#ezilenler
Explore tagged Tumblr posts
kahverengisacli-kiz · 6 months ago
Text
Tumblr media
14 notes · View notes
pelins-world · 17 days ago
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
siyah-kugu19 · 10 months ago
Text
"Benim olsun, kimseye bakmasın, benden başka kimseyi görmesin istiyordum..."
...
Ezilenler ~ Dostoyevski
Tumblr media
221 notes · View notes
azad30altug · 3 months ago
Text
Eski ve soğuk yalnızlıkların; ıslak ve kırılgan yazılara dönüştüğünü anladım. Üç beş kelime ezberlemekle herşey bitiyor artık zulme karşı direnmekte. Ve tuhaftır; geride kalan acıların bir daha yaşanmaması için girişilen kavgada, ezilenlerin safında haykıran bir keklik idim; ezilenlerin gözü önünde ezilenler tarafından vuruldum!
Sevgili!
Günler karalanıp suç olurken üstüme, inatla bekledim sabahı aydınlıklar için. Kimi korkulu gecelerde; açık kalan penceremi usulca kapatıp hapsettim yüreğimi odama. Devrimci şarkılarla, halk türküleriyle ve hürriyet şiirleriyle anıyorum seni. O umutlu bakışlarının resmini çiziyorum…
Aylardan nisan… Ve 1 Mayıs’a doğru koşar adım gidiyoruz. Bu mevsimde yine hava soğuk, aldatıcı. Dışarı çıkarken birde palto bulunmalı yanında. Uyurken uzun pijamalar giyinmeli. Durulmamalı öyle uzun uzun gölgelerin altında. Sende durma sevgili! Sende giy her akşam yatmadan önce yeşil pijamalarını. Çıkarken dışarılara ve o çocuğun yanına giderken bile unutma paltonu giyinmeyi. baharların ilki aldatır adamı. kapılardan, bacalardan baktırır hiç acımadan...
Bir şehri bu kadar kayıp bırakan nedenler olmalı. ya da anayolların bu kadar karmaşık olmasının... nasıl olmasın ki; adın geçmiyor artık, cismin uğramıyor asfaltlara...
Sevgili!
Sermayeye bu kadar karşı geldiysem elbet haklı yanlarımda vardı. birde yokluğuna bir isim bulamadıysam. denize konan bir martı ne kadar arzuluysa ve ne kadar tutkuyla bağlıysa özgürlüğe; sende bilmelisin ki, dağlarında şahinleri var...
Eksik olan masallarını tamamla gençliğinin. izin verme yolların yüreğini işgal etmesine. bir zaman diliminin herhangi bir parçası bile olsa düşle kavgamızı, yaralanmış aşkımızı... uğruna dövüştüğüm yurtlardan atıldığım ideoloji, günün birinde elbet çıkacaktır karşına. önce anlamayacaksın onu, sonra şaşıracak, nihayetinde sende inananacaksın bu şanlı kavgaya biliyorum...
Sevgili!
İşte o gün küçük görme manifestoyu*. 'bu da neymiş' deme. çünkü o manifesto, milyonlarca insanın koskoca ömrüdür. Aylarca düşünü kurduğum bir sığınak... nefes aldığım havaların; termometrelerce ölçülemediğini gördüm. bildiri dağıttığım fabrikalardaki işçilerin asgari ücretle yaşayamadığını. çöplere umut bağlayan insanları gördüm. beraberinde yoksulluğu... beraberinde sensizliği...
Sevgili!
Güneşler doğdukça... Geceleri çıktıkça yıldızlar... Sürd��kçe; grevler, isyanlar, ölüm oruçları... Direnişler devam ettikçe... Ve herşeye rağmen zafer işareti yaptıkça hayata, bende senin hasretle dönmeni bekliyor olacağım; isyanın doruklara ulaştığı şehirlerden...
Ulvi Koçu/ Gençliğimizin Ders Notları
8 notes · View notes
dramatik-buluntular · 1 year ago
Text
Bir aslanı gün boyu takip etseydiniz ve aslanın yaşamak için verdiği mücadeleye tanık olsaydınız ,günün sonunda bu aslanın bir ceylan yakalayıp yemesi sizi mutlu ederdi. Aynı hikayeyi ceylanı takip ederek başlasaydınız ve ceylanın yaşamak için verdiği mücadeleye tanık olsaydınız, günün sonunda bu ceylanın bir aslan tarafından yenmesi sizde bir öfke uyandırırdı. Yani başlangıç noktasını farklı seçersen aynı olay kişide iki farklı yargı oluşturabilir. Bu yüzden kişinin içindeki adalet duygusu, hangi hikayeyi ne kadar süreyle takip ettiğine bağlıdır…
-Dostoyevski, Ezilenler
41 notes · View notes
doriangray1789 · 11 months ago
Text
“Ben halkın itikatına itimat etmem. İyiliğin bilinmeyen eski bir çağda başlayıp bittiğine inanırlar. Halk hayal ile gerçeği birbirinden ayıramaz. Duyguları düşüncelerine ağır basar, sefil koşullar içinde yaşadıkları için yargıları bulanıktır. Ara sıra atalarını korumak üzere göklerden bir meleğin indiğini sanırlar.”
Okuma listenize ekleyin. Yoksa yazın;
Necib Mahfuz-Ezilenler
Tumblr media
12 notes · View notes
turqlands · 4 months ago
Text
@Islamda_huzur_var #allah #dinivideolar #hafiz #hakikat #hakyolu #mısır ... Bir Tek Mısıra Ait Değil, Tüm Müslüman Âlemine Duyurulur !
youtube
Nedenmi Amerika Katil ?..
Neden Müslümanlar, Hep Ezilenler Oluyor ?
Katil Amerika Nifak Tohumları İle, Kışkırtıyor... Müslüman, Müslüman'ın Kanını İçiyor; Katil Amerika'da Keyifle İzliyor... Arabistan Uyanmadı, Bari Türkler Olarak Uyanalım Artık !
Nasip PAMUK ✍🏻
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
endergelisenataklar · 2 years ago
Text
"babam yine kapıyı ayağıyla çalıyor gelirken elleri dolu gelmiş anlaşılan gelirken yanında ekmek, süt gelirken yanında proletarya gelirken yanında berlin stalinallee yapı işçileri, csepel çelik işçileri gelirken yanında tatabanya madencileri
babam, elleri naylon poşetler yüzünden kesilen dili damağı hep kuru akşam menülerinde hiç kere seçici karısından bizzat çay isteyip ana haber bültenlerinin karşısında ölüye kalan babam; 1.80’e 100 kilo gururdan yapılma bir adam bir adam ki, köşe bucak kaçtığım fakat annemin “gittikçe babana benziyorsun” dediği babam, babalar, proletarya, fraternite, tabandakiler, avam, ezilenler, ezikler…
eve coca cola sokmayan babalar bir işçi sınıfı olarak carrefourlara asla uğramayan babalar bir işçi sınıfı olarak
yapman gereken, sofrada zorla uzandığım ucuz peyniri bana yaklaştırmaktı baba kapıları çarpmak değil pencereleri hiç değil forsa bunca tamah edilen dünyada 8 yıl aynı gömleği giydin baba halbuki sen saçlarını tarardın eskiden nasıl olduklarını sorardın şimdi pek çıkmıyorsun dışarlara çıkma baba, zaten çıkılacak bir dışar kalmadı artık zaten evden gayrısı kalmadı artık sen; elinde kumandan, televizyonunda siyasi partilerin annem içerde öldü baba televizyonun sesini birazcık kısar mısın?"
49 notes · View notes
sinyallervesistemler · 1 year ago
Text
dostoyevski ezilenler okurken kafa travmasi geçiriyorum fenalasiyorum
12 notes · View notes
birfiill · 2 years ago
Text
Sevgiye dair olan herşeyden kaçar olmuş yüreği ezilenler..
34 notes · View notes
serhatnigiz · 1 year ago
Text
Devletin Teminatının Olmadığı yerde Milletin Teminatı Olur mu?
Tumblr media
Yürütmenin yargıya tepeden atamış olduğu memurlar (kendi adamları) ile yürütmedeki ve yasamadaki memurlar karşı karşıya gelmiş durumda. Ne de olsa bugüne kadar tüm kirli işlerini bu yargıya yaptırdılar.
Bahçeli sistem krizi yok dese de, sadece sistem krizi de yok! Sistem krizi ile iç içe girmiş yapısal bir kriz var. Yasama, yargı ve yürütme klikleri arasındaki gerilimin asıl nedeni de bu.
Düne kadar emir ve talimat ile AYM'ye karar aldıran Bahçeli (Jülistokratik MHP çetesi) ne oldu da şimdi AYM'yi "kapatmakla" tehdit eder hale geldi.
Bahçeli ve adamlarında AYM'yi kapatabilecek cesaretin zerresi yok!
İyisi mi yürütmenin (kendisini milletten üstün gören yetki diktatörlüğünün) son kalesi olan yürütme-yargısı AYM'yi ve diğer sözde yargı kurumlarını Bahçeli'yi beklemeden millet topyekün kapatsın!
Bu kurumların bugüne kadar millete bir faydası da görülmedi. Bu kurumlar ülke tarihi boyunca kendisini milletin üstünde gören bir avuç memur kastına çalıştı. Bu memur kastları da milletin devlete sunduğu olanakları kullanarak kendi kafalarına göre bir "kapitalist düzen" yarattı. Ama bu nasıl bir kapitalizm ise ortaya çıka çıka kapitalizmin ne evrensel ne de yerel normlarına dahi oturmayan feoktokratik ve müphem bir çete-kapitalizmi ortaya çıktı.
Bu çeteleri AYM gibi yürütme-yargısı değil, yargılasa yargılasa denetim usul/muhakeme kanunları ve denetim mahkemeleri yargılar!
Öyle yalandan tehditleri geçeceksin önce icraat görelim. Hadi paçan yiyorsa Bahçeli AYM'yi kapatta görelim! Sende o yürek var mı Bahçeli?
Yıllarca "devletin bekası" söyleminin arkasına saklanıp milletin temel haklarına çökme döneminiz artık bitti. Yaptığınız onca katliamlar, işkenceler, zulümler yanınıza kar mı kalacak sandınız!
"Devlet" diye isim mi olur? Gerçek ismini kullanmayan adamdan milliyetçi mi olur?
Milliyet-çiliği bile ayaklar altına alıp milleti tanımayanlar tabii ki anayasada tanımaz, kanunda tanımaz, her haltı yer. Bu nasıl bir milliyet-çilik ise Türklüğü/üniter kimliği mahkemeleştirmek için 15 Temmuz senaryosunu çevirir!
Millet niye bu temsiliyetist-memuriyetist zorbalığı tanımaya devam etsin ki? Teminatı olmayan devlet çete devletinden başka da bir şey değildir.
Çeteyseniz açıkça çıkıp "biz çeteyiz" diyin olsun bitsin. Öyle yalandan cumhuriyet gibi demokrasi gibi kavramların arkasına saklanmaya devam etmeyin.
O da olmuyorsa çıkın açıklayın "biz devlet değiliz" diyin, biz anayasa ile kanun ile kural ile yönetilmiyoruz, bu devleti bir avuç memur kastı idare ediyor diye millete beyan edin!
Ne de olsa devlet bile beyan esasına göre kurulur.
Bu ülkede devletin teminatı yok! Bir ülkede devletin teminatı yoksa o ülkede milletinde teminatı yok demektir.
Milletin teminatının olmadığı bir ülkede kurtuluşun tek yolu vardır; o da yasamada, yargıda ve yürütmede gerçekleşecek olan kurumsal denetimist devrimlerdir.
Ancak millet bu şekilde kendi temel hakları için ister seçilmiş olsun ister atanmış olsun temsiliyetizmden ve memuriyetizmden hesap sorabilir.
Temsiliyetizm ve memuriyetizm var oldu olalı devlet her zaman var olmuştur. Devletin-kitleselleşebilmesinin ve kitlelerin-devletleşebilmesinin yolu denetimle mümkündür. Aksi takdirde; ister cumhuriyet denilsin ister demokrasi denilsin tüm rejimler son çözümlemede bir memur kastları diktatörlüğünden başka da bir şey değildir.
Bir avuç bürokrasi mi hayatınızı nasıl yaşacağınıza karar verecek yoksa siz kendi hayatınızın yönetiminde söz ve hak sahibi mi olacaksınız?
Denetim mücadelesi ne sağ ne de sol meselesidir. Denetim meselesi siyaset üstü politik bir toplumsal proje meselesidir. Bir kişiye hak olan şey herkese de hak olmalıdır ki, toplum kendi deneylerinden dersler çıkararak denetimi tabandan tavana kadar yaşamın her alanına yayabilsin. Bu sayede de insan kurtarıcı aramayı bırakıp, kendi hayatının öznesi haline dönüşebilsin.
Kendi temel hakları için mücadele etmesini bilmeyen bir insan, ne işçiler adına, ne emekçiler adına, ne ezilenler adına, ne kadınlar adına, ne de gençler adına mücadele falan yürütemez. Yürütüyormuş gibi yapar ama farkında olsun ya da olmasın aslında temsiliyetizme ve memuriyetizme hizmet etmekten öteye de geçemez. Bu yüzden de kafasında ya kişileri kutsallaştırır ya partileri kutsallaştırır ya da devletleri kutsallaştırır. Bu da kendi özgür iradesinin ortadan kalkıp yerine kendisinden daha üstün olduğunu düşündüğü bir iradenin boyunduruğu altına girmesi sonucunu doğurur.
Halbuki her insan önce "ben" olduğu müddetçe "biz" olabilir ve kendi temel haklarına paralel olarak toplumsal haklar içinde mücadele edebilir. Ancak hayatın her alanında denetimist olmayı başarabilen bir insan tüm insanlığın global hak ve özgürlük mücadelesine yol gösterebilir. Emeğin emek, insanın insan üzerindeki tahakkümüne ve baskısına ancak denetimist yoldan son verilebilir! [1]
Dipnot
[1] AYM'nin Avrupa Konseyi ve AİHM-AİHS ile sözleşmesi/protokolü yok. Bu durumda AYM "seçilmenin seçimlerde teminatı yok" diyip seçilmeni (uluslararası hukuk açısından) AİHM'ne de gönderemiyor. AYM yürütmenin emrini yerine getirmek adına (yerel hukuktan) Can Atalay parodisi üzerinden sözüm ona sorunu çözmeye kalktı. Ama bu durumda da AYM hükümetin istediği kararı alamıyor. Yargı aslında hep yürütmenin-yasamanın yargısı/personeli idi. AYM'de ki memurlara onca kararı aldırıp sonrada aldırdıkları kararları, kanunları ve anayasayı tanımayanlarda yürütmedeki ve yasamadaki memur kastları. AYM'ye karar aldır sonrada AYM'yi terör yuvası olmakla suçla ne güzel di mi? AYM de adam olsun "seçilmenin seçimlerde teminatı yoktur" kararı ile birlikte Cumhurbaşkanının kanun olmayan 14 Mayıs CK'sını iptal ederek hükümeti düşürsün! Ne yani bu memur ilahları Allah'tan büyük mü? Devletten ve milletten daha mı büyükler? Bahçeli kim oluyor? Gerçek ismini kullanmayan adamdan ülkücü mü olur!
24.11.2023
Serhat Nigiz
2 notes · View notes
gundemarsivi · 2 months ago
Text
Tumblr media
Limburg Hikâyeleri – Hamdi Topçu
✍🏻 M. Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/limburg-hikayeleri-hamdi-topcu/
Kitabımıza geçmeden önce Hamdi Topçu’dan söz edelim. Her şeyden önce öğretmen. 1950 yılında Yatağan’da doğmuş. Şahinler Köyü İlkokulu, Gönen İlköğretim Okulu ve Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi’nde lisansını tamamlamış. Çeşitli ortaokul ve liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği; Afyon ve Buca eğitim enstitülerinde öğretim görevliliği yapmış. Belçika’da göçmen eğitimleri konusunda Türk Eğitim Koordinatörü olarak çalışmış. Yurda döndükten sonra Özel İzmir Amerikan Lisesi’nde Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği yapmış. Hollandaca, Almanca ve İngilizce biliyor. Belçika’da ve ülkemizde değişik dergilerde yazılar yazmış.
Şimdilerde bölgesinde, Muğla’da hem yazılarına hem de mücadeleye devam ediyor. Bugünlerde gündemde olan Latmos konusunda çevresine sanatçıları toplamış, dikkatleri bölgesine çekmeye çalışıyor.
Hamdi Topçu öğretmen, şair, yazar, araştırmacı… Bana göre eklenmesi gereken bir şey daha var. Doğduğu, yaşadığı toprakların binlerce yıllık tarihine, geçmişine öğretmenliğinden de beslenerek sahip çıkan bir Karyalı… Bunu 2012 yılında bir kitabıyla da desteklemiş: “Karya’dan İyonya’ya – Güneşli Yağmurlar Ülkesi” Karya’nın bugününe de değinmiş, 2023’te “Bodrum’un Mavi Yıldızları -Süngerciler” kitabını yazmış.
Şair demiştik ya, ilk şiirlerini 1987’de “Gökyüzü Kalbim” adıyla kitaplaştırmış. “Kariyon Şiirleri” 2008’de çıkmış, “Tuinwijk’i Anlatır Hikâyat” ırmak şiiriyle Maden Mühendisleri Odası’nın 2014 yılı Madenci Edebiyatı Ödülü‘nü kazanmış. 2016’da “Billursular” adlı şiir kitabı çıkmış.
İzmir Amerikan Lisesi’nden öğrencileriyle gerçekleştirdikleri mektuplaşmaları “Genç Mektuplar”, “Bodrumlu Çiftçi Diplomat – Ömer Aras”, “Şehre Kaçış” (Gençlik romanı), “Kirpinin Dansı” (Deneme – eleştiri, 2016 yılı Vedat Günyol Deneme Özel Ödülü’nü kazanmış), “Ahtapot Mori” (Çocuklar için öyküler), “Atatürk’ün Dil Çalışmaları” (Araştırma – inceleme, Söylem Filoloji Dergisi’nin 2018 Yılı Dil Ödülü’nü kazanmış) kitaplarından bazıları.
Ben kendisini yıllardır tanırım, geçen yıl da sınıf arkadaşlarımı yıllık toplantımız için Akyaka’ya götürdüğümde Datça’da yaşayan Sedat Kaya’yı ve Muğla’da yaşayan Hamdi Topçu’yu da bize bulunduğumuz bölgeyi yani Karya’yı anlatmaları için davet etmiştim. Bize muhteşem bir sunum yaptılar.
Gelelim “Limburg Hikâyeleri”ne… Bu kitabıyla Sennur Sezer Emek ve Direniş Ödülleri Ahmet Tulgar Özel Ödülü’nü almış.
Kitaptaki öykülerin tamamı Belçika’da geçiyor. Kısmen de Hollanda ve Almanya’ya gidip geliyor. Kahramanları çoğu zaman Türk ama Belçikalılar, İtalyanlar, Yunanlılar ve daha birçok ülkenin yurttaşıyla iç içe geçmiş insanlar. Yazarın deyimiyle tam olarak bir savrulmalar kitabı… Avrupa’nın her köşesinden savrulup bir yerde buluşan insanların öyküleri… Biri bir yere savrulurken yanında hiç ilgisi olmadığını düşündüren bir başka kişileri de birlikte sürükleyip götürüyor. Öykülerin içinde asla kim hangi millettendir diye okurun aklına gelmiyor.
Aslında küçük bir kitap, on öykü var ama her biri sıkı, dopdolu istense romana konu olacak yoğunlukta. Elbette her biri başka güzel ama bazıları bende çok derin izler bıraktı.
Öykülerin en önemli özelliklerinden biri de sonları. Öykülerin hiçbiri alıştığımız gibi sonlanmıyor. Bazen deriz ya, “yazar sonunu okura bırakmış” diye; bu daha başka… Öykünün sonu geliyor, arka sayfaya geçeceksiniz ama o noktada konunun kapanacağını duyumsuyor ve yadırgamıyorsunuz. Sanki bir türlü son bölüm yazılmış olsa öykünün tadı kaçacak gibi. Ancak okunduğu zaman anlaşılabilecek bir duygu.
Kişilerin psikolojik çözümlemeleri muhteşem… Kadınlar, çocuklar, maden ocaklarında ezilenler, herkesi çok yakından değerlendirmiş. Kesinlikle belli olan, yazar yıllarca bu insanlarla birlikte yaşamış, gözlemlemiş. Aslında sadece yaşama, gözlemleme de yetmez. Buna “yazarlık bakışı, görüşü” demek belki de en doğrusudur.
Yazılanların biraz daha anlaşılabilmesi için birkaç örnek vermek isterim:
“Bu küçük kasabada karşılaştıklarının sana yakışanıyım. Ama düşlerinin kadını asla ben değilim.”
“Hatırlıyor musun? Sen hep kazanırdın. Hep sen üterdin beni. Sormazdım bile. Nereden geliyor bu düğmeler diye. Ben annemin en güzel elbiselerinin düğmelerini kesip getirirdim. Sen ütüp giderdin akşamları. Ben yine kaybetmiş dönerdim eve. Annem o giysileri giydiğinde çığlığı basar, babam da düğmeleri koparılmış giysilerle görünce öldüresiye döverdi annemi. Kiminle yattın? Kime koparttın bu düğmeleri? Susardım, bir köşeye büzülür, ağlardım… Ama ben annemin düğmelerini yine koparmaya devam ederdim. Günü geldi annem bıktı dayak yemekten ve terk etti babamı, beni… Çaldım bilyeni ve senin ütmelerinden kurtuldum; şimdi de sevdiğin kızı aldım…”
“Avluya girer girmez fesleğen, ful ve gül kokuları koşuşturdular önüne, sarmaş dolaş oldular.”
“Halim selim bir adamdı. Ömrünce ne gönül koymuş ne de gönül kırmıştı. En kızdığı zamanlarda bile sesini çıkarmaz, döner giderdi. ‘Neden sesini çıkarmıyorsun?’ deseler, ‘Haklıysam zaman haklı olduğumu gösterir’ der geçerdi. Haklılığı çıkınca da karşısındakine, ‘Bak ben haklıymışım’ deme gereğini duymazdı.”
“Annem o bahçede neler yetiştirmezdi ki. Komşuların bahçelerinde yetiştirdiklerini birbirleriyle paylaşırdı. Biz çocuklar kim Türk kim Rum bilmezdik…”
“Hırsızlığı savunan bir din yok ama her gün binlerce çocuk açlıktan ölürken hiçbir dini kurum dünya nimetlerini kendi aralarında paylaşan üç beş zengine karşı sesini yükseltmiyor. Can almak her dinde günah ama savaşların birçoğunun üstünde hep dinlerin gölgesi var. Ta ilk çağdan günümüze din adamları da bilimin tüm buluşlarını tepe tepe kullanmış ama nice bilim insanı dini gerekçelerle katledilmiş.”
Ve… Kitabın arka kapak yazısı da olan, benim en beğendiğin öykülerden birinden bir paragraf:
“Babamın başlık olarak ne kadar aldığını öğrenmiş ve parayı hazırlamıştım. Gidip zarfı aldım. Kahveyi yaptım. Tepsiye kahve fincanını yanına zarfı da koydum. ‘Buyur’ dedim. ‘Bu ne?’ dedi zarfı açtı baktı. ‘Bu ne parası?’ dedi. ‘Fiyatım’ dedim. Kendimi satın alıyorum.”
Hepsini çok beğendim ama “Enginar Dolması”, “Ali’nin Oğlu”, “Anastas Nerelidir” ve özellikle “Azade” benim için çok özeldi.
Kalemin var olsun Hamdi Topçu dostum. Mücadelen hep sürsün, dostların senin yanında olacak…
M. Osman Akbaşak
0 notes
edebiyat2009 · 7 months ago
Text
Rus Edebiyatı
Edebiyat tarihine damga vurmuş pek çok millet, dönem ya da yazar olmuştur. Bence en önemlilerinden biri Rus edebiyatıdır. 
Rus edebiyatı klasikleri, günümüzün hala popüler kitaplar arasındadır. Rus edebiyatı eserlerini okurken uzun ve detaylı betimlemelerle anlatılanları adeta yaşıyormuş hissine kapılırsınız. Karakterlerin kafa karıştıran isimleri, entrika dolu olay örgüsü ve detaylı, uzun betimlemeler Rus edebiyatı klasik eserlerinin olmazsa olmazı diyebiliriz.
Rus edebiyatının bana göre en değerli iki ismi Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve Lev Nikolayeviç Tolstoy'dur.
DOSTOYEVSKİ
Tumblr media
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): Rus ve dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. İlk romanı İnsancıklar 1846’da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Byelinski bu eser üzerine Dostoyevski’den geleceğin büyük yazarı olarak söz etti. Yazar 1849’da I. Nikolay’ın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi.
1857 yılında resmî hakları iade edildi ve kitap yayımlama izni verildi. 1861-1862 yıllarında yayımlanan Ölüler Evinden Anılar eseriyle eski ününe tekrar kavuştu.
Sürgün sonrası dünya görüşünde köklü değişiklikler yaşayan, Slavofiller’e yakınlık duyan Dostoyevski, kardeşiyle birlikte yayımladığı Vremya ve Epoha dergilerinde de bu görüşün propagandasını yaptı.
Dostoyevski geçim sıkıntısı yüzünden 1866’da aynı anda iki roman üzerinde çalışmak zorunda kaldı: Pek çok kez yazarın “her şeyini” kaybetmesine neden olan kumar bağımlılığını ele aldığı Kumarbaz ve “bir suçun psikolojik tasviri” dediği, yazarına ölümsüz bir ün sağlayacak Suç ve Ceza.
Kumarbaz’ı dikte ettirmek için tuttuğu stenograf Anna Grigoryevna Snitkina ile 1867 yılında evlendi ve çift 1871 yılına kadar Rusya dışında yaşadı. 1868 yılında Cenova ve Floransa’da kaleme aldığı Budala eseri yayımlandı. Budala için şu sözleri söylüyordu yazar: “Romanın ana fikri olumlu, güzel bir insanı tasvir etmek. Oysa zamanımızda bundan daha zor bir şey yok dünyada.”
1871’de ülkesine döndü. Dresden’de yazmaya başladığı ve 1872’de yayımlanan Ecinniler romanı sayesinde ünü iyice artmıştı. Son büyük romanları Delikanlı (1875) ve yazarın felsefi, dini fikirleriyle dünya görüşünün belki de en yüksek sanatsal değerine ulaştığı Karamazov Kardeşler’dir (1879-1880).
Dostoyevski 1881’de hayata veda etti.
Eserleri:
İnsancıklar (1846)
Öteki (1846)
Ev Sahibesi (1847)
Beyaz Geceler (1848)
Netoçka Nezvanova (1849)
Amcanın Düşü (1859)
Stepançikovo Köyü (1959)
Ezilenler (1861)
Ölüler Evinden Anılar (1862)
Yeraltından Notlar (1864)
Suç Ve Ceza (1866)
Kumarbaz (1867)
Budala (1869)
Ecinliler (1872)
Bir Yazarın Günlüğü (1873)
Delikanlı (1875)
Karamazov Kardeşler (1881)
Okuduklarımın 2 tanesinden ayrıntılı bahsetmek isterim; "Amcanın Rüyası" ve "Ezilenler".
Amcanın Rüyası: Saf ama zengin Prens K'nin Mordasov vilayetine gelmesi ile başlar. Vilayetin her zengini Prens K'yi kendi evinde ağırlamak ister. Ama Maria Aleksandrovna buna izin vermeyecektir. Prens K Maria Aleksandrovna' nın evine geldiğinde onu kızı Zinayda ile evlendirmek ister. Ama Zinayda bu sırada başka bir adamdan da evlilik teklifi almıştır. Olaylar Maria Aleksandrovna 'nın entrikalarıyla devam eder. Acaba Prens K'ye ne olacaktır?
Ezilenler: Küçük yaşta yetim kalan Vanya isimli genç bir yazarın yaşlı adamla köpeğinin üst üste ölümlerine tanık olur. Daha sonra yaşlı adamdan boşalan eve yerleşir. Vanya küçük yaşta yetim kaldıktan sonra köyün kahyası tarafından yetiştirilmiştir. Üniversite okurken köyün sahibi kahyaya iftira atıp dava açar. Kahya ve ailesi şehire taşınmak zorunda kalırlar. Ama kahyanın kızı toprak sahibi prensin oğluna kaçar. Bir süre sonra Vanya'nın evine küçük bir kız gelir ölen yaşlı adam ve köpeğini sorar ve annesinin öldüğünü söyler. Acaba küçük kızın ve annesinin sırrı nedir?
TOLSTOY
Tumblr media
1828 yılında asil bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeder. Çocukluğunda halaları tarafından yetiştirilmiştir. Tolstoy gençlik çağına geldiğinde ise doğu dillerini öğrenmek ister. Bu nedenle Kazan Üniversitesi’ ne gönderilir fakat okulu bitirmeden bırakır.
Hukuk Fakültesi’ne geçiş yapar burada da aradığını bulamaz. Yaşadığı malikaneye geri döner ve üç yıl kadar burada kalır. Bu sırada ilk gerçekçi hikayelerini yazar. Orduya katılır ve Kırım Savaşı’na gider. Daha sonra askerlikten ayrılır. Ruhsal çalkantıları yine de hafiflemez ve bir Avrupa gezisine çıkar. Almanya, Fransa ve İsviçre’yi gezer. Yurduna dönüp malikanesine yerleşir. Köyünde bir okul kurar ve burada eğitim vermeye başlar. 1862 yılında Sophie Behrs ile evlenir.
Evliliğinde toplam 13 çocuğu olur fakat 5 tanesini kaybeder. En önemli eserleri olan Savaş ve Barış, Anna Karenina karısının da desteği ile yazılır. 1877 yılından sonra yaşadığı buhranlı dönem onu sofuluğa yaklaştırmıştır. İki yıl boyunca dindar bir hayat sürmüştür. Tolstoy sahip olduğu serveti köylülere dağıtmıştır.
Bu şekilde soylu bir kişiden köylüye dönüşmüştür. 1880’den sonra ise kiliseyi reddettiğini açıklayan eserler yazmıştır. Bunlarda biri üç büyük eserinden biri olan diriliştir. 1901 yılında kilise onu bu eserler nedeniyle aforoz etmiştir. 1902’ de ise ruhsal bunalımlarına zatürre teşhisi eklenmiştir. Hasta düştükten sonra Astapovo’ da tren istasyonunda zatürreden ölür. Öldüğünde 82 yaşında olan Tolstoy hayatı boyunca büyük sıkıntılar yaşamıştır.
Eserleri:
Çocukluk (1852)
İlk Gençlik (1854)
Sivastopol serisi (1855)
Gençlik (1857)
Aile Mutluluğu (1859)
Kazaklar (1863)
Savaş ve Barış (1859)
Anna Karenina (1877)
İtirafım (1880)
İvan İlyiç'in Ölümü (1886)
Kroyçer Sonat (1889)
Efendi ile Uşağı (1895)
Diriliş (1899)
Hacı Murat (1904)
Her İyilik Ondan Gelir (Tiyatro Oyunu) (1910)
Okuduklarım arasından bahsetmek istediğim dört kitabı; "İnsan Neyle Yaşar", "Aile Mutluluğu", "Kafkas Tutsağı" ve "İvan İlyiç'in Ölümü".
İnsan Neyle Yaşar: İnsanlara öğüt veren altı tane kısa öyküden oluşmaktadır. İyilik-kötülük, yaşam-ölüm, cimrilik-kanaatkarlık benzeri karşıtlıkları ele alır.
Aile Mutluluğu: Küçük yaşta babasını daha sonra da annesini kaybeden genç bir kız kendisinden yaşça büyük aynı zamanda anne ve babasının arkadaşı olan bir adama aşık olup evlenir. Acaba bu evlilik hayatını nasıl etkileyecektir?
Kafkas Tutsağı: Kafkas Savaşı'nı anlatan dört kısa öyküyü içerir. Bu öykülerde savaşın kötülükleri anlatır.
İvan İlyiç'in Ölümü: Yüksek rütbeli bir yargıcın ölüm döşeğinde iken hayatı ile ilgili pişmanlıklarını anlatır. İvan İlyiç her ne kadar dolu bir ömür yaşadığını da düşünse aslında hep başkalarının hayallerini gerçekleştirmiştir ve bunu ancak ölüm döşeğinde farkeder.
0 notes
dramatik-buluntular · 5 months ago
Text
Tumblr media
YOLCULUKLARIMI KİM ALDIYSA YERİNE KOYSUN!
anlamını arayan savunmasız bir sözcük ayakları sekerek dolaşıp duruyor zihnimde tehlikeli hatırlayışların taşlarına çarpıyor gerçeğe uğramadan geçip giden hayalleri izliyor kanun kaçağı bir ırmağa dönüşüyor zihin ırmakta akan su değil; suyun gölgesinde gerçeğin parçalanışı ve bitmek bilmeyen kırılma etkisi
arayışa aşık olmuştur anlamını arayan sözcük insana değil toza sormuştur bilinmeyeni cevapların zindanıdır çünkü insan bilinmezliği tanrı yapmıştır kendisine bilinmezlik biliniyordur aslında sadece bilmezlikten geliniyor
şimdiki zaman ezilenler için geçmişin toplantı salonu ezilenler ezilmeyi şaka sanıyor ama hiç gülümsemiyor ezilenler onlar unutulmuş barakalarda sessizce sessizce sessizce sessizce sessizce şimdiki zamanın tanrıları için yapılan savaşları izliyorlar
şimdiki zamanın tanrıları: (G.O.D: Gold, Oil and Drugs) altın, petrol ve uyuşturucular
böyle bir çağda gülümseme etkisi yaratan tek şey aşırı dozda düşe maruz kalmak yürümek koşmak istiyor aşırı düşler giyinen sözcük bastığı yer ayaklarını yakıyor sözcüğün çünkü sırtını dönmüştür ona ölümüne aradığı anlam yine böyle ateşten bir gündü imgeden yapılmış çocuklarının gözü önünde şairlerin asıldığı karanlık bir ülkeydi seslenmiştim o uçurumlar ülkesinden avazım çıktığı kadar: yolculuklarımı kim aldıysa yerine koysun!
ses çıkmadı kimseden asırlardır hislerin zindanıydı insan unutmuştu yüreğiyle konuşmayı insan değil boşluklar konuşmaya başladı yüreğiyle çukurlar oluştu yolculuklarımın çalındığı yerde çukurlarda iptal edilmiş çiçeklerin umut olma çabası oturup bir film izledim yüreğiyle konuşan boşluklarla şöyle bir şiir geçiyordu filmde:
“yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım kıymetini bilmediğimiz şeyler var”*
kapı aralığından bakıyor düşsel gerçeği arayan sözcük ışıl ışıldı ama çıldırmış insanlarla doluydu “umutma çölü” sonra bir cümle sızdı o küçük aralıktan kıvrılıp içeri girdi: “gerçeğin yerine neyi koyarsan o senin gerçeğin olur” zihnindeki çukurlara bakıp gülümsedi sözcük: görmüştü; yaşamak çukur yerlerden yükseliyordu
Metin Akdeniz
(*Barış Bıçakçı, Bir Kitabın Sayfaları)
8 notes · View notes
doriangray1789 · 9 months ago
Text
Dostoyevski'nin "Ezilenler" kitabıni aforizma sananların paylaştığı YANLIŞ bir söz var...
“Bir aslanı gün boyu takip etseydiniz ve aslanın yaşamak için verdiği mücadeleye tanık olsaydınız günün sonunda bu aslanın bir ceylanı yakalayıp yemesi sizi mutlu ederdi. Aynı hikâyeyi ceylanı takip ederek başlasaydınız ve ceylanın yaşamak için verdiği mücadeleye tanık olsaydınız günün sonunda bu ceylanın bir aslan tarafından yenmesi sizde bir öfke uyandırırdı. Yani başlangıç noktasını farklı seçersen aynı olay kişide 2 farklı yargı oluşturabilir. Bu yüzden kişinin içindeki adalet duygusu hangi hikayeyi ne kadar süreyle takip ettiğine bağlıdır.”
Türkiye İş Bankası Yayınları, İmge Yayınları, Altın Kitaplar veya Bordo Siyah Yayınları tarafından basılan Ezilenler çevirilerini incelediğinizde böyle bir söze rastlayamazsınız...
Çünkü bu söz Serdal Özdemir’in Felsefiltrasyon adlı kitabında geçer
7 notes · View notes
yenicagkibris · 7 months ago
Text
Ezilenler ve soykırım - Serdar M. Değirmencioğlu
Gazze’de sürmekte olan soykırımı kimlerin inkar ettiğini ve edebileceğini kestirmek hiç zor değil. Mesele Gazze’de veya herhangi bir coğrafyada uygulanan soykırım siyasetine hangi pencereden bakıldığıyla ilişkili. Ezilenlerin penceresinden bakıldığında, soykırım siyasetini kavramak da, bu siyasete karşı çıkmak da bir zorunluluk. Örneğin, geçmişte ırkçılığın bir devlet siyaseti olduğu Güney…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes