#günce mi oldu bu şimdi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sevgi değer günlük.
Can çekişiyorum. Geçmeyen bir başağrısı tuttu beni. Sıcak çarptı galiba. He bi de uykusuzluk.
Burada yanıp kavrulma sezonu açılmıştır. Vatanın milletin Allah yardımcısı olsun. Ben gidiyorum kalanlar düşünsün.-böyle bencilce bi cümle kurmak istemezdim ama kurmuş bulundum-
O değil de daha geçenlerde Türkiye'ye gitmek için can atarken şu an içimde zerre kadar heves yok. Ben oraya gidince n'apcam ki sanki diye düşünmeden edemiyorum.
Bi yere ait olamama ve hep bi misafirlik hissi çok yorucu gerçekten. Bi tek iyi tarafı var o da dünyadaki misafirlik hissini hiç unutmuyor olman. O kadar konar göçerim ki bu dünyadan da öyle kolay geçecekmiş/göçecekmişim gibi geliyor. (Amin Allah'ım)
Ama insan ayrılacağını bile bile bağ kuran bi varlık ne yazık ki. Bağ kurmadan yapamıyor. Ben de yapamıyorum ve ayrılırken hep bir hüzün. Mesela apartmanlar arasına sıkıştırılmış gökyüzüme, yürüyüş yolundaki bankıma, martılara ve sanki hep sıkılmış gibi hissettiğim şeylere bile özlem duyacağım.
Gelirken ve giderken bırakırken ve kavuşurken insanın gönlünün sabitlenmesi için bir zikir tavsiye ediyor üstad:
يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى
Bu zikri kalbe söyletebilmek o kadar zor ki...
Allah'ım! N'olur benim için har vurulup harman savrulmayan bir memleket sezonu olsun. Güzel kapılar aç ve ebediyete müteveccih işler nasib et. Yaralarımı sarmamı ve yarım bıraktıklarımı tamamlamamı nasib et. Yorulmayayım ve yormayayım.
.
!!!Şu yazıyı yazarken 7 tane reklam çıktı tam. Artık gına geldi. Ayarlardan da kapattım güya. Başka yolu yok mu ki şunlardan kurtulmanın.
4 notes
·
View notes
Text
Yalan Meseli
Her şeyin ama her bir şeyin yalanlar üstünden bina olunduğu güncelliğin tastamam bariz bir riya, itham ve linç örüntüsünden ibaret olduğu bir sahnedeyiz. Cürümler cürümleri art arda kovalıyor. Bir çürüme halini bir başkası takip ediyor. Yaralar onarılmak bir yana her gün aleni bir biçimde yeninden kanatılıyor. Karanlık güncellenirken yepyeni yaralar bina ediliyor. Her şey birbirinin üstüne yıkılarak bir cerahat güncesinde kapkaranlık yüceltilip, yeniden tasarlanıyor. Ne yazık ki bu çürüme haline bir dur diyecek kimseler kalmamıştır artık. Yalanlar zikredilirken, üstüne bina edilen her yeni eylem, edim bambaşka cerahati güncelleye gelmektedir. Erk, muktedir, iktidar pratiklerinin toptan, toplumu hepten ama her dem dönüştüren yüzeyinin var ettiği bir istikamet kabilinden hepimize paylaştırdığı yön bir çürümedir.
Her durumu, fecaati kendileri için bir fırsat olarak gören siyasetin ol muktedir kanadı sayesinde toptan bir izolasyon hali güncellenir. Bugün yaşadığımız yer ve saha bütün bu cerahatler toplamına evrilmiş ise bunca, sebebi ol muktedirin bizatihi ta kendisidir. Bütün bu şartlanmışlıklar içine rehin edilmiş, sorgulamaları itirazsız def etme dışında vasfı bulunmayanların elinde ülke tanımı yersiz kılınır. Yıkımların menzili, tüm o yalanlara rehin edilip, önayak olunanlarla bir çürüme sahnesi hayatın merkezi kılınır. Hayat diye anılan ve atfedilen ile gerçek arasındaki uçurum kesintisiz kılınır. Burası hayat mefhumu söz konusu dahi edilmeyen bir paldır küldür çürümenin esiri kılınır. Muktedirin doğrudan ve şahsına göre kullandığı, işlettiği ve geleceğine dair tasarruflarda bulunduğu yerdir yeni yeni Türkiye, bunun neresi yenidir? Bu çürümeye, böylesi bir tahakküme rehin bir menzil her yanı yeni olsa kaç yazacaktır, her günü eskinin ta kendisiyken, nasıl?
On yedi günlük ne işe yaradığı son kertede muamma kılınmış olan kısıtlamalar sırası ve sonrasında ortaya saçılan rezillikler varken ne yenisi, neyin yenisinden dem vurulabilir ki sahiden. Covid-19 aşılamasında yüzde 2 gibi ironik olmayacak kadar açık bir biçimde her hayatın kendi haline terk edildiği aşılamanın var edildiği, rakamların önce ters yüz, sonra da geçen seneki olduğu gibi ufak hamlelerle görünmez ve bilinmez addedilmesine devam olunur. Salgın durduğu yeri muhafaza ederken, o muktedir kendi ve eline kan bulaşmış sermayeye verdiği sözü yerine getirsin diye her şey bir daha sümen altı olunur. Aşılamayı halk için değil de bedeli neyse verelim de iki satır kafa dinlesin bari bizimkiler bir de ol üç otuz centine bile muhtaç olunan turizm sektörü için bunca riyaya gerek var mıdır? Hali hazırda zırnık koklatmadan, en muhtaçlara aylık bin yüz liralık yardımı bile onca baskı sonrasında var edip, dünyanın sayılı salgın döneminde halkına ne halin varsa gör diyen bir yer mi yenidir?
Dahası da vardır, geçilmeyen köprü ücretlerinin tıkır tıkır ödeneceği, bunların yükünün de tabi ki halka fatura edileceği bir yer nasıl ilerlemiştir? Cengiz holding gibi, her şeye ama her bir şeye zarar veren, bu ülkenin başına musallat edilmiş beşli çetenin en mimli sureti olana peşkeş çekilen İkizdere’deki cerahati, yıkımı ve talanı var etmiş yer midir yeni ülke nedir? Aralıksız bir biçimde kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi, sürgit yıkımlarla hep ama hep bir biçimde bir yerin yurdun yıkıntılara dönüşümü varken, bu bir hakikatken ne yenisi allasen? İsrail devletinin, Filistin’de var ettiği cerahate laflar yetiştirip dururken, o ümmet bizi bekliyor demeci daha dumanı üstündeyken, kendi aracı oldukları Azerbaycan devletinin, Karabağ’da var ettiği dehşetin sacayaklarından birisi olan teknolojinin temini, kullanımına, içeride silahlı ya da silahsız hava araçları diye geçiştirilen silahlarda yardım almalara, teknolojiden ve istihbarattan el alınan bir devlete karşı söylenen onca riya neyi değiştirecektir, nasıl? Tümden tümü birden var edilen her tahayyül bir kere daha çürüme halini imlerken hayat ne haldedir, sordunuz, sorguladınız mı?
Gündemin satır aralarında yer verilmeyen aslında görülmemesi için çaba sarf edilen hayat hikayelerinde şurada anlattıklarımızdan daha açık bir hakikat vardır. Her defasında hemen her durumda her nasıl insanın gözlerden kaçırıldığı, hayat hakkının yerle yeksan olunduğu artık gizlenmeyendir. Bütün bütün çürüme hepimize pay olunurken iş bu günce sınırlarında her neler olmaktadır birkaç haber hakikati aksettirecektir. Hasan Alkan’ın Evrensel Gazetesi’ndeki haberidir. “AKP iktidarının turizm geliri için hazırladığı ve turizm işçileri için hazırlanan, “Eğlen! Aşılandım” yazılı maske turizm işçilerinin tepkisini çekti. Pandemi aylarında işsiz kalan turizm işçileri kısa çalışma ödeneğinden dahi yararlanamazken, hükümet aileleriyle birlikte milyonlara destek vermedi. Hükümete tepkisi artan turizm işçileri, “Turizm geliri için onurumuz kırıldı. Hükümet turizm işçilerini sermaye olarak görüyor” dedi. Antalya’daki turizm işçileri ile yaşadıkları sorunları konuştuk.
Pandemi öncesi bir restoranda müdür olarak çalışan İsmail Koplay, pandemi nedeniyle çöküş yaşanan turizmde gelirsiz kalanlardan. Bir yıldır işsiz olmasına rağmen kısa çalışma ödeneğinden dahi yararlanamayan Koplay, Turizm Bakanlığının yayımladığı videoyu ‘ihanet’ olarak değerlendiriyor. Koplay, “Bizim üstümüzden bu şekilde oyunlar oynuyorlar. 1 yıldır cebimden yiyorum. Emeklilikte yaşa takılanlardanım. Sigortam dolduğu halde yaşı bekliyorum” dedi. Koplay, İşsiz ve gelirsiz olmasına rağmen bir de kendisine genel sağlık sigorta borcu çıkarıldığını söyledi.
Koplay hükümete şu sözlerle tepki gösterdi: “İşsizlik fonundaki parayı bizlere değil, patronlara veriyorlar. Patron da canının istediğini işe çağırıyor. Turizm Bakanı da kendi otellerinin geliri için bizim üstümüzden her türlü oyunu çeviriyor. Burada aç kalıyoruz. Bu yüzden yurt dışında gemide çalışıyordum ama bir senedir gidemedim.”
Bir otelde kat şefi olarak görev yapan bir kadın işçi ise kısa çalışma ödeneği alabilen ‘şanslı’ turizm emekçilerinden. 1.5 aydır çalışmadığını ve temmuz ayına kadar çalışamayacağını söyleyen iş��i, “Eski çalışan olduğumuz için bizleri gönderdiler, yeni personele öncelik verildi. Onlar çalışıyor. Şaka gibi bir durum. Bizleri düşünen mi var? Biz turizm emekçilerini düşünseler baştan doğru düzgün önlem alırlardı. Bizleri eve turizm düzelsin diye tıktılar ama yok. Rusya vatandaşını göndermiyor. Gelenler de önceden rezervasyon yaptıranlar. Turisti getirebilmek için bizleri ne hale koyuyorlar, ama bittik artık” dedi.
Eşinin emekli maaşı ile geçindiklerini söyleyen kadın işçi, “Emekli maaşı olmasa açız. Bizleri yine düşünmüyorlar. Geçen yıl da aynısını yaptılar, kapattılar sonra turizm canlansın diye her tarafı açtılar olan bize oldu. Az işçi ile sezonu bizlere tamamlattılar, turistler maskesiz dolaştı; bizler maske dezenfektan kullanmaktan perişan olduk. Bu yıl da bizleri böylemi dolaştıracaklar şaka gibi!” ifadelerini kullandı.
Turizm İşçisi İshak, “Göstermelik önlem ve tedbirlerle buraya kadar geldik. Hükümet turizm işçilerini sermaye olarak görüyor” dedi. Turizm sezonu öncesine kadar hükümetin kendilerini düşünmediğini söyleyen İshak, “Bize bugün iyi bakmak zorunda kaldılar çünkü her şeyin garantisi biz olacağız. Turizm işçilerinin sağlığı da, geleceği de her zaman ipin ucunda bugün para geleceği için iyiyiz ama eylül, ekim ayında herkesi tekrar kapının önüne koyacaklar” dedi.
Çalıştığı otelin ise şu an kapalı olduğunu söyleyen İshak, “Otelin açılıp açılmayacağı belli değil. İşçilerin çoğu aşılanmadı, şimdi aşılansam ikinci dozu olduğumda sezon ortası olacak. Doğal olarak bir anlamı olmuyor. Düne kadar bizi düşünmeyenler bugün iyi bakmak zorunda çünkü her şeyin garantisi biz olacağız, ondan dolayı da bu tip açıklamalar videolar beni şaşırtmıyor” ifadelerini kullandı.
Bir otelde ‘Housekeeping’ (temizlik görevlisi) olarak çalışan Leyla Berber, yayımlanan video nedeniyle turizm işçilerinin onurunun kırıldığını söyledi. “Burada çalışan işçilerin canı yurt dışından gelenlerden daha mı değersiz” diye soran Berber, “Sırf para gelecek diye insanları bu gibi onur kırıcı duruma düşürmeye kimsenin hakkı yok. 1 yıldır insanlar işsiz, kısa çalışma ödeneğinden faydalanan kaç kişi var” diye konuştu.
Patronlara sürekli teşvik paketleri açıklandığını anımsatan Berber, “Biz işçilere sürekli engeller çıkarılıyor. Sigorta günün dolmadıysa kısa çalışma ödeneğinden bile faydalanamıyorsun. Keşke işçilerin sağlığı ve nasıl yaşayacaklarına dair mücadele edilseydi. Bugün para gelmeyince hemen işçilerin sağlığını düşündüklerini ifade ediyorlar. Bu video ile de bizim sağlığımız değil, turistlerin sağlığını ne kadar düşündüklerini bir kez daha gösterdiler” dedi.
Birçok ‘şanslı’ turizm işçisinin geçici günlük işlerde çalışmak zorunda kaldığını söyleyen Berber, “Kimi inşaatlarda işçilik yapıyor, kimi yeni yapılan rezidanslarda aile olarak kapıcılık yapıyor” diye konuştu.”
Büyük ülke nidaları atılmaya devam olunurken olmakta olan herkese uygun bir yıkımla, yıldırı halinin takdimi olur. Yukarıdaki tanıklılar bu bahsin bir yüzeyidir. Kötülük hemen her anlamda artık mübalağasız var edilen bir meseldir. Turizm emekçilerinin haklarının bunca rahatça gasp edilmesinden biteviye güncellenmiş olagelen her hamleyle biraz ve az biraz daha çürüme afaki bir çürüme güncellenir. Defaatle sunulan ve paylaşılan her fecaat ve insan yerine konulmamanın var ettiği her eşik başka bir kırılmayı var eder. Bunca açık, bu kadar keskin bir biçimlendirme o çalışan nüfusun yüzde yetmişinin çalışmaya devsm ettirildiği kapatma lafzının ortasında asıl olmakta olanı gösterir. Belirtene gerek kalmadan kesintisiz bir halde hayat memat mefhumu hiç kılınır. Bu bahisler birer hakikatken hala, ama hala mı her şey yolundadır, nedir yani? Bütün bu rüya ülkesi, aşısı tam sınırsız tatil ve konfor anonsları var edilirken çürüme her ne yana çıkmaktadır?
Bianet’ten aktaralım: “Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'den Mersin'e gelen aileye saldırı düzenleyen 3 zanlıdan 2’si tutuklandı.
Jandarmanın yürüttüğü soruşturmada gözaltına alınan S.O., M.F.O. ve M.B. işlemlerinin ardından Anamur Adliyesi’ne sevk edildi. M.F.O. ve M.B. “kasten öldürmeye teşebbüs”, “mala zarar verme” ve “halkı kin ve nefrete teşvik etmek” suçlarından tutuklanırken, S.O. adli kontrolle serbest bırakıldı.
Valilik olayla ilgili yaptığı açıklamada, olayın hasarlı trafik kazasından sonra yaşandığı iddia etti.
Valilik açıklamasında "Olay trafik kazası nedeniyle yaşanmış olup bazı sosyal medya hesaplarında çarpıtılarak yapılan paylaşımlar asılsızdır, tamamen adli bir olaydır. Olayla ilgili olarak 3 şüpheli gözaltına alınmış olup adli süreç devam etmektedir. Irak vatandaşı M.M.K. Anamur Devlet Hastanesinde tamamlanan tedavinin ardından taburcu edilmiştir. Büyük bir üzüntü duyduğumuz olayda yaralanan Iraklı şahıs ve ailesi, ilçemizde bizim misafirimizdir” dedi.
Ne Olmuştu?
Erbil’den Mersin’e gelen Muştaq Mahmood Kareem ile ailesi, dün öğlen saatlerinde Bozyazı’ya bağlı Gözsüzce Sırtlan mevkiinde S.O., M.F.O. ve M.B.’nin saldırısına uğradı. Saldırıda Kareem ile bir aile bireyi yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. Yaralılar tedavilerinin ardından taburcu edildi.
Adana’dan Antalya’ya giden ve yolda olayı görerek müdahalede bulunan görgü tanığı Cihan Kutluk Tekeli Jandarma Karakolu’nda şu ifadeyi verdi:
“Virajlı yollarda trafiğin durduğunu gördüm. Neden durduğunu anlamak için araçtan indim ve o esnada yabancı plakalı beyaz bir jipin en önde durduğunu ve birkaç kişinin kavga ettiğini gördüm.
Kavgayı ayırmak maksadı ile yanlarına gittiğimde 01 YG 428 plakalı siyah Honda Civic marka aracın beyaz jipin önünde durduğunu ve siyah araçtan inen 3 şahsın beyaz jipin sürücüsünü ailesinin yanında öldüresiye dövdüklerini gördüm.
Araçta yolcu olarak bulunan isminin sonradan M.F.O olduğunu öğrendiğim şahıs eline büyükçe bir taş alarak beyaz jipin sürücüsünün kafasına ve yüzüne 4 kere vurdu. İlk vuruşlarında şahıs dengesini kaybederek yol kenarında bulunan bariyerlere doğru devrildi.
Bariyerlerden uçuruma doğru atmaya çalıştılar. Son vuruşunda şahıs bayılarak yere yığıldı. Yerde baygın olarak yattığı halde vurmaya devam ettiler. Şahsın ağzından, burnundan ve kafasından sürekli kan geliyordu.
Daha sonra çevredekilerin 'öldü yeter' diye bağırmalarından sonra şahsı yerde baygın bir şekilde bırakarak araçlarına doğru yöneldiler. Araca binecekleri esnada MF.O. geriye doğru geriye dönerek, 'Bu olaya şahit edeni ileride bekliyor olacağım ve öldüreceğim. Kim bu olaya şahitlik yaparsa... Size burayı dar edeceğim. ... Kürtleri' diye tehditler savurdu.
Daha sonra baygın şahsı kendi çabalarımla kendi araçlarına bindirerek Tekeli Jandarma Karakolu'na yakın olan Aytemiz isimli petrole getirdim ve jandarma ekiplerine haber verdim.”
Her şeyin, hemen her durumda her şeyin yalanlarla geçiştirildiği bir cenahın meseli artık saklanamayandır. Hewler’den Mersin’e gelen Muştaq Mahmood Kareem ile ailesinin ol başına getirilen şey bir yıkım tahayyülüdür. Cürümler birbiri ardına işlenir, ardılı sıra tüm o suçlar görünmez kılındığı var sayılırken olan biten bir nefretin suça dönüşümüdür artık. Kesintisiz bir biçimde bu mefhum konuşulmasın istenir. Kareem ve beraberindeki insanlara reva görülenler bu fasit döngüye mahkum menzilde aslolan hali bildirir. Cürüm, suç, yıkım hep örtbas edilir. Çürüten, kıran ve zayi eden sorgulanmasın istenir her zaman olduğu üzere. Bu vakada var edilmiş olduğu ilan edilen adalet, görünmez addedilenlerde tüm o Bakur Kürdistan’ında süreğen kılınmış olan yıkımların yekununda ne kadar var edilmiştir, mesele hep buradan başlar, başlamaktadır? Hakkın da hukukun da alaşağı olunduğu bir zeminde aralıksız yalanlar, sürekli iltimas geçilen suçlar var edilirken kim hangi yeni ülkeden bahis açabilir, her nasıl?
Bugün her şeyin giderek sarpa sardığı, artık atılan adımlar, verilen sözlerin yekununda, yalandan, riyadan, itham ve inkardan başkasının var edilmediği bir güzergah önümüzde bina edilendir. Düzayak çürümenin mihmandarlığına tabi olan bir devlet aklı her günü ama her bir günü apayrı zehirlemektedir. Nihayetinde basit gibi görünen her mesele, asıl uzun soluklu bir yıkımın da ara bağlacıdır. Erk, muktedir, iktidar pratiklerinin toptan, toplumu hepten ama her dem dönüştüren yüzeyinin var ettiği bir istikamet kabilinden hepimize paylaştırdığı yön bir çürümedir. Bütünüyle ve aralıksız bir biçimde doğruların yerine ikame edilen her şey bu çürümeyi sabit kılmaya vesiledir. İyi de sahiden her nasıl ve her ne biçimde bu çürümeden muaf olunacaktır?
#söz hakkı#meram#arzihal#türkiye gerçeği#başka türkiye var#anlam#yorum#tahayyül#görünen#kılavuz#ana hatlar#muktedir#yıkım#yıldırı#zorbalık#tahakküm etme#sürüncemesiz#mahvediş#rte#akp#mhp#turizm#ne kapanması#covid19#sağlık hakları#insanlık#kürd özgürlük mücadelesi#hewler#ayrımcılık#inkar
0 notes
Text
Siz Söyleyin İçiniz, Yüreğiniz El Veriyor Mu?
Bir yıkım halinin tam ol ortasında hala olan bitenin fecaatini anlaşılır kılmaya çalışıyoruz. Her yanda, her yönde, hemen her günde bariz kılınmış olan tehdit dilinin var ettiği bütün tahakküm etmenleriyle bu güzergah bambaşka bir yıkım silsilesine rehin ediliyor. Ötesi o geleceği bu şimdi dahilinde çalınmış yerde halin perişanlığı belki de tek paylaştığımızdır. Ülke bir toplam, vatan da yaşatan menzilin tanımı iken bu yeni diye sunulanın var ettiği her şey o müşterek tahayyülü hiçleştirmektedir. Bugün peşimizi bırakmayan devletlinin var ettiği şiddetin her nasıl güncellendiği artık yaşadıklarımızın hakikatini de görünür kılar.
Biyopolitik olan edimin / tavırların güncelliği bu sahanın hakikatinin her nasıl sıradana karşıt bina edildiğini aralıksız bir gerçeklikle paylaşır Böyle bir zeminde var edilmiş ola gelenin fecaatine değiniyoruz. Fecaat hayatlarımızın değişmez ögesi kılınırken, yalnız ve yapayalnızca çürümemizin şeceresini biliyor ve bildiriyoruz. Kelimeler, söylevler tüm o söylemler ve çok daha fazlasında ortaya çıkan ülke profilinin yanında icrasına devam edilen tahakküm hallerinde bir ülkeyi zayi etmenin aşılmaz sanılan eşikleri arşınlatılır. Bir yıkım, yıldırı ve tükeniş üçlemesinde, denetim, gözetim ve tahakküm tesilisi kutsanırken hayatın her yandan delik deşik kılınmasının meseline dairdir bu meram.
Bir yıkım halinin güncelliğinde yaşama gailesine vurulan ketlere dairdir meselemiz. Her günü hemen her anı biteviye bir fasit döngüye rehin edilmiş ya da tek hakikati kılınmış olmasının yara verici halidir derdimiz. Derdin bunca ağır, dertlenilenin bunca nobran bir halde her günü zehir ettiği zeminde hayatiyet meselinin örtbas edilmesine mani olmak ancak sorgulamayla mümkün olur. Günce, gündelik halimiz tam kapasite yıkımlara rehin bir yerin tahayyülüdür. Gerçek kılına mesel bir cerahatin var ettiği çürümedir. Hiçbiri asla fasarya olmayan birbirine lehimlenmiş bir yıkım rotasında geleceği belirsiz bir karanlık yer imal olunandır.
Cühela cüretiyle, birlikte kullanılan biyopolitik cürümlerle kullanıla gelen madun siyaset hamleleriyle birlikte, bütünlüklü bir yıldırı / yıkım hali var edilir, bu topraklarda sabit olunur. Cerahat yaygınlaştırıldıkça korku daha da çoğaltıldıkça hayat mahva rehin / tutsak kılınır. Böylesi bir günle, gündemle her adımı çok önceden atılmış, belirlenmiş bir kural tanımazlıkla, bariz bir şablon daimi bir yapılandırma ile hayata kasıt güncellenir. Bir terör düzeninde hayatın perişan olunmasının yolu / yönü güncellenir. Bir şeylerin bildirilmediği, belirli başlı bazı şeylerin anılmadığı, görülmediği bir yerde bir yıkım hali süreğen kılınıyor. Cerahatin güncelliği, yıkımın peyderpey halleri ve üstüne eklenmiş olan her hamlede hayat bir kez daha delik deşik ediliyor.
Devlet denilen mefhum, onarıcı, kapsayıcı, birilerinin yardımına mugayir olmayı çoktandır terk edenlerin elinde bir oyun / yıkım / yok edici olarak biçimlendiriliyor. Bu yeni denilen ülke böylesi bir tahayyülde biçim verilmeye devam ediliyor. Bu bir oyun ya da kurgu, tahayyül değildir. Böylesine doğrudan, erk, muktedir, iktidar saflarından çıkagelen her hamle yıkımın varlığını kesintisiz, çürümenin hazanını aralıksız kılar. Biyopolitik olanın varlığı güncel siyasetin bildirdiği derinlemesine baskı, denetim be tahakküm bu yıldırı halinin sınırlarını örnekler.
Yeni Türkiye dününün güncelliğini şimdinin harala gürelesi içerisine taşımakta ısrarcılar tarafından var edilendir. Bir biçimlendirme hali dahilinde öyle bir oyun sahasıdır ki sonuç / neticelerin tamamı sıradanın düş kırımına çıkmaktadır. Bir düş kırımının var edildiği yerin güncelliğidir mesel olunması gereken. Kitabi, doğrudan yazıldığı gibi değil doğrudan başkalaşmış her günü apayrı bir vahşetle kuşatılmış yerin hakikat kılınmasıdır mesele. Cürümler coğrafyasında yaratılan çukur, var edilen kötülük, kesintisiz kılınan cerahatin her neyi ortaya çıkarttığıdır mesele.
Bir oyun kurgusunda canların tükenişi, yıkımın gündelikliği kesintisiz var edilir. Bir yıkım halinin ortasındaki cüretle hayat üstü çizilmeye devam olunur. Bir istenç ya da tahayyül olarak değil yaşam ihtimalinin bunca rahatça sıfırlanabilmesidir sorun. Bariz bir hiç etme güncelliğinde hayatın her nereye doğru dönüştürüldüğünü görmektir mesele. Farkına varalım ta da kenarından kıyısından dolanalım var edilen yıkım bir sorunun ta kendisidir, ki hepimizi bağlar! Öyle bir zaman aralığında, cürmün aralıksız kılındığı bir sahnede hayat bahsinin sürekli olarak yıkımına şahitlik ediyoruz. Yıkım peyderpey bütün bu ülke denileni kuşatan çürüme sürekli bir meseledir. Cerahatinin altında kalakaldığımız menzil bir hakikati bildiriyor artık. Eş zamanlı olarak hayatın törpülenip, tırpanlanıp yok edilmesi bir sürekli mesel kılınıyor. Şimdi yeni ülke denilen bir topyekûn yangın yeridir.
Independent Türkçe'de Ali Kemal Erdem ile Büşra Abay'ın haberidir: “Kocaeli'nin Kartepe ilçesine bağlı Acısu Mahallesi’nde yaşayan dokuz yaşındaki Suriyeli Vail Es Suud adlı Suriyeli çocuk, mezarlık kapısında asılı olarak ölü bulundu. Vail, sürekli gittiği Acısu Seyyide Aise Cami’nde kılınan cenaze namazının ardından kapısında asılı bulunduğu mezarlıkta defnedildi.”
Yapılan ilk tespitlerde çocuğun intihar ederek yaşamına son verdiği iddia edildi. Buna dayanak olarak da Vail’in olaydan kısa süre önce takıldığı bir kamera görüntüsünde elinde olayda kullanıldığı iddia edilen iple yürürken görülmesi gösteriliyor.
Acılı baba çocuğunun okulda diğer çocuklarca “Suriyeli” denilerek dışlandığı iddiasını doğrulayarak oğlunu ve Kartepe’ye nasıl geldiklerini anlattı. Veterinerlik mezunu olduğunu söyleyen Es Suud, Suriye'de polis şefliği yapıyordu. Suriye krizinin başlamasının ardından yaklaşık dört buçuk yıl önce ailesiyle birlikte Türkiye'ye geldi. Bir süre Ankara ve İskenderun'da veterinerlik yapan Es Suud, bir buçuk yıl önce Kocaeli'ne geldi.
“Vail, hassas, zeki, hayatı seven, sakin bir çocuktu. Yaşına göre olgundu. Her sabah kendi hazırlıklarını kendi yapar öyle okula giderdi. Çevresinde çok sevilirdi. Camiye giderdi müezzinlik yapardı hocayla birlikte. Hata yapmaktan çok çekinirdi.”
Vail'in olaydan bir gün önce okulda arkadaşlarıyla kavga ettiğini ve hırpalandığını söyleyen baba Suud, “Yer kavgası olmuş, çanta asma mevzusundan. Ancak bu kavgadan bize bahsetmedi. Olaydan sonra Türk arkadaşlarından duyduk” ifadelerini kullandı. Babasının anlattığına göre Vail, okulundaki tek Suriyeliydi ve çok büyük bir hevesle okuluna başlamıştı. Ancak okuldaki arkadaşları tarafından sürekli olarak "Sen Suriyelisin" denilerek dışlanıyordu ve Vail, bu durumu ailesine de anlatıyordu.
“Mustafa Es Suud, oğlunun olay günü camiye gitmek için evden çıktığını söyledi: O gün okuldan gelmiş kız kardeşiyle yemek yerlerken ikindi okununca "Ben camiye gidiyorum" diye evden çıkmış. Zaten sürekli ikindiye camiye giderdi. O gün de camiye gitmiş ondan sonra dönmemiş. Suriye’de polislik de yapan baba Es Suud, oğlunun ölümünün gerçekten söylendiği gibi intihar mı yoksa cinayet mi olduğunu bilmediğini bunun araştırılması gerektiğini de söyledi. Baba Es Suud, Suriye’deki savaştan canlarını kurtarmak için Türkiye’ye geldiklerini belirterek, Suriyelilerin gitmesi yönünde yapılan çağrılardan duyduğu üzüntüyü şöyle anlattı: Sürekli Suriyeliler gitsin deniyor. Daha ne kadar buna maruz kalacağız. Bunu diyenlere sesleniyorum Bize ayda bir toprak parçası verin gidelim. Yoksa nereye gidelim. Buraya geldik çünkü Türkleri kardeşimiz olarak gördük. Suriyeliler gitsin diyenlerin bizi kendi iç siyasi tartışmalarına alet ettiklerini düşünüyorum.”
Gazete Fersude’den iliştirelim: “Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde yaşayan 9 yaşındaki Suriyeli Vail El Suud isimli çocuk mezarlığın kapısına kendisini asarak intihar etmesi sonrası başlayan ve özellikle çocuklara yönelik ırkçı saldırı ve tacizlerin tartışmalarında Suriyeli çocuklar yaşadıklarını anlattı.
Özellikle Suriyeli göçmenlere yönelik yaşanan ırkçı saldırı ve tacizler en son 9 yaşında bir çocuğun intihar etmesine sebep oldu. Toplumda büyük bir tepkiye sebep olan intihar olayı özellikle göçmen çocuklara yönelik yapılan ırkçı saldırı ve tacizleri tartışmaya açtı. Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan bir video haberde, Suriyeli çocuklar, yaşadıkları ırkçı saldırı ve tacizleri anlattı. Yayınlanan video da 12 ile 15 yaşındaki Suriyeli çocuklar yaşadıklarını anlattı.
Hasan 12 yaşında – Vatanımla dalga geçiyorlardı, bu beni çok üzüyorlardı.
Ömer 12 yaşında – Beni oyuna almıyorlar, biz Türkiyeliyiz, Türk olsaydın bizlen oynardın, git Suriyelilerle oyna.
Hüseyin 12 yaşında – Bazı arkadaşlarımla oyunda ben yeniyordum, bir arkadaşım bu Suriyeli bununla mı oynuyorsunuz diyordu.
Leyla 15 yaşında – Ne zaman döneceksiniz, mahvettiniz ülkemi dediklerinde üzülüyordum
Hasan – Vatanım benim, burada dalga geçileceğine vatanıma giderim orada yaşarım güzelce.
Fatıma – En çok orada yaşadığımız anılar, çok güzel yaşadığımız yerler, evimiz orada. Tabi ki döneceğiz.
Gitmek isterim, orası benim ülkem. Bazıları iyi davrandı. Git oradan seninle oynamak istemiyorum diyorlardı. top gibi bırakıyorlar.
Hüseyin -Önce bir tanıyın, belki seversiniz belki sevmezsiniz.
Biraz empati kurun, lütfen benimle dalga geçmeyin. Ben sizinle dalga geçsem hoşunuza gider mi.
Fatıma: Bir öğretmen kalktı bana dedi ki, sen burada niye okuyorsun, git ülkene, niye buradasın, git Suriye’ye, bir daha geri gelme. Ben sustum. Tuvalete gittim ağladım.
Yapmasınlar, mutsuz ediyorlar beni. Bende insanım, bende de aynı huylar var.
Her ülke de olduğu gibi iyisi de var kötüsü de var. Bir tanımaya çalışın. Bu insan böyle mi değil mi. Çok ön yargıyla yaklaşmamak gerekiyor.”
Bir çocuğun öyle ya da böyle bu “hayat sahnesinden” çekip gitmesinin aması, fakatı bir yana, doğrudan yıkımın gözümüzün önünde var edilmesi öte yana, çocuklar ölmesin diye bir meselin adının dahi anılmadığı, izinin bile bırakılmadığı bir güncellikte kaçıncı çocuk olur Vail Es Suud. Büyüklerin laflarını alt eden küçük insanların söylediklerinin ne kadar farkındadır bu ülke? Leke sürülmekten, ayrımcılığa, had / hudut bildirimlerinden bir kez olsun onları anlamadan geçirilen günlere böyle bir menzilde var edilen kaçıncı kurbandır ol Vail Es Suud? Bir çocuğun canını çalan yerde ah hiç tükenir mi? Böylesi bir yıkımın hesabını her kim, hangi Suriye politikası, hangi mülteci hakları verebilecektir? Hiç mi ama hiç mi düşünmüyorsunuz?
Rudaw Türkçe’nin haberidir: “Amedspor’un, Sarıyer deplasmanında oynadığı maçta misafir takım listesinden maç izlemeye gidenler, Sarıyerli taraftarlar tarafından linç edildi. Saldırıya ilişkin konuşan Amedspor Başkanı Metin Kılavuz, saldırının maç öncesi bir grup Sarıyer taraftarının ırkçı paylaşımlarının tezahürü olduğunu belirterek, saldırıları kınadı. Deplasman öncesi günlerdir sosyal medya üzerinden Amedspor’a yönelik ırkçı paylaşımlarda bulunduğunu hatırlatan Kılavuz, sözlerine şunları ekledi:
“Amedspor maçına gitmek isteyen ve taraftar yasağından haberi olmayan Mehmet A. K. adlı taraftarımız, metrodan inip Sarıyer stadına giderken bir grup Sarıyer taraftarı tarafından önü kesilerek, ‘nereye gidiyorsun?’ sorusuna, ‘Amedspor maçına gidiyorum’; ‘Kürt müsün?’ sorusuna ise ‘Evet’ cevabını verince de linç girişimine maruz kalmış ve darp edilmiştir. Yöneticilerimiz, bu arkadaşımız ile birlikte yasal girişimleri yürütmektedir. Amedspor protokol listesinde ismi bulunan 3 arkadaşımız ise yine stadyum girişinde darp edilmiştir. Sarıyer Spor kulüp başkanının ve yöneticilerinin araya girmesi ile arkadaşlarımız stadyuma girebilmişlerdir.”
Sarıyerspor Kulüp Başkanı ve yöneticilerine sağduyularından dolayı teşekkür eden Kılavuz, “Her ne olursa olsun Amedspor, şehrimize gelen takımları misafirperverliğe uygun bir yaklaşımla karşılamaya devam edecek ve barış kervanı misyon ve vizyonundan vazgeçmeyecektir” dedi.”
Her yanda, her yönde, hemen her günde bariz kılınmış olan tehdit dilinin var ettiği bütün tahakküm etmenleriyle bu güzergah bambaşka bir yık��m silsilesine rehin ediliyor. Bir canı gözden çıkartmanın, linç etmenin, yolunda ve güzergahından alıkoymanın, hiddetle hemhal bir tahayyülle cana kastın var edildiği bir sahada ne şimdi vardır, ne de bir yarın. Bugün yaşadığımız güncelliğin şu yukarıdaki gibi kırımlarla beraber şekillendirilmesi tüm o yıkımı da yeniden var etmektedir. Yaşatan bir sahadan çıkışın yönü keskinleştirilip, her günü bir öncesinden ağır yıkımlara terk edilmesi hakikate ulaştırılandır. Böylesinden, bu kadar afaki bir yıkım ikliminde, onca düşman yaratımı, bir dolu hakaret telaffuzunun, madun siyasetin var ettiği kötülüğün karşılığı sokakta, işte, direnişte, siyasette, her yerde ve her şekilde linçtir.
“Patnos L Tipi Cezaevi’nde kalan ve 6 gün önce Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Dursun Odabaşı Hastanesi’nde tedavi altına alınan 59 yaşındaki hasta tutuklu Kinyas Gülcan yaşamını yitirdi. 1993 yılında cezaevine giren ve 10 yıl cezaevinde kalan Gülcan, 1 Eylül 2018 tarihinde bir kez daha “Örgüte yardım ve yataklık” ettiği iddiasıyla tutuklandı. Yargılandığı davadan 6 yıl 3 ay hapis cezası alan hasta tutsak Gülcan’ın 6 gün önce vücudunun enfeksiyon kapsaması sonucu hastaneye yatırıldığı belirtildi. Bu akşam (Pazar) yaşamını yitiren hasta tutsak Gülcan’ın Iğdır’da bulunan ailesi hastane önüne gelirken, HDP Van il örgütü ile milletvekilleri de hastaneye geldi.
Gülcan’ın oğlu Mehmet Gülcan, babasının 6 gün önce hastaneye getirildiğini ancak kendilerine haber verilmediğini belirterek, “Babam birçok kez anjiyo olmuştu. Yine fıtık ve birden fazla hastalığı vardı. Babam geçirdiği ameliyatlardan sonra cezaevinde kaldığı için vücudunun tamamı enfeksiyon kapmıştı. Avukatlar ve biz birçok kez babamızın hastane kalmaması gerektiğini söyleyerek savcılık ve gerekli yerlere başvurduk. Ancak yaptığımız tüm başvurular sonuçsuz kaldı. Babam 6 gün boyunca buradaki tutuklu koğuşunda kalmış ama kimse onunla ilgilenmemiş. Üç gün sonra doktorlar gelip onu yoğun bakıma almışlar. Babamın tüm vücudu bu arada enfeksiyon kapınca hayatını kaybetmiş. Yapılacak otopsi sonrası Gülcan’ın Iğdır Merkeze bağlı Özdemir (Panîg) köyünde toprağa verilmesi bekleniyor.”
Bir linçten bir başkasına, bir kırımdan bir diğerine, bir hezimetten, bambaşka bir tehdit güncesine, her yerde, hemen her şekilde bu toprakların yaşamla olan ilintisini kesintisiz bir biçimde yıkmak, güncellene gelendir. Bu kadar açık bir biçimde dibine doğru göçmeye devam eden, her yanından yaralar fışkıran, kesiklerle donatılan, eksiklerle iyice sınanan, kanla sulanan, gözyaşı ile sınanan bir menzilin yolu hayattan geçer mi? Bu kadar yıkım, böyle bir kindarlık düzeneği ile nefret siyasetinin var ettiği kötürüm halle ve hep daha fazla kötülükle bir hayata varılabilir mi? Devlet susuyor, devlet onaylıyor, devlet yok ediyor, siz söyleyin içiniz, yüreğiniz el veriyor mu? Böyle bir yıkım şablonu sahiden de zorunuza gitmiyor mu, sahiden! Bu kadar kötülükten mülhem bir yer hala ülke mi, sahiden soruyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Characterize – Giorgos KASAPIDIS v/ Kiosk Of Democracy
Son Not: Yerel saat ile 16:00’dan itibaren T.C. Kuzey Suriye ya da daha bilindik ismiyle Rojava’ya ilk saldırısını gerçekleştirir. Sınır boylarında bekletilen, Işid’den El Kaide’ye uzanan, daha önce onlarca isimle anılmış terör şebekelerinden medet umup, bir kısım katili kiralayarak bir devrimi sonlandırma gailesine düşer. Büyük yorumlara gerek yok. Tecavüzcü, katil, hırsız, yobaz, dayatmacı ve hep kötü, saf kötüleri öne sürüp, geri plana ordunun ne kadar mühimmatı varsa bunu kullanıp bir işgal / iğfal projesi dünyaya rağmen var edilmeye çalışılır. Yurtta sulh, cihanda sulh diye bir vecizi her yerde gurur nişanesi diye sunanlar, inkar ettikleri soykırımı temellendiriyorlar... Bu da bu ülkenin ayıpları hanesinde, o ellerindeki kanla yazılıyor. Ah var!
#yıkım#yıldırı#devlet#tahayyül#çürüme#ırkçılık#veil el suud#çocuklar#çocuk hakları#insanlık suçları#suriyeliler#göçmenler#yaşama mücadelesi#hak arama#insan hakları#tahakküm#kötülük#kürd#düşmanlık#sarıyer#saldırı#taciz#mahpushane#tecrit#biyopolitika#cerahat#arzihal#mesel
0 notes