#gümüş grup
Explore tagged Tumblr posts
rayhaber · 3 months ago
Text
Rubin-2 Teknik Direktörü Gökdeniz Karadeniz Eylül Ayının En İyi Antrenörü Seçildi
Rubin-2 Teknik Direktörü Gökdeniz Karadeniz Ayın En İyi Antrenörü Seçildi FNL-2 grup 4’te başarılı performansıyla dikkat çeken Rubin-2’nin teknik direktörü Gökdeniz Karadeniz, eylül ayının en iyi antrenörü unvanını kazandı. Kazan ekibi, bu ay içerisinde gerçekleştirdiği dört maçta üç galibiyet ve bir beraberlik alarak büyük bir başarıya imza attı. Krylya Sovetov-2 karşısında 5-1’lik net bir…
0 notes
amezhu · 3 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
230. BÖLÜM - Hünerli zar - Yuvarlanan hep yek kalbi korkutuyor - 2
Eğer devasa ilahi heykel orada olsaydı kolayca birkaç dev adımı ile karşıya geçebilirlerdi. Ama Xie Lian tarafından kötü ruhları bastırmak için kraliyet başkentinde bırakılmıştı, üç dağ ruhu da bir kılıca dönüşmüştü yani gelmemeleri en iyisiydi.
“San Lang, gümüş kelebekler bizi karşıya geçirebilir mi?” Xie Lian sordu.
“Lavın buharıyla gümüş kelebekler nehrin karşı yakasına kadar yarıya kadar eriyebilir.”  Cevapladı Hua Cheng.
Geçişin yarısında havadan düşüp lav akıntısının tam ortasına çakılmak pek de iyi olmazdı. Ancak Hua Cheng ekledi, "Ama hazır bir yol var."
Grup bakışlarını onun baktığı yere çevirdi ve bir an sonra Xie Lian, "Lavların içinde neden insanlar var?" diye haykırdı.
Bu kesinlikle doğruydu, Xie Lian halüsinasyon görmüyordu. Tam o anda lavların içinden trajik bir şekilde solgun bir elin yuvarlanarak gökyüzüne doğru uzandığını gördü. Mu Qing daha yakından inceledikten sonra, "Gerçekten varlar! Ve sadece bir tane de değil?" dedi.
En az binden fazla insan vardı, nehrin yüzeyinde yüzen bir dizi vücut ve kafa, bazıları lav akıntısının akıntısıyla yuvarlanıp dönüyordu ve hatta bazıları akıntıya karşı akıyordu. Vücutlarının hepsi tuhaf bir beyazdı, yüzleri bulanıktı.‌ ‌
Gerçek yaşayan insanlar değillerdi. Xie Lian durumu çözdü, “Onlar şu WuYong Kraliyet başkentinin boş kabuklu insanları‌...‌ lav buraya doğru sürüklenmiş.”‌
Onların savaş yeteneklerine göre bu boş kabuklu mutantları basamak olarak kullanıp zıplamak çok zor değildi. Yalnız, bu merhum ruhlar yanan akıntıda işkence görüyor gibi mücadele ediyorlardı bu yüzden üstüne onların da basması cidden trajik olurdu. Ama şu an endişelenecek zaman yoktu. İlk Mu Qing ileri atıldı, doğru yeri hedef alarak birkaç aşağı yukarı zıpladıktan sonra karşı hendeğe ulaştı, nehrin diğer kıyısında durarak geldiği yoldan geriye baktı. Xie Lian Guoshi’ye döndü, “Önce sizi karşıya geçireyim.”
Guoshi sonuçta bir savaş tanrısı veya dövüş sanatlarıyla uğraşan birisi değildi bu yüzden birinin onu karşıya geçirmesi gerekiyordu. Kafasını salladı ve ileri gitti. Ancak Hua Cheng konuştu, “Gege, ben yapayım.”
Xie Lian akışına bırakıp kabul etti, “Pekala.”
Böylece Hua Cheng ileri gitti ve yaşlı bir kıdemliye yardım ediyormuş gibi Guoshi’nin kolunu tuttu, “Guoshi, efendim, lütfen. Adımlarınıza dikkat edin.”
Guoshi dönüp ona yardım edenin Xie Lian olmadığını gördüğünde kaşlarını çattı, “Ha? Neden sensin?”
Xie Lian'ın tahminine göre, birincisi, Hua Cheng Xie Lian'ın yanına bir başkasını almasının uygun olmayacağından endişeleniyordu, ikincisi ise Hua Cheng belirli bir amaç uğruna büyüğünün önünde kendini biraz göstermek, özenli bir çalışkanlık sergilemek istiyordu ve bu yüzden görevi devralmayı teklif etti. Bunu gören Xie Lian elinde olmadan bir kahkaha attı ve bunu hafif bir öksürükle gizledi, "San lang çok içten bir şekilde size yardımcı olmak istediğini söyledi, bu yüzden ben..."
Hua Cheng ise yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle, "Benim ya da Gege'nin olması fark eder mi? Ayrıca, size çok saygı duyuyorum efendim, bu yüzden elbette yardımcı olmaktan çekinmem, bu kadarı hiçbir şey."
Guoshi bir an için suskun kaldı ve ardından, "Eğer bana gerçekten saygı duyuyorsan o zaman yüzündeki sahte gülümsemeyi kaldır. Bu sahtelik gerçekten çok fazla..." dedi.
Hua Cheng hemen gülümsemeyi bir kenara bıraktı, "Ah." Ardından, başka bir şey söylemeden Guoshi'yi taşıdı ve bir anda çoktan diğer kıyıya taşınmıştı bile. ‌
Hareketleri acayip hızlıydı, Guoshi tepki bile veremeden önce çoktan Mu Qing’in yanına getirilmiş, tamamen serseme dönmüştü. ‌Hua‌ ‌Cheng’in çizmeleriyle üzerine bastığı boş Kabuklu insanlara gelince, üzerlerine basıldığının farkına bile varmadılar ve kafalarını kaldırdıklarında tek gördükleri bir hiçlikti, lav akıntısında yüzmeye devam ederek başlarını ovuşturdukça şaşkına döndüler. Sonunda kendine gelen Guoshi Hua Cheng’e bir bakış atarak yorumda bulundu, “Fena değil, sanırım.”
Diğer taraftan Xie Lian düşündü, ‘çok katı. Bu yeteneklere nasıl sadece fena değil denilebilir?’ Ardından seslendi, “Ben de şimdi geliyorum!”
Hua Cheng o tarafa döndü, “Gege, öncelikle orda kal, seni gelip alacağım!”
Ancak Xie Lian onun sözlerinden daha hızlı hareket ederek çoktan yukarı doğru sıçramış ve ayak parmakları yüzünü yukarıya çevirmiş yüzen Boş Kabuklu bir mutantın karnına hafifçe çarpmıştı. Ayaklarının altındaki katı gövdenin alçaldığını hissetti, ancak çoktan tekrar sıçrayarak ilerideki bir başka Boş Kabuklu mutantın kafasına çarpmıştı.
Bu şekilde beş ya da altı tanesinin üzerinden geçerek lav akıntısının ortasına geldi.
Xie Lian tam bir sıçrama daha yapmak üzereyken, vücudu aniden çöktü ve neredeyse dengesini kaybediyordu. Kendini sabitlemek için kıyaslanamayacak kadar hızlı tepkisini kullanarak aşağıya baktı ve ayaklarının altındaki mutant gerçekten de uzanıp botunu yakaladı!
"Ah hayır, yine mi!" Xie Lian içinden inledi.
Yine korkunç şansı ona darbeyi vurmuştu. Kendisinden önceki insanların hepsi nehri sorunsuz bir şekilde geçmişti, ama zor bir canavarla karşılaşan, sağ ayak bileğini yakalayan ve atlamasına izin verilmeyen sadece o olmalıydı!
Bu boş kabuklu mutantların içleri boş olduğundan lav akıntısının yüzeyinde yüzebiliyorlardı ama çok fazla ağırlığı destekleyemezlerdi. Kaynayan buharda Xie Lian’da terliyordu, kolluklarının bir kenarı tutuşmuştu bile. Eğer orada kalmaya devam ederse kendisiyle birlikte üzerine bastığı kabuk lavın içine batacak, tüm vücudu alev alacaktı.‌ ‌
Son saniyede, bu kriz anında Xie Lian'ın aklına bir fikir geldi ve RuoYe uçarak dışarı çıktı, yaklaşık üç metre ileriden başka bir Boş Kabuklu mutantı yakaladı ve sol ayağını mutantın sırtına basarak onu sürükledi. Böylece, iki taş boş kabuk tek kişinin ağırlığını destekleyerek kaldırma kuvvetini arttırdı, böylece hemen batmayacaktı. Krizi önleyen Xie Lian, Fang Xin'i çekip çıkardı ve onu yakalayan kolu kesti. Tekrar dışarı fırlamak üzereyken, kırmızı bir gölge çoktan yanına düşmüştü ve Xie Lian konuştu, "San Lang? Ben zaten iyiyim. Gelmene gerek yoktu."
Hua Cheng uzaktan avcunu açarak Xie Lian'ı yakalamış olan içi boş mutantı patlattı. "Kıyıya çıktıktan sonra konuşalım."
İkili kıyıya geldi ve Xie Lian, "Özür dilerim, seni endişelendirdim,"
“Benim hatam.” Dedi Hua Cheng, "Karşıya geçmeden önce seni almamı beklemeni söylemeliydim."
"Tamam, tamam." Guoshi azarladı, "Tartışmayın. Ekselansları o kadar zayıf değil, siz gitmeseniz de kendi başının çaresine bakabilir, neden gidip onu getirmek zorundaydın? Gelin! Bu taraftan."
Grup kıyıya tırmandı, bir süre daha yürüdü ve WuYong sarayının önüne geldiler.‌ ‌
Sarayın yarısı yerin altına gömülüydü, grup içeri girdikten sonraki yol eğimli ve düz bir şekilde yeraltının derin girintilerine doğru gidiyordu.
Yer üstünü terk eden kavurucu hava yavaş yavaş soğudu. Tüm yeraltı sarayı bomboştu, en küçük bir hareket bile yankılanırdı.
Gruptaki her biri ayrı ayrı bir avuç içi meşalesi yakarak çevreyi aydınlattı. Bu saray uzun zamandır mühürlenmiş olsa da hala oldukça şatafatlı ve görkemliydi, ateş ışığı birçok altın rengi, parıldayan desenleri, yontulmuş sütunları ve boyalı binaları yansıtıyordu. Ancak bir ruh olmadan hava tıpkı bunun devasa bir türbe olması gibi ölüydü.
“Burası ekselanslarının büyüdüğü yer.” Dedi Guoshi.
“Cidden burada mı?” Mu Qing sordu.
“Sence?” Guoshi cevapladı, “burası onun güçlerinin en kuvvetli olduğu yer, bu yüzden, kendinizi kollayın.”
O sırada Xie Lian aniden bir şey fark etti.
Hua Cheng'in belindeki E-Ming'in kabzasındaki gümüş göz topu hızla dönüyor, anormal derecede tedirgindi. Ancak Hua Cheng’in onu görmezden gelmiş ifadesi hala sakin ve odaklı haldeydi. Xie Lian yaklaşıp onu okşamaktan kendini alamadı, E-Ming ancak o zaman biraz daha sakinleşmişti. Hua Cheng yavaşça aşağı baktı, Xie Lian’ın elinin hala kılıcın kabzasının üzerinde olduğunu görünce konuşmak üzereydi ki o sırada büyük salonun köşelerinden bir dizi “hehehe” kıkırdamaları geldi.
Orta yaşlı bir adamın sesiydi. sanki planlanmış bir şeymiş gibi sinsi ve kurnazdı, Xie Lian’ın tüm sırt tüyleri diken diken olmuştu. Ve o sesi daha önce duymuştu.
Cenin ruhunun sesiydi.
Mu Qing bağırdı, “ORADA!” Bir izi üstlerindeki boşluğu aydınlatarak dışarı fırladı. Sarayın tavanının uzun köşelerine doğru bastırılmış beyaz bir şey topağını görebiliyorlardı, o cenin ruhuydu.
Uzun, parlak dili sanki kendi uyuzunu kaşıyormuş gibi kendi sırtını yalıyordu. Uçarak gelen alevleri görünce kıs kıs güldü ve Mu Qing'e doğru kusmuk gibi bir şey fırlattı. Mu Qing tüm yüzünde aşağılayıcı bir ifade ile ondan kaçındı. Guoshi önce yerdeki yapışkan maddeye ardından yukarıdaki cenin ruhuna bakarak iğrenti ile konuştu, “Bu cidden velet Feng Xin’in çocuğu mu???”
Xie Lian derhal seslendi, “Bekle! Cuo Cuo! Sen Cuo Cuo’sun, değil mi?”
Cenin ruhu kendi adını duyunca bir duraksadı ve ona baktı. Xie Lian, “Cuo Cuo, buraya ba… ba… babanı bulmaya geldik. Nerede olduğunu biliyor musun?”
Cenin ruhu ‘baban’ı duyunca homurdandı ve uzuvlarını kullanarak pata-pata sürünerek ortadan kayboldu. Xie Lian seslendi, “CUO CUO? Çabuk, onu bulalım!”
Grup, avuç içi meşalelerini hemen daha parlak yakarak her tarafı araştırdı. Aniden Mu Qing haykırdı, “BU YOLDAN?”
“Hangi yol?” Xie Lian cevapladı.
Mu Qing bir yolu işaret etti, “Az önce oraya gittiğini gördüm.”
İşaret ettiği yol bir saray binasının tarafında dar, unutulmaz ve kasvetli uzun bir koridordu. Nereye gittiğini söyleyemeseler bile iyi bir olmayacağı açıktı.
Peşinden Hua Cheng konuştu, “Gerçekten oraya gittiğini gördün mü?”
Mu‌ Qing‌ sinirlenerek cevap verdi, “Size yalan borcum mu var?”
Hua Cheng hiçbir duygu barındırman ve arkadaşça olmayarak ‘hah’ladı. Guoshi azarladı, “Siz ikiniz de böyle bir zamanda ne için kavga ediyorsunuz? Şüpheli olan hiçbir yeri gözden kaçırmayın, yani sadece bir baksak bile sorun değil.”
O uzun koridor çok dardı. Eskiden daha geniş olmalıydı ama görünüşe göre ezilmişti ve şimdi aynı anda sadece bir kişinin geçebileceği bir hal almıştı. Belli ki Mu Qing Hua Cheng’in şüphe dolu ses tonuna içerlenmişti bu yüzden ilk o gitti. Hua Cheng doğal olarak Xie Lian’ın önünden yürüyerek ona yol açtı ama Xie Lian Hua Cheng’in belindeki E-Ming’in gözünün yine vahşice döndüğünü fark etti. Zihni harekete geçti ve anında Hua Cheng'i arkasına çekti. Hua Cheng şaşırmıştı, “Ne oldu?”
Xie yavaşça boğazını temizledi, “Seni koruyacağımı demedim mi… Arkamda dur.”
Bir an sonra Hua Cheng nazikçe güldü.
Derine ilerledikçe Xie Lian daha da rahatsız hissetti. Söz konusu tehlike olunca onun iç güdüleri inanılmaz şiddetliydi ve onu rahatsız eden şey ileriden geliyordu.
“Guoshi, bu yolun nereye çıktığını hatırlıyor musunuz?” Xie Lian sordu, “Nasıl oluyor da ne kadar çok yürürsek, o kadar çok ağırlaştığını hissediyorum.”
Kana susamış aura.
Ve bu canlı bir kana susamış aura değildi, çok soğuk ve donmuş bir auraydı. Ne kadar derine inerse o kadar gerginleşiyordu.
Ancak Guoshi ona cevap vermedi. Bir şey Xie Lian’in zihnine tıkladı ve Lian tekrar sormak için sesini yükseltti, “Guoshi?”
Hala cevap yoktu. Xie Lian kafasını çevirdi ve kim bilir ne zamandan beri arkasında tek bir ruh bile yoktu!
Bunu daha önce fark etmemesinin nedeni, Hua Cheng ve Guoshi'nin bıraktığı fener ışıklarının hâlâ havada süzülüyor olması ve onu takip ederek ortadan kaybolan ustaların yolunu aydınlatmasıydı. Mu Qing de dönüp baktı ve şok oldu: "Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur nerede?"
Xie Lian geldikleri yoldan geri dönmek için tek kelime etmeden dışarı çıktı. Mu Qing onu yakaladı, "Ne yapıyorsun? Neredeyse vardık! Ayrıca, Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un geri döneceğini gerçekten düşünüyor musun?"
"...Hayır." diye yanıtladı Xie Lian. Hua Cheng'in tek kelime etmeden asla tek başına geri dönmeyecek olması korkutucuydu!
Xie Lian aniden Hua Cheng'in üzerinde bıraktığı şeyi hatırladı ve bakmak için aceleyle elini kaldırdı. Üçüncü parmağındaki Hua Cheng’in iyi olduğu gösteren kırmızı ipin hala parlak ve aydınlık olduğunu görünce‌ ‌Xie‌ ‌Lian‌ rahatça iç çekti.‌ Yine de Hua Cheng'in onlar gelmeden önce yuvarladığı iki tekli zarı hatırladığında kaşlarının gerginliği arttı.
"Geri dönsen bile büyük olasılıkla hiçbir şey bulamayacaksın." Dedi Mu Qing, "Öyleyse neden ilerlemeye devam edip içeride tam olarak ne olduğunu görmüyorsun? Aksi takdirde geri dönüp hiçbir şey bulamazsan ve tekrar geri gelmek zorunda kalırsan zaman kaybetmiş olmaz mısın?"
Xie Lian tam konuşmak üzereydi ki aniden nefesini tuttu, "Şşşt. Dinle. Bu ses de ne?"
Mu Qing de dikkatle dinledi.
Bu, derin ve sessiz nefes alan bir adamın sesiydi.
İleriden geliyordu!
İkisi de tetikteydi ve silahlarını sıkıca kavrayarak ileri doğru yürüdüler.
Sonunda uzun koridordan çıktılar ve bir odaya geldiler. Mu Qing dikkatle odanın etrafını kolaçan ederken, Xie Lian parmağıyla bir fiske vurarak ön tarafa küçük bir alev ışığı gönderdi ve anında yere yığılmış bir figürü aydınlattı.
Xie Lian o figürün arkasını görür görmez onu tanıdı ve hemen ayağa fırladı, "FENG XIN?!"
Ters dönmüş adam cidden de Feng Xin’di. Her yeri derin kesikler ve yanıklarla kaplıydı ama hayati bir tehlikesi olmamalıydı. Xie Lian kendine gelene kadar bir süre sırtını sıvazladı, uyandığı an küfürler savuruyordu ki Xie Lian’ı fark ettiğinde küfürler etmeyi bıraktı, “Ekselansları??? Neden geldiniz?”
Xie Lian bir nefes verdi, “Neden önce bana buranın neresi olduğunu söylemiyorsun?”              
Feng Xin oturdu ve etrafına baktı, “Burası neresi?”
Beklendiği gibi Feng Xin de bilmiyordu, Xie Lian bir şey sormadı. Xie Lian başını salladı ve uzandı, “Önce kalk. Seni bulduğumuza göre San Lang’ı aramalıyız.”
“Çiçeğe Uzanan Kızıl Yağmur’dan mı bahsediyorsun?” Feng Xin sordu, “Ona ne oldu? Seninle değil mi?”
“Öyle bir şey.” Xie Lian başladı, “Beraberdik…” Cümlesini bitiremeden Feng Xin elini kaldırdı, “Bekle! Arkandaki kim?”
Xie Lian arkasına baktı ve sadece gölgelerin içine gömülmüş, hareketsiz bir figür gördü, “O Mu Qing. Ne oldu?”
Feng Xin’in göz bebekleri aniden küçüldü, “TUT ONU! ÇABUK!”
13 notes · View notes
ceyflap · 18 days ago
Text
1
Her gün olduğu gibi, sabah genel mutsuzluğumla uyandım. Sayfaların, şişelerin ve izmaritlerin kirlettiği odamdan görece daha az dağınık olan mutfağıma ilerledim. Bir çok eski paketin arasından yarısı dolu olan sigara paketimi bulup, sigaramı dudaklarımın arasına aldım. Çakmağı ateşlediğimde çıkan ses ile ev bir anda doldu, sessizlikten rahatsız olduğumu hissedip bir müzik açtım. Tezgaha ilerleyip kahve yapmaya koyuldum, bu sırada müzik ilerledikçe zihnime belli görüntüler gelmeye başladı. Sanırım bu gece gördüğüm rüyamı hatırlıyordum - ya da çalan müzik hatırlatıyordu bana bunu - olduğum yerde kelimenin tam anlamıyla durup kendimi düşünmeye ve hatırlamaya zorladım. Her şey kesik kesikti, kahvem demlenirken odama dönmeye karar verdim belki de uyumadan -sızmadan- önce ki gördüğüm son şeyler o rüyanın daha net hatırlanmasına yardımcı olacaktı.
Uzun süredir yeni şeyler deniyorum, tek başıma bir şey yapmayı beceremem. Ve insanları da sevmem bu yüzden evimden çıkmazdım fakat dediğim gibi "yeni şeyler" deniyorum. Birkaç gündür bir bara geliyorum, sessiz sakin bir yer insanlar kendi halinde masalarında oturmuş. Buraya gelip insanları izlemeyi ve düşünmeyi sevmeye başladım. Yazmama yardımcı oluyor, önümde defterimle saatlerce oturuyorum, kulağımda kulaklığım müziğim çalıyor, onları izliyorum ama gürültülerini duymama gerek yok. Bir süre sonra, kalemimi alıp aklımdan geçenleri bir bir dökmeye başlıyorum defterime.
Evet, şu an yine o barda aynı masadayım, insanları izliyorum. Her biri kendi hayatlarıyla meşgul, etrafta ne olup bittiğinin farkında değiller. Onların bu saçma telaşları beni eğlendiriyor, kendilerine öylesine odaklanmışlar ki önemsiz olduklarının bile farkında değiller. Bir grup arkadaş hemen önümdeki masada sohbet ediyor, sohbetin sıkıcılığını tahmin edebiliyorum, bu onları mutlu ediyor olmalı, belkide bu şekilde dertlerinden kaçıyorlar, onları daha fazla yargılamak istemiyorum. Kötü birisi olmayacağım. Ama bu dönen koyu sohbeti de merak etmedim değil.. Kulaklığımı çıkarıp biraz dinleyeceğim sanırım. Evet, şaşırmadım tabii ki. "Evet! Harika bir indirim vardı! Keşke siyah olanını alsaydın. Ayrılmışlar duydun mu?".. Gülümsedim. Bu denli basit şeylerle günlerimi geçirsem acaba mutlu hisseder miydim? Beni üzen böyle olamamak mı acaba? Derin düşünmek mi? İnce düşünmek mi?
Ah, bir dakika.. merhaba? Sen kimsin? Kulaklığımı takıyorum tekrar. Karşımdaki masada oturan grupta biri var.. İlgimi çektin, seni tebrik ederim! Onca sohbetin arasında, sandalyeni onlardan biraz daha geride tutmuşsun ve kulaklığını takmışsın. Sen bundan memnun değilsin, ama o zaman neden buradasın? Tek oturmaktan mı korkuyorsun? Yoksa onlara hayır mı diyemedin?
İlgimi çeken sadece öyle oturman değil sanırım evet bunu kendime itiraf edeceğim. Güzel bir kadınsın. Kıvırcık saçların var, buklelerin biraz karışmış. İnce kaşların ve zayıf, keskin hatlı yüzün sana oldukça ciddi bir hava katmış. Hadi kafanı kaldır.. Evet! Gözlerini görebiliyorum. Yeşiller. Düşünceli bakıyorlar etrafa, yorgunsun. Seni yoran nedir, merak ettim. Sana büyük gelen kıyafetler giyiyorsun, rahatlığı mı seviyorsun yoksa kendini saklamak mı istiyorsun? Şu an ne dinliyorsun? Seninle sohbet etmek istedim.
Kendime şaşırıyorum şu an, ne bunu istememe sebep oldu? Kendimi gördüğümü mü sanıyorum acaba? İhtimalleri ve düşünceleri daha sonrasına erteleyerek, müsaadenle seni biraz daha izlemek isterim. Parmaklarında sade, gümüş renk yüzükler var. 2 tane kolye takmışsın, takıları seviyorsun. Etrafına bakınıp kafanı tekrar telefonuna gömdün, ne yapıyorsun orada?
Ah, dur artık! Yazmaya başlayalım hadi.. Birkaç şiir, sonra belki bugünle ilgili yeni pişmanlıklarım.
Bardağım bitmiş, sigaram bitmiş. Sayfalar olmuş yazmışım, odaklanabilmişim buna sevindim. Peki, sen orada mısın? Evet.. ama teksin. Arkadaşların gitmiş, sen kalmışsın. Tanrım bana oyun mu oynuyorsun? Hayatım boyuncu hiç yapamadığım belki de daha öncesinde isteyipte cesaret edemediğim bir şeyi denemeli miyim? Bunu yapan -yapabilen- insanlara hep çok imrenmişimdir. Hala kulaklığın takılı ama bu kez etrafı izliyorsun, sende benim gibi insanları mı inceliyorsun yoksa? Tamam, tamam pekala.. masadan kalkıp, kibarca senden bir ricada bulunacağım, en fazla bunu daha önce neden yapmadığımı anlar ve giderim, seninle de bir daha karşılaşmamayı garantilemek için buraya bir daha gelmem. Kaybedeceğim bir şey yok.
Tamam, defterimi kapatıp elime aldım, kulaklığımı çıkarıp cebime sokuşturdum, ayağa kalkalım.. Önce, bara uğrayıp ikimize de birer şişe almalı mıyım? Ne içiyorsun sen? Tamam, önündekinden alıp geliyorum hemen, orada kal. Bu, heyecan mı? Korku mu? Ben hiçbir şeyden korkmam, beni bir şey heyecanlandırmayalı yıllar olmuştur. Üstümde nasıl bir etkin oldu böyle, nesin sen? Kendine gel!
Evet, gidiyorum.. Karşısında durdum, gözlerinden anlayabilir miyim acaba?
...
5 notes · View notes
bozandeniz · 2 months ago
Text
Dağların yücelerinden bir ses geliyor
Yavaş bir melodi
Notalarında hüzün gizli
Yüksek bir yerlerden yankılanarak geliyor
Belki de
İçinde gözyaşları saklı gaydasın'da
Bir kız çocuğu geçiyor yanımdan
Kıvrım kıvrım sarı saçları
Sonrasında melodinin geldiği yere doğru koşuyor heyecanla
Bir kadın çığlığı geliyor yakınlardan
Melodinin ve notaların derinliğine kapılarak haykırıyor
Işığı yanan pencereler
Ay bütün güzelliği ile karşımda
Yakamoz ışıl ışıl etraf, dalgalar köpüklü
Kıyıda ses var dövüyor kumsalı
Gecenin saat on ikisi
Belkide gece yarısı
Gümüş yaka sahilinde
Alemde keyifler gıcır şen şakrak
Sahilde gezinti eğlence,müzik
Sevgililer el ele kahkaha bol
Elleriyle tutuşan sevgililer etraflarında dönerek dans ediyorlar
Durmak bilmez duygular var
Devamlı aralıksız müzik notaları
Melodiler hüzünlerden ayrılmış
Bir eğlence bir onurlu zafer eğlencesine dönmüş gibi
Ayaklar çıplak
Sanki yıldızlar kayıyor oralarda,
Sevişmeye hasret iki beden,
Renkler iç içe girmiş,
Gökkuşağı halt etmiş yanlarında,
ve
Müzik bitiyor
Sessiz bir perde iniyor
Sokakların sahnesine
Kız çocuğu kayboluyor
Kadının çığlığı kesiliyor
Bütün şeylerin içinde
en çok müziği sevdiğimi
daha iyi anlıyorum giderek
bazen karanlık akımlara pedal çevirten
ağır ritimli solo lar..
bazen inançla inançsızlık arasında gel gitler yaptıran
kaos yüzlüler..
bazen de umuda ve özgürlüğe çaldıran,
her umutsuzluğum ve hüznümü tellere vurdurtan gitarım
kimi zaman ilham kaynağım oluyor,
kimi zaman hüznüm
kimi zaman nefretim
kimi zaman mutluluğum..
bugün
evet bugün
hayatımın en mutlu anlarıma döndüm
İnançla inaçsızlık arasında gel gitli bugünümde
karanlık akımlara pedal çevirdiğim bu zamanda
yıllar sonra
bir kitabın sayfaları arasına saklamış olan
kayıp penamı buldum
belki senin için küçük bir budalaca mutluluk
ama
benim için her şeyden değerli bir anıdır kayıp pena..
üniversite yıllarımda
ensiferum' un konseri..
istanbul'a ilk konserleri için geldiklerinde
ön saflarda oluşum,
ve
Petri Lindroos ile kısa bir göz göze gelişimiz,
konser sonunda unutamayacağım bir küçük anıyla
eve uçarak gitmeme sebep olacaktı..
belkide arkadaşlarıma anlatmaktan sıkılmayacağım bir anı, bir iz olcaktı..
sevdiğim bir grup
sevdiğim bir insan
ve
asla vaz geçemediğim folk metal kültürü
ve petri nin elinden aldığım kayıp pena..
folk metal, ben, mutluluk, uçmak kısaca herşeyim ..
pena nın kitabın arasında düşüşü
sanki bir pena değil
bütün yaşadığım anıların birden
kitabın arasından kayarak düşmesi
ve hüzünlü yüzümde parlayan bir ışık gibi..
Penayı kayıp ettiğimde
her şeyden küsmüştüm
gitarımdan
müzikten
her şeyden..
hatayımda güzelliklerin olmamış her şeylerin anahtarıydı benim için..
penayı kayıp edişim
her şeyden kolayca vazgeçmeye hazır oluşumdan
ama yine de müziği bunun dışında tutuşumdan
biliyorum
gitarım artık jimmy hendrix, gary moore, bonjovi, ensiferum, kalmah' tan
çalmayacaktı
şu ya da bu müzik parçası değil
şu ya da bu müzik türü de
müzik
ta kendisi müziğin
asıl vazgeçemediğim..
yazmaktan vazgeçmek
şiirden, hepsinden, belki
ama
yazıyorum işte
süregiden tüm diğer şeyler gibi
her türlü beklenti,
umutlar
yorulduğunda, sıkıldığında
sırtından atıverdiğin kolayca
yalnızca zihninde ve
yalnızca bir süreliğine de olsa
müziğin yarattığı mutluluk
hiçbir şeye benzemeyen o tutku
hiç terk etmiyor beni..
üstelik bunun için
en küçük bir
çaba harcamam gerekmiyor
özsel bir bağ var aramızda..
tüm diğer şeyleri
daha çok sevmemi sağlıyor sanki müzik
sevginin nesnesi olabilecek her şeyi
bir başka özne olarak nesnesi
sevilen insanı
ve diğer tüm şeyleri
doğayı, kültürü
emek verilerek üretilen
tüm güzellikleri
melodiler, ezgiler yetiyorda
içimizin özgün bir biçimde
dışımızda beliriverişi
anlattığı şeyin ta kendisi değilse de
onun özüne en yakın duran
zamanın ve uzamın eşsiz bir biçimlenişi
seslerden ibaret dünyasında
ve sırf bundan dolayı
en soyut yaratım olsa da
bütünüyle soyut olan arkasındaki o nedenlerin
tutkuların, hüzünlerin, isyanların
belki de en somut biçimde açığa çıkışı
müzik...
beliriyor
o benzersiz ikliminin
ele geçmez ve özgün titreşimlerinde
salınıyor varlığın içinde
sürüp gittiği o akışta varlığı tümüyle
söylediklerinin kendisi kılarak
belirdiği gibi sönüveriyor sonra
ardında tüm o somutluklar'dan daha güçlü
ve inkar edilemez bir iz bırakarak
Kızıl Deniz
Tumblr media
6 notes · View notes
karlkarlovichklaus · 9 months ago
Text
Tumblr media
Rutenyum🩵
Periyodik tabloda 8. grup 5. periyotta bulunan rutenyum, 44. elementtir ve bir geçiş metalidir.
İsmini "Ruthenia" bölgesinden alır.
Sert ve kırılgan bir metal olmasıyla birlikte katalizör olarak kullanılır.
Parlak ve gümüş-beyaz renkli bir elementtir.
Takı ve mücevher yapımında kullanılır. Katıldığı alaşımlarda metallere sertlik kazandırır.
5 notes · View notes
yueliangx · 6 months ago
Text
7th Time Loop - 9. Bölüm
wattpad / manga tr / instagram
Tumblr media
Cilt 1 Bölüm 2 Kısım 2
Çok geçmeden Arnold'u buldu.
Vay be.
Yaklaşık on adam, haydutlar olduğunu tahmin ettiği, yerde iki büklüm yatıyordu. Ortalarında Arnold duruyordu, başka bir adamı yere düşürmek üzereydi. Kaşlarını çattı, kılıcını adamın boğazına dayadı. "Hepsi bu kadar mı yani?"
"Gwagh!"
Arnold haydutun karnına tekme attı, gözleri zalimlikle parlıyordu. "Kılıcımı çekme zahmetine girdikten sonra bana sunduğunuz heyecan bu kadar mı? Buna değmez bile. Şimdiden sıkıldım."
Kızgın değildi; aksine, sanki tüm bunlar bir hayal kırıklığıymış gibi, düşmanlarına ilgisiz bir hayal kırıklığıyla baktı. Arnold'un kendi şövalyeleri bile efendileri havaya girdiğinde ondan korkuyor gibiydiler. Arnold kılıcındaki kanı usulca temizledi ve kılıcı kınına sokmadan önce haydutun gömleğine sildi. Yerdeki adamların geri kalanı baygın görünüyordu.
Bekle, o kimseyi öldürmedi mi? Neden öldürmedi? Galkhein'a ulaşmadığımız için mi?
Arnold'un bile etrafta dolaşıp başka ülkelerin vatandaşlarını öldürmemesi gerektiğini bildiğini düşünüyordu. Ya da belki de henüz onun tanıdığı o acımasız canavara dönüşmemişti.
Arnold onun bakışlarını hissetmiş gibiydi, irkilerek arkasını döndü. Yüzünde, haydutlarla yüzleşmek için taktığı boş maskeden dünyalar kadar farklı, gerçek duygular belirdi. "Faytondan nasıl çıktın?"
Rishe omuz silkti. "Eğer size söylersem, bunu tekrar yapmamı engelleyebilirsiniz."
Arnold kıkırdadı. "Beni şaşırtmaya devam ediyorsun."
Nasıl oluyor da buz gibiyken birden on dokuz yaşında normal biri gibi görünebiliyorsun? Bu endişe verici.
Bir adam faytondan inip bağırırken Rishe huzursuzluğunu bastırdı, "Ekselansları! Yine mi!" O Oliver'dı, prensin hizmetkarlarından biri. Gümüş rengi saçları vardı ve aşağı yukarı Arnold kadar uzundu.
"Bütün bu şövalyeler ne için sanıyorsunuz, dekorasyon mu? Neden kendinizi tehlikeye atmakta ısrar ediyorsunuz?"
Rishe, Oliver'la henüz birkaç gün önce kısa bir süreliğine tanışmıştı ama Arnold'dan hiç de korkmuş gibi görünmüyordu. Ve, şey... haksız da sayılmaz.
Arnold'un yüzündeki tehditkâr ifadenin geri dönmesinden korkuyordu ama o sadece sinirli görünüyordu. "Öldürmeye hazır olduklarını söyleyebilirim. Bu kadar uzak bir yerde birden fazla yaralanma riskini almaktansa yükü üzerime almayı tercih ederim. Ve şimdiden yaralılarımız var."
O haklıydı. Birkaç yaralı şövalye ağaçların arasına bitkin bir şekilde yaslanmıştı. Arnold hâlâ eli ayağı tutanlara emirler yağdırdı. "Birinci bölük, yaralılara bakın. İkinci bölük, bu adamları tutuklayın."
"Emredersiniz, efendim!"
Oliver tatmin olmamış görünüyordu. "Ekselansları, bu zayıf bir gerekçe. İyi olmanıza çok sevindim ama Leydi Rishe'yi de düşünmelisiniz. Belki bir dahaki sefere bir grup katil haydutlarla karşılaştığımızda, eşinizin faytonda kalmasına müsade edebilirsiniz."
"Ona faytonda kalmasını söyledim!"
Rishe bakışlarını hızla kaçırarak dikkatini yaralı şövalyelere çevirdi. Ağır yaralı görünmüyorlardı ama yine de hepsi bitkin görünüyordu.
"Affedersin, bir bakabilir miyim?" Rishe *sıhhiyeci olarak görev yapan şövalyeye yaklaştı. Şövalye, onun varlığından irkilerek etrafına bakındı.
ÇN: Sıhhiyeci, askeri bir terimdir. Sağlık görevlisi, sağlıkçı anlamlarına gelir.
"Saçmalık, leydim. Zahmet etmeyin, epey korkmuş olmalısınız."
Bu mantıksız değildi ama gözlerindeki ihtiyat, onu yoldaşının yakınında istemediğini açıkça gösteriyordu. Sadece kibar davranmamakla kalmıyor. O gerçekten tetikte.
Yanlarında, yaralı bir şövalye inlerken bir başkası ona yardım etti. "Neyin var?" diye sordu ikinci şövalye, birinci şövalyeye.
"K-kendimi uyuşmuş... hissediyorum."
"Ne? Kahretsin." Şövalye düşen haydutun kılıçlarından birini eline aldı ve bıçağı incelerken beti benzi attı. "Ekselansları, şuna bir bakın. Zehir."
Arnold dilini *şaklattı. "Her yaranın yerini belirleyin ve kalbe yakın bir yerden bağlayın. Zehri yaralardan emin."
ÇN: Animelerde çok duyduğumuz, hoşnut olmayan bir insanın 'cık' sesini çıkarması.
En azından bunu büyük ölçüde doğru yaptı. Bu sırada Rishe en yakındaki bağlı haydutun yerini tespit etti ve hançerini kınından çıkardı. Islak renk tıpkı şövalyenin söylediği gibi güneş ışığında parlıyordu.
Zehri bolca uygulamışlar, her ne ise ucuz olmalı ve kolayca toplu olarak satın alınabilmeli.
Kokuyu kendine doğru yöneltti, kokuşmuş bir şey için hazırlandı ama hiçbir şey algılamadı. Sonra onu burnuna yaklaştırdı.
Olgunlaşmış bir elma gibi tatlı kokuyor. Shea bitkisi ve...mavi mantar. Tüm şövalyeler aynı semptomlara sahip gibi görünüyor, bu yüzden her kılıcı kontrol etmek zorunda kalmayacağım.
Rishe ayağa kalktı ve faytona doğru yöneldi.
Oliver onun peşinden bir adım attı. "Ekselansları, Leydi Rishe-"
"Bırak onu. Ne isterse yapabilir."
"O iyi eğitilmiş," diye düşündü Oliver. "Ama savaş alanı genç bir leydi için uygun bir yer değil. Muhtemelen böylesine korkunç bir görüntüye hazırlıklı değildi."
Rishe mırıltıları duymazdan geldi ve işine odaklandı. İşte buradalar. Bunları alacağım, bunları ve...
"Zehir bir uyku ilacı olmalı," dediğini duydu Arnold'un. "Avcılar bu tür ilaçları daha büyük avları zayıflatmak için kullanırlar. Bu dozun ölümcül olduğundan şüpheliyim."
"Ama kesinlikle can sıkıcı," diye yanıtladı Oliver. "Galkhein'a hala iki günlük mesafedeyiz. Bir bölük uyuyan adamı zırh içinde taşımak hoş olmayacaktır."
"Yakınlarda bir yerde durmamız gerekecek. Bir avcı yerleşkesinde. Belki bir panzehirleri vardır-"
"Affedersiniz." Faytondan dönen Rishe elini kaldırdı. "Bende bir panzehir var."
"Ne?"
Tüm bölük hayretler içinde ona baktı.
***
Arnold'un tahmininde haklı olduğu ortaya çıktı.
Bu tatlı kokulu madde, sadece ham haliyle zehirli olan bileşenlerden yapılan bir avcı ilacıydı. Isı onları zararsız hale getirdi. Rishe bu zehirle daha önce birkaç kez karşılaşmıştı, eczacılık yaptığı dönemde bu zehre yakalanmış bir müşterisini tedavi etmişti.
"Yetişkin bir adam için ölümcül doz bir şarap kadehini dolduracak kadardır. Muhtemelen bunun yüzde birinden daha azını aldılar," Rishe başını işinden kaldırmadan Arnold'a durumu açıkladı. "Yine de uyuşukluk, dillerinin kökleriyle birlikte solunum yollarını tıkayabilir. En iyisi onları yan yatırmaktır."
"Evet, teoriyi de çözümü de anlıyorum." Arnold bakışlarını Rishe'nin ellerine dikti. "Benim takıldığım kısım, bunu bana neden senin söylediğin."
"Şey, panzehiri nasıl yapacağımı biliyorum," Rishe, çiçekleri için ödünç aldığı beyaz çorba kâsesinde şifalı bitkileri karıştırırken sabırla konuştu. Onları bir kaşığın tersiyle ezdikten sonra başka bir kurutulmuş çiçek ekledi, onu da ezdi ve bir macun oluşturmak için birleştirdi. Bu işlem bir havan tokmağıyla daha kolay olabilirdi ama şikâyet edecek değildi. "Bu zehir yaygındır, ucuzdur ve yapımı kolaydır, bu da genellikle panzehirin de basit olduğu anlamına gelir."
Aslında panzehir, avcılar bir geyiğin belirli bir mantarı yedikten sonra hiçbir belirti göstermediğine tanık olduklarında sentezlendi. Bunları, geyiklerin yediği diğer yaygın bitkilerle birlikte test ettiler. Rishe bilimsel titizlikleri için onlara zihninden teşekkür ederken biraz su ekledi ve hepsini bir kumaştan süzdü.
Rishe ayağa kalktı ve parlak yeşil ilaç dolu kâseyi salladı. "Kaynatmak panzehiri daha güçlü hale getirecektir, ancak bu bir nebze işe yarar."
İşte o zaman şaşkın bakışları fark etti. Toplumda nasıl bir uygunsuz hareket yaptığından emin olamayınca gözlerini kaçırdı. Oliver tamamen şaşkına dönmüştü. Arnold düşünceli görünüyordu. Şövalyelerin bir an önce tedavi edilmesi şarttı ama Rishe'nin korkusuna rağmen kimse kıpırdamıyordu.
Bana güvenmiyorlar mı? Bu mantıklı. Tamamen yabancı biri tarafından hazırlanmış bir ilacı kullanmak konusunda herkes isteksiz olacaktır. Ancak ne kadar uzun süre beklersek, zehri tedavi etmek o kadar zorlaşacaktır.
Onların şüphelerini gidermesi gerekiyordu. Elbisesinin kolunu sıvayan Rishe, Arnold'a yaklaştı ve onun kılıcını kınından çıkardı.
"Bunu bir süreliğine ödünç almam gerekiyor, Ekselansları."
"Sen ne-"
Kılıcı kolunun iç kısmındaki yumuşak deriye bastırdı. Keskin bir acıyla birlikte kan da fışkırdı. Yine de hiçbiri şövalyelik hayatı boyunca aldığı yaralarla kıyaslanamaz.
Arnold onun gibi soğukkanlı değildi. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?!"
Onun kolunu tuttu. Rishe onun elinden kurtuldu. Kan gerçekten de bu kadar şok edici miydi? Bunun için endişelenecek zamanı yoktu. Dolu kâseyi tutan Rishe aceleyle şövalyelerin yanına döndü.
"Endişelenmeyin. Bu zehir değil," Rishe dedi. Bunu da kendi taze yarasının üzerine bir kaşıkla gezdirerek gösterdi. Bu acıttı. Bunun anlamı bileşenlerin işe yaradığıydı.
"Bu, ezilmiş likör otu, luka çiçeği ve karilya fıstığıdır. Güvenli olduğunu kanıtlamak için gerekiyorsa birazını yutarım." Korkunç derecede acıydı; işlerin o noktaya gelmemesini umuyordu. "Felç günlerce sürecek. Lütfen kararınızı çabuk verin."
"Kararımızı mı verelim?"
"Zehri tedavi etmeme izin verecek misiniz? Yoksa felçli askerleri Galkhein'a kadar sürüklemeyi mi tercih edersiniz? Sanırım Ekselansları'nın vaktini onların panzehirini kullanmak için bir avcı yerleşkesi arayarak harcayabilirsiniz." Berrak bir şekilde gülümsedi. "Bizim için hiç fark etmez. Değil mi, Ekselansları?"
♡♡♡
Herkese merhaba~
Uzun bir süredir bölüm atamıyordum. Eskisi gibi aktif olur muyum emin olmasam da mümkün olduğunca bölüm atmaya çalışacağım. Çoğu bölüm en az 1000 kelimeden oluştuğundan sadece bir bölüm çevirmek bile çok uzun sürüyor.
Normalde bölümleri wattpad üzerinden yayınlıyordum ama şu sıralar wattpad uygulamasına ne telefondan ne de bilgisayardan giremiyorum ve ne kadar doğru bilmiyorum ama internette wattpad uygulaması kapandı diye bir yazı okudum bu yüzden wattpad uygulaması düzelene kadar ya geçici ya da kalıcı bölümleri burada yayınlamaya devam edeceğim, iyi okumalar✩✩
2 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
Yıllarca şöyle kötü böyle kötü diye algı oluşturuldu. Şu Kemal Kılıçdaroğlu'nu bi tanıyalım bakalım. Kemal Kılıçdaroğlu, Alevi bir ailede tapu memuru Kamer Beyin yedi çocuğundan dördüncüsü olarak 1948′de Tunceli'nin Nazımiye ilçesine bağlı Ballıca köyünde dünyaya geldi.
Tumblr media
1967 yılında 163 numarayla okuduğu  Elazığ Ticaret Lisesi'ni "birincilikle" bitirdi.
Tumblr media
1971'de ise yükseköğrenimini tamamlamak için girdiği Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin Ekonomi-Maliye Bölümü'nden (günümüzdeki adıyla Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü) lisans mezunu oldu. Lisans öğrenimini tamamladığı 1971 yılında girdiği hesap uzman yardımcılığı sınavının ardından Maliye Bakanlığında göreve başladı. Daha sonra hesap uzmanı olan Kemal Kılıçdaroğlu, Fransa'ya gitti. Hesap uzmanlığını 1983'e kadar sürdürdü. Aldığı diğer görevleri kısaca yazayım. Gelirler Genel Müdürlüğünde daire başkanı, genel müdür yardımcılığı, 1991 yılında Bağ-Kur'da genel müdürlük, 1992 yılında ise SSK'da Genel Müdürü oldu. Daha sonra kısa bir süre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında müsteşar yardımcısı olarak görev yaptı. 1994 yılında Ekonomik Trend dergisi tarafından  kamuda en başarılı bürokrat ödülünü alarak "Yılın Bürokratı" seçildi. Daha sonra kısa bir süre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında müsteşar yardımcısı olarak görev yaptı. 1994 yılında Ekonomik Trend dergisi tarafından  kamuda en başarılı bürokrat ödülünü alarak "Yılın Bürokratı" seçildi. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi grup başkanvekili görevini üstlendi. Parti içinde daha görünür oldu ve yolsuzluk dosyaları üzerine gitmesi, kitaba uygun konuşması ve söz düellolarındaki galibiyeti sebebiyle dikkat çekti. İBB başkan adayı oldu ve oyların %36,80'ini aldı  CHP Genel Başkanı seçildi. Seçildiği günden beri partiyi kendi stratejik hamleleri ile değiştirmeye başladı önünde uzun bir yol vardı. Hatalar yapmadı mı yaptı ama sadece belirli bir kesime değil de tüm Türkiye'nin oy verebileceği bir parti haline çevirmeye çalıştı. Arada kaybedilen seçimler, gezi parkı, adalet yürüyüşü ve bir sürü kronolojik olay var fakat yavaştan kendi siyaset tarzının değiştiği yıllara, günümüze gelelim. 2018'de parti içindeki en büyük adayını Cumhurbaşkanı olarak gösterdi. Kimilerine göre 0 ego kimilerine göre tuzaktı. - 2019 Partinin yarısı diğer yarısına tv önünde sövüyordu. Kendi istediği isimler Ataşehir Maltepe Bakırköyde aday yapılmadı diye il başkanı Canan K. istifa etmişti. Kimse oy vermeye gitmeyecekti. İmamoğlu’nun 100k takipçisi vardı. Ankara'dan Mansur Yavaş'ı, İstanbul'dan kimsenin tanımadığı Ekrem İmamoğlu'nu aday gösterdi ve kazandı. Şimdi önünde büyük bir seçim var. Aday olur ya da olmaz. Belki olur, belki bildiğimiz ya da yine bilmediğimiz birini çıkarır. Ben Kılıçdaroğlu'nu bir figür olarak üç dönemde inceliyorum. İlk dönem çok parlak. Sonra bir çöküş. Son dönemde ise en iyi dönemi. Sonuç olarak; Kemal Kılıçdaroğlu, 30 yılını devlette geçirmiş bir bürokrat. Farklı parti başkanları ile çalışmış. Özal'ın üç yıl bütçesini hazırlamış. Devletin en gizli ödemelerini görmüş, görüşmelerine katılmış biri. Bir gün siyaseti bırakır. Ben onu her zaman efendiliğini hiçbir zaman bozmayan(belki de sırf bu yüzden çok eleştirilen), hep sakin bir güç kalan, harama el uzatmayacağından çoğu kişinin emin olduğu nadir siyasetçilerden biri, bir "devlet adamı" olarak hatırlayacağım.
Tumblr media
"Ben ne ağzımda gümüş kaşıkla doğdum ne de saraylara yerleşip sefa içinde yaşadım" - diyen Kemal Kılıçdaroğlu
Not: SGK yı batırdı söylemi- 
1-Hiç bir sosyal devlette sosyal sigortalar kar elde etmez - kar amaçlı bir kurum değildir- sgk ya ilk darbe sgk yı özelleştirmeye çalışan Özal dönemi hükümetlerinin sgk nın mallarını kamulaştırıp nakdi kıymetlerini bankalarda değerlendirmesini engelleyenlerdi
2-sgk kurumu tarihin en büyük kayıplarını bu dönemde yaşamıştır Sayıştay raporlarını okuyunuz
3-hakkında karınca kadar yolsuzluk dosyası olsaydı günümüzde savcılar vb nasıl hareket ederdi sorunun cevabını siz verin
Bu söylemle istanbul seçimlerinin tekrarına neden olan ancak tekrar edildikten sonra bir tane dava dahi açılmayan ‘’oylar çalındı’’ söylemiyle veya gezi parkı taksim bacısı söylemiyle aynıdır... 
16 notes · View notes
altinbilgiler · 25 days ago
Text
VakıfBank, Beşiktaş'ı mağlup etti
Sultanlar Ligi’nin 12. hafta gayretinde VakıfBank ile Beşiktaş karşı karşıya geldi. Akatlar Spor Salonu’nda oynanan karşılaşmada kazanan 3-0’lık setler sonucunda konuk grup VakıfBank oldu. VAKIFBANK, SET VERMEDİ Hakemler: Onur Coşkun, Mehmet Gül Beşiktaş: Saliha Şahin, Maglio, Dilara Özdemir, Rozanski, Begüm Kaçmaz, Brakocevic (Alara Altundağ, Hümay Fırıncıoğlu, Sude Gümüş, Beliz…
0 notes
adl1bbed · 2 months ago
Text
Bölüm 257: Bundan böyle, herkes kendi yoluna
İlkbaharın perdeleri yavaş yavaş aralanıyordu. Chengqi birinci yıl sessizce sona ererken Chengqi ikinci yıl gelip çatmıştı.
Kanunlarda yazdığı üzere, Wei Krallığı'ndaki çiftçiler ve tüccarlar bahar festivaliyle başlayıp Shangyuan festivaline kadar süren bir yıllık izne girerdi. Ceza Bakanlığındaki hüküm giymiş mahkumlar bile bu zaman diliminde infaz edilmezdi.
Fakat... Bu zaman diliminde güney surundaki gonga vuruldu. Şehir sakinlerinin hepsini bir araya toplamak için verilmiş bir işaretti.
Şehir surunun üzerinde Qi Yan, Du Zhong ve başkentten gelen bir grup yetkili çoktan mevzi almıştı. Mahkum giysileri içindeki on beş suçlu şehir surlarının dibinde diz çökmüş, dondurucu rüzgardan tir tir titriyordu.
Yetkililerin durduğu hizanın altında çok geçmeden şehir sakinleri surların dibinde toplaşmıştı. Teslim olmuş ama kendileriyle ne yapılacağına henüz karar verilmemiş kişiler de gelmişti.
Surların dibindeki yoğun kalabalığı gören Du Zhong Qi Yan'a, "Ekselansları, kalabalığın büyüklüğüne bakılırsa şehir sakinlerinin neredeyse hepsi burada," dedi.
Qi Yan başını aşağı yukarı salladı. Siperin önündeki açıklığa geldi, ardından kol yeninden bir parşömen çıkardı. Yüksek ve net bir sesle okumaya başladı, "İncelemeler sonucu surların altındaki bu on beş kişinin kişisel çıkar uğruna gücü kötüye kullandığı tespit edildi. Afet yardım fonunu ve yardım tahıllarını zimmetlerine geçirerek kirli bir servet edindiler. Kazandıkları gümüş üç yüz bin liang'ı buluyor. Kişisel çıkarları için afet yardım lapasındaki tahıldan kesmekle kalmayıp yardım tahıllarına kum katacak kadar ileri gittiler. Bu hakikaten en iğrenç suçtur, asla affedilemez!"
Surların altında bir gürültü patladı. Neredeyse herkesin yüzünde öfkeli ifadeler vardı.
Nizamı sağlamak için orada dikilen askerleri görmeseler topluca saldırmaktan geri durmazlardı.
Qi Yan: "Bu yetkili imparatorluk emriyle başkentten ayrılmadan önce Majesteleri tekrar tekrar hatırlattı: Huainan doğal afete kurban gitti, halktan insanların gündelik yaşamı zorluklarla dolu diye. Karşılaştıkları çeşitli zorluklar senin benim anlayabileceğimiz türden olmayabilir. Cömert hareket edilmeli; hata edip yanlış yola girenlere geri doğru yola gelmeleri için yol göster ve yeni bir sayfa açmaları için bir şans ver, dedi."
Qi Yan ellerini birleştirip göğe doğru kaldırdı, ardından devam etti, "Bu kul bir an olsun Majestelerinin emirlerini aklından çıkarmaya cüret edemez. Fakat, Majesteleri ayrıca bir imparatorluk kılıcı bahşetti ve Huainan'daki kanunları çiğnemiş yetkililerin yaşamı ve ölümüne karar vermede bu kula tam yetki verdi. Bu saltanatın yasalarına göre, aşağıdaki on beş kişiden en ağır suçu işlemiş olanlar idam edilmeli. Diğerlerinin mal varlığına el konacak, mevkilerinden atılacaklar ve sürgün edilecekler. Ne var ki, bu yetkili üzerine epey düşündü. Bu on beş kişinin yaptığı utanç verici şeyler adeta insanlık dışı. Kalplerinde merhamet duygusundan eser yok ve affedilemez suçlar işlediler. Bu sebeple bu yetkili Majestelerinin verdiği imparatorluk kılıcıyla, yasaların ötesinde bir ceza vermekte karar kıldı. Aşağıdaki on beş kişinin tümü idam edilecek. İdamlar yarın öğleden sonra doğudaki pazar yerinin girişinde gerçekleştirilecek. İlaveten, mal varlıklarının hepsine el konup bu para halktan insanların Huainan'daki evlerinin yeniden inşasında kullanılacak. Bundan başka: Majesteleri çoktan halkın Huainan'daki afet yüzünden yıkılmış evlerinin yeniden inşası için ikinci bir sermaye hazırladı. Ayrıca yirmi bin özel af kağıdı daha verildi, herkes alabilir. Akrabalarınıza ve eski dostlarınıza gönderin. Evlerin yeniden inşasındaki öncelik sırasına gelince: ailede hiç erkek olmayan ya da yaşlı ebeveynleri ve küçük çocukları olanlar, Efendi Du'ya adınızı bildirin. Kimliğiniz doğrulandıktan sonra ev yeniden inşa işleminde öncelik sizin olacak. Diğerlerine gelince, geçmişiniz ya da çevreniz hesaba katılmayacak. Sıraya ayrım yapılmaksızın kura ile karar verilecek. Oluşacak sırada değişiklik veya değiş tokuş yapılmayacak. Onun dışında, meclis üç yüz besili domuz satın almaya hazır. Satmaya gönüllü olan varsa, afet öncesi pazar fiyatının iki katına alacağız. Gelip yanımdaki bu Efendi Li'ye adınızı bildirin. O üç yüz besili domuz kötü yoldan dönüp doğru yoldan devam eden insanları doyurmak için kullanılacak. Özel af kağıdıyla şehre giriş yapan herkes tam bir öğün yiyecek, ne kadar isterlerse o kadar yiyebilecekler."
Aşağıdaki insanlardan bazılarının yüzünde imrenen ifadeler belirdi, fakat yine de mutlulardı. En azından bu şekilde Huainan'daki potansiyel savaş etkisiz kılınacaktı. Kim memleketinin yanık bir araziye dönmesini isterdi ki?
Qi Yan'ın zekası düşünüldüğünde bu insanların aklından ne geçtiğini bilmeme imkanı var mıydı? İsyan girişimi cezasız bırakılmakla kalmayıp et de yiyebileceklerdi. Bu öylece kabul edilebilir miydi?
Qi Yan devam etti, "Fakat, bu doyurucu öğün boş yere yenmiş olmayacak. Majesteleri yüce gönüllüdür, bu özel af tarihte bir ilk. Karınlarını doyurduktan sonra diğer herkesle ve meclisin askerleriyle beraber evlerin yeniden inşasına katılacaklar. Günlük olarak sadece yemek ve kalacak yer verilecek, iş yükleri de diğer kişilerden biraz daha fazla olacak. Eğer diğer kişiler kendilerinin olmayan evlerin yeniden inşasına yardım ederse her gün kişi başı on wen alacaklar."
Kalabalıkta bir sevinç patlaması oldu. Huainan'da on wen'le on mantou ya da beş çörek alınabiliyordu. Hemşehri olan bu insanların bundan önce hiçbir planları yoktu fakat şimdi ücretsiz yeni evlere kavuşmakla kalmayıp para da kazanacaklardı. Her şey onların çıkarına değil miydi?
Qi Yan sevinçli sesler denizi arasında oradan ayrıldı, aşağıdaki on beş kişi ise tepeden tırnağa kadar buz kesmişti. Ceza Bakanlığının birkaç yetkilisi de kalplerinde biraz şüphe duyuyordu: o on beş kişiden bazıları sonuna kadar hiçbir şey itiraf etmemekte diretmişti ve onlar hakkında aksi iddia edilemez sorunlar da keşfedilmemişti. Qi Yuanjun neden öylece idamlarına karar getirmişti?
Qi Yan kimseye bunun için bir açıklama yapmadı. Bazı şeyler sadece anlaşılır, kelimelerle ifade edilemezdi.
Çeşitli şeyler bu insanların maskeli kişi için çalıştığına işaret ediyordu. Bu on beş kişinin idaresi altındaki ilçelerin hepsinde sıkıntılar vardı. Tek bir kuruş dahi arzulamadan "temiz bir hayat sürmüş" olanlar, yozlaşmış olduğu ortaya çıkanlardan daha korkutucuydu.
Eğer para için değilse, ne içindi?
Sıradan hanelerin uğursuz maskeli kişiden haberdar olması henüz uygun değildi, daha da fazla sıkıntıya yol açabilirdi.
Ama bu beş kişiye Qi Yan çok fazla kafa yormuştu... Krallığın stabil kalması adına bu insanları gözden kaçırıp salıvermektense hata edip öldürmeyi yeğlerdi.
Tüm bunları Nangong Jingnu'nun iyiliği için yapıyor olduğu halde Qi Yan halktan insanların önünde imparatorun lütfunun bolluğunu vurgulamış ve onlara dolaylı yoldan demişti ki: Majesteleri nazik ve yüce gönüllü. Onları öldürmek benim kendi kararımdı.
... ...
Başkent, birinci ayın on beşinci günü. Shangyuan festivali.
O gece başkentte sokağa çıkma yasağı koyulmamıştı. Her ne kadar krallık yas sürecinde olsa da sokaklarda sade ama şık epeyce fener asılıydı. Gerçi, normal yıllarda asılan canlı kırmızı ve yeşil renklerdekilerden daha incelikli görünüyordu.
Başkent sokakları hayat dolu ve hareketliydi, fakat Vekil Çalışma Bakanı'nın malikanesinin ön kapılarında in cin top oynuyordu. Hatta kasvetli ve soğuk bir havası vardı.
Kapıların önünde yalnız başına asılı duran tek bir fener vardı. Ön kapılar da arka kapılar da sıkı sıkı kapatılmıştı ve giriş kısmında misafirleri karşılamak için duran tek bir hane hizmetkarı dahi yoktu.
Avlu ise daha bir karanlıktı. Neredeyse hiç ışık yoktu.
Gecenin rengiyle kaynaşmış gibi duran bir gölge kolaylıkla Vekil Çalışma Bakanı Li Qiaoshan'ın malikanesinin avlu duvarının üzerine atladı. Bir süre olduğu yerde durup baktı, ardından duvardan atladı ve avluda gözden kayboldu.
Li Qiaoshan hastalık gerekçesiyle geçen seneden beri evde kalıyordu. Uzun süredir malikaneye gelen tüm ziyaretçiler geri çevriliyordu. Bu sabah uyandığından beri göz kapakları seğirip duruyordu ve daha hava kararmadan yatmaya gitmişti. İki saat oradan oraya dönüp durduktan sonra hâlâ uykuya dalamayınca dış giysisini omzunun üzerine atıp çalışma odasına gitmişti.
Gölge hiç zorlanmadan kapıdaki hane hizmetkarını yere serdi, ardından zifiri karanlık yatak odasına sızsa da hiç kimseyi bulamadı. Bu yüzden ışığı takip ede ede Li Qiaoshan'ın çalışma odasına vardı.
Gölge kapının yanındaki sütuna iyice yapıştı, ardından çalışma odasının kapısını ittirdi. İçeriden kilitlenmişti.
"Tık tık tık."
Karanlık gecenin sessizliği, kapıdan gelen bir dizi tıklatış tarafından bozuldu. İrkilen Li Qiaoshan elindeki kitabı düşürdü. Uzun bir sessizliğin ardından, "Kim o?" diye sordu.
Gölge fısıltılı bir sesle yanıtladı, "Efendim, saraydan birileri geldi. Majestelerinin size bir tabak bahşettiğini söyledi, lütfen malikaneden çıkıp almaya gidin."
Kapının öteki tarafından gelen ses Li Qiaoshan'a bir yerden tanıdık geldi, fakat imparator tarafından bahşedilen bir şeyi bekletmeye cesaret edemezdi. Wei Krallığı'nda bir gelenek vardı: yılbaşı arifesinde ve Shangyuan festivalinde yüksek yetkililerin malikanelerine birkaç saray tabağı gönderilirdi. Herkese yollanmazdı, ama bir çeşit görünmez övgü olduğu söylenebilirdi. Tabak gönderilen herkes, istisna olmaksızın gelecek sene terfi alırdı.
Ne var ki Li Qiaoshan şu an hiç de mutlu hissedememişti. Etrafı ölümün gölgesiyle çevriliydi. Uzun süren bir sessizliğin daha ardından Li Qiaoshan yine de kapıyı açmaya karar verdi.
İmparator tarafından bahşedilen tabaklar hane hizmetkarları tarafından teslim alınamazdı. Bizzat o yetkilinin gelip alması gerekiyordu.
Kapı sürgüsünün kaydırılma sesi daha yeni gelmişti ki çalışma odasının kapısı dışarıdan ittirilerek açıldı. Gölgenin büyük ve uzun olduğu kadar gürbüz silüeti bir anda çalışma odasına atıldı. Li Qiaoshan'ın yüzünün alt yarısını kerpeten gibi sımsıkı kavradı, sonra onu içeri iterek odaya girdi. Bunlar olurken Li Qiaoshan tek bir yardım çağrısında dahi bulunamamıştı.
Gölge sözcüklere başvurmakla uğraşmadı. Hızlıca soğuk bir ışıltıyla parlayan hançerini çekti ve tamamen Li Qiaoshan'ın boğazına bastırdı. Her ne kadar kapıya arkası dönük olsa da ayağıyla kapıyı arkasından tekrar kapatıverdi. Askeri açıdan yetenekli duruyordu ve Li Qiaoshan'ın ev düzenine oldukça aşinaydı.
Li Qiaoshan'ın yüzü kül rengine döndü, fakat gözlerinin derinliklerinden bir kutlama havası ve rahatlama okunuyordu. Geçen sene yaşlı annesini, karısını ve küçük oğlunu çoktan güvenli bir yere göndermişti. Kendi hayatını kullanarak ailesini korumak istediğinden, onlarla beraber gitmemişti. Gücendirdiği kişinin dünyanın her bir köşesinde gözleri ve göklere ulaşabilecek elleri vardı, o kadın Li Qiaoshan ölene kadar rahat etmezdi.
Onca zamandır sürekli korku içerisinde yaşıyordu, sonunun hızlı olması güzel olurdu.
Li Qiaoshan biraz düşündükten sonra kollarını iki yana açtı, "Derdin neyse söyle hadi."
Beklenmedik bir şekilde, gölge bir defa kıkırdadı, ardından hançeri Li Qiaoshan'ı boğazından çekti. Yüzündeki örtüyü de çekip çıkardı, "Efendi Li yürek yemiş."
Gelen kişi maskeli kişinin kişisel korumalarından biriydi: Wu kardeşlerden küçük olan, Wu Er.
Wu Er geri dönüp kapı sürgüsünü çekti, ardından kendinden emin bir tavırla masaya gidip lambayı yaktı. "Efendi Li, lütfen otur."
Li Qiaoshan tedbirli bir şekilde Wu Er'a baktı, "Ne yapacaksın? Ekselanslarına ihanet etmediğimden eminim. Böyle acımasız olmaya, işi bu noktaya vardırmaya ne gerek vardı?"
Li Qiaoshan'ın oturmak gibi bir niyeti olmadığını gören Wu Er, kendisi oturdu. Li Qiaoshan'ın sorusunu da cevapsız bıraktı. Göğüs cebinden dikdörtgen biçiminde tahta bir kutu çıkardı ve bir takırtı sesiyle masaya fırlattı, "Bu ustadan Efendi Li'ye Shangyuan hediyesi, Efendi Li nezaketle kabul etsin."
Li Qiaoshan bir süre olduğu yerde dikildikten sonra masaya doğru geldi. Kutuyu eline aldı, açtığındaysa şoktan nefesi kesildi. Kutunun içinde bir parmak vardı. Bir başparmak.
Parmakta zümrüt bir başparmak yüzüğü takılıydı. Yüzük ışıltılı, yarı saydam, düzgün ve göz alıcıydı. Ama kanla lekelenmişti, ki bu da korkunç görünmesine sebep oluyordu.
Kapının öteki tarafından telaşlı ayak sesleri geldi, ardından bir hane hizmetkarının bağırışı duyuldu, "Efendim?"
Wu Er dünya yıkılsa umurunda değilmiş gibi oturmaya devam ediyordu. Parmaklarını büküp düzgün tırnaklarına baktı.
Li Qiaoshan bedeninin titremesine engel olamıyordu. Gözlerinde yaşlar girdap gibi dönüyordu ve birkaç kez kesik nefesler almıştı. En sonunda gözyaşları tahta kutuya ve o zümrüt başparmak yüzüğüne damladı.
Bu başparmak yüzüğü annesinin aile yadigarıydı. Li Qiaoshan'ın büyükbabası, annesinin düğününden önce bu yüzüğü çeyizine eklemişti. Hanımefendi Li, Li ailesinin büyüklü küçüklü her şeyinin idaresini ilk üstlendiğinde depodan bu başparmak yüzüğünü çıkarmış ve kendisi takmaya başlamıştı. Göz açıp kapayıncaya dek yirmi yıl geçmişti.
Li Qiaoshan'ın bu yüzüğü hatırlamama imkanı var mıydı? Annesinin sağlığı pek yerinde değildi, bir tek onu dünyaya getirmişti. Neyse ki meşru ve en büyük oğul o olmuştu, böylelikle ev halkını idare etmede görevi annesinden devralmıştı. Li Qiaoshan'ın babası önceki hanedanda yaşlı bir yetkiliydi. Onun ölümünden sonra anne-oğul bir dayanışma içerisinde ilerlemişti ve Li Qiaoshan ailesine duyduğu vefayla tanınır olmuştu.
Ne var ki tüm aile için neşeli bir gün olması gereken Shangyuan festivalinin gecesinde annesinin kesik parmağını elinde tutacağı, asla aklına gelmezdi.
Hane hizmetkarı: "Efendim? İyi misiniz?"
Li Qiaoshan nihayet kendine geldi. Kanlanmış gözleriyle öfke dolu bir şekilde kapıya bakarak kükredi, "Defol, ne kadar uzağa gidebiliyorsan oraya defol git! Hepiniz, defolun!"
Hane hizmetkarı: "...Anlaşıldı, anlaşıldı, bu kimse hemen gidiyor."
Dışarısı sessizleştiğinde Wu Er sakin sakin, "Efendi Li, o şeyi tanıdın mı?" dedi.
Li Qiaoshan tahta kutuyu masaya bıraktı, ardından gözyaşlarını kol yenine sildi. Wu Er'a döndü, cübbesini yayarak yere diz çöktü, ardından başını sertçe yere vurdu, "Birini öldürmek bir başı yere düşürmekten ibarettir, fakat kişinin karısı işe karıştırılmamalıdır. Ben, Li Qiaoshan eminim ki ustaya karşı ihanet sayılacak hiçbir şey yapmadım. Eğer bir hükümdar kulunun ölmesini isterse kulun ölmekten başka şansı yoktur. Beni ister öldürün ister kesip doğrayın, canınız nasıl isterse. Tam şu an kendimi asmamı bile isteseniz üstüne başka bir laf etmeyeceğim. Ama lütfen, yaşlı annemi ve küçük oğlumu bağışlayın."
Wu Er'ın yüzündeki şakacı sırıtış silindi ve buz gibi soğuk bir ifadeye dönüştü. Sanki yaşayan bir insana değil de bir cesede bakıyordu.
Wu Er: "Ustaya yanlış bilgi verdiğin anda çoktan ölmüştün sen. Yakınlarının hayatta kalıp kalamayacağı, ustanın isteğine kalmış."
O anda, Li Qiaoshan'ın tüm umutları yok olmuştu. Biraz pişmanlık da duyuyordu. Ta en baştan neden bu kör olası tekneye binmişti ki?
Sırf bir önceki hanedanın prensesi son derece seçkin tıbbi yeteneklere sahip olduğu içindi. Geçmişte bir defa annesinin hayatını kurtarmıştı. Li Qiaoshan onca yıldır sırf onun köpeği olmak için yüksek mevkileri ve iyi maaşları geri çevirmişti, ta ki şimdi geri alınamaz bir şekilde sonu gelene kadar.
Li Qiaoshan kaderine teslim olurcasına başını aşağı eğdi ve şöyle mırıldandı, "Usta ne diyorsa yapacağım. Annem altmışlı yaşlarında ve zamanında usta onun hayatını kurtarmıştı. Usta lütfen yıllar önceki o nezaketini hatırlayıp yaşlı büyüğümün hayatını bağışlasın. Çocuğum ise... Ai. Eğer ben ölürsem hanımım da yalnız başına yaşayamaz. Annemin en azından onu uğurlayacak birine ihtiyacı var, değil mi?"
Wu Er: "İçin rahat olsun. Ustanın dediklerini yerine getirdiğin sürece borcunu ödemiş olacaksın. Usta annen, çocuğun ve meşru karın için gerekli ayarlamaları yapacak."
Li Qiaoshan: "Hizmetinizdeyim."
Wu Er göğüs cebinden bir yığın belge çıkardı. Çeşitli malzemeler ve boyutlar vardı, hem ipek kağıt hem de beyaz kağıt parçaları bulunuyordu.
Li Qiaoshan o belge yığınını Wu Er'dan aldı ve, "Bu ne?" diye sordu.
Wu Er: "Bunlar Qi Yan'ın yıllardır yazdığı makaleler ve onunla usta arasındaki yazışmalar. Usta sana yarın sabah meclis toplantısı başladığında şikayet dile getirme imparatorluk davulunu çalmanı emretti."
Li Qiaoshan: "Usta benden meclise şikayet sunmamı mı istiyor?"
Wu Er: "Evet."
Li Qiaoshan'ın tekrar yüzünün rengi attı, "Qi Yuanjun'un imparatorun gözdesi olduğunu bilmeyen mi var? Daha geçenlerde Ding Yi ve oğlu sırf suçlamada bulunmada başarısız oldukları için zindana atıldı, ben..."
Wu Er: "Ne o, korktun mu şimdi?"
Li Qiaoshan: "İki türlü de benim için ölüm demek. Ailemin güvenliğini garanti altına aldığı sürece yerine getireceğim, ama... Korkarım yalnızca bu şeylerle Qi Yuanjun'u da kendimle beraber dibe çekemeyebilirim. Üstelik, meclise şikayet sunacak mevkide miyim ben?"
Wu Er hafifçe gülümsedi. Gözlerinden sapkın bir enerji ve zalimlik geçip gitti, "O halde sana bir sır daha vereyim. Qi Yan sadece kuzey Jing Krallığı'nın prensi değil, aynı zamanda bir kadın! Mecliste bu bilgiyi haykır yeter, savunulacak görüşe gelince..."
Wu Er göğüs cebinden bir şey çıkardı ve Li Qiaoshan'a verdi, "Usta senin için her şeyi hazırladı. Sadece geçmişteki hatalarından pişmanlık duyan bir hainmiş gibi davran. Bu ustanın kişisel mührü. Ustanın eski makaleleri hâlâ iç meclisin büyük arşivinde tutuluyor olmalı, üzerlerinde bu mühür basılı. Bu mührü onlara ver ve söylediklerinin doğru olduğunu kanıtlamak için hayatını riske atarak bunu çaldığını söyle. Ayrıca bu mektupları da gelirken ustanın çalışma odasından çaldın. Bütün meclis yetkililerinin bunu net bir şekilde duymasını sağlamalısın. Nasıl bir durumda olursan ol Qi Yan'ın kuzey Jing Krallığı'nın prensi olduğunu, bir kadın olduğunu ve önceki hanedanlığın prensesi ile iş birliği yaptığını herkese duyurmak zorundasın. Wei Krallığı'nın yönetim şeklini devirmek istiyordu. Nangong atalar mezarlığındaki ve Weiyang Sarayı'ndaki yangında Qi Yan'ın parmağı vardı. Entrikalarını gerçekleştirmek için Nangong Zhenzhen'i kullandı, sadık yetkililere zarar verdi ve imparatorluk varislerini öldürdü. Bu son kısımların... ne kadarınını söylesen kârdır. Ölüm kaçınılmaz olacak, fakat ne pahasına olursa olsun Qi Yan'ı da dibe çekmelisin. Anca her şey hallolunca ailen korunacak. Anlaşıldı mı?"
Li Qiaoshan güçsüzce yerde oturuyordu, ardından robot gibi başını aşağı yukarı salladı, "Anlaşıldı." Anlamıştı. Şimdi her şeyi anlamıştı.
Maskeli kişiye ihanet etmediği halde çoktan "feda edilecek piyon"u olmuştu. Qi Yuanjun mecliste ve halktan insanların dünyasında sağlam bir temele ve oldukça derin bir saygınlığa sahipti. O adamı, ya da o kadını alaşağı etmek... Yapacak kişinin kendi hayatını hiçe saymasını gerektirirdi. Ding Yi ile oğlu başarısız olmuştu çünkü düşmanla beraber yıkıma sürüklenecek cesaretten yoksunlardı.
Li Qiaoshan'ın tanıdığı maskeli kişi kesinliğinden emin olmadığı hiçbir şeyi yapmazdı. Bu da demek oluyordu ki... belki de Qi Yan daha bir Fuma'yken onu zindanda ziyaret etmesini emrettiği andan beri tüm bunlar çoktan planlanmıştı.
Geçmişteki o önemsiz olay şimdi Qi Yan ile aralarındaki iş birliğinin kanıtı olarak sayılacaktı. Bu da demek oluyordu ki sadık olsa da olmasa da, veya yanlış bilgi vermişse de vermemişse de... Kaderi iki sene önceden yazılmıştı.
Li Qiaoshan artık meşhur İmparatorluk Eşi Qi Yan'ın, Qi Yuanjun'un aslında bir kadın olduğuna şok olacak enerjiyi kendinde bulamıyordu.
Bu geceden sonra... bir daha asla gelecek günlerin güneşini göremeyebilirdi.
Önceki hanedandan biriyle iş birliği yapmak ve İmparatorluk Eşi'yle beraber yönetimi devirmek için komplo kurmak söz konusuyken ilk itirafçı bile olsa... Davanın kapandığı gün hayatının son günü olurdu.
Qi Yuanjun'un cezasının belirlendiği gün onun da ölüm tarihi olurdu.
Wu Er: "Ne diyorsun?"
Li Qiaoshan: "Sana zahmet... ustaya haber ver. Bu görevi tamamlayacağım, tek istediğim... ailemin canını bağışlaması."
Wu Er: "O konuda endişelenmene gerek yok. Ustanın her sözü her zaman için dokuz kazan kadar ağırdır."
... ...
Chengqi ikinci yıl, ikinci ay, yirmi dördüncü gün.
Huainan'a çoktan bahar gelmişti. Qi Yan'ın idaresi altında Huainan bir damla kan akıtmadan üç kale şehrini geri almıştı. İnatçılık eden ve değiştirilemeyen üç kale şehri daha vardı ama artık destek alamayan yalnız şehirler haline gelmişlerdi. O şehirlere dalmak yalnızca bir gün sürerdi.
Qi Yan'ın o on beş yozlaşmış yetkiliyi cezalandırdığı haberi yayıldığından beri epeyce öğrenilmiş Konfüçyüs'çü bilgin onun yasaların ötesine geçen cezalandırmasını kınamıştı. Ayrıca idamlar birinci ayda gerçekleştirilmişti. Fakat Qi Yan asil İmparatorluk Eşi'ydi ve arkasında imparatorluk kılıcının desteği vardı. Bu yüzden o insanlar sadece kendi aralarında tartışmaya ya da pek bir etkisi olmasa da Qi Yan hakkında kötü şeyler diyen birkaç düzyazı yazmaya cesaret edebiliyorlardı.
Fakat halkın ezici çoğunluğu, özellikle de içine kum karıştırılmış afet yardım tahılı almış olan insanların tümü alkışlıyor ve sevinçle haykırıyordu.
İçlerinde, İmparatorluk Eşi gittikten hemen sonra o kişilerin tekrar sıkıntı çıkaracağından korkan çok sayıda insan vardı. Öyle olursa geçimleri ve hayatta kalımları garanti altında olmazdı. Ne var ki Qi Yan etkili manevralarla halkın endişelerini tamamıyla gidermişti.
Ve o andan itibaren özel af kağıdı stokları, akın akın gelen talebe birkaç defa yetişemez oldu. Qi Yan daha fazla af kağıdı yazması için alanında uzman katipler görevlendirmek zorunda kaldı, sonrasında ise hepsine bizzat damga vurdu. İlaveten, neredeyse her gün şehir hendeğinden geçerek kalan üç kale şehrinden kaçan insanlar oluyordu. Yeni bir sayfa açmaya hazırlardı.
Dağları ele geçiren haydutlara gelince, Qi Yan Sanwa'dan yolu göstermesini istemiş, Du Zhong ise Yuanbao Dağı'na bir ordu sürmüştü. Neredeyse hiç direnişle karşılaşmadan Yuanbao Dağı'nı geri almışlar ve Qian Tong'un bahsettiği, dağdaki mağarada duran devasa büyüklükteki silah deposunu keşfetmişlerdi.
Nasıl olursa olsun Huainan'da diriliş sinyalleri belirmişti; geniş çaplı bir yeniden yapılanma sürüyordu. Halkın yüzüne tebessümler dönüş yapmıştı ve insanlar evlerinin yeniden inşasında üzerlerine düşeni yapıyordu...
İkinci ayın yirmi dördüncü günü.
You vilayeti askerlerinden oluşan bir birliğin taşıdığı imparatorluk fermanı, Huainan'a vardı...
Du Zhong Qi Yan'ı bulduğunda, Qi Yan kollarını sıvamış halkla beraber çalışmaktaydı.
Du Zhong: "Ekselansları, Ekselansları... Saraylardan birileri geldi. Bir ferman ulaştı."
Qi Yan bunu duyduğuna biraz şaşırmıştı, fakat fazla üzerinde durmadı. Ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra hükûmet ofisinin ana salonuna geldi.
Hadım: "Qi Yan, bu ferman sana."
Qi Yan cübbesini yayarak yere diz çöktü, "Bu kul Qi Yan, fermanı dinliyor."
Hadım: "Göğün istemi ve imparatorun buyruğuna kulak verin: Qi Yan hiç vakit kaybetmeden başkente dönüş yoluna koyulacaktır. Hepsi bu kadardı."
Qi Yan kaşlarını çattı. Huainan'da işler her geçen günle birlikte iyileşiyordu, fakat henüz geri alınmamış üç kale şehri daha vardı. Şimdi saraylara geri dönerse dereyi geçerken at değiştirmiş gibi olurlardı. Burada idareyi üstlenen İmparatorluk Eşi olmadan hâlâ tereddüt etmekte olan o çeteciler nasıl rahat rahat öne çıkacaktı?
Hadım Qi Yan'a yandan bir bakış attı, ardından kendine has tizlikte bir sesle, "Dagong, lütfen emri kabul eder misiniz? İşleri bizim için zorlaştırmayın," dedi.
Qi Yan bakışlarını kaldırdı. Hadımın arkasında zırhlı, hükmedici bir duruş sergileyen You vilayeti askerlerinden oluşan bir birliğin olduğunu da o zaman fark etti.
Qi Yan: "Bu kul, emri kabul ediyor."
Hadım elindeki at kılından fırçayı savurdu, "Sizler gidip Dagong'un eşyalarını toplayın. Hükûmet ofisinin dışında bir at arabası bekliyor, tüm eşyaları toplanınca hemen yola çıkacağız."
Qi Yan dışarı çıktığında, salonun dışından dinlemekte olan Du Zhong yanına geldi, "Ekselansları... Neler oluyor...?"
Qi Yan Du Zhong'a teskin edici bir şekilde gülümsedi ve sakince dedi ki, "Majesteleri derhal başkente dönmemi emretmiş. Bundan böyle Huainan'daki meseleler hakkında tam yetki Efendi Du'da olacak."
Du Zhong duruma anlam veremiyordu. Qi Yan'ın arkasındaki You vilayeti askerlerine bir bakış attı, ardından ona bir adım daha yaklaşıp fısıltılı bir tonda, "Ekselansları, Majesteleri Huainan'daki ilerlemeden habersiz mi?" dedi, "Şu an her şey mükemmel bir şekilde ilerliyor ve sadece bir ay içinde Huainan'da her şeyin yoluna gireceğine inanıyorum. Böyle bir zamanda sizi geri başkente çağırmak, bu... Majestelerine bir mektup mu yazsak?"
Qi Yan Du Zhong'un ne demeye çalıştığını anlıyordu. Satır arasında kastedilen şuydu: Huainan tek bir asker bile feda edilmeden geri alınmıştı, bu övgüye değer hizmetin tarihte bir örneği daha yoktu. Sadece bir ay içinde böylesine bir liyakat Qi Yan'ın cebinde olacaktı. Eğer Qi Yan böyle bir noktada ayrılırsa... Du Zhong ne türden biri olacaktı?
Başka birinin sarf ettiği çabanın meyvelerine konan aşağılık biri olmayacak mıydı?
Qi Yan Du Zhong'un koluna dostça vurdu, "Sorun yok. Huainan'ın bugün huzurlu günlerine geri kavuşmasında Efendi Du'nun da aynı şekilde katkısı var. Üstelik ben saraylar bölgesinin derinlerinde yaşıyorum, hayatımın kalanında yetkili olmak için bir şansım olmayacak. Efendi Du'nun bunu dert etmesine gerek yok."
Du Zhong uzun bir iç çekti, "Durum buysa, bu naçiz yetkili utançla kabul ediyor."
Qi Yan: "Zamanlama ve kader, Efendi Du kendine dert etmesin."
Du Zhong: "Öyleyse... bu naçiz yetkili Ekselanslarını uğurluyor."
Du Zhong Majestelerinin neden İmparatorluk Eşi'ni böyle aceleyle başkente çağırdığını anlayamıyordu. Güzel bir veda töreni ayarlamasına bile fırsat verilmemişti.
Qi Yan'ın hiçbir şey yapmasına gerek kalmadı, Qian Tong ve You vilayeti askerleri eşyalarını hızlıca toplamışlardı. Qi Yan at arabasına davet edildi, ardından hadım yüksek sesle duyurdu, "Yola çıkıyoruz!"
Bu tiz ses epey uzaklardan bile duyulmuştu. Qi Yan'a buraya kadar eşlik etmiş yetkililer ve şehirdeki halktan insanlar Qi Yan'ı uğurlamak için etkileyici bir kalabalık halinde şehir kapılarından dışarı fırladı.
At arabası çok uzaklaşamadan kalabalığın arasındaki biri avazı çıktığı kadar bağırdı, "Çok yaşa İmparatorluk Eşi!"
Halktan insanlar ve yetkililer birbiri ardına yere diz çöktü, ardından aynı şekilde haykırdılar, "Çok yaşa İmparatorluk Eşi!"
Sesleri duyan Qi Yan aracın penceresini açtı ve başını dışarı uzattı. Herkesin veda amaçlı yere diz çöktüğünü görünce kalbinde kabaran bir his duydu. Ağzını bir miktar açtı, fakat ne diyeceğini bilemedi.
Qi Yan'ın bir tahmini vardı. Onunla buraya gelmiş tüm yetkililer Huainan'da kalmıştı, geri çağrılan tek kişi ise kendisiydi. Ayrıyeten, Nangong Jingnu'nun mizacı düşünüldüğünde... Acil bir durum olsa önce ona özel bir mektup yazıp gönderir, imparatorluk emri ise bundan sonra gelirdi.
Belki de... Bu sefer kendini yaklaşan bir felaketin ortasında bulacaktı.
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları bir miktar kıvrıldı, ardından bakışlarını pencereden dışarı çevirdi. Aslında, gayet rahat hissediyordu. Belki de böyle bir günü ve durumu o kadar sık kafasında canlandırmıştı ki bu gerçekleştiğinde bir sebepten rahatlamıştı. Biraz da dalgınlaşmıştı.
Kafile yedi gün yedi gece yol aldı. Hanzhong sınırına ulaştıklarında Qian Tong'un bağırışları Qi Yan'ı ürküterek kısa uykusundan uyandırdı.
Qian Tong: "Ne yapıyorsun?!"
"Sen kendi işine bak, bir imparatorluk emri doğrultusunda yapıyoruz!"
"Ah!" Hadımın acı feryadı duyuldu, bunu ise silahların çarpışma sesi izledi.
Qi Yan aracın kapısını iterek açtı, ardından Qian Tong'un başka bir alanda iki You vilayeti askeriyle savaştığını gördü. Her ne kadar Qian Tong askeri açıdan yetenekli olsa da ikiye karşı bir savaşıyordu ve rakipleri tecrübeli You vilayeti askerleriydi. Şu an hiçbir taraf üstünlük elde edemiyordu. Qian Tong özgür kalamıyordu.
Qian Tong: "Efendim, kaçın!"
You vilayeti askerlerinden oluşan bu birlikte fazla kişi olmasa da hâlâ altı tanesi ayaktaydı. Sanki Qi Yan bundan kaçabilir miydi?
O iki You vilayeti askerinin kendisine doğru yürüdüğünü ve kılıçlarının hâlâ bellerindeki kında durduğunu görünce Qi Yan, "Qian Tong, dur!" dedi.
Qian Tong bunu duyunca iki adım geriye sıçrayarak savaş menzilinden çıktı.
Qian Tong: "Efendim!"
Qi Yan: "Geri çekil, elli adım ötede beni bekle. Beni öldürmek isteseler çoktan hamle yaparlardı."
Qian Tong: "...Anlaşıldı."
İki You vilayeti askeri bir an bakıştıktan sonra içlerinden biri diğer altı kişiye el sallayıp farklı yönlerde otuzar adım gerilemelerini söyledi. Bir çember halinde at arabasının etrafını sardılar.
Qi Yan: "Söyleyecek bir şeyiniz varsa, söyleyin."
You vilayeti askeri: "Majesteleri emretti, bu at arabası ve aracın yolcu bölmesinin altındaki altınlar sana bahşedildi. Gökler yüksek ve denizler geniştir, bundan böyle özgürlüğün sana geri verilmiştir. Hayatının geri kalanında başkentin sınırlarından içeri tek bir adım dahi atamazsın. Eğer bu kural çiğnenirse... itiraz kabul edilmeden öldürüleceksin."
Qi Yan, askerin saçları diken diken olmaya başlayana dek ona baktı. Demesi gereken şeylerin devamını unutuvermişti. Meslektaşı onu dirseğiyle dürtünce nihayet hatırladı, ardından göğüs cebinden bir şey çıkarıp Qi Yan'a uzattı, "Bu, Majestelerinin bizzat yazdığı boşanma mektubu. İçinde damgası vurulu, iyi sakla."
***
Yazarın notu:
İşte bugünün bölümü, lütfen daha çok destek verin millet, şu sıralar günde sadece 30 dolar kazanıyorum... Sanırım gittikçe soğuyorum.
Bir daha böyle çok emek isteyen ama insanları memnun etmesi zor olan bir konu hakkında yazmayacağım. *ağlayarak kaçar *
0 notes
bursahabermedya · 2 months ago
Photo
Tumblr media
web sitesinde haber muhabirisin bu içeriğe göre dikkat çekici ve 8 kelimeyi geçmeyecek başlık yazar mısın Html etiketlerini dahil etme
TFF 2’nci Lig Kırmızı Grup 9’ncu hafta mücadelesinde Karacabey Belediyespor, sahasında konuk ettiği Beyoğlu Yeni Çarşı’ya 4-0 mağlup oldu.
MAÇIN KARNESİ
STAT: Mustafa Fehmi Gerçeker
HAKEMLER: Birkan Altındaş, Gökhan Salduz, Gökhan Karaboğa
KARACABEY BELEDİYESPOR: Ahmet Daş – Yusuf Ziya Gümüş (Dk. 46 Furkan Metin), Serhat Kot, Niyazi Batuhan Salman, Saruhan Fındıkçı (Dk. 83 Koray Yağcı), Muhammed Enes Yılmaz, Ümit Yasin Arslan (Dk. 46 Ahmet Furkan Özcan), Furkan Yasin Yalçın, Berke Özgün (Dk. 46 Abdullah Balıkçı), Burak Albayrak, Ali Aydemir (Dk. 83 Azat Çakar)
BEYOĞLU YENİ ÇARŞI: Boran Güngör – Batuhan Yılmaz, Fatih Bektaş (Dk. 87 Kubilay Akyüz), Batuhan Ekinci, Ulaş Şimşek (Dk. 72 Bora Aydınlık), Mutlu Güler (Dk. 84 Kaan Deniz Yılmaz), Adem Doğan, Mehmet Soyarslan, Mustafa Kaçan (Dk. 46 Bilal Budak), Sedat Komi, Bahattin Berke Demircan (Dk. 72 Embiya Yıldız)
GOLLER: Dk. 20 – Dk. 31 Berke Demircan, Dk. 22 Mustafa Kaçan, Dk. 37 Mutlu Güler (Beyoğlu Yeni Çarşı)
SARI KARTLAR: Burak Albayrak, Muhammed Enes Yılmaz, Furkan Metin (Karacabey Belediyespor) – Mehmet Soyarslan, Mustafa Kaçan (Beyoğlu Yeni Çarşı)
  bu haberi özgün bir içerik olacak şekilde yeniden yaz. Haber dili kullan ve metne bağlı kal. pragraflar arasında boşluk olsun. on paragrafta “sonuç olarak” demeni istemiyorum. sonuç ola https://bursahabermedya.com/web-sitesinde-haber-muhabirisin-bu-icerige-gore-dikkat-cekici-ve-8-kelimeyi-gecmeyecek-baslik-yazar-misin-html-etiketlerini-dahil-etme-tff-2nci-lig-kirmizi-grup-9ncu-hafta-mucadel/ #Spor #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
hasanakbal19 · 2 months ago
Text
19 Ekim 2024 Tarihli ve 32697 Sayılı Resmî Gazete
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ CUMHURBAŞKANI KARARLARI –– Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Bazı Mal ve Hizmetlerden Ücretsiz veya İndirimli Olarak Faydalanacakların Tespitine İlişkin Karar (Karar Sayısı: 9049) –– Balıkesir İli Sınırları İçerisinde Bulunan S:200903319 Sayılı IV. Grup Maden (Altın+Gümüş+Bakır) İşletme Ruhsatlı Sahada, Ruhsata Konu Madenlerin Üretimine Devam Edilebilmesi İçin…
0 notes
kunyekultursanat · 2 months ago
Text
19 Ekim 2024 Tarihli ve 32697 Sayılı Resmî Gazete
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ CUMHURBAŞKANI KARARLARI –– Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Bazı Mal ve Hizmetlerden Ücretsiz veya İndirimli Olarak Faydalanacakların Tespitine İlişkin Karar (Karar Sayısı: 9049) –– Balıkesir İli Sınırları İçerisinde Bulunan S:200903319 Sayılı IV. Grup Maden (Altın+Gümüş+Bakır) İşletme Ruhsatlı Sahada, Ruhsata Konu Madenlerin Üretimine Devam Edilebilmesi İçin…
0 notes
aykutiltertr · 3 months ago
Video
youtube
Geceler (Zulmetle Ayrılık) - Safiye Soyman ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör ...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/f9o9UbDIXkA ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Geceler (Zulmetle Ayrılık) - Safiye Soyman ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Maya 8/8 Çift Düm Hafız Kemal Gürses) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤   https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupPNgY3eTbM00Gi2KSk0ey-7 https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupN_BEI4I8QYZ9pK9kYEisLt ➤ ESER ADI                   : GECELER - ZULMETLE AYRILIK BESTESİ YAPAN ➤ SÖZ GÜFTE               : ALİ HAYDAR ABDULLAHOĞLU ➤ BESTE - MÜZİK         : HAFIZ KEMAL GÜRSES ➤ USÜL                          : 8/8 DÜYEK ÇİFT DÜM ORYANTAL ➤ MAKAM - BATI DİZİ : UŞŞAK - MİNÖR ➤ THM AYAK                : MAYA AYAĞI ➤ ARANJÖR                 : ? ➤ ENSTRÜMANLAR    : YAYLI GRUP KEMAN, UD, KANUN, KLARNET ➤ KİMLER OKUDU       : ZEKİ MÜREN BÜLENT ERSOY, SAFİYE SOYMAN ➤ FİRMA - ŞİRKETİ      : ÖZER MÜZİK (ŞAHİN ÖZER) ➤ KÜNYE                       : Geceler Safiye Soyman Muhteşem Alaturka Şarkılar                             ŞARKI SÖZÜ Zulmetle Ayrılık Bestesi Yapan Beni Düşünceye Salan Geceler Ruhumda Titreyen Son Nur-u Kapan Neş’eyi Ümidi Çalan Geceler Yeter Yeter Artık Bu Kadar Çile Nedamet Hissiniz Gelmez Mi Dile Ufukta Beliren İlk’aşık İle Ağarmış Saçını Yolan Geceler Safiye Soyman Doğum 3 Mart 1961 (63 yaşında) Ankara, Türkiye Meslek Şarkıcı Etkin yıllar 1990-günümüz Evlilik Ziya Akaröz (e. 1974; b. 1985) Partner(ler) Faik Öztürk (2000-günümüz) Çocuk(lar) 2 Safiye Soyman (3 Mart 1961, Ankara), Türk şarkıcı. Hayatı Safiye Soyman, Bolu'lu bir baba ve Kırşehir'li bir annenin kızı olarak 1961 yılında Ankara'da doğdu ve orada büyüdü.[2] Babası bir hafız olan Safiye Soyman, 13 yaşında görücü usulüyle evlendiği 24 yaşındaki Ziya Akaröz'le on beş yıl evli kalmıştır. Evliliğin ilk üç senesi güzel geçtikten sonra eşinin kumar tutkusu aile bağlarını derinden sarsmaya başlamış ve eşinden gizli ortaokul sınavlarına hazırlanmıştır. Daktilo kurslarına gitmiş ve ortaokulu bitirir bitirmez, bu kez de lise bitirme sınavlarına hazırlanarak liseyi de bitirmiştir. Okul sonrası iş bulma sınavlarına girerek İmar İskan Bakanlığı'na Genel Müdür sekreteri olarak işe girmiştir. Diskografisi Albümleri 1990: Hesabım Var 1992: Bahse Girerim 1993: Aşk Olsun Sana 1995: Söz Veriyorum 1997: Sen Gittin Mi Ben Ölürüm 1998: Sevenler Gece Ağlar 2002: Hani Gittin Ya 2004: Birde Benden Dinleyin 2006: Yine Benden Dinleyin 2008: Herkes Dinlesin 2008: İkinci Bahar 2010: Safiye Soyman - İlahiler 2012: Alaturka Şarkılar & İstanbul Olmaz Olsun 2014: İşte Benim Dünyam 2016: Bir Yorum da Benden 2020: Nerede Kalmıştık Single'ları 2017: Erik Dalı 2017: Harmadan Gel 2018: Ya Ben Anlatamadum (feat. Faik Öztürk) 2019: İkimiz Bir Fidanız (feat. Faik Öztürk) 2019: Özüme Döndüm Ben 2020: İkimiz Bir Fidanız 2020: İlle de Sen 2020: Merhem 2023: Ankara Güzelse Sebebi Sensin 2023: Kusura Bakma 2023: Hikaye 2023: Gümüş Kaşık 2023: Geçen Yıl Bu Zamanlar 2024: Yıllar Utansın Programlar 2006: Sabahlara Şenlik 2008: Hep Seni Aradım 2012: Safiye & Faik Trende 2014: Pişir Yedir Kazan (Jüri) 2017: Dünya Güzellerim 2018: Demet Akbağ ile Çok Aramızda 2021: Gelinim Mutfakta 2023-2024: Dünya Güzellerim Masada 2024: Dünya Güzellerim Tatilde Kaynakça ^ "Faik Öztürk, Safiye Soyman'a elleriyle pasta yedirdi, Safiye Soyman, doğum gününü kutladı". Habertürk. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. gtd Klasik Türk müziği şarkıcıları Ahmet Çalışır · Ahmet Özhan · Ahmet Üstün · Gaye Su Akyol · Alâeddin Yavaşca · Ali Osman Akkuş · Aslı Hünel · Ayla Gürses · Aylin Vatankoş · Ayşe Mine · Ayşe Tunalı · Behiye Aksoy · Bekir Sıdkı Sezgin · Belkıs Özener · Sibel Can · Deniz Kızı Eftalya · Dilek Türkan · Ebru Gündeş · Eda Karaytuğ · Sibel Egemen · Emel Sayın · Ender Doğan · Bülent Ersoy · Esra İçöz · Faruk Tınaz · Gönül Akkor · Gaye Aksu · Gönül Yazar · Hâfız Burhan · Hâfız Post · Hamiyet Yüceses · Seçil Heper · Hüner Coşkuner · İnci Çayırlı · İsmet Yazar · Kâmuran Akkor · Kutlu Payaslı · Mediha Demirkıran · Mehmet Başdurak · Melihat Gülses · Meral Mansuroğlu · Meral Uğurlu · Metin Milli · Mine Koşan · Yılmaz Morgül · Mualla Gökçay · Mualla Mukadder Atakan · Muazzez Abacı · Muazzez Ersoy · Mustafa Keser · Mustafa Sağyaşar · Münip Utandı · Müslüm Gürses · Zeki Müren · Müşerref Akay
0 notes
pazaryerigundem · 7 months ago
Text
Şehir tiyatrosu final yaptı
https://pazaryerigundem.com/haber/177980/sehir-tiyatrosu-final-yapti/
Şehir tiyatrosu final yaptı
Tumblr media
Mersin Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı’na bağlı Şehir Tiyatrosu tarafından yetişkinlere yönelik verilen ‘Temel Tiyatro Eğitimi’, ‘Ben Kadınım’ isimli oyunla final yaptı.
MERSİN (İGFA) – Şehir Tiyatrosu sanatçıları tarafından çocuklara yönelik ‘Yaratıcı Drama’, gençlere yönelik ‘Tiyatro Atölye Çalışmaları’ ve yetişkinlere yönelik verilen ‘Temel Tiyatro Eğitimi’ sona erdi. Eğitim sonunda yetişkin grup kursiyerleri; sanat yönetmenliğini Hülya Savaş’ın yaptığı, Özgür Ahmet Gönenler, Güvenç Gümüş ve Burak Sönmez’in yönettiği ‘Ben Kadınım’ adlı skeçlerden derlenen komedi oyununu seyirci ile buluşturdu. 6 ay süren kursun ardından 2 ay boyunca oyuna çalışan kursiyerler, aldıkları eğitimin hakkını vererek başarılı bir oyun sahneledi. Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenen ve kadının insanlık için değerini ve önemini konu alan oyun vatandaşlardan büyük beğeni gördü. Oyunun ardından kursiyerler katılım belgelerini de aldı.
Şehir Tiyatrosu sanatçılarından Taner Çelik, M. Naci İdişçi, Ozan Erdönmez, Gülhatun Kutlay, Mustafa Dincir, Necati Kutlu, Güvenç Gümüş, Mahir Okdemir, Ömür Sevgi Çil, Pelin Sarıkaya, Ömer Faruk Ustaoğlu, Ekrem Şenel, Tolga Manyer, Ceren Özmen ve Özgür Ahmet Gönenler tarafından verilen eğitimlerden, kursiyerler de son derece memnun ayrıldı.
Gönenler: “Kursiyerlerimiz oyunu 2 aylık bir süreçte hazırladılar”
Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularından Özgür Ahmet Gönenler, Şehir Tiyatrosu’nun birçok oyuncusu tarafından kursiyerlere eğitim verildiğinden söz ederek, “Bütün arkadaşlarımız derslere girdiler, eğitim verdiler ve sonunda da bir oyun sahnelenmesi istendi. Onun çalışmasını da biz üstlendik. 2 aylık bir sürecimiz oldu. Aramızda eğitimini tamamlayıp, yoğunluğundan dolayı oyuna kalamayan arkadaşlarımız oldu. Bu ekip de işlerinden fedakarlık edip geldiler ve oyunu hazırladık.  Güzel geçti. Çocuk grubumuzda ise toplam 56 kursiyerimiz vardı. Bunun 13’ü ile oyun çıkardık. Çocuklarımıza yaratıcı drama eğitimi verdik. Bu arkadaşlarımız da temel tiyatro eğitimi aldılar ve sonunda bir gösteriyle ödüllendirdik” dedi.
Kursiyerler için güzel bir deneyim fırsatı oldu
Kursiyerlerden Fuat Güngör, ilk kez böyle bir deneyim yaşadığından söz ederek, “Hep, ‘Yapar mıyım, yapamaz mıyım?’ gibi düşünceler oluştu kafamda. Emek veren hocalarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Yeri geldi bizimle bir çocukla uğraşır gibi uğraştılar, emek verdiler ve ilgilendiler. Çok keyifli zamanlar geçirdik. Ben Mersin’e geleli 3 yıl oldu. Böyle bir aktivitenin içerisinde bulunacağımı hiç düşünmüyordum. Ben bile şu anda kendime şaşırıyorum. Sahnenin tozunu yutmak, gerçekten tiyatro alanında muhteşem bir şeydi” diye konuşarak, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer’e kendilerine bu imkanı sunduğu için teşekkür etti.
Kursiyerlerden Özkan Azazi, “Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin açmış olduğu tiyatro kursuna yaklaşık 6-7 ay önce katıldık. Hocalarımızla çok eğlenceli ve çok keyifli çalışmalar sürdürdük. Hem eğlendik, hem de çok şey öğrendik. Hocalarımıza çok teşekkür ediyoruz. Bize bu imkânı sağlayan Büyükşehir Belediyemize ve Başkanımız Vahap Seçer’e de çok teşekkür ediyoruz. Çok keyifli bir süreç yaşadık, herkese de tavsiye ediyoruz, muhakkak bu deneyimi yaşasınlar” dedi.
Kursiyerlerden Damla Yılmaz, 6 aydır eğitim aldıklarından söz ederek, son 2 ayda da oyuna hazırlandıklarını belirtti. Yılmaz duygularını,  “Çok eğlenceli ve güzel mesajlar veren bir oyun sergiledik. Çok mutluyuz ve enerjiğiz. Umarım enerjimiz ve mutluluğumuz seyirciye de yansımıştır. Güzel bir final yaptığımızı düşünüyoruz. Böyle eğitimlere, kurslara ve gösterilere devam etmek istiyoruz” diye belirtti.
Seyircilerden Arzu Efesoy, çok keyifli bir akşam geçirdiklerini ve oyunun harika olduğunu ifade ederek, “Oyunun konusu çok güzeldi. İçimizde kalan duyguları net bir şekilde dile getirdiler. Çok mutluyuz. Bu tür organizasyonların sürekli olmasını diliyoruz” dedi.
Seyircilerden Yasemin Öztimur ise, “Oyun çok güzeldi, çok beğendik. Gerçek bir profesyonel gibi oynadılar” diye konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
thekerimkucuk · 1 year ago
Text
Tire 2021 FK Adım Adım TFF 3.Lig’e Koşuyor
BAL 4.Grup 13.Hafta:Tire 2021 FK-Çeşme Belediyespor 1-0 17.Dakika Yiğit Gümüş Asarlıkspor-Bayındırspor 2-1 23.Dakika Mustafa Kurcan 90.Dakika Hasan Aykılıç 90+4.Dakika Abdülkadir Çankaya Kerim Küçük.
View On WordPress
0 notes
level999comtr · 1 year ago
Text
Valorant hayranlarının favori özelliği nihayet geri dönüyor, ancak bu uzun sürmeyecek
Valorant hayranlarının favori özelliği nihayet geri dönüyor, ancak bu uzun sürmeyecek ••• ••• Kaynakça: https://level999.com.tr/blog/2023/12/19/valorant-hayranlarinin-favori-ozelligi-nihayet-geri-donuyor-ancak-bu-uzun-surmeyecek/ ••• Squad Boost özelliği tekrar geldiğinden grup sohbetlerinize katılın ve takımlarınızı oluşturun Valorant Aralık ayının geri kalanı boyunca ve Ocak ayına kadar. Hala kazanmanız gereken silah görünümleri, unvanlar ve spreyleriniz varsa, Riot Games'in erken Noel hediyesi, grup halinde bulunduğunuz arkadaşlarınızla veya yabancılarla oynarken Evolution: Act 3 savaş geçişini tamamlamanıza yardımcı olacak. “Bunu grup sohbetine DM olarak gönderin. Squad Boost geri döndü,” diye duyurdu resmi Valorant X/Twitter hesabı, etkinliği detaylandıran bir görselle. 5 Aralık'tan 4 Ocak'a kadar sürecek olan Squad Boost, bu sefer yanınızda kaç arkadaşınız olduğuna bağlı olarak farklı deneyim bonusları sunacak: başka bir arkadaşla oynamak için +%8 XP artışı, üç kişilik bir grupta oynamak için +%12 artış, dört kişilik bir grupla oynamak için +%16 ve beş kişilik tam takımla oynamak için +%20 artış. Rekabetçi FPS oyununa geri dönmek için mükemmel bir fırsat. Çoğu zaman arkadaş grupları ayrılır ve başka oyunlara geçer; bu olur. Ayrıca oyunda tanıştığınız kişilerle de eşleşebilirsiniz; eğer terli bir Valorant oyuncusu değilseniz ama yine de istiyorsanız bunlar XP bonusları, asla korkmayın: özel oyunlar dışındaki tüm oyun modları bonusları verecektir, bu nedenle Swiftplay veya Derecelendirilmemiş'e geçerek en yeni ajan Iso'nun setini, muhtemelen iyi olmanız için bağırılmadan pratik edebilirsiniz. Belki Valorant'a başından beri bağlı kalmışsınızdır ya da uzun bir aradan sonra geri dönüyorsunuzdur, her iki durumda da, başlamadan önce size zirveye çıkmanız için en iyi şansı verecek Valorant sıralamalarımıza göz atın. Belki de artı göstergenizi favori e-spor takımınıza veya yayıncınıza uyacak şekilde güncellemek isteyebilirsiniz. Sonunda gümüş kademeden çıkmanıza yardımcı olabilir! Neyse ki rehberimiz mevcut en iyi Valorant artı işaret kodlarını listeliyor. Bizi ayrıca takip edebilirsiniz Google Haberleri günlük PC oyunları haberleri, incelemeleri ve kılavuzları için veya bizim PCGN fırsat takipçisi kendinize bazı pazarlıklar yapmak için. Kaynak: pcgamesn
0 notes