#evrenin anlamı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kıyametin ilk alameti kimdir?
Aleyhissalatuvesselam Efendimiz kıyametin ilk alametidir. Çünkü o ahirzaman peygamberidir. Kendisiyle kıyamet arasındaki yakınlığa mübarek parmaklarıyla işaret buyurmuştur: "Ben, size, kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zamanda peygamber gönderildim." Mübarek Zâtı öyle olduğu gibi mübarek ümmeti de öyledir. Mübarek ümmeti öyle olduğu gibi mübarek nev'i de böyledir. Evet. İnsanlık da kıyametten önce dünyanın gördüğü son misafirdir. Final bizimle yapılacaktır. Hem biraz da bizden kaynaklanacaktır. Zira mürşidim bir yerde der: "Beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilâç iken, diğer taraftan ölümünü intaç eden bir zehirdir." Demek ibadetimiz kainatın nihayetindeki kemal olduğu gibi isyanımız da felaketinin müessir sebebidir. (Sebep olduğumuz çevresel felaketlere dikkat edenler şu sırrın sırrını hemencecik derkederler.)
Bu hususu bazı inkârcılar lakırdı ediniyorlar arkadaşım. Herşeyin insan için yaratılmış olmasının mümkün olmayacağını, çünkü, varlığının evrenin yaşı karşısında çok az bir vakit kaldığını söylüyorlar. Onlara göre hazırlık dönemi fazlasıyla uzun. Ve insanlığın ömrü övünmek için fazlasıyla kısa. Peh, peh, peh. Lakin ıskaladıkları birşey var: Ehemmiyetin ölçüsü 'hayat sürülen zaman aralığı' olmak zorunda değildir. Nihayetinde biz müslümanlar dehrîyyûndan değiliz. Zamana tapmıyoruz. Zamanı da maddeyi de halkeden tek bir Allah'a iman ediyoruz. Öyleyse değerlilik kıstası olarak 'varlık süresini' kabul etmeye mecbur değiliz. Bize göre birşeyin önemi Allah'ın ona verdiği kıymetle ilgilidir. Allah ona 'daha kıymetli' olduğunu buyurursa bir ân-ı seyyale bütün zamanlardan önemli olabilir. Bir tane birçoğu aşabilir. Nitekim yine kudsî metinlerimizde buyrulmuştur ki: "Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır." Ve yine denilmiştir ki: "Bazen, ağır şerâit altında, düşman karşısında bir saat nöbet bir sene ibâdet hükmüne geçebilir." Öyleyse, şuraya dikkat, 'fonksiyonu maddeye önceleyen bir itikadımız var' demektir. Evet. Biz, sayıca ne kadar az olursa olsun, insanı dağa-taşa, ota-ağaca, böceğe-sineğe önceleriz. Çünkü onun Rabbin katındaki fonksiyonunu önceleriz. Fonksiyonunu yerine getirdikçe de giderek eşsizleşir. Getirmezse, ne yazık ki, 'herhangi'leşmiş olur.
Biraz da insanın kainatın merkezinde olmasıdır bizi böyle cesaretle konuşturan. Ne yönüyle? Maddesi yönüyle değil. Coğrafyası yönüyle değil. Bilmek yönüyle. Kulluk yönüyle. Hatta hayal yönüyle... Öyle ya, anlamanın merkezinde insan vardır, bunu kâfirler bile kabul eder. Eteğimizdeki şu çeşit incilerin âlemlerde dengi yoktur. İşte bu! Merkeziyetimizi 'varoluşun başından sonuna herşeyin maddeten merkezinde olmayışımızla' gözden düşürmek isteyenlere 'merkeziyetin bu şeklinin zorunluluk olmadığını' ifade ederek karşı koyarız. Biz, Cenab-ı Hakkın mahlukatı yaratmaktaki amacının merkezindeyiz, yoksa maddesinin merkezinde sayılmayabiliriz. (Dünya da coğrafî olarak evrenin merkezinde olmak zorunda değildir.)
Yaratmanın manevî merkezinde olansa yalnız Allah'tır. Herşey Ondan gelir ve Ona döner. Müslümanlar, hâşâ, kendilerini böyle bir yere koymuyor. Müslümanlar kendilerini meyvenin ağacı için oluşturduğu amaç/anlam merkeziyeti gibi bir ölçüyle değerlendiriyorlar. (İnsanlık içinde de insaniyet-i kübra olan İslamiyeti böyle değerlendiriyorlar.) Herşey nihayetinde Necip Fazıl merhumun mısralarına bağlanıyor: "Son Peygamber, son Peygamber! İlk olunca sona geldi. Nur, fezayı tutan çember, Ondan gelip Ona geldi." Süreç tamamlanırken sahneye çıkmamız boşuna değil yani. Aksine süreçler böyle tamamlanırlar zaten. Halkalığın şanında bu vardır. Bu bir sırr-ı kavuşmadır. Başlangıçla son bir olur. Ancak böyle 'son' olur.
Elbette kainatın bizden başka amaçları da var. Bir kere Rabbü'l-Âlemîn'in nazarında ifade ettiği anlamlar var. Ona aynalığı var. Onu zikredişi var. Ona ibadeti var. Biz, bu şiirin en güzel mısrası olmakla, asla şiiri kendiliğimize hasrettirmedik. Fakat "Şiirin akışı bizi haber veriyor!" dedik. Bunu da Subhaniyet sahibi Şairinin varlığına bir delil saydık. Çünkü o da böyle saydı: "Rabbiniz ki, size yeri bir döşek, göğü bir tavan yaptı. Gökten bir su indirdi. O suyla size ürünlerden rızık çıkardı. Bütün bunları bile bile kimseyi Allah'a denk tutmayın." Âmenna. Şiirin tamamı, evrenin başından sonuna, Onu övüyor, Onu anlatıyor, Onu tesbih ediyor. Hakettiği senayı Ustası olarak önce O seyrediyor, işitiyor, takdir ediyor. Şu manaya değil milyonlar sene, milyarlar sene de olsa yetmez, çünkü sonsuzu sonsuza anlatmaya kelimeler yetmez. O anlamda, evet, biz yokken evren elbette âtıl kalmadı arkadaşım. Kainat fonksiyonunu yine görüyordu. Vazifesi olan ibadetleri yapıyordu. Melekler dönüyordu. Semekler yüzüyordu. Yalnız çorbanın son tuzu eksikti. Gelişimizle kıvamı tamam oldu. Gidişimizle de görevi tamam olacak..
#kıyamet#alamet#kıyamet alametleri#ahirzaman#necip fazıl#bediüzzaman#risale-i nur#zaman#evrenin anlamı#yaratılış#insan
3 notes
·
View notes
Text
#5. boyuta geçiş#6. boyut#7. boyuta geçiş#altıncı boyut#altıncı boyuta geçiş#beşinci boyut#beşinci boyuta geçiş#boyut kapıları#boyut kaplar#boyut varlıkları#boyutlar#boyutlar arası geçiş#boyutlar arası seyahat#boyutlar neyi ifade eder#boyutların anlamı#dördüncü boyut#evrenin boyutları#evrenin kapıları#gizemler#gizemli kapılar#kuantum#ruhsal boyutlar#Ruhsal Uyanış#spiritüel boyutlar#üçüncü boyut
0 notes
Text
Ne zaman anlam arayışına düşsek, o kadar çok anlamsızlıkla karşılaşıyoruz ki, bir noktada bu arayışın kendisi bir aldatmacaya dönüşüyor. Yalanların, maskelerin ve yetersizliklerin içinde kaybolan bir arayışın köleleri oluyoruz. Anlamı, kendimizi bulmak için uğraşırken, aslında var olan tek şey, bir kargaşanın içindeki kördüğümden başka bir şey değil.
İçsel bir boşluğun içinde kaybolmuş insanın çığlığı, kendi varoluşunun anlamsızlığına karşı bir isyan gibi. "Neden buradayım?" sorusunun cevapsız kalışı, her şeyin temelsiz ve gereksiz olduğuna dair bir inanç yaratıyor. Bu çırpınış, evrenin, hayatın, hatta kendi varlığımızın bile bir şaka olduğunu düşündürüyor.
Anlam arayışımız, kendi kendimize kurduğumuz bir tuzaktan başka bir şey değil. Her keşif, bir adım daha karanlığa, daha derin bir boşluğa götürüyor bizi. Yüzeydeki gerçeklik maskesini kaldırdığınızda, gördüğünüz şey; bir kaos, bir boşluk, kısaca bir hiçlik. Her şeyin, her şeyin boşuna olduğunu anlamak, her an bir şüpheyle karşılaşmak, zihninizdeki sürekli bir bıkkınlık yaratıyor.
Bir anlam bulmaya çalışırken, aslında en büyük anlamsızlığı yaratıyoruz. Kendimizi bir döngüye sokuyor, her soruda biraz daha kayboluyoruz. Bu arayışın sonunda, bir yerlerde, belki de en temel gerçek, her şeyin anlamsız olduğu gerçeğidir. Sonuçta, kendi kendimizi kandırmak, kendi içsel boşluğumuzun derinliklerine çekilmekten başka bir şey değildir.
Sonuçta, belki de aradığımız anlam, aslında hiçlikten başka bir şey değildir. Bu çığlığın içinde, bu anlamsızlıkta, kendi içsel karmaşamızda sıkışıp kalıyoruz. Ve belki de en büyük gerçek, anlam arayışının kendisinin, bir anlamın olmayışıdır.
Sahi sen ne arıyorsun?
7 notes
·
View notes
Text
aynca, sadece İslam dininde bile doksan dokuz adı olan bir varlığın çok kalabalık olduğunu düşünür ve layık oldukları mutlak yalnızlığın tanrı'nın evrenini reddetmekten geçtiğine inanırlar. ruhlarını yaratmış olduğunu bildikleri halde tanrı'nın beceriksizliğine ortak olmamak için onu umursamaz, aralarına almaz ve kendileriyle oynatmazlar. yaratılmış evrenin içinde bir araya getirilmiş insan, dünya ve hayatın hiçbirini heyecan verici bulmayan piçler, "hayatın anlamı nedir?" olan insanlığın temel sorusunun yanıtını merak etmez ve aramazlar çünkü hayatın anlamının da en az hayatın kendisi kadar aptalca olduğunu bilirler.
#keşfet#kesfet#postlarim#notlarım#postlarım#kitap#alıntı#tumblr postları#my post#artists on tumblr#tanrı#allah#edebiyat#felsefe
7 notes
·
View notes
Text
Sessizliğin Fısıltıları: Kendine Açılan Kapı
Düşünceler ne zaman kelimelere ihtiyaç duyar? Ve kelimeler ne zaman sessizliğe yenik düşer? Bazen bir bakış, binlerce sözcüğün taşıyamadığı bir anlamı taşır. Sessizlik, bir boşluk değil; aksine, anlatılanlarla anlatılamayanlar arasında kurulan ince bir köprüdür.
Sessizlik, bir arayış değil midir aslında? Sözcüklerden yorulan bir zihnin huzura kavuşma çabası... Belki de insan, en derin sorularının cevabını sessizlikte bulur. Gürültünün arasında kaybolan iç sesimiz, sessizliğin dinginliğinde yeniden kendini hatırlatır.
Sessizlik, iki insan arasında kurulan görünmez bir bağdır. Sözcüklere gerek duymadan anlaşabilmek, duyguların kelimelere ihtiyaç duymadan paylaşılabilmesidir. Bazen bir dostun yanında oturup hiçbir şey söylemeden geçirilen bir zaman, saatlerce yapılan bir konuşmadan daha derin bir anlam taşır. Çünkü sessizlik, samimiyeti sınar ve ruhların dilini açığa çıkarır.
Peki ya hayatımızda sessizliğe ne kadar yer veriyoruz? Sürekli bir şeyleri açıklama, doldurma ve gürültü yaratma çabamız, bizi sessizlikten ve dolayısıyla kendimizden uzaklaştırıyor mu? Belki de sessizlikten korkuyoruz; çünkü sessizlik, yüzleşmeyi gerektirir. O yüzleşmenin içinde kim olduğumuz, neleri sakladığımız ve hangi hayallerimizi unuttuğumuz gizlidir.
Bir an için dur ve düşün: En son ne zaman sessizliğin içinde kayboldun? Doğanın sesini, nefes alışlarını ya da kalbinin ritmini fark ettin mi? Sessizlik, evrenin ve bizim içimizde yankılanan bir melodidir. Bizi konuşmaktan uzaklaştırıp dinlemeye davet eder.
Bir gün, hayatın tüm gürültüsünden kaçıp sadece sessizliği dinlemeyi dene. Kim bilir, belki orada yalnızca huzuru değil, kaybolduğunu sandığın bir parçanı da bulursun. Çünkü sessizlik, sadece susmak değil, aynı zamanda içsel yolculuğa açılan kapıdır.
Sessizlikten korkma; çünkü bazen en derin cevaplar, hiçbir sesin olmadığı yerde saklıdır.
#sessiz ve yalnız#sessizlik#felsefe#edebiyat#hayatın içinden#kafamın içi#iç sesim#dinginlik#derinlik#gerçek hayat#içselyolculuk#kendini bulmak#derince#hayatın anlamı#hayata dair#hayat#öz eleştiri#ruh sağlığı#ruhun yalnızlığı#zihin#kayıp kelimeler#köprü
6 notes
·
View notes
Text
Bir ütopyaydı dünya. Varla yok arasından sızan zaman gerçekliği bozuyordu ama haritasına asılacak sınırsız fotoromanlarla fark ediliyordu uzaydan. Enteresan bir çağın kapanışında keşfe çıkmış bir astronot gibi girdin kapıdan, elini kılıcını sallayan komutan gibi kaldırdın. İlk kez bir gölgenin canlandığına şahit oldum, inanmayantanrısızbirkeşişinsonduasıkabuloldu. Yaşam hangi mitolojik öyküye göre şekil aldı bilmem fakat varlığım tinsel anlamda seninle ilk hücresini doğurdu. Heyecandan eski kitaplar yandı, paslı isim çivileri döküldü de geriye sadece anlamı henüz çözülemeyen gelecek lisanı kaldı.
Bir ütopyaydı dünya ve ilk kez bir hayalin kanlı canlı dirilişine şahit olmanın kıyameti koptu bilmem kaçıncı evrenin bilmem kaçıncı rüyasını gören yasaklarında.
17324
7 notes
·
View notes
Text
umarım bir gün gerçekten mutluluğu tadarız:) içimizde kendimizle verdiğimiz savaşın bir anlamı olduğunu düşünürüz. umut hissederiz içimizde. sevildiğimizi hissederiz. geç kalmayız umarım hayata. hayatta vazge��tiğimiz benliğimizi, zaman zaman yargıladığımız kendimizi örtecek mutlu anılar biriktiririz. güzel bir parça bırakmayı başarır mıyız evrenin hafızasında?? mutlu olduğunuz anları düşünebiliyor musunuz?? umarım kaderimiz bize bunları düşünebileceğimiz, gökyüzümüzde mutluluğa dair bir parça bırakabileceğimiz bir son yazmıştır.
2 notes
·
View notes
Text
Bilimperestlik Nasıl Eleştirilmez?
Tesiri tüm dünyada hissedilen filozofların bilimperestliğe yönelttiği eleştiriler, çıkış noktası itibarıyla son derece rasyoneldir. Bilimin eninde sonunda tüm problemleri çözebileceğine ve ahlaki ya da varoluşsal konular gibi geleneksel olarak kapsamı dışında kalan soruları da yanıtlayabileceğine inanmak, abartılı bir yaklaşımdır.
Örneğin, "Yargıçlarımız da yapay zeka olunca adalet sorunu bitecek." şeklindeki bir argümanı elbette eleştirebilirsiniz. Çünkü adalet gibi kavramların, bilinç sahibi ve subjektif bir canlının bakış açısı dışında var olabilecek objektif bir yapısı yoktur. Doğası gereği subjektif olan bu tür nosyonlar için objektif ve transandantal bir çözümleme geliştirilebileceğine inanmak, bilime kendi amacını aşan bir yük yüklemek anlamına gelir.
Buraya kadar, bilimperestliği eleştirenlerle benim de bir fikir ayrılığım yoktur.
Ancak, özellikle Türkiye gibi felsefi mefhumların reel ve rasyonel anlamlarından saptırıldığı, bunun yerine birtakım batıl inançların ya da duygusal tatmin için kullanılan ruhani akımların (bunlar İslam gibi konvansiyonel akımlar olabileceği gibi, seküler görünümlü kitlelerin New Age soslu edebi ve demagojik söylemleri de olabilir) prim yaptığı romantik bir ülkede, bilimperestliğe yöneltilen bazı eleştirilerin aslında bilimperestliğe değil, doğrudan epistemolojiye yapılabileceğini öngörmek önemlidir.
Şahsen, yıllardır Türkiye’de sıkça karşılaştığım bilimperestlik eleştirilerinde en büyük sorun şurada ortaya çıkıyor: "Metafizik fenomenler bilimsel yöntemlerle açıklanamaz. Açıklamaya çalışıyorsan sığsındır."
Bu klişe kontra-argüman, bilimperestliğe yönelik olduğu sanılmakla birlikte, ülkemizde felsefe camiasının gereğinden fazla değer verdiği büyük bir saçmalıktır.
Bütün metafizik fenomenleri bu şekilde genellemek ve aynı potada eritmek mümkün değildir. Bu tutum, akılcılıktan tamamen kopmuş felsefecilerin—özellikle filozof demiyorum, felsefeci diyorum—problem çözümünü yokuşa sürüklemek isteyen ilerleme düşmanı kitlelerin her tartışmaya malzeme etmekten bıkmadığı sıradan bir savunma mekanizmasıdır.
Bilimsel yöntemlerle doğası açıklanabilecek metafizik fenomenler vardır; fakat bilimle çözülemeyecek metafizik fenomenler de vardır.
Birinci gruba örnek: Zamanın doğası, evrenin kaderi veya tarihi ile ilişkili tartışmalar, benlik ve karakter. İkinci gruba örnek: Yaşamın anlamı, nihilizm, ahlaki değerler ve etik sorunlar.
Bugün Türkiye’deki felsefe çevrelerinin çoğunluğu, ne yazık ki bu kadar temel bir sınıflandırmayı yapmaktan acizdir.
Örneğin, teizm tartışıyorsunuz ve karşınızdaki kişi Kelam kozmolojik argüman üzerinden size astrofizik dersi vermeye kalkıyor. Siz de bu işin böyle olmak zorunda olmadığını, astrofizikte uzay-zaman serüvenini Occam'ın Usturası’nı kolayca bir kenara atmadan akılcı yöntemlerle açıklayabilecek alternatif evren modelleri olduğunu söylüyorsunuz. Karşınızdaki kişi buna bile "bilimperestlik" diyor.
Veya insan beyninin de maddesel bir organ olduğunu, ruh diye bir şeye inanmak için elimizde bir kanıt olmadığını, bazı genlerin, proteinlerin veya nöral grupların belirli davranış eğilimleri ile ilişkili olduğunun kanıtlandığını anlatıyorsunuz. Karşınızdaki kişi buna da "bilimperestlik" diyor.
Neden?
Çünkü egosu var ve kendisini maddi evrene ait bir unsurdan öte görmek istiyor. Ruha inanmak istiyor. Tanrı’ya inanmak istiyor. Kadim ahlak kurallarına inanmak istiyor. Siz materyalizmle bu dogmalarını birazcık tehdit ettiğinizde, "felsefi tartışmalarda bilime başvurulmaz." demeyi rasyonel bir savunma mekanizması zannediyorlar.
Bu, bilimperestlik eleştirisi değildir.
Yerine göre felsefi tartışmalarda da bilime başvurulabilir. Sonuçta bilim de felsefe de evrene ve evrende var olan unsurlara dair hakikati çözümlemeye hizmet edecekse, epistemoloji bu iki alan arasında bir kesişim noktasıdır.
Eğer sırf batıl inançların sürdürülsün diye disiplinler arası diyaloğu tamamen sona erdirmeye çalışıyorsan, yaptığın şey bilimperestliği eleştirmek olmuyor, benim güzel kardeşim; düpedüz beyinsizlik oluyor.
Günümüzde bilimperestlik eleştirileri, ne yazık ki postmodernizm ile benzer bir kaderi paylaşıyor. Bu eleştirilerin, kolaycılığı bırakarak acilen ilk etapta daha akılcı ve fonksiyonel olan çıkış noktasına, özüne dönmesi gerekiyor.
3 notes
·
View notes
Text
Evren bize bu günü yasaklı kıldı. Bir yıl geçti aradan. Kırgınlığımızın üzerinden de 12 ay. İlk buluşmamız olacaktı bugün. Pencerenin orada durarak senin gelmeni beklemiştim... Ama anlaşılan yağmurun hırçınlığı buna izin vermeyecek. Bu... bu bizim için mi? Bir uyarı, bir sitem mi? Seninle birlikte olamamam için...? Geçen her saniyeyle umudumu, zehir kaplıyor gibi. Biliyor musun... aslında, Boynumdaki asılı duran çiçeği soldurmak istememiştim. Eskiden vardı anlamı bu boynumda asılı duran şeyin Dışımdan kabul etmesem de sevmiştim. Fakat şuan havanın koyuluğu o kadar, O kadar korkutuyor ki... O kadar... o kadar korkuyorum ki, Bu evrenin ikimizin bir daha yan yana durmasına izin vermeyeceğine
3 notes
·
View notes
Text
Özgür irade meselesi 1
Bir sonraki düşüncene karar verebilir misin? Hadi hızlıca bir şey deneyelim. Yarın giymek için herhangi bir kıyafet düşün. Aklına 0, 1 ya da birkaç seçenek geldi. Aklına geldi diyorum çünkü hangi giysiyi düşüneceğine karar vermedin. Öylece aklına geldi. “Peki o zaman aklıma gelecek olan şeyi ben seçeyim. Hımmm. Sıcak tutacak bir şeyler, biraz da renkli olsun bari” diye düşünseydin bu kez de bu düşünce senin seçimin değil benim yönlendirmem olacaktı. İlk yoğurdu kim mayaladı? Bu sonsuza giden bir geometrik seri.
Klasik fizikçilere göre evrende bizden bağımsız bir gerçeklik vardır. Geçmiş, şu an, gelecek… Hepsi belirlenmiş, yani deterministiktir. Biz bunu öngöremesek de anlayamasak da vardır. Dolayısıyla hiçbir bilinç düzeyi için özgür irade söz konusu olamaz. Kuantumculara göre ise gelecek belirsizdir, her şey rastlantısaldır. Hatta şu an bile eğer ortada bir gözlemci yoksa rastgeledir.
Yani biri her şeyin belirli olduğunu, diğeri ise her şeyin rastgele olduğunu söyler. Ama özgür irade ikisi de değildir. O sonucu belli bir şey ya da rastlantı anlama gelmez. Yani havaya atılan bir para yere düşerken kendi özgür iradesiyle tura gelmeye karar vermez. Ya da paranın tura geleceği zaten belliyse onu havaya atmanın ne anlamı var?
Eğer özgür irademizin temel kaynağı beynimizse ve o da her fiziki şey gibi biraz klasik fizik ve biraz da kuantum kanunlarına göre hareket ediyorsa, özgür iradeden söz edebilir miyiz? Yani evren bize, bizim de seçim yapabileceğimiz bir alan bırakıyor mu? Bu biz olmasak bile başka bir yaşam formu için ya da yapay zeka için özgür irade olabilir mi?
Tanrı ve özgür irade
Ateist felsefe, “Eğer tanrı her şeye muktedirse, neden bunca acı ve kötülüğe izin veriyor?” diye sorar. Teist felsefe de yanıtlar “Tanrı bizi sınamak ister. Bu nedenle bizlere özgür irade verebilmek için akıl almaz kötülükleri mümkün kılmıştır”. Ateist felsefe tekrar sorar “Peki ama tanrı her şeyi biliyor. Olacaklardan da haberdar. O halde benim özgür iradem nerede?”
Buradan sonra işin büyük kısmını Hristiyan tanrıbilimci Augustinus yapar. Zaman teorisini tasarlar. Buna göre zaman ve mekan yalnızca biz ölümlü varlıkların bir düşünme formudur. Fakat tanrı zamansızdır. Onun için geçmiş, şimdi ya da gelecek yoktur. O hiçbir şeyi hiçbir anda bilmez, her şeyi aynı anda ve her anda bilir.
Augustinus burada çok güçlü bir argüman sunar. Fakat daha sonra yazdığı İtiraf’lar kitabında “zamanın ne olduğunu hala bilmediğini” itiraf eder. Savı o kadar güçlüdür ki itirafı onu zayıflatmaz. Sonuç olarak Teist felsefenin temeli özgür iradeye ve Augustinus’un zaman anlayışına dayanır. Tanrının bütün olacakları bilmesi ve hatta belirlemesi, zaman teorisiyle birleştirildiğinde; evrenin deterministik olduğunu ama bizim cehaletimizin bunu kavramaya yetmediğini, ayrıca özgür iradenin de mevcut olduğunu söylemek mümkün olur. Yine de tüm bunların hepsi şüpheli.
Kaderinden kaçabilir misin?
Bağdat’ta Azrail’le karşılaşan tüccar, korkup Samara’ya kaçtığında yine Azrail’le karşılaşır. Azrail itiraf eder “Seni Bağdat’ta gördüğümde şaşırmıştım. Çünkü randevumuz bu gece Samara’daydı.”
Kaderinden kaçmakla ilgili öyküleri hemen herkes bilir. Bir kahin ya da bir rüya kahramana bir felaketi haber verir. Kahraman önlemler almaya çalışır. Kaderi yenmeye uğraşır. Ama o kadar uğraşın sonunda felaket yine onu bulur. Belki de esas uğraşıp didinirken verdiği kararlar onu bu noktaya getirmiştir. Ya da belki de o ne yaparsa yapsın bu felaket gerçekleşmenin bir yolunu bulacaktır.
Bu öyküler genel olarak şunu gösteriyor. Özgür irade de taşıması kolay bir yük değil. Bunca acının kendi yanlış kararlarımızın sonucu olarak veyahut rastgele gerçekleştiği fikri insanı o kadar rahatsız ediyor ki, “tüm bunların bir anlamı olmalı” diye düşünerek, kaderin anlaşılmaz senaryosunun figüranları olmayı kabul ediyoruz.
Basit düşünelim
Zihnimiz yaşadığımız deneyimlerden ve içinde bulunduğumuz koşullardan ayrı düşünülemez. Girdiğimiz bütün etkileşimlerden etkileniriz. Fikirlerimiz, diğer fikirlerden etkilenir. İçinde bulunduğumuz çağın, sosyo-ekonomik sınıfın, bedenin, cinsiyetin, hormonların, eğitimin ahlaki kararlarımızda ve düşünme biçimlerimizde çizdiği sınırlar vardır. Tarihimiz ve kültürümüz vardır.
1000 yıl önce soylu bir İngiliz ailesinin çocuğu olsaydık sömürgecilik ve kölelik bize hiç ahlaksızca gelmezdi. Yani çoğumuz kültürümüzden apayrı davranabilen, eşsiz kararlar verebilen, doğruyu ve haklıyı 1000 yıl öncesinden görebilen canlılar değiliz. Dolayısıyla burada özgür irade ışıl ışıl parlamıyor.
Ama bir taraftan da sadece anlık değil, günlere, aylara ve hatta yıllara yayılan kararlar veriyor, planlamalar yapıyoruz. Bir eğitim tamamlıyoruz, kariyer tasarlıyoruz, yatırımlar yapıyoruz. Bu uzun vadeli kararlar yalnızca şu an için değil, gelecekte nasıl biri olacağımıza da yön veren seçimler. Böylece üzerine düştüğümüz konularda gelişiyor, düşmediklerimizde köreliyoruz. Milyonlarca nöron ağı zayıflarken, milyonlarcası dallanıp budaklanıyor.
Kendimizi değiştirebiliyoruz, bağımlılıklarımızdan kurtulabiliyoruz, istikrarlı olabiliyoruz, yanlışlardan ders çıkarabiliyoruz, bu gelecek kararlarımızı da etkiliyor. Burada da özgür irade kesinlikle yoktur demek çok iddialı olurdu. Belki de özgür irade kendini şekillendirebilen, bunun farkında olan ve bunu açıklayabilen bir bilinç yapısı demektir?
Bu iki durumu uyumlandıran bir bakış açısı var. İlk dönem Stoacılarından Chrysippus’un keşfi.
Chrysippus’un silindiri
Eğer birisi yokuşun başında duran bir silindiri iterse aşağı doğru yuvarlanır. Fakat yuvarlanmasına sebep olan tek şey onu itmemiz değildir. Çünkü ittiğimiz şey bir küp olsaydı, köşeli doğası buna izin vermez ve yuvarlanmazdı. Yani silindirin yuvarlanmasında iki sebep vardır. İlki onu itmem, bu dışsal sebep. Yani silindirin kontrolünün olmadığı durum. İkincisi silindirin kendi şekil yapısı, silindir olma durumu. Yani silindirin iradesi. Aynı şey insan için de geçerli. Dış yönlendiriciler olsa bile, reaksiyon kişinin kendi doğasına bağlı.
Yani kontrolümüzde olmayan durumlar var. Kontrolümüzün olduğu durumlar da var. Ya da var mı? Silindir şekline kendisi mi karar verdi?
Bu konuya devam edeceğim. Ama ayrılmadan bir şey daha sormak istiyorum. Sizinle bir uçurumun kenarına gidelim. Sizi aşağı itersem, ölümünüz sizin kontrolünüzde değildir. Peki uçurumdan aşağı kendiniz atlarsanız bunun sizin hür iradenizle gerçekleştiğini kesin olarak söyleyebilir miyiz? Sizi boşluğa attığınız son adıma kadar getiren bir nedenler ağı yok mudur? Yani canına kıyan biri, birçok seçenek arasından mantıklı, sağlıklı, bilinçli değerlendirmeler yaparak mı hayatına son vermeye karar verir?
Azıcık düşünedurun ben deneylerle, yorumlarla, teorilerle geri döneceğim.
06.01.25
Referanslar
How Does Quantum Physics Affect the Free Will Debate?, Neer Singhal, 2018
St. Augustine on Time, William Alexander Hernandez, 2016
Chrysippus, Cylinder, Causation and Compatibilism, Danilo Šuster, 2021
#Felsefe#Özgür İrade#Kader#Determinism#Kuantum Fiziği#Teist Felsefe#Ateist Felsefe#Augustinus#Stoacılar#Klasik Fizik#Kuantum Teorisi#Bilinç#Düşünce Deneyi#nesir#Chrysippus#appointment in samarra#Samarra’da Randevu#tanrıbilim#zaman teorisi#nedensellik#rastgelelik#rastlantısallık#belirlenimcilik
1 note
·
View note
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/hayatin-maddenin-ve-evrenin-anlami-ne-oluyor-diye-bakmaktir/
Hayatın, maddenin ve evrenin anlamı ne oluyor diye bakmaktır
Anlam, dilsel bir sorundur ve her sembolün anlamlı olması gerektiği varsayımı kültürel bir hatadır, ancak arayışın arkasında bir gerekçe vardır. Önemli olan sözlük tanımı ya da anlamsal açıklama değil, yaşama motivasyonudur. Soruların tamamı kelimenin tam anlamıyla sorulmuyor, bazıları mecazi olarak, bazıları ise bilmeden soruluyor. “Hayatın anlamı nedir” sorusu bilinmeyen bir sorudur, ne talep edileceğini bilmeyendir. Harika bir soru olmasa da, önemli bir çabadır. Yaşamın içeriği kelimelerle anlatılmayacak kadar büyük ama yine de kuşatıcı kelimeler, en azından neye benzediğini gösteren bazı işaretler vardır. Bazıları bir oyun olduğunu öneriyor, bazıları bunun bir test olduğunu söylüyor. Deney, simülasyon, mutluluk, gelişme, din gibi alternatifler
5 notes
·
View notes
Text
#5. boyuta geçiş#6. boyut#7. boyuta geçiş#altıncı boyut#altıncı boyuta geçiş#astral boyutlar#beşinci boyut#beşinci boyuta geçiş#boyut kapıları#boyut kaplar#boyut varlıkları#boyutlar#boyutlar arası geçiş#boyutlar arası seyahat#boyutlar neyi ifade eder#boyutların anlamı#dördüncü boyut#evrenin boyutları#evrenin kapıları#gizemler#gizemli kapılar#kuantum#ruhsal boyutlar#Ruhsal Uyanış#spiritüel boyutlar#üçüncü boyut
0 notes
Text
CENNET
mutluluk bir süreç değil bir andan ibarettir. arzulanan bir nesneye, bir eyleme, bir amaca ulaşmak mutluluğu getirebilir ama mutluluğun kalıcı olması mutluluğun tanımına tarifine ters bir olaydır. yani siz mesela göğüsleri yeni tomurcuklanmış kızları çok arzu ediyorsanız, hayal ettiğiniz cennette ya da yer yüzünde sizin için cennet ama o kızlar için cehennem olacak herhangi bir ortamda, alacağınız haz / mutluluk oranı marjinal faydası kadardır. çalışmak istediğiniz pozisyon, almak istediğiniz telefon, almak istediğiniz araba, evlenmek istediğiniz adam, v.s. bütün bunlara çabalamadan arzu ettğiniz anda ulaşabildiğinizi düşünün, mutlu oldunuz. sonra bir daha istediniz, bir daha istediniz, bir daha bir daha derken istediğiniz şeyin sizin için anlamı her seferinde azalacaktır. yer yüzünde, bildiğimiz gözlemleyebildiğimi, tecrübe ettiğimiz bu hayatta bu türden maddi objelere ve hizmetlere arzu ettiği anda ulaşabilen insanları mutlu eden şeyin daha başka amaçlar olduğunu rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz, birkaç ultra zenginin biyografisini karıştırmanız yeterli olacaktır. tarif edilen cennette hayır işi yapamayacağınız için, insanlık için yeni bir teknoloji geliştiremeyeceğiniz için ve etrafınızdaki herkesin her istediğinin istediği anda olabildiği bir ortamda bir amacınızın olması mümkün değildir. dolayısıyla bir an için doğru olduğunu kabul etsek bile dinlerde tarif edilen cennet sonsuz bir amaçsızlığı tarif etmektedir. bu da sürekli intihara meğilli ama intihar etme şansı olmayan sizin gibi birçoklarıyla bir hapise tıkılmak gibidir.ebedi olmak sonsuz olmak nedir allah askinda. herhalde o zamanda sonsuzlugu tam olarak kavrayamiyorlardi ki bircok din ebedi bir cenneti inananlarina vaat etme gafletine dusmus. sonsuz dedigin sey milyon, milyar, trilyon, gogolplex'ten falan sonsuz kere daha fazladir. sadece insan aklinin algilamasini birakin, evrenin bile sonsuz olup olmadigini bilmiyoruz. yani fiziksel olarak imkanli bir sey mi o bile bilinmiyor. sonsuz bir yasam herhalde olumden daha kotu olan tek alternatif. her seyi ama her seyi sonsuz kere tekrarlamak. sonsuz kere sevismek artik ve sonsuz kere daha sevisecek olmak, sonsuz kere eglenmek, mutluluklar yasamak (cennette boyle olacagi iddia edildigi icin bunlari diyorum) izdirap olurdu. ayrica sonsuza kadar yasamak sonsuz kere olmekten farksiz zaten. hangimiz kac yil gerisini ne kadar hatirlayabiliyor ki zaten? yasadigin her seyi unutuyorsun belirli bir sure gecince. cennette de aynisi olmayacak mi? olmayacaksa ve hatirlayacaksak yine cok aci sikintidan patlariz cunku tekrar tekrar yapmaktan. en azindan unutmak bir nebze daha iyi, ama o da surekli olmeyi kabullenmekten farksiz. sonuc olarak manasiz bir kavram cennet. sonsuzluk, ebedilik diye bir sey olamaz.
( not: gönderi arşivimde cennet cehennem adilmidir başlıklı yazımı da okuyabilirsiniz)
5 notes
·
View notes
Text
bi de "elinden geleni yapıp geri kalanı evrenin enerjisine bırakıyorsun ☺️" ayakları var ya ulan ben elimden geleni yaptıktan sonra evrenin bana göndermediği enerjiyi s*kiyim lan elimden geleni yaptıktan sonra gönderdiğim enerjinin ne anlamı kalıyo zaten bi de başımı ağrıtıyolar "yhaaa sen yeterince inanmamışsındır bir dahakine bütün kalbinle inan dünyada sevginin çözemeyeceği şey yoktur ☺️" diye
#daha nasıl açıklama yapabilirim bilmiyorum#kanser olcam iyice#bir insanın inandığı her şey mi çelişki olur amk#oluyo işte
5 notes
·
View notes
Text
Saat Anlamı 11.11 Nedir?
Saatler, hayatımızın bir parçası haline gelmişlerdir. Saatler, zamanı öl��mek için kullanılırlar ve günümüzde hemen hemen her evde, ofiste, okulda veya kamusal alanda bulunurlar. Ancak bazı insanlar, saatlerin daha derin bir anlam taşıdığına inanırlar. Bu makalede, saat anlamı 11.11'in ne olduğunu ve bu sayının insanlar için neden önemli olduğunu ele alacağız.
İçerik Tablosu
Saat Anlamı 11.11 Nedir?
Sayıların Sembolik Anlamları
Sayı 1'in Anlamı
Sayı 11'in Anlamı
Saat Anlamı 11.11 ve Spiritüel Uyanış
Spiritüel Uyanış Nedir?
11:11 ve Spiritüel Uyanış
Saat Anlamı 11.11'in Anlamı Neden Önemlidir?
11.11'i Gördüğünüzde Yapmanız Gerekenler
11.11 ile İlgili Sıkça Sorulan Sorular
Soru 1: 11.11 görmek ne anlama gelir?
Soru 2: 11.11 görmek spiritüel bir uyanışın işareti midir?
Soru 3: 11.11'i görmek ne kadar sık olmalıdır?
Soru 4: 11.11 dışında başka sayıların spiritüel anlamları var mıdır?
Soru 5: 11.11 sayısı diğer sayılarla birleştirilerek farklı anlamlar taşıyabilir mi?
Sayıların Sembolik Anlamları
Sayılar, insanlık tarihi boyunca sembolik anlamlar taşımışlardır. Antik çağlardan beri, sayılar astrolojide, matematikte, dinlerde ve daha birçok farklı alanda önemli bir role sahiptirler. Bazı sayılar, diğerlerine göre daha fazla sembolik anlama sahiptirler.
Sayı 1'in Anlamı
Sayı 1, yeni başlangıçlar, kendini keşfetme, liderlik ve güç gibi anlamlar taşır. Bu sayı, bireyselliği ve kişisel özgürlüğü simgeler. Ayrıca, sayı 1, zeka, yaratıcılık ve başarıyla da ilişkilidir.
Sayı 11'in Anlamı
Sayı 11, spiritüel bir anlama sahiptir. Bu sayı, zeka, sezgi ve spiritüel uyanışla ilişkilidir. Aynı zamanda, sayı 11, spiritüel olarak yükselme, içgörü, manevi rehberlik ve kehanetle de bağlantılıdır.
Saat Anlamı 11.11
11.11 saatini sık sık görüyorsanız, bunun bir tesadüf olmadığına inanabilirsiniz. Günümüzde birçok insan bu sayıların tekrarlı görülmesiyle ilgili birçok inanışa ve efsaneye sahiptir. 11.11 saati de bunlardan biridir. Bu yazıda, 11.11 saatinin farklı anlamları ve inanışları hakkında daha fazla bilgi edineceksiniz.
11.11 Saati ve Sayıların Anlamları
Birçok kişi, 11.11 saatinin aynı sayıların yinelenmesi nedeniyle büyüleyici olduğuna inanır. Numeroloji, sayıların gizli anlamlarını ve enerjilerini inceleyen bir alandır ve 11 sayısı özellikle spiritüel bir sayı olarak kabul edilir. 11 sayısı, yüksek sezgi, yaratıcılık, ilahi rehberlik ve yüksek bir enerji seviyesi ile ilişkilendirilir. 11.11 saati ise, bu enerjinin iki katına sahip olması nedeniyle özellikle güçlü bir anlama sahiptir.
11.11 Saati ve Evrensel Uyum
11.11 saatinin görülmesinin, evrensel uyumu yakalamakla bağlantılı olduğuna inanılır. Uyum, zihin, beden ve ruh arasındaki uyumun yanı sıra evrende olan her şeyle uyumlu olmak anlamına gelir. Bu saatleri görmenin, evrenin size yol göstermesi için bir işaret olabileceği düşünülür. Bu nedenle, 11.11 saati, kişinin bir şeylerin değiştiğine ve yeni bir yola girmenin zamanının geldiğine işaret edebilir. https://saatanlami.net/11-11-saat-anlami
4 notes
·
View notes
Text
Boşlukta Kaybolmak: Varoluşun Anlamı
Varoluşun anlamı, belki de hiç ulaşamayacağımız bir yerin ışınıdır. Onun birimiz bu sonsuz evrende kaybolan birer nokta gibiyiz. İçimizdeki oluşumlarla var olduğunda, dünyayı anlama çabalarız; fakat anlamı ne kadar ararsak, o kadar değişiyor. Bu varoluşun özü gibidir. Her şey eksikti, o derin hisyat... Ama belki de eksiklik, tamamlanmamış bir şeyin özüdür; Onun kaybettiği, arayışlarını bir başka kişilerin derinliklerini gösterir.
Boşluk, aslında bir anlamın başlangıcıdır. İnsan, kaybolmadığını değil, kaybolmayı kabul ettiğinde kendini bulur. Bu kabul, evrenin açıklamasına dahil olmaktır; kaybolması, varlığı ve yokluğunun sürekli bir dansıdır. İçimizdeki hücrelerinde, genellikle bir eksiklik eksik olduğunu düşünürüz. Oysa belki de eksiklikler, bir şeylerin olmamasıdır. Bizler, bu temeller
Zaman değişir, hepimiz bir şeyleri seçeriz: hatıralar, sevgiler, umutlar... Ve onun kaybettiği, geride kalan bir tanesi kalır. Ama bu kayıplar, varoluşun şekilleri şekillendirilir. Her şey saklandı, ama kaybolan her şeyde, biz varız. Ve belki de varoluşun anlamı, kaybolmuşken bile devam eden o hissiyatının kendisidir. Boşluk, bir eksiklik değil, bir geçicidir. Bir çağrıdır, bize onun değerini, onun kaybının derinliğini hatırlatır. Gerçek anlamı, bu sakinleri kabul etmekte ve devam etmektedir.
"Belki de gerçek anlam, kaybolduğumuzda, ama kaybolmaktan korkmadığımızda mevcut."
#varoluş#hayatın anlamı#hayat#hayata dair#duygular#gerçek hayat#insan olmak#felsefe#insanın anlam arayışı#var olmak#zaman#farkındalık#kayıp#içselyolculuk#boşluk#boşluğun içinde
5 notes
·
View notes