#gelecek nerede?
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 7 months ago
Text
Yok Edilen Hayatları Kim Görecek
Tumblr media
Dönüşümsüz, geri kurtarılamayacak kadar çürümüş, biteviye batmış bir ülkenin gerçeğini yaşıyoruz. Hemen her anlamda her yerde var edilen tahakküm veçhesi ile hayat mefhumu kuşatılıyor. Bedene yönelik bir politiğin sürekli damıtıldığı bir yerde hayat imgesinin hiç aralıksız bir güce maruz bırakılması kesintisiz kılınır. Mamafih yıkımın tezgahta yazıldığı ve biçimlendirildiği bir düzlemde o mahvetme halinden mülhem bir ülke gerçek kılınır. Etki ve tepkime somutlaştırılır. Düzen var edilmiş olanın yerle yeksan edilmesini göstere gelir. Yaşamı olumlanabilir olandan ayırırken, yerine konumlanan dayatmacı, kanun ile ol nizamın yerle bir edilmesinin meselidir ülke gerçekliği. Dönüştürülen cerahat menzilinin hali ortadayken bir geri dönüş de yoktur artık. Nefret, hiddet ve ayrımcılıkla birlikte dünü bugüne taşıyan bu kurumsal kimliğin ürettiği karanlığın yepyeni sürümleri var edilirken hayatın anlamca yıkımı gerçek kılınır.
Geriye kurtarılamayacak kadar çürümüş, biteviye batağa saplanmış her günü yara bereler ile donanmış, kuşatılmış bir yerin hazin gerçekliğinde günler geçiriliyor. Ne dünün haline uzağız, ne yarının karanlığının ne kadar daha sürebileceğine dair tek bir tahayyülümüz. Ol kestirmeden cüretle kurumsallaştırılmış kök karanlığın hayatları nasıl alt üst ettiğini uzun uzun anlatmaya çabalıyoruz. Her meramın satır aralarına sıkıştırılmış olan şeyin basit bir cümle tekrarından ibaret değil tam da istikamet diye hepimize takdim ettikleri yıkıcılığın ve kör karanlığa dair bir tespiti / ünlemeyi barındırdığını yinelemeliyiz. Müştereklerimizi talan edip duran ülkenin suna geldiği yönetim katı anlayışının var ettiği her şeyin aleni bir biçimde yıkıma, cürme, ucuz bir garabetlik hale çıkmasının tahayyülünü bildirmekteyiz iş bu satırlarda. Gelecek iş bu şimdi içerisinde, dünden devralınanlarla birlikte mahvedilme isteminin ulaştığı boyut korkunç değil midir? Ekonomik döngünün yerle bir edilip, işçinin emekçinin eline geçen asgari ücretin çoktan tarumar edildiği bir zeminde, ilave bir ücret artışının dahi çok görüldüğü bir zemindir misal batağa saplanmış olagelen yer. Hiçbir ama hiçbir makul gerekçe barındırmayan bir enflasyon sebebi olarak zikredilen ücret artışının onca afaki çarçur edilen paraların yanında esamesinin okunmasının utancından çıkagelir misal geriye dönülemeyecek çürümüşlük. Bir menzilde, ya çok zenginler, ya da çok fakirler dışında bir kastın bırakılmadığı acayip bir sarmalın ortasında olan bitenin tam da gezmek, tozmak, para harcamak değil tastamam hayatta var olma hakkını örselemenin bir başka yüzeyi olduğu artık anlamlandırılabilir. Bedava kılınan hayatların hakkının her ne olacağı yanıtsız konulur. Budur bariz çürüme. Böyle bir toplamda batağının dibini hala arşınlayan yerdir mesele. İyi de yol sahiden de nereye!
Evrensel Gazetesinden, Bahar Emreoğlu’nun haberini aktaralım: “İzmir Konak’ta dün sağanak sırasında İnanç Öktemay ve Özge Ceren Deniz elektrik akımına kapılıp hayatını kaybetti. Savcılık olayla ilgili inceleme başlatırken, bölgedeki mazgalların açılıp, elektrik kaçağının nedenini araştırılıyor.
Yurttaşların ölüm sebebi ile ilgili Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı Mete Çubukçu ve A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı, İZ-AFAD Yönetim Kurulu Üyesi Mutlu Burak Paksoy ile konuştuk.
Çubukçu, “Olayın asıl nedenleri savcılık soruşturması ve bilirkişi incelemeleri sonrası ortaya çıkacak olmasına rağmen, önlem alınmaması durumunda benzer faciaların kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz. Alsancak’ta yaşanan facia, elektrik şebekesinde su taşkınlarına karşı alınması gereken önlemlerin ihmal edildiğini ortaya çıkarmıştır” dedi.
“Elektrik Hizmetinin Özelleştirilmesini Doğru Bulmuyorum”
Kasım 2023’de deniz taşması sonrası bölgede çok sayıda trafo merkezinin su altında kaldığını hatırlatan Çubukçu, “Özelleştirme sonrası ilimizdeki elektrik şebekesini devralan GDZ Elektrik Dağıtım AŞ, bölgeyi yeraltı kablolarını bir süre yer üstüne taşıyarak enerjilendirebildi” diye ekledi.
Olayın gerçekleştiği sokakta trafo merkezlerinden dağıtım panosuna giden kablolarda izolasyon hatası olduğunun belirlendiğini dile getiren Çubukçu, “Yeterince izole edilmeyen kablonun iletken olan suyla temas etmesiyle kazanın yaşandığı düşünülmektedir. Elektrik dağıtımı kamusal bir hizmettir. Bu hizmetin özelleştirilmesini doğru bulmuyorum” dedi.
Bölgedeki eksiklerin tespit edilerek giderilmesini talep eden Çubukçu, gerekli teknik desteği verebileceklerini vurguladı. Çubukçu son olarak, hayatını kaybedenlere başsağlığı diledi.
“TEDAŞ’ı VE EPDK’yi Göreve Çağırıyoruz”
Yaşanan bu olay ilişkin Elektrik Mühendisleri Odası yazılı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) acilen bölgedeki eksikleri tespit ederek gidermek için göreve çağrıldı. Açıklamada, “Elektrik dağıtım şirketlerinin kullandığı altyapı kamu malı, verdikleri hizmet de kamu hizmetidir. Dağıtım şirketleri görev sürelerinin sonunda kamuya devretmeleri gereken elektrik şebekesini günün teknolojisine göre yenilemek zorundadır. Tüm dünyada dağıtım şebekelerinde dijitalleşme çalışmaları yapılırken, ülkemizde ise can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde geriye gidilmesi kabul edilemez. Dağıtım şirketleri elektrik enerjisini kaliteli, güvenli ve sürekli bir şekilde ulaştırılmasından sorumludur” ifadeleri yer aldı.
“Sahada Yeterli Yatırım Yapılmadı”
“Son elektrik zamları ile birlikte bu kadar yüksek oranda kamu kaynağının dağıtım şirketlerine aktarılmasına rağmen maliyeti düşük tutmak için sahada yeterli yatırımı yapmayan ve İzmir’de dün yaşanan şiddetli yağışlar sonrasında da görüldüğü üzere halkımızın can ve mal güvenliğini tehlikeye atılıyor” denilen açıklamada, şirketlerin acilen idari ve mali yönden denetlenmesi gerektiği belirtildi.
Son olarak çözüm yoluna yer verilen açıklamada, “Kalıcı çözümü için üretimden, dağıtıma kadar tüm süreçleri yönetecek dikey entegre bir kamu tekeli yeniden kurulmalıdır. Geçiş sürecinde ise kamu kaynaklarının sonu belirsiz bir biçimde özel sektöre kaynak transfer edilmesi yerine kamulaştırma işlemlerini yürütecek Kamulaştırma İdaresi Başkanlığı kurulmalıdır” ifadeleri kullanıldı.
“Dağıtım Şirketi Sorumludur”
A Sınıf İş Güvenliği Uzmanı ve İZ-AFED yönetim kurulu üyesi Mutlu Burak Paksoy ise elektrik enerjisinin güvenli bir şekilde ulaştırılmasından dağıtım şirketlerinin sorumlu olduğunu söyledi.
Benzer kazaların bir daha meydana gelmemesi için önerilerini sunan Paksoy, “Yer altındaki elektrik kabloları, ekleri, bağlantıları, kaçakları periyodik olarak incelenmeli ve kontrol edilmeli, yalıtım eksiklikleri giderilmeli, yıpranan kısımlar onarılmalı veya onarımı mümkün olmayan kablolar yenilenmelidir” dedi.
“Ülkemizde afet ve acil durumlara hazırlık açısından atması gereken ilk adımlardan biri de elektrik, su, gaz, telekomünikasyon vb. teknik alt yapı kurumlarının afet ve acil durum yönetimi açısından bilinçlendirilmesidir” diyen Paksoy, benzer kazaların ve ölümlerin tekrar meydana gelmemesi konusunda uyarıda bulundu.”
Dönüşümsüz, geri kurtarılamayacak kadar çürümüş, biteviye batmış bir ülkenin gerçeğini yaşıyoruz. İki insanın canının haybeye alınabildiği bir zemini tanımlayabilecek bambaşka bir kelam yoktur. Uçuyoruz, kaçıyoruz, ilerliyoruz muasır medeniyetler seviyesinin tam da üstünde ilerliyoruz denilirken bir sorumsuzluk örneği olarak açıkta kalakalan elektrik akımlı kablolar iki canı alır. Bir günü aşkın gündem olmalarının ardından da unutuşun tam da ortasına terk edilir o iki insan. Yok etme kültünün artık aleni bir istikamet kılındığı ve o zorbalığın, kural, kaide bilmezliğin ve hiçbir biçimde hesap verilmeyecek olmanın sağladığı alandan çıkagelen bir cinayet nasıl da çürümeye yüz tutmuş bir menzilde olunduğunu örnekler. Hayatın müştereklerinin un ufak edildiği bir zeminde son kalanın, hayatın ta kendisinin zayi ettirilmesinin utancı kalakalır elde. İki insanın ardından çıkan o korkunç tablonun, vahamet ötesine çoktan evrilmiş tahakküm pratiklerinin, yok saymaların vesairenin kıyısında bir utanç tablosu daha eklenir o biteviye çürümeye devam diyen ülkenin gerçekliğine. Bu kadar afaki bir çürümenin utancı her ne yana düşecektir. Kim sahiden de fark edecektir, yok yere heder edilen hayatları kim / kimler görecektir, sahiden! Böğrümüzde koca bir kaya daha...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Painting By Gizem SAKA
Meramda Paylaşılan Haber
Evrensel Ege İzmir’de Elektrik Akımına Kapılan 2 Kişi Yaşamını Yitirdi: “Ölümler Özelleştirme ve İzolasyon Hatası” https://www.evrensel.net/haber/523182/izmirde-elektrik-akimina-kapilan-2-kisi-yasamini-yitirdi-olumler-ozellestirme-ve-izolasyon-hatasi
0 notes
nesrin-c · 5 months ago
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
Tumblr media
165 notes · View notes
musfika-hanim · 4 months ago
Text
iki gündür kendi kendime konuşuyorum bu kadar sapığın, caninin olduğunu bilmek, bunlara haberlerde rastlamak, olaylara şahit olmak genç kızlara temkinli olmayı, arkadaş sevgili edinirken dikkatli olmayı öğretmiyor mu? neden böyle ruh hastası tiplere kayıyorlar ya da neden on dokuz yaşında sevgili bulma yoluna gidiyorlar. bir suçlu arama peşinde değilim, sadece çok üzülüyorum ve özellikle genç kızların bu konuda dimağlarının, algılarının açık olmasını istiyorum. herkese güvensiz bakamayız elbette ama ön yargılı olmakta fayda var korunmak açısından. benim de kız evlatlarım var evlenme çağının içindeler. onlarla konuşuyorum kendileri de anlatır dile getirirler. sosyal medya hesaplarından güzel cümleler yazarak mesaj atan, konuşmak isteyen, iltifatlar eden iş güç sahibi de olan insanlar olduğunu ve hiçbirine cevap dahi vermediklerini söylüyorlar. yapılması gereken de bu değil mi? gerçi çoğu genç arkadaş edinirken gayeleri ciddi bir son da değil, gönüllerini eğlendirmek, nefsani haz ve mutluluk. ailede ilgi sevgi görmeyenlerin ufak bir sevgi, sahiplenme gösterisine hemen nasıl aktıklarını görüyoruz. ne söylesek ne kadar konuşsak boş sadece içimizi döküyoruz. ciğeri yanan yandığıyla kalıyor. bir suçlu aramak gerekirse burda en büyük etken ebeveynler. bebeklikten genç insan olana kadar elimiz onların üstünde olmalı, çok fazla baskıcı ve yasaklayıcı olmadan arkadaş gruplarını çevrelerini tanıyarak, takip ederek kendimizden itmeden çok gevşek de bırakmadan. şu dünyada en zor şey ne deseler bir çocuğu manen büyütmek, insan etmek derdim. gerçekten çok zor ve ben şükrediyorum ki sorunsuz üç tane kız evladı yetiştirebildim. hiçbirimiz eksiksiz değiliz onlar da, ben de biz de. ebeveynler açısından şükredilesi en büyük konfor güvenebileceğiniz, arkanızdan iş çevirmeyecek, nereye giderse nerede yaşarsa yaşasın hata yapmayacak evlattır. bu ömürlük bir şükre bedeldir. Allah tüm çocuklarımızı hataya düşmekten, meyletmekten, kötü insanlardan, hasta ruhlulardan muhafaza etsin. onlara karşı ilgimiz ve sevgimiz hep olsun ki mutluluğu dışarda aramasınlar. Allah'ım sen bizi, neslimizi ve gelecek olan nesli de koru. amin.
Allah çocuk yetiştiren herkese çok yardım etsin
31 notes · View notes
izinkalbimde · 3 months ago
Text
Sonra bir Ahmet Kaya şarkısı çalacak, başıboş gezdiğin bir sokağın penceresinden..
Dışarıda kar yağacak, senin içine yağmur..
Anlayamadığın her şeyin esiri olacaksın..
youtube
Ve gelecek nakarat..
Çivi gibi çakılıp kalacaksın olduğun yerde..
Söyle şimdi ben neredeyim sen nerede?.. derken anlayacaksın..
Yüreğime basa basa geçtiğini..
38 notes · View notes
amezhu · 8 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
203. BÖLÜM - İmparator Gizemli Guoshi Hakkında Yorumlar Yapıyor.
Güçlü ruhsal ışık kederli ruhların üzerine parladığında duman ve bulut tarlalarının ardından geniş alanlar açılıp dağıldı ve beyaz zırh giyen savaş tanrısı bir elinde kılıcı ile bulutları yararak geldi.
Bu kesinlikle Jun Wu’ydu. Grup onu gördüğünde sanki ebeveynini görmüş çocuklar gibi haykırdılar, “AH!!!  Lordum!!!”gözyaşları yanaklarında süzüldü. Jun Wu’nun her adımı yere indiğinde ışıklarla boyanmış gibi görkemliydi, “Panik yapmayın, sakin olun. Herkes iyi mi?”
Kılıçtaki yan yana gelip bütün oluşturan dörtlü ayrılarak orijinal bedenine dönmüştü. Pei Ming sordu: “Lordum, cennetin başkentini korumuyor muydunuz? Nasıl oldu da kendi başınıza geldiniz?”
“Yağmur Efendisi iletişim rününden TongLu Dağı bariyerinin yok edildiğini bildirdi. Durum acil olduğundan geldim.” Dedi Jun Wu.
Herkes yukarıya baktı ve Yağmur Efendisinin hâlâ o kara öküzün üzerinde bindiğini gördü, her şey içten içe düşünülmüştü demek ki.
Bariyer yıkıldığından iletişim rünü de doğal olarak tekrar kullanılabilir hale gelmişti. Daha önce hepsi bir telaşla kederli ruhları yok etmeye çalıştıklarından iletişim rününü tekrar kullanabilecekleri kimsenin aklına gelmemişti.
Xie Lian birkaç adım öne çıktı: “Lordum, yüzü olmayan beyaz geri döndü.”
Jun Wu hafifçe başını salladı, “Onun acımasız olabileceğini tahmin ediyorum.”
“Gerçekten anlaşılması zor.” Dedi Xie Lian. “Geldiğinizden dolayı şu an nerede saklanıyor bilemiyorum.”
“Önemi yok” Jun Wu. “Gidip onu aramadan önce, önce bu kederli ruhları halledelim.”
Herkes gökyüzüne bakmıştı, gökyüzünde yuvarlanıp iç içe geçen kara bulutlar Jun Wu’nun görkemli ışığı ile arınmıştı. Pei Ming sordu: “Yani bu sefer yeni hayalet kralın doğumu engellenmiş oldu, doğru mu?”
“Sanırım” dedi Xie Lian. “Sonuçta ocağı delip geçen bundan başka kimse değildi.” Hepsinin gözü aynı anda yan tarafa doğru kaydı. Xie Lian onu kontrol etmeyi bıraktıktan sonra yüce, devasa ilahi heykel zarif ve itaatkar şekilde yerde uzanıyordu. Artık yerde durduğu için küçük bir dağa da benziyordu. Xie Lian onun yanında durdu ve yanağını kaşımak için parmağını kaldırdı başını hafif yana eğerek, Hua Cheng’e dönerek, “San Lang, ne yapsak bununla?”
Hua Cheng biraz düşünceli gibiydi, soruyu duyduğunda kendine geldi, “Gege’nin endişelenmesine gerek yok. Onarılana kadar burada bırakalım.”
“Onarılabilir mi?” Xie Lian sordu.
“Tabii ki, ocağın taşları olduğu sürece.” Dedi Hua Cheng. “Onu kesinlikle onaracağım ve bir kere daha ayakta durabilmesini sağlayacağım.”
“O zaman şimdilik bırakalım.” Dedi Xie Lian. “Ocağın yanındaki volkan hala patlıyor. Kim bilir bir daha ne zaman güvenli hale gelecek.”
Havada dönüp dolaşan kederli ruhlar aniden acıyla haykırdı ve tornadoya dönüşüp bir yere doğru yöneldiler. Bir anlık kimse ne olduğunu anlayamadı ama yakından baktıklarında kederli ruhların akın ettikleri yerin, yer altındaki ilahi WuYong tapınağı olduğunu gördüler.
Aslında bu yaratıkların güçlü, göz kamaştıran ışınların altında saklanacak hiçbir yerleri yoktu ve er ya da geç dağılacaklardı. Ama o yeraltı tapınağına bu kadar çok sayıda kederli ruh döküldükten sonra, sanki tamamen emilmiş, temizlenmiş, yok olmuş gibiydiler. Mu Qing dilini yutmuş gibiydi, “Neler oluyor?”
Xie Lian korku hissetti ve haykırdı, “Yüzü olmayan beyaz! Mesafe kısaltıcı rün çizmiş! Kederli ruhları uzak bir yere gönderiyor!”
Jun Wu hızlıca elini savurmasıyla tapınağın tavanı uçtu, yerden büyük bir toprak parçası bile soyulmuştu. Ancak devasa rün sadece iç kısımdaydı, bundan başka hiçbir şey yoktu.
“Ne planlıyor bu?” Feng Xin haykırdı. “Rün neresiyle bağlantılıydı? Nereye gönderdi o ruhları?”
Eskiden olsaydı şu an olaya Lin Wen dahil olurdu. Ling Wen sarayının tüm yerleri rapor etmesi yarım tütsü yanma süresi bile sürmezdi, kim bilir hangi sivil tanrı onun yerini geçici olarak almıştı ama şimdi ihtiyaçları olduğunda bir kişiyi bile bulamıyorlardı. Feng Xin öfkeyle lanet etti, “S*KİKLER! HER ZAMAN GÖSTERİŞ YAPMAK İÇİN BİRBİRLERİYLE YARIŞIYORLAR, AMA GEL GÖR Kİ EN İHTİYAÇ DUYULAN ZAMANDA HEPSİ CEHENNEMİN DİBİNE GİRMİŞ GİBİ. LANET OLSUN! BİR DAHA ASLA LİNG WEN SARAYINA İŞE YARAMAZ DEMEYECEĞİM.”
Peşinden Hua Cheng’in sesi duyuldu, “Kraliyet başkentinde.”
İki uzun ve ince parmağını şakağından kaldırdığında herkes ona döndü. “O, bu yaratıkları çok sayıda farklı kale şehrine gönderdi. Kötülüğün özü aniden ortaya çıktığı için şu ana kadar sadece kraliyet başkenti tespit edildi.”
… sivil tanrılar tamamen işe yaramazdı bu yüzden kaçan şeytani yaratıkların yerini tespit edebilmek için hayalet diyarının kralına güvenmekten başka şansları yoktu. Çoğu cennet mensubunu kendini utanmaktan alamamıştı. Ancak durum aciliyet gerektirdiğinden utanç hissi de kısa sürmüştü. Mu Qing konuştu, “Beyaz musibetin planını gayet iyi biliyorsun, tabii ki o canavarları insanların en çok olduğu yere gönderecek. İnsan yüzü hastalığı bulaştı mı çok hızlı yayılır. Kraliyet başkenti insan kaynıyor, tabi orayı es geçmez.”
Pei Ming de lafa katıldı, “Hemen şunun icabına bakalım, kaybedecek zaman yok. Gecikirsek işler çok çirkin bir hal alabilir.”
Geçici sivil tanrılar Jun Wu için de kelimelerle anlatılamayacak kadar kötü bir baş ağrısıydı, Hua Cheng’e dönerek, “Lordum diğer kale şehirlerinin de yerlerini tam olarak belirleyebildi mi?”
“Halihazırda belirleniyorlar. Çok uzun sürmez. Yin Yu, sen devral.” Emretti Hua Cheng.
“Emredersiniz Lordum” Yin Yu hızlıca tasdik etti.
Yin Yu geçmişte Jun Wu tarafında sürgün edilmişti, Jun Wu sadece işini yapsa da onu görmek elinde olmadan gerilmesine yol açıyordu.
Hayalet şehirdeki emrindekilerle bir süre iletişim kurduktan sonra sağduyulu bir şekilde raporları bildirdi. “ Üç bin kilometre güney, iki bin yetmiş kilometre kuzey…”
Jun Wu Feng Xin’e döndü: “Nan Yang, sen güneyi al.”
Feng Xin emri anında kabul etmedi ve bir anlık tereddüt etti. Xie Lian bunun nedeninin Jian Lan ve Cou Cou'yu aramak istemesi olduğunu düşündü ve tam konuşmak üzereyken Feng Xin cevap verip kenara geçerek rün çizmeye başladı. Pei Ming bilerek konuştu, “Ben de kuzeyi alacağım.”
“Doğal olarak.” Jun Wu cevapladı.
Pei Ming başını sallayarak ilerledi, birkaç adım sonra Pei Su da onu takip ediyordu, ona dönerek konuştu, “Yaraların henüz iyileşmedi ve hala zehir vücudundan çıkmadı. Lord Yağmur Efendisi ile kal.”
Pei Su’nun kafası karışmıştı: “General, ben zehirlen,medim?”
Pei Ming anlayışlı bir şekilde omzuna iki kez dokundu. “Yarım kelimelerin hala düzelmemiş, hala zehirlenmedim mi diyorsun?” başını belli belirsiz eğdi, ardından nezaket gereği Yağmur Efendisinin önünde eğilerek kendi başına oradan ayrıldı. Jun Wu devam etti, “Qi Ying, sen de neden batıya gitmiyorsun? Unutma, herhangi bir belaya…”
Ancak Quan Yi Zhen’in aklı karışmıştı, “Neden batıya gideyim ki? Şu anda tam olarak ne yapıyoruz?”
“…”
Şu anda neler döndüğünü bilmemesinden dolayı kimse onu suçlayamazdı. Belki de tüm yol boyunca aklı karman çormandı. Neden dayak yemişti? Neden canlı canlı duvarın içine gömülmüştü? Neden bir daruma bebeğine dönüştürülmüştü? Ve neden bir kılıca dönüşmek zorunda kalmıştı? Ne olduğunu anlamak için elinde hiçbir ipucu yoktu. Bunu görünce Yin Yu iç çekti, “Onu yanımda götürürüm, yolda anlatırım olanları.” Muhtemelen ona bunları anlatacak sabır başka kimsede yoktu. “Tamam!” dedi Quan Yi Zhen coşkuyla.
Mu Qing bekledi, bekledi, ama sıra ona gelmedi. Daha fazla dayanamadı ve sordu, “Lordum, peki ya ben?”
Jun Wu ona bir baktı ve konuştu, “Xuan Zhen, bir şeyi unutmadın mı?”
Mu Qing’in kafası karışmıştı, “Neyi?”
“Şu anda gözlem altındasın.” Dedi Jun Wu.
“…”
Mu Qing’in yüzü düştü. Bunu tamamen unutmuştu. Sadece o da değil, neredeyse cennet mensuplarının tamamı onun kaçtığını ve değişik büyülerle cenin yaratma şüphesi altında olup hala adının aklanmadığını unutmuştu.
“Buna dahil olma. Cennet mahkemesine geri dön. Aksi halde hapis süren uzatılacak.”
“…Lordum! Gerçekten ben değildim!” haykırdı Mu Qing.
“Meselenin dibine indiğimizde ve gerçek ortaya çıktığında doğal olarak serbest kalacaksın.” Dedi Jun Wu. “Aksi takdirde başka şekilde gitmene izin verirsen rezalet olur.”
Mu Qing korkunç derecede incinse de elinden gelen tek şey başını eğip sessizce bu durumu kabullenmekti, “Tamam efendim.”
Mu Qing’e işkence edildiğini görünce Hua Cheng asla çekinmeden hiç de nazik olmayan şekilde seslice kahkaha atıverdi. Mu Qing derhal ona ve tam yanında duran ve muhtemelen aynı şeyleri düşünen Xie Lian’e da kısa bir bakış attı, yüzü daha da karardı.
Kalanlardan ise Yağmur Efendisi savaş tanrısı olmadığından güç yarışına girmedi ve ihtiyaç olduğunda her zaman yardım isteyebileceklerini bildirerek sessizce orayı terk etti. Xie Lian doğal olarak en kalabalık ve zorlu yer olan kraliyet başkentine gitmeyi seçmişti. Jun Wu’ya göre Xie Lian geride kalıp üç dağ ruhu ve hala etrafta olabilecek yüzü olmayan beyaz ile yüzleşmeliydi. Hua Cheng zarları fırlattı ve mesafe kısaltma rününü açarak Xie Lian ile birlikte oradan ayrıldılar.
Kraliyet başkentide çoktan gece yarısıydı, caddelerde çıt sesi bile yoktu, evlerin pencere ve camları da sıkıca kapalıydı. Hua Cheng ve Xie Lian daracık yollardan yürümekten sinirlenmişti, hızlı adımlarla yürüyerek insan dışı varlıkları aramaya başladılar.
Birkaç adım sonra iki parmağını kaldırarak iletişim rününe girerek fısıldadı, “Lordum?”
“Ne oldu Xian Le?” cevapladı Jun Wu. “Kraliyet başkentine ulaştın mı?”
“Ulaştık. Size söylemem gereken bir şey var.” dedi Xie Lian.
“Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur sana bir şey mi yaptı?” diye sordu Jun Wu.
“…”
Hua Cheng bir şey fark etmiş gibiydi, bir kaşını kaldırdı, Xie Lian cevapladı, “Hayır, bana bir şey yapmadı. Başka bir konu vardı. Önceki olaylar acil olduğundan bahsedemedim.” Ciddi bir ses tonuyla devam etti, “Beni eğiten Guoshi’yi hatırlıyor musunuz?”
Onun bu kişiden bahsettiğini duyan Jun Wu, biraz şaşırmış gibi görünüyordu, bir an sonra cevapladı, “XianLe’nin Guoshi’sinden mi bahsediyorsun”
“Evet.” Dedi Xie Lian. “Geçmişte biraz olsun onunla iletişiminiz olmuştur. Onunla ilgili garip ya da alışılmışın dışında bir şey fark ettiniz mi?”
XianLe Krallığı'ndaki tüm törenler ve hizmetler yalnızca Guoshi’nin kendisi tarafından gerçekleştirildi. Ve Guoshiler ölümlülerle tanrıları bağlayan bir köprüydü. Kısa bir sessizlikten sonra Jun Wu cevapladı, “Evet.”
Xie Lian nefesini tutmuştu, “… Ne gibi bir gariplik?”
“XianLe, gerçekten bunu duymak istiyor musun?”
“Evet.” Dedi Xie Lian.
“Duyduktan sonra hayal kırıklığına uğrasan bile mi?" sordu Jun Wu.
Xie Lian Hua Cheng’e bir baktıktan sonra cevapladı, “Evet.”
Jun Wu yavaşça cevap vermeden önce iyiydi, “Senin hocan, XianLe’nin Guoshi’si olmak onun yetenekleri için berbat bir boyunduruktu. Onun gücü ve yeteneği senin hayal gücünden bile öteye geçer.”
Xie Lian sessizce dinledi. Ancak sonraki kelimeleri onun kalbinin adeta alabora olmasına neden oldu.
Jun Wu devam etti, “İnanıyorum ki Guoshi’nin bu dünyada geçirdiği yılların sayısı benimkinden az değildir. belki benimkinden de fazla.”
“…”
Böylece Xie Lian’in bir kısım tahminleri doğru çıkmıştı.
Eğer Guoshi gerçekten bu dünyada Jun Wu'dan daha uzun süredir varsa o zaman Guoshi’nin WuYong Veliaht prensinin Dört Koruyucusundan biri olması olasılığı çok daha fazla mümkündü.
Xie Lian kendini sormaktan alamadı, “Nasıl oldu da bunu daha önce bana söylemediniz?”
“Çünkü çok uzun bir süre bundan emin olamadım.” Dedi Jun Wu.
“Peki nasıl bunun doğru olduğunu anladınız?”
“XianLe düştükten sonra onu buldum ve etkisiz hale getirdim. Ama şimdi öyle görünüyor ki sonunda yine de kaçabildi.”
“…”
Yüzü olmayandan başka Jun Wu’nun ellerinden kaçabilen başka biri daha. Xie Lian her zaman Guoshi'nin savaşın kaosu sırasında kaçtığını düşünmüştü, gelip Jun Wu’nun kendisi onu yakalamış olabileceğini değil.
“Peki… o zaman neden onu etkisiz hale getirmek zorundaydın?” Xie Lian sordu. “Ve bunu doğruladıktan sonra neden bana söylemedin?”
“Aslında bu iki sorunun tek bir cevabı var.” dedi Jun Wu.
“Nedir?” dedi Xie Lian.
“Eğer sana söyleseydim, belki bunu duyduğunda hayal kırıklığına uğrayacaktın. Fakat belki siz artık başkalarının hayal kırıklığına uğramasına dayanabilirsiniz.” Diye devam etti Jun Wu.
Xie Lian'ın kalbi giderek daha hızlı atıyordu, bilinçsizce Hua Cheng’in elini sıkıca kavradı.
Jun Wu cevapladı, “Çünkü onun senin içindeki bir şeyi uyandırmak istiyormuş gibi göründüğünü keşfettim.”
21 notes · View notes
mirzablogg · 10 months ago
Text
Tumblr media
ÖLECEĞİN GÜN İÇİN TELAŞLANMA!
Onca değer verdiğin bedeninin başına neler gelecek diye kaygılanma!
Ne olacak, nasıl olacak diye hiç üzülme!
Çünkü Müslüman kardeşlerin senin için gerekenleri yapacaklar :
1- Elbiselerini bedeninden çıkaracaklar.
2- Bedenini yıkayıp gusledecekler.
3- Yeni elbisen olan kefeni bedenine giydirecekler.
4- Evinden dışarı çıkaracaklar.
5- Ve yeni evine, kabre götürecekler.
6- Cenaze merasimin için birçokları işlerini bırakıp gelecekler.
7- Özel eşyalarını toplayacaklar.
Elbiselerin, çanta ve ayakkabıların, ne varsa hepsini seçip ayıracaklar;
Muvaffak olurlarsa onları sadaka olarak fakirlere dağıtacaklar…
Emin ol, sen öldükten sonra kimse işini gücünü bırakıp senin hasretini çekmeyecek.
İşler ve ticaret kaldığı yerden devam edecek.
Senin görevin bir başkasına devredilecek.
Malın ve servetin bölüşülecek, mirasçıların hepsini sahiplenecek.
Sen ise kazandığın o malların hepsinden tek tek hesaba çekileceksin.
Öldükten sonra senden
Alınacak ilk şey adındır.
O nedenle öldüğünde sana
“cenaze” derler; kimse seni isminle çağırmaz.
Sana namaz kılmak için geldiklerinde, adını sormaz,
“Cenaze nerede?” diye sorarlar.
Omuzlarında taşıdıklarında ve defnettikleri zamanda da adını söylemez,
Cenazeyi tutun derler…
O hâlde, dikkatli ol;
soy, nesep, milliyet, para ve makam seni aldatmasın…
Bu dünya ne kadar değersiz, karşılaşacaklarımız ise ne kadar da büyük ve
Korkunç!
Öldükten sonra senin için üç tür üzüntü olur:
1- Seni biraz tanıyanlar,“Yazık !” derler.
2- Seni daha fazla tanıyan dost ve arkadaşların birkaç saat veya en fazla birkaç gün üzülür, sonra da
Şakalarına ve gülüşlerine devam ederler.
3- Yokluğunu ve ayrılık acısını derinden hisseden ailen ise birkaç hafta, birkaç ay veya en fazla bir yıl üzüntünü yaşarlar,
Sonra da seni kendi hatıralar arşivine atarlar.
İşte bu şekilde senin halk arasındaki öykün son bulur.
Güzelliğin, sağlığın, çocukların, evin, eşin, malın ve mülkün ne varsa hepsi elinden çıkar ve gerçek
öykün başlar.
Yani ahiret hayatın…
Peki, ölüm için, kabir için, ahiret içi ne kadar hazırız. ?
Bu, üzerinde durmamız ve çokça düşünmemiz gereken bir gerçektir.
Bu mübarek aylar ve kabul edilen dualar hürmetine bizleri affet, kabir ve cehennem azabından koru.
Yolculukta yardım et bizlere Allah’ım!
Âmin
24 notes · View notes
kirik-cumlem · 4 months ago
Text
Adam ile erkeği ayırmak.....
1. Evet her adam erkektir ama ne yazık ki
her erkek adam değildir.. Çünkü adam olmak erkeklik gibi cinsiyet meselesi değil, şahsiyet meselesidir. Bir adamı önce karakteri ele verir!
2. Erkek olmak için pipin olması yeter ama adam olmak için bir de yüreğin olması gerekir.. Gerçek adamlar aslan yüreklidir, vicdan sahibidir, iyi niyetlidir..
3. Bir erkek ne istediğinden asla emin değildir. Sağı solunu tutmaz, maymun iştahlıdır, savaşmaz, kolay vazgeçer. Bir adam ise ne istediğini her zaman iyi bilir ve onun peşinden gitmekten korkmaz da gitmeye üşenmez de..
4. Erkek dediğin anı yaşar, geleceği düşünmez. Sadece eğlencenin peşindedir. Adam dediğinse gelecek planı yapar. İş hayatı hakkında da aile hayatı hakkında da kafasında belirlediği hedefleri vardır.
5. Bir erkek “Kalbi atsın yeter” ile “Bu kızı götürsem ne havam olur” arasında gider gelir. Bir adam ise bir kadının sadece dış görünüşüne bakmaz. Birlikte olacağı kadında güzellik dışında da özellik arar.
6. Adam dediğin zor ve rahatsız edici konulardan kaçmaz. Onlarla yüzleşir.
Haksızsa özür dilemesini de bilir af dilemesini de. Erkekse mümkün olduğunca sorunları görmezden gelir ve mecbur kalmadıkça özür dilemez.
7. Bir adam ne zaman bir kadınla ciddi olacağını ve bir sonraki aşamaya geçeceğini
iyi bilir. Bir erkek ise asla tam anlamıyla kendini ilişkiye vermez ve evliliğin e’sini duyarsa arkasına bakmadan kaçar.
8. Bir adam hem sosyal olup hem sorumluk sahibi olabilir. Nerede durması gerektiğini iyi bilir. Bir erkekse yarın yokmuş gibi parti yapmanın peşindedir. Kısacası bir adam ne yapılması gerekiyorsa onu yapar, bir erkekse sadece istediğini yapar!
9. Bir adam sözünün eridir. Söz ağızdan bir kez çıkar der ve arkasında durur. Bir erkeğinse sözleri havadır. İşin özeti erkek söz verir adam tutar!
10. Ve oyunlar erkek çocukları içindir adamlar için değil! Bir adam asla bir kadının kalbiyle veya aklıyla oyun oynamaz!
Uzun lafın kısası zordur adam olmak ama değer her çabaya. Çünkü günün sonunda kadınlar hayatlarına kaç erkek girdi diye saymaz, kaç adam tanıdıklarına bakarlar..
Umarım anlaşıldı...
14 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 1 year ago
Text
Tumblr media
Kimse kimsenin ekmeğine, muhtaçlığı yok
Gönül sadakası işte...
Alanı da vereni de eksiltmez bir tebessüm gülümsüyorum...
Başka verecek bir şeyim de yok
Çünkü;
Biliyorum ki gülümsemek..
Ruha sürülen en iyi merhemdir
Dostlarıma karşı sunduğum en iyi ikramımdır...
Tumblr media
Sevginin diğer bir adı da SABIR'dır:
Açlığa sabredersin adı “oruç” olur.
Acıya sabredersin adı “metanet” olur.
İnsanlara sabredersin adı “hoşgörü” olur.
Dileğe, sabredersin adı “dua” olur.
Bizleri 'La İlahe İlallah' hakikatine uygun yaşayıp, hidayet üzere olmayı, emirlerini yerine getirmede sebat etmeyi nasib-i müyesser eyle Allah'ım!
Allah'ım, takva sahiplerinin sahip olduğu iman, namaz, infak ihsanından bizleri de nasiplendir, hissemizi artır Yâ Rahman Yâ Rahim!
Rabbim bizleri her nerede olursak olalım Hakk’ın şahidi; iyiliği, yaşayıp , şerrin kilidi, eylesin ,
Bizleri Efendimiz’in âhirzamanda kardeşlerim dediklerinden eylesin.
Ey RABBİMİZ bildiğimiz ve bilmediğimiz şeylerin şerrinden sana sığınırız Yerden Ve Gökten Gelecek Olan Her Türlü Şerden
Sana Sığınırız
Ey RABBİMİZ Şifa Bekleyen Hastalarımıza Şafi İsmin Hürmetine Şifalar İhsan Eyle
Darda Kalan Kullarını Es Selâm İsminle selamete çıkar 🤲
Allah'ım bize Senin sevgini ve Seni sevenlerin sevgisini nasip et.
Bizi batıldan Hakka ilet.
Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar,
Bizi ölümden ebediyete ulaştır.
Allah'ım biz Senden razı, Sen de bizden razı olarak canımızı al.
Allah'ım, Kur'ân'ı Sen hak olarak indirdin, o da hak olarak indi. Kur'an'a rağbetimizi artır, onu gözümüze nur, gönlümüze şifa eyle.
Onunla dilimizi süsle, yüzümüzü güzelleştir, gece ve gündüz onu okumakla bizi rızıklandır.
Bizi Hz. Peygamber (sav) ve iyilerle beraber haşreyle. AMİN
Esselamu Aleyküm
Hayırlı sabahlar
Tumblr media
20 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 1 year ago
Text
pekiii.. fırtınaları çıkaran kimdi?
.
e. ve ben, metroda yanyanayız.
gözüm sürekli istasyonların isimlerini takip ediyor, sanki bir an gözümü ayırsam zaman kırılacak, ya da saçma sapan başka bir şey olacak, bir an kendimizi ineceğimiz istasyondan fersah fersah ötede bulacakmışız gibi- bir tehlikeye karşı,
gözümü istasyon isimlerinden ayırmıyorum.
.
e. kolumu sıkıyor. bunu yaptığının farkında değil. ineceğimiz durağa henüz var, boş konuşmaya karar veriyorum, şöyle soruyorum-
hani filmlerde bazen bir sahne olur, mesela.. kız, oğlanı hiç beklemediği bir anda yanağından öper. oğlan duraksar, kıza şaşkın şaşkın bakarken elini kendi yanağına götürür, öpüldüğü yere dokunur, hissettiğim gerçek mi? der.
evet bu bir klasik diyor e.
evet diyorum, bu bir klasik.. ama sence ne manaya geliyor?
.
tekrar istasyonların isimlerine bakıyorum, daha önce hiç bilmediğim bazı kelimeler var. doğru hatta olduğumuzdan emin misin? diyorum, bu istasyonları hiç duymamıştım.
.
bence beklemediği bir anda öpüldüğü için oğlan sadece şaşırıyor diyor e. işte, şaşkınlıkla elini yanağına götürüyor (suç mahallini işaret ediyor).
ama, acıyan yerimize de bastırırız biliyorsun diyorum.
mesela, heyecanla merdivenlerden aşağı koştuğunu düşün -sanırım kapının zilini duymuşsun, sevgilini bekliyordun ya- ama öyle heyecanla koşuyorsun ki gözlerin buğulanıyor, ayağın takılıyor, tepetaklak yuvarlanmaya başlıyorsun, düşüyor düşüyorsun, yüzün ellerin, dizlerin dirseklerin, muhteşem tatmin edici bir şekilde her yerini çarpıyorsun- neresinin ağrıdığından emin olamıyorsun.
ama diyelim ki en fena dizini çarpmışsın, can havliyle dizini iki elinin arasında alıyorsun, sıkıyorsun, ağrı hissini bastırmaya çalışıyorsun.
ağrıyı örtbas etmeye çalışmak-
işte diyorum, oğlan da yanağındaki öpücük hissine aynısını yapıyor, bu hissin beynine ulaşmasını engellemeye çalışıyor.
ah diyor... e.
senin bir romantik olduğunu sanıyordum.
hayır diyorum. ben bir gerçekçiyim.
.
metro yoluna devam ediyor. duraklar geçiliyor. nerede olduğumuzu anlamak için istasyon listesine bakıyorum. artık istasyon isimleri sadece bilinmedik kelimelerden değil, karmakarışık harflerden oluşuyor.
hey diyorum. sıradaki durak için smtyya yazıyor görüyor musun, bu nasıl bir kelime? .
şşşş.. diyor e. istasyon isimlerini boş ver.
.
elimde bir kitap var: "behçet necatigil - mitologya sözlüğü"
böyle metro yolculuklarında çantamdan çıkarıyor, elimde tutuyor ve çantama geri koyuyorum. bir kitabı bitirmek için çok verimsiz bir yöntem-.
e. kitabı görüyor,
pekiii... diyor. (daha evvel sormadığı bir soru bulmaya çalışıyor..) fırtınaları çıkaran kimdi?
poseidon! diyorum.
ama o denizlerle ilgili değil miydi?
işin aslı, o zamanlar her şey ama her şey biraz... ve de mutlaka, denizlerle ilgiliydi.
kimsenin aklına tarladaki ekinlerin büyümesi için dua etmek gelmiyordu. tanrılarından fırtınasız bir deniz diliyorlardı: gemiler kayalıklarda parçalanmasın, askerler yurtlarına dönebilsin, sevgililer kavuşsun, çocuklar babasız kalmasın.. bunun gibi şeyler..
anladım diyor e. poseidon. şu çatalı olan hani?
tanrılarını hep insan formunda düşlemeleri çok sevimli değil mi?
.
"gelecek istasyon-" diyor hoparlördeki ses:
ne dedi diyorum? söylediğinden hiçbir şey anlamadım? sanki uydurma bir kelime söyledi?
şşşş diyor e. elini yanağıma koyuyor, yüzümü kendine çeviriyor. gelecek istasyonun ismini söyledi, endişelenme.
ama diyorum... kapının üzerinde yazan istasyon isimleri artık karmakarışık harfler, anlamsız kelimeler. hoparlördeki sesi ayırt edemiyorum? doğru hatta olduğumuza emin misin?
şşşş. diyor e. doğru hattayız, merak etme.
.
insan formunda olmayan bir tanrı nasıl olurdu ki diye soruyor... ah-ha diyorum... mitoloji külliyatı benim elimde olsaydı, mesela, athena, göz şeklinde bir tanrı olurdu, senin gözlerin gibi.. gökyüzünde ölümlüleri izleyen, iki muhteşem göz şeklinde bir tanrı.
bu çok özgün bir fikir değil ama.. benim gözlerimin renginde bir tanrı fikri hoşuma gitti diyor e.
insancıklar senin gözlerine tapınıyorlar ve hayvanlar kurban ediyorlar. yeni doğmuş bebekleri hastalıklara yakalanmasın, askerlerin ölümcül yaraları iyileşsin, aşıklar birbirlerine kavuşsunlar diye. bir tür şifacı tanrı.. böylesi tam sana göre.
.
artık bilmediğim bir dilde konuşan ses son durağı anons ediyor... ne dediğini artık hiç anlayamıyorum. ne dediğini anlamıyorum diyorum- şşşş diyor e. son durağa geldiğimizi söylüyor- ama diyorum, biz daha önce inecektik- sakinleş diyor e.
yanağıma elini koyuyor, başımı omzuna yaslıyor- nerede ineceğimizi boşver-
.
peki, şu şifacı muhteşem yunan tanrıçası- gözlerimin renginde, gökyüzünden insancıkları izlerken, ve insancıklar ona hayvanları kurban ederken, sen ne yapıyordun? diye soruyor-
ben, diyorum.... (ben, dünyadaki en doğru cevabı vermek istiyorum- allahım. ben her zaman dünyadaki en doğru cevabı vermek istiyorum.)
bu sırada ben, senin uğruna hayvanların kurban edilmesine karşı çıkıyordum.
gökyüzündeki şu muhteşem iki gözden başka bir tanrı yoktur, ve o hayvanların kurban edilmesini istemiyor diyordum.
e.'nin gözleri ışıldıyor.
(bu renkteki gözlerin ışıldadıklarına hangi renkte ışıldadıklarını hayal edemezsiniz.)
.
kapılar açılıyor. nereye geldik diyorum. bilmiyorum diyor. vagondan inen kimse nereye geldiğimiz bilmiyor gibi, ama itiraz etmiyorlar. artık anons yapan ses tümüyle kimsenin bilmediği bir dilde konuşuyor, ama huzur verici bir karmaşa- değil mi? diyorum. e. kolumu sıkıyor. hey diyorum: metroya bindiğimizde kolumu sıkmıştın, ve her şey böyle başlamıştı-
.
seninle gurur duyuyorum diyor e. yani şu yunan tanrısı olan gözlerim, seninle gurur duyuyorlar. onun için hayvanların kurban edilmelerini engellediğin için.
hey! diyorum.. doğru yerde indiğimizden emin misin? aksi imkansız diyor. anonsu duymadın mı.- sanırım diyorum. biraz ateşim var. evet biraz öyle diyor, anlamak için elini yanağıma götürüyor -
20 notes · View notes
boiteferme · 6 months ago
Text
"Ve kendime soruyorum: Hayallerim nerede? Kafamı sallayıp mırıldanıyorum: Zaman nasıl da geçiyor! Ve sonra kendime bir daha soruyorum: Zamanını nasıl geçirdin, hayatının en iyi yıllarını nereye gömdün? Yaşadın mı, yaşamadın mı? Bak, diyorum kendime, dünyadaki her şeyin nasıl solup soğuduğuna bak. Birkaç yıl daha geçecek, ardından bunu mutsuz, bir yalnızlık izleyecek, daha sonra sarsak yaşlılık değneğiyle birlikte gelecek, daha sonra da çaresizlik ve yıkım olacak. Olağanüstü dünyan yok olacak, hayallerin çürüyüp ölecek, ağaçlardan düşen sarı yapraklar gibi dağılacak..."
8 notes · View notes
yandereismylanguage · 7 months ago
Text
Do Not Feel / Geralt of Rivia x OC
Tumblr media
Özet: Jaskier bir görev için uzaklara gitmesi gerektiğinde, sevgilisini koruması ve Cintra’ya götürmesi için Geralt’a emanet eder. Ama yolculuk, ikisi için de tahmin edilemez hisler doğuracaktır.
Uyarılar: çıplaklık, yalan(?), platonik aşk, iletişim bozukluğu, aldatma, kan tasviri (bir kez falan)
Tumblr media
Uzandım ve elimdeki kanlı süngeri suya daldırıp sıktım. Yanıbaşımdaki küvette dinlenmeye çalışan ama varlığımla bariz biçimde rahatsız ettiğim adamın omzuna uzandım.
"Kendim de yapabilirim Ana—"
"Bu zamana kadar hep kendin yaptın sonuçta." Ona küçük bir tebessüm yolladım ama o kehribar gözlere bakmadım. Çünkü biliyordu, ne zaman gözlerine baksam kalbimin hızlandığını biliyordu. Bundan hoşnut değildi ve bu sefer haklıydı.
Sonuçta beni ona Jaskier emanet etmişti.
Şu anda onun nerede olduğunu bilmemekle beraber bir süre önce birbirimize aşık olduğumuzu itiraf etmeden edemeyeceğim. Bir süre önce birbirimize dedim çünkü onun dilinden düşürmediği Witcher'ı gördüğüm an tüm dünyam tepetaklak olmuştu.
O sırada Jaskier bana veda ediyordu. "Sevgilim, Prenses Cirilla için gideceğim. Gizli görev. Sana Geralt'tan bahsettiğimi hatırlıyorsun, değil mi?"
"O da mı seninle gelecek?"
"Hayır," demişti başını iki yana sallayarak. "O Prenses'in yanına gidecek. Seni burada tek başına bırakamam. Senin de onunla Cintra'ya gitmeni istiyorum."
Kaşlarımı çatmıştım. "Benim yerime karar verdin?" Demiştim neredeyse tehlikeli bir şekilde. Jaskier sinirli halimden bariz biçimde korkuyordu, çünkü sadece gerçekten hassas konularda ciddi şekilde sinirlenirdim. Ve benim canımın yandığı kadar onu üzmeden durmazdım. Sinirimin miktarı, ne kadar beni kırdığıyla doğru orantılıydı.
"Yapmak zorundayım," demişti yanaklarımı kavrayıp başını iki yana sallayarak. "Burası güvenli değil, hiçbir yer güvenli değil. Seni ormanın ortasında bırakırsam neler olur hayal edemiyorum. Geralt seni ne olursa olsun korur. Daha önce korudu, yine yapar."
İçinde bulunduğumuz şartlar sebebiyle itiraz etmemiştim. Ne boktan bir Kıta'da yaşadığımızın farkındaydım. Başımı sallamıştım. "Peki, sen nereye gideceksin?"
"En iyi yaptığım şeyi yapacağım, şarkı söyleyip bilgi toplayacağım." Alnımı öpmüştü. "Ne olursa olsun dikkatinin dağılmasına izin verme, kötü senaryoları düşünme. Her zaman sana geri döneceğim." Bana gülümsemiş ve gözü arkamdaki ağaçlara takılmıştı. Yüzü aydınlanmıştı. "İşte geldi." Demişti, dönüp onun baktığı yere bakmıştım.
Kalbimden vurulmuştum.
İç çektim ve anıları geride bırakıp yaralarını temizlemeye odaklandım. Neredeyse üç ay olmuştu. İlk ay neredeyse hiç konuşmamıştı. Sonra bana birkaç soru sormuştu ve bu bahaneyle onu da konuşturabilmiştim. Artık daha iyiydi. Hiç değilse bir şey söylediğimde yokmuşum gibi davranmıyordu.
Kolunun arkasına devam eden yarayı görebilmek için başımı eğdim, kolunu çekip biraz daha başımı eğdim, kafam neredeyse yan duruyordu. Yaranın o kısımlarını da temizlerken yüzüme düşen bir tutam saça üfledim ve umutsuzca önümden çekilmesini bekledim. Bir daha üfledim. Üçüncüsüne gerek kalmadan yüzüme bir el uzandı ve saçımı beklenmedik bir kibarlıkla parmakları arasına aldı, ardından kulağımın ardına attı.
Hiçbir şey belli etmemeye çalıştım. Üzerinde uzun uzun çalıştığım nefes alma tekniklerini falan uyguladım. "Teşekkürler," diye mırıldandım.
Kolunu bitirip dikiş atmak için iğneye uzandığımda sesi beni durdurdu. "Ben teşekkür ederim Ana, ne olursa olsun bana karşı anlayışlı davrandığın için."
Ona döndüm ve gülümsedim. Nefes alma tekniklerim işe yaramadı ve kalbim hızlandı, nefesim bir an kesildi. Belki de egzersizleri ona bakmak üzerine yapmalıydım, bakmamak üzerine değil. Günün sonunda göz göze geldiğimizde sürekli böyle hissetmemek için. Mümkünmüş gibi.
"Sen benim arkadaşımsın." Dedim ondan çok kendime. Jaskier'i düşündüm. "Onun sevdiği birini sevmemem imkansız."
Sarı gözlerindeki neredeyse huzurlu bakış değişti, ufak bir değişimdi ama tarif edemeyeceğim şekilde değişmişti. "Yine de, teşekkürler Ana."
"İşim bitince edersin." Dedim ve iğneyi elime aldım. Kolundaki ve göğüsündeki yaraları dikerken ona yakın olabildiğim anların tadını çıkarttım. Göğüsünü dikerken elimin altında atan kalbinin tadını çıkarttım.
Üç aydır devam eden yolculuğun sonuna gelmek üzereydik. Sürekli bir yerlerde durup dinlendiğimiz için yolculuk bayağı uzun sürmüştü. Cintra'nın hemen dışındaydık, Geralt yaralı olduğu için onu zar zor bu handa durmaya ikna etmiştim. Pişman değildim. Yatak ve küvetin neredeyse dip dibe olması dışında sorun da yoktu. Geralt'ı çıplak görmek tabii ki istemiyordum, onu sadece koşulsuz biçimde seviyordum, o kadar. Jaskier'e zaten duygusal olarak ihanet etmiştim, bunu fiziksele taşımaya gerek yoktu.
Geralt'ın taşımadığı kıyafetlerin aksine bende bir hayli kıyafet vardı, çoğu ince olduğu için çantama sığıyordu ama soğuk gecelerde işe yaramıyorlardı. Bu yüzden soğuktan donmak üzere olduğum birkaç gecede Geralt sıcaklığıyla yardım etmişti. Handa harcayacağımız birkaç bakırla daha kalın bir şeyler almamı söylemişti, öyle de yapmıştım ama yetmiyordu. Bu benim suçum değildi gerçekten.
Çantamdan sadece birkaç kez giydiğim gece elbiselerinden birini giymek için elim aldım ve Geralt'ın sırtının dönük olduğu tarafa gittim. Henüz onun gözünün önünde soyunacak kadar kafayı yememiştim. Hızlıca giyindim ve üşüdüğüm için yorganın altına koştum. Saçlarım hala Geralt gelmeden önce banyo yaptığım için nemliydi. Küvetten su sesleri geldi, birkaç dakika sonra yatağın diğer tarafına Geralt yattı. Sırtım ona dönüktü çünkü cenin pozisyonunda ısınmaya çalışıyordum.
Eskiden üşümeyi severdim, sonra Geralt'la tanıştım ve bedenim bir anda üşümekten nefret eder hale geldi. Bir nevi Geralt mekanizmasıydı.
İlk handa kaldığımız zamanlar iki ayrı oda tutmuştuk ama bunun çok pahalı olduğuna karar vermiş ve Geralt'ı ikna etmek zorunda kalmıştım. Geralt önce dışarıda yatmıştı ama hanlar kalabalıklaştıkça mecburen yanımda kalmaya başlamıştı. En sonunda aynı yatakta yatmamızın sorun teşkil etmediğine inanmıştı. Ondan önce uyandığım sabahlarda kendimi ona sarılmış halde bulduğumu sorundan saymazsa.
"Jaskier'i özlüyor musun?"
Ne yalan söyleyeyim, özlüyordum. Nasıl özlemezdim? Başımı salladım.
"Neyini?"
Neyini? Güzel soru. İç çektim konuşmadan önce. "Onunla konuştuğumda sanki dünyadaki her şey bir süre de olsa yolunda gidiyor gibi hissettiriyor." Kalbimi söken Geralt olsa da Jaskier'e duyduğum sevgi derindi ve kolay kolay geçecek bir şey değildi. Geralt'a aşıktım ama Jaskier'ı başlı başına, apayrı bir biçimde seviyordum. Sevgi ve aşk asla aynı şey değildi. "Onun yanında güvende hissediyorum çünkü ona aklımdan geçen her türlü şeyi söylerim ve o beni yargılamaz, saygı duyar ve benim gibi düşünmeye çalışır."
Homurdandı. Hafiften güldüm. "Çok içer ama sarhoşken o kadar tatlı olur ki." Duraksadım. "Ah, senin sorun bu değildi. Yanlış cevaplar. Ama toparlamam gerekirse Jaskier'in her şeyini özledim." İç çektim. "Ya sen? Birini özledin mi?"
Durdu. Gereğinden uzun bir süre düşündü. Bu kişinin bir kadın olduğundan şüphelendim. Kendim kaşınmıştım. "Eskiden özlüyordum."
"İsmi neydi?"
"Yennefer."
"Jaskier bahsetmişti." Bunu şu an fark etmem büyük aptallıktı. "Neden artık özlemiyorsun?"
"Özlemek bir şey değiştirmiyor. Birbirimize hiçbir zaman uygun değildik. Bunu umursamamıştım ama bazı şeyleri görmezden gelmek bazen işe yaramıyor. Artık özlemiyorum, zaten onun benim için herhangi bir anlamı da kalmadı."
Beklenmedik itirafı karşısında yüzümü ona döndüm, yatağın soğuk kısmında olmamı umursamadım. "İnsanlar bazı şeylere değmiyor."
Bir süre konuşmadı, ardından başını bana çevirdi. O bana bakmadığında her şeyi gizlemek daha kolaydı. "Jaskier senden bahsetmemişti. Son gördüğümde bir lordun kızından bahsetmişti, bal rengi saçları olan, saçları güneşte altın gibi parlayan, yeşil gözlü bir lord kızından." Yani benden. "Jaskier için koca kaleni mi bıraktın?"
"Olayı dramatikleştirmeye gerek yok. Babamı severdim, hala seviyorum ama politikadan nefret ederim. Beni biriyle evlendirecekti. Jaskier daha önce kaleye gelmişti, ben kaleden çıkıp giderken de beni fark etti ve bana yardım etti. Bu arada, babamla konuşmayı denedim, politika falan bir şeyler dedi. Yani düşüncesizlik yapmamaya çalıştım. Bunun karşılığında babam da dedi ki, istemiyorsan para alıp git. Ben de dediğini yaptım. O yüzden neredeyse her gece handayız ve Jaskier'le yaşadığımız evde gizlenmiş yaklaşık on yıl daha handa kalmaya yetecek para var." Konuşurken gözleri hariç her yere bakmıştım ama tekrar gözlerine baktım. "Bunu sormak için bu kadar beklemene bile şaşırdım."
"Yola çıktıktan üç gün sonra anlamıştım."
"Sürekli üşüyüp handa kaldığım ve seni zorla yıkattığım için mi?"
"Bedenin." Bir an nefesim kesildi. Neyim? "Farkında olmadan o kadar ölçülü ve asil davranıyorsun ki. Sana kaç ve saklan dediğimde bile dans eder gibi seri ve pürüzsüz biçimde yapıyorsun."
"Ah," diye soludum. "Fark etmemiştim."
"Kimse bunu farkında olarak yapamaz zaten. Özellikle korku anında." Yüzümü inceledi. Bakışları yumuşamıştı. "Dövüşmeyi öğrendin mi?"
"Babam neden öylece çık git dedi sanıyorsun?"
"Peşine taktığı askerler yüzünden sanmıştım." Gözlerimi kapattım. Siktir. Geralt'ın fark etmemesi saçma olurdu zaten. Ben bile fark etmiştim. "Asıl endişem, bir anda seni götürmeye karar verirler mi?"
"O yüzden Jaskier beni sana emanet etti zaten." Bakışlarında yine tarif edilemez bir değişim oldu. "Babam aniden karar değiştirirse diye."
"Bu zamana kadar değiştirmedi. Sadece güvenliğinden emin olmak istiyor olabilir."
"O zaman üç ay önce askerlerin gitmesi gerekirdi." Kaşları hafifçe çatıldı. Bu laftan sonra geri dönme şansımı kaybetmiştim. "Dünyada en güvende olduğum yerdeyim."
Ciğerlerine derin bir nefes doldurdu, bana inanamıyor gibi baktı. Sanki duyduklarına katlanamıyor gibi.
"Jaskier'in yanında güvende hissediyorum demiştin." Dedi belli belirsiz.
"Hissetmek başka." Dedim uyku bastırmaya başlarken. "Senin yanında güvende olduğumu biliyorum." Bana dehşete düşmüş gibi bakmasına dayanamadım. Devam edebilecek gücü bulmak için gözlerimi kapattım. "Babamın askerlerinden oluşan bir ordunun ortasında bile bu kadar güvende hissetmemiştim." Çenem düşmüştü ve kapatmam gerekiyordu. Geralt bir an hareketlendi, ardından tekrar hareket etti ve iç çekti.
"Sonsuza dek yanında olmayacağım Ana." Bir gün ölecekti. Bir gün herkes ölürdü. Onun ölmesini istemiyordum. "Gün gelecek benimle ilgili düşüncelerin değişecek. Şu an kendini bir macerada sanıyorsun ve her şeyi olduğundan iyi görüyorsun." Dehşet içinde gözlerimi açtım. Ne diyordu bu adam? "Birkaç yıla kalmaz gerçekleri görürsün."
Ne gerçeğinden söz ediyordu? Witcher olmasından mı? Gerçekten kendinden bu kadar nefret mi ediyordu? "Sana inanamıyorum, Geralt." Tavana bakmayı bırakıp bana döndü. Onun yanında hiç olmadığım kadar güvende olduğumu söylüyordum ve bana yeniyetme muamelesi yapıyordu. Bir sonraki sözü beni neremden kıracaktı? Daha küçük olduğumu mu söyleyecekti? Jaskier'i özlediğim için duygusal davrandığımı mı söyleyecekti? Daha beni ne kadar üzebilirdi ki?
Duygusuz olduğunu söylüyordu ama nereden vuracağını o kadar iyi biliyordu ki. Bunu sadece kendi duygularını örtbas etmek için yapıyordu.
"Bunları söylediğinde acımasız olduğuna falan mı ikna ettin kendini?" Onun ima ettiği gibi, çocuk gibi davranmamak için kendimi zor tuttum. Her an yorganla beraber yere yuvarlanıp yerde uyuyabilirdim. Gözleri kısıldı. "Duygusuz olduğunuz rivayetini mi devam ettirdin?"
"Nereden çıktı bu?"
"Nereden mi çıktı?" Dedim tehlikeli derecede sessizce. "Nereden mi çıktı?" Güldüm ve yatakta doğruldum. "Geralt sen beş şişe şarap falan mı içtin? Kendi ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu?"
Ben dizlerim üzerinde otururken o dirsekleri üzerinde doğruldu. "Ana, gerçekten anlamıyorum."
Gözlerimi kıstım ve suratımı ona yaklaştırdım. "Yok, kendini macerada sanıyorsun, yok birkaç yıla anlarsın falan? Çocuk muyum ben? Kendini canavar olarak görüyor olabilirsin ama sadece körsün Geralt. Canavar olan çok kişi gördüm ve sende onların esamesi bile yok."
Tamamen doğruldu ve beni omuzlarımdan tuttu. "Ana, sakin ol."
Güldüm. "Sakin olayım. Pekala. Olurum Geralt. Yeter ki iste. Zaten Cintra'ya yaklaştık. Sen Prenses'le ilgilenirken ben de bahçede falan dolaşırım. Sonuçta etrafta o kadar asker olacak. Jaskier'in gözü de arkada kalmaz." Ondan kurtulmak için çırpındım. "Yeter, uyumak istiyorum. Gerçi sen ona da, yakında gözünü açarsın, falan dersin." Ondan kurtuldum ve kendimi yatağa atıp yorganı kafama kadar çektim. Yüzüm ona dönüktü çünkü sırtımı dönmemi de çocukça karşılardı. "Yat artık, soğuk giriyor." Diye kızdım ona.
Uzandı, yorganı çekti. Çaresizce bana sarılmasını bekledim, sadece ısıtmak için. Ama hiçbir şey olmadı. Beni kendi halime bıraktı. Ağlamadım, sonuçta onun da kokusunu alırdı. Cintra'da odamda ağlardım artık, ama tamamen sinirden.
Prenses Cirilla çok güzeldi, Geralt'ı çok seviyordu ve Geralt da onu seviyordu. Ona bakarken gözlerinde gezen sevgiyi kıskanmadan edemedim. Neyse ki aralarında baba-kız ilişkisi vardı.
Ciri, beni sevmiş gözüküyordu. Beraber yemek yemiş, sohbet etmiş, Jaskier ve Geralt'ı çekiştirmiştik. Jaskier ile aramda bir şeyler olduğunu anlamıştı ama korkarım Geralt'a hislerimi de fark etmişti. Buna rağmen beklediğimden daha anlayışlı davranıyordu. Bunu fark ettiği an yumuşamıştı.
Bana kendi odasına yakın bir oda vermişti ve dinlenmem için küvet hazırlatmıştı. Kahvaltısını odasında yapacaktı, benim de eşlik etmemi istemişti.
Ciri, leydi olduğumu da biliyordu. "Drakenborglu Leydi Ana," demişti Geralt, direkt. "Gerçi, Jaskier ile Blaviken'de yaşıyorlardı."
Ciri merakla bana dönmüştü. "Tüm kıta sizin kayıp olduğunuzu sanıyordu, bunca zaman ortaya çıkmadığınız için de öldüğünüzü varsaymışlardı."
Geralt'a ters bir bakış atmıştım. Handaki geceden beri doğru düzgün konuşmamıştık. İki gün geçmişti. "Politika sevmem, o yüzden ortadan kaybolmam icab etti Prenses."
"Ciri," diye düzeltmişti gülümseyerek. "Geralt'ın korumasındaki kişi, benim de korumamdadır."
Gülümsemeden edememiştim. "Teşekkürler, Ciri." demiştim.
Şimdi de küvette ağlıyordum.
Saray küvetinde ağlamak da bir ayrı zevkliydi.
Gözyaşlarım kurumuş yüzümü bir kez daha kapladığında derin bir nefes aldım ve başımı suya daldırdım. Mutlak sessizliğe. Burası rahattı. Burada kimse beni üzmüyordu. Jaskier'e rağmen Geralt'ı sevdiğim için suçluluk hissetmeme ve saçma sapan davranmama gerek kalmıyordu. Evet, burayı sevmiştim. Keşke hep burada kalsaydım.
Dudaklarımdan bir nefes firar etti ama umursamadım. Burası rahattı.
Birkaç ufak baloncuk daha çıktı. Ciğerlerimin yandığını fark ettim. Hareket etmeye çalıştım ama yapamadım. Panikledim. Küvetin kenarlarını tutmaya çalıştım. Dışarıdan bir güç beni tutup çekti. Başım dışarı çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım ve öksürmeye başladım.
Az önce ne olmuştu? Nefessizlikten kaslarım falan mı kilitlenmişti? Öyle olmuş olmalıydı.
Öksürüklerim bittiğinde beni dışarıya çeken kişiye baktım ama bakmaz olsaydım. Resmen saçmalığın daniskası. Bu anı yaşayacağıma biraz daha gecikseydi ve ölseydim.
Geralt o kadar sinirli gözüküyordu ki, beni küvette kendi elleriyle boğsa şaşırmazdım. Yüzümü ovuşturduğumda bileklerimden yakaladı ve beni ona bakmam için zorladı. "Ne yaptığını sanıyorsun Ana?"
"Kendimi öldürmeye falan çalışmadım." Dedim neredeyse suçlu gibi ama sonra boğazımı temizledim ve yüksek sesle devam ettim. "Bana bir şey olduğu yok. Bir anda sen tutunca korktum ve nefesim kesildi."
Gözlerini kapattı ama toptan suratını bile kapatsa sinirli olduğu anlaşılırdı. Birkaç derin nefes aldı. "Seni şu ana kadar onlarca şeyden korudum Ana," dedi abartı bir sabırla. Gözlerini açtı. "Kendinden korumam gerektiğini fark etmemişim."
Kollarımı bıraktı ve arkasını döndü, birkaç adım attığında küvette ayağa kalktım. "Çocukluk yapıyorsun Geralt." Durdu, başını yan çevirdi ama küvetten çıktığımı fark ettiğinde önüne döndü. Havluların yanına yürüdüm ve büyük bir tanesini göğüslerime sararken devam ettim. "Buradan çıkar çıkmaz aşırı tepki verdiğini fark edeceksin."
"Aşırı tepki mi?" Gülme ve homurdanma arası bir ses çıkarttı.
"Evet, aşırı tepki. Tabii eğer..." durdum. Eğer ile başlayan cümleyi düşünmekten korktum. Umutlanmaktan.
"Eğer ne?"
Yürüdüm ve karşısına geçtim. Gözlerimi kısıp onu iyice inceledim. "Bir sebepten ötürü paniklemediysen." Mesela Jaskier geliyorsa ve az vaktimiz kaldı diye gerginse?
"Mesela ölmenden paniklemiş olabilir miyim?" Dedi çok barizmiş gibi. Bu kısımda doğruydu ama dahası da vardı.
"Bilmem. Jaskier'den kötü bir haber mi geldi?"
Başını iki yana salladı ve başımın üstüne, ardımdaki kapıya baktı. "Hayır. İyi haber, bir hafta sonra burada olacak. Sana bunu haber vermeye gelmiştim."
"Neden moralin bozuk o zaman?"
"Kendini öldürmeye çalıştın sandım."
"Neden böyle bir şey yapayım Geralt? Ayrıca sen hep sakin kalırsın. Neden bu kadar tepki verdiğini hala anlamadım."
Gözlerini gözlerime dikti. Kalbim yine tekledi. "Ne zaman direkt gözlerine baksam, kalbin tekliyor ve çok hızlı atıyor. Gerçekten bakılmayacak biri olduğumu mu düşünüyorsun?"
Kaşlarım çatıldı. Ne diyordu bu adam? "Bakılmayacak mı? Geralt, kafana darbe mi aldın?" Başında şişlik var mı, kontrol etmek için uzandığımda kollarımı yakalayıp kendinden uzaklaştırdı.
"Ne zaman gözlerine baksam korkuyorsun Ana,"
"Korkmak mı?" Gülmeden edemedim. "Korkmak mı?" Başımı iki yana salladım. "Aptal mısın Geralt? Ciddi ciddi soruyorum. Neden senden sadece korkulabileceğini düşünüyorsun? Böyle düşünmek için aptal olman gerek."
Yanından geçip havalı bir çıkış yapacağım an, kolumdan yakaladı. Ona döndüm. Bir anda bana bu kadar yakın olması beni olması gerektiğinden daha çok sarstı. "Çünkü benden korkmuyorsan, diğer ihtimaller bundan daha kötü demektir."
Kaşlarımı çattım. "Seni sevmem, senden korkmamdan daha mı kötü?" Diye bir öfke çığlığı koptu ağzımdan. Ne dediğimi fark ettiğimde her şey için çok geçti.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve derin bir nefes aldı. "Ana, yapma."
"Haklısın." Yennefer'i düşündüm. Onu sevmişti. Kim bilir başka kimler peşinde koşmuştu. Kolumu elinden kurtardım. "Merak etme, söyleyeceğin her şeyi biliyorum. Çocuk gibi davrandığımı, şimdilik sadece sana hayran olduğumu ve gözümün açılacağını falan söyleyeceksin."
"Çocuk gibi olduğunu düşünmüyorum Ana," dedi ama sanki konuşmamış gibi devam ettim.
"Umarım haklısındır. Jas'ı gördüğüm an aklım başıma gelir. Evet, öyle olacağından eminim." İçimdeki onun canını acıtma dürtüsünü zar zor bastırıyordum. "Belki de haklısındır, senden sadece korkmam gerekiyordur, içindeki yufka yüreğini görmezden gelmem gerekiyordur. Ya da Senin yanında hissettiklerimin hepsi Jas'ı özlediğim için olan şeylerdir." Yüzündeki her zamanki acı çeken ifadesi vardı. "Hiç öyle bakma Geralt. Bunu kendi ellerinle yaptın. Konuşacak kadar bile değer vermediğin için oldu bunlar."
Susmam gerekiyordu. Bu yüzden devam etmek için ağzımı açtım ama durdum. Bundan sonra çıkacak her şey ikimizi de üzecekti. O yüzden sustum.
"Jaskier seni seviyor." Dedi benden çok kendine. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında az önceki acıdan da, yüzündeki herhangi bir duygudan da eser yoktu. Geliyordu, kalbimi kırışlarının toplamından fazlası geliyordu. "Seni sadece o istedi diye korudum." Dedi buz gibi bir sesle. "Sadece donarak ölme ve handaki sarhoşlardan korkma diye yanında yattım." Nefesim kesildi. Sesi buzlu sulara atılmışım gibi hissettirdi. "Yol boyunca söylediğin hiçbir şeyi dinlemedim. Sana soru sorduğumda bile bunalıma girme diye sordum ve cevabının tek kelimesini bile dinlemedim. Konuştuğun her saniye kulaklarım tırmalanıyor gibiydi."
"Jaskier'i senin için terk etmeyeyim diye böyle söylüyorsun." Diye soludum. Nefes alamıyordum. İksirlerinden içtiğindeki hali bile bunun onda biri kadar korkutucuydu.
Kalbimin kırıkları ciğerlerime saplandı ve nefesimi kesti.
"Ne yaptığını umursamıyorum Ana." Gözlerimi kırpmaya korkuyordum. Gözlerim çıkana kadar ağlarım diye gözlerimi kırpmaktan korkuyordum. "Jaskier'le aranızda ne geçtiği umurumda değil. Ama sanıyorum ki bundan sonra benim için onu terk etmek gibi bir aptallık yapmazsın."
Her şeye inanabilirdim. Neredeyse her şeye ama handaki gece suratımı o kadar dikkatli izleyişinin yalan olduğuna inanmazdım.
"Yalan söylüyorsun." Dedim ama sesimden ve yüzümden çoktan kaderime razı geldiğim anlaşılıyordu. Güldüm. Güldüğümde yanaklarım göz kapaklarımı itti ve birer iri damla yanaklarıma yuvarlandı. Geralt'ın burun delikleri gözyaşlarımın kokusuyla şişti. "Çok iyi bir yalancısın Geralt. Size duygusuz olmayı değil, duygusuz gibi davranmayı öğretiyorlar."
"Kendini istediğine inandır. Ama bir yalana inanma diye seni uyardım. Aksi takdirde, buna izin verseydim bir canavar olurdum."
Canavar.
Onu odadan kovmak ve saatlerce ağlamak istedim ama aldığım saray adabı eğitimlerini hatırladım. Duruşum dikleşti, gülüşüm silindi, göz pınarlarım son yüklerini de atıp ciddiyetle Witcher'a odaklandılar.
"Beni kandırdığını mı sanıyorsun, Witcher." Gözlerini kırptı, normalden daha erken. Bir andaki tavır değişikliğim beklenmedikti. "Jaskier'in yerini seninle doldurdum, hepsi bu. Seni sevmedim bile, neden seveyim?" Onu baştan aşağı süzdüm, az daha tüm kalkanlarım çökecekti. Kendimi zorladım. Her şeyimle.
Hafif bir şaşkınlık emaresi taşıyan suratına son kez baktım, bu sırada yüzünü ezberledim. Ardından arkamı döndüm ve havluyu çıkartıp temiz elbiseme uzandım. Ayak sesleri uzaklaştı ve kapı kapandığı anda sandalyeye yaslandım. Gözyaşlarım anında düşerken, Geralt'ın kokusunu alması an meselesiydi ama tutamıyordum. Ağzımı kapattım ve koltuğa oturdum. Çığlık atarak ağlamamak için neredeyse tüm irademi kullandım. Eğer irademin tamamını kullanırsam, bir daha bir şey hissedememekten korkuyordum.
Ona dönüşmüştüm.
Canavar.
Artık tam da birbirimize layıktık.
Jaskier yemek salonuna girdiğinde Geralt Ciri'nin yanında, ben de Geralt'ın yanında oturuyordum. Sakin bir hava vardı. Gerekmedikçe konuşmuyordum.
Bir hafta boyunca düşünmüştüm. Belki bunları handaki son geceden önce söylese inanırdım ama artık inanmıyordum. Bunu Jas için yapmıştı. Jas beni seviyordu ve Geralt ikimizi ayıran kişi olmak istemiyordu. Bir de kendine duygusuz diyordu.
Beni kendinden uzaklaştırma şekli duygusuzcaydı ama normal şekilde açıklasaydı asla böyle bir etkisi olmazdı. Ondan vazgeçmezdim. Şu anda bile ufacık bir umuda tutunuyordum. Her an kırılabilecek bir umuda.
Madem arkadaşını mutlu görmek istiyordu, görecekti.
Jaskier'i görünce nefesimin kesilmesi ve onun adını haykırmam gerçekti. Yerimden kalkarken az daha sandalyeyi deviriyordum. Basamakları indim ve devasa salonun ortasında buluşmak için birbirimize koştuk.
Ona sarıldığımda kalbim hafifledi, tüm ağırlıklarımdan kurtuldum ve özgürleştim. Güvende hissettiğim ama aslında olmadığım kollardaydım. Beni koşulsuz seven birine sarılmayalı o kadar olmuştu ki.
"Jaskier." Diye kaç kez sayıkladığımı hatırlamıyordum.
Sonunda geri çekildik ve yüzümü avuçları arasında tutup beni izledi. "Benim güzel leydim." Diye fısıldadı. Sonra beni öptü. Gevşedim. Jaskier'i ne kadar sevdiğimi asla inkar etmemiştim. Bu olgunlaşmış bir sevgiydi ve güven veriyordu. Ama ait olduğum yer burası mıydı, onu bilmiyordum.
Aslında biliyordum. Ait olduğum yeri. Ve kesinlikle orası Jaskier'in kolları değildi.
Ayrıldığımızda diğerlerinin varlığını hatırladım ama Jaskier'e bakmaya devam ettim. Yüzünü okşadım. Ve sonunda, o da fark etti.
"Geralt, Ciri!" Benden ayrıldı ve reverans yaptı. Döndüm ve ikisine baktım. Ciri, Geralt'a bakıyordu. Geralt'ın gözleri belli belirsiz bir neşeyle Jaskier'e dikilmişti.
Ciri dönüp Jaskier'i karşıladı, ama bana baktığında bakışlarındaki bir şey geri adım atmamı istememi sağladı. Ama sakin kaldım. Jaskier yemeğe katıldı.
Yemekten sonra onu yıkadım. Giydirdim, hasret giderdim, Geralt ile yolculuğumun özetini anlattım.
Geralt eğer Jaskier'in mutlu olmasını istiyorsa tamam, Jaskier ile olmaya devam ederdim ben de.
Geralt eğer duygularını saklıyorsa, ben de saklardım. Ciğerim yanarken gülümsemek zorunda kaldığım ilk sefer olmazdı.
Ciri, Geralt'ın zaten sarayda bir konumu olduğunu, beni getirmek için saraydan ayrıldığını söylediğinde ertesi gündü. Jaskier'e de iş teklif etmişti. Geralt ile iyi bir ikiliydiler.
Yani Jas ile mutluluğumu evimizde yaşayamayacaktım.
Yani Jas, Geralt'ın önünde evlenme teklif ettiğinde ve son bir umut Geralt'a baktığımda yine o hissiz bakışlarla karşılaştım.
Yani Jas ile geçirdiğim her an, Geralt'ın gölgesindeydi.
Yani Geralt'ın varlığı bana sadece acı verdi.
Yani ona aşkım geçici değildi. Hayır, asla değildi. Her mutlu anımda ilk ona baktıracak kadar gerçek ve ciddiydi.
Ama tutunduğum o ufak umut da git gide zayıfladı. En sonunda, bir gün, bir ormanda, koptu.
umarım beğenmişsinizdir, iyi son sayılır çünkü belirli bir sonu yok.
ve geralt sevdi. köpek gibi sevdi. ama jaskier ilk kez hayatında bu kadar sevdiği birini bulmuşken onları ayırmak istemedi. kendini de baya zorladı hissiz gözüksem diye. Ana’nın da rol yaptığını çıktığı saniye anladı.
yani sonuç olarak bu da mı gol değil be...
7 notes · View notes
onderdenizcavuslar · 1 year ago
Text
Tumblr media
Yaşamdan haz aldığın anlar vardır. Güzel bir yaz akşamı sesiyle büyüleyen sevdiğin şarkıcının konseri veya kalabalık bir mekanda sahne performansına en önde tanık olduktan sonra duyduğun heyecan. Soğuk ve yağmurlu kış geceleri battaniyeye sarılıp loş ışıkta sevdiğin yazarın kitabını okuyorken ah işte tam da beni anlatmış dediğin o an satırları çizmek için duyduğun telaş. Serin sonbahar vakitlerinde beklediğin diziyi izlemek için akşamı zor ettiğin o sıkıcı mesai gününün gecesinde uykun gelse de merakından bir bölüm daha izlemeye kendini ikna etmen. Uzun yolculuklara çıktığın o ılık yaz geceleri zifiri karanlıkta saatlerce araba sürsen de, gitgide şehir ışıkları küçük noktalara dönüşse de ve sık sık kahve molaları vererek yolu uzatsan da sonunda kavuşacağın o nefis deniz manzaralı yere kavuşma ümidi. Tüm bu heyecanların hepsi sigara içerken, balkondan bakarken, benim sana ulaşmam için yaşamam gereken dünya sancılarıymış meğer. Seni her düşündüğümde aklına gelen ilk kelime sevdiğim oluyorsa, diğerlerinin pek ehemmiyeti yoktu. Dişime takılmış ve anlamını kaybetmiş bir kelime gibi hafızam durmadan seni yoklayıp duruyordu çoğu zaman. Yaşça büyük biri demişti, zamanın birinde; "Unutma evlat, doğru trene binersen bir gün o çok istediğin denize kenarı olan uzaklara gideceksin." Uzun zaman, doğru trenin hangisi olduğunu bilmediğim peronlarda kayboldum. Ah be beybaba, doğru tren nerede? Şehrin sıkıştırılmış insanlar yığını hayatlarında, otobüslerden, vapurlara, metrolardan, dur kalk yapan otomobillerine her çözümü denedim. "Beni istediğim yere ulaştırın."
Haykırmakla susmak arasında bir yerdeydim çoğu zaman. Zihnimin puslu belirsizliklerine berrak bir gelecek hayali gerekirken, ben hep geçmişe takılı kalıp duruyordum. Ben sanırım hep düne ait bir yerde kaldım. Hikayenin bütününü yaşama ihtimalini merak ediyordum; mutlu bir yaz akşamında karşılaşacağımıza, sarılacağımıza fonda denizin dalga sesleri kıyıya vuruyordu, yakında bir meyhaneden eski bir plaktan cızırtılı bir şarkı çalıyordu. Çokça kafamda kurdum bu sahneyi. Hep güzel kafamdan...
Bir yerlerde sen vardın. Olmadığın her yere dayanabilmemin tek mümkünü buydu. Çocukluğumda üstümü şefkatle örten annem artık çok uzakta bir düştü. Benim için dünyanın en iyi adamı olan babam hiç gidilemeyecek olan ülkemdi.
Bir tek kedim var benim gözlerimin içine bakan...
Sana gelmenin cesaretini şarkılarda buluyor, filmlerde inanıyor, kitapların sayfalarında rastlıyor gibiydim. Eski bir hatırayı canlandırmanın yollarını arıyordum ama sen, gözlerimi kapattığım an yanımda olmamayı başarıyordun, bir hayalden ötesi misali.
Sokaklarında kaybolabildiğin bir şehir, güvenle bakabildiğin insan, uzaklardan gelen eski bir dost, uzun ve sakin bir tren yolculuğu. Tek istek!
Ne kurduğum kelimelerin içine ne de anılara sığabiliyordum. Edip Cansever'in "ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki." dizeleri aklımdaydı. Oysa sana uzunca çocukluğumdan bahsetmek istiyordum. Aklımda uzun uzun canlanan bir anıdan. Korktuğumda masa altına saklanan o çocuğun büyülü dünyasından, kulağına hiç fısıldanmayan masallardan.
Ben seninle denize bakıp bu gece yarasında uzun uzun sessiz kalmak istiyordum çünkü. Sonra yine bir kitabın satır aralarında rastladım sana: "Sadece seni görmek istiyordum güneş batarken, bu kadar basit. güneş batarken seni görmek istiyorum, başkaca bir şey yok."
38 notes · View notes
musfika-hanim · 11 months ago
Text
iftar yemeği bitti zil çaldı. Allah Allah kim olabilir ki dedik çünkü evimize çat kapı gelecek kimse yok, ayın onbeşi de değil ki kapıcı gelsin falan konuşurken büyük kızçe açtı kapıyı. anne bakar mısın dedi. kapıya bir gittim dokuz on yaşlarında bir kız çocuğu elinde kavanoz, yere bıraktığı poşetinde de bir şeyler gözüküyor. abla yemek verir misin dedi elime kavanoz uzattı. ver çorba koyayım dedim. yerdeki çantadan içinde çorba olan başka kavanoz çıkardı. dedim ama o mercimek çorbası ben sana yoğurtlu çorba vericem. neyse doldurdum kavanoza kapıya geldim nerede oturuyorsunuz dedim cevap verdi, annen baban nerde dedim. babam trafik kazası geçirdi annemle bende çöp topluyoruz dedi. dikkat et kendine olur mu bu saatlerde yalnız dolaşma buralarda dedim. tamam abla dedi gitti 🥺
23 notes · View notes
tozluhayaller · 8 days ago
Text
Kemal sayar demiş ki, insan zihni öyle bir şey ki, cenneti cehenneme çevirebilir, cehennemi cennete. İnsan böyle bir varlık. Herşey huzurluyken, huzursuzluk oluşturabilir. Dışarıda hiçbir objektif sıkıntı vesilesi yokken, kendi içindeki seslerle, ihtimaller üzerinden, en endişeli gelecek versiyonlarını, senaryolarını devreye sokarak kendini huzursuz edebilir. Ama bazen de insan, çok zor şartlar altında yaşıyordur, ama görmezden gelir, kendince bir gül bahçesi yapabilir. İkisi de doğru değil. Huzur biraz da bizim hayata nasıl baktığımızla alakalı. Nerelerde teslim olmayı seçiyoruz? Nerelerde kalenin kapılarını zorluyoruz? İrademizle hayatın kapılarını zorluyoruz? Nerede feragat etmeyi yeğliyoruz? Seçimler bizi huzurlu yada huzursuz kılıyor...
6 notes · View notes
kral-adam-58 · 18 days ago
Text
1. Müslümanmısın?
Elhamdülillah Müslümanım.
2. Müslümanım demenin manası nedir?
Allah'ı bir bilmek, Kur'an-ı Kerim'i ve Muhammed Aleyhisselam'ı tasdik etmektir.
3. Ne zamandan beri Müslümansın?
"Bela" dediğimiz zamandan beri Müslümanım.
4. "Bela" zamanı neye derler?
Misak'a derler. Yani Cenab-ı Hakk ruhlarımızı yarattığı vakit bunlara hitaben:
"Elestü birabbiküm" yani (Ben sizin rabbiniz değil miyim ?) diye sordu.
Onlar da: "Bela" (Evet Rabbimizsin) dediler. O zamandan beri Müslümanım demektir.
5. Rabbin kimdir?
Allah
6. Seni kim yarattı?
Allah
7. Sen kimin kulusun ?
Allah'ın kuluyum.
8. Allah kaçtır diyenlere ne dersin?
Allah birdir derim.
9. Allah'ın bir olduğuna delilin nedir?
Sure-i İhlas'ın ilk ayeti kerimesidir.
10. Bunun manası nedir?
Sen söyleki ey Habibim Allah birdir..
11. Allah'ın varlığına akli delilin nedir?
Bu alemin varlığı ve alemdeki nizam ve intizamın devamıdır.
12. Allah'ın zatı hakkında düşünce caiz midir?
Caiz değildir. Çünkü akıl Allah'ın zatını anlamaktan acizdir. Allah'ın ancak sıfatı hakkında düşünülür.
13. Nereden geldin, nereye gideceksin?
Allah'dan geldim, Allah'a gideceğim
14.Niçin geldin?
Allah'a kulluk için
15. İman-ı yeis nedir?
Firavun gibi ölürken iman etmektir.
16. Bu iman muteber midir?
Değildir.
17. Tevbei yeis nedir?
İmanı ve ameli olan kimsenin ölürken günahlarından tevbe etmesidir.
18. Bu tevbe muteber midir?
Muteberdir.
19. Dinin hangi dindir?
İslam dinidir.
20. Kitabın hangi kitaptır?
Kur'an'dır.
21. Kıblen neresidir?
Kabe-i Muazzamadır.
22. Kimin zürriyetindensin?
Adem Aleyhisselam'ın zürriyetindenim.
23. Kimin milletindensin?
İbrahim Aleyhisselam'ın milletindenim.
24. Kimin ümmetindensin?
Muhammed Aleyhisselamın.
25. Peygamberimiz nerede doğdu ve şimdi nerede bulunuyor?
Mekke'de doğdu. Elli yaşından sonra Medine'ye hicret etti. Şimdi Medine'de "Ravza-i Mütaharra"sındadır.
26. Peygamberimizin kaç adı vardır?
Güzel isimleri çoktur. Fakat dördünü bilmek lazımdır. Bunlar: Muhammed, Mustafa, Ahmed, Mahmud.
27. Peygamberimizin en çok kullanılan ismi nedir?
Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem'dir.
28. Peygamberimizin babasının adı nedir?
Abdullah'tır.
29. Annesinin adı nedir?
Amine'dir.
30. Süt annesinin adı nedir?
Şifa Hatun'dur.
31. Dedesinin adı nedir?
Abdülmüttaliptir.
32. Peygamberimiz kaç yaşında iken kendisine fiilen peygamberlik geldi?
40 yaşında.
33. Fiilen kaç sene peygamberlik yaptı?
23 sene peygamberlik yaptı.
34. Peygamberimiz nerede doğdu?
Mekke-i Mükerreme'de.
35. Hangi tarihte doğdu?
571 tarihinde
36. Hangi tarihte nereye hicret etti?
622 tarihinde Medine'ye hicret etti.
37. Fani hayatı hangi yılda kaç yaşında sona erdi?
632 yılında, 63 yaşında sona erdi.
38. Peygamberimizin kaç kızı vardı?
Dört kızı vardı. 1) Zeynep 2) Rukiyye 3) Ümmü Gülsüm 4) Fatıma (r.a.)'dir.
39. Peygamberimizin kaç oğlu doğdu?
Üç oğlu oldu. 1) Kasım 2) Abdullah (Diğer adı Tayyip) 3) İbrahim (r.a) hazretleridir.
40. Peygamberimizin mübarek hanımlarını sayarmısın?
1) Hazret-i Hadice 2)Hazret-i Sevde 3) Hazret-i Aişe 4) Hz. Hafsa 5) Hz. Zeynep b.Huzeyme 6) Hz. Ümmi Seleme 7) Hz. Zeynep binti Cahş 8) Hz. Cuveyriye 9) Hz. Ümmü Habibe 10) Hz. Safiyye 11) Hz. Meymune 12) Hazreti Mariye, (r.a)
41. Peygamberimizin hanımları bizim neyimiz olur?
Onlar bütün müminlerin annesidir.
42. Peygamberimizin ilk hanımı kimdir?
Hz.Hatice (r.a.) validemizdir. Efendimizden 15 yaş büyük olup 25 sene beraber hayat sürmüştür.
43. Peygamberimizin son hanımı kimdir?
Hz. Aişe (r.a.) validemizdir.
44. Peygamberimizin 53 yaşından sonra evlenmesinin sebep ve hikmetlerinin bazılarını sayarımsınız?
Peygamberimiz, kabilelerin İslamiyete bağlanmalarını temin, ayrıca kadınlara ait hükümleri kadınlar vasıtasıyla yaymak, bazılarını sefaletten kurtarmak, bazılarının ise iffet ve namuslarını korumak için onlarla evlenmiştir. Asıl hikmet ve gaye kadınlar vasıtasıyla İslam'ı yaymaktır.
45. Peygamberimizin en son vefat eden eşi kimdir?
Hz. Aişe (r.a)'dır.
46. Gelmiş ve gelecek insanların en yücesi kimdir?
Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem'dir.
47. Peygamber Efendimizin kaç torunu vardır?
İ ki torunu vardır :1) Hasan 2) Hüseyin (radıyallahü anhuma) hazretleridir.
48. Bunlar kimin çocuklarıdır?
Hz. Ali ve Hz. Fatıma (r.a.)'nındır.
49. Allah'ın emrettiği şeylerin en önemlisi nedir?
Tevhid'dir.
50. Tevhid nedir?
Allah'ı bir bilmek, yalnız ona kulluk etmektir.
51. Allah'ın yasakladığı en büyük günah nedir?
Şirk'tir.
52. Şirk nedir?
Allah'a ortak koşmak, ondan başka Allah olduğunu söylemek.
53. Peygamber kime denir?
Ahkam-i ilahiyeyi insanlara tebliğ içinAllah'ın vazifelendirdiği zata denir.
54. Allah, peygamberleri niçin gönderdi?
Şirkten korumak, tevhide çağırmak için
55. Allah tarafından mahlukata gönderilen peygamberlerin sayısı kaçtır?
Peygamberimizden yapılan bir rivayete göre yüz yirmi dört bin, bir rivayete göre, iki yüz yirmi dört bin.
56. En büyük peygamberler kaçtır?
5 dir. Hz.Muhammed (a.s.), Hz.Nuh (a.s.), Hz.İbrahim (a.s.), Hz.Musa (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.) dır.
57. Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen peygamberlerin sayısı kaçtır?
Yirmisekiz.
58. İsimlerini sayarmısınız?
Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyup, Şuayp, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Yunus, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Zekerriyya, Yahya, İsa, Üzeyr, Lokman, Zülkarneyn ve Hazret-i Muhammed Mustafa Salavatullahi ala nebiyyina ve aleyhim ecmaiyn hazeratıdır. Üzeytr, Lokman ve Zülkarneyn (aleyhimüsselam) hazretlerine bazıları velidir, demişlerdir.
59. Peygamberimiz bir millete mi yoksa bütün insanlığa mı gönderildi?
Bütün insanlığa gönderildi.
60. Resul nedir?
Müstakil bir şeriat getiren veya evvelki peygamberinşeriatına yeni hükümler ilave eden peygamberdir.
61. Nebi nedir?
Kendisinden önce veeya zamanındaki resulun şeriatına tabi olan peygamberdir. Her resul aynı zamanda nebidir, fakat her nebi resul değildir.Her resul aynı zamanda nebidir. Fakat her nebi resul değildir. Her ikisine peygamber denir.
62. İlk nebi kimdir?
Adem (a.s.) dır.
63. İlk resul kimdir?
Nuh (a.s.) dır.
64.İnsanlar öldükten sonra ne olacaklar?
Dirilecekler
65. Dirildikten sonra ne olacaklar?
Dünyada yaptıklarının mükafatını veya cezasını görecekler.
66. Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan kimse ne olur?
Dinden çıkar, kâfir olur.
67. Melek nedir?
Allah'ın nurdan yarattığı ve istedikleri şekle girebilen, daima ibadet eden günahsız varlıklardır.
68. Dört büyük melek hangileridir?
Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail (A.S.)
69. Meleklerin görevleri nelerdir?
Allah'a hamd etmek, O'nu tesbih etmek, O'nu zikr etmek. O, ne emrediyorsa onu yapmaktır.
Bazı meleklerin özel görevleri vardır.
70. Cebrail'in görevi nedir?
Peygamberlere vahiy ve kitap getirir.
71. Mikail'in görevi nedir?
Tabiat olayları, rızık taksimatıyla görevlidir.
72. İsrafil'in görevi nedir?
Kıyamette Sur'a üflemek
73. Azrail'in görevi nedir?
Allah'ın emriyle can almak
74. Dört büyük kitap hangileridir ve hangi peygamberlere inmiştir?
Tevrat Musa (A.S.), Zebur Davud (A.S.), İncil İsa (A.S.), Kur'an-Kerim Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine inmiştir.
75. Suhuf ne demektir, kaç tanedir ve kimlere verilmiştir?
Cenab-ı Hakk'ın, dört kitaptan başka Cebrail (A.S.) vasıtasıyla bazı peygamberlere gönderdiği sahifelere suhuf denir. Adem (A.S.) 10, Şit (A.S.) 50, İdris (A.S.) 30, İbrahim (A.S.) ise 10 suhuf verilmiştir.
76. Mezhep kaçtır?
İkidir.
77. Nelerdir?
İtikatta mezhep, amelde mezhep.
78. İtikattaki mezhep imamları kaçtır ve kimlerdir?
İkidir. İmam Ebu Mansur Muhammed Matüridi ve İmam Ebü'l Hasani'l Eşari Hazretleridir.
79. Amelde mezhep kaçtır ve nelerdir?
Dörttür. Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezhepleridir.
80. İtikatta mezhebin nedir?
Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebidir.
81. Amelde mezhebin nedir?
Hanefi mezhebidir.
82. Bizim itikattaki mezhebimizin imamı kimdir?
Ebu Mansur Muhammed Matüridi Hazretleridir.
83. Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebine mensup olanların itikatta imamları kimdir?
Ebü'l Hasani'l Eşari Hazretleridir.
84. İmam Ebu Muhammed Matüridi nerelidir, ne zaman vefat etmiştir?
Semerkand'ın Maturid köyündendir. Türktür. Hicri (333) tarihinde vefat etmiştir.
85. İmam Ebü'l Hasani'l Eşari Hazretleri nerelidir? Ne zaman vefat etmiştir?
Basra'lı olup Hicri (324) tarihinde vefat etmiştir.
86. Namazın kazaya kalmasının meşru sebepleri kaçtır, sayarmısınız?
Üçtür. A) Uyku B) Muharebe esnasında düşmandan hiç fırsat bulamamak C) Unutmak.
87. Kaç tane kandil vardır, nelerdir?
Beş tane kandil vardır.
Mevlid Kandili : Peygamberimizin dünyaya geldiği gecedir.
Regaib Kandili : Hz. Amine'nin Peygamberimize hamile olduğunu anladığı gecedir.
Mirac Kandili : Peygamberimizin, ilahi saltanatı seyretmek üzere Allah'ın daveti ve gücü ile bir mucize olarak göklere ve daha nice alemlere seyahat ettiği gecedir.
Berat Kandili : Kur'an-ı Kerim'in levh-i mahfuzdan sema-i dünyaya indirildiği, insanların bir senelik hayat ve rızıklarının gözden geçirildiği, müslümanların af ve lütuflara nail olduğu gecedir.
Kadir Gecesi : Kur'an-ı Kerim'in dünya semasındanPeygamberimize indirilmeye başladığı gecedir.
88. Kabir suali kime sorulmaz?
Peygamberlere, çocuklara ve delilere
89. Din nedir?
Akıl sahibi insanları kendi istek ve arzularıyla sırf hayır ve saadete ulaştıran, ilahi bir kanundur.
90. İslam nedir?
Peygamber Efendimizin tebliğ buyurduğu hükümleri kalb ile tasdik, dil ile ikrar edip, onları bütün hayatında yaşamaktır.
5 notes · View notes
arkeolog · 1 year ago
Text
Yeni tanıştığım kişilerle artık belki istemsiz, belki de bilinçli bir tasarrufa yöneliyorum. Eşya tasarrufu ya da minimal hayat tarzı gibi bir şey bu. Gündelik bir konudan, kısa bir sohbetten sonra nereli olduğunu, nerede yaşadığını ve hatta adını bile sormamak... Tam anlamıyla tanışmaya geçmeye tenezzül etmemek... Kendi gelecek dünyamdan o kişiyi tasarruf etmek...
17 notes · View notes