altini-cizdiklerim-blog
Kitaplardan Alıntılar
2 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
altini-cizdiklerim-blog · 6 years ago
Text
SAFAHAT -1   Mehmet Akif Ersoy
Tumblr media
Oku, şayed sana bir hisli yürek lazımsa;
          Oku, zira onu sana yazdım, iki söz yazdımsa.
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyliyemem;
          Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!
Tumblr media
FATİH CAMİİ
Bu kudsi mabedin üstünde taban fevc fevc ervah,
          Bu ulvi kubbenin altında cuşan mevc mevc envar
(Bu mukaddes mabedin üstünde bölük bölük ruhlar uçuşmakta,
bu yüksek kubbenin altında dalga dalga nurlar parlamakta)
O sadrin feyz-i enfasiyle güya bir yığın ahcar,
          Kıyam etmiş de, yükselmiş de bir timsal-i nur olmuş
(Sanki bir taş yığını şahlanarak o yüce devrin feyizlerini ve yüksekliklerini canlandıran nurani bir abide olmuş)
Asırlar geçti hala batılın piş-i hücumunda,
          Göğüs germektedir, bir kerre olsun olmadan bizar
(Şu sessiz, sedasız duvarlar, asırlardan beri batılın hücumlarına usanmadan göğüs gerip durmuşken nasıl olur da nurun timsali sayılmaz)
Bu bir mabed değil, ma’buda yükselmiş ibadettir;
          Bu bir manzar değil, didara vasıl mevkib-i enzar
(Bu bir mabet değil, ibadetlerin mabuda yükselmiş şeklidir. Bu bir manzara değil, nazarların didar-ı Hakka varmış kafilesidir)
 Riday-i leyli henüz açmamıştı dest-i sema;
           Saba da hab-i sükundan ayrılmamıştı daha
(Semanın eli, daha gecenin örtüsünü açmamıştı, sabah rüzgarı da henüz sakin sakin uykusundan uyanmamıştı)
Sokuldum artık onun sine-i münevverine
(Onun nurlu göğsüne sokuldum)
Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir:  “Bu gece,
          Sizinle camie gitsek çocuklar erkence.
          Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
           Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
           Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.
           Namaza durdu mu, haliyle koyverir perşimi,
           Dalar giderdi. Ben artık kalınca azade,
            Ne aşıkane koşardım hasırlar üstünde!
 Eğildi sonra o dağlar huzur-u izzette;
            Göründü sonra o dağlar zemin-i haşyette!
            İnayetiyle Huda kaldırınca her birini,
            Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini.
*Namazdaki rüku, secde ve dua hallerini anlatıyor… İnsana ‘dağ’ benzetmesi yapmasının sebebi ise, kulluğun dağlara verilmek istendiğinde korkup kabul etmeyişlerindendir*
(Sonra o sıra dağlar, Allah’ın huzur-u izzetinde eğildi, saha sonra Hakk’ın zemin-i haşyetine kapandı.
Lutf-i İlahi, her birini inayetiyle kaldırınca o dağlar semaya doğru el açtılar ve duaya başladılar)
Tumblr media
TEVHİT YAHUT FERYAD
 Pervazına yetmez gibi pehnay-i avalim,
            Gahi seni bulsam diye, avare hayalim
            Bir şevk ile lahuta kadar yükseleyim der.
            Lakin nasıl olsun ki bu Mi’raca muzaffer?
            Nasut muhitinde hanüz çalkalanırken,
            Bir dest-i tecebbür dayanıp gösüne birden:
            Husranla iner öyle sefil, öyle muhakkar:
            Hala o sukutun küreden tozları kalkar!
(Serseri hayalimin dönüp dolaşmasına alemlerin genişliği yetmiyormuş gibi, bazan şevke gelir ve seni bulmak için lahut alemine kadar yükseleyimder. Lakin böyle bir mi’rara nasıl zafer bulabilir ki daha nasut alemlerinde çalkalanıp dururken cebrar ve muktedir bir el göğsüne dayanır da dehşet ve hakaret içinde şu süfli toprağa serilir, orada nedametle bağrını çak etmeye başlar)
Sun’undaki esrara teali bize memnu’
          Olmaz mı, rida-puş dururken derk etmiyen efkar
          Hurşid-i ezelden nasıl ister ki haberdar
         Olsun daha bir zerreyi derk etmiyen efkar?
(Akıllara hayret veren kudret ve sanatındaki esrara yükselmek bize yasak edilmiş. Nasıl edilmez? Sanatının eserleri, daha maçhuliyet perdesiyle örtülü bulunuyor. Bir zerreyi anlamıyan fikirler, ezelliyet güneşinden nasıl haberdar olabilir?)
Bakiyi beşer her ne kadar etse de tenzih,
          Faniyyeti icabı, eder kendine teşbih
 (İnsan, baki olan Cenab-ı Hakkı ne kadar tenzih eylemiş olsa faniliği icabı olarak yine kendisine benzetiyor)
Bir sahne demek aleme pek doğrudur elbet;
           Ancak görülen vak’aların hepsi hakikat
·          Lakin bu sefilan-i beşerden kiminin, var
           Kalbinde bir ümmid ki encüm gibi parlar:
           İmandır o cevher ki İlahi ne büyüktür…
           İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.
 (*sefilan-i beşer: sefil insan *encüm:yıldız)
Mü’min –ki bilir gördüğü yekruze cihanın
          Fevkınde ne alemleri var subh-i bekanın;
          Bin can ile elbet çekecek etse de bilfarz,
          Her devri hayatın ona binlerce bela arz.
(İman sahibi olan kimse şu birkaç günlük dünyanın fevkinde beka sahibinin ne parlak alemleri bulunduğunu bilir. Onun için hayatın her saniyesi ona faraza binlerce bela arz etse de onları candan, gönülden kabul eder)
Tumblr media
DURMIYALIM
Varmak istersen –diyor Sadi- eğer bir maksada
           Tuttuğun yollar tükenmekten muarra olsa da;
           Şedd-i rahl et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın!
           Merd-i sahib-azm için neymiş uzak, neymiş yakın?
            Hangi müşküldür ki himmet olsun, asan olmasın?
           Hangi dehşettir ki insandan herasan olmasın?
            İbret al erbab-ı ikdamın akıp asarına:
           Dağ dayanmaz erlerin dağlar söken ısrarına
 (Sa’di diyor ki: Bir maksada varmak istiyorsan
Tuttuğun yollar; bitmez, tükenmez olsa da
Yükünü bağla, durmadan yürü, yollarda kalmaktan sakın.
Azim ve teşebbüs sahibi bir kimse için uzak ve yakın nedir?
Himmet sarfedince hangi zorluk kolaylaşmaz?
Hangi dehşetli hal, insandan çekinip korkmaz?
İkdam ve sebat sahiplerinin eserlerine bak da ibret al
Ki cidden erkek olanların dağlar söken azmine dağlar da dayanmaz.)
 * Mezil-i maksut denilen istirahat yeri; istikbaldir.
              Kervan; insan kavimleri, çöl: mazi, tenbellik de: yolun maniasıdır.
           * Durma ki mazi, dehşetli bir dikenliktir.
              Yürü ki istikbal, korkusuz ve mübarek bir topraktır.
           * Evet, birçok meşakkatle katlanmak gerektir. Bu doğrudur
             Serseri bir seyyahı yolların dehşeti korkutur. 
           * Lakin korkuyu bırakmak, azim ve teşebbüsü kuvvetlendirmek icap eder
              Yükünü bağlamış da ileri gitmişsen kurtulursun.
           * Madem ki hayat havline düşmüşsün, onun son konağına kadar gitmen lazımdır.
           * O çöle düşmemek elinden gelmemiş, ey miskin brai bu çöller mezarın                  olmasın.
           * Yolda durmak ve ilerlememek fikrince intihat etmek değilse,
            Gökyüzünden bir meleğin sana refret indirmesini bekliyorsun demektir. 
              * Allah (Leyse lil-insani illa ma sea) yani ‘insan, ancak elde etmeye                        çalıştığı şeyi bulur’ diyorken
                Anlamıyorum ki miskinlikten ne bekliyorsun.
·* Yaratılış temaşahanesi dikkatle gözden geçirilirse bir zerrenin                      çalışmaya yabancı olduğu görülemez.
            * Hilkatin gökleri ve yeri, hatta bütün mevcudat için daimi bir çalışmadan kurtuluş yoktur.
            * Yer açılsın, gökler çalışsın da sen sıkılmazsan otur. Bunlara karşı çalışmamak için bir bahane bulabilir misin? Yaratılmışların çalışması bir şey mi? Yaratan bile boş durmuyor, türlü türlü şüun ile tecelli ediyor. Sen halktan sıkılmak bilmiyorsan hey Allahın kulu; Allahtan olsun utan da boş durma.
Tumblr media
GEÇİNME BELASI
Yazda yiyim, kışta giyim derdine
           Sarf olunup buldu ömür intiha
Tumblr media
MEYHANE
Hayalinde ne geçmişin hatırası kalmış,
           Ne de geleceğin düşüncesi uğramış
Tumblr media
MEZARLIK
Bakma kabristanın ancak saha-i medhuşuna,
          Dur da bir müddet kulak ver nale-i hamuşuna!
          Kalbi hiç benzer mi sima-yi heybet-puşuna!
          Kim ki dalmıştır hayatın seyl-i cuşa-cuşuna,
          Can atar, bir gün gelir, yorgun düşüp ağuşuna!
(Kabristanın dehşetli sahasına bakıp geçme. Birazcık olsun dur da suküti iniltisine kulak ver. Bak ki, kalbi heybetli simasına benziyor mu? Hayatın coşkun seline kapılmış olanlar, yorgun düştükleri için bir gün gelirler, bunun kucağına can atarlar.)
Madem ki hürriyet ve hamaset sendedir, bence yaşamak zillettir, şeref ve izzet sendedir. 
Hayatın istekleri ruhumu sıkınca ölüler mahallesi, yani mezarlık biricik seyir yerim olur. Yaşayışın gürültülü mühitinde daimi bir ferağ yoktur. İkinci hayatın zemin-i pakinde ne hırs ve mezellet bulaşıklığı vardır, ne de harim-i hakinde geçinmenin hay ve huyu mevcuttur. Bu huzur ve sükun kainatın sessiz fezasını görünce, perişan ömrümün  acılığını bir an için olsa bile hayalimden atarım, masiva ve tabir edilen şu alemden uzaklaşırım. Şu masiva denilen düğüm üstüne düğüm olmuş eser yığını kırılıp açılmadan ruh bir dem bile rahat edemez. Fakat o düğümün kırılması için böyle bir zemin ve bir kalb-i ahenin ister. 
Karşımda geniş bir mezarlık göründü ki koca bir edebiyat denizi idi. Taşları ve pehleleri de o denizin donmuş dalgaları demekti.
Tumblr media
 BAYRAM
Deniz dalgasız olmaz,
          Gönül sevdasız olmaz,
          Yari güzel olanın
          Başı belasız olmaz!
          Haydindi mini mini maşallah
          Kavuşuruz inşallah…
Tumblr media
AZİM
Ba’zan iki üç haybet olur rehzen-i ümmid…
          İnsan o zaman etmelidir azmini teşdid…
          Ye’sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
          Husrana düşersin, çıkamazsın ebediyyen!
          Mahkum olarak ye’se şu biçare peder de,
          Evladını şayed o karanlık gecelerde,
          Vazgeçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?
          Elbet biri candan , biri canandan olurdu!
(Bazan üç muvaffakıyetsizlik, ümit yolunu vurur. İnsan o vakit azim ve teşebbüsü şiddetlendirmelidir. Ümitsizliğin sonu yoktur. Ona bir kere düşecek olursan altından kalkamıyacağın büyük bir zarara düşersin. Şu biçare peder de ümitsizliğe düşüp o karanlık gecede evladını aramaktan vazgeçmiş olaydı, evladı candan, babası da canandan olurdu)
Tumblr media
SEYFİ BABA
Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım,
          Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
           Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
           Sürme çekmiş gibi nur indi mumun kör gözüne!
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:
          Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Tumblr media
İNSAN
Ve tez’umu enneke cirmun sagirun,
           ve fike-ntave-l’alem-ul-ekberu  [İmam Ali]
(Sen küçük bir cirm olduğunu iddia edersin ama, en büyük alem senin içinde gizlidir)
 Haberdar olmamışsın kendi zatından da hala sen,
           “Muhakkar bir vücudum!” dersin ey insan, fakat bilsen.
            Senin mahiyyetin hatta meleklerden de ulvidir:
             Avalim sende pünhandır, cihanlar sende matvidir.
(Ey insan; sen hala kendini tanımıyorsun da, ben hakir bir varlıktan ibaretim diyorsun. Fakat mahiyetinin meleklerden yüksek olduğunu, alemlerin sende gizlenmiş, cihanların sende dürülüp bükülmüş olduğunu bilsen…)
            Musağğar cirmin amma gaye-i sun’-i İlahisin;
            Bu haysiyyetle payanın bulunmaz, bi-tenahisin!
(Bünyen küçük ama, Allah sanatının gayesisin. Bu itibarla sonun bulunmaz ve nihayetin gelmez)
            Edib-i kudretin beyt-ül –kasid-i şer’i olmuşsun;
            Hakim-i Fıtratin bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun.
(Kudret-i İlahiye edebiyatının en güzel bir beyti, hakim-i fıtratın anlaşılmaz bir sırrı olmuşsun)
Bulutlardan savaık sayd eder irfan-ı çalakin;
           Yerin altında ma’denler bulur nakkad idrakin.
(Çevik ve atik irfanın bulutlardan yıldırım avlar. Münakkit idrakin yerin altından madenler bulur, çıkarır)
Denizler büsterindir, dalgalar kehvare-i nazın;
          Nedir dağlar, sema-peyma senin şehlal-i pervazın!
(Denizler yatağın, dalgalar nazlı beşiğin olmaktadır. Dağların yüksekliği bir şey mi? Senin kanadların gökleri ölçmektedir)
Hava, bir refref-i seyyal-i hükmündür ki bir demde,
          Olur dem-saz-ı avazın bütün aktar-ı alemde.
(Hava, hükmünü bir demde dünyanın her tarafına götürmek için akıp giden bir vasıtadır)
Karanlıklarda gezsen, şeb-çerağın fikr-i hikmettir,
          Ki her işrakı bir sönmez ziya-yi sermediyyettir;
(Karanlıklarda gezen hikmetli düşüncen öyle bir kandilin olur ki, her parlayışı sermedi bir ziya teşkil eder)
           Susuz çöllerde kalsan, bedrikan ilham-ı sa’yindir,
           Ki her hatvende eyler saye-küster vahalar zahir
(Susuz çöllerde dolaşsan kılavuzun sa’yinin ilhamıdır ki her adımında gölgelik vahalar gösterir)
          Ne zindanlar olur hail, ne menfalar, ne makteller…
          Yürürsün sedd-i rahın olsa hatta ahenin eller.
(Zindanlar, menfalar ve makteller, ilerlemene hail olamaz. Demir eller yolunu tutmak istese bile dinlemezsin, yürür gidersin)
Taharriden usanmazsın, taaliden taaliye
           Atıldıkça “Atılsın şimdi, dersin, başka atiye!”
(Aramaktan üşenmez, bulmak arzusundan usanmazsın. Yükseklikten daha yükseklere fırladıkça, başka bir istikbale atılsam dersin)
Serair perde-puş-i zulmet olsun varsın isterse…
          Düşünmez düştüğün yelda-yi hirman ruhunu ye’se:
(Bütün sırlar isterse zulmet perdeleri arkasında saklansın, düştüğün mahrumiyet gecesi ruhunu ümitsizliğe düşürmez)
 Emel meş-al-keşin, bir rehnüma hemrahın olmuşken,
           Tehaşi eylemezsin sine-i deycura girmekten
(Emelin, önünde meş’ale çektikçe, bir kılavuz da yoldaşın oldukça karanlıkların içine dalmaktan çekinmezsin)
 * Gelip bir gün tecelli etse mahiyyat-ı masnuat,
              Tahirreden geçer, bir dem karar eyler misin? heyhat!
         * Tutar mahiyyet-i sani, o en heybetli mahiyyet
            Olur ateş-zen-i aramın, artık durma cevlan et!
         * Tevakkuf yok seninçin, daimi bir seyre tabisin…
            Ne zira hale razisin, ne müstakbelle kani’sin!
         * Dururken böyle bi-payan terakki-zar karşısında;
           Nasıl dersin ya “Pek madudu bir cirmin” Tutarsam da?
         * Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcile mazharsın:
           Tekalifin emanetgahısın bir başka cevhersin!
         * Hayatın eksik olmazken ağır bin bari arkandan;
           Ölümler, korkular savlet ederken hepsi bir yandan;
         * Şedaid iktiham etmekle müthiş bir mekanetle,
           Yolundan kalmayıp daim gidersin…Hem de süratle!
         * Senin bir nüsha-i kübra-yi Hilkat olduğun elbet,
           Tecelli etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet;
        * Nasıl olmak gerektir şimdi ef’alin ki, hem-payen
          Behaim olmasın, kadrin melaikten muazzezken?
(* Bütün masnuatın mahiyetleri bir gün sana tecelli ediverse, aramaktan vazgeçer, oturur musun? Hayır…
* O vakit o masnuatın saniine sıra gelir. O en heybetli mahiyet sabır ve aramını tutuşturup yakar.
* Hulasa senin için bir lahza durup dinlenmek yok. Daimi bir ilerleyişe tabisin. Çünkü ne hale razı olursun, ne de istikbale kanaat edersin
* Karşısında böyle bir terakki mahalli dururken nasıl olur da, ben hakir bir varlıktan ibaretim dersin?
* Meleklerinkinden çok büyük bir tazime mazhar olmuş, Allahın tekliflerine emanetgah ittihaz edilmiş bir cevhersin
* Hayatın pek ağır binlerce yükü arkandan eksik olmazken, korkular, ölümler de bir yandan saldırırken müthiş bir temkinle o şiddetli hallere tahammül eder, yolundan kalmazsın, daima ve süratle gidersin
* Yaradılışın bir nüsha-i kübrası olduğun anlaşıldı. Artık düşün de hükmünü kendin ver ki yapacağın işler nasıl olmalıdır?
* Kadrin meleklerden muazzezken hayvanlar seninle müsavi olmasın)
Tumblr media
İSTİBDAD
Çıkar dışarıda gezersem biraz nefeslenirim;
           Epey de yorgunum amma gelince dinlenirim.
 Fakat gidenlere baktım ki kaldırıp tabanı,
           Bucak bucak kaçıyor: kaç bilir misin amanı!
Tumblr media
EZANLAR
Seher vaktinde bütün kainat tatlı bir uyku içinde iken bu ruhani nağme, ufukları dalgalandırır da etrafın skit kalbinde hazin bir enin peyda eder. Her taraf karanlıktır, fakat o karanlık, aydınlık bir zulmettir. Çünkü gökyüzü uyanıktır. Her yıldız da Allahın cemalinden penceredir. 
Ruhu yıpratan geçinme kaydına mahkum olan biçareler, gündüzleri bu merhametli hatırayı duyunca, ahirette didar-ı İlahi ile hayat yükünü taşımaktan yorulmak şöyle dursun, yılgınllık eseri göstermeden en ağır yükleri sürükler ve taşır. 
Tumblr media
MAHALLE KAHVESİ
Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdadın?
          Hayır, o nesl-i necibin, o şanlı evladın,
          Damarlarında şehamet yüzerdi kan yerine;
          Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine
Tumblr media
KÖSE İMAM (Fakir ve cahil bir adamın, karısının üzerine başka biri ile evlenmek istediği konusunda Akif’in baba dostu köse imam ile münakaşasını anlatır)
Ya şeriat ne için
           Bize evlenmeyi ta dörde kadar emretsin?
           İki alsam ne çıkar saye-i hürriyette?
           Boşamışsam canım ister boşarım elbette.
           İşte meydanda Kitab. Hem alırız, hem boşarız.
           - Dara geldin mi şeriat! Sus ulan iz’ansız!
            Ne zaman camiye girdin? Hani tek bir hayrın?
            Bir kızılbaşla senin var mıdır ayrın, gayrın!
            Ağzı meyhaneye rahmet okuturken, hele bak,
            Bana gelmiş de şeriatçi kesilmiş…Avanak!
            Hangi bir seyyie yok defter-i amalinde?
            Seni dünyada gören var mı ayık halinde?
            “Müslümanlıkla şeriat bunu emretmiş imiş:
             Hem alır, hem de boşarmış!” Ne kadar sade bir iş!
             Karı tatliki için bak ne diyor Peygamber:
             “Bir talak oldu mu dünyada,  semalar titrer”
             “İki evlense ne varmış!” Bu yenir herze midir?
             Vakıa bazan olur, dörde kadar evlenilir…
             Bu kimin harcı,  a sersem, hele bir kerre düşün!
             Tek kadın çok sana emsal olan erkekler için.
             Hani servet? Hani sıhhat? Ne ararsan mefkud,
             Tamtakır bir kese var ortada, bir sıska vücud!
             Sen dua et ki “şeriat” demiyor evde karın
             Yoksa, boynunda bugün zorca gezerdin yuların!
             Karı iş görmiyecek; varsa piçin bakmıyacak;
            Bunların hepsini yapmak sana aid “şer’an!”
            Çocuk emzirmeye hatta olacak bir süt anan!
            “Boşarım, evlenirim” bahsini artık kapa da,
            Hak ne verdiyse yiyip hoş geçinin bir arada.
 Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar!
            İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler; bunlar
            Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan;
            Yoksa insanlığı bilmem nasıl anlar insan?
Tumblr media
HASBIHAL
 “Geçen geçmiştir artık; an-ı müstakbelse mübhemdir;
             Hayatından nasibin: bir şu geçmek istiyen demdir.”
             Evet, maziye ric’at eylemek bir kerre imkansız;
             Ümidin sonra istikbal için sağlam mı? Pek cansız!
             Bu günlük iş bugün lazım yapılmak, yoksa ferdaya,
             Bırakmışsan…O ferdalar olur peyveste ukbaya!
(Geçen artık geçmiştir, gelecek zaman ise meçhul ve mübhemdir. Hayatından nasibin ancak hal, yani şu geçmek üzere olan demdir. Maziye dönmek mümkün olmadığı gibi istikbal ümidi de cansızdır. Onun için bugünkü iş bugün yapılmalıdır. Yarına bırakırsan o (yarın) lar mahşere kadar sürer)
Gözümün nuru, sakın günlerin beyhude geçmesin. Halin müsaitken çalış ki, encamın belli değildir. İnsanın ömrü, irfan tahsiline yetişmez diyorlar. Belki bu söz, her cihetten pek hakimane değildir. İnsanlar için muhakkak bir emel gayesi vardır. Ömrünün her saatini hakkiyle geçirenler, asıl maksuda varamasalar bile yolda bin türlü maksada tesadüf ederler. 
Hakikati aramak hırsı ademde hılki ve tabiidir, alemde görülen eserler de cibilli hırsın mahsulüdür. Tenbellik madem ki yaratılış ahkamına isyan etmektir, insanlık davasında bulunan kimse durmasın, çalışsın. 
0 notes
altini-cizdiklerim-blog · 6 years ago
Text
HAZRETİ İNSAN - Rabia Christine Brodbeck
Tumblr media
Kendisine yaratıcı tarafından “Her şeyi senin için, seni kendim için yarattım” diye hitap buyuran hazreti insandır. Hazreti insan! Allah'ın halifesi…
Tumblr media
İNSANIN YARATILIŞ SIRRI
Büyük mutasavvıf Ahmet Şem'ani'nin şöyle bir yorumu vardır; “Melekler ’ Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın’ dediklerinde Allah ü Teala buyurdu ki: ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim.’ Bir diğer ifade ile 'Ben biliyorum ki onları bağışlayacağım. Siz onların itaatsizliğini biliyorsunuz, halbuki ben affediciliğimin farkındayım. Siz hamdinizde, kendi fiilinizi ortaya koyuyorsunuz, fakat ben affımda Kendi ihsanımı ve cömertliğimi izhar ediyorum. Ben sizin bilmediğinizi, yani Benim onlara sevgimi ve onların Bana olan sevgilerindeki samimiyeti biliyorum. Her ne kadar zahirde iyi işleri yerlerde sürünse de, bâtında Bana olan sevgileri saftır. Ne olurlarsa olsunlar, Ben onları seviyorum.”
Hz. Mevlânâ, Allah'ın, sevgili kullarına olan rahmet ve merhametini tarif ediyor: “Allah ile iki tane ben bir arada olamaz. Sen 'Ben’ diyorsun O da 'Ben’ diyor. Ya sen O'nun önünde öl, ya da O senin önünde ölsün; o zaman ikilik gidecektir. Ancak, Hayy, Ölümsüzdür. O'nun subjektif veya objektif olarak ölmesi mümkün değildir. O öyle büyük ve sınırsız bir Merhamet ve Muhabbet sahibidir ki eğer mümkün olsaydı O, ikiliğin gitmesi adına senin için ölürdü. Ancak, ölmesi mümkün olmadığı için sen öl ki tecelli buyurup Kendini sana göstersin de ikilik gitsin”
Aşk, Allah'ta var olmaktır.
Tumblr media
HAZRETİ ADEM (AS)
“Ve Âdem'e bütün eşyanın -varlıkların- isimlerini öğretti” [Bakara:31] ayetinde anlatıldığı gibi Kendi sıfatlarının hepsini ve Esma-i Hüsna'sını O'na nakşetti.
Âdem(as) ilk yaratıldığında, Allah kalbi tüm mahlûkatın içindeki en mukaddes makam olarak şekillendirdi. Allah buyuruyor ki: “Ben ne cennetime ne dünyaya sığdım..Sadece bana muti kulumun kalbine sığdım.” Allah insanın kalbini bir kâinat olarak halk etti ve bu yüzden de orayı Kendi evi yaptı. Orayı Kendi ilahi nurunun güzelliğinin ve ilahi sırlarının aksedebileceği bir ilahi ayna olarak yarattı. Hz. Mevlânâ şöyle buyuruyor: “Âdem saf bir nur ile göründüğü için esmâların sırrı ve ruhu ona göründü.”
Allah (cc) Âdem(as) için küçük bir itaatsizlik yaratıp yasak ağacı meyvesinden yedirdi ki öğrenmek ve öğrenen bir kul olmak için dünyaya inmek zorunda kalsın. Yüce yaratıcısından başkası da onun öğretmeni olmadı.Bu yüzden de insan ile Rabbi arasındaki ebedî ilişki, Âdem'in ilk öğrenci, Rabbinin de ilk öğretmen olduğu bir ilişki oldu. Neticede, bütün insanlar Rableri ile O'na muhtaç yaratılmışlar olarak ilişki kurmak zorundadırlardır; rehberlik edilecek, beslenecek, korunacak ve O'nun kudsi hikmet ve gücü ile eğitilen yaratılmışlardır.
Cennetten Rabbi tarafından sürülmek insana ayrılık acısı verir. Bu eylemi yoluyla Cenab-ı Hakk insana olan aşkını tezahür ettirmek istemektedir. Cenâb-ı Hakk Kendisinin arzulanan hedef olmasını istemiştir ve bunun için insanı doğumundan itibaren Kendisinden ayırır ve bu ayrılık acı verir. O'ndan ayrılış acısından daha büyük bir ıstırap yoktur. Ve O'na kavuşmaktan daha büyük bir mutluluk da yoktur. Cennetten sürülmek bir ceza değildir. Aksine Rabbimiz insanı eğitmek ve onu yüceltmek, şeref, kemâl ve gerçek aşk makamlarına çıkartmak istiyor. Yani cennetten çıkarılmak muhtaciyetin tam olarak başladığı yerdir.
Yani insanın bu gezegendeki varlığı tamamıyla eğitim amaçlıdır, çünkü manevi tekâmül dünyasındayız. Ayrılık acısı kalbimizdeki aşk tohumunu besleyecek, yalnız Rabbimize karşı olan arzumuzu artıracaktır. Bu sayede sürekli O'nun arayışı içinde olacağız. Kifayetsizliğimizi, güçsüzlüğümüzü ve hiçliğimizi idrak ederek de O'nun azameti ve şanı ile güçlenecek ve büyüyeceğiz.
Ayrıca Âdem(as) cennette iken bir görevi, işlevi, sorumluluğu yoktu. Şerefli Hilafet göreviyle tezyin kılınması için meleklerin âleminden, tahtının bulunduğu cennetten çıkarılması gerekiyordu ki gelmiş geçmiş en büyük vazife ile vazifelensin; dünyada Hakk'ı temsil etmek.
Allah buyuruyor: “Ey gök ehli olan melekler! Siz kendi masumluğunuza güveniyorsunuz, oysa onlar Benim Rahmetime güveniyorlar.”
Dünya hayatı yaşamaksızın Âdem (as) Allah'ın kendisine öğrettiği ilahi esmanın mânâsını ve kıymetini anlayamayacaktı. Cennette, kendi zaaflarını, düşüklüğünü ve kifayetsizliğini anlamaksızın Allah'ın güzelliğini ve kemâlatını nasıl tadacaktı ki? Kendi gündelik yaşamında hudutları, kısıtlamaları ve kendi benliğinin kararlılığını tecrübe etmeden Allah'ın sıfatlarının sonsuzluğunu nasıl bilecekti? Kendi itaatsizliği olmaksızın Allah'ın keremi, merhameti, rahmeti ve affediciliğini nasıl hissedecekti?
Dahası var: O, kulluğunu ifa etmeksizin aşkın sırrına eremeyecekti. Uzaklık olmadan aşk ateşinin lezzetini tadamayacaktı. Acı, niyaz ve gözyaşı olmaksızın aşlın hakikatini idrak edemeyecekti. Yalnızlığı ve ayrılığı tatmasaydı, tevhidin tadını bile bilemeyecekti. Burada bir hikmet var. Melekler ya da hayvanlar gibi diğer yaratıklar kurbiyyetin yüce hazzını, ayrılığın ve uzaklığın yakıcı ıstırabını tadamazlar. Bu yüzden manevî gelişmeden nasipleri yoktur. İdrakin hoş tadı onlara verilmemiştir. İnsanı bu kasar biricik kılan ebediyete müteveccih olan manevî gelişim sürecidir. Bir diğer ifade ile insanın tasarımında sınırsız bir gelişim imaknı mevcuttur.
Ahmed Şem’ami şu yorumu yapıyor: “Burada gizli bir sır var. Melekler saf ve masum olduklarını gördüler. Ama Adem, aczini anladı. Melekler, ‘Biz Seni takdis ve tenzih ederiz, ayrıca senin rızan için de günah işlemeyiz’ dediler. Hz. Adem de, ‘Ya Rabbi, biz nefsimizi zulmettik’ dedi. Allah Adem’e, Allah’ın indinde hata ettiğini ilen klişinin hataya düşmesinin, saf olduğunu bilen kişinin saflığından daha makbul ve mergub olduğunu gösterdi. Bu nedenle Cenab-ı Hakk Adem’i mescud, secde edilen kılarken meleklere de sacidlik sıfatını verdi.
Tumblr media
EBEDİ TAZELİK
Kaynakta ebedi bir tazelik var! Aşk yolu dönüş yoludur. Eğer varlığımızın köklerine geri dönersek, bütün  varoluşun kaynağını bulıursak, insanooğlunun bütün mizacını ve kim olduğumuzun gerçek anlamını kavrayacağız. Gerçek aşıklar her an ebedi tazelik içindedir. Bu nedenle onların huzurunda oturmak, hayat çeşmesinden içmek gibidir.
Tumblr media
AŞKIN SIRRI
Esas görevimizin aşkın sırrını keşfetmek olduğunu söylemek istiyorum. Zira bizler Rabbimizin bize duyduğu sevgiden dolayı varız. Cümle varlığın kaynağı aşktır.
Hz. Mevlana şöyle tavsiye buyuruyor: “Suyu aramak için fazla vakit harcama, onun yerine susuzluğu ara! Susuzluğu bulunca sular aşağıdan yukarıdan fışkıracaktır.
Tumblr media
ÇAMUR İLE NUR ARASINDA
İnsan sinesinde bir ikilemle doğdu! Bedeni maddeden yaratılmışken ruhu Cenab-ı Hakk’a aittir. Bu nedenle insanın kendi içinde bir buluşma yeri vardır. Bu mekan çamur ile nurun, beden ile ruhun, madde ile mana arasındaki sırrı oluşturur. İnsanın bu dünyaya gelişi, ruhun beden maddesiyle bağlantı kurmasından başka bir şey değildir.
“Eğer bir mekanın çöp sepeti yoksa orası eksiktir. Yüce bir mekanın yanında mutlaka bir çöp sepeti olmalıdır ki; o mekanda toplanan bütün çöp ve pislik oraya atılabilsin. Aynı şekilde Cenab-ı Hakksaf nurdan bir kalp yarattığında, bu nefs-i emmareyi çöp sepeti olarak onu yanına koymuştur. Cehaletin kara lekesi de safiyet mücevheriyle aynı kanatlaral uçar. Doğru bir okun, eğri bir yaya ihtiyacı vardır. Ey Kalp! Sen doğru ok gibi ol! Ey nefs eğik bir yayın şeklini al! Kalbe safiyet giysisini giydirdiklerinde, kalbe cehalet ve günah kara lekesini gösterirler ki, kendisini hatırlasın ve ne olduğunu bilsin. Bir tavus kuşu bütün tüylerini açtığında her tüyden ayrı bir zevk alır. Ama aşağıya eğilip ayaklarına baktığında utanır. İşte cehalet kara lekesi o tavus kuşunun ayaklarıdır ki, daima seninle kalır”
Tumblr media
TEVHİD VE TASAVVUF
Muhyiddin Arabi Hazretlerinin dediği gibi: “Velayet Şeriate uymakla kazanılır, fiiliyatsız boş tefekkürle değil...Gerçek Tasavvuf beş vakit namazdan ve rabıta-i mevtten ibarettir. 
Cümle mevcudat O’nun nuru ve ruhundan yaratılmıştır ve bütün parçalar bütüne dönmek ister.
Tabiat, kainar, dünya ve insan bütüne dönme çabasındadırlar. Bütün yaratılmışlar O’na taparlar, O’nu arzularlar, O’nun şanını zikreder ve O’nunla tevhid haline kabuşmak için gayret gösterirler.
Kur’an bir gelin gibidir.Peçeyi çekmene rağmen kendisini sana göstermez. Kur’an’ıaraştırıp da hiç bir tat almadıysan bu peçeyi kalırma yöntemin yüzünden senin kabul edilmemen demektir. Eğer peçesine asılmayı bırakır da rızasını ararsan, tarlasını sularsan, her an hizmetinde olup da onu razı edecek her an mücahedede bulunursan sana senin ziyade gayretlerine gerek kalmadan kendisini ifşa edecektir.
Bir anlığına çekilmiş olan dünya resmini seyretmeye doyamazlar.
İnsanın dünyevi varlığının kıymet ve anlamını bilmek cennetin hazinesini bilmeye denktir. Daha kesin ifade ile, insanı yaşamındaki görevi cenneti tekrar keşfetmek ve yaşamaktır. Bu gizli hazinedir. Bundan dolayı ona  dünyevi varlığında verilen zaman ahiret için bir prova niteliğindedir, çünkü gizli hazineyi ancak bu dünyada bulabilir. Bu da cennetin hoş tadının burada ve şimdi verildiği anlamına gelir. İnsan ahiretin meyvelerini bu dünyadaki yaptığı iyilikler nispetinde alacaktır.
Sultanü’l Evliya Hz. Abdulkadir Geylani (ks) bize şu tavsiyeyi lutfediyor: “Manevi kültür (tasavvuf) uzun konuşmalarla kazanılmaz; aç kalmakla ve nefse aşina olup hoş gelen şeylerin terkiyle kazanılabilir”
Sufi Evliya Sidi Hamza el Kadiri el-Boutchichi’nin söylediği gibi; “Gerçek ilim sadecetevazu sayesinde elde edilebilir.Bu ilme giden yol, tıpkı bir kişinin akarsudan su içmek istemesi gibidir: Su içebilmek için başını aşağıya eğmek zorundadır. Su, en aşağıları arar, bu yüzden biz de suyu taklit etmek zorundayız.”
Tumblr media
CEMAL
Senin Cemal’inin görmemiş olan kendi aklını kıblesi yapar. Kör bir adam elinde lamba yerine teneke taşır.
İnsanın cehaletini Hz. Mevlana muhteşem bir şekilde tarif buyuruyor: “Ekmek dolu bir sepet kafanın üstünde dururken kapı kapı dolaşıp kırıntı arıyorsun, kendi kafana bak da bu baş dönmesinden kurtul. Git de kendi kalbinin kapısını çal! Ne diye kapı kapı dolaşıyorsun?
Hz. Arabi şöyle buyuruyor: “Yaratılmış ilk nurun, yani nurun kaynağının gölgesi yoktur. Allah’ın Hakikat’ini ancak bu nur ile görür anlarız.
Yüce Rabbimiz merhametini gazabı içinde, Cemalini celali içinde, tevhidini ayrılık içinde gizler. 
Gözyaşları kalbin incileridir. Allah için dökülen gözyaşları cehennemi söndürür.
Güneşin kavurucu sıcağı ve bulutların nemi, dünyayı taze ve hoş tuttuğu için, siz de zekanızın güneşini aydınlık ve gözünüzü gözyaşlarıyla parlak tutun..
Tumblr media
21. YÜZYILDA HAKİKAT’İN DİRİLİŞİ
Mümin olan kişi kendi bölünmez sırrındaki ilahi merkeze varırsa Hakikat’te makro kozmosun kalbi, mikro kozmosun ise dış kainat olduğunu bulacaktır.
Tüm ilimler Allah’tan gelir. Hakikatte, işin temelinde bilimsel bilgi ve ilahi ilim birdir. Bu iki tür ilim aynı hakikatin iki yarı görüntüsüdür. Gerçekten de her iki alan da içsel konuları araştırmaktadır.
Mesela fizik çalışmak Allah’ın koyduğu kanunları incelemek, onun mahlukatı nasıl işlettiğine dair tefekkür etmek demektir.
İlahi ilim ve bilimsel bilgi tektir. Bilimsel bilgi ve din ilmi bir müminin kalbine ne kadar girerlerse, o kişi yaratılmışlara o özellikle Sevgili Yaratıcısına o derecede saygı gösterir.
Zamanın en büyük sultanı Yavuz Sultan Selim Han’ın yüksek tespitinden ne kadar bahsetsek az gelir: “Padişah-ı cihan olmak bir kuru kavga imiş, bir veliye bende olmak cümleden ala imiş.”
Onun melket-i Rabbaniyyesinde hayretten hayrete düşüyoruz ve en yüksekbir idrakle O’nunla, O’na ve O’nda seyahat ediyoruz.
Artık ruhlarımıza göç vizesi verelim, ana yurduna büyüleyici bir seyaat için onu serbest bırakalım.
1 note · View note