#gidişat nereye?
Explore tagged Tumblr posts
Text
Fatura Ağırlaşırken...
Fatura her gün daha ağırlaşıyor. Biçim ve anlam olarak var edilmiş olagelen hayat istemi her durumda bedel / diyetlerle boğuluyor. Ne diye bitiyor, ne kesilen faturalar. Ne tek bir an olsun tahakküm ara veriyor ne de var edilmiş olan topyekun soyguna bir dur deniliyor. Katran karanlığı içinde debelenip durulan bir menzilde hayatiyet o bedel ve diyetlerden mülhem bir olguya sıkıştırılıyor. Her yan kapkaranlık, her gün cerahatin her şey ama her bir şey mutlak sabık iktidarın insafına terk ediliyor. Bir tek bu bahislere çaba sarf edilip duruluyor. Biyopolitik olan bir tahakküm veçhesi üstünden yol arayan iktidar tahayyülü ve izleğinin her daralmada kendine hak olarak gördüğü an var ettikleri her şey o bedeli, şu diyet istemini belirgin kılıyor. Ne yol yol, ne gidişat gidişat. Feveran eden olmayınca, tek bir itiraz kayda alınmadığında doğru yolda olunduğu zikrediliyor. Oysa genel geçer değil hep dönüp geçmişe anbean oralardan yeni bir boyunduruk halini aşıran, bedel, diyet ya da vergilendirme nam aslarla faturalandırmalarla hayat kuşatılıyor. Bütünüyle bir “normatif” kılınan terör, denetim, gözetim ve tahakküm üçlemesinin refakatinde bu faturalar herkese pay ediliyor. Devletin, devletlinin sunduğu tahayyül, eylemsellik toplamı bir biçimde tüm o sıradanın hayatını zehir ediyor kesin bilgi.
Bireysel çıkışların önüne kurulan setler, en ufak bir muhalif söylemi imkansız, duyulmaz kılma gayretinin var ettiği her şey o faturalandırma sistematiğini günceller. Demokrasiden bahis açılırken darp etmenin yolları arşınlanır. Otuz iki kısım tekmili birden, yine yeniden bir seçim hezimeti yaşayan muhalefetin onlarca farklı parçaya bölündüğü zeminde üstüne titrenen tahakküm her fırsatta bu karşıt cephenin boşa düşürülmesi sonrası daha ağır bedel ve diyetleri var eder. Karşı çıkıp sahiden hesap soracak bir makam kalmadığından sıradan insanlar kendi kaderlerine terk edilirler. Ele geçmeden yok edilmiş, buharlaşmış olagelen o maaş iyileştirmeleri, enflasyona ezdirmeyeceğiz naralarının arasında bedel / diyet anlık güncellenen bir mefhum kılınır. Dolarla ne işiniz var ki denilip durulurken iğneden ipliğe her şeyin ithal edilmesi göz ardı edilmek istenir. Damacana suyun tek başına 72 lira gibi artık abes olmayı aşan bir mübalağaya dönüşümüne sessiz kalınsın buyrulur. Çarşı pazar alenen yangın yerine dönüşmüşken, daha bunlar iyi günleriniz sayıklamasına düşmekten kendilerini alıkoymayan bir cenahın da varlığında o diyet / bedellerin sonu gelmez. Böyle bir istikamette fatura her gün daha da ağırlaştırılır.
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Zamlar sebze ve meyve fiyatlarına da yansırken, Amed’li yurttaşlar, pazar alışverişi yapamadıklarını belirterek, 5-10 kilo aldıkları domatesi 2 kiloya düşürdüklerini söyledi.
Temmuz ayına zamlarla girilirken, önceki gün açıklanan politika faizi de beklentilerin altında kaldı. Politika faizi yüzde 17,5 seviyesine yükseltildi. Vergi artışlarının yapıldığı Temmuz ayı içerisinde benzin ve motorine gelen zamdan sonra süt ve süt ürünlerine yüzde 35 zam geldi. Akaryakıtta gelen zamlar, döviz kurundaki yükseliş, çarşı-pazara ise zam olarak yansıdı. Amed’in Bajare Nû (Yenişehir) ilçesinde kurulan semt pazarına sebze ve meyve fiyatları yüksek olunca yurttaşlar da ihtiyaçları kadar alış veriş yapamıyor. Semt pazara esnafı, müşteri çekmek için fiyat etiketi asmamaya başladı.
Ofis’te kurulan Perşembe pazarında meyve –sebze fiyatları el yakıyor. Pazarda, domates 15- 30 TL, salatalık 12-15 TL, şeftali 30 -35 TL, patlıcan 10-16 TL, kiraz 45 TL, üzüm 25-35 TL arasında değişen ücretlerle, patates 15 TL, soğan 17 TL, marul 30 TL, maydanoz 5 TL, kırmızı lahana 18 TL, limon ise 18 TL’ye satılıyor.
Amed’in Sûr ilçesi Dağkapı ile Bajare Nû ilçesi Ofis Semti’ndeki semt pazarında mikrofon uzattığımız yurttaşlar, zamlardan kaynaklı dert yandı.
‘Gün Geçtikçe Her Şey Daha Kötüye Gidiyor’
Dağkapı’da mikrofon uzattığımız 53 yaşındaki Kahraman Erten, Amed Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanması ardından işsiz kaldığını söyledi. Çöpten pet şişe toplayarak geçinmeye çalışan Erten, eşi ile tek başına yaşamasına rağmen kazandığı paranın geçinmelerine yetmediğini söyledi. Hastalığından dolayı pet şişe toplamayı da bir ay önce bıraktığını aktaran Erten, “Sağlık sorunlarım var, ağır işler yapamıyorum. Bu koşullarda geçinmek zor oluyor. Neredeyse her gün yeme, içmeye zam geliyor. Eskiden 15-20 TL’ye pazardan ihtiyaçlarımızı alabiliyorduk. Ancak şimdi 400-500 TL’ye bir şey alamıyoruz. Bir karpuz alıyoruz 50-60 TL’ye. Geçen ay bin 500 TL, bu ay 3 bin TL’ye yakın giderimiz oldu. Millet geçinmekte çok zorlanıyor. Sistem çökmüş durumda gün geçtikçe her şey daha kötüye gidiyor” şeklinde konuştu.
‘Hiçbir Şey Alamıyoruz’
Eşinin emekli maaşıyla geçindiklerini söyleyen Keziban Çelik (64), “Eskiden merkeze eşya almaya geliyorduk, domatesin kilosu 50 kuruştu. Sonra 1 TL oldu, sonra 3 TL oldu, böyle böyle yükseldi. Şimdi domatesin kilosu 15-20 TL’den aşağı değil. Bir terlik alacaktım 120-150 TL, gidip zar zor 65 TL’lik bir terlik bulup aldım. Her şey pahalı olmuş, hiçbir şey alamıyorsun. Bir ceket alacaktım kendime, o da 200 TL olunca alamadım” dedi.
Fiyat Etiketi Konulmuyor
Ofis Semti’nde kurulan Perşembe Pazar’ında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya çalışan Atilla Görmüş (40), insanların yüksek fiyatları görüp, tezgâhlara yaklaşmadığını belirtti. Tezgahta sattığı ürünlere fiyat etiketi yapıştırmadığını belirten Görmüş, “Biz evde 5 kişiyiz üç çocuğum var. Geçimimizi çok zor yapıyoruz. Sebze ve meyvelerde bayramdan önceki haftalarla, bayramdan sonraki haftalar arasında uçurum gibi fark var. Birkaç hafta önce mazot 18-20 TL’yken bugün litresi 25-26’yı bulmuş. Sebze ve meyvenin buraya geliş fiyatı çok pahalıya mal oluyor. Bir aile evine bayramdan önce 300-400 TL alışveriş yaparken, şu an 800 TL’yle alışverişini tamamlayamıyor. Bayramdan önce muz fiyatı 25 TL’ydi, bugün 35 TL olmuş” ifadelerini kullandı.
‘Erdoğan’la Ekonomi Düzelmez’
Çewlîgli Ömer Susever, insanların, sokakta bir şeyler almak amacıyla değil, bakmak amacıyla gezdiğini belirterek, “Türkiye’nin durumu zaten iyi değil, zaten iyi de gitmeyecek” dedi. Ekonomik krizin sebebinin Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikalarından kaynaklandığına dikkat çeken Susever, şunları söyledi: “Türklerin, biz Kürtlere bakış açısı bu olduğu müddetçe de bu krizlerin yaşanmasında değişen bir durum olmayacak. Türkiye, Kürtlerle barışmadığı müddetçe, yardım için ister Afrika, ister Rusya’ya gitsin yine Kürtlerin ayağına gelecek. Türk halkı şunu iyi bilsin, bu sorun çözülmedikçe ne Türkler ne de Kürtler rahat edecek. Türk ve Kürtlerin kardeşliği sağlanıncaya kadar bu krizler bitmez. Biz kardeşliğin gerçekten tesis edilmesini istiyoruz, ama onların kardeşliği sadece dildedir.”
‘Adalet Yok, Zam Var’
Yoksulun daha çok yoksullaştığını, zenginin daha da zenginleştiğini dile getiren Susever, “Mehmet Şimşek’le de düzelmez, Erdoğan’la da düzelmez. Değişim için, akılcı bir yol izlenmesi lazım yoksa ülke olarak kaybedilecek. Eskiden Avrupa’dan bir kaç yıl gerideydik, şimdi onlardan 50-60 yıl geri kaldık. Avrupa’nın parası değerlidir çünkü adaletleri var. Bizde ise adalet yok. Biz de ise her sabah uyandığımızda bir önceki günden zarardayız” dedi.
‘Zam Gelmedi Mi Şaşırıyoruz’
5 çocuk annesi Evin K., eşinin şoförlük yaparak, geçimlerini sağlamaya çalıştığını belirtti. Zam haberi almadıkları gün şaşırdıklarını dile getiren Evin, “Eskiden iyiydi, eşimin çalışıp, kazandığı parayla rahatça geçinebiliyorduk ama şimdi kıt kanaat geçinebiliyoruz. Eskiden 300 TL ile mutfak alışverişimi yapabiliyorken şimdi o parayla bir poşeti doldurup eve getiremiyorsun. Bir karpuz aldın mı paran bitiyor. Köyde oturuyorum, elektrik ve su parasıyla birlikte para ancak yetiyor” şeklinde konuştu.
‘Domatesi 2 2 Kiloya Düşürdüm’
Vefat eden eşinden kalan emekli maaşıyla geçinen Zeynep Başakçı (60), “Maaşımı aldığım gibi mutfak giderlerine veriyorum. Aldığım maaşı yettirmeye çalışıyorum. Pazara gittiğimde 300 TL ile gidiyorum, sebze dışında hiçbir şey almadan geliyorum. Eskiden dört beş kilonun altında sebze almazken şimdi bir iki kilo alabiliyorum. Kiloları düşürdüm. Domatesin kilosunu en son 23 TL’ye aldım, eskiden 5-10 kilo aldığım domatesi şimdi 2 kilo alabiliyorum” ifadelerini kullandı.
‘Yardımlarla Ayakta Durmaya Çalışıyoruz’
Malatya’da yaşadığını belirten depremzede Zeynep Avcı (35), depremden sonra evlerinde kimsenin çalışmadığını belirterek, “Son gelen zamlardan sonra hiç memnun değiliz halimizden, her şeye zam. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Benzinin litresi ne kadar zamlandı? Enflasyon batmış durumda, 2 bin lira olan alışveriş tutarımız 3 bin lira oldu. Pazara daha önce 300-400 TL ye gidebiliyordum, şimdi bin TL cebinde olacak ki her şeyi alabilesin. Biz dört kişiyiz, şu an evde kimse çalışmıyor. Depremden sonra yardımlarla ayakta durmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
‘Simit Alsam Ekmek Alamıyorum’
Diyarbakır PTT Başmüdürlüğü’nde aldığı yaşlılık maaşı için sırada bekleyen 76 yaşındaki Halime Aba da geçinememekten yakındı. Tek başına yaşayan Aba, “Torunlarım kendine kıyafet alabilmek için 3 gün kasabın yanında çalıştı. Üçüncü günün sonunda alabildikleri para 200 TL oldu.3 bin TL alıyorum, fazladan bir şey alamıyorum. Canım bir simit, sıcak ekmeği istediğinde satın alamıyorum. Dolaptan ekmek çıkarıp onu yiyorum, çünkü 10 TL’yi verirsem geçinemem, 2 ekmek alırsam günde 20 TL yapıyor. Eskiden 100 TL’ye bana yetecek kadar şey satın alıyordum. Şimdi de tek başıma yaşamama rağmen 500 TL yetmiyor. En son alışveriş yaparken domatesin kilosuna 30 TL istedi. Bende orada bulunan çürük domatesleri 20 TL’ye satın aldım. Küçük torunlarım var, onlara 10 lira harçlık veriyorum ,onunla mutlu oluyorlar. Takatim, ayakta duracak mecalim yok ama saatlerdir burada maaş kuyruğundayım. Doktora gidemiyorum” dedi.”
Fatura her gün daha ağırlaşıyor. Bir tek Amed’den yansıyan şu bildirimler dahi memleket denilenin her nereye doğru taşındığını göstere geliyor. Artık cürmü aralıksız var eden bir temsilin eylediği bir de ekonomik çökertme olarak ilavesi kılınıyor. Tümüyle belirgin bir kuşatma altına alınmış olan hayatta var olma mücadelesindeki insanlara bedel / diyetlerin var edilmesinin ne sonu getiriliyor ne de bir dibi bucağı bulunuyor. Kuru ekmeğe talim ettirmekle yola çıkılan güzergah yeni ülkenin şatafat dolu yüzüncü yıl söyleminin hemen yanında biçimlendiriliyor. Ele geçen kısıtlı maaşın, asgari ücretin, hiç değilse iyileştirildi diye avutup yutturulmaya çalışanın bir insani değeri değil, bir eksik kapatmayı değil, bir biçimde karın tokluğunu değil artık tastamam yeni liberalizmin keskin bir sınaması adına var edildiği ortaya çıkıyor. Eldeki avuçta her ne varsa ondan da olmanın yeni, yepyeni bir Türkçe karşılığı “yoksunluğun” ortaklaştırılmasıyla çıka gelir. Gerisi yukarıda okuduğunuz tanıklıkların ortak hikayesindedir. Gerisi malum.
BirGün’den aktaralım: “Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Yoksulluk Dayanışma Ofisi, ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde İlerleme Yok’ başlıklı bir rapor hazırladı.
“BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri̇ Ağı (Sustainable Development Solutions Network-SDSN) 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nu yayınladı. 166 ülkenin tüm hedefler doğrultusunda puanlaması yapıldı ve ilerleme durumları gösterildi. Sıralamada Finlandiya 1. olurken, Türkiye 72. sırada yer aldı.
Türkiye'de nüfusun yüzde 60,4 dolayında kesiminin, yani 51 milyon 600 bin kişinin açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi.
"BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu'nun Sıfır Açlık hedefine yönelik verilere göre; Türkiye'nin yetersiz beslenme yaygınlığı oranı yüzde 2,5. Beş yaş altı çocuklarda bodurluk prevalansı yüzde 5,5. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), 6 Haziran 2022 tarihinde gerçek zamanlı veri paylaştığı ‘Açlık Haritası’na göre, 92 ülkede toplam 866 milyon kişi yeterli gıda tüketmediğini açıkladı. Haritaya göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor. TNSA’nın 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi ile yaptığı araştırma ise beş yaş altı çocukların yüzde 6’sı bodur ya da yaşına göre çok kısadır. Bu durum, kronik kötü beslenmeyi işaret etmektedir. Bodurluğa, en fazla hiç eğitim almamış veya ilkokulu bitirmemiş annelerin çocuklarında rastlanmaktadır (yüzde 9). Bodurluğun en yaygın olduğu bölge Doğu (yüzde 8), en az yaygın olduğu bölge ise Batı’dır (yüzde 4). Beş yaş altı çocukların yüzde 8’i fazla kiloludur. Akut yetersiz beslenmenin bir göstergesi olan zayıflık (boya göre çok zayıf olma) yaygın değildir (yüzde 2). Bunlara ek olarak, çocukların yüzde 2’si düşük kiloludur."
"BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu'na göre; iyi sağlık ve refah alanında anne ölüm oranı her 100 bin canlı doğumda 17,3, yenidoğan ölüm oranı ise her bin canlı doğumda 4,7, Beş yaş altı ölüm oranı ise bin canlı doğum başına 9, tüberküloz insidansı ise her 100 bin nüfusta 18, evsel hava kirliliği-ortam hava kirliliğinin ölüm oranı her 100 bin nüfusta 45,5, 15-19 yaş arası gençlerdeki doğurganlık hızı bin kadın başına 14,7. İklim değişikliğinden en fazla etkilenenler derin yoksulluk içinde yaşayan ve en savunmasız durumda olan çocuklar. Kaynak tükendikçe çocuklar okuldan alınıp çalıştırılıyor. Yoksullaştıkça ‘çocuk evliliği’ artıyor. Açlık ve yoksulluk, suç oranını artıyor. Kirlilik, en çok çocukları etkiler. Anne karnında ve erken çocuklukta kimyasallara maruz kalmak, erken bebek ölümüne yol açıyor."”
BM Raporu bir hakikati bildirirken baş efendinin söylediğidir: "-Milletime sesleniyorum. Verim ekonomisinden yana olalım. Tasarruf ekonomisinden yana olalım. İsraf ekonomisini bir kenara koyalım." Bütünüyle tırpanlanan bir yaşam idesi, kuşa çevrilmiş olagelen maaşlar, kesintiler ve bitimsiz eksiltmeler ile birlikte tasarruf edebileceğinden de olmuş bir halkla kafa yapmak değilse her nedir baş efendinin var ettiği. Hiçbir cümleye ya da merama sığmayacak kadar kalıcı / kesin ve kati bir yıkım kuşatırken yaşama idesini eylemini hayatta var olma gayretinin köküne kibrit suyu aralıksız dökülürken hangi bedel, hangi diyet kalmıştır ferah için. Çoluk çocuğundan, gencine, yetişkininden yaş almış olan herhangi bir bireyine bırak tek günü, en ufak bir umut kırıntısı bırakmayan bir zemindeki faturalandırma halinin bir sonu gelir mi, sahiden getirilebilir mi? Saray denilen yapının tek bir günlük masrafı on milyon lira sınırlarını arşınlarken, umut pazarlamaya devam diye çıkagelen, herkes bize yatırıma koşuyor, sıraya giriyor denilen bir zeminde bunca un ufak edilmiş hayatın hesabı her ne olacaktır? Bütünüyle kafa kola alınmış olagelen hayatı var eden insani temsiliyeti lağvetmeye devam diyen bir cüretin karşısında hangi bedel daha kaç fatura kalmıştır ibraz edilecek. Hayat binbir türlü ayak oyunu, mübalağaya yer bıraktırmayan bir kötülük seremonisi dizisine rehin kılınırken normali zayi olunmuş olan yerde bunca can kırığının hesabı, bu kadar eksik konulmanın hesabını kim, ne şekilde, her ne zaman verecektir, düşünüyor musunuz? Masallar anlatılıp durulurken, refah ülkesine dair haberler birbiri ardına bildirilirken, sıradanın un ufak edilmiş hayatlarının hesabını kim nasıl verecektir? Faturalar ağırlaşırken, bedeller, diyetler, tehditlerle güncellenirken ardılı sıra bir ülkenin müşterek idesi hayatta “asgari” bir yaşama ihtimali ellerinin tersiyle silinip giderken kim verecektir ki yaralarımızın, eksikliklerimizin, onca yoksunluğun hesabını?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: İsmail FERDOUS via Bloomberg
#meram#arzihal#durum tahayyülü#kötülük#kör karanlık#ekonomik#yıldırı#çökertme#hal mi#gidişat nereye?#yol nereye?#söz hakkı#amed#sokak#seslenişler#itiraz hakkı#küresel#bm#yoksunluk#dayatmalar#demokrasiye ne oldu#çürüme#kokuşma#akp#yeni yüzyıl#eleştiri#deneysel metinler#vurgu#hayat
0 notes
Text
Düğünler giderek daha saçma bir hal almaya başlıyor fark ettiniz mi duvak dansı diye bir şey gördüm bugün gelinin kız kardeşi dans ederek gelip duvağı örtüyor gencinden yaşlısına kadınından erkeğine herkes izliyor Allah'ım bu gidişat nereye?
7 notes
·
View notes
Text
İnsanların ailelerin içler acısı halini gördükçe üzülmemek ve neden ? niçin sorusunu sormamak elde değil maalesef..
Sürekli maddi temalara dayalı tüketim yarışı içinde olmak, sürekli beğenilme, göze hoş gelme dürtüsü, yeme içme, gezme sürekli kendini dışarı atma çabası bizi nereye götürüyor dersiniz…
İnsanız sonuçta beraberinde bazı zaafiyetler ile yaratılmışız. Bu zafiyetler bizim için yaşamınız boyunca birer imtihan olarak kalacaktır.
Kuşaklar ve nesiller arasında uçurum diyebileceğimiz farklılıklar oluşmaya başladı. Bu bir noktaya kadar elbette anlaşılabilir çünkü arada koca bir kültür ve anlayış farkı var.
Bizim zamanımızda şöyleydi demek istemiyorum çünkü bizim kuşak benim ne demek istediğimi anlayacaktır..
Hiç iyi bir zamanda yaşamıyoruz sevgili dostlar ve hiç iyi bir yöne doğru gitmiyoruz.
Tüm değerlerimizi yitirdik saygımızı sevgimizi yitirdik bir birimize karşı.
Önceden çok geniş ailelerden oluşurdu bu toplum herkes bir birini sever kollar gözetirdi.
Çekirdek aileye dönüştük zaman içinde aileler evler küçüldü haliyle..
Artık toplumun temeli dediğimiz çekirdek aileler bile kendi içinde bölündü parçalandı.
Eşlerin bir birinden çocukların ebeveynlerinden haberleri yok.
Aile içinde sevgisizlik iletişimsizlik kopuşlar aldı başını gidiyor.
Eş eşe, anne baba çocuğa söz geçiremiyor. Bu başı boşluk aile içinde soğukluğa neden oluyor.
Eşler bile bir birinden soğudu koptu zaman içinde ve farklı arayışlar içine girmeye başladılar.
Evlilikler sadece bir çatı, bir görüntüden ibaret artık adı evlilik işte bilen gören öyle sanıyor.
Herkesin aklı bir karış havada itaat yok, sadakat yok, vefa duygusu hiç yok.
Geçenlerde bir dostumun abi “eşime laf anlatamıyorum çok itaatsiz biri olup çıktı, yılların alışkanlığı ve elin dedikodusu olmasa boşanacağım” sözü hiç aklımdan çıkmıyor..
Sevgisizlik ve iletişimsizlik insanları farklı arayışlara, itmemeli bu bir çözüm değil çözümsüzlüktür.
Bu konuda emin olun çok şey söyleyip yazmak istiyorum ama dilim ve kalemim sivri biraz can sıkmak istemiyorum..
Allah sonumuzu hayr eylesin gidişat hiç iyi değil.
~Cengiz Yavuz~✍🏻
#AyrılıklarınŞairi
3 notes
·
View notes
Text
BALKANTÜRKSİAD ekonomist Murat Sağman’ı ağırladı
https://pazaryerigundem.com/haber/193530/balkanturksiad-ekonomist-murat-sagmani-agirladi/
BALKANTÜRKSİAD ekonomist Murat Sağman’ı ağırladı
Balkan Rumeli Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BALKANTÜRKSİAD) Yönetimi, Ekonomist Murat Sağman’ı ağırladı.
BURSA (İGFA) – BALKANTÜRKSİAD üyelerine ‘Küresel Piyasalar ve Türkiye Ekonomisi Bundan Sonra Nereye?’ başlıklı bir sunum yapan Murat Sağman, global ekonomideki gelişmelerden enflasyona döviz kurundan faiz oranlarına kadar değerlendirmelerde bulundu.
BALKANTÜRK Akademi Başkanı Op. Dr. Fatma Akalp’in açılış konuşmasının ardından söz alan BALKANTÜRKSİAD Yönetim Kurulu Başkan Vekili İskender İskenderoğlu da, faaliyetleri ve Bursa, Türkiye ekonomisine katkı sunan çalışmaları ile örnek olan BALKANTÜRKSİAD’ın üyelerini farklı konularda bilgilendiren çalışmalarına devam edeceklerini belirterek, organizasyonda emeği geçenlere teşekkür etti.
Programda yaptığı sunumda Türkiye’de ve dünyadaki ekonomik gelişmeler hakkında bilgiler veren Ekonomist Murat Sağman, Türkiye ekonomisini dünyadaki gelişmelerden ayrı düşünmemek gerektiğini belirtirken, dünyada jeopolitik risklerin devam ettiğini ve siyasi tansiyonun yükselmeye başladığını, ABD Merkez Bankası (FED) ile Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) faiz indirimine devam edeceğini, 2025’te stagflasyonun kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Yakın coğrafyadaki savaşlar ve gerginlikle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan seçimlerin yeni dönemde ekonominin tüm unsurlarını yakından ilgilendirdiğini ifade eden Murat Sağman, “Gidişat içinde bulunduğumuz enflasyonist ortamın süreceğini gösteriyor ancak dünyada oluşan yeni ekonomik düzene ayak uydurmaya yönelik hamleler ileriye dönük olarak yaşanan resesyona karşı önlem olacaktır. Türkiye üretken bir ülke. Siz değerli iş insanlarının, sanayicilerimizin ve iş dünyası temsilcilerimizin her zaman olduğu gibi gayretli çalışmaları ile karar vericilerin doğru hamleleri sayesinde bu zorlu sürecin atlatılacağına inanıyoruz” dedi.
Program, soru-cevap bölümü ile devam etti ve toplu fotoğraf çekimi ile son buldu. Programın ardından BALKANTÜRKSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Şakir, Ekonomist Murat Sağman’a günün anısına hediye takdiminde bulundu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Note
daha çok gençsin yani tam emin olma ama umarim doğru çıkar dediğin mutlu olursun
Tam emin olmak değil aslında yazımın sonunda da belirttim bunu. Yollar ayrıladabilir bir şekilde. Hayata dahil şeyler lakin şu an gidişat net bir şekilde ilerliyor. Bundan kaynaklı bugünüme karşılık bir yorumumdu yarını ise yaşayıp göreceğiz. Büyük konuşmamayı öğrendik zamanında :) Bu süreçte beni en huzurda hissettiren şey kendi içim zaten. Ne yaşanırsa yaşansın ilk amacım onu kaybetmemek. Bu iç huzurumu hayatımdakilere de vermeye çalışıyorum karşımdaki kişiler alıcı olduğu sürece ki artık oturmuş bir çevrem var, sorun yaşanacağını pek düşünmüyorum. Genç kısmına gelecek olursak evet daha çok yolumuz var. Bir ay sonra 22 olacağım ama şu an hayatıma dönüp baktığımda çevrem belirli bir statüye sahip, işimde çok kısa bir süre de üst rütbeye ulaştım ve adım adım yükselmeye devam ediyorum, hayatımdaki insanların belli bir düzeni, yaşamı ve de hedefleri var. Aslında 30-35 ‘li yaşlarda elde edilen o oturmuş yaşanmışlığı ben biraz erken yaşıyorum. Elimi nereye atsam netlik var ve bu durum beni aşırı tatmin ediyor. Temeli atılmış bina misali diyebiliriz şu an yaşamıma. Henüz bitmedi ama geriye sadece güzelleştirmesi ve geliştirmesi kaldı. Allah utandırmasın diyelim hastalarımın diliyle :))
0 notes
Text
Hukuk haftasından izlenimler - Özkan Yıkıcı
Yeni yıl haftasını tamamladık. Sadece hukuk alanında olanlar bile basit sorumuzun da yanıtı gibiydi. Nereye geldik, gitişat nereye sorularına net yanıt bulma şansımız oluyor. Elbet gelinen ve gidişat ekseni, ayni zamanda müdahale edilmediğinde nerelere varılacağını da işaret etmektedir. Bunları sadece hafta içindeki yargı alanındaki hukuk gelişmeleriyle dahi kolayca anlamaktayız. Ama, tabi ki…
View On WordPress
0 notes
Text
Ben söz blokluğundan çıktım gidişat nereye bilmiyorum fkmdpföfpf
3 notes
·
View notes
Text
Un Ufak Hayat
Alışılanın ötesinde bir tehdit / tahakküm döngüsü içerisinde hayat un ufak ediliyor. Bariz açık ve aleniyette var edilmiş bir kısır döngü içerisinde hayat mefhumunun çürümesine en kestirmeden ataklar güncelleniyor. Ne insani norm, kimsenin umurunda, ne bundan sonra her ne getirir kimseler kestirmekte, her şey bir şimdi içerisinde olabildiğince yalın bir hale esir edilmekte. Erkanı muktedirin gücü yettiğince var edebildiği her fecaat / tehdit / terör ve benzerleriyle birlikte ol cerahat kültü yinelemekte. Kimsenin bir başkasının / ötekisi ol sanılanın yarasını görmediği önemsemediği bir zeminde hayatiyet mefhumu / meselesini ne anlatır. Bedene / zihne / eylem ve fikriyata doğrudan müdahalelerin çağında her şey ol muktedir elinden çıkagelirken yol / yön nereye tekabül eder ki? Her şey yalın bir katran karanlığına çıkartılırken, dur durak bilmeden ilerlenen istikamette kotarılmış olagelen her şey bitimsiz bir tükenişi imlerken un ufak edilenin farkına kim ne zaman / sahiden nasıl varacaktır?
Neredeyse son yirmi bir yıldır benzeş bir hattan daima ilerleme, sürekli yenilenme, hemen hiç kesintisiz bir biçimde atılım ve benzeri onlarca lafla çıkagelirken muktedir bizatihi var ettiği yegane şey o tehdit / tahakküm döngüsünü yinelemektir. Kimi zaman demokrasinin adı çokça anıldığı vakit zorbalık / istibdat göklere çekilir. Kimi yerde haktan hukuktan bir bahis açılırken darbeci bir anayasanın dahi ezilip geçildiği bir güncellik hasıl olur. Ne hali haldir memleketin, ne gidişatı gidişat. Muktedirin tahakkümünün var ettiği açmazları belli bir biçimde yol / yönelim / istikamet olarak bildirirken hayatın ehveni alıkonulur. Sürekli bir halde yinelenen her eylemle, bir dolu tezatla, aralıksız denetim, gözetim ve tahakkümü yineleyerek hürriyeti men etmekten çekinmez. Çoklu katmanlarıyla, her güne içkin kılına gelen her hamleyle birlikte çitlenen, kuşatılan bir hayattan geriye her ne kalacaktır ki sahi ama sahiden? Un ufak edile gelen hayat isteminin yıkımına devamlılıkla bir tek iyi gün var edilebilir mi? Bütünüyle bunca açık bir halde, doğrudan bir yönelim / sürekli kılınan her hamleyle, devinimi sağlama alınan o çitleme hali içerisinde hayat berhava ediliyor en kestirmeden, yalın, çok acı!
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Ankara’nın CHP'li Mamak Belediye Başkan adayı Veli Gündüz Şahin, sokakta karşılaştığı göçmen çocuklara ayrımcı ifadeler kullandı. Çocukları işaret ederek "Gönderirim ben bunları memleketine. Bunlar büyünce memlekete büyük sorun olacak” dedi. Şahin'in ifadelerine tepki yağdı. Tepkilerin ardından "özür" açıklaması yayımlayan CHP'nin Mamak adayı Veli Gündüz Şahin, "amacını aşan ifadeler" dedi, tepki gösterenleri "Partimizi yıpratmaya çalışan fırsatçılar" diye suçladı.
Sosyal medyada yayımlanan görüntüde Veli Gündüz Şahin'in sokakta gördüğü çocuklar üzerine yanındakilere, "Bunlar Iraklı değil mi?” diye sorduğu görüldü. "Iraklı başkanım…” yanıtını aldıktan sonra Şahin, ayrımcı ve ırkçı ifadeler kullandı: "Bunlar büyüyünce memleketine gitmesi gerekir. Onun için, bana oy vermeyen insanlar bunu duysun. Gönderirim ben bunları memleketine. Oy da vermesin… Anladın mı; kimse oy vermesin. Bunun için benim adaylığımı çekseler, bu çocuklar yarın büyüdüğü zaman bizim memleketimize büyük sorun olacak.” Şahin’in yanındakilerin ayrımcı sözleri alkışladığı "Helal olsun başkanım” dediği görüldü.
Görüntülerin sosyal medyada paylaşılması üzerine Şahin’in ifadelerine tepkiler yükseldi.
EMEP’in Mamak Adayı Işık’tan Şahin’e Tepki
EMEP’in Mamak Belediye Başkan adayı İlke Işık, Evrensel'e yaptığı değerlendirmede bir belediye başkanının halka eşit hizmet sunmakla yükümlü olduğunu vurgulayarak "En temel vaadinin de bu olması gereken bir belediye başkan adayının küçücük çocuklara unutamayacakları travmalar yaşatacak sözler sarf etmesi kabul edilebilir değil. Her çocuğun hiçbir ayrımcılığa uğramaksızın güvenli bir geleceği için yerel yönetimler çalışmalı ” dedi.
"Hakaret Ettiği O Çocuklar Uzun Süredir Mamak’ta Yaşıyorlar"
Mamak’ta çok fazla Iraklı Türkmen ailenin yaşadığını ifade eden Işık, göçmen nüfusun çok yoğun olduğu bir bölge olduğunu vurgulayan Işık, “Özellikle CHP adayının hakaret ettiği o çocukluklar, çok uzun süredir Mamak’ta yaşıyorlar. Burada hayatlarını sürdürüyorlar. Göçmen oldukları için yapılan bir saldırı var. Göçmenleri göndermeyi iddia eden, bunu belediye başkanlığı görevi biçen ve gayet hakaretvari şekilde söyleyebilen bir yönetim anlayışı kabul edilebilir değil” diye konuştu.
"Ayrımsız Her Çocuk Güvenli ve Mutlu Bir Hayat Geçirmeli"
Yerel yönetimlerin görevinin partiye verilen oylara göre hizmet sunmak olmadığını belirten Işık şöyle devam etti: "Bölgesindeki herkese hizmet sunmak, insanca koşullarda yaşayabilmesi için halka hizmet yürütmektir görevi. Eşit hizmet sunmakla yükümlüdür. En temel vaadinin bu olması gereken bir belediye başkan adayının küçücük çocuklara unutamayacakları travmalar yaşatacak sözler sarf etmesi kabul edilebilir değil. Uluslararası, ulusal sözleşmeler çocuğun üstün yararından söz eder. Çocuklar itilip katılıp ayrımcılık muamelesi yapılacak kişiler değillerdir. Korunması gereken bireylerdir. Biz bunu mücadelesini veriyoruz. Çocuklar açlar çünkü. Bir öğün ücretsiz yemek kampanyamız tam da böyle bir şeye denk düşüyor. Biz çocukların nereli olduklarına bakılmaksızın, dili, dini, hiçbir ayrım gözetmeksizin her çocuğun Mamak’ta güvenli, mutlu bir hayat geçirmesini istiyoruz. Belediyenin bir görevi varsa ancak bu olabilir. Belediye ayrımcılık yapamaz, hele ki küçük çocuklara bunu yapamaz. Asla kabul edilir bir şey değil. Her çocuğun hiçbir ayrımcılığa uğramaksızın güvenli bir geleceği için yerel yönetimler çalışmalı. Bunun için yıllardır Emek Partisi olarak çalışıyoruz. Seçim çalışmalarımıza da böyle devam ediyoruz.”
"Herkes İçin İnsanca Bir Yaşamı Savunmaya Devam Edeceğiz"
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan da sosyal medya hesabından Şahin'e tepkisini şu ifadelerle dile getirdi: "Savaşı ve yoksulluğu yaratan emperyalistlere karşı tek söz etmeden, mülteci çocuklar üzerinden geri gönderme tehdidi yaparak siyaset olmaz! Siyaset mülteci çocuklar ile yerli çocukların eşit bir biçimde yaşayabilmeleri için emperyalistlerden ve onların işbirlikçilerinden hesap sormak için yapılır. Herkes için insanca bir yaşamı savunmaya devam edeceğiz!"
CHP’li Vekil: Kabul Edilemez
CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın, sosyal medya hesabından Şahin'i eleştirdi, "Bu davranış partimizin değerleri ve en temel insani değerler bakımından da kabul edilemez. Yurt dışında ülkemiz insanlarına böyle davranıldığında nasıl yanlış buluyorsak burada da yanlış buluruz." dedi.
"Seçim Malzemesi Yapmaktan Vazgeçin"
Göçmen Sendikası Girişimi'nden yapılan açıklamada "Göçmen karşıtlığıyla oy toplamaya çalışan CHP Mamak adayını ve tüm siyasetçileri uyarıyoruz: Göçmenleri seçim malzemesi yapmaktan vazgeçin! Bizim memleketimize büyük sorun olacak şey bu nefret dilinin yönetime gelmesidir. Halkların bir arada yaşamasına engel sizsiniz" denildi.
Tepki Gösterenleri Fırsatçılıkla Suçladı
Gündüz tepkilerin ardından yazılı açıklama yaptı. İfadelerinin maksadını aştığını savunan Gündüz, kendisine yönelik tepkileri "fırsatçılıkla" itham etti. Gündüz şu ifadeleri kullandı: "İlçe Başkanlığı, milletvekili adaylığı ve belediye başkan adaylığı görevlerinde bulunarak hizmet ettiğim partimin göçmenlere değil göç yaratan politikalara karşı olduğu, hepinizin malumudur. Asla niyetim olmadığı halde, amacını aşan ifadelerim nedeniyle, başta oradaki evlatlarımız olmak üzere hassasiyet duyan herkese samimi özürlerimi iletiyorum. Beni yakından tanıyan herkesin, bu ifadelerin görüşlerim olmadığını bildiğine inanıyor, bu konu üzerinden, partimizi yıpratmaya çalışan fırsatçıları da kınıyorum"
Alışılanın (sanki alışılabilir bir seviye hiç kalmış gibi) ötesinde bir tehdit / tahakküm döngüsü içerisinde hayat un ufak ediliyor. CHP'nin Mamak Belediye Başkan adayı Veli Gündüz Şahin, sokak ortasında yakaladığı üç küçük çocuğa karşı bu tahakküm ve illa ki tehdit dilini kullanmaktan çekinmez. Siyasal kutuplara ayrılmış bir menzilde, bütünüyle Veli Gündüz Şahin’in söylemini onayan, tabi canım az bile yapılmış orada yakalanıp tüm ailenin birlikte anında deport edilmesini savunan insanlar arasında bir hayat imgesi ya da tahayyülü söz konusu olunabilir mi? Şahin’in kibirli tavrı bir yanda, daha kendilerine en yakın duran bir kimliği dahi öfkeyle def etmeye çalışmanın manası hayatı un ufak etmek değilse her nedir ki? Düzenli aralıklarla güncellenen bir ayrımcılık şablonunda sahiden de hayata dair hiçbir söz bırakılmayacak mıdır? Düzen partilerinin iktidarından, suç ortakları olagelen o hizipçi / ırkçı ekiplerine, muhalif görünümlü çete yapılarından, ırkçılığın iktidar kanadındaki sureti temsilin laciverdi olanlara bir dolusunun gün aşırı bir hedef hal ve istemini doğrudan var ettiği yerde o hayatı kim nasıl savunabilecektir ki!
Yerel bir yönetim için seçimde dahi ırkçılık / ayrımcılığa yol kestirilen bir menzilde hayat mefhumu dümdüz edilmiş değil midir? Bu kadar afaki bir biçimde nefreti Türk’ün Türk’e doğrudan var edilebildiği bir sahada, ötekilerin hakkını kimsenin korumayacağı afaki bir haldedir. Bunca sınama bir dolu tecrübeden sonra halen içinde yaşayan insanları ayrıştırıp bir potada birleştirme emellerinin yolunda yürüyen bir ana muhalefet, sahiden muhalefet midir? Sosyalist enternasyonal toplantısında vurgularını, sol, sosyalist, sosyal demokrat diye bildiren genel başkanlarının gözleri önünde bir tarafta mimli bir ırkçı olarak Bolu’da yaşayan Suriyeli mülteciler başta olmak üzere tüm göçmenlere despotluk yapan Tanju Özcan gibi bir figür varken misal hayat un ufak edilmiyor da ne oluyordur? Yahut da daha çok yakın zamanlardan Afrin’e atılan bombalardan birisinin üstüne ismini yazdırma hakkını kendisinde bulan Aydın belediye başkanı Özlem Çerçioğlu misal bir şeylerin her nasıl da aşıldığını aktarmıyor mudur? Bütünüyle hayata kastı, yere batasıca bir iktidar hali için sürekli yeniden imal etmenin sonucu nereye varacaktır ki bir başka cehennemden gayri!
İnsani normun paramparça edildiği, herkesin bir diğerini öteki / hedef / nefrete yem kıldığı bir zeminde bunca canı gönülden savunulanlarla hayat un ufak edilmez de ne olur ki! İktidarı, muhalefeti her hamlesiyle bir başka açmazı bina ediyor. Genişçe bir kesimin dilinde pelesenk olmuş olagelen iktidar bu, muhalefet şu isimler etrafından şekillendirilip yoluna devam edecek argümanının günbegün hakikate dönüştüğü bir zemin üstünde zorbalık mefhumu kendisine yeni yollar çiziyor, bu kesin bilgi. Tümden başkalaşmış bir yer imgesi karşımıza çıkartılırken, asırdır birbirinin tıpkısı tepkimeler, nefret söylemleri ve had bildirimlerinin doğrultusunda bir gıdım dahi olsa yol gidilmemiş olmasının utancı her ne yana düşer sahiden? Düzensiz değil, bir göçerler toplamından mürekkep bir yerin o geçmişi bir kalemde silip atması, yerine ikame ettiği yeni ülkede de biçimsiz bir halde hep tekrar, daimi bir inkarla yeni gelenlerin üstüne çöreklendiği, nefretini saçtığı, ayrıştırıp hedef kıldığı zeminde vatan nedir ki, kuru kuruya toprak parçasından gayrı. Bir tek gün olsun iyi günü var etmeyen bir menzilin istikameti her ne olur ki bu kadar ağır, bu kadar kesif kokuşmuş ırkçılığın vahasında bir çölden gayrı. Sahiden düşünür müsünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Clacton-On Sea’de Bir İtiraz – Banksy – New York Times
#meram#arzihal#sesleniş#ötekiler#hak#adalet kavramı#çocuk hakları#insan#mülteci#türkmen#ırak#hayatta kalmak#sanrı#korkunç#karanlık çağ#yol nereye?#nefret söylemi#siyasa#terör#hakaret#demokrasi101#türkiye102#siyasal#chp#muhalefet#iktidara muhaliflik#çözümsüzlük#anlık#günce#yara
1 note
·
View note
Text
Bazen tek yapman gereken başkaları ne düşünüyor diye değilde kendin nasıl hissediyorsun diye düşünmelisin. Kendini onların düşündüğü şekilde kalıba sokmak yerine kendi kalbini dinleyip ona göre şekillenmelisin. Başkaları senin hakkında ne düşünürse düşünsün, boşver. Sen kimseye zarar vermeden kendin kal yeterli. Mesela şuan ki bulunduğun konumdan memnunmusun veya gidişat doğru mu sence? Bırak anneni , babanı , sevdiklerini bir kenara şuan sadece kalbini dinle. Tek başınayken bile yüreğinde bir baskı var değil mi? Hep başkaları adına düşünüyorsun, hep benliğini susturup sadece bir robot gibi çevreye göre biçim alıyorsun. Bırak artık bunları. Nereye kadar hayallerini, benliğini susturabileceksin ki? Bırak kalbindeki hisler özgür kalsın.
39 notes
·
View notes
Text
Günlük
10 Ocak 2021 Pazar
Bir farkındalık yaratmak istiyorum. Günlük yazmak için bilgisayarın kapağını açarken aklımdan geçen cümle buydu. Depresyonla, anksiyeteyle, bipolar bozuklukla ve daha şu an adı aklıma gelmeyen daha birçok mental hastalıkla yaşayan, onlarla mücadele insanlar için bir farkındalık yaratmak istiyorum. Onlara, diğer insanlara ulaşmak istiyorum. Tekrarlayan majör depresyon ve anksiyete ile mücadele eden biri olarak söylüyorum: Kendimizi çok kötü, yalnız, çaresiz, kimsesiz hissediyoruz çoğu zaman. Ama biz yalnız değiliz, birbirimize sahibiz. Birbirimizle konuşup dertlerimizi, sorunlarımızı, hayatlarımızda yolunda gitmeyen şeyleri paylaşabiliriz.
Bu yazdıklarımı okuyan sen; desteğe, konuşacak birine, anlatmaya, içini dökmeye ihtiyacın varsa bana mesaj atmaktan çekinme lütfen. Ben senin için buradayım.
***
Bugün hiçbir şey yapamadım.
Önceki sabahlarda olduğu gibi bu sabah da uyanmakta, ayılmakta büyük güçlük çektim. Sanki beynim kafatasımın içinde büyüyor büyüyor ve kafatasımı patlatıp dışarı çıkmak istiyor gibiydi. Bir saat kadar yatakta durup tavanı ve duvarları izleyerek bekledim. Ayağa kalkacak, yeni bir güne başlayacak enerjiyi toplamaya çalıştım kendimde. Sonuç olarak, kelimenin tam anlamıyla “sürünerek” yataktan yere geçiş yaptım. Tüm kaslarım pelte gibiydi, kemiklerim erimişti sanki, ayakta dik duramıyordum, bacaklarım beni taşımıyordu.
Bir demlik zift gibi filtre kahve içince anca kendime gelebildim. Bu gidişat nereye, bilmiyorum.
Ders için okumam gereken iki tiyatro metni var, birinin başını okuyabildim güç bela. Asla ama asla odaklanamıyorum, dikkatimi toplayamıyorum. Okuduğumdan hiçbir şey anlamıyorum. Çok sevdiğim bir ders, çok sevdiğim bir hoca olduğu için vicdan azabı da çekiyorum bir yandan. Yarınki derste pek aktif olamayacağım sanırım. Ama hocama şöyle bir teklif götürmüştüm, zorunlu okumalardan biri olan Sophokles’in Antigone’sinden bir pasajın Eski Yunanca okumasını yapmak istedim derste. Seve seve kabul etti. Bunun için hazırladığım pasajı yarın derste okuyacağım, bunun için heyecanlıyım.
Ama bir yandan, yarın sabah erken saatte psikiyatrist randevum var. Cedrina şaftımı kaydırdığı için bir an önce gitmek istedim. Ne diyecek, ilacımı değiştirecek mi, bilmiyorum. Yaşayıp göreceğim. Daha ne kadar böyle sürecek?
Yaşadığımı hissetmiyorum çoğu zaman. Sadece var oluyorum. Nefes alıyorum, kalbim atıyor, beyin fonksiyonlarım yerinde, hayattayım. Ama yaşamıyorum ben. Tüm bu her şey bitsin istiyorum. Annemin hastalığı, benim depresyonum, akademik stres... İzmir’den uzaklaşmak istiyorum, kendi hayatımdan kaçmak istiyorum. Çığlık atarak kaçmak istiyorum, bu şehirden, bu hayattan, tüm bu olanlardan. Bardağı taşıracak son bir damlayı bekliyorum sanki, ama bir yandan da o son damla gelse bile bana dişimi sıktırmaya devam edecek bir umut barındırıyorum. Ben yaşamıyorum, ama bir gün yaşayabilmek için o umuda tutunuyorum. Hepsi geçecek, diyorum kendi kendime, bir gün mutlu olacağım. Mental sağlığımız şu an için kötü olsa da bir gün mutlu olacağız, buna inanıyorum. Ve mutlu olduğumuzda da bu mutluluğa dört elle sarılıp onun kıymetini hiç olmadığı kadar bileceğiz.
Hepinize sevgilerimi gönderiyorum.
2 notes
·
View notes
Text
Heavenly Blessing – 120. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 120: Birleşen Cesaret, Tabuttan Tekne İblis Sularına Giriyor
Ancak Xie Lian son derece gergin ve fazlasıyla mahcup olduğu için, gözleri sımsıkı kapalıydı ve olan bitenden tamamen habersizdi.
Geçen sefer su altındayken ona hava veren kişi Hua Cheng’di. Oldukça otoriter davranmıştı ve öpücük derindi, ve ardından Xie Lian olanları hatırlamaya cüret edememişti, sadece dudaklarının şiştiğini ve uyuştuğunu anımsıyordu. Bu kez kendisi başa geçtiği için, oldukça dikkatliydi ve dudaklarını yumuşak bir şekilde diğerine değdirmişti, sanki fazla güç kullanırsa Hua Cheng’i uyandırmaktan korkar gibiydi. Ama bu hatıraların üzerine fark etti, esas düşüncesi Hua Cheng’i uyandırmak değil miydi zaten? Eğer öpücüğü fazla hafif olursa ve dudakların arasındaki küçük boşluktan hava dışarıya sızarsa, hepsi bir hiç uğruna olmaz mıydı?
Bu nedenle Xie Lian gözlerini kapalı tuttu ve bir yandan yıldırım hızıyla Etik Vecizelerden alıntıları aklından geçirirken, geri çekildi, derin bir nefes aldı, ardından dudaklarını bir kez daha Hua Cheng’in dudaklarına bastırdı.
Bu kez öpücük öncesine göre çok daha derindi. Xie Lian, Hua Cheng’in ince, soğuk dudaklarını tümüyle esir etmiş ve nazikçe hava üflüyordu.
Bu süreçte gözleri hep kapalı kalmıştı, tek bir bakış atmaya dahi cüret edemiyordu ve beş nefes daha verdikten sonra, belki Hua Cheng’in göğsüne basması gerektiğini düşündü, ancak gözlerini açtığı anda doğrudan Hua Cheng’in ardına dek açılmış gözlerine bakacağı kim aklına gelirdi?
“…”
“…”
Xie Lian’ın elleri hala Hua Cheng’in yanaklarındaydı ve dudakları henüz yeni ayrılmıştı, yumuşak ve nazik uyuşukluk hissi hala sürüyordu. Bir anda ikisi de taştan heykellere dönmüşlerdi, sanki tek bir rüzgar ikisini de parçalara ayıracaktı. Xie Lian elbette taş kesmişti ama her zaman yüzeyde tasasız görünen Hua Cheng de eşit derecede sersemlemişti.
Xie Lian sahiden beynine hücum eden onca kan nedeniyle nasıl oracıkta ölmediğini bilmiyordu ve konuşmayı başarana dek uzunca bir süre geçmesi gerekmişti. “San Lang, uyanmışsın.”
Hua Cheng konuşmadı.
Xie Lian hemen ellerini indirdi ve birkaç adım geriledi. “…HAYIRHAYIRHAYIRHAYIR! HAYIRHAYIRHAYIR! DÜŞÜNDÜĞÜN GİBİ DEĞİL! BEN SADECE…”
Sadece ne? Hava mı vermek istemişti??
Hayaletler oksijene ihtiyaç duyar mıydı? Yüksek sesle söylerse kendisi bile bu dediğine inanmazdı!
Kelimeler boğazına takıldı ve Hua Cheng bu sırada doğrulmuştu, sanki kendisini sakinleşmeye zorlar gibi elini ona doğru uzatmıştı. “…Ekselansları, sen, önce sakinleşelim.”
Xie Lian elleriyle başını tuttu, tümüyle berbat bir haldeydi ve en sonunda dua edermiş gibi ellerini birleştirdi ve af delirmişçesine Hua Cheng’in önünde eğildi. “ÖZÜRDİLERİMÖZÜRDİLERİMÖZÜRDİLERİM!!!”
Özürlerini bağırdıktan sonra arkasını döndü ve koştu, kaçıyordu. Hua Cheng en sonunda kendine geldi ve ayaklanarak peşinden gitti, arkasından bağırıyordu. “EKSELANSLARI!”
Xie Lian kulaklarını tıkadı ve kefaretini koşarken haykırdı. “ÖZÜR DİLERİM!!!”
Öl! Öl! Eğer ölemiyorsa bir yerlerde çukur kazacak ve ölüymüş gibi yapacaktı!
Hızla koşuyordu ve hemen sık ormana varmıştı. Koşarken aniden keskin bir oka benzeyen bir şey ona doğru uçtu. Xie Lian büyük bir sarsıntı yaşamış olabilirdi ama yetenekleri hiçte eksilmemişti, kemik mahmuzu elini bir savurmasıyla yakaladı. Aniden durdu ve saldırının geldiği noktaya baktı ancak orada titreyen dallardan başka hiçbir şey yoktu. Tehlike çalıların arasındaydı ve bir anda sakinleşmişti, arkasını dönerek geri koştu. “San Lang!”
Hua Cheng zaten hemen arkasındaydı ve Xie Lian neredeyse onun kollarına koşmuştu. Xie Lian onun elini tuttu ve ormandan dışarıya fırladı. “Kaç, ormanda bir şeyler var!”
Onun peşinden koşan Hua Cheng, şimdi geldiği yere geri çekiliyordu. Ancak sahile geri döndükleri zaman Xie Lian rahat bir nefes aldı. “Takip edilmiyoruz, ooh. Şükürler olsun.”
Hua Cheng de yorum yaptı. “En. Bu adada küçük şeyler var, ama endişelenme, bizi buraya kadar takip etmezler.”
Bunu duyunca Xie Lian hemen hatırladı, Hua Cheng nasıl o şeylerden korkardı? Ardından aşağıya baktı ve hala elini tutmakta olduğunu gördü, Xie Lian tekrar dondu, aceleyle elini bırakarak kenara sıçradı.
Aralarında belli bir mesafe olunca ikisi de bir anlığına sessiz kaldılar ve Hua Cheng iç çekti, ardından giysilerinin yakasını çekti. “Neyse ki biraz önce gege beni kurtardı. İnsan bedeni sahiden çok külfetli, sırf denize girdim diye ağız dolusu tuzlu su yuttum. İğrenç.”
Xie Lian kanmamıştı. Hua Cheng’in ona bir çıkış yolu sunduğunun farkındaydı ama tek yapabileceği şey ayak uydurmaktı ve başı önde belli belirsiz geveledi. “Önemli değil, unut gitsin.”
Bir an duraksadıktan sonra Hua Cheng ekledi. “Ama, gege doğru yapmıyordun.”
Xie Lian şaşırmıştı ve endişeyle sordu. “Doğru değil miydi? Ben… Ben sadece biraz hava üflemek gerek sanmıştım.”
“Hayır. Öyle olmuyor.” Hua Cheng cevapladı. “Gelecekte bunu başka kimseye yapma, yoksa…”
Yoksa başkasının hayatını kurtaramamakla kalmaz, bir de hayatına son verebilirdi. O kadar ciddi bir sesle konuşmuştu ki Xie Lian utanmış hissetti. Neyse ki daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı, yoksa günah işlemiş olurdu. Hemen yemin etti. “Yapmam, yapmayacağım.”
Hua Cheng başını salladı, ardından sırıttı. Her ne kadar Xie Lian sahiden Hua Cheng’e doğrusunun ne olduğunu sormak istese de bu konuda daha fazla konuşmaya cüret edemedi. Zihnen not etti ve etrafına baktı. “Burası sahiden insanların bulunmadığı terk edilmiş bir ada mı?”
“Elbette.” Hua Cheng cevapladı. “Burası Kara Su İblisinin İninin kalbi, Kara Su Adası.”
Kendinden çok emindi. Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru ve Gemileri Batıran Kara Su birbirlerini tanıyor olmalıydılar, Xie Lian sordu. “San Lang, daha önce buraya gelmiş miydin?”
Hua Cheng başını iki yana salladı. “Hayır. Ama adayı biliyorum.”
Xie Lian kaşlarını çattı. “Rüzgar Ustası ve diğerleri nereye sürüklendiler merak ediyorum, acaba onlar da adadalar mı?”
Burası Güney Denizindeki Kara Su İblisinin İniydi, onun bölgesi. Pei Ming’in ana bölgesi kuzeyken, Toprak Ustası bir savaş tanrısı değildi ve Su Ustasının durumundan bahsetmeye gerek bile yoktu. Eğer bir şey olur ve öfkeli Kara Su İblisi Xuan ile karşılaşırlarsa, tek karşılık verebilecek kişi Su Ustasıydı. Ancak Shi Wu Du’nun Cennet Musibetinin ne zaman geleceğini kimse bilemezdi, bu nedenle gidişat hiçte iç açıcı görünmüyordu. Xie Lian sordu. “San Lang, Kara Su İblisi Xuan sinirli birisi midir? Eğer cennet mensupları yanlışlıkla onun bölgesine ve evine girerlerse ne yapar?”
“Söylemesi güç.” Hua Cheng. “Ama gege söylenenleri daha önce duymuştur. Kızıl karayı yönetir; Siyah sulara hükmeder. Kara Su İblisinin İnindeyken, ben bile ayağımı denk almak zorundayım.”
Sadece burası Kara Su’nun ana bölgesi olduğundan değil, aynı zamanda her ikisi de Yüce oldukları için, Hua Cheng ileride hala görüşebilmek istiyorlarsa karşısındakine saygı göstermeliydi. Xie Lian. “O zaman en kısa zamanda buradan gitsek iyi olur.”
Kabaca ada etrafında bir tur attılar ama bir daha ormana girmediler. Xie Lian birkaç kez seslendi ama Rüzgar Ustası veya diğerlerinden bir karşılık alamadı. “Belki de Kara Su Adasına sürüklenmemişlerdir.” Hua Cheng tahminde bulundu.
Tekrar sahil kenarına dönmüşlerdi. Denizin üzerine kasvet çökmüştü. Xie Lian yerden bir kütük aldı ve uzaklara fırlattı. Böyle bir kütük aslında su üzerinde yüzmeliydi, ancak metrelerce uzakta su yüzeyine değdiği anda hemen batmıştı. Xie Lian arkasındaki sık ormana bir bakış attı ve konuştu. “Kano yapmak işe yaramayacak gibi. Mesafe Kısaltma Rünü de işe yaramıyor, adadan nasıl ayrılabilir sence?”
“İşe yaramayacağını kim söylemiş?” Hua Cheng.
“Ama sadece içinde merhum bulunan tabutlar Kara Su İblisinin İninde yüzebilir…” Sözlerini bitirmeden hatırladı. Tabut. Burada her yer ağaçtı; peki merhum? Hemen gözlerinin önünde bir tane vardı.
Sahiden Hua Cheng de gülümsedi. “İçine ben uzansam işe yaramaz mı?”
Her ne kadar gülümsüyor olsa da, nedense Xie Lian kalbi sıkıştı.
Hua Cheng avucunu düzleştirdi ve eğri kılıç E-Ming elinde belirdi. Kararı verdikten sonra doğrudan işe koyuldular ve ikisi malzemeleri toparlamaya başladılar. Ormanın derinliklerine girmedikleri için pusu kuran yaratıklarla karşılaşmadılar ve kısa bir süre sonra bir grup ağacı devirmişlerdi. Bütün gün süren çalışmaları göz açıp kapayıncaya dek bitti ve gökyüzü kararmaya başladı. İkisi işi böldüler ve görevleri almak için birbirleriyle savaştılar, bu nedenle fazlasıyla etkin çalışmışlardı. Akşama kadar, tabut neredeyse yapılmıştı.
Tüm yolculukları boyunca Xie Lian sadece yarım buğulu çörek yemişti ve çoktan açlıktan kıvranmaya başlamıştı, ama tabutu ne kadar çabuk yaparlarsa o kadar çabuk gidebilirlerdi, bu nedenle tabut bittikten sonra bir bahane bularak balık tutmaya gitti. Ancak Kara Su İblisinin İnindeki sularda nasıl balık olurdu? Eli boş dönen Xie Lian ormanın kenarına yaklaştı ve tehlikeli olmayan bölgelerden biraz yabani meyve topladı. Geri döndüğü zaman Hua Cheng’in çoktan küçük bir kamp ateşi yakmış olacağı kimin aklına gelirdi ki; ateşin yanına oturmuş, bir eli yanağında diğer elinde ise kızarmakta olan yabani tavşana geçirilmiş bir dal parçası tutuyordu.
Tavşan çoktan temizlenmişti, derisi öyle kızarmıştı ki yağlar damlıyordu, çıtır çıtır ve altın rengindeydi, etin kokusu çok güzeldi, ağzını sulandırıyordu. Xie Lian’ın geri dönüğünü fark ettiğinde Hua Cheng gülümsedi ve elini çekerek dal parçasını ona uzattı. Xie Lian kabul etti ve karşılığında birkaç yabani meyve verdi. “Hepsi yenilebilir şeyler.”
İkisi de hala ıslaktı ve hem deniz suyuna battıkları için hem de kıyafetleri çalışırken terden ıslandığı için üzerlerinden sular damlıyordu. Ancak sözsüz bir anlaşmayla her ikisi de kıyafetlerini kurmaları için çıkartmayı teklif etmemişti. Yabani tavşan etinin dışı gevrek ama içi yumuşacıktı ve küçük bir ısırık aldıktan sonra Xie Lian dişlerinin yandığını hissedebiliyordu ama yine de yemeğini yemeye ara vermedi, tadı damağında kalmıştı. Yine de Xie Lian yemeği ikiye böldü ve diğer yarısını Hua Cheng’e uzatırken huşuyla iç çekti. “San Lang ne kadar harika yeteneklerin var.”
Hua Cheng kahkaha attı. “Sahi mi? Öyleyse övgün için teşekkür ederim gege.”
“Sahiden.” Xie Lian. “Konu ister ahşap işlemek olsun ister yemek yapmak, senden daha iyi hiç kimseyi tanımadım. O soylu, zarif, özel kişi sahiden çok şanslı.”
Bunu söyledikten sonra tavşanını yemeye odaklanmış gibi davrandı ama Hua Cheng sessiz kalmıştı. Bir süre sonra Hua Cheng’in yumuşak sesi duyuldu. “Onunla tanışabildiğim için esas şanslı olan benim.”
“…”
Xie Lian ne söyleyeceğini bilemedi ve yemeye daha da odaklandı. Hua Cheng’in ona seslendiğini duyduğunda uzunca bir süre geçmişti. “Gege, gege.”
Sersem bir halde, Xie Lian cevapladı. “Hım?”
Hua Cheng ona bir mendil uzattı ve Xie Lian ancak o zaman yüzünü yağ ile kaplayacak kadar yemeğe gömüldüğünü fark etti, çok şapşaldı. Bir utanç dalgası yükseldi ve mendile uzanarak kendisini temizledi. Hua Cheng ona kızartılmış tavşanın diğer yarısını da uzattı. “Gege çok acıkmış olmalısın, acele etme.”
Xie Lian kızarmış tavşanı aldı ve bir an için dondu, ama en sonunda yine de kendisini tutamayarak sordu. “San Lang, bu özel kişi nasıl birisi? Nasıl onun kalbini henüz kazanamadın?”
Eğer Hua Cheng birisini isterse, bu dünyada hiç kimsenin ona karşı koyamayacağına canıgönülden inanıyordu. Ancak geçen gün Hua Cheng henüz o kişiyi kazanamadığını söylemişti, bu yüzden de hayalet kralın sevgisinin büyüdüğü bu kişiye karşı biraz sert, tuhaf bir hissiyat duymaktan kendisini alamıyordu. Belki bu kişinin zevksiz olduğunu, belki de Hua Cheng’in değerini bilmediği düşündüğü içindi.
Hua Cheng cevapladı. “Gege bana gülebilir, ama gerçek şu ki, korkuyorum.”
Ya adaletsizlik hissindendi ya da Hua Cheng’in kendisini alçaltıyor olması korkusundan, ama Xie Lian ciddi bir sesle karşılık verdi. “Korkulacak ne var? Sen Yüce Hayalet Kralı, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru’sun.”
Hua Cheng yüksek sesle bir kahkaha attı. “Ne rezil bir hayalet kralı ama? Eğer sahiden o kadar müthiş olsaydım, yüzlerce yıl önce insanlar beni dövmek için tavana asarken o kadar güçsüz durmazdım, hahahaha…”
“Öyle söyleme.” Xie Lian. “Herkesin büyüyebilmek için bir şeyler atlatması gerek…” Ama konuşurken kendisinin ilk yükselişini hatırladı, böyle bir aşağılamayı hiç yaşamamıştı ve hafifçe boğazını temizledi.
Hua Cheng. “O beni en kötü halimle gördü.”
“O zaman ona imreniyorum.” Xie Lian cevapladı.
Onun böyle söylediğini duyunca Hua Cheng’in bakışları üzerinde toplandı. Xie Lian yemeyi bıraktı ve nazikçe konuştu. “Ama, neler hissettiğini… az çok anlayabiliyorum.”
Bir an durduktan sonra devam etti. “Benim de hayatımda hiç kolay geçmeyen bir dönem vardı ve o süre boyunca sürekli aklımdan, eğer birisi benim bu çamurlarda yuvarlanan ve ayağa kalkamayan halimi görür, ama yine de beni olduğum kişi için severse harika olur diye geçiriyordum. Yine de, öyle birisi var olabilir mi bilmiyorum ve şu anda da kimseye geçmişimi anlatmaya cesaret edemem.
“Ama eğer San Lang’ın özlem duyduğu birisi varsa, bence, en kötü halini bile gördüyse ‘aa, demek o kadar iyi değilmişsin’ gibi bir şey söylemeyecektir.”
Yüzü ciddileşti. “Bana göre, sonsuz bir ihtişamla parlayan da sensin; gözden düşen de. Önemli olan ‘sen’sin, içinde bulunduğun durum değil.
“Ben… sana hayranım San Lang, bu yüzden, senin hakkındaki her şeyi anlamak istiyorum. Bu nedenle, çoktan senin o halini gören kişiye çok imreniyorum. Bu sadece tesadüfen elde edilebilecek bir yakınlık, yalvarsan da bir daha ele geçmez ve bu bağın devam edip etmeyeceğinin onda üçü kaderse, kalan kısmı cesaretine bağlı!”
Kamp ateşleri gürültüyle çıtırdıyordu ve uzunca bir süre her ikisi de sessiz kaldı. Xie Lian hafifçe boğazını temizledi ve alnını ovaladı. “Çok mu konuştum? Ne utanç verici.”
“Hayır, söylediklerin çok güzeldi. Çok doğru.” Hua Cheng cevapladı.
Xie Lian rahat bir nefes aldı ve hızla yabani tavşanını kemirmeye döndü. Hua Cheng ekledi. “Sorun sadece bu değil, başka sebeplerim de var.”
Xie Lian çok konuştuğunu hissediyordu ve konuyu hemen kapatmak niyetindeydi. Ayrıca biraz önce neden bu kadar çok şey söylediğini ve Hua Cheng’i neden cesurca sevdiğinin peşinden koşması için cesaretlendirdiğini anlayamıyordu. Sonuçta evliliklerden sorumlu olan cennet mensubu o değildi, bu yüzden cevap olarak sadece mırıldandı. “En…”
Konuşmanın ardından, sanki etraflarındaki hava kırılgan bir hal almıştı ve hızla yemeği bitirerek çalışmaya geri döndüler. Kısa bir süre sonra tabut resmi olarak tamamlanmıştı.
Hua Cheng yeni tabutlarını suya attı ve yumuşak bir şekilde içine zıpladı, oturdu. O uzun ve ağır ağaç parçası sahiden suda yüzüyor ve batmıyordu. Tabutun genişliği çok fazla değildi ve Xie Lian yanına geçmek için cübbesini kaldırdığında oturması için yeterince yer olmadığını hissetti. Tam bu sırada göklerden bir fırtınanın bastırılmış kükremeleri duyuldu ve kasvetli bulutlar hareketlendi. Şimşeklerin mor ışıkları çaktı ve gürleme sesleri beklenmedik bir şekilde sanki kulaklarının dibindeydi. İnce yağmur damlaları gökyüzünden süzüldü ve kısa bir süre sonra gittikçe kalınlaşmaya başladılar. Görünüşe göre fırtına geliyordu.
Neyse ki ikisi çalışırlarken tembellik etmemişlerdi ve tabutun kapağı bile vardı, yoksa tabut denize atıldıktan sonra yağmur suyuyla dolması ve derinliklere batması hiçte uzun sürmezdi.
İkisi bakıştılar ve Xie Lian kısık bir sesle. “Özür dilerim.”
Hua Cheng de başka bir şey söylemedi ve tabuta uzandı. Xie Lian da içeri girdi ve kapağı kapattı. Sanki hafif bir rüzgar esse karanlığa batacaklardı.
Tabut denize girdi ve bir süreliğine öylesine savruldu. Dışarıda, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur tabutun kapağına vuruyordu; içeride, ikisi de tek kelime etmiyordu. Dar bir alana sıkışırken bedenleri mecburen sıkıca birbirine yaslanmış, dalgaların kah itip çekmesine, kah döndürmesine mecburen izin veriyorlardı. Xie Lian kendisini sabitlemek için bir elini tabutun kenarına bastırdı, daha fazla yer açabilmeyi umuyordu, başı hafifçe kapağa çarptı. Hua Cheng hemen uzandı ve bir elini sırtına koyarak onu göğsüne bastırdı, diğer eli ise başını koruyordu. Xie Lian’ın hızlı nefes almaya bile cesareti yoktu. “San Lang… değiştirsek nasıl olur?”
Hua Cheng sordu. “Neyi?”
“…Sen üste ben alta geçsem.” Xie Lian cevapladı.
“Üstte altta aynı değil mi?”
Xie Lian çok ağırlık yaptığından çekiniyordu. “Bu yolculuğumuz en az bir gün sürecek. Şu anda bedenin sadece on yedi, on sekiz yaşlarında değil mi? Sonuçta ben bir savaş tanrısıyım, çok ağırım…” Sözlerini bitiremeden ekledi. “San Lang, yapma… aniden büyüme!”
Her ne kadar karanlıkta görmek zor olsa da, sıkıca bastırılmış bedenlerinden Hua Cheng’in değişmekte olduğunu hissedebiliyordu ve her ne kadar sadece bir an sürse de yine de fark etmişti ve muhtemelen Hua Cheng’in gerçek haline büründüğünü tahmin ediyordu. Sahiden de Hua Cheng tekrar konuştuğu zaman kahkahası derin bir sesteydi, gerçek halinin sesi olduğuna hiç şüphe yoktu. Xie Lian onun göğsünde yattı, acizdi, ama değişim ardından o bilinmeyen acemilik bir nebze rahatlamıştı. Hafifçe bacağını kaldırdı, bedenini döndürmek ve pozisyon değiştirmek istiyordu ama aniden Hua Cheng gülmeyi bıraktı ve karanlık bir sesle konuştu. “Hareket etme.”
Xie Lian dondu. Tam bu sırada büyük bir ses duyuldu ve ikisini götüren tabut aniden battı. Xie Lian afallamıştı. “Neler oluyor?!”
Kısa bir süre sonra bir başka kükreme sesi yükseldi ve ikisi gelen darbeyle tabutun içinde ters döndüler. Görünüşe göre tabut tekneleri çoktan tersyüz olmuştu. Şükürler olsun ki hiç sızdırmıyordu, ama birkaç kez daha böyle bir şey yaşanırsa su almayacağının garantisi yoktu. Hua Cheng onu kendisine bastırdı. “Bir şey tabut tekneyi gözüne kestirdi.”
Çevirmen: Nynaeve
175 notes
·
View notes
Text
Gidişat, nereye doğru - Özkan Yıkıcı
Aklımızla oynarsak, istenilenleri de de sıfırlarsak, ya ilgisiz veya yanlışları savunan kişilik düşüncesine geliriz. Emperyalizmin gerçek işşleyişini yok sayarsak. İsrailin Yeni sömürgecilik süreciyle, Ortadoğunun ortasına hançer gibi saplanan bölgesel devlet olarak kuruluşunu sildirip, normal ülke gibi ele almaya başlarsak. Emperyalizmin devlet biçimlerinden birinin idolojisiyle faşizmi…
View On WordPress
0 notes
Note
Bu gidişimiz nereye?
"Allah bilir." Teslimiyeti yüksek bir cümle. Tevekkül edecek boyutta güzel kendi yolunda çalışmayı hepimize nasip etsin Mevlam.
Sû-i zan etmek istemeyiz lâkin hüsn-i zan edecek takatimiz kalmadı diyor şair ama bizim ümitvâr olmamız lazım.
Son olarak; kahrı da hoş, lütfu da... O yüzden gidişat sancılı olsa da, gideceğimiz yer Rabbimizin huzuru 🌱
9 notes
·
View notes
Text
Bazen düşüncelere dalıyorum, acabalar sıralanmış peş peşe birbirine dolanıyor, Sonra olumsuzluk çıkıyor kovuğundan hepsini yutuyor..
Uzun yıllar sonra tekrar ailem ile birlikte yaşıyorum, artık daha az tartışıyorlar, sanki daha iyi geciniyorlar bu bir artı tabi, Yinede babamın ani sinir patlamaları yerli yerinde duruyor, her zaman sonrasında pişman olmuştur ama ne fayda olan olmuş söylenen söylenmiştir,
Yıllar yılı bende kendini öyle azalttı ki var ile yok arasında bir şey, olsa da olur olmasa da aramam (bu cümleyi kendimde unutmadım) Anneme ise sevgiden çok üzüntü duyuyorum, yani seviyorum, onu mutlu etmek çok kolay, bunun için var olmam yeterli, Fakat onun gösterdiği gibi sevgi gösteremiyorum, ne ona ne bir başkasına, kediler hariç ( yıllar sonra yaşlı, yalnız kedili bir adam mı olacağım ne) huyum kurusundu..
Zaman ve yaşam insanı nasıl da tüketiyor, ki zaten başından yarım isen çok daha güzel oluyor, Köylerini hala düşünüyorlar, fikirleri beni burada evlendirip evi olduğu gibi bize bırakmayı istiyorlar ve köye dönmek, Onlar için ayrılmak çok zor olmuş, arkadaşları, sevdikleri, akrabaları bütün köy gözleri yaşlı uğurlamaya gelmiş, her hafta birileri arıyor malum sorular vs..
Bazen söylediklerini hayal etmeye çalışıyorum, nasıl olurdu diye, olmuyor.. Yani olacak gibi değil ve kendi kendime ona da sorduğum gibi soruyorum neden?
Ben cevabı biliyorum oysa o bilmiyordu daha doğrusu aile olmak diyor düzen diyordu, ama sevgiden bahsetmiyordu, ve bunun getireceği bir sürü duygudan, yükten, sorumluluktan ve bunun için gücü olup olmadığını bilmiyordu, Bir süre sonra ondan haber alacağından eminim..
Bir arkadaşım ise evlilik yolunda yürüyor şu aralar onunla pek konuşmak istemiyorum çünkü ona olumlu şeyler söyleyemem durumu, gidişat iyi değil, belki sevgileri yeterince güçlüyse, saygıyla, anlayışla, mücadele edebilir zorlukların üstesinden gelebilirler ama buna ihtimal vermiyorum.. Yaşanan sudan sebepleri geçtim, günümüzde zaten böyle nitelikler gösterebilen insanlar pek kalmadı artık,
Nereden nereye geldim, ne düşünüyordum ne yazdım neyse Umarım yanılırım.
4 notes
·
View notes