlu tweet'ler (tanıtım amaçlı tweet'ler), sponsorlu hesaplar (önerilen hesaplar) ve sponsorlu trendler (Twitter'ın sıcak konular (hot topics) listesinde görünen hashtag'ler) oluşturmanıza olanak tanır. Tıklamalar veya dönüşümler kampanyası, abone kampanyası, lead kampanyası, uygulama etkileşimi kampanyası ve video görüntüleme kampanyası gibi kampanyalar size fayda sağlar. Faturalandırma modeli, Twitter'ı Facebook'tan ayırır. Yalnızca yukarıdaki hedeflerden biri karşılandığında ödeme yaparsınız.
Tumblr media
TikTok Reklamcılığı
2020 yılında kısa videoların paylaşılmasına dayanan TikTok uygulaması patlama yaptı. Önceden çok genç olan hedef kitlesi artık 25 yaş üstü insanların %30'unu içeriyor. TikTok kullanıcılarının %45'i Facebook'ta olmadığı için bu ağ bir sosyal medya reklam stratejisinde kritik bir öneme sahip. TikTok, topluluğunuzu genişletir, marka bilinirliğini artırır, satın alma amacını ve satışları artırır ve uygulamanız için indirme sayısını artırır.
Tumblr media
LinkedIn Reklamcılığı
Profesyonel sosyal ağların reklam alanına yatırım yapmak istiyorsanız LinkedIn bulunmanız gereken yer! Metin, resim veya videolar aracılığıyla, internet kullanıcılarını profesyonel profillerine (konum, faaliyet sektörü, profesyonel geçmiş, coğrafi konum vb.) göre hedefleyebilirsiniz.
Sosyal Medya Reklam Hizmetlerimiz
Wertebra, işletme hedeflerinize göre çeşitli sosyal reklam türlerini tasarlar, yapılandırır, uygular ve yönetir. Her biri farklı hedeflere ulaşmanızı sağlar:
Satışlarınızı, görünürlüğünüzü ve ününüzü artırır.
Ticari teklifler veya özel operasyonlar dağıtılır.
Katılımı teşvik eder.
Şirketinizi veya markanızı tanıtmak için sosyal medyayı kullanır.
Web sitenize/e-ticaret sitenize gelen trafiği artırır.
Bir mobil uygulama, teknik inceleme veya içerik indiren kişi sayısını artırır.
İletişim ve pazarlamanın tüm yönlerine ilişkin kapsamlı anlayışımız, harekete geçirme çağrınızın gerçekleşmesi için şaşırtıcı ve çekici sosyal reklamları hayal etmemizi, tasarlamamızı ve optimize etmemizi sağlar.
Wertebra Sosyal Medya Reklamcılığı Ajansı ile Hedeflerinize Ulaşın
Trafiğinizi İyileştirin
Trafiğinizin miktarı (ve daha da önemlisi kalitesi) gelir elde etmek için kritik öneme sahiptir. Daha ilgili insanlar genellikle daha fazla paraya eşittir!
Gelirinizi Artırın
Sosyal medya reklamlarının önemli bir büyüme faktörü olması şaşırtıcı değildir. Bazı müşterilerimiz sadece buna güvenerek gelirlerini elde ediyor. Eğer sosyal medya reklamcılığı kapsamında yatırımlarınızı Wertebra ile planlarsanız gelirinizde artış elde edersiniz.
Giderlerinizi Yönetin
Kampanya yöneticilerimiz, platform karmaşıklığının tuzaklarından kaçınmanıza yardımcı olacak ve maliyetleri eşitlemek için akıllı bir yerleşim stratejisi uygulayacaktır.
1 note · View note
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 176. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 176: On Bin Tanrı Mağarası, On Bininin de Yüzü Aydınlatılıyor
Yüzlerce büyülü tılsım ve ağır kayalar onu hiçte durduramamıştı!
Feng Xin ve Mu Qing hızla tepki verdiler; Feng Xin birbiri ardına oklar gönderdi diğer yandan Mu Qing kılıcını savurdu, ona doğru havadan bıçaklar gönderiyordu, ardından Xie Lian’ı yakaladı ve koştu. Feng Xin de hemen onu taklit etti ve bağırırken kayalara vurmaya başladı. “HASİKTİR! NASIL BİZİ BU KADAR ÇABUK BULDU?”
“Ben nereden bileyim??” Mu Qing de ona bağırdı. “…Kırmızı ip! Kırmızı ip! Kırmızı ip hala parmağında!!”
İkisi fark ettikleri anda Xie Lian’ın eline hamle yaptılar.
Sanki Xie Lian onlara izin verirmiş gibi. Diğer elini uzatarak, kırmızı düğümün olduğu elini korudu ve haykırdı. “YAPAMAZSINIZ!”
Feng Xin haykırdı. “Ekselansları, kırmızı ip bağlı olduğu sürece bizi bulacak. Eğer yetişmesini istemiyorsan çözmek zorundayız!”
Ancak Xie Lian elini bırakmayı reddediyordu. “Eğer bizi yakalasa bile, korkmuyorum ki. Ben… ona sormak istiyorum.”
Mu Qing’in gözleri ardına dek açıldı. “Onunla hala konuşmak mı istiyorsun? Onun ne kadar güçlü olduğunu anlaman için seni tümüyle yutması gerekecek galiba.”
“Ama ben zaten onun ne kadar güçlü olduğunu biliyorum.” Xie Lian karşı çıktı. “Bana o duvar resminde ne olduğunu söylemiyorsunuz, görmeme de izin vermiyorsunuz. Bu şekilde beni hiçbir şeye ikna edemezsiniz.”
“O bir hayalet kral ve davranışları oldukça anormal. Normal insanlar bu tür iki şeyden uzak dururlar, herhangi bir şeyle ikna edilmelerine gerek kalmadan üstelik!”
Xie Lian iki parmağını uzattı. “İki seçeneğiniz var: ya geriye dönmeme izin verirsiniz ve ondan bir açıklama isterim, ya da beni duvar resmine bakmaya götürürsünüz.”
Feng Xin ve Mu Qing sanki korkunç bir şey hatırlamış gibiydiler ve birisinin dudakları titriyordu diğerinin ise kaşları daha fazla çatılamazdı. Her ikisi de önünü kestiler ve aynı anda konuştular. “İKİSİ DE OLMAZ!”
Böylece Xie Lian kollarını sıvadı. “İkiniz de hayır dediğinize göre, o zaman bunu yumruklarımızla çözeceğiz! İlk hanginiz? Ya da aynı anda mı geleceksiniz?”
Mu Qing Feng Xin’e döndü. “Önce sen!”
Ardından geriye çekildi. Feng Xin, Xie Lian’a karşı kazanabileceğinden emin değilmiş gibi görünüyordu, ama kayıp bir gençliği kurtarmak için elinden geleni yapacaktı, bu yüzden yayını kavradı. “PEKALA! Ekselansları, küstahlığımı mazur görün!”
Xie Lian da ona döndü. “Sen de…”
Ancak beklenmedik bir şekilde nezaketle açılışı yapamadan, sırtına sıcacık bir şey değdi. Birisi arkasından bağırıyordu. “HAREKET ETME, KONUŞMA!”
Ve ardından tüm bedeni metal bir plakaymışçasına dondu.
Sadece o da değil, artık sesi de çıkmıyordu!
Mu Qing, Xie Lian’ın arkasından çıktı ve Feng Xin’e hitaben konuştu. “Onu sürükleyelim. Tılsım onu geçici bir süreliğine tutar, ama uzun sürmez.”
Feng Xin şaşkındı. “Neden ona pusu kurdun? Birebiri kabul etmemiş miydik?”
Xie Lian da Mu Qing’in hemen sözünden dönmesini beklememişti. Bir zamanlar astı olan bu ikiliye bu kadar güvenmese, bu kadar kolay kanmazdı.
“Şimdi birebir dövüşülecek zaman mı?” Dedi Mu Qing. “Bilerek yapıyor. Hua Cheng’in yetişmesi için zaman kazanmaya çalıştığı aşikar. Şu andaki halini görmüyor musun? Ona kapılıp gitmiş durumda! Şu anda ona ne söylersen söyle dinlemeyecektir. Karşılaştıkları anda ise, Hua Cheng’in tek yapması gereken birkaç tatlı sözle onu eğlendirmek, hemen ona inanacak, tilki ruhuyla efsunlanmış gibi.” *ÇN: Halk hikayelerinde tilki ruhları baştan çıkarıcılardır, masum insanları efsunlamaları ve kendilerine aşık etmeleriyle tanınırlar.
Feng Xin düşünüp taşındı ve Mu Qing’in mantıklı konuştuğuna karar kıldı. İç çekti. “Ekselansları, seni bilerek kandırmadık ama onun sana karşı düşünceleri oldukça… uygunsuz. Yüksek sesle söyleyemem bile! Lütfen bizimle gel.”
“Hadi gidelim.” Dedi Mu Qing.
Mu Qing’in sözleri ne bir öneri ne de yakarıştı, onun yerine bir emirdi. Biraz önce Xie Lian’ın sırtına yapıştırdığı bir Emir Tılsımı olmalıydı, kendi kanıyla çizilmişti. Emir Tılsımı hedef kişinin, büyüyü yapan kişiye itaat etmesini sağlardı, ama aslında sadece ‘konuşma’, ‘yürü’, ‘dur’, ‘koş’ gibi basit emirlere uyulmasını sağlayabilirdi. Daha karmaşık emirlere uyulması daha zordu ve tılsım kişinin zihnine müdahale edemezdi. Sadece Brokarlı Ölümsüz gibi güçlü hayaletler daha fazlasını yapabilirdi.
İkisi yine Xie Lian’ın peşinde hızla yürümeye başladılar, ama moloz yığınıyla karşılaşınca durmak zorunda kaldılar.
Feng Xin yolun kesildiğini fark edince yüksek sesle düşündü. “Neden bu kayalar yolumuzu tıkıyor? Neden devam edemiyoruz?”
“Kayaları deviren sen değil miydin? Neden bana soruyorsun?” Dedi Mu Qing.
Feng Xin sorguladı. “Yol gösteren sendin, bu yüzden suç sende. Eğer daha önce buradan geçtiysek nasıl geri döndük?”
Mu Qing sorgulanmayı reddediyordu. “Saçmalık; yolu bildiğim falan yok, nasıl ben yol göstereyim? Biraz önce koşturup duran sen değil miydin?”
Tekrar kavga edeceklermiş gibi görünüyorlardı, ve Feng Xin elini salladı. “Boş ver, senin tartışacak vaktim yok. Delip geçelim!”
Hua Cheng peşlerindeydi, bu yüzden sadece ileriye gidebilirlerdi. Geri çekilmekte bir seçenek değildi, yoksa karşılaşırlardı. Yolları kapamak kolaydı ama kazıp geçmek büyük bir dertti. İkisi Xie Lian’ın uslu bir şekilde kenarda beklemesini sağladıktan sonra Feng Xin rasgele yumruk atmaya başladı ve Mu Qing, alnındaki damarlar yerinden fırlamıştı, kılıcını etkileyici bir şekilde savuruyordu. Kısa bir süre içerisinde yol kazıldı. Kayalar yuvarlandı ve tozlar uçuştu. Tam Xie Lian’ı çağıracaklardı ki, beklenmedik bir şekilde toz dağıldıktan sonra önlerinde kırmızılara bürünmüş bir figür belirdi. Xie Lian’ın gözleri anında ışıldadı. Bu Hua Cheng’di!
Gözleri soğuktu ve ellerini arkasında birleştirmişti, sessizdi.
Feng Xin konuşuverdi. “NE DİYE GİTMİYORSUN SEN?!”
Israrcılığın vücut bulmuş haliydi sanki. Biraz öncesinde açık bir şekilde onu geride bırakmışlardı, nasıl bir an sonra önlerinde belirebiliyordu??? Ve kim bilir ne zamandır orada duruyordu, sessiz bir şekilde bekliyor, onların yoldaki engeli temizleyerek kendilerini sunmasına izin veriyordu. Bu son derece büyük bir ısrarcılık ve ürkütücü bir şey değil miydi?
Feng Xin ve Mu Qing hemen uzun adımlarla geriye çekildiler. Hua Cheng onlara bakmadı. Gözleri kenara kaydı ve Xie Lian’a doğru bir adım attı. Feng Xin ve Mu Qing onun için geldiğini anlayınca hemen Xie Lian’ın önüne geçerek onu korumaya aldılar.
Birlikte bağırdılar. “YAKLAŞMA!”
Hua Cheng’in yüzü kapkaranlıktı.
Normalde, eğer birisi Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuruna bir şey yapmamasını söylerse, umurunda bile olmazdı; eğer gülüp söylediklerinin tam tersini yapmazsa tuhaflık bunda olurdu. Ancak bu kez, sanki gerçekten temkinli ve fevri davranmaya cesaret edemiyor gibiydi, adımları duraksadı.
Kısa bir süre sonra en sonunda konuştu, kelimeleri yavaştı. “Ne yapmaya çalışıyorsunuz?”
Ses tonu neredeyse sakindi. Feng Xin ise çok daha doğrudan konuştu. “Artık rol yapmamıza gerek yok, eski inini bulduk. İlahi heykelleri ve resimlerini çoktan gördük, her şeyi gördük!”
Hua Cheng onlarla doğrudan yüzleşmiyordu, yan bir şekilde durmuştu. Onu duyunca sırtındaki elleri kasılmış gibiydi, iki parmağı katı bir şekilde kıvrıldı.
“…”
Başını eğdi ve yumuşak bir sesle sorguladı. “Ekselansları da gördü mü?”
Sesi çok ama çok kısıktı ve her ne kadar etkilenmemiş gibi görünse de, bir parça çatlamıştı, normal değildi.
Xie Lian içinden haykırdı, Hayır!
Aslında, sahiden büyük bir kısmını görmemişti ama Xie Lian şu anda ne hareket edebiliyor ne konuşabiliyordu. Sadece taş duvarın köşesine yaslanmış öylece durabiliyordu, ikisinin arkasına saklanmış gibi görünüyordu, sanki Hua Cheng’le yüzleşmekten korkuyormuş ve onunla konuşmayı reddediyormuş gibiydi.
Feng Xin yayını çekti. “Evet. Artık… amacının… ne olduğunu biliyoruz. Bir Hayalet Kral olarak saygınlığından ötürü, eğer hala bir parça onurun varsa, bir daha Ekselanslarının yanına yaklaşma.”
Bu esnada Xie Lian’ın duyguları yanmış bir ev gibiydi, siyah duman ağır ve kalındı. Hua Cheng onda bir tuhaflık olduğunu fark etmiş olmalıydı ve Xie Lian’ın tek umudu Hua Cheng’in ona bir soru sormasıydı.
Ama Hua Cheng herhangi bir şeyi fark edebilecek bir ruh halindeymiş gibi görünmüyordu ve sadece soğuk bir şekilde konuştu. “Onun yanına yaklaşmayayım mı? Ve siz ikiniz, bana bunları söyleme hakkını nereden buluyorsunuz?”
Cevap vermelerini beklemeden, Hua Cheng’in gözleri tehlikeli bir şekilde parladı. “Ama aklıma aramızda bitmemiş bir mesele olduğunu getirdiniz!”
C��mlesini bitirdiği anda, sayısız gümüş kelebek ikisine doğru uçtu, çığlık atıyorlardı.
Bu fırtınalı saldırıyla yüzleşince, tek umutları ruhani bir kalkandı. Feng Xin ve Mu Qing aynı anda haykırdılar. “KALKAN!”
Kelebek seli şekilsiz bir ruhani kalkanla engellenmişti ve havada ışıldayan gümüş parçalara bölünmüşlerdi. Hızla yeni kelebeklere dönüşüyorlardı ve tekrar tekrar saldırıyorlardı, durdurulamazlardı. Saldırıyı engellemeye devam ederek geri çekildiler çünkü Hua Cheng adım adım onlara yaklaşmaktaydı. Ruhani halesinden yükselen hortumlar kuzguni saçlarını karıştırıyor ve rüzgarda vahşice dans etmelerine neden oluyordu; gümüş kelebeklerin kör edici ışıltısında, delirmiş öfkesi ve vahşet gözlerini tümüyle doldurmuştu. Sadece kalkanın arkasında durmanın bir faydası olmayacaktı ve Feng Xin ile Mu Qing bakıştılar, doğrudan saldırmaya karar vermişlerdi. Böylece üçü dar koridorda dövüşmeye başladılar. Feng Xin hayalet kelebeklere yönelirken Mu Qing Hua Cheng’le yüzleşiyordu. Hua Cheng kolunu savurdu ve sol elinde E-Ming belirdi, saldırmaya hazırdı!
Xie Lian ilk kez E-Ming’i ciddi bir şekilde dövüşürken görüyordu. Eğri kılıç uzun ve inceydi, öldürme isteğiyle titriyordu, gümüş ışıltısı tehditkardı – sahiden de kötülükle dolup taşan habis bir kılıçtı!
Dövüş heyecan vericiydi; Hua Cheng yerinde durmuş iki kişiyle dövüşüyordu ve Xie Lian nefesini tutmuş, gözlerini bile kırpmadan izliyordu. Kısa bir süre sonra E-Ming’in ucu kıvrıldı ve Mu Qing’in kılıcını kayalara sapladı. Her ne kadar Mu Qing hala kabzasını tutuyor olsa da kılıcını kayadan kurtaramıyordu. Bir anlık şoktayken, Hua Cheng çoktan yumruğunu savurmuş ve çenesine bir yumruk indirmişti, darbenin etkisiyle Mu Qing’in tüm bedeni havaya uçmuştu, en sonunda kılıcın kabzanı bırakmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan Feng Xin’in yayından çıkan her ok hayalet kelebeklerin keskin kanatları tarafından ikiye bölünmüştü ve ezici bir sayısal üstünlükleri vardı, başa çıkması çok güçtü!
Zafer ve mağlubiyet bu noktada belirgin bir hal almıştı. Köşelerden sayısız beyaz ipek filiz sürünerek çıktı, ve ikisini bir kez daha devasa kozalara sardı. Mücadele ettikçe daha sıkı sarılıyorlardı ve Mu Qing ipeği yırtarken bağırdı. “BİZİ O ÇUKURA SENİN ATTIĞINI BİLİYORDUM!”
Feng Xin haykırdı. “Bu örümcek ağı değil! Bu…!”
Xie Lian da fark etti. Bu kelebeklerin ağıydı!
Kelebeklerin çıkması için kozalar açılmadan önce, ipeğimsi krizalitler belirmişti. Bu tuhaf, örümcek ağımsı beyaz ipek tümüyle Hua Cheng’in işiydi ve muhtemelen inanılmaz saldırgan kelebeklerle bağlantılıydılar!
Dövüş sona erdikten sonra Hua Cheng kılıcını geri çekti ve dalga geçti. “Sizi kurtarmak için çukura attım. Sonuçta, bağırarak çığ düşürmeseydiniz, On Bin Tanrının Mağarasına asla düşmezdik. Zavallı hayatlarınızı kurtardığım için bana neden teşekkür etmiyorsunuz?”
Hua Cheng’in esas planı muhtemelen çığ durana dek beklemek ve karlı dağ sakinleştikten sonra Xie Lian’ı dışarıya çıkartmaktı, Feng Xin ve Mu Qing’i ise geride bırakacaklardı. Ancak beklenmedik bir şekilde ağızlarındaki bağları kemirmiş ve ses çıkartmışlardı, bu da Xie Lian’ın onları keşfetmesine ve sonrasında gelişen olaylara sebep olmuştu. Eğer onlar olmasa, Xie Lian sahiden Hua Cheng’in peşinden gidip tek bir ilahi heykelin yüzünü görmeden dışarıya çıkabilirdi.
Ancak şimdi, en kötü senaryo gerçekleşmişti. Her sır çekilmiş ve gün yüzüne çıkartılmıştı.
Xie Lian’ın kalbi hızla çarpıyordu, ama bedeni itaatkar bir şekilde durmaktaydı. Hua Cheng’in gözlerindeki soğukluk gittikçe yayılıyordu ve yukarıdan Mu Qing’e doğru bakmaktaydı.
Kısık bir sesle konuştu. “Görünüşe göre eğri kılıçlar konusunda yetenekli olan benim. Sen değilsin.”
Mu Qing’in boğazı pek çok beyaz ipek şeridiyle kapanmıştı, yüzü ise boğuşmaktan bir maviye bir kırmızıya dönüyordu, dudaklarının kenarından köpükler çıkıyordu. Boğulur gibiydi. “Seni! …sen…? Anlıyorum, anlıyorum…”
Feng Xin de dişlerini sıkıyordu. “…Neyi… anlıyorsun?”
Mu Qing konuştu. “Bu yüzden… bu piç benden bu kadar nefret… ediyor, muhtemelen seninle aynı sebepten!”
“Ne… öhö, ne sebebi?” Feng Xin sordu.
Mu Qing nefretle konuştu. “Çünkü delirmiş! Duvar resimlerindekileri unuttun mu? O… BeiZi Tepesinden dönünce Ekselanslarının terfi ettirmek istediği genç asker. Ekselansları kılıçla iyi olduğunu ama eğri kılıçla daha başarılı olacağını söylemişti… öhö, öhö.”
“Neden senden bunun için nefret etsin ki??” Feng Xin sorguladı.
Ancak Mu Qing konuşmayı kesti. BAM! Hua Cheng suratına bir yumruk indirdi ve ürpertici bir şekilde gülümseyerek onun yerine cevap verdi. “Çünkü beni ordudan attı.”
Mu Qing böyle bir şey mi yapmıştı?!
Feng Xin de şaşkındı. “…HASİKTİR? NE DİYE ONU ORDUDAN ATTIN? SENİ KIZDIRDI MI??”
Mu Qing cevapladı, yüzü kanlar içindeydi. “Onu sadece eve yolladım, savaşmak pekte iyi bir şey sayılmaz! Onun böyle delireceğini ve bu zaman dek kin güdeceğini nereden bilecektim!...”
Sözlerini bitiremeden bir diğer yumruk daha indi, BAM!, ve yüzü neredeyse dağılmıştı. Hua Cheng gülümsedi. “O zaman beni neden ordudan attığını bilmiyor muyum sanıyorsun? Ha?”
Mu Qing’in gözleri ışıldadı. Hua Cheng ise güldü. “İşe yaramaz pisliğin kim olduğu şimdi çok bariz değil mi?”
“…”
Sanki Mu Qing’in yarasına tuz basmıştı. Bir ağız dolusu kan tükürdü, ardından kindar derecede yavaş bir şekilde konuştu. “Neyse ki seni atmışım. Yoksa, eğer orduda kalsaydın, Ekselanslarına yaklaşırdın ve aklında gezen ağza alınmaz pis düşüncelerle onu her gün izlerdin! İğrençsin!”
Xie Lian’ın kalbi vahşice sıkılıyordu sanki. Mu Qing’in son cümlesinde Hua Cheng çoktan yumruğunu kaldırmıştı, ama ‘iğrenç’ kelimesini duyduğu zaman eli havada asılı kaldı. Solgun elinin sırtında damarlar belirdi. Parmaklarını sıktı ve gevşetti, gevşetti ve tekrar sıktı.
Kısa bir süre sonra Hua Cheng ürpertici bir sesle konuştu. “Şimdilik seninle tartışmayacağım. Sadece söyle, dürüst ol: ikinizin çığ düşmeden önce söyledikleri doğru muydu?”
Mu Qing’in gözleri ardına dek açıldı ve Feng Xin’e baktı. Feng Xin de ona bakıyordu, gözleri o kadar açılmıştı ki yerlerinden düşeceklerdi. İkisi de nasıl cevap vermeleri gerektiğini bilmiyorlardı.
Hua Cheng sert bir şekilde konuştu. “Sabrım sınırlı. Üçe kadar sayacağım bana cevap verin. Bir! İki!”
Demek sahiden bu kadar buyurgan bir şekilde davranabiliyordu! Tam bu sırada paniğin ortasında Mu Qing’in aklına bir fikir geldi. Haykırdı. “Ekselansları, KAÇ!!!”
Emir duyulduğu anda, sırtında kanlı tılsımla Xie Lian hemen tepki verdi ve koştu. Hua Cheng hemen arkasına döndü ve iki sıra beyaz ipek uçarak Xie Lian’ı zorla tuttu. Daha iki adım bile atamadan yere düşmüştü.
Bu şartlar altında, sanki tüm bu zaman boyunca sarsılmış ve şok girmiş gibi görünüyordu, ya da gerçeği kabullenmekte zorlanmış gibi, dövüşe engel olmak istememiş gibi. Kendinden geçmiş bir halde tüm bu zaman boyunca orada durmuş ve en sonunda kaçmaya karar vermişte başarısız olmuş gibi. Ama aslında, kaçmayı bir an bile düşünmemişti!
Xie Lian’ın hem elleri hem kolları ağır beyaz ipeklerle sarılmıştı. Dağınık bir şekilde yerde yatıyordu, siyah saçları ve beyaz cübbesi savrulmuştu, bambu şapkası ise kenara yuvarlanmıştı. Hua Cheng yavaşça arkasını döndü ve uzunca bir süre duraksadıktan sonra ona doğru yürüdü. Birkaç adımdan fazla atamamıştı ki Feng Xin kendini daha fazla tutamadı ve bağırdı. “HUA CHENG!”
Hua Cheng duraksadı ve başını hafifçe çevirdi.
Feng Xin kendisini yalvarmaya zorladı. “Ekselanslarını… bırak! O yeterince acı çekti. Ona, zarar…”
Hua Cheng konuşmadı. Xie Lian’ın yanına gitti ve ellerini Xie Lian’ın dizlerine ve sırtına koyarak onu kaldırdı, Xie Lian’ın kollarına almıştı.
Xie Lian onun koluna yaslandı, iki devasa kozanın yüz ifadesini seçemiyordu. Feng Xin sanki bir kuzunun kaplanın avucuna düşmesini izler gibiydi, sanki Xie Lian parçalanıp yok edilecekmiş gibi görüyordu, bağırmaya başladı. Mu Qing tekrar ipek bapları dişlemeye başlamıştı ama bu kez yanlış açıdaydı ve işe yaramıyordu. Hua Cheng On Bin Tanrının Mağarasını avucunun içi gibi biliyordu ve pek çok dönüş ve köşenin ardından ikisi kısa bir süre sonra kayboldular, sesleri de.
 Çevirmen: Nynaeve
151 notes · View notes
davamizmetafizik · 4 years
Text
5– 'HIRSIZLIK VE DOLANDIRICILIK' İFTİRASI
Kuran'da, kardeşlerinin Hz. Yusuf (as)’a karşı şiddetli bir kıskançlık besledikleri bildirilmektedir. Bu kıskançlıkları nedeniyle Hz. Yusuf'u küçük yaştayken bir kuyuya terk etmişler, onun ailesinden ve sevdiği insanlardan kopmasına neden olmuşlardır.
Kuran'da Hz. Yusuf'un, iyi kalpli küçük kardeşini diğer günahkar kardeşlerinden ayırıp kendi yanında tutabilmek için Allah'ın vahyiyle bir taktik uyguladığı anlatılır. Hz. Yusuf (as) hükümdarın su kabını kardeşinin yükünün içine bırakıp sonra da bulmuş gibi yaparak bu sayede ülkesinin kanunlarına göre onun diğer kardeşleriyle gitmesine izin vermeyip yanında alıkoyabilmiştir.
Bu zahiren küçük kardeşinin hırsızlığı gibi görünen ancak planlı bir taktik olan olay üzerine günahkar kardeşleri, karşılarındakinin Hz. Yusuf (as) olduğundan habersiz, ona hemen gıyabında ahlaksızca "hırsızlık iftirası"nda bulunmuşlardır.
Günahkar kardeşlerinin Hz. Yusuf (as)'a hırsızlık iftirası atmaları ayette şöyle anlatılır:
Dediler ki: "Şayet çalmış bulunuyorsa, BUNDAN ÖNCE ONUN KARDEŞİ DE (HZ. YUSUF) ÇALMIŞTI." Yusuf bunu kendi içinde saklı tuttu ve bunu onlara açıklamadı (ve içinden): "Siz daha kötü bir konumdasınız" dedi. "SİZİN DÜZMEKTE OLDUKLARINIZI ALLAH DAHA İYİ BİLİR." (Yusuf Suresi, 77)
Görüldüğü gibi ayette Hz. Yusuf (as)'a düzen kuranların Allah'ın bilgisi dahilinde oldukları ve Allah Katında kötü bir konumda oldukları bildirilmektedir.
GÜNÜMÜZDE DE YİNE BENZER BİR İFTİRA SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARINA ATILMAKTADIR.
Bu masum insanlar, ‘kara para aklama ve dolandırıcılık’ gibi hiçbir aslı ve dayanağı olmayan, hayali ithamlarla suçlanmaktadır. Oysa güya dolandırıcılık faaliyeti, kara para aklama trafiği gibi gösterilmeye çalışılan işlemlerinin, arkadaşlarımıza ait şirketlerin elemanlarının bankalara düzenli olarak yatırdıkları 500’er 1000’er liralık elektrik, su, doğalgaz vb. ödemeler olduğu ortaya çıkmıştır.
Yine 100 milyonlarca dolarlık kara para akladığı iddia edilen A9 TV, Global Yayıncılık gibi şirketlerin bir bakkal dükkanından fazla ciro ve sermayeleri olmadığı görülmüştür.
Tüm bu gerekçelere rağmen dosyada hiçbir somut suç delili bulunmamasının telaşını yaşayan kumpasçılar hala, "çamur at izi kalsın" mantığındaki çirkin ve mesnetsiz iftiraları bir kısım medya üzerinden sürekli tekrarlayarak kamuoyunu yanıltma çabasındadırlar.
Geçmişte Hz. Yusuf (as)'a, diğer peygamberlere ve salih müminlere olduğu gibi bugün de aynı çirkin ve asılsız iftiraların Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına atılması, müşrik ve münafıkların her devirde müminlere duydukları kin ve haset ve öfkenin ne kadar büyük ve şiddetli olduğunu gözler önüne sermektedir.
6– ‘YALANCILIK, ŞIMARIKLIK VE KENDİNİ BEĞENMİŞLİK’ İFTİRASI
İnsanlar doğal olarak, yalan söyleyen, şımarık ve kendini beğenmişkişilere karşı antipati duyar, onlara benzemek ve onlarla beraber olmak istemezler. Müşrik ve münafıklar da insanların bu doğal ve fıtri tepkisini, haklarında çok çeşitli yalan ve iftiralar yaydıkları müminlere karşı yönlendirip hedef saptırırlar. Müminlere haksız yere, haşa "yalancı, kibirli ve şımarık oldukları"na dair asılsız ve alçakça iftiralar atarak bu mübarek ve alçak gönüllü insanları toplumun öfke ve nefretine maruz bırakmaya çalışırlar.
Müşrikler tarafından bu konuda en büyük iftiralara maruz kalan elçilerden biri Hz. Salih (as)'tir:
Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır." ONLAR YARIN, KİMİN ÇOK YALAN SÖYLEYEN, KENDİNİ BEĞENMİŞ BİR ŞIMARIK OLDUĞUNU BİLİP-ÖĞRENECEKLERDİR. (Kamer Suresi, 23-26)
Bu ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Salih'in kavmi, içlerinden bir insana Allah'ın lütufta bulunmasını, ona elçilik görevi vermesini kıskanmışlar, Allah'ın müminlere dünyada ve ahirette nimet vermesinden ötürü içlerinde biriktirdikleri haset, kin ve öfkeyle haklarında bu tür çirkin ve asılsız iftiralar yaymaya kalkmışlardır.
GEÇMİŞTE HZ. SALİH (AS)'E VE DİĞER BİRÇOK PEYGAMBERLERE VE MÜMİNLERE ATILAN BENZER İFTİRALAR BUGÜN DE MÜŞRİK VE MÜNAFIKLAR TARAFINDAN AYNI PERVASIZLIKLA SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARINA ATILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR. NE VAR Kİ TARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE HİÇBİR TUZAK, HİLE, DÜZEN VE İFTİRA MÜMİNLERE ZARAR VERMEMİŞTİR. ALLAH BUNA İZİN VERMEMİŞTİR, VERMEYECEKTİR İNŞAALLAH.
ALLAH'IN KENDİ KATINDAN, ECİRLERİNİ KAT KAT ARTIRMAK VE ONLARI ARINDIRIP TEMİZLEMEK İÇİN ZAMANI BELLİ BİR SÜREYE KADAR MÜMİNLERİ GÜZEL BİR İMTİHANLA İMTİHAN ETMESİ NE MÜŞRİK VE MÜNAFIKLAR İÇİN BİR ZAFERDİR, NE DE MÜMİNLER İÇİN BİR KAYIP VE YENİLGİDİR.
ZAHİREN ŞER VE ZARAR GİBİ GÖRÜNEN MÜŞRİK VE MÜNAFIK SALDIRILARININ GERÇEKTE MÜMİNLER İÇİN ÇOK BÜYÜK BİR HAYIR OLDUĞUNU ALLAH ZAMANI GELDİĞİNDE HEP GÖSTERMİŞTİR VE BUNDAN SONRA DA KENDİ DİLEMESİYLE GÖSTERECEKTİR.
ARALARINDAN PİSLİKLER TEMİZLENDİKTEN SONRA ALLAH, MÜMİNLERDEN DİLEDİĞİNİ ŞEHİTLER OLARAK KATINA ALACAK, DİLEDİĞİ İSE HAK YOLDA DEVAM EDEREK TÜM MÜŞRİK VE MÜNAFIKLARA ÜSTÜN GELECEKTİR. BU ALLAH'IN DEĞİŞMEZ BİR KANUNUDUR.
7– ‘SAPKIN BİR DİNİ İNANIŞA SAHİP OLUP İNSANLARI DA DİNLERİNDEN SAPTIRMAYA ÇALIŞMA’ İFTİRASI
Kuran'da birçok elçinin, inkarcıların büyük bir iftirası olarak, haşa "sapkın bir dini inanışa sahip olmak ve insanları da mevcut inançlarından döndürmeye çalışmakla" suçlandığı bildirilir. Müşrikler ve münafıklar, Allah'a ve ahiret gününe iman etmedikleri halde, elçilere karşı gelirken ikiyüzlü ve sahtekarca haktan yanaymış gibi görünürler. Halkı müminler aleyhinde kışkırtmak için elçileri ve onlara tabi olanları, haşa hak dini değiştirmek hatta ortadan kaldırmak isteyen insanlar gibi göstermeye çalışırlar.
Oysa, elçiler tam aksine Allah'ın gönderdiği hak dini savunan ve tebliğ eden, hurafeleri ve batıl inançları ortadan kaldıran kutlu insanlardır. İnkarcıların bu iftiralarındaki amaçları ise kendilerince samimi Müslümanları halkın gözünde haşa, güvenilmez, tehlikeli ve "din kisvesi altında çıkar arayan" insanlar gibi göstermeye çalışmaktır. Aynı iftiralara geçmişte Firavun ve yakın çevresi de Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)'a karşı başvurmuştur:
Dediler ki: "Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve ÖRNEK OLARAK TUTTURDUĞUNUZ YOLUNUZU (DİNİNİZİ) YOK ETMEK İSTEMEKTEDİRLER." Bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur. (Taha Suresi, 63-64)
Bir başka ayette ise Firavun'un tüm inkarına ve zalimliğine rağmen suret-i haktan görünerek şöyle dediği bildirilmektedir:
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, SİZİN DİNİNİZİ DEĞİŞTİRMESİNDEN ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26)
Firavun'un bu sözlerinde samimi olmadığı, ancak bu iddiayı halkın gözünü boyamak için ortaya attığı açıktır. Çünkü gerçek dini ortadan kaldırmak isteyen, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaran, insanlara zulmeden asıl kendisidir.
Hz. Musa (as) dışında da pek çok elçi benzer yalanlarla iftiraya maruz kalmıştır. Bu mübarek elçilerden biri de Hz. Nuh (as)'tur. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
KAVMİNİN ÖNDE GELENLERİ, "gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz" dediler. O: "Ey kavmim, bende bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim." dedi. (Araf Suresi, 60-61)
Kavimleri tarafından aynı yalanlarla suçlanan elçilerden ve salih Müslümanlardan bazıları ise Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Dediler ki: "Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz." (Hud Suresi, 62)
Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi. Kendi yakınlarına döndükleri zaman neşeyle dönerlerdi. Onları gördükleri zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır" derlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-32)
Oysa, asıl şaşkınlık ve sapkınlık içinde olanlar, Allah'ın gönderdiği hak dini açıkça inkar ettikleri, atalarının sapkın dinine körü körüne uydukları ve açıkça Allah'a şirk koştukları halde, tertemiz, dürüst, samimi, Allah'ın rızasından başka amaçları olmayan müminlere iftiralar atarak zulmeden müşriklerdir.
Tarihte elçilere atılan haşa, "dinde sapkınlık" iftirası Bediüzzaman’a da atılmıştır. Bu iftira onun İslami hükümleri saptırarak, kendine göre bir din anlayışı savunduğu ve çevresindeki kişilere de bu sapkın dini telkin ettiği yönündedir. Bu provokasyonların amacı, halkı ve konuyu ayrıntısıyla bilmeyen bazı dindar çevreleri kışkırtarak, Bediüzzaman’ı yanlış tanımalarını ve ona tepki göstermelerini sağlayıp imani ve Kurani tebliğini sekteye uğratabilmektir.
GEÇMİŞTE, HAK DİNİN EN BÜYÜK SAVUNUCULARI OLDUKLARI HALDE ELÇİLERE, ONLARIN İZİNDEN GİDEN SALİHLERE VE YAKIN TARİHTE BEDİÜZZAMAN'A ATILAN HAŞA "SAPKIN BİR DİNİ İNANIŞA SAHİP OLUP DİĞER İNSANLARIN DA DİNLERİNİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMA" İFTİRASI BUGÜN BİREBİR SAYIN ADNAN OKTAR’A ATILMAKTADIR.
Bu tarz iftiralar her dönemde müşrik ve münafıklar tarafından insanları hak yola davet eden müminleri haşa, karalayarak, değersiz ve sapkın gibi göstermeye çalışarak imani faaliyetlerini etkisiz hale getirebilmek amacıyla atılır.
8– ‘DELİLİK’ İFTİRASI
Her dönemde inkarcı, müşrik ve münafıkların sıklıkla başvurdukları başka bir şeytani yöntem ise elçileri ve salih müminleri haşa "delilikle" itham etmeleridir. Hz. Muhammed (sav) de dahil olmak üzere birçok elçi, Allah'a ve dine olan bağlılıkları, davalarından asla vazgeçmemeleri, taviz vermemeleri, sarsılmaz bir imana ve kararlılığa sahip olmaları nedeniyle haşa "deli (mecnun) olma" iftirası ile karşılaşmışlardır. Allah ayetlerinde, elçilerin delilikle itham edilmelerinin nedenini şöyle bildirir:
Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar? Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar... (Müminun Suresi, 69-71)
Kuran'da delilik suçlaması ile karşılaştıkları haber verilen bazı elçilerin örnekleri şöyledir:
HZ. MUHAMMED (SAV)
Onlar: "Ey kendisine kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler. (Hicr Suresi, 6)
O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten bir delidir" diyorlar. (Kalem Suresi, 51)
Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir." (Duhan Suresi, 14)
HZ. HUD (AS)
Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'aklî bir yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz." (Hud:) "Ey kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim" dedi. (Araf Suresi, 66-67)
HZ. NUH (AS)
"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin." "Rabbim" dedi (Nuh). "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et." (Müminun Suresi, 25-26)
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti.' (Kamer Suresi, 9)
HZ. MUSA (AS)
(Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir." (Şuara Suresi, 27)
Ayetlerde de görüldüğü üzere inkarcılar ve müşrikler, Allah'ın gönderdiği peygamberleri yalanlamak ve vazifelerini etkisiz kılabilmek adına insanların en üstün imanlı, en yüksek şuurlu, en akıllı, en ahlaklı ve en zekileri olan bu mübarek şahısları haşa, delilik, akli yetersizlik, cinlenmişlik gibi kötü sıfatlarla karalamaya çalışarak kendi kıt akıllarınca onları küçük düşürmeye çalışmışlardır.
Oysa, Allah ayetlerinde hiçbir peygamberde ve elçide delilik olmadığını özel olarak belirterek inkarcı ve müşriklerin iftiralarını her devirde geçersiz kılmaktadır:
Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. SEN, RABBİNİN NİMETİYLE BİR MECNUN DEĞİLSİN. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve ŞÜPHESİZ SEN, PEK BÜYÜK BİR AHLAK ÜZERİNDESİN. (Kalem Suresi, 1-4)
… SİZİN SAHİBİNİZ (VEYA ARKADAŞINIZ OLAN PEYGAMBER)DE HİÇBİR DELİLİK YOKTUR. O, yalnızca sizi, şiddetli bir azabın öncesinde uyarandır. (Sebe Suresi, 46)
SAHİPLERİNDE (YA DA ARKADAŞLARI OLAN PEYGAMBERDE) DELİLİKTEN HİÇBİR ŞEY OLMADIĞINI DÜŞÜNMÜYORLAR MI? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Araf Suresi, 184)
Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Mü’minun Suresi, 70)
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ DE DELİLİK İFTİRASI ATILARAK ENGELLENMEK İSTENMİŞTİR
Geçtiğimiz hicri 13. yüzyılın müceddidi kabul edilen Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de haşa "delilik" iftiralarına uğramıştır. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, 13. hicri yüzyılda yetişmiş en büyük İslam alimlerinden biridir. 87 yıl süren hayatı boyunca İslam’ı ve Kuran'ı savunmuş, tebliğ etmiş, inkarcı felsefelere, dine ve mukaddesata karşı olanlara yönelik büyük bir ilmi ve fikri mücadele vermiştir.
Said Nursi 1908 yılında, bir takım düzmece ve asılsız suçlamalarla mahkemeye sevk edilmiş ve mahkemenin görevlendirdiği doktor heyeti kendisine düzmece bir haşa, "akli dengesi bozuk" raporu vermiştir. Daha sonra sevk edildiği akıl hastanesindeki bir başka doktor ise, Bediüzzaman'la yaptığı konuşmadan sonra "BU ADAMDA DELİLİK VARSA, DÜNYADA AKILLI YOKTUR" diyerek, raporun asılsızlığını vurgulamıştır.
Ne var ki asıl amaç iftirayla karalamak olduğu için Bediüzzaman bundan sonra da bir kısım basında sık sık delilik suçlamasıyla karşılaşmıştır. Yine şirk ve inkar zihniyetinin savunucusu olan bazı yayınlarda da haşa, "Said Nursi tımarhaneye de girip çıkmıştır" gibi yanıltıcı algı ifadeleriyle, bu büyük İslam alimine kendilerince itibarsızlaştırma operasyonları yapmışlardır. Ancak bu da, inkar edenlerin müminler aleyhinde kurdukları tüm tuzaklar gibi hiçbir zaman başarıya ulaşmamıştır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Onlardan öncekiler de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun (tedbirlerin, karşılık vermelerin) tümü Allah’a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, inkar edenler pek yakında bileceklerdir. (Rad Suresi, 42)
Cumhuriyet tarihinde Bediüzzaman’dan sonra sırf karalamak ve itibarsızlaştırmak kastı ile haşa ‘akli yetersizlik ve delilik’le suçlanan tek Müslüman ilim ve fikir adamı Sayın Adnan Oktar olmuştur:
1986 yılında Sayın Adnan Oktar, "Türk Kavmindenim, İslam Milletindenim" sözlerinden ötürü hiçbir haklı hukuki gerekçe gösterilmeden tutuklanmış ve cezaevine konmuştur. 9 ay boyunca tekli hücrelerde tecrit edilerek tutulmuştur. Daha sonra Adli Tıp'ta, 40 gün boyunca ayağından yatağa zincirli bir vaziyette tutulmuştur. Sonrasında ise akıl sağlığı yerinde olmadığı iftirasıyla Bakırköy Akıl Hastanesi'ne nakledilmiş ve sözde müşahede altına alınmıştır. Hastanede, en tehlikeli hastaların bulunduğu "14A" koğuşunda tutulmuştur.
Sayın Adnan Oktar hapishanede ve akıl hastanesinde toplam 19 ay tutulmuş ve ardından savcılığın, "İFADELERİNDE SUÇ UNSURU BULUNMADIĞINI" belirtmesiyle beraat etmiş ve mahkemece serbest bırakılmıştır.
NE VAR Kİ SAYIN ADNAN OKTAR HAKKINDA AYLARCA HAŞA, "DELİ OLDUĞU" İFTİRALARIYLA KARALAMA KAMPANYALARI DÜZENLEYEN BİR KISIM MEDYA, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ TARAFINDAN KENDİSİNE VERİLEN VE AKIL SAĞLIĞININ TÜMÜYLE YERİNDE OLDUĞUNU BELİRTEN "SAĞLAM" RAPORUNU HİÇBİR ZAMAN HABER YAPMAMIŞ, HİÇBİR ZAMAN KAMUOYUNA DUYURMAMIŞTIR.
Geçtiğimiz yıllarda, yine bir takım kumpasçı çevreler tarafından Sayın Adnan Oktar'ın faaliyetlerini engellemeye yönelik kurgulanan "akıl sağlığı yerinde değildir" iftirasının düzmece ve gerçek dışı olduğu, kendisinin akıl ve ruh sağlığının en üst düzeyde olduğu, 60'a yakın uzman doktor, profesör ve hastane heyet raporlarıyla bir kez daha ortaya konmuştur.
Tarihte peygamberlere ve yakın geçmişte Bediüzzaman'a atılan bu iftiranın Sayın Adnan Oktar’a yöneltilmesi, Allah'ın salih kulları üzerindeki kanununda bir değişme olmadığının görülmesi açısından son derece önemlidir.
9– 'TELKİN, HİPNOZ, BEYİN YIKAMA GİBİ YÖNTEMLERLE İNSANLARI KANDIRMA, ETKİ ALTINA ALMA' İFTİRASI
Küfrün önde gelenlerinin, müşriklerin ve münafıkların, elçilerin, peygamberlerin, onların izinden giden müminlerin imani faaliyetlerini, tebliğlerini kesmek, insanların onlara inanıp güvenmelerini engellemek için uydurdukları iftiralardan biri de "büyücülük" ve "sihirbazlık" iftirasıdır. Bu iftiranın günümüzdeki karşılığı ise "insanları telkin, hipnoz gibi yöntemlerle kandırma, etki altına alma, kendine bağlama" gibi iftiralardır.
Her şeyden önce, SAMİMİ BİR MÜMİN DÜNYANIN EN AKILLI VE EN ŞUURLU İNSANIDIR. DOLAYISIYLA, HERHANGİ BİRİNİN TELKİNİ, HİPNOZU, TAHRİKİ VEYA YÖNLENDİRMESİ İLE HAREKET ETMEZ. Allah'ın Kitabı ve Peygamberi (sav) vasıtasıyla gösterdiği doğrulara ve ölçülere göre hareket eder. Ve bu doğruları harfiyen uygulayan, elçilerin ve peygamberlerin izinden giden, samimi, dindar, akıllı, ahlaklı, dürüst, güvenilir, ilim ve takva sahibi müminlerin önde gidenlerine, alimlerine itimat eder, onların sözlerine ve öğütlerine değer verir, itibar eder, onlara saygı ve sevgiyle sahip çıkar, destek olur, koruyup kollar.
Müşrikler ve münafıklar ise müminlerin, değer verdikleri, güvendikleri, sevip saydıkları ilim, hikmet ve fazilet sahibi büyüklerinin sözlerine itibar etmelerini, alimlerin güzel öğütlerine kulak vermelerini "etki altında kalma", "beyni yıkanma", "kandırılma", "peşinden gitme", "hipnozunda olma" gibi olmadık çirkin ve saçma yakıştırmalarla çarpıtmaya çalışırlar. Müminleri, bu şekilde kendilerince haşa akılsız, iradesiz, kişiliksiz kimselermiş gibi damgalamaya, itibar ettikleri önde gelen fazilet sahibi büyüklerini ve alimlerini de haşa dini kullanarak dünyevi çıkar elde etmeye çalışan insanlarmış gibi gösterme çabasına girerler.
Bu amaçla, elçilere ve salih müminlere geçmişte yöneltilen iftira ise "büyücülük" ve "sihirbazlık" iftirasıdır. Her dönemde müminler peygamberlerin ve elçilerin getirdikleri hak dinden, İlahi vahiyden, onların doğru, çarpıcı ve hikmetli sözlerinden, üstün akıllarından güzel ahlaklarından, nurlarından, doğru, dürüst ve güvenilir olmalarından çok etkilenmiş ve onlara inanıp tabi olmuşlardır. Elbette ki bu olumsuz ve yanlış anlamda bir etkilenme değil, Allah'ın gösterdiği en doğru yola ve O'nun gönderdiği elçilerine uymaktır.
Ancak, ayetin haber verdiği gibi, şeytanlara uyarak "gerçeği ters yüz eden" yalancılar (Casiye Suresi, 221-223) bu en doğru, en makbul ve en erdemli tavrı tam tersine çarpıtmaya çalışırlar. Haşa, peygamberlerin ve elçilerin insanları "sihir" ve "büyü" yoluyla etkileyip aldattıkları yalanını yaymaya çalışır, halka bunun yaygarasını yaparlar.
Allah bir ayetinde inkar edenlerin iman edenlere yönelttikleri büyücülük suçlamasını alışkanlık haline getirdiklerini şöyle bildirir:
İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka, "büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir. ONLAR BUNU (TARİH BOYUNCA) BİRBİRLERİNE VASİYET Mİ ETTİLER? HAYIR; ONLAR 'AZGIN VE TAŞKIN' BİR KAVİMDİR. (Zariyat Suresi, 52-53)
Kuran'da Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e atılan büyücülük iftiraları şöyle anlatılır:
İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri Katında 'gerçek bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkar edenler, "GERÇEKTEN BU, AÇIKÇA BİR BÜYÜCÜDÜR" dediler. (Yunus Suresi, 2)
İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. KAFİRLER DEDİ Kİ: "BU, YALAN SÖYLEYEN BİR BÜYÜCÜDÜR. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey. (Sad Suresi, 4-5)
Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin: "SİZ BÜYÜLENMİŞ BİR ADAMDAN BAŞKASINA UYMUYORSUNUZ" DEDİKLERİNİ çok iyi biliriz. (İsra Suresi, 47)
Müşrikler yalnızca peygamberlere "büyücülük" iftirası atmakla kalmamış, Allah'ın indirdiği hidayet ve rahmet kaynağı olan kitaplarını da, insanları karanlıktan aydınlığa çıkardığı, sapkınlıktan hidayete yönelttiği, atalarının batıl dinlerinden hak dine döndürdüğü için haşa, "sihir" olmakla itham etmişlerdir. Kendince, haşa Kuran'a saldırmak ve güya etkisiz kılabilmek amacıyla bir müşriğin bu iftirası ayetlerde şöyle haber verilir:
Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi de: "BU (KUR'AN)" DEDİ, "OLSA OLSA NAKLEDİLEN BİR SİHİRDİR. Bu, insan sözünden başka bir şey değil." (Müddessir Suresi, 21-25)
İnkar edenler, elçilere haşa "büyücü" iftirası atmalarının dışında, kendilerince onları haşa itibarsızlaştırmak amacıyla, aynen "delilik" iftirası atmaları gibi, elçilerin kendilerinin de haşa "büyülenmiş oldukları" yalanını söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu suretle, kendilerince müminlerin haşa, elçinin yanından uzaklaşacakları, ona ihanet edecekleri, dağılıp ayrılacakları gibi boş ve akılsızca bir zanna kapılmışlardır.
Ne var ki bu iftira da Allah'ın dilemesiyle, müminlere zarar vermek şöyle dursun aksine büyük bir rahmete dönüşmüştür. Bazı münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların ya da müminler arasında inkarlarını gizleyen sahtekarların gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu vesileyle Allah inananları bu pisliklerden arındırıp kurtarmıştır.
Elçilere "büyülenmiş" iftirasının atıldığını bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:
Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim." (Şuara Suresi, 153-154)
… Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." (Furkan Suresi, 8)
Peygamber Efendimiz (sav)'e olduğu gibi kendisinden önce Hz. Musa (as)'ya da "büyücülük" iftirası atıldığı ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (BU) YALAN SÖYLEYEN BİR BÜYÜCÜDÜR" DEDİLER. (Mümin Suresi, 23-24)
(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "BU" DEDİ, 'DOĞRUSU BİLGİN BİR BÜYÜCÜDÜR. BÜYÜSÜYLE SİZİ YURDUNUZDAN SÜRÜP ÇIKARMAK İSTİYOR; ne buyurursunuz?" (Şuara Suresi, 34-35)
Hz. Musa (as)’nın ise bu iftiraya şöyle cevap verdiği haber verilmektedir:
Musa: "Size hak geldiğinde (böyle) mi söylersiniz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler, kurtuluşa ermezler" dedi. (Yunus Suresi, 77)
HZ. MUHAMMED (SAV), HZ. MUSA (AS) VE BİRÇOK PEYGAMBERE ATILAN "BÜYÜCÜLÜK" İFTİRASI BUGÜN İSE "İNSANLARI TELKİN VE HİPNOZ GİBİ YÖNTEMLERLE ETKİ ALTINA ALIP, KANDIRMA, KENDİNE BAĞLAMA" GİBİ GÜNCEL İFADELERLE SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARINA ATILMAKTADIR.
Bu bölümde gördüğümüz gibi, tarih boyunca ve günümüzde inkarcılar, Yüce Allah'ın elçilerine ve salih müminlere olan düşmanlık ve kinlerini hep aynı saldırı, iftira, suçlama ve karalama yöntemleriyle dışa vurmaktadır.
Müminlere sayısız iftiralar atılması, aleyhlerinde çok incitici sözler söylenmesi ve bunun Allah'ın değişmeyen bir kanunu olması bize KURAN'DA HABER VERİLEN BİR GERÇEKTİR. Kuran'da, geçmişte iftiracıların Peygamberlere ve Müslümanlara iftiralar atarak hiçbir sonuç elde edemedikleri, hiçbir nihai başarı kazanamadıkları, hile ve düzenlerinin sonunda hep boşa çıktığı, tuzaklarının da mutlaka kendi aleyhlerine döndüğü kesin bir şekilde haber verilmektedir.
DE Kİ: "SİZ BİZİM İÇİN İKİ GÜZELLİKTEN (ŞEHİDLİK VEYA ZAFERDEN) BİRİNİN DIŞINDA BAŞKASINI MI BEKLİYORSUNUZ? OYSA BİZ DE, ALLAH'IN YA KENDİ KATINDAN VEYA BİZİM ELİMİZLE SİZE BİR AZAB DOKUNDURACAĞINI BEKLİYORUZ. ÖYLEYSE SİZ BEKLEYEDURUN, KUŞKUSUZ BİZ DE SİZLERLE BİRLİKTE BEKLEYENLERİZ. (TEVBE SURESİ, 52)
1 note · View note
multecibekes · 5 years
Text
Evin çiçek kocgirili isvesçte yaşıyor araştirmaci bir gazeteci merak edenler evin çiçekle geniş bilgiyi wikipedya ulaşabilir şuan ana bir çok yazısını okudum titiz belgeli objektif bir çizgi içinde kaynak belgeler ışığında kendi ulusal kimliğine türk faşist devletinin tüm hile oyun onursuz saldırılarını deşifre ediyor
Bu günki yazısı koçgiride kadın olmak 6 Mart 1921 soykırım tarihidir Kürt Kızılbaş soykırım
İşte evin çiçeğin araştırma yazisi
Koç giride kadın olmak
1921 KÜRT SOYKIRIMI DÖNEMİNDE
KOÇGİRİ'DE KADIN OLMAK!
BÖLÜM (1)
Evin Çiçek yazdı.
Ağustos 1918 Mustafa Kemal III.Ordu komutanı
23 Aralık 1973'de Koçgiri'den İstanbul'a dönerken, haberleri dinleyen dedemin küfretmeye başlamasıyla ilginç bir şaşkınlık yaşamıştım. Dedem “İsmet Paşa ” denilen kişiye küfrediyordu. “ Sağır geberdi ” dediğinde, okulda bana öğretildiği şekilde, aynı cümlelerle dedeme, dede o çok iyi bir insan, bizleri, vatanı kurtarmış kelimelerini sıraladığım da “ Kızım hangi vatandan bahsediyorsun? Yavrum sen O sağırın bizlere yaşattığını bilmiyorsun.
Koçgiri'de insan bırakmadılar. Derelerde insanlarımızın ölülerini yan yana dizdiler. Hayvanlar insan eti yemeye alıştılar. Biz yetim, aç, çıplak kaldık. Hiç bir şey bırakmadılar. Kara bir çul buldum. Ortasından delip başımdan geçirdim. Aylarca öyle dolaştım ”
Dedem hem Koçgiri, hem de Dêrsım soykırım zencirlerini yaşamıştı. Hem tanık, hem şiddete uğrayandı. Babası dahil yakınlarının çoğu çarpışmalar da öldürülmüş, çarpışmalar da bizzat yer alan ve teslim olmayan annesi ve diğer sağ kalabilenlerse Dêrsım'e sığınmışlardı. Onlar, birbirlerini kaybetmişlerdi.
Okul da halkımın, Kafkas, Pontos, Mezopotamya (Mezra Bohtan), Ön Asya halklarının kasaplarını bizlere kurtarıcı olarak sunuyorlardı. Varolan, sunulan, bahsedilen cumhuriyet askeri darbelerle, soykırımlarla, devlet adına gaspetmelerle örülmüş ve şekillendirilmişti.
Okul adlı yeniçeri yapılanmasında, askeri cumhuriyetin kurumlarında özel görevler yüklenenler hazırladıkları metinleri bizlere gerçek tarih olarak sunuyorlardı. Gerçekler ise başkaydı. Hayali kahramanlar, kahramanlıklar yaratmışlardı. Sıkıyönetim mahkemelerinin gölgeleri altında silah zoruyla insanlar tek tip giyinmeye zorlanmış, direnenler idam edilmişler ve bu durum da ilericilik, devrimcilik adı altında okullarda, basında bize anlatılıyordu.
Zorla insanları inançlarını değiştirmeye yöneltmenin, giyim - kuşamına müdahale etmenin ilericilkle, devrimcilikle ilgisi yokken, bu girişimlerle dikta yönetimin varlığı kanıtlanırken, biz çocuklar okullarda yani laboratuvarlarda kobay olarak kullanılıyorduk.
Askeri darbelerle askeri imparatorluk sürecini askeri cumhuriyete dönüştüren paşaların oluşturdukları medya onların diktatoryal yönetimlerini, farklılığı kabul etmeyen anlayışlarını cilalayarak, süsleyerek yazıyor ve beyinlerin yıkanmasına, tek tip kişilikler oluşmasına yardım ediyorlardı. Bizler de öğrenciler olarak var olan baskıcı yönetimden payımızı alıyorduk. “Asker milletin” asker öğrencileriydik.
Bu cümlelerle maskesi sivil, kendisi askeri olan sisteme, cumhuriyete kadro olarak hazırlanıyorduk.
Doğduğum, büyüdügüm topraklar da soykırımlarla birlikte var olan ekonomik ilişkiler de yok edilmişti. Açlıkla terbiye edilmek, teslim alınmak istenilen Koçgirililer, 1945'lerden itibaren Türkiye metropollerine, 1960'tan itibaren de diğer ülkelere iş bulmak, yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla dağılmak zorunda kaldılar. Bu dağılma Angora’da oluşturulan yerinden etme, göçertme, katma, köklerinden koparma, dönüştürme politikasının bir sonucuydu.
Koçgiri'den T.C. nin şehirlerine veya dünyanın diğer ülkelerine doğru göçme, göçmek zorunda kalma, ayrılış, devletin özel harp merkezlerinde özel olarak hazırladığı 1.Dünya Savaşı sürecinde M.Kemal’in emriyle Kürdistan’dan sürgün yollarına çıkartılan ve öldürülen yüzbinlerin yok ediliş pratiginin yeni bir tekrarıydı.
Asimile ve bölgeyi Kürtlerden arındırma planları süreklilik arz ediyorlardı. Ekonomik sorunları siyasal sistem üretir. Kürdistan’da işsizlik, yokluk bilinçli olarak oluşturuluyordu. Hedef göçertmeydi.
1920 de Angora’ya taşınan ittihatçı rejimin mimarları horlama, aşağılama, kişilikte güvensizlik yaratma, özüne yabancılaştırma, uzak tutma programıyla açlık, işsizlik korkusunu birlikte işlerler.
Türkü üstün halk olarak gösterme, diğer halkların ve özellikle Kürdlerin bütün değerlerini inkar etme, yok sayma sonucu hedeflerine doğru adım adım yaklaşırlar.
Öyle ya Mustafa Kemal “ Milli benliklerini kaybeden milletler başka milletlere yem olurlar ” diyordu. Teşkilad-ı Mahsusa idarecilerinden Mustafa Kemal ve ekibi Kürdlerin milli benliklerini kaybetmeleri için gerekli olan alt yapıyı hazırlıyorlardı.
İnsan doğası gereği kendisini bir aileye, bir aşirete, bir millete, bir dine, mezhebe, sosyal çevreye v.b. veya enternasyonalizm adına dünyaya ait his eder. Bunlar insan olmanın yaratığı sonuçlardır. İnsan kimliğini oluşturan dinamikler, öğelerdir. İnsanın gelişim sürecin de kimliği oluşturan faktörler değişime uğrayabiliyorlar, gelişebiliyorlar. İnsanlara mutluluğun da, mutsuzluğun da kapılarını açabiliyorlar.
Bizler hislerimizi dışa vurduğumuz andan itibaren baskı ve zulüm gördük, görüyoruz. Bizler yaralı, mutsuz, acılı, agresif ruh halleriyle yaşıyoruz. Baskı, hisleri bastırmak, bireyi yanardağa, volkana çevirebiliyor. Koçgirililer 1921 deki soykırım sonucu oluşan travmadan kurtulabilmiş değiller. Psikolojik etkiler, sonuçlar kuşaktan kuşağa geçiyor, canlılığını koruyor.
Koçgiri’de ulusal özgürlüğün, kurtuluşun sembolu bir çift; Alişêr Koçgirizade ve Zarife Xanım
Yazılı kaynaklarda savaş ve kadınlarımız!
Savaş dönemlerin de Kürdistan da bulunan gezginlerin seyahatnameleri ya da politik heyetlerin anı defterleri arasında bulunan notlar bizleri bilgilendirmekte “…Erkekleri ölmüş ya da cephede bulunan kadınlar çok güç bir yaşam sürüyorlar.
Ne devlet ne de toplum onlara yardım elini uzatıyor. Tamamen kendi güçleriyle zor, zor geçinmek zorundalar…..Bir kaç köye uğradık. Bu köylerden birinin Kürt köyü olduğu görülüyordu. Hepsi de son derece yoksulluk içinde, erkekleri gitmiş ve korkunç bir sefalet hüküm sürüyor. Hemen, hemen hiç eşyaları yok. Kadınlar köylerde oldukça serbestler. Aynı köylerden olanlar birbirlerinden kaçınıp saklanmıyorlar. Yabancılarla karşılaşınca yüzlerinin alt kesimini örtüyorlar.
İlk anda görgü kuralı olarak. Hepsinin de giysileri çok kötü….( Türkiye Anıları - Kasım 1921- Ocak 1922 - M.V.Froundze )
Feodalizmin ağır etkisi altında olan bayanımız her zaman ulusal duygularını korumuştur. Durumu el verenler ise silahlanıp savaşmışlardır. Sürekli çocuk doğuran, kucağın da ve sırtın da bebek eksik olmayan kadın elbette ki bir erkeğin içinde bulunduğu ruhsal rahatlıkla hareket edemiyor, edemez de. Yapabildikleri kadarıyla çocuklarını barbarlardan (yabancı) kurtarmaya, yaşatmaya çalışıyorlar.
Bunun yanı sıra cengaverlerini de (savaşçı) yalnız bırakmama uğraşı içine giriyorlar. "....Kürt kadınları bazı yerleşim birimlerinde devrime destek veriyorlardı. Yaralıları tedavi, taşıma, lojistik görevlerini yapıyorlardı...” ( İ. H. Şaweyş - Roji Nuwe – İlon -1961, Sılemani )
Koçgiri sürecini yaşamış olan Nuri Dêrsimi savaşan bayanların varlığından bahsetmekte “ Kürt kadın ve çocukları cephelerdeki savaşçılarımıza erzak ve cephane taşıyorlardı, hatta bazı kadınlar silahlı olarak ateş hatlarında savaşıyorlardı. Kürtün tarihi kahramanlığının bu canlı örnekleri, milli dava uğrunda, Kürtün sarsılmaz bir imanla çarpışmayı bildiğini ispat ediyordu....
Munzur dağlarından geçmek esasen çok güçtü ve mevsim dolayısıyla vadilerde sular, nehirler, çaylar coşkun bir halde olup yağmur sürekli olarak yağmaya devam ediyordu. Tabiatın bu engellerine rağmen, savaş bütün şiddetiyle başlamıştı. Kürtler için artık bir ölüm kalım mücadelesi meydana gelmişti, bu sebeple eli silah tutan erkek, kadın, kız ve hatta çocuklar bile güçlerinin yettiği ve ellerinden geldiği kadar savaşa katılıyorlardı.. ” ( K. T. Dersim )
Hozat’dan (Xozat) gönderilen jandarmaların kendisini gözaltına almalarına Erkan köyünde yaşayan kadınların jandarmalara karşı saldırıya geçmek suretiyle engel olduklarını belirtmekte.
Türk İstiklal Harbi adlı kitabında Pontus-Yunan ve Koçgiri konusunu işleyen Rahmi Apak “…Kürt bağımsızlığı davasının ilk basamağının Koçgiri ovalarında kurulmak istenmesi bu dış tesirlerin en açık ve en kesin delilidir…(…)…
Özellikle kendi menfaatleri için kandırılmış ve maiyetlerinde ki (yönetimlerinde ki) masum kitleyi sürüklemiş asi liderler, hiç bir başarı sağlayamadılar…(..)…Atılan bu yanlış adım bir kaç yıl sonra Şeyh Sait ayaklanması ile filizlenip kendisini bir daha gösterdi ve sert bir tenkil ( örnek olacak bir ceza verme ) ile sona erdi” demekte.
Kürdistan tarihini ya bizim erkeklerimiz ya da başka halklardan erkekler yazmışlardır.
Her şeyi kendilerine göre değerlendirmişlerdir. Erkeklerin cengaverliği dile getirilmiştir. Kadınların değerlendirmeleri elbette ki farklı olurdu. Kadın gözüyle savaşa yaklaşıp, savaşı değerlendirme.!
Büyük babaannemin savaştığını dedemden duydum. Dedem tanıktı. Erkeklerimiz tarihi yazarlarken sanki yalnızca erkek cinsiyeti varmış, işgalcilere-saldırganlara-gaspçılara karşı yalnızca erkekler direnmişler gibi bir hava yaratıyorlar.
Oysa savaşamayan, esir düşen kadın da, erkekte en ağır yaptırımlara uğramıştır.
Kadınların konumunu ortaya çıkarmak ise biz kadınlara düşüyor. O günün koşullarında askeri veya politik mücadele konusunda kendilerini yeterli görüp sorumluluk alanlar, ülkeye ve halka karşı görevlerini yerine getirmişlerdir.
Gerekli çabayı gösterirsek, kendilerini geliştirmeyen, yeterli tarih bilgisine sahip olmayan, eksikliği fark etmeyen, çok bilen bilmeyenlerimizi de aydınlatabiliriz. Sosyal olarak gelişmiş bir Kürdistan’a sahip olmak istiyorsak, biz kadınlar çaba harcamak zorundayız. “ Kürt kadını hiç savaşmamıştır. Kadın nedir ki savaşsın ? Kadın erkeğe, düşman gücüne karşı duramaz,, durmamıştır da. ” diyenlerin geliştirilmesi, bilgiyle donatılması görevini de biz kadınlar yerine getirmeliyiz.
Geçmişte mücadele veren fakat o günün koşulların da başarıya ulaşamayan ve başarısızlıklarının nedenlerini belirten aydınlarımız bize yönelik olan beklentilerini yazmışlardır. " ..... Ben sana, senin namus ve şerefini lekelememek için vatanın yalçın kayaları, yüksek uçurumları üzerinden kendilerini kurtarıcı ölümün kucağına atan binlerce gelin ve kızlarımızın feryadını inliyorum...
Girdaplara ( sulara ) atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan ufuklarında yankılanan iniltilerini teskin için .... özgürlük abidesine sunduğumuz binlerce kurbanlar, kendileri için bizden bir türbe istiyorlar, hatıraları için bir abide (anıt) bekliyorlar..... Bu abide, özgür ve bağımsız Kürdistan’ dır ” (Baytar Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihin'de Dersim, Halep 1952)
Ülkemize, halkımıza ve çocuklarımıza karşı duyduğumuz, duymamız gereken sorumluluk bir bütünü teşkil eder, etmelidir. Bizler vahşeti yapanları amaçlarıyla birlikte halkımıza, halklara anlatmalıyız. İnkar, gizleme barbarları cesaretlendiriyor, saldırganlaştırıyor, kontrol edilemez duruma getiriyor. Voltaire; “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil. Ulusların tarlasıdır. Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçer ”diyor.
Koçgirililer ne biçecekler? Koçgiriden dışarıya çok yoğun göç kimlikleri, edebiyatı, kültürü bitirme, yok etme noktasına getirmiş durumda. Kopuş, yok oluşu besliyor.
1921 de savaşı, soykırımı yaşayanlar yazmadılar, yazamadılar. Sözlü tarihin çok az bir kesimini yazabildim. Bugünü iyi tahlil edebilmek için geçmişin ayrıntılarıyla bilinmesi gerekir. Koçgiri’den Sivas merkeze, İstanbul Gazi’ye ölüm zinciri devamlılık arz ediyor. Peki niye? Soru sorulmadıkça, cevaplar öğrenilemeyecek.
4 notes · View notes
yenicagri · 7 years
Text
SMDK'dan 'Esed rejimine yönelik saldırılar sürsün' çağrısı
SMDK’dan ‘Esed rejimine yönelik saldırılar sürsün’ çağrısı
ANKARA Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Beşşar Esed rejimine yönelik saldırıların, sivil katliamları önleyecek şekilde sürmesini istediklerini belirtti. SMDK, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, ABD’nin vurduğu rejime ait hava üssünün rejim tarafından sivilleri öldürmek için kullanıldığına dikkati çekti. Açıklamada, “Şayrat Hava Üssü’nde varil bombalarının üretim…
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 5 years
Text
Yeni Ülke Çürütüyor....
Tumblr media
Toplumsal bir dönüşüm hamlesini betten, feci olandan kuran / güncelleyen bir menzilden bildiriyoruz. Hayatın pervasızca ayaklar altına alınıp paramparça olunmasına çalışılan bir sahnenin kıyısından sesleniyoruz. Her günü bariz bir çürümenin rotasına rehin eden, günü ve günceyi bununla birlikte dönüştüren ve güncelleyen bir uzam yeniden var ediliyor. Bet ile feci olanın yönü belirginleştirilirken hayat muktedir eliyle tırpanlanıyor. Devlet denile gelen “gölge” yapının var ettiği hayatı sıradanın elinden çalmak olduğu kesintisiz hakikat kılınıyor. Bir toplumu dönüştürmek tahayyül değil hakikatte kötülük ile biçimlendiriliyor.
Gecesi, günü, dünü ve şimdisi ve yarını bu benzetilmez, sorgulanamaz aslen tartışılması bile imkansız kılınan yaralarla birlikte bir soluk alma haline “rehin” ediliyor. Yeni ülke çürütüyor. Yeni diye bildirilen kendi ol dününü devamını var ediyor. Menzil bir çukur, hayat delik deşik kılınırken ol biyopolitik döngü her yeri kuşatıyor. Devlet yok ettiği kadarıyla, devlet güncelleyebildiği şiddetiyle iş bu sahayı ülke olmaktan alıkoyuyor.
Genel geçer değil sabit olunan tek şey yaşama istencine en kestirmeden vurulan kettir iş bu sahada. Tahakküm biçim değiştirir. Denetimle gözetim mekanizmaları artık stabil / sabit bir tahayyül olarak hayat mefhumuna yer vermemenin faili iki kavramdır. Her hamle bir çürümeyi var eder. Hemen her çürüme ağır bir yenilgiyi, yenileme hali diye bildirenlerin elinde gündelik bir mesel kılınır. Bir ülkenin yenileştiği zikredilirken eskinin kucağına rehin olunan hali meydana çıkar. Bu kadar kötülükle hemhal bir halde bir kara döngü hemen her gün biraz daha, bir kereliğine değil süreğen bir halle çürümeyi kalıcı kılmaktadır.  
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Urfa’nın Suruç ilçe merkezinde 14 Haziran 2018 tarihinde AKP Urfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınlarının saldırısı sonucu 2 oğlunu ve eşini kaybeden anne Emine Şenyaşar ve saldırıda yaralı kurtulan oğlu Ferit Şenyaşar yargı sürecinde ilerleme olmadığını belirterek Urfa Adliyesi önünde oturma eylemi başlattı. Adli tatilin bitmesiyle dün Urfa Cumhuriyet Başsavcısı’yla görüşmeye giden Şenyaşar ailesi, Başsavcının ilk günden beri kendilerine söylenen şeyleri tekrarladığını, bu sebeple görüşmenin ardından oturma eylemine başladıklarını belirtti. Şenyaşar ailesi, bu sabah da dosya savcısıyla görüştü. Aile, dosya savcısının da aynı cümleleri tekrarladığını söyledi.
AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın yakınlarının kendilerine önce dükkânlarında sonra ise hastanede saldırdığını kaydeden Ferit Şenyaşar, Devlet Hastanesinde babasının ve 2 kardeşinin öldürüldüğünü hatırlattı. Bir kardeşinin üzerinden 17 farklı silahtan çıkan mermiye rastlandığını aktaran Şenyaşar, şöyle devam etti: “Hepsi otopsi raporunda yazıyor. Olay üzerinden 15 ay geçti. En son geçen Şubat ayında Urfa Cumhuriyet Başsavcısı’yla görüştük. Başsavcı o zaman bize bir ay içerisinde iddianamenin hazırlanacağını söyledi. Gereken herkesin cezasını çekeceğini belirtti. Biz de başsavcının samimiyetine inandık ve bekledik. Araya adli tatil girmişti. Dün tatil bitti. Gelip tekrardan başsavcıyla görüştük. Başsavcıya derdimizi anlatıp, çözüm beklediğimizi söyledik. Başsavcı ise bize gülerek cevaplar verdi. Bize yine ‘Gidin evinize oturun. Rahat olun. Biz gerekeni yapacağız’ dedi. Olay üzerinden 15 ay geçmiş. Bu katliamı yapanlar Suruç’ta dükkânımızın önünde ellerini kollarını sallayarak geziyorlar.”
Artık dayanacak güçlerinin kalmadığını sözlerine ekleyen Şenyaşar, “Şuan dosyada bir tek tutuklu var. O da kardeşimdir. Onu da Elazığ Cezaevine sevk etmişler. Tek kişilik hücrede tutuyorlar. O da bu acıdan dolayı günden güne eriyor. Biz de savcının dünkü tavrından dolayı oturma eylemine başladık. Bu sabah da dosya savcısıyla görüştük. Yine aynı cevabı verdiler. Ne kadar bekleyeceğiz, neyi bekleyeceğiz bilmiyoruz. Biz adalet talebinden vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Ailenin adalet talebiyle dün geceden beri sürdürdüğü eylemden dolayı Urfa Baro Başkanı Abdullah Öncel, Cumhuriyet Başsavcısı ile yeniden görüştü. Ailenin talebini başsavcıya ileten Öncel'e başsavcının olayın bir ay içinde çözülüp davaya dönüşeceği konusunda söz verdiği öğrenildi. Başsavcının söylediklerini aileye aktaran Öncel, aileden eylemi bitirmelerini istedi. Aile de Öncel'in talebi üzerine eylemlerine son verirken, bir ay sonra hala dava açılmamışsa eylemi tekrarlayacaklarını belirtti.”
Şenyaşar ailesinin başına getirilen fecaatin bir istikamette var edilmiş bet / fecaat için her nasıl bir örnek olduğu ortadadır. Can almaların menzilde herhangi sıradan ve gündelik bir mesel kılındığı, üstünün alelacele örtbas olunduğu bir sahada varlığı kesintisiz kılınmış ol cerahattir mesele. Sorunların yüzleşilmeden, hiçbir biçimde sorgulanmadan geçiştirildiği yerde adaleti her ne var eder, her ne şekilde var olabilir? Thales’in terazisinin çalındığı bir uzamda güncelliği sağlanan adaletsizliğin her neyi var ettiğini anlamak bunca zor mudur? İktidara tabi olmayana, ona teslimiyetini bildirmeyene var edilen cehennemi hal nereye taşır iş bu ülke denilen sahayı? Bir adalet çağrısına dahi kayıtsız kalınan yerde hayatiyet meseli tam olarak nedir? Adalet mesele edilmeyendir. Böylesi bir fasit döngü içerisinde hiçbir hakkın tesis olunmadığı bir düzlemde adalet her neyin meselidir. İnsanlar canlarını yitirirken, ellerini kollarını sallayıp ulu orta gezen katillerin el üstünde tutulduğu bir yer, sahnede adalet neyi işaretlemektedir sahiden?
Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü ikinci sınıf öğrencisi, 21 yaşındaki Şerzan Kurt, 12 Mayıs 2010'da vurulup, ağır yaralanır. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 19 Mayıs'ta yaşamını yitirir. Adalet mefhumunun çalınmasına bir başka örnek olarak güncellenen şu aşağıdaki utanç vesikası geçtiğimiz hafta Çarşamba günü gerçekleştirilir. Bianet’ten aktaralım:
“Muğla’da polis kurşunuyla öldürülen 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Şerzan Kurt ile ilgili dava bugün yeniden görüldü. Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Kurt’u vuran polis Gültekin Şahin hakkında, “neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” suçundan 12 yıl hapis cezasına hükmetti, haksız tahrik nedeniyle 1/4 indirim yapılarak 9 yıl ve iyi hal indirimiyle neticeten 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi.
Bugünkü duruşmaya katılan Kurt’un babası Ömer Kurt “35 yıllık öğretmenim. Öğrencilerime hep hakkı hukuku anlattım. Dokuz yıldır adalet istiyorum” dedi. Kurt’un avukatları da beyanlarında Eskişehir 1. AğırCeza Mahkemesi’nin ikinci kararı olan “kasten öldürme suçundan” verilen cezada ısrar edilmesini talep etti. Polis Şahin bu suçtan hüküm giymiş ve 16 yıl hapse mahkum edilmişti. Şahin’in avukatı ise duruşmada, “Benim müvekkilim masum, 6,5 yıl boşuna hapis yattı” iddiasında bulundu. Savcı da mütalaasında Gültekin Şahin'in kasten öldürme suçundan değil, Yargıtay’ın son bozma kararı uyarınca neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış yaralama suçundan cezalandırılmasını talep etti. Kurt ailesinin avukatları ise mütalaaya, “Yargılama esnasında katılanlara hakaret eden, bu zabıtlarda da ortada olan sanık hakkında iyi hal indirimi yapılmamasını” talep etti. Yerel mahkeme sanığın duruşmadaki tavrı sebebiyle bir önceki kararında iyi hal indirimi yapmamıştı. Avukatlar ayrıca, polis Gültekin Şahin'in sadece 24 ay kademe durma disiplin cezası aldığını, cezaevinde olduğu zaman da maaşını aldığını, oysa memuriyetten ihraç edilmesi gerektiğini ifade etti. Mahkeme ise savcı mütalaasına uyarak iyi hal indirimleriyle birlikte 7 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetti.”
Tumblr media
Davanın evveliyatı ise şu şekildedir. “Kurt ailesi davayla ilgili açıklamasında, polise nasıl ceza indirimi verildiğini şöyle anlattı: “İki buçuk yıl mahkeme sürdü. Tanıklar, kanıt ve kamera görüntüleri polisin Şerzan’ı kasten hedef alarak vurduğunu tespit etmesine rağmen mahkeme ‘olası kast’ maddesinden ceza vermiş gibi yaparak ve 2005 yılında uygulamadan kalkmış bir maddeyi de işleterek polisin serbest bırakılması sağladı. Serbest bırakılan polisin, Muğla Üniversitesine giderek tekrar olayların çıkmasına sebep olduğu basına yansıdı.
Yargıtay “fiilin kasten işlendiği” ve “polis Şahin'in görevden atılması gerektiği” kararıyla yerel mahkemenin kararını bozdu ve davanın yeniden görülmesine karar verdi.
Yeniden görülen davanın karar duruşması 20 Şubat 2015’te Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesinde yapıldı. Kasten öldürmekten yargılanan polis Şahin’e bu suçtan önce müebbet hapis cezası veren mahkeme, uyguladığı tahrik indirimiyle cezayı 16 yıla indirdi. Şahin tutuklandı.
Karar tekrar bozuldu, Yargıtay sanığın “karşı gruptan taş atıldığı” gerekçesiyle haksız tahrik indiriminden ve mahkemeye saygısından ötürü takdiri indirimden faydalanması gerektiğini söyledi.”
Bir canın çalınmasının ardından çıkagelen sırt sıvazlamanın utancı bir yana, katillerin üniforma giymiş olanlarını kayırma öte yana bir yurttaşın göstere göstere canının alınıp katledilmesine dahi adaletin tecelli ettirilmediği bir düzlem var edilir. Bunca afaki olan, bir o kadar kesintisiz bir biçimde bu yurtta ötekinin hayatına düşürülen gölgelerin bu kadar afaki savunulmasıdır mesele. Şerzan Kurt katledilmiştir, katilinin cezasının açık bir biçimde süreğen hamlelerle indirime gidilmesi adalet denilen meselin Kürd’e kadar olan / oldurulan bir tahayyül olduğunu yeniden göstere gelmektedir. Böylesine sinsice işlenmiş bir yıkıma bile şerhlerin, indirimlerin, handiyse katilleri taltif etme yolları ve yöntemleri bu kadar ayyuka çıkarken, hangi ülkeden bahis açabiliriz. Hayatın bu kadar alenen çalınabildiği, davasının dahi yarım koyulduğu, katledene indirim yolunun açıldığı yerde adalet bahsi her nedir, nasıldır?
12 Eylül darbesinin üzerinden otuz dokuz yıl geçmiştir. O karanlığın yolunun ve yönünün bugünün ülkesinde bir kılavuz çizgisi kılınması karşısında sormalıyız hani nerede adalet? Kenan Evren ve dikta kabinesinin zeminini oluşturduğu cerahatli hal bugün var edilen ol faşizan iklimi sabitlerken yolun yönün hayattan uzağa konumlandırılmasının gerçekliğine nihayet ayıyor musunuz? Biyopolitik bir çürüme halinin varlığı bu sahada her yeri kuşatıp çevreleyen halinin insana karşıtlık olduğu otuz dokuz yılda unutturulur. Dikta tükenmiştir gel gelelim zihniyeti bugünlerde hala canlıdır. O karanlıkta var edilen bugünün pratiğidir. Bugün bir yer / yurt halinin eksikliği biteviye biçimlendirilendir.
12 Eylül’ün var ettiği, düze çıkarttığı bir sahadaki hemen her anlamda demokrasi meselinin hiç kılınmasıdır. Adalet yoktur. Hukuk yoktur. Hakkaniyet yoktur. Fikir hürriyeti yoktur. Soluk alma gailesine müsamaha yoktur. Yokların kümesi, yokluğun tam anlamıyla kesişimi dahilinde barbarlığın güncelliği otuz dokuzuncu yılındadır. Şerzan Kurt’tan, Kemal Kurkut’a, Ceylan Önkol’dan, Cemile Çağırga’ya, Uğur Kaymaz’dan, Berkin Elvan’a, gencinden çocuğuna kadar sürdürülen, geliştirilen bir cerahatin temelleri ta 12 Eylül’de atılmıştır. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde temellendirilmiştir.
Diyarbakır’da bugünlerde var edilen annelerin seslenişi bahsinden, HDP’nin terörize edilmesine, kayyımların saraylarda ağırlanmasından, halkların kimliğine yağılan saldırı ve itibarsızlaştırma çabalarına, PKK’nin müsebbibi olan devlet şiddetinin gerçekliğine ve bütün bunların gözardı edilmesine her şeyin başlangıç noktası o karanlık dönemeçlerin en yakın tarihlisi olandır 12 Eylül. Hiddet, şiddet ve nefret döngüsünde bir yeri vahşete rehin kılmak var edilendir. Ülke kabusun ta kendisidir hala ve hala. Bir asırdır yerinde saymaya devam edenin, yolu / yönü ve rotasının nasıl / kaç kez daha çalındığının / çalınabileceğinin ifşasıdır ol 12 Eylül 1980.
TAZ Gazete’de Erk Acarer’in şu iki sorusuna, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı olan Şebnem Korur Fincancı’nın söylediklerini bir son söz olarak iliştirelim:
“12 Eylül olmasaydı bugün farklı bir toplumda mı yaşayacaktık?
Eşit, dayanışma içinde olan bir toplum yapısı olacaktı. Daha çok tüketen değil, daha çok üreten bir Türkiye’de yaşayacaktık. Entellektüel hayat zenginleşecekti. Bilim, sanat ve eğitim, paradan önce gelen değerler olarak görülecekti. Hayallerimiz asgari ölçülerde gerçekleşebilirdi.
Darbenin bugünkü Türkiye üzerindeki etkisi nedir?
12 Eylül’ün amacı Türkiye’de neoliberal politikaları uygulayabilmekti. Bu uygulamalar toplumsal yapıyı da etkiledi. Kar hırsı olan, güç ve paraya tapan benmerkezci, “topluluk“ yapısı ortaya çıktı. 12 Eylül, her şeyden önce toplumsal değer kaybı ve erezyondu.”
Mezopotamya Ajansı’na bağlanalım: “Diyarbakır merkez Bağlar ilçesi 5 Nisan Mahallesi Emek Caddesi üzerinde seyir halinde olan polise ait zırhlı aracın ezdiği 6 yaşındaki Efe Tektekin, yaşamını yitirdi. 11 Eylül'de zırhlı arç çarpması sonucu ağır yaralanan ve Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alınan Tektekin, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Selahattin Eyyubi Devlet Hastanesi’ne otopsi işlemleri için getirilen Tektekin’in cenazesi, Yeniköy Mezarlığı'nda defnedilecek.
Tektekin'in dedesi Mehmet Tektekin (85) ise 6 Haziran 2018 yılında TOMA’nın çarpması sonucu yaşamını yitirmişti.
Açılan davanın 19 Ağustos 2019 tarihinde görülen karar duruşmasında mahkeme hakimi, "taksirle öldürme" suçundan sanık polis Uğur K.'ye 2 yıl 6 ay hapis cezası vermiş cezada 1/3 oranında artırım yaparak 2 yıl 16 ay hapis cezasına çıkarmış ancak cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkilerini dikkate alarak hapis cezasını 2 yıl 9 ay 10 güne indirmişti. Hakim, ayrıca cezanın ertelenmesine karar vermişti.”
Genel geçer değil, düşük yoğunluklu savaşın var ettiği kırım haline her gün yeni eklemeler yapılırken bir çocuğun daha canı çalınır. Bakur Kürdistan’ı sahanlığında bir ülkenin deneylerinin tükenmezliği bir çocuğun soluğuna kastederek onu hayattan kopartarak var edilir. Bu kadar kolayca, bir dolu ismin var edildiği bir kara tabloda, çocuklar ölmesin seslenişine bir kez daha kan sıçratır, devlet! Bir Bakur Kürdistan gerçeği... yaşatmayan, yaşamı bile isteye yağmalayan bir düzlemde Efe'nin de canı çalınır. Kimse hesabını vermeyecektir. Sorgusuna düşen terörist ilan edilecektir. Kırk yıldır çocuklar katlediliyor. Bir ömürdür yara hep sabit kılınıyor. Bir ömürdür bu sahada yaşama istenci tırpanlanıyor. Bir koca asırdan uzunca bir zamandır, hayatın üstü çiziliyor. Hayat ne demek bu bahsin karşılığı unutturuluyor.
Hayatın pervasızca ayaklar altına alınıp paramparça olunmasına çalışılan bir sahnenin kıyısından sesleniyoruz. Her günü bariz bir çürümenin rotasına rehin eden, günü ve günceyi bununla birlikte dönüştüren ve güncelleyen bir uzam yeniden var ediliyor. Bet ile feci olanın yönü belirginleştirilirken hayat muktedir eliyle tırpanlanıyor. Bir mübalağa değil can kırıklarının ortasında her gün bir oradan bir buradan bir de şuradan hayatların çalınmasına, yaralar içinde terk edilmesine, çürütülmesine tanıklık ediyoruz. Görünen köy kılavuz istemiyor artık! Düşe kalka büyüdüğü söylenen demokrasi ediminin, hayatın ta kendisinin artık çürüdüğü bir sır olarak kalmıyor. Hakikat bir yerlerde, birbirinden bağımsız görünen tüm devletli pratiklerindeki şiddetle / yıkımla çıkageliyor. Bunca açık olana, bu kadar kesintisiz var edilene karşı sessizlik can yakıyor, şimdi anlatabiliyor muyuz? Bir toplumu dönüştürmek, hiçbir zaman geri dönülemeyecek kadar yıkımların orta yerine rehin etmek söz konusu ediliyor, şimdi anlatabiliyor muyuz? Şimdi sahiden de bir ülkede yaşamın çökertilmesini anlatabiliyor muyuz, anlıyor musunuz?....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Tuğba ÖZSOY - Behancé
1 note · View note
dislanmis-sair · 5 years
Text
Tumblr media
Aşk Masum Bir Bulutun Gözyaşı Olmuş, Ne Farkeder?? Her Kalemde Adını Ansan Dahi, Altını Çizmekten Vazgeçemezsin, Okursun,Okursun Sonra Bir Daha Okursun, Tam Anlamıyla Anlayamazsın Asla. Yazan İle Okuyanın Düşünceleri Bir Olmaz. Ne Hissettiklerini Hissedersiniz Ne Gizlediklerini Görürsünüz. İki Satırda Ne Saklanır Demeyin. Öyle Şeyler Sakladım Ki.... Kendimi Kendi Sakladıklarım
Da Kaybettim. Güzel Bir His Savaş Yok Ama Kaybetmiş Gibisin, Zamanla Tutarsız Oluyorsunuz Gerçekleri Görmekten Yeteri Kadar Korkuyorsunuz, Sonra Eski Tür Bir Kalem Alıyorsunuz Elinize, Onca Yenilikleri Yazmaya Kalkışıyorsunuz. Ağırlığını Hesaplayamıyorsunuz, Zaten Pek De Umrunuzda Olmuyor. Bir Hedefe Kitlendikten Sonra Kötülüğü Ve İyiliği Göremiyorsunuz Veya Farkında Dahi Olamıyorsunuz. Çok Bilmiş Diye Arkamdan Konuşanlar Olurdu., "Benim Doğru Olarak Görüp Dile Getirdiğim Herşey Bildiğim Şeydir" Aynısı Siz İnsanlar İçinde Geçerlidir. Eğer Yaptığınız Veya Düşündüğünüz Bir Şey Size Doğru Geliyor İse Bu Sizin Bildiğinizdir. İnkar Etmiyorum Kendim İçin Doğru Görüp Bilmişlik Tasladığım Anlar Fazlasıyla Olmuştur. Asla Unutmayın Ki "Her Doğru Kendi İçinde Bir Bilgelik Taşır"Bu Yüzden Kusurlarımı Hoş Görüp Bana Hak Vermeye Çalışabilirsiniz. Emin Olun Benim Bildiklerim Sizin Bildiklerinizin Yarısı Dahi Etmez. Bu Hususta Haklısınız! Diyecek Sözüm Yok. Fakat Bindiğim Her Doğrudan Tek İndim, Kimse Arkamda Durmadı Her Zaman Tek Başıma Savunmak Zorunda Kaldım, Gerek Düştüm, Gerek Kalktım. Gerekirse Yalnızda Kaldım! Yanınızda Fazlasıyla da Kaldım! Öyle Bir Başına Bırakılmış Koca Bir Şehre Çocuk Nasıl Dirensin? Banada Hak Verin Lütfen. Çoğu Zaman Kendim Olmaktan Korkmadım, Asla Bildiğim, Doğru Bulduğum, Davranışları Yapmaktan Kendimi Alı Koymadım. Her Zaman Herşeyin Üstüne Gittim. Acılarım İle Bile Bile Yüzleştim. Bile Bile Canımı Dahi Yaktım. Geriye Kalan Küllerimi Rüzgara Saçtım. Anlayacağınız Ben Yeterince Dağıldım. Düşüncelerim Desen ;Her Biri Farklı Pencerelerden Bakıyor.. Kimi Düşüncemin Manzarası Mezarlık, Kimi Düşüncemin Manzarası Ütopyadan Farksız. Hangi Düşünceme Hakim Olduğumu Soracak Olursanız Ki Soracaksınız. Ütopyadaki Mezarlık Manzaralı Pencere Daha Çok Yakışıyor Benliğime, Huzur Ve Hüzün Kelimelerinin Yakınlığı Sizede Birşeyler Çağrıştırmıyormu? Alttan Alayım Derken Altta Kalanların Çıplıkları Sizide Rahatsız Etmiyormu? Aynı Tarafta Olup Savaş Açıyoruz Kendi Kendimize, Kazanılan Ne Hiçbirşey. Kaybedilen Ne Peki? Yüreğin Yüreğe Olan Mesafesi. İşte Bunu Anlamıyor İnsanlar, Vakit Var İken Anlaşılacak Onlarca Konu Var İken, Bir Birileri İle Ayrı Uçlar Oluyor, Ne Kavuşmak Biliyor Ne De Kopabiliyor, Sonuçta İyi De Kötü De Aynı İpte İyilik Cambazını Oynuyor. Farkında Değiller Hangisi İpten Yere Çakılsa Diğeri Pişmanlık Duyacak, İşte Buydu Siz İnsanlara Gerekli Olan! Pişman Olmak Yerine Güzel Ve Hoş Olmak İstemenizden Geçiyor Herşey. Umarım Bir Gün Tüm İnsanlık Anlar Bir İyiliğin, Bir Dünya Ya Nasıl Bir Güzellik Kattığını. Gönül Gözüyle Görürler... Papatyaların Bile Sakladığı İyiliği Görürler... Herşey Saklandığı Yerden Çıkacak İşte O Gün Yanıma En Çok Lavinya Yakışacak...
#Lavinya
1 note · View note
dramatik-buluntular · 6 years
Text
"Göğe Bakalım" - Hypatia
Tumblr media
Bundan yaklaşık 1600 yıl önce Mısır’ın İskenderiye kentinde korkunç bir cinayet işlenir; ‘iffetsiz’ ve ‘günahkâr’ olmakla suçlanan bir kadın toplumun gözleri önünde ‘öfkeli’ bir güruh tarafından linç edilir. Taşa tutulan, parçalara ayrılıp yakılan kadın, matematikçi, gökbilimci, filozof Hypatia’dır.
Büyük İskender’in M.Ö. 332 yılında kurduğu İskenderiye, yüzyıllarca barış içinde yaşar. M.Ö. 30’larda Roma’nın hâkimiyetine geçen kentteki barış ortamı M.S. 300’lerde biter. Limanları, bilginleri, kültür merkezi, dev kütüphanesi ve üniversitesiyle İskenderiye, o dönem ticaretin ve aydınlanmanın merkezidir. Başında ünlü matematikçi Theon’un bulunduğu okulda kızı Hypatia da matematik, felsefe ve astronomi dersleri veriir, Platon, Aristo ve Oklid’in fikirlerini tartışmaya açtığı bu dersler dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerle dolup taşar…
Kentin dokusu Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından hızla değişir. İktidara egemen olan Hıristiyanlar, Pagan ve Yahudiler başta olmak üzere farklı inançlara sahip kim varsa hepsini hedef alır. Kentte ardı ardına cinayetler işlenirken Hypatia çalışmalarını aralıksız sürdürür. Her gün bir çember çizerek; dünyanın, güneşin, gezegenlerin hareketlerini yeniden hesap eder, öğrencilerine “Bizi birleştiren şeyler ayıranlardan daha fazla; tüm insanlar eşittir, kardeştir…” tavsiyesinde bulunur. *** İskenderiye Üniversitesi’ni inançsızlığın merkezi olarak gören Hıristiyanlar, Serapis tapınağı, müze ve dev kütüphanenin yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kitapların parçalandığı, heykellerin yıkıldığı, insanların öldürüldüğü kanlı saldırıda yüzyılların bilimsel birikimi de yok edildi. En sevdiğini; babasını da kaybeden Hypatia, artık yapayalnızdı… Ancak babasına söz verdiği gibi gerçeği aramaktan asla vazgeçmedi. Hypatia “Dünya hareket ederken daire mi çiziyor, elips mi, yoksa güneş dönüyor dünya yerinde mi duruyor” diye düşünürken kötülük yerinde durmuyor, örgütleniyordu…
***
Tumblr media
Hypatia bilimsel çalışmalarını sürdürürken İskenderiye Patrikhanesinin, ona duyduğu kin her geçen gün artar. Eski öğrencisi olan kent valisinin onun tesirinde olduğunu ve bu sayede farklı inançların korunduğunu düşünürler. Hypatia’nın öldürülmesi için tezgâh kurulur. Başpiskopas Kril’in talimatıyla papaz pazar ayininde bir konuşma yapar; kadının toplumda olması gerektiği yeri tanımlar önce, asla bir erkekle eşit olamayacağını, erkeğe akıl veremeyeceğini, kıyafetlerinden hareketlerine kadar dikkat etmesi gerektiğini anlatır uzun uzun. Ardından Hypatia’yı hedef göstererek İskederiye’de haddini aşmış bir kadının yaşadığını, büyücü, günahkâr bir şeytan olduğunu söyler.
Kalabalık soluğu Hypatia’nın kapısında alır. Önce saçından sürüklerler. Haypatia’yı çırılçıplak soyup en acı şekilde nasıl ölebileceğini tartışırlar; biri “Taşlayalım”, diğeri “Derisini yüzelim” der, öteki ateşe vermekten bahseder. Karar veremezler, sırayla hepsini yaparlar… *** Tarihte bilinen ilk kadın matematikçi olan Hypatia’nın yazdığı kitaplar kütüphane saldırısında yok edilir. Feminist sanata da konu olan Hypatia hakkında çok sayıda roman, oyun ve şiir yazılır… Hypatia’yı “Bağnazlığın masum bir kurbanı” diye tarif eden Voltaire, öldürülmesini ise ‘sorgulama özgürlüğünün yok ediliş simgesi’ olarak niteler. *** Derler ki Hypatia’nın katli sadece bir bilim insanın ölümü değil daha fazlasıdır; aydınlıkla karanlığın savaşında bir dönemeç kabul edilir. Hypatia’nın; insanlığa büyük bir dersi daha vardır; tüm karanlığa inat ‘Göğe bakalım…’
Göğe Bakalım-Hypatia 25.10.2018
maviSEÇKİ
19 notes · View notes